Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
«Nebe'-i Azîm», O Çok Büyük Ve Önemli Haber Nedir?
Ahîrete İmân İçin Aklı Kullanmaya İhtiyaç Var
Göklerin Açılıp Kapı Kapı Olmasi
Dağların Yerinden Kopup Seraba Dönmesi
Cehennem, İnkarcılar Önünde Bekletilen Bir Pusudur
Cehennemde Çok Uzun Süre Kalma Olayı
Cehennemdeki Yiyecek Ve İçecekler
Allah'tan Saygı İle Korkanların Mükafatı
Kimse Allah'ın Huzurunda Söz Söylemeye Cesaret Edemez
Kime İzin Verilirse Ancak O Konuşabilecek
Geleceği Muhakkak Olan Her Şey Yakındır
Tamamı Mekke'de
inmiştir. Nitekim Beyhakî ve Nuhas'ın
yaptıkları rivayette, İbn Abbas
(R.A.) ; «Amme yetesâelûn Sûresi Mekke'de inmiştir»
demiştir.[1]
İkinci âyetinde
kıyametin kopması «Nebe-i Azîm» yani çok büyük, çok
önemli haber diye vasıflandırdığından bu kavram aynt
zamanda sûreye isim olmuştur. Ayrıca buna, «Amme Yetesâelûn»
sûresi de denilmektedir.
Âyet sayısı :
40
Kelime »
: 173
Harf »
: 970[2]
1- Müşriklerin,
öldükten sonra dirilip ikinci hayata kalkmakla ilgili ihtilâfları ve onların Hz. Muhammed'in (A.S.) risaletiyle
ilgili kasıtlı soruları konu ediliyor.
2- İnkâr ve tuğyanlarından dolayı Allah'a ortak
koşan nankörler tehdît ediliyor.
3- Kıyametin
meydana geleceğine delâlet eden belgelere yer veriliyor.
4- Kıyamet
gününde meydana gelecek olaylardan bir kısmına değiniliyor.
5- Hakk'ı
yalanlayan inkarcı sapıkların karşılaşacakları azaba dikkat çekiliyor.
6- Allah'tan
saygı ile korkup günahlardan sakınan ve ibâdetlerini yerine getirmeye özen
gösteren mü'minlerin nîmet dolu cennetlere eriştirilerek gerçek kurtuluşa
kavuşacakları bildiriliyor.
7- Âhiret
gününün hak olduğu üzerinde duruluyor.
8-
Kâfirlerin âhiret gününde silinip toprağa karışmayı
temenni edecekleri konu edilerek yaşamakta olan inkarcılar uyarılıyor. [3]
1- Birbirlerinden
neyi soruyorlar?
2-3—
Hakkında görüş ayrılığına düştükleri çok önemli haberi mi?
4— Hayır, (görüş ayrılığına gerek yok) ileride
bilecekler.
5— Hayır, hayır, (hiç gerek yok, elbette) ileride
bilecekler.
6— Yeryüzünü bir döşek,
7— Dağları (yerin bir bakıma dengesini sağlayan)
kazıklar yapmadık mı?
8— Sizi çift çift
(kadın erkek) yarattık.
9— Uykunuzu,
dinlenmenizi sağlayıcı kıldık.
10— Geceyi bir örtü,
11— Gündüzü, geçiminizi kazanmanıza uygun kıldık.
.
12—
Üstünüzde yedi sağlam gök meydana getirdik.
13— (Onda)
alabildiğine yanıp tutuşarak parlak ışık veren bir kandil (Güneş)i var kıldık.
14-16—
(Rüzgârın te'siriyle) sıkışıp yoğunlaşan bulutlardan
tane ve (çeşitli) bitki çıkarmak; sarmaşık bahçeler yetiştirmek için bol bol yağmur indirdik.
Mekkeli müşrikler sık sık İslâm, Kur'ön ve Hz. Muhammed (A.S.) aleyhinde bulunmak üzere toplantılar
düzenlerlerdi. Onlardan bir kısmı Hz. Muhammed
(A.S.) için «sihirbaz», «büyücü» derken, bir kısmı «aklî dengesi bozuk» der;
bir kısmı da «şâir» damgasını yakıştırmaya çalışırdı. Kur'-ân-i Kerîm hakkında
ise, çok yakışıksız sözler kullanır, inen âyetlerini tahrif ederek alay konusu
yaparlardı. Toplantıdan sonra dışarı çıktıkları zaman bir müsiümanla
karşılaşınca ona : «Ee, söyle bakalım şu Kur'ân'ın haber verdiği kıyamet ne zaman?» diye sorar ve
bıyık altından gülerlerdi.
Müşriklerin çoğunun
Allah hakkında az ve kısır da olsa bir bilgileri olmakla beraber âhiret hakkında hiçbir ciddi bilgüleri
yoktu. O bakımdan öldükten sonra diriiip ikinci
hayata kalkmaya kesinlikle inanmazlardı. Onlardan az bir kısmı ise, ruhun
ebediliğine inanır, ama onu kendi mantığına göre yorumlardı.
İlgiii sûre, onların inkâr ve iddialarını reddederken, duygu
ve düşüncelerini yönlendirmek, akıllarını harekete geçirmek üzere inmiştir. [4]
«Birbirlerinden neyi
soruyorlar? Hakkında görüş ayrılığına düştükleri çok önemli haberi mi?.»
Kıyamet olayı öteden
beri insanları düşündüren bir konu olarak hep gündemde kalmış ve kalmaya da
devam edecektir. Zira imân edenler kendilerini ona göre hazırlamaya çalışmakta
ve gerektiğinde birtakım yatırımlara yönelmektedirler. İnanmayanların ise,
içlerinde ebediyen yaşama arzusu kıpırdamakla beraber Allah'a ve Âhiret'e inanmadıkları
için böyle bir olaya şüpheyle bakmakta ve inkârı tercîh etmektedirler.
