NEBE' SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

«Nebe'-i Azîm», O Çok Büyük Ve Önemli Haber Nedir?. 3

İkinci Hayata Kalkış. 3

Kısa Açıklamalar: 4

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

Ahîrete İmân İçin Aklı Kullanmaya İhtiyaç Var. 5

Sûra Son Üfürülme Olayı 6

Göklerin Açılıp Kapı Kapı Olmasi 6

Dağların Yerinden Kopup Seraba Dönmesi 6

Cehennem, İnkarcılar Önünde Bekletilen Bir Pusudur. 6

Cehennemde Çok Uzun Süre Kalma Olayı 6

Cehennemdeki Yiyecek Ve İçecekler. 7

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meâlî: 7

Allah'tan Saygı İle Korkanların Mükafatı 7

Kimse Allah'ın Huzurunda Söz Söylemeye Cesaret Edemez. 8

Kime İzin Verilirse Ancak O Konuşabilecek. 8

Hak Olan Gün. 9

Geleceği Muhakkak Olan Her Şey Yakındır. 9


NEBE' SÛRESİ

 

Tamamı Mekke'de inmiştir. Nitekim Beyhakî ve Nuhas'ın yaptıkları ri­vayette, İbn Abbas (R.A.) ; «Amme yetesâelûn Sûresi Mekke'de inmiştir» demiştir.[1]

İkinci âyetinde kıyametin kopması «Nebe-i Azîm» yani çok büyük, çok önemli haber diye vasıflandırdığından bu kavram aynt zamanda sûreye isim olmuştur. Ayrıca buna, «Amme Yetesâelûn» sûresi de denilmektedir.

Âyet sayısı    :   40

Kelime   »         : 173

Harf       »         : 970[2]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Müşriklerin, öldükten sonra dirilip ikinci hayata kalkmakla ilgili ihtilâfları ve onların Hz. Muhammed'in (A.S.) risaletiyle ilgili kasıtlı soruları konu ediliyor.

2-  İnkâr ve tuğyanlarından dolayı Allah'a ortak koşan nankörler tehdît ediliyor.

3- Kıyametin meydana geleceğine delâlet eden belgelere yer veri­liyor.

4- Kıyamet gününde meydana gelecek olaylardan bir kısmına deği­niliyor.

5- Hakk'ı yalanlayan inkarcı sapıkların karşılaşacakları azaba dik­kat çekiliyor.

6- Allah'tan saygı ile korkup günahlardan sakınan ve ibâdetlerini ye­rine getirmeye özen gösteren mü'minlerin nîmet dolu cennetlere   eriştiri­lerek gerçek kurtuluşa kavuşacakları bildiriliyor.

7- Âhiret gününün hak olduğu üzerinde duruluyor.

8- Kâfirlerin âhiret gününde silinip toprağa karışmayı temenni ede­cekleri konu edilerek yaşamakta olan inkarcılar uyarılıyor. [3]

 

Meali:                                                                            

 

1- Birbirlerinden neyi soruyorlar?

2-3— Hakkında görüş ayrılığına düştükleri çok önemli haberi mi?

4—  Hayır, (görüş ayrılığına gerek yok) ileride bilecekler.

5—  Hayır, hayır, (hiç gerek yok, elbette) ileride bilecekler.

6—  Yeryüzünü bir döşek,

7—  Dağları (yerin bir bakıma dengesini sağlayan) kazıklar yapmadık mı?

8—  Sizi çift çift (kadın erkek) yarattık.

9— Uykunuzu, dinlenmenizi sağlayıcı kıldık.

10—  Geceyi bir örtü,

11—  Gündüzü, geçiminizi kazanmanıza uygun kıldık. .    

12— Üstünüzde yedi sağlam gök meydana getirdik.

13— (Onda) alabildiğine yanıp tutuşarak parlak ışık veren bir kandil (Güneş)i var kıldık.

14-16— (Rüzgârın te'siriyle) sıkışıp yoğunlaşan bulutlardan tane ve (çe­şitli) bitki çıkarmak; sarmaşık bahçeler yetiştirmek için bol bol yağmur indirdik.

 

İniş Sebebi

 

Mekkeli müşrikler sık sık İslâm, Kur'ön ve Hz. Muhammed (A.S.) aley­hinde bulunmak üzere toplantılar düzenlerlerdi. Onlardan bir kısmı Hz. Mu­hammed (A.S.) için «sihirbaz», «büyücü» derken, bir kısmı «aklî dengesi bozuk» der; bir kısmı da «şâir» damgasını yakıştırmaya çalışırdı. Kur'-ân-i Kerîm hakkında ise, çok yakışıksız sözler kullanır, inen âyetlerini tahrif ederek alay konusu yaparlardı. Toplantıdan sonra dışarı çıktıkları zaman bir müsiümanla karşılaşınca ona : «Ee, söyle bakalım şu Kur'ân'ın haber verdiği kıyamet ne zaman?» diye sorar ve bıyık altından gülerlerdi.

Müşriklerin çoğunun Allah hakkında az ve kısır da olsa bir bilgileri ol­makla beraber âhiret hakkında hiçbir ciddi bilgüleri yoktu. O bakımdan öl­dükten sonra diriiip ikinci hayata kalkmaya kesinlikle inanmazlardı. Onlar­dan az bir kısmı ise, ruhun ebediliğine inanır, ama onu kendi mantığına gö­re yorumlardı.

İlgiii sûre, onların inkâr ve iddialarını reddederken, duygu ve düşün­celerini yönlendirmek, akıllarını harekete geçirmek üzere inmiştir. [4]

 

«Nebe'-i Azîm», O Çok Büyük Ve Önemli Haber Nedir?

 

«Birbirlerinden neyi soruyor­lar? Hakkında görüş ayrılığına düştükleri çok önemli haberi mi?.»

