NEBE' SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Surenin Muhtevası: 2

Dirilmenin Haber Verilmesi Ve İspatının Delilleri 2

Belagat: 2

Kelime ve İbareler: 3

Nüzul Sebebi 3

Açıklaması 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 4

Kıyamet Gününün Özellikleri, Alâmetleri Ve Azap Çeşidi 5

Belagat: 5

Kelime ve İbareler: 5

Ayetler Arası İlişki 5

Açıklaması 6

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 7

İyilerin Durumu. 7

Kelime ve İbareler: 7

Ayetler Arası İlişki 7

Açıklaması 8

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 8

Allah'ın Azameti, Rahmeti, Kıyamet Gününün Gerçekleşeceği Ve İnatçı Kâfirlerin Tehdit Edilmesi 8

Belagat: 8

Kelime ve İbareler: 8

Ayetler Arası İlişki 9

Açıklaması 9

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler. 10


NEBE' SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Sure "Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar? Büyük haberi mi?" ayeti ile başladığı için" Amme (neyi)" suresi ve "Nebe' (haber)" suresi olarak ad­landırılmıştır. Bu haber, insanların meydana geleceği vakti soruşturdukla­rı kıyamet ve dirilişin ilgilenilmesi gereken haberidir. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Bu surenin kendisinden önceki Mürselât suresi ile ilişkisi üç noktada ortaya çıkmaktadır:

1- Sureler, her ikisinde de dirilişin ispatı ve Allah'ın buna kadir oluşu ve onu yalanlayan kâfirlerin kınanması bakımından benzeşmektedir. Mür­selât suresinde "Biz öncekileri helak etmedik mi?" (77/16) "Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?" (77/20) "Biz yeri bir toplantı yeri yapmadık mı?" (77/25) buyurulmuştu. Bu surede ise "Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yapmadık mı..." (78/6-16) buyurulmuştur.

2- Her iki sure de cennet ve cehennemin durumu, takva sahiplerinin nimetleri ve kâfirlerin azabını, kıyamet gününün durumunu anlatmaktadır.

3- Bu sure, önceki surede kapalı olarak anlatılanı açmaktadır. Allah Tealâ Mürselât suresinde "(Bu) hangi güne ertelenmişti? Ayırım (hüküm) gününe. Sen ayırım gününün ne olduğunu bilir misin?" (77/12-14) buyur­muştu. Bu surede ise şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ayırım günü belir­lenmiş bir vakittir." (78/17) [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Surenin ana konusu muhtelif delillerle dirilişin ispatıdır. Bunun için de sure, müşriklerin onu soruşturmaları, kıyamet günü ve kıyameti izleye­cek olan diriltme, toplama ve ceza haberi ile başlamış, onu inkârlarından dolayı da müşrikleri tehdit etmiştir. "Onlar birbirlerine neyi soruşturuyor­lar?..." (78/1-5)

Ardından, ölümünden sonra insanın diriltilmesinin mümkün olduğu­nu gösteren, Allah Tealâ'nın yaratma ve varlığın muhtelif harikalarını icat etme kudretini   sergileyen ayetler ile dirilişin de mümkün olduğuna dair

belge ve deliller getirilmiştir. "Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yarpma-dık mı?..." (78/6-16)

Sonra sure, dirilişin vaktini belirliyor: O, bütün mahlukâtm toplana­cağı ve hükmün verileceği gündür. "Şüphe yok ki o (hak ile batılı) ayırt et­me ve hüküm verme günü tayin edilmiş bir vakittir." (78/17-20)

Sonra, kâfirlerin azabının çeşitleri, takva sahiplerinin ne tür nimetler elde edeceği karşılaştırma ve muvazene yolu ile anlatılırken teşvik ile teh­dit birleştirilmektedir. "Şüphesiz ki cehennem bir pusudur." "Şüphesiz tak­va sahipleri için selâmet (ve) vuslat vardır." (78/21-38)

Sure, bu günün şüphe edilmeyen bir hak olduğunu ve kâfirlerin şidde­tinden ötürü toprağa dönüşmeyi arzu edecekleri zor bir azapla uyararak bitiyor.

Surenin tamamında korkutma, tehdit, uyan ve ürkütme üslûbu ha­kimdir. Onu okuyan, kıyamet olaylarına ait dehşet tasvirlerini adeta yaşı­yormuş gibi hisseder ve onu cehennemin şiddet ve ağırlığından dolayı kor­ku kaplar.[3]

 

Dirilmenin Haber Verilmesi Ve İspatının Delilleri

 

1- Onlar birbirlerine neyi soruştu­ruyorlar?

2, 3- Hakkında ihtilâf ettikleri   o büyük haberi (mi?)

4- Hayır. Yakında bilecekler.

5- Sonra yine hayır. Yakında bile­cekler.

6, 7- Biz yeri bir beşik, dağları ka­zıklar yapmadık mı?

 9- Uykunuzu dinlenme yaptık.

 11-Gunduzu geçim zamanı kıldık.

 12-  Üstünüze sağlam sağlam yedi  (gok) bina ettik.

 13-  (Ona) panl parıl parıldayan bir  kandil astık.