Mekkeli müşrikler de
öyle.. Zaman zaman Kur'ân'ın
haber verdiği bu konuyla ister istemez ilgilenmekte, ruhlarında gizli olan din
ve Allah duygusu onları inanmaya iterken, nefislerine yerleşip kök salan inkâr
ve şüphe cehaletle birleşince o duyguyu bastırmaktaydı. Bu bakımdan onlar da zaman
zaman bu olay üzerinde görüş alış-verişinde bulunur; kimi alay konusu edinir,
kimi de büsbütün inkâr ve tuğyanını artırırdı.
Tablo bu olunca, ilim
adamları yukarıdaki âyeti yorumlarken, farklı görüş ve tesbitler
ortaya koymuşlardır:
a) İbn Abbas'a göre: Nebe-i Azîm, Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Onun inmesi ve Arap edip ve şâirlerini bastırıp susturması, aynı zamanda
Arapların kötü âdetlerini değiştirmeye yönelmesi büyük bir olay idi. Nitekim Sâd Sûresi 67. âyette şöyle buyurulmaktadır:
«De ki: Bu Kur'ân nebe-i
azîm'dir (yani büyük bir haberdir).»
b) Kataae'ye göre: Ölümden sonraki dirilip kalkma ve hesaba
çekilmedir.
c) Resûlüllah'ın (A.S.) insanları Hakk'a
davet için sahneye çıkışıdır. Zira İsa (A.S.)dan sonra bir fetret dönemi
başladı ve tek tanrı inancı zamanla unutularak yerini çok tanrılı inanca
bıraktı; putperestlik ve koyu cehalet her tarafa dal, budak saldı. Kavim ve
milletlerin çoğu bunalmaya başladı, bir kurtarıcı beklemeye yöneldi. Derken Hz. Muhammed (A.S.) beklenen kurtarıcı olarak ortaya çıktı
ve bu büyük bir olay olarak dünyada çalkanmaya başladı.
Müşrikler ise bu üç
büyük olaydan dolayı şaşkına döndüler; sık sık İnkârlarını
tekrarlayarak bunları alay konusu edindiler. Bunun için de mü'-minleri üzmek ve itikadlannı
sarsmak için zaman zaman birbirlerine sormaya
başladılar ve kendi basit mantıklarına göre birtakım yakışıksız değerlendirmelerde
bulundular.
Dördüncü âyetle, Kur'ân ve Peygamber'in ne olduğunu yakında görüp
anlayacaklarına değinilerek, mü'minlerin biraz
sabırlı olmalarına işaret ediliyor. Nitekim Hicret olayı, arkasından şehir
devletinin kurulması. Bedir Savaşı ve sonra da Mekke'nin fethiyle bu üç olayın
ne olduğu ortaya çıktı; müşrikler de neyin ne olduğuna akıl erdirmeye
başladılar. Kıyamet olayına gelince, müşrikler öldükten bir süre sonra ikinci
hayata kaldırılınca, yine inkâr ve reddettikleri bu üç önemli olayın ne olduğunu
anlayacaklar, ama neden sonra, «Hayır, (görüş ayrılığına gerek yok) ileride
bileceklerdir.» [5]
Öldükten sonra dirilme
olayı da tarih boyunca insanların zihinlerini karıştırmış, hem de çok meşgul
etmiştir. Zira yaşamak umudu her insanın mayasında mevcuttur. Cenâb-ı Hak kendi kudretini eşyada izhar ederken, konuya bu
açıdan bakıp ikinci hayatın gerçekleşeceğine inanmamızı istemektedir.
Gerçek bu olunca, Cenâb-ı Hakk'ın insanları yeniden
diriltip ikinci hayata kaldıracağında hiç şüphe yoktur. Bunun için Kur'ân'da düşünceleri yönlendirmek, akıl ve mantığa ışık
tutup malzeme vermek ve öylece yol göstermek için dokuz delil sıralanmaktpdır:
1- Yeryüzü
insanların ve diğer canlıların yaşamasına elverişli şekilde hazırlanıp
döşenmiştir. Yeraltı ve yerüstü kaynakları canlıların bütün ihtiyaçlarını
karşılayacak zenginlik ve çeşitliliktedir.
2- Dağlar
denge sağlayıcı, kaynakların oluşmasına imkân verici birer kazık, sütun
anlamında hazırlanmıştır. Plânsız, programsız, gelişigüzel hiçbir düzenleme söz
konusu değildir.
3- İnsanlar
erkek ve dişi olmak üzere çift yaratılmıştır. Bu, yüksek bir kudretin nesli
devam ettirmeye yönelik kusursuz takdiridir.
4- Uyku
denilen olay dinlenmemizi sağlamaya; ruh ve bedenimizi zinde tutmaya ve
sağlıklı bir hayat sürmemize yöneliktir. Öyle ki, uyku vücudun dinlenme
halidir. Bütün gün çalışan bir insan, ne kadar yorgun olursa olsun deliksiz
bir uyku uyursa ertesi gün bütün yorgunluklarını atmış olarak uyanır.
Uykunun nasıl meydana
geldiği henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu olayın meydana gelmesiyle vüoudurrhemen hemen bütün organları az-çok bu olaya
katılır. Sadece kas çalışmasının durmasıyla kalınmaz, beyin çalışmalarında da
bir azalma olur.
Şüphesiz vücut
mekanizmasını böylesine hazırlayıp düzenleyen cok
yüksek bir kudretin varlığı söz konusudur.