Kıyamet olayı öteden beri insanları düşündüren bir konu olarak hep gündemde kalmış ve kalmaya da devam edecektir. Zira imân edenler ken­dilerini ona göre hazırlamaya çalışmakta ve gerektiğinde birtakım yatırım­lara yönelmektedirler. İnanmayanların ise, içlerinde ebediyen yaşama arzusu kıpırdamakla beraber Allah'a ve Âhiret'e inanmadıkları  için böyle bir olaya şüpheyle bakmakta ve inkârı tercîh etmektedirler.

Mekkeli müşrikler de öyle.. Zaman zaman Kur'ân'ın haber verdiği bu konuyla ister istemez ilgilenmekte, ruhlarında gizli olan din ve Allah duy­gusu onları inanmaya iterken, nefislerine yerleşip kök salan inkâr ve şüphe cehaletle birleşince o duyguyu bastırmaktaydı. Bu bakımdan onlar da za­man zaman bu olay üzerinde görüş alış-verişinde bulunur; kimi alay ko­nusu edinir, kimi de büsbütün inkâr ve tuğyanını artırırdı.

Tablo bu olunca, ilim adamları yukarıdaki âyeti yorumlarken, farklı görüş ve tesbitler ortaya koymuşlardır:

a) İbn Abbas'a göre: Nebe-i Azîm, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Onun inmesi ve Arap edip ve şâirlerini bastırıp susturması, aynı zamanda Arapların kötü âdetlerini değiştirmeye yönelmesi büyük bir olay idi. Nitekim Sâd Sûresi 67. âyette şöyle buyurulmaktadır: «De ki: Bu Kur'ân nebe-i azîm'dir (yani büyük bir haberdir).»

b) Kataae'ye göre: Ölümden sonraki dirilip kalkma ve hesaba çekil­medir.

c) Resûlüllah'ın (A.S.) insanları Hakk'a davet için sahneye çıkışıdır. Zira İsa (A.S.)dan sonra bir fetret dönemi başladı ve tek tanrı inancı za­manla unutularak yerini çok tanrılı inanca bıraktı; putperestlik ve koyu ce­halet her tarafa dal, budak saldı. Kavim ve milletlerin çoğu bunalmaya baş­ladı, bir kurtarıcı beklemeye yöneldi. Derken Hz. Muhammed (A.S.) bek­lenen kurtarıcı olarak ortaya çıktı ve bu büyük bir olay olarak dünyada çalkanmaya başladı.

Müşrikler ise bu üç büyük olaydan dolayı şaşkına döndüler; sık sık İn­kârlarını tekrarlayarak bunları alay konusu edindiler. Bunun için de mü'-minleri üzmek ve itikadlannı sarsmak için zaman zaman birbirlerine sor­maya başladılar ve kendi basit mantıklarına göre birtakım yakışıksız de­ğerlendirmelerde bulundular.

Dördüncü âyetle, Kur'ân ve Peygamber'in ne olduğunu yakında görüp anlayacaklarına değinilerek, mü'minlerin biraz sabırlı olmalarına işaret edi­liyor. Nitekim Hicret olayı, arkasından şehir devletinin kurulması. Bedir Sa­vaşı ve sonra da Mekke'nin fethiyle bu üç olayın ne olduğu ortaya çıktı; müşrikler de neyin ne olduğuna akıl erdirmeye başladılar. Kıyamet olayına gelince, müşrikler öldükten bir süre sonra ikinci hayata kaldırılınca, yine inkâr ve reddettikleri bu üç önemli olayın ne olduğunu anlayacaklar, ama neden sonra, «Hayır, (görüş ayrılığına gerek yok) ileride bileceklerdir.» [5]

 

İkinci Hayata Kalkış

 

Öldükten sonra dirilme olayı da tarih boyunca insanların zihinlerini karıştırmış, hem de çok meşgul etmiştir. Zira yaşamak umudu her insanın mayasında mevcuttur. Cenâb-ı Hak kendi kudretini eşyada izhar ederken, konuya bu açıdan bakıp ikinci hayatın gerçekleşeceğine inanmamızı is­temektedir.

Gerçek bu olunca, CenâbHakk'ın insanları yeniden diriltip ikinci ha­yata kaldıracağında hiç şüphe yoktur. Bunun için Kur'ân'da düşünceleri yönlendirmek, akıl ve mantığa ışık tutup malzeme vermek ve öylece yol gös­termek için dokuz delil sıralanmaktpdır:

1- Yeryüzü insanların ve diğer canlıların yaşamasına elverişli şekilde hazırlanıp döşenmiştir. Yeraltı ve yerüstü kaynakları canlıların bütün ihti­yaçlarını karşılayacak zenginlik ve çeşitliliktedir.

2- Dağlar denge sağlayıcı, kaynakların oluşmasına imkân verici bi­rer kazık, sütun anlamında hazırlanmıştır. Plânsız, programsız, gelişigüzel hiçbir düzenleme söz konusu değildir.

3- İnsanlar erkek ve dişi olmak üzere çift yaratılmıştır. Bu, yüksek bir kudretin nesli devam ettirmeye yönelik kusursuz takdiridir.

4- Uyku denilen olay dinlenmemizi sağlamaya; ruh ve bedenimizi zinde tutmaya ve sağlıklı bir hayat sürmemize yöneliktir. Öyle ki, uyku vü­cudun dinlenme halidir. Bütün gün çalışan bir insan, ne kadar yorgun olur­sa olsun deliksiz bir uyku uyursa ertesi gün bütün yorgunluklarını atmış olarak uyanır.