14, 15, 16- Sıkışarak (su) çıkaran (bulut) lardan şarıl şarıl su indir­dik, onunla dane, nebat ve (ağaçla­rı birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye.

 

Belagat:

 

"O büyük haberi (mi)" cümlesinde fiilin hazfi ile îcaz vardır, cümlenin öncesinde ona işaret edilmiştir. Buna göre cümle, "O büyük haberi (mi) so­ruşturuyorlar?" şeklindedir.

"Biz yeri bir beşik, dağları kazık yapmadık mı?" cümlesinde beliğ teş­bih vardır. Yani yeri uyuyanın yattığı beşik gibi, dağları da diğerlerini tu­tan kazıklar gibi yaptık. Bunun bir benzeri de "Geceyi örtü kıldık." cümlesi­dir. Yani gece örtüye benzetilmiştir.

"Geceyi örtü kıldık." ve "Gündüzü geçim zamanı kıldık." cümleleri ara­sında mukabele vardır. [4]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar?" Yani Mekke halkından bazıları birbirlerine neyi soruyorlar? Soru üslûbu, sorulan şeyin değerini yük­seltmek içindir. Mekke halkının dirilişi sormaları ise ya kendi aralarında geçiyor veya alay olsun diye Rasulullah ve müminlere soruyorlardı.

"Hakkında ihtilâf ettikleri o büyük haberi (mi?)" Bu haber ikrar ve in­kâr arasında ya da ispat ve nefy arasında mütereddit oldukları büyük diri­liş gününün haberidir. Burada, önemsenen konunun açıklanması vardır.

"Hayır." Bu geçen sözlere red ve soruşturmalarına kınama ve tehdittir. Dirilişi inkâr etmeleri ile başlarına gelecekleri "Yakında bileceklerdir."

"Biz yeri bir beşik yapmadık (mı?)" Yani Allah Tealâ'nın "O, sizin için yeri bir döşek yapandır." (20/53) ayetinde geçen beşik gibi, döşeli, rahat ve yayılmış. Bununla, Allah Tealâ'nın diriltme kudretinin açıklaması başla­maktadır. "Kazıklar" Çadırın kazıklarla sabitleştirildiği gibi, yeryüzünün sabitleştirilmesi içindir. "Sizi çift çift" yani erkekler ve kadınlar olarak "ya­rattık." "Geceyi örtü kıldık." Yani, elbisenin insanın cismini örtmesi gibi Al­lah Tealâ geceyi, karanlığı ile gizlenmek isteyeni örtsün diye bir örtü yaptı.

Geçim sebeplerinin elde edilmesi için "Gündüzü geçim zamanı kıldık." Zaman aşımının tesir etmediği ve çatlaması olmayan oturaklı ve kuvvetli ye­di kat "sağlam sağlam (gök) bina ettik." "Kandil" ile kastedilen ise, Güneştir.

"Dane" Buğday, arpa ve mısır gibi insan gıdası, "nebat" ise, ot ve sa­man gibi hayvan gıdalarıdır. [5]

 

Nüzul Sebebi

 

"Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar?" ayetinin (1. ayet) nüzul se­bebiyle ilgili olarak İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Hasan-ı Basri'den şöyle rivayet ettiler: Hz. Muhammed (s.a.) peygamber olarak gönderildiğinde aralarında bu konuda konuşmaya, soruşturmaya başladılar ve: "Onlar ara­larında neyi soruşturuyorlar? O büyük haberi (mi?)" ayetleri indi. [6]

 

Açıklaması

 

Allah Tealâ müşriklerin kıyamet gününün gerçekleşmesine dair kuş­kularını kınayarak şöyle buyuruyor: "Onlar birbirlerine neyi soruşturuyor­lar? Hakkında ihtilâf ettikleri o büyük haberi (mi?)"

Yani, Mekke halkından müşrikler ve diğerleri aralarında neyi soruştu­ruyorlar? Bu soruya Allah Tealâ şunu da ekliyor: "O büyük haberi (mi?)" Yani onların, kimi yalanlayarak kimi de doğrulayarak inkâr eden veya ina­nan, kabul eden ve etmeyen, şüphesi olan ve olmayan olarak tartıştıkları, önemi büyük ve kritik haberi mi? O, Allah Tealâ'nın şu ayetlerinde haber verdiği gibi ölümden sonraki diriliş günüdür: "O bizim dünya hayatımız­dan başkası değildir. Ölürüz, yaşarız. Biz tekrar diriltilecekler değiliz." (Mü'minun, 23/37) "Biz kıyamet nedir bilmiyoruz. Sadece bir zanda bulu­nuyoruz ve kesin bir bilgiye dayanarak inanıyor değiliz, demiştiniz." (Casi-ye, 45/32)

Mücahid, "büyük haber" in tefsirinde: O, Kur'an'dır demiştir. İbni Ke­sir ise: Daha doğru olan, Allah Tealâ'nm "Hakkında ihtilâf ettikleri" ayeti­ne göre birincisi yani, öldükten sonra dirilişdir, dedi. Razi de, kıyamet gü­nüdür demiştir. Doğruya en yakın olanı da budur.