5- Gece,
örtü misali koruyucu bir anlam taşımaktadır. Gece olayıyla ilgimiz kısmen de
olsa dış âlemden kesilmekte ve bir dinlenme dönemine girmekteyiz. Şüphesiz
böyle bir düzenlemenin canlıların sağlıklı yaşamalarında çok olumlu tesirleri
vardır.
6- Gündüz,
geçimimizi kazanmamıza uygun şartları beraberinde bulundurmaktadır. Güneşin
dünyamızı aydınlatmasıyla birçok önemli olaylar meydana gelmekte ve canlılar
güneş enerjisinden yararlanıp asıl fonksiyonlarını ortaya koyabilmektedirler.
7- Üstümüzde
yedi sağlam gök kurulmuştur.
Günümüze kadar
süregelen ilmî araştırmalar, henüz yedi gök hakkında kesin bilgi verememiştir.
Çünkü kâinat insanın tasavvurundan daha çok büyüktür. Ancak Cenâb-ı
Hak böyle bir açıklama ile, araştırıcılara ip ucu veriyor ve yıldızları, mevcut
sistemleri daha iyi araştırıp incelemeleri için daha ciddi buluşlar ve keşifler
yapmalarını ilham ediyor.
8- Güneş
ışık, enerji kaynağı kılınmıştır.
9- Rüzgarla
sıkışıp yoğunlaşan bulutların hayat verici yağmur vermesi de Cenöb-ı Hakk'ın varlığına ve her
şeyi beili ölçü ve yararda yaratıp hizmete sevk
ettiğine başlıca delillerden biridir. [6]
Yeryüzünün tarihi,
oldukça eskidir. Güneşle ve gezegenlerle, sonra da diğer yıldız ve sistemlerle
birlikte aynı madde ve elementlerden meydana geldiğini Enbiyâ Sûresi 30.
âyetten öğreniyoruz. Bu doğrultuda ilim adamlarınca ortaya atılan hipotezler
vardır. Milyonlarca yılda tedrici bir tekâmülle, insan ve diğer canlıların
yaşamasına elverişli şartlar oluşturulduktan ilk memelinin ortaya çıkışının
130 milyon yıl öncesine rastladığı sanılır. İnsan ise bitkiler ve hayvanlardan
çok sonra yaratılmıştır. Bunun bir milyon yıla yakın bir başlangıcı olduğu —da
birtakım arkeolojik kazılarda elde edilen ip uçlarından hareketle—
sanılmaktadır.
Gerek ilk memelinin,
gerekse insanın yaratılmasını kesin bir tarihle belirlemek çok zordur. Zira Kur'ân'o ve Hadîslere göre, canlılarda, Darvi-nizmi savunanlarla teorisyenlerin
iddia ettikleri gibi bir tekâmül söz konusu değildir. Cenâb-ı
Hak her canlı hakkında bir tecellide bulunarak koyunu koyun olarak, atı at
olarak, maymunu maymun olarak, insanı da insan olarak yaratıp vücuda
getirmiştir. Türden türe evrimsel geçiş mümkün
değildir. Ve bunu ispatlayacak ciddi, inandırıcı hiçbir delil ve belgeleri de
yoktur. Tefsîrimizde münasebet düştükçe bu konuyu son yıllarda yapılan ciddi
ilmî araştırmalarla ortaya çıkarılan birtakım belgeleri değerlendirmek
suretiyle aydınlatmış bulunuyoruz.
«Dağ»., sadece önemli
bir engebeye değil de bazı durumlarda denizaltı engebesine de denilir. Bu da
dağın sadece yükselen üst yüksekliği değil, tabanın derinlere inmesiyle de bir
kazığa benzetilebilir. Cenâb-ı Hakk'ın
«Dağları kazıklar yapmadık mı?» buyurmasının hikmetlerinden birde budûf.
Dağ yalnız bitki
örtüsünü olumlu yönde etkilemekle kalmaz, ortamın öteki bölümlerinin ve insan
toplumlarının yerleşme, uğraşma, ulaştırma, hava akımı, iklim dengesi ve kömür
ile petrol kaynakları üzerinde nazım rol oynaması gibi özellikleri de beraberinde
taşır.
İnsanın dişi ve erkek
olarak çift yaratılması, ezelî çizginin ve hilkat kanununun gereğidir. Bu
kanun, bazı savaşlarda bozulan erkek-dişi oranını çeyrek asırda dengeleyip
düzene sokar. Tarihte sözü edilen konuda bozulan dengenin çeyrek asır gibi
kısa bir sürede kendiliğinden sağlandığına" dair pek çok olaylar ve
belgeler vardır.
Ana rahmine intikal
eden hücre (sperma) kendisine yine ezelî kalemle yükletilen programı aynen
yerine getirmektedir. Yumurtalığa yerleşip yumurta ile birleşince, yine yükletilen
program uyarınca ya erkek, ya
da dişi hüviyetini almakta ve ona göre gelişme kaydetmektedir.
Uyku fizyolojik bir
olaydır. Bütün gelişmiş hayvanlarda görülür. İnsan-da ise, bu olayla düşünce ve
duygu tesirinin bir süre durması demektir.
İşte bu süre içinde
kasların gerginliği iyice gevşediği, kalp atışlarının sayısının azaldığı,
metabolizmanın dinlenme halindeki değerinin daha altına düştüğü, idrarın
azaldığı, solunumda büyük bir değişikliğin meydana geldiği görülür ve bu
sebeple vücut iyice dinlenir; zihnî yorgunluk kalkar; vücudun, uykudan sonraki
direnci artar. Bu da Cenâb-ı Hakk'ın
beyinde uyku merkezine yüklettiği programın bir gereğidir.