Uykunun nasıl meydana geldiği henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu olayın meydana gelmesiyle vüoudurrhemen hemen bütün organları az-çok bu olaya katılır. Sadece kas çalışmasının durmasıyla kalınmaz, beyin çalışmalarında da bir azalma olur.

Şüphesiz vücut mekanizmasını böylesine hazırlayıp düzenleyen cok yüksek bir kudretin varlığı söz konusudur.

5- Gece, örtü misali koruyucu bir anlam taşımaktadır. Gece olayıyla ilgimiz kısmen de olsa dış âlemden kesilmekte ve bir dinlenme dönemine girmekteyiz. Şüphesiz böyle bir düzenlemenin canlıların sağlıklı yaşama­larında çok olumlu tesirleri vardır.

6- Gündüz, geçimimizi kazanmamıza uygun şartları beraberinde bu­lundurmaktadır. Güneşin dünyamızı aydınlatmasıyla birçok önemli olaylar meydana gelmekte ve canlılar güneş enerjisinden yararlanıp asıl fonksi­yonlarını ortaya koyabilmektedirler.

7- Üstümüzde yedi  sağlam gök kurulmuştur.

Günümüze kadar süregelen ilmî araştırmalar, henüz yedi gök hak­kında kesin bilgi verememiştir. Çünkü kâinat insanın tasavvurundan daha çok büyüktür. Ancak Cenâb-ı Hak böyle bir açıklama ile, araştırıcılara ip ucu veriyor ve yıldızları, mevcut sistemleri daha iyi araştırıp incelemeleri için daha ciddi buluşlar ve keşifler yapmalarını ilham ediyor.

8- Güneş ışık, enerji kaynağı kılınmıştır.

9- Rüzgarla sıkışıp yoğunlaşan bulutların hayat verici yağmur ver­mesi de CenöbHakk'ın varlığına ve her şeyi beili ölçü ve yararda yaratıp hizmete sevk ettiğine başlıca delillerden biridir. [6]

 

Kısa Açıklamalar:

 

Yeryüzünün tarihi, oldukça eskidir. Güneşle ve gezegenlerle, sonra da diğer yıldız ve sistemlerle birlikte aynı madde ve elementlerden meydana geldiğini Enbiyâ Sûresi 30. âyetten öğreniyoruz. Bu doğrultuda ilim adam­larınca ortaya atılan hipotezler vardır. Milyonlarca yılda tedrici bir tekâ­mülle, insan ve diğer canlıların yaşamasına elverişli şartlar oluşturulduk­tan ilk memelinin ortaya çıkışının 130 milyon yıl öncesine rastladığı sanılır. İnsan ise bitkiler ve hayvanlardan çok sonra yaratılmıştır. Bunun bir mil­yon yıla yakın bir başlangıcı olduğu —da birtakım arkeolojik kazılarda el­de edilen ip uçlarından hareketle— sanılmaktadır.

Gerek ilk memelinin, gerekse insanın yaratılmasını kesin bir tarihle belirlemek çok zordur. Zira Kur'ân'o ve Hadîslere göre, canlılarda, Darvi-nizmi savunanlarla teorisyenlerin iddia ettikleri gibi bir tekâmül söz ko­nusu değildir. Cenâb-ı Hak her canlı hakkında bir tecellide bulunarak ko­yunu koyun olarak, atı at olarak, maymunu maymun olarak, insanı da in­san olarak yaratıp vücuda getirmiştir. Türden türe evrimsel geçiş müm­kün değildir. Ve bunu ispatlayacak ciddi, inandırıcı hiçbir delil ve belge­leri de yoktur. Tefsîrimizde münasebet düştükçe bu konuyu son yıllarda yapılan ciddi ilmî araştırmalarla ortaya çıkarılan birtakım belgeleri değer­lendirmek suretiyle aydınlatmış bulunuyoruz.

«Dağ»., sadece önemli bir engebeye değil de bazı durumlarda denizal­tı engebesine de denilir. Bu da dağın sadece yükselen üst yüksekliği değil, tabanın derinlere inmesiyle de bir kazığa benzetilebilir. CenâbHakk'ın «Dağları kazıklar yapmadık mı?» buyurmasının hikmetlerinden birde budûf.

Dağ yalnız bitki örtüsünü olumlu yönde etkilemekle kalmaz, ortamın öteki bölümlerinin ve insan toplumlarının yerleşme, uğraşma, ulaştırma, hava akımı, iklim dengesi ve kömür ile petrol kaynakları üzerinde nazım rol oynaması gibi özellikleri de beraberinde taşır.

İnsanın dişi ve erkek olarak çift yaratılması, ezelî çizginin ve hilkat kanununun gereğidir. Bu kanun, bazı savaşlarda bozulan erkek-dişi oranını çeyrek asırda dengeleyip düzene sokar. Tarihte sözü edilen konuda bozu­lan dengenin çeyrek asır gibi kısa bir sürede kendiliğinden sağlandığına" dair pek çok olaylar ve belgeler vardır.

Ana rahmine intikal eden hücre (sperma) kendisine yine ezelî kalemle yükletilen programı aynen yerine getirmektedir. Yumurtalığa yerleşip yu­murta ile birleşince, yine yükletilen program uyarınca ya erkek, ya da dişi hüviyetini almakta ve ona göre gelişme kaydetmektedir.

Uyku fizyolojik bir olaydır. Bütün gelişmiş hayvanlarda görülür. İnsan-da ise, bu olayla düşünce ve duygu tesirinin bir süre durması demektir.

İşte bu süre içinde kasların gerginliği iyice gevşediği, kalp atışlarının sayısının azaldığı, metabolizmanın dinlenme halindeki değerinin daha al­tına düştüğü, idrarın azaldığı, solunumda büyük bir değişikliğin meydana geldiği görülür ve bu sebeple vücut iyice dinlenir; zihnî yorgunluk kalkar; vücudun, uykudan sonraki direnci artar. Bu da CenâbHakk'ın beyinde uyku merkezine yüklettiği programın bir gereğidir.