Sorudan maksat ise, meselenin önemsenmesi ve müşriklerin durumu­na dinleyenlerin dikkatinin çekilmesidir. Razi'nin de dediği gibi, sözün so-ru-cevap kalıbında kullanılması anlatma, açıklama ve cevabı soru soran insanların zihnine yerleştirme açısından daha yararlıdır. Allah Tealâ'nm "Bugün mülk kimindir1? Vahid ve Kahhar Allah'ındır." (Gafir, 40/16) ayetin­de de durum böyledir.

Sonra Allah Tealâ onları, kıyameti inkâr etmelerinden ötürü tehdit ederek şöyle karşılık vermektedir:

"Hayır Yakında bilecekler. Sonra yine hayır. Yakında bilecekler." Yani diriliş hakkında onların ihtilâf etmemeleri gerekir. O bir gerçektir, şüphesi yoktur. Onu inkâr edenler yalanlamalarının akibetini bileceklerdir. "Hayır" kelimesi, onlara yönelik bir kınama ve ayıplamadır, ikinci cümlede ise bu kınama ve ayıplama tekrar edilmiştir ki, içinde bulundukları inkâr ve ya­lanlamayı terketsinler. Çünkü onlar, kendilerine azap geldiğinde, yakında işin gerçeğini bileceklerdir.

Bu şiddetli bir tehdit ve önemli bir uyarıdır. Dilciler uyarı ile beraber tehditin tekrar edilmesi, tehditin son derece önemli olduğunu gösterir, de­mişlerdir. "Sonra" ifadesi ise, ikinci tehditin birincisinden daha önemli ol­duğuna işarettir.

Ardından Allah Tealâ, diriltme ve diğer işlerdeki kudretine delâlet eden ve yaratmadaki büyük gücünü gösteren bazı konulan zikretmiştir. İnkâr et­tikleri diriltme ve haşrin doğruluğunu belgeleyen, mutlak kudretin ilme sa­hip olduğuna delâlet eden dokuz konuyu sayarak şöyle buyurmaktadır:

1, 2- "Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yapmadık mı?" Yani Allah'ın sonsuz kudretinin delillerinden olan, çocuk için hazırlanan beşiği andıran yeryüzünü mahlukâtm hizmetine yayması, hareketlenip üzerindekileri sarsmasın, sakin kalsın diye yüksek dağları yeryüzüne kazıklar yapmasını gözlemlediğiniz halde dirilmeyi nasıl inkâr edersiniz? Nitekim şöyle buyu­ruyor: "Dağları dikti." (Naziât, 79/32)

3- "Sizi çift çift yarattık" Yani insan cinsinin korunması, yardımlaşma ve ünsiyet için erkekler ve dişiler olarak sizi sınıflar halinde ortaya çıkar­dık. Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Size nefislerinizden, kendilerine ısın­manız için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme meydana getirmesi da O'nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavim için elbette ibretler vardır." (Rûm, 30/21)

4, 5- "Uykunuzu dinlenme yaptık. Geceyi örtü kıldık." Uykunuzu be­denleriniz için bir rahatlık, hareket ve gün boyu süren yorucu işlerinize bir fayda yaptık. Uyku ile kuvvetiniz yenilenir, akıl ve vücut canlılık kazanır. Buradaki "dinlenme," ruh bedende olduğu halde hareketten kesilmedir. Geceyi bir rahatlık, karanlığı da eşyayı ve cisimleri örten bir elbise gibi yaptık. Nasıl, elbise bedeni örtüp onu sıcaktan ve soğuktan koruyor ve av­ret yerlerini kapatıyorsa, gece de düşmandan saklanma ve kimi ihtiyaçları­nı giderme gibi yararları elde etmek ve gündüz mümkün olmayan faydala­rı sağlamak için gizlenmek isteyenlerin gizlenebildiği zamandır.

6- "Gündüzü geçim zamanı kıldık." Gündüz vaktini aydınlık yaptık ki, insanlar hayatını sürdürmek için kazanma, ticaret, ziraat ve sanat gibi rı-zık imkânlarını değerlendirebilsinler.

7, 8- "Üstünüze sağlam sağlam yedi (gök) bina ettik. (Ona) parıl parıl parıldayan bir kandil astık." Yani üzerinizde, yaratılışı ve yapısı muhkem, üstün sanat eseri, yıldızlarla süslenmiş yedi gök bina ettik. Güneşi bütün aleme, aydınlığından ve ısısından yararlanılan parlak bir kandil yaptık; böylece kâinatta bulunan bütün canlılar ondan istifade ediyor.

9- "Sıkışarak (su) çıkaran (bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik, onunla dane, nebat ve (ağaçları birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye." Yani bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki o bol, temiz ve yararlı su ile in­sanlara gıda olacak buğday, arpa, mısır ve pirinç gibi muhtelif daneleri, ot saman gibi hayvanların yiyeceği nebatat, aynı toprakta olmalarına rağmen güzel görünümlü, dalları sarmaş dolaş olmuş bostan ve bahçeler, çeşitli meyvalar çıkaralım. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi bir su ile sulanıyor. Biz onlardan bazısını, ye­mişlerinde bazısından üstün kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbet ayetler vardır." (Ra'd, 13/4). [7]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şunlara delâlet etmektedir:

1- Öldükten sonra dirilme konusunun önemi büyüktür ve bundan do­layı mutlaka gerçekleşeceği vurgulanmaktadır. Onda hiçbir şüphe yoktur.