Gecenin dinlendirici
bir örtü kılınması, dünyanın kendi ekseni etrafında dönmesi sırasında güneş
ışınlarının düşmediği kesimlerin karanlıkta kalmasıyla gerçekleşir. İşte bu
süre içinde birçok bitki ve canlının ışınların tesirinden uzak kalıp ertesi
güne hazırlanmasına, hem de gündüzün getirdiği yorgunluğu atmasına imkân
sağlanmış olur.
Gündüzün geçimimizi
sağlama, ihtiyaçlarımızı karşılama dönemi kılınarak düzenli şekilde sürüp
gitmesi şüphesiz ki, O çok yüce kudretin insanlardan ve diğer canlılardan yana
kusursuz bir düzenlemesidir ki, her bölüm sâfhasıyla O'nun ezelî kaleminin
izlerim taşımakta ve yansıtmaktadır.
müzdeki yedi sağlam gökten maksat nedir? Dünya semasının yıldızlarla
donatıldığına bakılırsa[7] onun
ötesinde altı göğün yer aldığı anlatılır. Ancak diğer semaların da yıldız ve
sistemlerle süslenmediğini söyleyemeyiz. O bakımdan henüz kâinatın büyüklüğünü
çözüp belirleyecek imkânlara sahip bulunmadığımıza göre, yedi gök hakkında
kesin bir şey söylememiz herhalde mümkün olmasa gerek..
Güneşin nasıl bir ışık
ve hayat kaynağı olduğunu; onsuz yaşamamızın mümkün olmadığını anlatmaya lüzum
var mıdır? Tükenmez enerji kaynağı olup hidrojenin helyuma dönüşmesiyle
kâinatın önemli kısmını aydınlatan bu ilâhî mu'cize
yaratıldı yaratılalı yükletilen programı kusursuz yerine getirmekte ve her
yanıyla insana hizmet vermektedir.
Şüphesiz bu olay,
mutlak bir kudretin ve kusursuz yürütücünün varlığına delâlet etmekte ve
dengeli hareketiyle o kudretin erişilmezliğini yansıtmaktadır.
Rüzgârların gerek
bitkilerin aşılanmasında, gerek havayı değiştirmesinde, gerekse bulutları sevkedip yaygınlaştırmasındaki rolü inkâr edilemi-yecek kadar açık ve
nettir.
Hayatımıza renk katan
ve devamına yardımcı olan rüzgâr olayı da şaşmayan fiziksel kanunlara
bağlanmıştır. Eğer yerle havanın sıcaklığı aynı olsaydı bölgeler arasında hava
hareketi olmaz ve insan hayatı bir bakıma tehlikeye girerdi. Sıcaklık farkı
basınç farkını yaratmaktadır. Soğuk alanlar «yüksek basınç», sıcak alanlar ise
«alçak basınç» alanıdır. Rüzgâr yüksek basınçlardan alçak basınçlara doğru
eserek hizmetini sürdürür.
İşte aklını kullanıp
imânıyla ve her ikisini ilimle birleştirip bütünleştirenler için bu dokuz
belge sıralanmakta ve o bakımdan bir önceki sûrenin dokuz yerinde «Hakkı
yalanlayanların vay hâline!» denilereK gereken uyarı
yapılmaktadır.
Cenâb-ı Hak, inkarcılara ve şüphecilere gerçeği gören göz,
hakikati idrâk eden gönül, ilâhî damgayı müşahede eden basiret ve dünyamızda
düzenli hizmet verip ilâhî kanuna bağlı kalarak hayatımızın devamını sağlamaya
yönelik olan tabii olayların hikmetini çözen ilim ve hikmet versin, [8]
Yukarıdaki âyetlerle,
Mekke'nin fethi veya Hz. Muhammed'in (A.S.) son
peygamber olarak gönderilmesi, ya da kıyamet olayı
hakkında birbirinden soran müşrikler ve inkarcı sapıklar uyarılarak kıyameti
veya sözü edilen olayların haklılığını yakında bilecekleri açıklandı. Sonra da
Allah'ın kudret ve azametine delâlet eden dokuz kadar kevnî
belgeye yer verilerek insan aklına ışık tutuldu.
Aşağıdaki âyetlerle,
kıyamet olayına ve meydana gelecek birkaç safhaya değinilerek duygu ve
düşüncelere sesleniliyor. Sonra da inkâr ve sapıklık üzere ölenler için
hazırlanan azabın bazı kısımlarına dikkat çekiliyor. [9]
17- Şüphesiz ki (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden,
haklıyı haksızdan) ayırt etme günü (Allah katında) belirlenmiş bir vakittir.
18- Sûr'a üfürüleceği gün gruplar hâlinde
gelirsiniz.
19- Gökler
açılacak, kapı kapı olacak.
20- Dağlar
yerinden kopup yürütülecek, (tuz-buz olup) seraba dönecek.
21-22-
Cehennem, hiç şüphesiz ki bir pusu, azgın sapıkların varıp döneceği bir yerdir.
23- Orada
uzun süre kalacaklar.
24-26- Ne
serinlik, ne de (serin, tatlı bir) içecek tadacaklar; (amellerine) uygun ceza
olarak sadece kaynar su ve brr de irinli çok soğuk
bir •m içecekler.
27- Çünkü
onlar hiç de hesabı ummazlardı.
28- Âyetlerimizi yolan saydılar da saydılar.
29- Biz herşeyi (bir bir) sayıp kitaba geçirmişizdir.
30- Artık
hep (bu azabı) tadın, size elbette azaptan başka bir şey ar-tırmıyacağız.
«Şüphesiz ki (hakkı
bâtıldan, doğruyu eğriden, haklıyı haksızdan) ayırt etme günü (Allah katında)
belirlenmiş bir vakittir..»