Gecenin dinlendirici bir örtü kılınması, dünyanın kendi ekseni etrafın­da dönmesi sırasında güneş ışınlarının düşmediği kesimlerin karanlıkta kalmasıyla gerçekleşir. İşte bu süre içinde birçok bitki ve canlının ışın­ların tesirinden uzak kalıp ertesi güne hazırlanmasına, hem de gündüzün getirdiği yorgunluğu atmasına imkân sağlanmış olur.

Gündüzün geçimimizi sağlama, ihtiyaçlarımızı karşılama dönemi kılı­narak düzenli şekilde sürüp gitmesi şüphesiz ki, O çok yüce kudretin in­sanlardan ve diğer canlılardan yana kusursuz bir düzenlemesidir ki, her bölüm sâfhasıyla O'nun ezelî kaleminin izlerim taşımakta ve yansıtmak­tadır.

müzdeki yedi sağlam gökten maksat nedir? Dünya semasının yıl­dızlarla donatıldığına bakılırsa[7] onun ötesinde altı göğün yer aldığı an­latılır. Ancak diğer semaların da yıldız ve sistemlerle süslenmediğini söy­leyemeyiz. O bakımdan henüz kâinatın büyüklüğünü çözüp belirleyecek im­kânlara sahip bulunmadığımıza göre, yedi gök hakkında kesin bir şey söy­lememiz herhalde mümkün olmasa gerek..

Güneşin nasıl bir ışık ve hayat kaynağı olduğunu; onsuz yaşamamızın mümkün olmadığını anlatmaya lüzum var mıdır? Tükenmez enerji kaynağı olup hidrojenin helyuma dönüşmesiyle kâinatın önemli kısmını aydınlatan bu ilâhî mu'cize yaratıldı yaratılalı yükletilen programı kusursuz yerine getirmekte ve her yanıyla insana hizmet vermektedir.

Şüphesiz bu olay, mutlak bir kudretin ve kusursuz yürütücünün var­lığına delâlet etmekte ve dengeli hareketiyle o kudretin erişilmezliğini yan­sıtmaktadır.

Rüzgârların gerek bitkilerin aşılanmasında, gerek havayı değiştirme­sinde, gerekse bulutları sevkedip yaygınlaştırmasındaki rolü inkâr edilemi-yecek kadar açık ve nettir.

Hayatımıza renk katan ve devamına yardımcı olan rüzgâr olayı da şaş­mayan fiziksel kanunlara bağlanmıştır. Eğer yerle havanın sıcaklığı aynı olsaydı bölgeler arasında hava hareketi olmaz ve insan hayatı bir bakıma tehlikeye girerdi. Sıcaklık farkı basınç farkını yaratmaktadır. Soğuk alanlar «yüksek basınç», sıcak alanlar ise «alçak basınç» alanıdır. Rüzgâr yüksek basınçlardan alçak basınçlara doğru eserek hizmetini sürdürür.

İşte aklını kullanıp imânıyla ve her ikisini ilimle birleştirip bütünleş­tirenler için bu dokuz belge sıralanmakta ve o bakımdan bir önceki sûre­nin dokuz yerinde «Hakkı yalanlayanların vay hâline!» denilereK gereken uyarı yapılmaktadır.

Cenâb-ı Hak, inkarcılara ve şüphecilere gerçeği gören göz, hakikati idrâk eden gönül, ilâhî damgayı müşahede eden basiret ve dünyamızda düzenli hizmet verip ilâhî kanuna bağlı kalarak hayatımızın devamını sağ­lamaya yönelik olan tabii olayların hikmetini çözen ilim ve hikmet versin, [8]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Mekke'nin fethi veya Hz. Muhammed'in (A.S.) son peygamber olarak gönderilmesi, ya da kıyamet olayı hakkında birbi­rinden soran müşrikler ve inkarcı sapıklar uyarılarak kıyameti veya sözü edilen olayların haklılığını yakında bilecekleri açıklandı. Sonra da Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden dokuz kadar kevnî belgeye yer verile­rek insan aklına ışık tutuldu.

Aşağıdaki âyetlerle, kıyamet olayına ve meydana gelecek birkaç saf­haya değinilerek duygu ve düşüncelere sesleniliyor. Sonra da inkâr ve sa­pıklık üzere ölenler için hazırlanan azabın bazı kısımlarına dikkat çeki­liyor. [9]

 

Meali:

 

17-  Şüphesiz ki (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, haklıyı haksızdan) ayırt etme günü (Allah katında) belirlenmiş bir vakittir.

18-  Sûr'a üfürüleceği gün gruplar hâlinde gelirsiniz.

19- Gökler açılacak, kapı kapı olacak.

20- Dağlar yerinden kopup yürütülecek, (tuz-buz olup) seraba dö­necek.

21-22- Cehennem, hiç şüphesiz ki bir pusu, azgın sapıkların varıp döneceği bir yerdir.

23- Orada uzun süre kalacaklar.

24-26- Ne serinlik, ne de (serin, tatlı bir) içecek tadacaklar; (amel­lerine) uygun ceza olarak sadece kaynar su ve brr de irinli çok soğuk bir •m içecekler.

27- Çünkü onlar hiç de hesabı ummazlardı.

28-  Âyetlerimizi yolan saydılar da saydılar.

29-  Biz herşeyi (bir bir) sayıp kitaba geçirmişizdir.

30- Artık hep (bu azabı) tadın, size elbette azaptan başka bir şey ar-tırmıyacağız.

 

Ahîrete İmân İçin Aklı Kullanmaya İhtiyaç Var

 

«Şüphesiz ki (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, haklıyı haksızdan) ayırt etme günü (Allah katında) belirlenmiş bir vakittir..»