2- İslâm davetini yalanlayan kâfirler, azap ve ceza kendilerine geldiği zaman Hz. Muhammed (s.a.)'in getirdiği Kur'an'ın ve onlara haber verdiği öldükten sonra dirilişin doğruluğunu bileceklerdir. Burada tehdit üzerine tehdit vardır.

3- Allah Tealâ dirilişi inkâr eden müşriklere cevap verirken müşahede ettikleri olağanüstü   olayların kendisi tarafından yaratıldığını örnek ver­mektedir. Bütün bu olağanüstü olayların meydana gelmesine kudreti ye­ten, yeniden yaratmaya da elbette muktedirdir.

4- Allah Tealâ kudretinin kemâli, ilim ve hikmetinin tamlığına delâlet eden büyük olaylardan dokuzunu zikretmiştir. Bunlar yeryüzünün adeta çocuk için hazırlanıp üzerinde uyutulduğu beşik gibi hazırlanması; dağla­rın, yeryüzü üzerindekileri kaydırmasın, sabit kalıp hareketsiz dursun di­ye çadır iplerinin bağlandığı kazıklar gibi yapılması; yaratılış kemâle er­sin, güzellik ve ünsiyet sağlansın, yardımlaşma mümkün olsun ve bununla da insan türünün varlığı sürsün diye insanların erkek ve dişi şeklinde yan-yana gelebilen zıtlar olarak yaratılması.

Uyku, gün boyu insanın uğraştığı iş ve hareketlerine ara verme, be­denlere rahatlık olmaktadır. Güç tazelenmekte, canlılık geri gelmekte ve uyku insandan yorgunluğu gidermektedir.

Geceyi de karanlığı ile örten bir elbise veya insanlara bir dinlenme yaptı. Eğer düşmandan kaçmak veya ona pusu kurmak istiyor ya da insan, başkasının görmesini istemediği bir şeyi gizlemek istiyorsa gecenin karan­lığı onun için uygun bir vakittir. Elbise nasıl insan için tabii bir ihtiyaç ise uyku da tabii bir ihtiyaç olup onunla güç ve kuvvet tazelenir, vücut dinle­nir ve insan huzur bulur.

Muhkem yedi göğün, yaratılışta muhkem, yapıda sağlam olarak bina edilmesi, güneşin aydınlık, ışıklı, ısıtan ve parlak bir kandil yapılması. Bü­tün bunlarda insanın hayrı ve yararı vardır. Su ile dolu bulutlardan yağ­murların indirilmesi ve onunla kuraklığın ardından toprağa canlılık veren bereketin gelmesi; yorgunluk ve bitkinliğin ardından nefisleri ve bedenleri hareketlendirmesi; o yağmurla insan için buğday, arpa vb. danelerin, hay­van için de yedikleri otların çıkması; çokluğundan dolayı dalları birbirine sarmaş dolaş olmuş bostan ve bahçelerin oluşması; yeşillik, tazelik ve gü­zelliğin, meyvalar ve renklerin, tad ve kokuların artması...

Bu sayılanlarda Allah Tealâ'nm kudretinin kemâli sabit olunca, haş-rin mümkün olduğu da hiçbir şüphe olmadan kesinlikle sabit olmuş de­mektir.

Bunun da ötesinde dokuz konudan her biri büyük bir nimettir; ibadet yoluyla şükredilmesi, günahlara bulaşma yoluyla küfran-ı nimet yapılma­ması gerekir.[8]

5- "Onunla dane, nebat ve (ağaçlan birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye." ayeti, yerden çıkan üç bitki türünü de kapsamaktadır: Danelerin oluşturduğu kabuklular ve ot kısmının oluşturduğu kabuksuzlar. Bu ikisinin gövdesi yoktur. Üçüncü tür de gövdeli ağaç olup bir yerde fazla­ca bulunursa oraya bahçe adı verilir.[9]

 

 

Kıyamet Gününün Özellikleri, Alâmetleri Ve Azap Çeşidi

 

17-  Şüphe yok ki o (hak ile batılı) ayırt etme ve hüküm verme günü, tayin edilmiş bir vakittir.

18- O gün Sur'a üfürülecek de hepi­niz bölük bölük geleceksiniz.

19- Gök açılmış kapı kapı olmuş,

20-  Dağlar yürütülmüş, bir serap haline gelmiştir.

21- Şüphesiz ki cehennem bir pusu­dur.

22- Azgınların dönüp dolaşıp gire­cekleri bir yerdir.

23-  Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar.

24-  Orada ne bir serinlik, ne de içi­lecek bir şey tatmayacaklar.

25, 26- Sade bir kaynar su, bir de irin; (amellerine) uygun bir ceza olarak.

27- Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlardı.

28- Bizim ayetlerimizi alabildiklerine yalan sayıyorlardı.

29- Biz ise her şeyi yazıp saymışızdır.

30- (Onlara şöyle denilir:) 'İşte tadın (cezanızı!) Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız."