Kur'ân'da hâkim olan ilâhî üslûp ve metodun açık belirtisinden
biri de, Allah'a ve âhirete imân için aklı
kullanmanın gereği üzerinde durulması; inkarcı ve şüphecileri gafletten
uyandırmak için aydınlatıcı bilgiler ve ana fikirler verilmesidir. Sonra da
duygu ve düşünceyi hakka yönlendirmek için âhiret
gününde, ondan az önce kıyamet olayında meydana gelecek önemli safhaların çok
duyarlı ve etkileyici bir anlatımla işlenmesidir.
Böylece 17-30
âyetlerle, sekiz kadar safha üzerinde duruluyor ve dünyanın ilâhî denge, ve
düzen kanunuyla hareketini sürdürdüğüne işaretle birtakım deliller
gösteriliyor:
Fasıl günü, şüphesiz
ki belirlenmiş bir vakittir.
Her hareketin nasıl
bir başlangıcı ve bir de başlatanı varsa, mutlaka onun bir de sonu ve durduranı
vardır. Hareket halinde olan dünya, güneş, gezegenler, yıldızlar ve sistemlerin
de mutlaka bir başlangıcı söz konusudur. O halde bir gün bunların hareketinin
bir de sonu olacaktır. İşte kıyamet olayıyla bu konu çok ilgilidir. Denge ve
düzenin bozulmasıyla kıyamet olayı meydana gelecek ve yeniden denge ve düzen
içinde başka bir kâinat kurulup ikinci hayat başlayacaktır.
Kıyâmet'e, diğer bir
anlatımla âhirete, «fasıl günü» denilmektedir. Çünkü
o gün ezelle ebedi kucaklayan ve herşeyi kapsayıp
kuşatan ilâhî İlim, herkesin düşünce, niyet ve amellerini ortaya döküp haklıyı
haksızdan, doğruyu eğriden, sevabı günahtan en güzel şekilde ayıracaktır. Böylece o gün «fasıl günü» oluyor, her şeyi ayırıp gerçek değeriyle ortaya koyan Cenâb-ı
Hakk'ın emri nafiz bulunuyor. [10]
«Sûr'a üfürüleceği gün
gruplar halinde gelirsiniz..»
Bu, kabirlerden kalkıp
herkesin kendi niyet, düşünce ve ameline göre bir grupta yeralacağı
ve bu düzenleme içinde insanların gruplar halinde hesap alanına sevkedilecekleri gündür. Nitekim Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu âyetin ışığında şöyle açıklamada bulunmuştur:
«Kişi sevdiği
kimselerle beraberdir.,» [11]
«Kişi sevdiğiyle beraber
olacak ve kazandığı da kendisine ait olacak.» [12]
«İnsanlar niyetlerine
göre kabirlerinden kaldırılıp neşrolunurlar.» [13]
«Her kişi öldüğü hal
üzere diriltilip kaldırılır.» [14]
«Gökler açılacak, kapı
kapı olacak..»pu, aşağı ve
yukarı âlemlerin düzeninin bozulması; ay, güneş ve yıldızların yörüngelerinden
kayması, müthiş patlama ve çalkantı, çarpışma neticesi fezada oluşan gazların
tutuşup yer yer kapı misali boşluklar oluşturması
olaylarıyla ilgili bir anlatım tarzıdır. Nitekim İnşikak,
İnfıtar sûreleri ile Furkan
Sûresi 25. âyette bu müthiş olay «inşikak», «infıtar» ve «gamam» İlâ «inşikak»
sözleriyle ifade edilmektedir. Birincisi, yer yer bölünmelere;
iHincisi, yer yer açılıp
birtakım çatlakların, menfezlerin meydana gelmesine; üçüncüsü, gaz ve dumanla
birlikte yer yer patlama ve bölünmelerin oluşacağına
işarettir[15]
.
«Dağlar yerinden kopup
yürütülecek, (tuz-buz olup) seraba dönecek.»
Yerküre müthiş
sarsıntı ve iç patlamalara sahne olunca, dağlar yerinden kopup toz haline
gelip belirsiz olacak; serap misali ortayı kaplayan gaz ve toz kendine has bir
görünüm arzedecek.
.
«Cehennem, hiç
şüphesiz ki bir pusu, azgın sapıkların varıp döneceği bir yerdir.»Âhiret gününde gerek Cennet'e, gerekse Cehennem'e girecek
İnsanlar mutlaka «Sırat» denilen köprüden geçecekler.
Öyle ki cehennemlik olanlar bu köprüyü geçmeyi
tamamlamadan altlarında alev alev köpürüp yükselen ve
uğultusu yürekleri yerinden oynatan ateşe düşmekten kurtu-lamıyacaklar. Cehennem bir bakıma bu noktada onlara pusu
kurmuş da belli çizgiye gelmelerini beklemektedir. Cenâb-ı
Hak bu mecazî anlatımla inkarcıları uyarmakta ve ölmeden önce Hakk'a dönmelerinde sayısız faydaların bulunduğuna işaret
etmektedir. [16]
«Orada uzun süre
kalacaklar.»
Allah'a, âhirete ve peygamberin tebliğ ettiklerine inanmakla beraber
doğru ve meşru yoldan ayrılıp günah ve vebal yüklenen sapıkların, suçlu
günahkârların uzun süre ateşte kalacaklarına; küfür ve tuğyan üzere ölen
kâfirlerin ise, uzun sürenin de ötesinde ebediyen orada azap göreceklerine
delâlet eden «ahkâb» kavramını bu iki anlamda
yorumlamak mümkündür.