Kur'ân'da hâkim olan ilâhî üslûp ve metodun açık belirtisinden biri de, Allah'a ve âhirete imân için aklı kullanmanın gereği üzerinde durul­ması; inkarcı ve şüphecileri gafletten uyandırmak için aydınlatıcı bilgiler ve ana fikirler verilmesidir. Sonra da duygu ve düşünceyi hakka yönlen­dirmek için âhiret gününde, ondan az önce kıyamet olayında meydana ge­lecek önemli safhaların çok duyarlı ve etkileyici bir anlatımla işlenmesidir.

Böylece 17-30 âyetlerle, sekiz kadar safha üzerinde duruluyor ve dün­yanın ilâhî denge, ve düzen kanunuyla hareketini sürdürdüğüne işaretle birtakım deliller gösteriliyor:

Fasıl günü, şüphesiz ki belirlenmiş bir vakittir.

Her hareketin nasıl bir başlangıcı ve bir de başlatanı varsa, mutlaka onun bir de sonu ve durduranı vardır. Hareket halinde olan dünya, güneş, gezegenler, yıldızlar ve sistemlerin de mutlaka bir başlangıcı söz konusudur. O halde bir gün bunların hareketinin bir de sonu olacaktır. İşte kıyamet olayıyla bu konu çok ilgilidir. Denge ve düzenin bozulmasıyla kıyamet ola­yı meydana gelecek ve yeniden denge ve düzen içinde başka bir kâinat kurulup ikinci hayat başlayacaktır.

Kıyâmet'e, diğer bir anlatımla âhirete, «fasıl günü» denilmektedir. Çünkü o gün ezelle ebedi kucaklayan ve herşeyi kapsayıp kuşatan ilâhî İlim, herkesin düşünce, niyet ve amellerini ortaya döküp haklıyı haksızdan, doğruyu eğriden, sevabı günahtan en güzel şekilde ayıracaktır. Böylece o gün «fasıl günü» oluyor, her şeyi ayırıp gerçek değeriyle ortaya koyan CenâbHakk'ın emri nafiz bulunuyor. [10]

 

Sûra Son Üfürülme Olayı

 

«Sûr'a üfürüleceği gün gruplar halinde gelirsiniz..»

Bu, kabirlerden kalkıp herkesin kendi niyet, düşünce ve ameline göre bir grupta yeralacağı ve bu düzenleme içinde insanların gruplar halinde hesap alanına sevkedilecekleri gündür. Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu âyetin ışığında şöyle açıklamada bulunmuştur:

«Kişi sevdiği kimselerle beraberdir.,» [11]

«Kişi sevdiğiyle beraber olacak ve kazandığı da kendisi­ne ait olacak.» [12]

«İnsanlar niyetlerine göre kabirlerinden kaldırılıp neş­rolunurlar.» [13]

«Her kişi öldüğü hal üzere diriltilip kaldırılır.» [14]

 

Göklerin Açılıp Kapı Kapı Olmasi

 

«Gökler açılacak, kapı kapı olacak..»pu, aşağı ve yukarı âlemlerin düzeninin bozulması; ay, güneş ve yıl­dızların yörüngelerinden kayması, müthiş patlama ve çalkantı, çarpışma neticesi fezada oluşan gazların tutuşup yer yer kapı misali boşluklar oluş­turması olaylarıyla ilgili bir anlatım tarzıdır. Nitekim İnşikak, İnfıtar sû­releri ile Furkan Sûresi 25. âyette bu müthiş olay «inşikak», «infıtar» ve «gamam» İlâ «inşikak» sözleriyle ifade edilmektedir. Birincisi, yer yer bö­lünmelere; iHincisi, yer yer açılıp birtakım çatlakların, menfezlerin mey­dana gelmesine; üçüncüsü, gaz ve dumanla birlikte yer yer patlama ve bölünmelerin oluşacağına işarettir[15]

.

Dağların Yerinden Kopup Seraba Dönmesi

 

«Dağlar yerinden kopup yürütülecek, (tuz-buz olup) seraba dönecek.»

Yerküre müthiş sarsıntı ve iç patlamalara sahne olunca, dağlar ye­rinden kopup toz haline gelip belirsiz olacak; serap misali ortayı kaplayan gaz ve toz kendine has bir görünüm arzedecek.

.

Cehennem, İnkarcılar Önünde Bekletilen Bir Pusudur

 

«Cehennem, hiç şüphesiz ki bir pusu, azgın sa­pıkların varıp döneceği bir yerdir.»Âhiret gününde gerek Cennet'e, gerekse Cehennem'e girecek İnsan­lar mutlaka «Sırat» denilen köprüden geçecekler. Öyle ki cehennemlik olanlar bu köprüyü geçmeyi tamamlamadan altlarında alev alev köpürüp yükselen ve uğultusu yürekleri yerinden oynatan ateşe düşmekten kurtu-lamıyacaklar. Cehennem bir bakıma bu noktada onlara pusu kurmuş da belli çizgiye gelmelerini beklemektedir. Cenâb-ı Hak bu mecazî anlatımla inkarcıları uyarmakta ve ölmeden önce Hakk'a dönmelerinde sayısız fay­daların bulunduğuna işaret etmektedir. [16]

 

Cehennemde Çok Uzun Süre Kalma Olayı

 

«Orada uzun süre kalacaklar.»

Allah'a, âhirete ve peygamberin tebliğ ettiklerine inanmakla beraber doğru ve meşru yoldan ayrılıp günah ve vebal yüklenen sapıkların, suçlu günahkârların uzun süre ateşte kalacaklarına; küfür ve tuğyan üzere ölen kâfirlerin ise, uzun sürenin de ötesinde ebediyen orada azap görecekle­rine delâlet eden «ahkâb» kavramını bu iki anlamda yorumlamak müm­kündür.