 

Belagat:

 

"Kapı kapı olmuş" beliğ bir teşbihtir, çatlama ve yarılma bakımından kapılar gibi olmuştur. "Onlara şöyle denilir." İşte tadın (cezanızı!) Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız." cümlesindeki emir, horla­ma ve tahkir içindir. Cümlede, kınamanın çok olması için gaip sigasmdan muhatap sigasına geçiş, yani iltifat sanatı vardır. [10]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Ayırt etme ve hüküm verme günü," kıyamet günüdür. Allah yaratılmışlar arasında hükmü ile ayıran yapacağı için böyle anılmıştır. O gün Al­lah'ın ilminde ya da hükmünde mükâfat ve ceza için, dünyanın sonunu be­lirleyen "tayin edilmiş bir vakittir." "O gün Sur'a üfürülecek de" üfürülen bir borudur. Ondan büyük bir ses çıkar. Ona üfürecek olan da İsrafil (a.s.)'dir. Çeşitli gruplar halinde "bölük bölük" mezarlarınızdan bekleme yerine "hepiniz geleceksiniz."

Yerlerinden sökülüp toz gibi havaya kalması ile "dağlar yürütülmüş", dağ şeklinde görülüp hakikatta duman olması gibi "serap haline gelmiştir." "Şüphesiz ki cehennem" görevlilerinin kâfirleri beklediği "birpusudur."

"Serinlik" serin bir hava olduğu gibi uykuya da denmiştir. "İrin" ce-hennemdekilerin cesetlerinden akan irin ve sulardır. Küfürden daha büyük bir günah ve ateşten daha büyük bir azap olmadığından, amelleri ve küfür­lerine karşılık olarak böyle bir ceza ile "uygun bir ceza olarak" cezalandırıl­mışlardır. Dirilişi inkârdan dolayı amelleri için "hiçbir hesap ummuyorlar­dı" Korkmuyorlar veya beklemiyorlardı. [11]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ haşrin mümkün olduğunu, ilim ve kudretinin umumî olu­şunun ispatı ile dünyanın yıkılıp ve yeni bir alemin kurulmasına dair kud­retine delil getirdikten sonra, ayırt etme ve hüküm verme günü olan kıya­met gününü haber vermiştir. O belli bir vakitle tayin edilmiştir; o vakit ne azalır ne de çoğalır. O vakti de tam olarak sadece Allah Tealâ bilir. Ardın­dan da o günün alâmetleri olarak Sur"un üfürülmesi, göklerin çatlaması ve dağların yerlerinden koparılıp havada bir toz haline getirilmesini zikret­miştir. Sonra, cehennemin Allah'ın ayetlerini yalanlayan azgın kâfirleri beklediğini açıklamıştır. Allah onların amellerinden her şeyi yazmıştır ve yaptıklarının karşılığını bulacaklardır. [12]

 

Açıklaması

 

"Şüphe yok ki o (hak ile batılı) ayırt etme ve hüküm verme günü, tayin edilmiş bir vakittir." Kıyamet günü, bütün insanlar için belli bir toplanma yeri ve vaktidir. Orada vaad edildikleri sevap ve cezayı göreceklerdir. Kıya­met ayırt etme günü diye adlandırılmıştır. Çünkü, Allah Tealâ o gün mah-lukâtı hakkında da hükmünü verecektir.

Sonra Allah Tealâ o günün üç alâmetini zikredip şöyle buyurdu:

1- "O gün Sur'a üfürülecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz." Ayırt etme ve hüküm verme günü, İsrafil'in Sur'a veya Boynuz'a üfüreceği gün­dür. Ey yaratılmışlar! Kabirlerinizden grup grup, cemaat cemaat arz yeri­ne geleceksiniz. Allah Tealâ'nın ayetinde buyurduğu gibi her ümmet rasulü ile oraya gelecek: "O gün ki insan sınıflarından her birini biz önderleriyle çağıracağız." (İsra, 17/71)

2- "Gök açılmış kapı kapı olmuş." Gök çatlayıp yarılmış, meleklerin in­mesi için çok kapılı, yollu ve merhaleli hale gelmiştir. Bu ayetin benzerleri şu ayetlerdir: "Gök yarıldığı zaman." (İnşikak, 84/1) "Gök yanldığı zaman." (İnfitar, 82/1) "O gün gök beyaz bulutlarla parçalanır ve melekler bölük bö­lük indirilir." (Furkan, 25/25) Bu da evrendeki düzenin değişeceği ve parça­ları arasındaki bağlantının kalkacağını göstermektedir.

3- "Dağlar yürütülmüş, bir serap haline gelmiştir." Dağlar da yerlerin­den kaydırılmış, havaya savrulmuş ve serpilmiş toz gibi olmuştur. Bakan­lar bunu bir serap sanır. Önce çarpışma ile başlar: "ler ve dağlar yerlerin­den kaldırılıp tek bir çarpışla hepsi toz haline geldiği (zaman.)" (Hakka, 69/14) Sonra atılmış yün gibi olurlar: "Dağlar atılmış renkli yünler gibi ola­cak. " (Kâri'a, 102/5) Sonra parçalanır, değişir ve toz gibi olur. "O zaman yer bir sarsıntı ile sarsılmıştır, dağlar didik didik parçalanmıştır, derken dağıl­mış toz haline gelmiştir." (Vakıa, 56/4-6)