Kur'ân Arapçasını çok iyi bilen
ilim adamları ikinci yorum üzerinde durup genel kaideye uygun sonuç
çıkarmışlardır. Nitekim Allâme Zemah-şerî, kendi tefsirinde bu kelime ve yer aldığı cümleyi
tefsir ederken aydınlatıcı bilgi vermiştir.
«Ahkâb»,
«hukb»un çoğuludur. Hukb,
seksen veya daha fazla seneye delâlet eder. Bu çoğulun «cem'u
kille» şeklinde geldiğine bakılırsa, cehennemliklerin ateşte en çok 800-1000
yıl kadar kalacakları sanılır. Oysa hakikat hiç de öyle değildir. Allâme Zemahşeri kelimeyi tahlil ederken diyor ki: «Ahkâb», «hikeb» ve «hukubsun da çoğuludur. Hikeb, çok
uzun yıllar; hukub, dehr,
yani zaman ve ebed demektir. Böylece cehennemlik olan
kâfirlerin üzerinden ne kadar bir hukub geçerse bir
diğer hukub onu izler ve sonsuza dek bu hal sürüp
gider.» [17]
«Ne serinlik, ne de (serin, tatlı bîr) içecek
tadacaklar; (amellerine) uygun ceza olarak sadece kaynar su ve bir de irinli
çok soğuk bir sıvı içerler.»
Şüphesiz Cehennem'in
yiyeceği de, içeceği de oranın özelliğiyle orantılıdır. Ne serinletici bir
hava, ne de susuzluğu giderecek tatlı bir su bulunur. Sadece irin misali
tiksindirici kaynar su vardır. Dünyada iken soğuk tatlı suyun ilâhî nimetlerden
biri olduğunu düşünmeyen ve o nimeti içerken Hakk'a
şükretmeyen inkarcı şaşkınlara elbette böyle bir azap çok daha lâyıktır.
Unutmayalım ki,
insanoğlunun dünyada iken her düşünce, niyet, söz ve davranışı anında tesbit edilip amel defterine geçirilmiştir. Onları tesbit edip yazanlar ise, hiç günah işlemeyen, haksızlık
yapmayan, kin ve düş^ manlık duygusu taşımayan
şerefli meleklerdir. O halde inkarcı azgına Ce-hennem'de ancak azap artırılır ve öylesine merhamet eden
bulunmaz. [18]
Yukarıdaki âyetlerle,
kıyamet olayının mutlaka meydana geleceği haber verilirken birkaç önemli,
düşündürücü ve yönlendirici safhalarına dikkat çekildi. Cehennemliklere
hazırlanan tiksindirici içecekten söz edilerek, dünyadaki nimetlerin
kıymetinin bilinmesinde birçok fayda ve rahmetlerin bulunduğuna işaret edildi.
Aşağıdaki âyetlerle,
Allah'tan korkup kötülüklerden sakınanlar için hazırlanan ebedî nimetlerden
birkaçı haber veriliyor. Âhirette hesap alanında
Allah'ın izin vereceklerinin dışında hiç kimsenin konuşamıyacağına
değiniliyor. Herkesin kendi eliyle önünden neler gönderdiğine dikkat etmesinin
gereği belirtiliyor ve o gün bütün hakikatler ortaya çıkıp gerçek anlaşılınca,
kâfirlerin toprak olup silinmeyi çok arzu edecekleri haber veriliyor. [19]
31-34-
(Allah'tan derin saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlara elbette
kurtuluş, başarıya erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni kabarmış yaşıtlar;
dolu dolu kadehler vardır.
35- Orada ne boş-anlamsız söz, ne de yalan
işitirler.
36- Rabbından bir mükâfat, yeterli bir bağıştır (bunlar)!
37- O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbı, Rahman'dır; O'na söz söylemeye güç getiremezler.
38- O gün (büyük) Ruh (Melek Cebrail) ve melekler
ayokta saf hâlinde duracaklar. Rahman'in
izin verdiklerinin dışında kimseler konuşamı-yacak. İzin verdiği de ancak doğruyu söyleyecek.
39- İşte hak olan gün, budur. Arzu eden kimse Rabbına bir varış yolu edinsin!
40- Doğrusu biz, sizi yakın bir azap ile uyardık;
o gün kişi, ellerinin
önden gönderdiğin»
bakacak. Hakk'ı inkâr eden kâfir ise, (büyük bir pişmanlık
içinde): «Keşke (bugün) toprak olaydım!» diyecek,
«(Allah'tan derin
saygı ile) korkup (fenalıklardan) sakınanlara elbette kurtuluş, başarıya erişme, bahçeler, bağlar, göğüsleri yeni
kabarmış yaşıtlar., vardır.»
Hak'tan yüz çevirip
aklını nefsinin ve duygusunun emrine veren inkarcı ahlâksızlara hazırlanan
elim sonuçtan haber verildikten sonra, duygu ve düşüncesini aklının emrine,
aklını da imânın desteğine ve ışığına veren bahtiyar mü'minlere,
takvalarına karşılık olmak üzere hazırlanan altı uh-revî mükâfattan söz edilmektedir:
1- Kurtuluş
ve başarıya erişme..
Dünya denilen
hazırlanma ve arınıp Hakk'ın huzuruna ak-pâk çıkmanın
yolunu açma dönemi, her insan için ciddi bir sınav kapısıdır. O bakımdan bu
kapıdan adımını atan her kişi nereden geldiğini, nerede niçin bulunduğunu ve
bundan sonra nereye gideceğini bilip idrâk ettiği ve bu hikmetli atmosfer
içinde hayatını ilâhî öğreti doğrultusunda değerlendirdiği nisbette
başarılıdır ve kurtuluşa ermeye namzettir, O bakımdan Cenâb-t
Hak, dünya hayatını hikmet ve felsefesiyle anlayıp aklını ımânıyla
birleştirerek plândaki yerini alan mü'minleri
«muttakiler» sıfatıyla anmakta ve onlara verilecek mükâfatın ilk basamağında
«kurtuluş ve başarı» haberini vermektedir.