Kur'ân Arapçasını çok iyi bilen ilim adamları ikinci yorum üzerinde durup genel kaideye uygun sonuç çıkarmışlardır. Nitekim Allâme Zemah-şerî, kendi tefsirinde bu kelime ve yer aldığı cümleyi tefsir ederken aydın­latıcı bilgi vermiştir.

«Ahkâb», «hukb»un çoğuludur. Hukb, seksen veya daha fazla seneye delâlet eder. Bu çoğulun «cem'u kille» şeklinde geldiğine bakılırsa, cehen­nemliklerin ateşte en çok 800-1000 yıl kadar kalacakları sanılır. Oysa ha­kikat hiç de öyle değildir. Allâme Zemahşeri kelimeyi tahlil ederken diyor ki: «Ahkâb», «hikeb» ve «hukubsun da çoğuludur. Hikeb, çok uzun yıllar; hukub, dehr, yani zaman ve ebed demektir. Böylece cehennemlik olan kâ­firlerin üzerinden ne kadar bir hukub geçerse bir diğer hukub onu izler ve sonsuza dek bu hal sürüp gider.» [17]

 

Cehennemdeki Yiyecek Ve İçecekler

 

 «Ne serinlik, ne de (se­rin, tatlı bîr) içecek tadacaklar; (amellerine) uygun ceza olarak sadece kaynar su ve bir de irinli çok soğuk bir sıvı içerler.»

Şüphesiz Cehennem'in yiyeceği de, içeceği de oranın özelliğiyle oran­tılıdır. Ne serinletici bir hava, ne de susuzluğu giderecek tatlı bir su bulu­nur. Sadece irin misali tiksindirici kaynar su vardır. Dünyada iken soğuk tatlı suyun ilâhî nimetlerden biri olduğunu düşünmeyen ve o nimeti içer­ken Hakk'a şükretmeyen inkarcı şaşkınlara elbette böyle bir azap çok da­ha lâyıktır.

Unutmayalım ki, insanoğlunun dünyada iken her düşünce, niyet, söz ve davranışı anında tesbit edilip amel defterine geçirilmiştir. Onları tesbit edip yazanlar ise, hiç günah işlemeyen, haksızlık yapmayan, kin ve düş^ manlık duygusu taşımayan şerefli meleklerdir. O halde inkarcı azgına Ce-hennem'de ancak azap artırılır ve öylesine merhamet eden bulunmaz. [18]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, kıyamet olayının mutlaka meydana geleceği ha­ber verilirken birkaç önemli, düşündürücü ve yönlendirici safhalarına dik­kat çekildi. Cehennemliklere hazırlanan tiksindirici içecekten söz edile­rek, dünyadaki nimetlerin kıymetinin bilinmesinde birçok fayda ve rahmet­lerin bulunduğuna işaret edildi.

Aşağıdaki âyetlerle, Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanlar için hazırlanan ebedî nimetlerden birkaçı haber veriliyor. Âhirette hesap ala­nında Allah'ın izin vereceklerinin dışında hiç kimsenin konuşamıyacağına değiniliyor. Herkesin kendi eliyle önünden neler gönderdiğine dikkat etme­sinin gereği belirtiliyor ve o gün bütün hakikatler ortaya çıkıp gerçek an­laşılınca, kâfirlerin toprak olup silinmeyi çok arzu edecekleri haber veri­liyor. [19]

 

Meâlî:

 

31-34- (Allah'tan derin saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınan­lara elbette kurtuluş, başarıya erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni ka­barmış yaşıtlar; dolu dolu kadehler vardır.

35-  Orada ne boş-anlamsız söz, ne de yalan işitirler.

36- Rabbından bir mükâfat, yeterli bir bağıştır (bunlar)!

37-  O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbı, Rahman'dır; O'na söz söylemeye güç getiremezler.

38-  O gün (büyük) Ruh (Melek Cebrail) ve melekler ayokta saf hâ­linde duracaklar. Rahman'in izin verdiklerinin dışında kimseler konuşamı-yacak. İzin verdiği de ancak doğruyu söyleyecek.

39-  İşte hak olan gün, budur. Arzu eden kimse Rabbına bir varış yo­lu edinsin!

40-  Doğrusu biz, sizi yakın bir azap ile uyardık; o gün kişi, ellerinin

önden gönderdiğin» bakacak. Hakk'ı inkâr eden kâfir ise, (büyük bir piş­manlık içinde): «Keşke (bugün) toprak olaydım!» diyecek,

 

Allah'tan Saygı İle Korkanların Mükafatı

 

«(Allah'tan derin saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlara elbette  kurtuluş, başarıya  erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni kabarmış yaşıtlar., vardır.»

Hak'tan yüz çevirip aklını nefsinin ve duygusunun emrine veren inkar­cı ahlâksızlara hazırlanan elim sonuçtan haber verildikten sonra, duygu ve düşüncesini aklının emrine, aklını da imânın desteğine ve ışığına veren bahtiyar mü'minlere, takvalarına karşılık olmak üzere hazırlanan altı uh-revî mükâfattan söz edilmektedir:

1- Kurtuluş ve başarıya erişme..