Sonra da ayette geçtiği gibi rüzgarla yerden savrulurlar: "Sana dağla­rı sorarlar. De ki: Rabbin onları ufalayıp savuracak." (Tâha, 20/105) "Sen dağları görür, onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulut geçer gi­bi geçip gider." (Nemi, 27/88)[13]

Daha sonra Allah Tealâ, inkâr edenlerin o gün karşılaşacakları şeyi haber veriyor:

"Şüphesiz ki cehennem bir pusudur. Azgınların dönüp dolaşıp girecek­leri bir yerdir. Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklardır." Yani cehen­nem ateşi Allah'ın kaderi ve hükmünde, Rasul'e muhalefet edip asi olan büyüklenen, üstünlük taslayan azgınlar için hazırlanmış bir pusudur. De­virler boyunca orada kalmak üzere onlar için bir dönüş, varış ve kalış yeri­dir. Ayette geçen "ahkâb" devirler, zamanın uzun bir dilimi anlamındadır. Bir dilim bitip öbürü başlayacak ve öylece sonsuza kadar devam edecek. Pusu ise, pusu kurulan yer anlamına olabileceği gibi, Allah'ın düşmanları­nı bekleyen anlamına bir sıfat da olabilir.

Ayet, cehennemin yaratılmış bulunduğuna delildir. Çünkü "pusudur" yani hazırlanmıştır, denmektedir. Cennet için de aynı şey geçerlidir; arala­rında fark yoktur.

"Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tatmayacaklar. Sade bir kaynar su, bir de irin, uygun bir ceza olarak." Cehennemde veya devirler boyunca, onun sıcağına karşı faydalı bir serinlik tatmayacaklar, susuzluğu­nu giderecek bir içecek de yoktur. Sadece "Hamım." O da aşırı kaynamış sı­cak sudur. Ve "Gassak." O da cehennem ehlinin irinidir. Bu azap, onların çeşit ve miktar olarak işledikleri büyük günahın karşılığıdır. Ne şirkten büyük bir günah ne de ateşten büyük bir azap vardır. Onların amelleri son derece kötüydü, çirkindi, aynısı ile cezalandırıldılar. Allah Tealâ buyurdu ki: "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülüktür." (Şûra, 42/40) Ayetteki se­rinliğin uyuklama ve uyku olduğu da söylenmiştir. Burada Allah Tealâ, kâ­firlerin azabının çeşidini açıkladıktan sonra, o cezanın hak olduğunu, âdil ve amellerine uygun olduğunu açıklamıştır.

Ardından Allah Tealâ onların suçlarının çeşitlerini sayarak şöyle bu­yurmuştur: "Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlardı, bizim ayetlerimizi alabildiklerine yalan sayıyorlardı." Yani onlar kötü ameller ve çirkin işler yaptılar. Çünkü sevap istemiyor hesaptan korkmuyorlardı, dirilmeye de inanmıyorlardı. "Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlardı." Hesabı ummu­yor ve korkmuyorlardı sözü, azapta ebedîliğin gerekçesidir.

Onlar Kur"an ayetlerini, tevhid, nübüvvet ve ahireti şiddetli bir şekil­de yalanlıyorlardı. Bu da onların inançlarının, hakkı bile bile inkâr edip peygamberleri yalanlayacak derecede bozuk olduğuna bir işarettir. Sonra Allah Tealâ bütün amellerin yazıldığını haber veriyor:

"Biz her şeyi yazıp saymışızdır." Yani biz kulların bütün amellerini bil­dik ve onların adına yazdık. Hafaza melekleri tam ve eksiksiz olarak yazdı. Buna göre de onlara karşılığını vereceğiz; hayır ise hayır, şer ise şer.

Sonra da azap anında kınama ve başa kakma için onlara ne söyleneceği bildiriliyor: "İşte tadın! Artık size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayaca­ğız." Yani cehennem ehline, ayetleri yalanlamalarından, hareketlerinin çir­kinliğinden dolayı içinde bulunduğunuz azabı tadın, biz bundan başkasını arttırmayacağız, denilmektedir. Abdullah b. Amr dedi ki: Ateş ehline bu ayet­ten daha şiddetli bir ayet inmemiştir. Onlar ebediyen hep artan bir azaptadır­lar "İşte tadın! Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız." [14]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayet-i kerimeler şu hususları öğretmektedir:

1- Allah'ın mahlukât arasında hüküm vereceği kıyamet günü bütün insanlar için, Allah'ın vaadi olan sevap ve cezanın verilmesi için belirlen­miş bir vakittir.

2- Kıyamet gününün başında üç önemli olay olacaktır: İsrafil'in Sur"a üfürmesi ve insanların kabirlerinden cemaatler ve gruplar halinde gelme­si, göklerin açılması veya yarılması, çatlaması ve kapılar gibi olması ve dağların asıl yerlerinden oynatılıp kaydırılması.

3- Yüce Allah   kötülerin halini haber vermiş ve onları iyilerden önce anmıştır. Çünkü surede söz tehdit üstüne kuruludur; cehennem kâfir olmak­la dinlerinde, zulüm ile de dünyalarında azan azgınlar için bir pusudur ya da Allah düşmanlarını ona varıp düşünceye kadar onları gözetlemektedir.