2- Bahçeler ve bağlar,.
Dünyada Cenâb-ı Hakk'ın yegâne murakıp
olduğuna inanarak geçimini meşru çizgide yürüten ve nefsine hâkimiyet
sağlayarak kalp ve ruhunu ilâhî irfanla geliştiren bu mü'minlere
ikinci mükâfat olarak tarifi bizce mümkün olmayan bahçeler ve bağlar
hazırlanmıştır.
Bunun sebebi çok açıktır:
Zira insanın bizzat hılkatındaki duygu ve arzular her
zaman ve her yerde yeşilliklerle, çeşitli meyvalarla
ve renk renk gül ve çiçeklerle süslü bahçelere
meyleder. Âhirette de buna büyük İhtiyaç vardır.
Çünkü Allah hem yeşilliği sevmiş, hem de kullarına sevdirmiştir.
3- Göğüsleri
yeni kabarmış yaşıt eşler.
Bu anlatım. Cennette mü'minler için hazırlanan eşleri tasvir etmektedir. Bunlar
genellikle iki kısımdır: Biri, Cennet yaratıldığı zaman oradc
yaratılan «Huri» denilen ve mahiyeti bizce bilinmeyen bakire ve yaşıt eşlerdir.
Diğeri, dünyadaki sâliha eşlerdir ki, Cennet'e
girince onlar da huri misali yaşıt duruma gelir ve taze kız görünümü alırlar.
4-- Dolu, dolu kadehler sunulur.
Kur'ân'da Cennet'teki içkilerden yer yer
söz edilirken, o içkilerin özelliklerinden bir kısmı da açıklanır: Son derece
nefistir, sarhoşluk vermez, insanı saçmalamaya itmez, sağlığı bozmaz ve fakat
hep neşe, huzur ve ferahlık verir.
Şüphesiz idrara
dönüşmeyen ve sarhoşluk vermeyen o içkilerin mahiyetini bilmemiz mümkün değildir.
Cenâb-ı Hak, anlamamızı kolaylaştırmak için oradaki
nimetleri, dünya nimetlerinin adını ve bazan da
vasfını kullanarak tasvîr etmektedir.
5- Orada ne boş-anlamsız söz, ne de yalan
işitirler.
Âh i ret âleminde
hırs, tama', bencillik, kıskançlık, aç gözlülük, sürtüşme, tartışma, mal ve
servet kavgası yoktur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın kudret fırçasıyla süslenen Cennet ve içindeki
nîmetler o kadar geniş ve çoktur ki, her mü'mine
fazlasıyla verilecektir. Aynı zamanda dünyevî duygulardan saydıklarımızın artık
o âlemde izi, anlamı ve hikmeti kalmaz. Herkes eriş-tiğiyle
mutlu ve bahtiyardır. Bu sebeple de orada ne boş ve anlamsız sözün, ne de
yalanın yeri olabilir. Mü'minler bu gibi kötü duygu
ve sıfatlar-san arındıktan sonra Cennet'e girmeye lâyık düzeye gelmiş olurlar.
6- Rabbından bir
mükâfat, yeterli bir bağıştır (bunlar)!
Âyetin açık
anlatımından iki manâ anlaşılmaktadır: Biri, «yeterli nî-met
ve mükâfat», diğeri, «amellere göre hesaplanıp verilen nîmet ve mükâfat». Bu
da. Cennetliklerden her birine verilecek nimetin göz ve gönül dolduracak kadar
çokluğuna, aç gözlülüğe kapı açmayacak kadar yeterli olduğuna delâlet
etmektedir. Zaten belirttiğimiz gibi, ikinci hayatta aç gözlülük, hırs,
kıskançlık, doymazlık gibi kötü duygular bütünüyle silinecektir. [20]
«O, göklerin, yerin ve
ikisi arasındakilerin Rabbı, Rohmân'dır;
O'na söz söylemeye güç getiremezler.»
Cenâb-ı Hâk mutlak anlamda âdildir. O, zulmü, haksızlığı
kendine de, insanlara da haram kılmıştır. Âhiret
gününde insanları biraraya toplayıp onların dünyada
işledikleri iş ve amellerini -niyetlerine göre- değerlendirip karşılığını
verirken, hiç kimsenin: «Bana neden ceza veriliyor veya verilen ceza fazla
değil midir?» diyemiyeceği gibi, hiçbir kul kendisine
verilen mükâfatın az olduğunu da söyleyemez. Zira herkes çok iyi bilir ki, takdir
edilen karşılık, işlediği amele ve taşıdığı niyet ve amaca göre hesaplanmıştır.
Cenâb-ı Hakk'ın ve
meleklerinin bir yanlışlık veya ihmali söz konusu olamaz. O bakımdan Rabbın adalet ve hesap alanında hiçbir kul konuşma
cesaretini ve hakkını kendinde bulamaz[21]
.
O gün (büyük) Ruh
(Melek Cebrâil> ve melekler ayakta saf halinde duracaklar. Rahmân'ın izin
verdiklerinin dışında kimseler konuşamıyacak. İzin
verdiği de ancak doğruyu söyleyecek.»
Âhiret gününde, mahşer ve hesap alanında, Allah'a en yakın
olan Büyük Ruh, veya Melek Cebrail başta olmak üzere hiçbir melek, Allah izin
vermedikçe konuşmaz ve hepsi de o edep, saygı, adalet, rahmet, inayet makamında
kemâl-i edeple saf halinde ilâhî emri bekler.