Dünya denilen hazırlanma ve arınıp Hakk'ın huzuruna ak-pâk çıkma­nın yolunu açma dönemi, her insan için ciddi bir sınav kapısıdır. O bakım­dan bu kapıdan adımını atan her kişi nereden geldiğini, nerede niçin bu­lunduğunu ve bundan sonra nereye gideceğini bilip idrâk ettiği ve bu hik­metli atmosfer içinde hayatını ilâhî öğreti doğrultusunda değerlendirdiği nisbette başarılıdır ve kurtuluşa ermeye namzettir, O bakımdan Cenâb-t Hak, dünya hayatını hikmet ve felsefesiyle anlayıp aklını ımânıyla birleş­tirerek plândaki yerini alan mü'minleri «muttakiler» sıfatıyla anmakta ve onlara verilecek mükâfatın ilk basamağında «kurtuluş ve başarı» haberini vermektedir.

2-  Bahçeler ve bağlar,.

Dünyada CenâbHakk'ın yegâne murakıp olduğuna inanarak geçi­mini meşru çizgide yürüten ve nefsine hâkimiyet sağlayarak kalp ve ruhu­nu ilâhî irfanla geliştiren bu mü'minlere ikinci mükâfat olarak tarifi bizce mümkün olmayan bahçeler ve bağlar hazırlanmıştır.

Bunun sebebi çok açıktır: Zira insanın bizzat hılkatındaki duygu ve arzular her zaman ve her yerde yeşilliklerle, çeşitli meyvalarla ve renk renk gül ve çiçeklerle süslü bahçelere meyleder. Âhirette de buna büyük İhtiyaç vardır. Çünkü Allah hem yeşilliği sevmiş, hem de kullarına sevdirmiştir.

3- Göğüsleri yeni kabarmış yaşıt eşler.

Bu anlatım. Cennette mü'minler için hazırlanan eşleri tasvir etmek­tedir. Bunlar genellikle iki kısımdır: Biri, Cennet yaratıldığı zaman oradc yaratılan «Huri» denilen ve mahiyeti bizce bilinmeyen bakire ve yaşıt eş­lerdir. Diğeri, dünyadaki sâliha eşlerdir ki, Cennet'e girince onlar da huri misali yaşıt duruma gelir ve taze kız görünümü alırlar.

4--  Dolu, dolu kadehler sunulur.

Kur'ân'da Cennet'teki içkilerden yer yer söz edilirken, o içkilerin özel­liklerinden bir kısmı da açıklanır: Son derece nefistir, sarhoşluk vermez, insanı saçmalamaya itmez, sağlığı bozmaz ve fakat hep neşe, huzur ve ferahlık verir.

Şüphesiz idrara dönüşmeyen ve sarhoşluk vermeyen o içkilerin mahi­yetini bilmemiz mümkün değildir. Cenâb-ı Hak, anlamamızı kolaylaştırmak için oradaki nimetleri, dünya nimetlerinin adını ve bazan da vasfını kulla­narak tasvîr etmektedir.

5-  Orada ne boş-anlamsız söz, ne de yalan işitirler.

Âh i ret âleminde hırs, tama', bencillik, kıskançlık, aç gözlülük, sürtüş­me, tartışma, mal ve servet kavgası yoktur. Çünkü CenâbHakk'ın kudret fırçasıyla süslenen Cennet ve içindeki nîmetler o kadar geniş ve çoktur ki, her mü'mine fazlasıyla verilecektir. Aynı zamanda dünyevî duygulardan saydıklarımızın artık o âlemde izi, anlamı ve hikmeti kalmaz. Herkes eriş-tiğiyle mutlu ve bahtiyardır. Bu sebeple de orada ne boş ve anlamsız sö­zün, ne de yalanın yeri olabilir. Mü'minler bu gibi kötü duygu ve sıfatlar-san arındıktan sonra Cennet'e girmeye lâyık düzeye gelmiş olurlar.

6-  Rabbından bir mükâfat, yeterli bir bağıştır (bunlar)!

Âyetin açık anlatımından iki manâ anlaşılmaktadır: Biri, «yeterli -met ve mükâfat», diğeri, «amellere göre hesaplanıp verilen nîmet ve mü­kâfat». Bu da. Cennetliklerden her birine verilecek nimetin göz ve gönül dolduracak kadar çokluğuna, aç gözlülüğe kapı açmayacak kadar yeter­li olduğuna delâlet etmektedir. Zaten belirttiğimiz gibi, ikinci hayatta aç gözlülük, hırs, kıskançlık, doymazlık gibi kötü duygular bütünüyle siline­cektir. [20]

 

Kimse Allah'ın Huzurunda Söz Söylemeye Cesaret Edemez

 

«O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbı, Rohmân'dır; O'na söz söylemeye güç getiremezler.»

Cenâb-ı Hâk mutlak anlamda âdildir. O, zulmü, haksızlığı kendine de, insanlara da haram kılmıştır. Âhiret gününde insanları biraraya toplayıp onların dünyada işledikleri iş ve amellerini -niyetlerine göre- değerlendirip karşılığını verirken, hiç kimsenin: «Bana neden ceza veriliyor veya veri­len ceza fazla değil midir?» diyemiyeceği gibi, hiçbir kul kendisine veri­len mükâfatın az olduğunu da söyleyemez. Zira herkes çok iyi bilir ki, tak­dir edilen karşılık, işlediği amele ve taşıdığı niyet ve amaca göre hesap­lanmıştır. CenâbHakk'ın ve meleklerinin bir yanlışlık veya ihmali söz ko­nusu olamaz. O bakımdan Rabbın adalet ve hesap alanında hiçbir kul ko­nuşma cesaretini ve hakkını kendinde bulamaz[21]

.

Kime İzin Verilirse Ancak O Konuşabilecek

 

O gün (büyük) Ruh (Melek Cebrâil> ve melekler ayakta saf halinde duracaklar. Rahmân'ın izin verdiklerinin dı­şında kimseler konuşamıyacak. İzin verdiği de ancak doğruyu söyleyecek.»