4- Ateşte kalma şekilleri: Devirler sürdüğü müddetçe onlar cehennem ateşinde kalıcıdırlar. O hiç kesilmez, bir devir bitince diğeri başlar.

5- Azgınlar cehennemde veya devirler boyunca hararetlerini azaltacak bir serinlik ya da bir uyku tatmayacaklar. Susuzluklarını giderecek bir içe­cek de yoktur. Sadece kaynayan bir su ve ateştekilerin irinleri.

6- Bu cezada bir zulüm söz konusu değildir, zira amellerine tam uy­gundur. Dirilişe iman etmedikleri için amellerinin hesabından çekinmiyor-lardı. Peygamberlerin getirdiklerini de şiddetle yalanlıyorlardı. Bu da onla­rın Allah Tealâ'nın tevhid, nübüvvet, ahiret ve Kur"an ile ilgili bütün delil­lerini yalanladıklarının belgesidir.

Bu hassas ve adil bir cezadır; Allah Tealâ onların hareketlerini değiş­mez, bozulmaz bir bilgi ile bilmektedir, onların hesabına amellerini yaz­mıştır. Melekler de bilsin diye bunu Levh-i Mahfuz'a, kulların durumu ile ilgili işleri yazmakla görevli hafaza melekleri her şeyi onların aleyhine yazmıştır. Allah Tealâ şöyle buyuruyor: "Halbuki sizin üstünüzde hakiki bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır." (İnfitar, 82/10-11) "Biz her şeyi sayıp yazmışızdır." sözü, Allah Tealâ'nın herşeyi bütün ayrıntılarıyla bildiğine delildir.

7- "İşte tadın! Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayaca­ğız." sözünde Allah Tealâ'nın, gaip sigasmdan muhatap sigasına geçmesi ve cümlenin yapı olarak cezanın iyiliklere nankörlük etmeleri ve ayetleri yalanlamalarının bir sonucu olduğunu hissettirerek gazabının ne derece büyük olduğunu göstermiştir.

Azabın artması, "Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) bulu­nanlara gelince, küfürlerine küfür katar ve kâfir olarak ölürler." (Tevbe, 9/125) ayetinde olduğu gibi, küfür ve inatlarının git gide artmasından ötü­rüdür ya da, sürekli devam etmesi ile kendiliğinden yani zamanın geçmesi ile artması şeklindedir. Anlam şudur: Biz sizi azaptan başka bir şeye geçir-miyeceğiz. Ateş ehlinin azabı süreklidir, sonsuzdur. Allah Tealâ kâfirin azabını ebediyyen arttırır.

Bu ayet pek çok yönden azapta mübalağaya delâlet ediyor:

a) "Arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız." cümlesindeki tekid.

b) "Hesap ummuyorlardı" cümlesinde gaip sigası kullanılırken peşin­den "İşte tadın!" cümlesinde yüz yüze konuşma üslûbunun gelmesi. Bu da daha önce geçtiği gibi gazabın ne denli büyük olduğunu gösterir.

c) Ayetler ceza türlerini saydıktan sonra amellerine uygun bir ceza ol­duğuna hükmetmiş ardından da onların suçlarını saymıştır. Daha sonra "İşte tadın!" buyurmuştur. Adeta Allah Tealâ hüküm vermiş ve delil getir­miş, sonra da aynı hükmü tekrar etmiştir. Bu da azapta mübalağayı gös­termektedir.[15]

 

İyilerin Durumu

 

31- Şüphesiz takva sahipleri için se­lâmet ve vuslat vardır.

32, 33, 34- Bahçeler, üzüm bağları, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu kadehler,

35-  Orada ne boş bir lakırdı, ne de birbirine söylenen yalan söz işitir­ler.

36- Rabbinden bir mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir.)

 

Kelime ve İbareler:

 

"Selâmet" kurtuluş ve zafer ya da cennette bir kurtulma yeridir. "Bah­çeler" ise, meyvalı ve ağaçlı bostanlardır. [16]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ ateş ehli olan kötülerin durumlarından bir miktar bahset­tikten sonra cennet ehli olan iyilerin kurtuluş ve zafer yerinden de söz et­miştir, onlar ateşten kurtulup cennete sokulmuşlardır. Bunun Allah'ın bir lütfü ve ihsanı olduğu açıklanmıştır. İyilerin ve kötülerin durumlarının gösterilmesi, düşünme ve karşılaştırma, cennete götüren kulluğa teşvik ve ateşe götüren masiyet, küfür ve yalanlama konusunda uyan için bir ze­mindir. Özet olarak Allah Tealâ kâfirlere olan vaidini andıktan sonra iyile­re olan vaadini de açıklamıştır. [17]

 

Açıklaması

 

Allah Tealâ iyileri ve onlar için hazırladığı ikram ve ebedî nimetleri haber vererek buyuruyor ki: "Şüphesiz takva sahipleri için selâmet ve vus­lat vardır. Bahçeler, üzüm bağlan, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kız­lar, dolu kadehler." Yani, emirlerini yaparak ve yasaklarından kaçınarak Rablerinden korkanlara bir başarı ve arzuyu yakalama, cehennemden kur­tuluş vardır. Ağaçlı, meyvalı, tadı lezzetli üzümleri olan bahçelerden, genç ve aynı yaşta kızlardan ve sarhoş etmeyen içki ile dopdolu kadehlerden ya­rarlanma vardır.