Allah'a en yakın olan
melekler bile o yüce huzurda konuşma cesaretini kendinde bulamazken, insanlar
nasıl konuşabilir veya böyle bir cesareti kendinde bulabilir?
Zira artık konuşma,
itirazda bulunma, beğenmeme, beğenip azımsama, kaçamaklı yollara baş vurma,
aldatmaya çalışma gibi haller çok gerilerde kalmıştır. O gün hüküm yalnız Cenâb-ı Hakk'a aittir. O izin
vermedikçe kimse konuşamaz ve şefaat de edemez. Konuşma izni verilenler de anoak doğruyu söylerler.
Âyette geçen «Ruh»dan
maksat nedir? İlim adamlarının bir kısmına göre, Arş'tan sonra Allah'ın
yarattığı en büyük varlıktır. Melek olabileceği gibi, ondan ayrı bir mahlûk da
olabilir. Diğer bir kısmına göre. Melek Cebrail hakkında kullanılan bir
isimdir. Çünkü Cebrail, ilâhî kudretin en büyük tezahürlerjnden
biridir ve bütünüyle hayat ve enerji kaynağıdır. Allah daha iyisini bilir. [22]
«İşte hak olan gün,
budur. Arzu eden kimse Rabbına bir varış yolu
edinsin!» Allah'ın, bütün peygamberlerin ve kutsal kitapların va'dettiği, haber verdiği âhiret
gününe «yevmü'l-hak» (hak gün) denilmektedir. Meydana
gelmesinde hiç şüphe olmayan ve her bakımdan doğruyu, gerçeği yansıtan, amel
ve niyetlere göre karşılık verilmesinde sağlam kıstaslar konulan gün olduğu
için «hak»ka mevsûf
olmuştur.
O halde böyle bir
günün geleceğine inanan kimse, ölmeden önoe ona
yeterince hazırlanmak ve Rabbine uzanan «sırat-ı müstakim»i seçmek zorundadır.
Aksi halde durdurulması mümkün olmayan ölüm olayı meydana gelince her şey
bitmiş olur; fırsatlar elden çıkar, dönüş yapma imkânları kalmamış bir çizgiye
gelinir.
Gerçekte ise,
insanoğlu ancak ikinci hayat için yaratılmış ve Rabbına
kulluk etmek üzere dünyaya getirilmiştir. Hılkatında
bu hüküm yazılıdır. O hükme uyanlar ebediyen mutlu, uymayanlar da ebediyen
mutsuz olurlar. [23]
«Doğrusu biz, sizi yakın bir azap ile
uyardık..»Dünya nın ömrüne bakılınca ahiretin yakın olduğu anlaşılır. Hem Hz.
Muhammed (A.S.) kıyamete yakın bir zamanda peygamber olarak gönderilmiştir.
Ondan sonra peygamber gönderilmeyecektir. Aynı zamanda gelmesi kesin olan bir
olay gelmiş gibi kabul edilir veya çok yakın sayılır. Bu bakımdan Cenâb-ı Hak, âhiret azabından söz
ederken «azâb-ı karîb»
sözünü kullanmıştır.
Evet işte gelmesi
kesin olan âhiret gününde herkes dünyada iken eliyle
neler hazırlayıp önden gönderdiğine bakar ve işte o zaman hakkı, gerçeği daha
iyi anlar. Mü'minler amel defterlerinde imân, sâlih amel, ibâdet, taât, hayır
ve hasenatın yazılı olduğunu görerek sevinirler; daha fazla iyi amellerde
bulunmadıklarına hayıflanırlar. Kâfirler ise, her şeyin bittiğini, işe yarar
bir amellerinin olmadığını görünce, kendilerine nasıl haksızlık edip kötü bir
sonuç hazırladıklarına üzülür ve kahrolurlar. Başka çare göremeyince de o anda
ölüp toprak olmayı temenni ederler. Ama ne o pişmanlığın, ne de bu gibi
temennilerin bir faydası olur.
Sûreye, kıyamet ve âhiret hakkında birbirine sorup duran müşriklerin inkâr ve
alaylı tavırları konu edilerek başlandı, âhiret
gününde dönüş yapmadan ölen o inkarcıların yaşamaktansa toprak olmayı temenni
edecekleri haber verilerek sûre noktalandı.
Bu sûrenin de
tefsirini bize müyesser kılan Cenâb-ı Hakk'a hamd-u senalar; âhiret hayatına hazırlanmamız için bize en doğru bilgileri
veren Resûlüllah (A.S.) Efendimize ve âline salât-u selâmlar olsun. [24]
[1] Şevkanî/Pethü'l-Kadlr : 5/362 -
Tefsîr-i Kurtubi :
19/169
[2] Lübabu't-te'vîl
: 4/346
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6540.
[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6540-6541.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6543.
[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6543-6544.
[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6545-6546.
[7] Mülk Sûresi: 5 âyetin tefsiri
[8] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6546-6548.
[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6548.
[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6550.
[11] Câmi'ussağîr/Ahmed, Buharî, Müslim: Bnes (R.A.)den
[12] Câmi'ussağîr /Tirmizî: Enes (R.A.)den
[13] Câmi'ussağîr /Ahmed: Ebû Hüreyre
(R.A.)den
[14] Müslim/cennet: 83
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6551
[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6551.
[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6551.
[17] Bilgi için bak: Tefsiru’l-Keşşaf:
4/688; Mu’cemu’r-Razi-Muhtaru’s-Sıhah: 14.
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6552.
[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6552.
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6553.
[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6555-6556.
[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6556-6557.
[22] Bilgi için bak : Zemahşert/Tefssiü'l-Keşşaf : 4/691
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6557.
[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6558.
[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6558-6559.