Âhiret gününde, mahşer ve hesap alanında, Allah'a en yakın olan Bü­yük Ruh, veya Melek Cebrail başta olmak üzere hiçbir melek, Allah izin vermedikçe konuşmaz ve hepsi de o edep, saygı, adalet, rahmet, inayet makamında kemâl-i edeple saf halinde ilâhî emri bekler.

Allah'a en yakın olan melekler bile o yüce huzurda konuşma cesare­tini kendinde bulamazken, insanlar nasıl konuşabilir veya böyle bir cesa­reti kendinde bulabilir?

Zira artık konuşma, itirazda bulunma, beğenmeme, beğenip azımsama, kaçamaklı yollara baş vurma, aldatmaya çalışma gibi haller çok gerilerde kalmıştır. O gün hüküm yalnız CenâbHakk'a aittir. O izin vermedikçe kimse konuşamaz ve şefaat de edemez. Konuşma izni verilenler de anoak doğruyu söylerler.

Âyette geçen «Ruh»dan maksat nedir? İlim adamlarının bir kısmına göre, Arş'tan sonra Allah'ın yarattığı en büyük varlıktır. Melek olabileceği gibi, ondan ayrı bir mahlûk da olabilir. Diğer bir kısmına göre. Melek Ceb­rail hakkında kullanılan bir isimdir. Çünkü Cebrail, ilâhî kudretin en bü­yük tezahürlerjnden biridir ve bütünüyle hayat ve enerji kaynağıdır. Allah daha iyisini bilir. [22]

 

Hak Olan Gün

 

«İşte hak olan gün, budur. Arzu eden kimse Rabbına bir varış yolu edinsin!» Allah'ın, bütün peygamberlerin ve kutsal kitapların va'dettiği, haber verdiği âhiret gününe «yevmü'l-hak» (hak gün) denilmektedir. Meydana gelmesinde hiç şüphe olmayan ve her bakımdan doğruyu, gerçeği yansı­tan, amel ve niyetlere göre karşılık verilmesinde sağlam kıstaslar konulan gün olduğu için «hak»ka mevsûf olmuştur.

O halde böyle bir günün geleceğine inanan kimse, ölmeden önoe ona yeterince hazırlanmak ve Rabbine uzanan «sırat-ı müstakim»i seçmek zo­rundadır. Aksi halde durdurulması mümkün olmayan ölüm olayı meydana gelince her şey bitmiş olur; fırsatlar elden çıkar, dönüş yapma imkânları kalmamış bir çizgiye gelinir.

Gerçekte ise, insanoğlu ancak ikinci hayat için yaratılmış ve Rabbına kulluk etmek üzere dünyaya getirilmiştir. Hılkatında bu hüküm yazılıdır. O hükme uyanlar ebediyen mutlu, uymayanlar da ebediyen mutsuz olurlar. [23]

 

Geleceği Muhakkak Olan Her Şey Yakındır

 

    «Doğrusu biz, sizi yakın bir azap ile uyardık..»Dünya nın ömrüne bakılınca ahiretin yakın olduğu anlaşılır. Hem Hz. Muhammed (A.S.) kıyamete yakın bir zamanda peygamber olarak gönde­rilmiştir. Ondan sonra peygamber gönderilmeyecektir. Aynı zamanda gel­mesi kesin olan bir olay gelmiş gibi kabul edilir veya çok yakın sayılır. Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, âhiret azabından söz ederken «azâbkarîb» sözünü kullanmıştır.

Evet işte gelmesi kesin olan âhiret gününde herkes dünyada iken eliy­le neler hazırlayıp önden gönderdiğine bakar ve işte o zaman hakkı, ger­çeği daha iyi anlar. Mü'minler amel defterlerinde imân, sâlih amel, ibâdet, taât, hayır ve hasenatın yazılı olduğunu görerek sevinirler; daha fazla iyi amellerde bulunmadıklarına hayıflanırlar. Kâfirler ise, her şeyin bittiğini, işe yarar bir amellerinin olmadığını görünce, kendilerine nasıl haksızlık edip kötü bir sonuç hazırladıklarına üzülür ve kahrolurlar. Başka çare göremeyince de o anda ölüp toprak olmayı temenni ederler. Ama ne o pişmanlı­ğın, ne de bu gibi temennilerin bir faydası olur.

Sûreye, kıyamet ve âhiret hakkında birbirine sorup duran müşriklerin inkâr ve alaylı tavırları konu edilerek başlandı, âhiret gününde dönüş yap­madan ölen o inkarcıların yaşamaktansa toprak olmayı temenni edecekle­ri haber verilerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a hamd-u senalar; âhiret hayatına hazırlanmamız için bize en doğru bilgileri veren Resûlüllah (A.S.) Efendimize ve âline salât-u selâmlar olsun. [24]

 



[1] Şevkanî/Pethü'l-Kadlr : 5/362  - Tefsîr-i Kurtubi :  19/169

[2] Lübabu't-te'vîl : 4/346

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6540.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6540-6541.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6543.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6543-6544.

[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6545-6546.

[7] Mülk Sûresi: 5 âyetin tefsiri

[8] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6546-6548.

[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6548.

[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6550.

[11] Câmi'ussağîr/Ahmed, Buharî, Müslim: Bnes (R.A.)den

[12] Câmi'ussağîr /Tirmizî: Enes (R.A.)den

[13] Câmi'ussağîr /Ahmed: Ebû Hüreyre (R.A.)den

[14] Müslim/cennet: 83

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6551

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6551.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6551.

[17] Bilgi için bak: Tefsiru’l-Keşşaf: 4/688; Mu’cemu’r-Razi-Muhtaru’s-Sıhah: 14.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6552.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6552.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6553.

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6555-6556.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6556-6557.

[22] Bilgi için bak : Zemahşert/Tefssiü'l-Keşşaf : 4/691

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6557.

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6558.

[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6558-6559.