Üzümlerin bahçelere atfedilmesi hâss'ın âmm'a atfedilmesi olup üzümlerin değerini yükseltmektedir. İbni Abbas "Mefaz: selâmet" kelimesi­ni gezinti yeri olarak tefsir etmiş ve İbni Kesir de onu tercih etmiştir. Çün­kü ondan sonra "bahçeler" zikredilmiştir. Bahçeler de hurma ve diğerlerin­den oluşan bostanlardır.

"Orada ne boş bir lakırdı, ne de birbirine yalan söylenen söz işitir." Orada batıl bir söz duymazlar. Birbirlerine yalan da söylemezler. "Orada ne bir saçmalama ne de bir günaha sokma vardır." (Tûr, 52/23) Bu, etrafın temizliğini ve edebî seviyenin yüksekliğini gösterir. Nefisler de ondan hoş­lanır. Dünya ise böyle değildir; mümin insan burada nefse ağır gelen ve düşünceyi rahatsız eden şeyler duyar. Cennette boş, seviyesiz ve faydasız söz yoktur. Yalan günahı da yoktur. Bilakis orası mutluluk diyarıdır, ora­daki her şey eksiklikten uzaktır.

"Rabbinden bir mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir.)" Onları iman­ları ve güzel amellerinden dolayı Allah Tealâ'nın mükâfatlandırması, yeter­li, tam, bol ve çokça vermesi, onlara vaadetmiş olduğu kat kat mükâfatlar ve günahların bağışlanması vaadine göre, O'nun lütfü ve ihsanı iledir. [18]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Allah Tealâ, O'nun emrine muhalefetten sakınan takva sahibi kulları­na beş şey vaadetmiştir:

1- Ateş ehlinin içinde bulunduğu durumdan kurtulma ve kazanç.

2- Zengin bahçeler, meyvalar ve ağacı çeşitli bostanlardan yararlan­ma. Bu, gıda güvencesidir.

3- Memeleri tomurcuklanmış, yaşları bir huri kızlar.

4- Allah Tealâ'nın "ki bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da giderilmez" (Vakıa, 56/19) şeklinde vasfettiği sarhoş etmeyen iç­kilerle dolu kadehler. Bu da mubah eğlence keyfidir.

5- Cennette tam bir güvenlik: Oradakiler batıl bir söz, içki ve eğlence meclislerinde birbirlerini yalanlama duymazlar. Çünkü dünyada içkiciler sarhoş olup batıl şeyler konuşurlar, cennettekiler ise içtiklerinde akılları bulanmaz, boş konuşmazlar.

Cennet ehlinin nimet çeşitleri sayıldıktan sonra rabbani bir lütufla şereflendikleri, Allah'ın o mükâfatları kendi lütfundan verdiği, onlara ye­terli, bol ve uygun bir bağışta bulunduğu belirtilmektedir. [19]

 

Allah'ın Azameti, Rahmeti, Kıyamet Gününün Gerçekleşeceği Ve İnatçı Kâfirlerin Tehdit Edilmesi

 

37- Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti umuma yaygın olan (Allah)tan (bir mükâfat ve yeter bir bağıştır bu. Mahlûklar) O'na hitapta bulunmaya asla muktedir olamazlar.

38- O gün Ruh ve melekler saf halin­de ayakta duracaktır. Rahmeti umuma yaygın olan (Allah)'in ken­dilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) konuşamazlar. Onlarda doğ­ruyu söylemişlerdir.

39-  İşte bu, hak olan o gündür. O halde dileyen kişi Rabbine bir dö­nüş ve gidiş yeri edinsin.

40- Çünkü hakikaten biz size yakın bir azabın tehlikesini haber verdik. O gün herkes elinin önden yolladığı ne ise (ona) bakacak, kâfir ise " Ah, ne olurdu ben bir toprak olaydım!" diyecek.

 

Belagat:

 

"O gün ruh ve melekler saf halinde ayakta duracaktır." Cümlesinde ge­nel, özele atfedilmiştir. Çünkü Ruh Cebrail (a.s.)'dir, o da meleklerdendir. Kadrinin yükseltilmesi için özellikle zikredilmiştir. [20]

 

Kelime ve İbareler:

 

"O'na hitapta bulunmaya" Korkundan kimse Allah ile karşılıklı ko­nuşmaya muktedir olamaz. "Ruh" Cebrail (a.s.)'dir. Kullar o gün "konuşa­mazlar" sözü daha önce geçen "muktedir olamazlar" sözünün tekididir. Beyzavi dedi ki: Mahlukâtın en faziletlileri ve Allah'a en yakınları olarak onlar, uygun kişi için şefaat gibi doğru olan bir işi dahi izinsiz konuşmaya muktedir olamıyorlarsa, onların dışındakiler nasıl muktedir olabilirler?

"Doğruyu söylemişlerdir." Yani razı olunacak birisine şefaat etmek gibi doğru bir sözü söyleyen müminler veya meleklerden birisi. "İşte bu, hak olan o gündür." Muhakkak gerçekleşecek olan kıyamet günüdür. "Rabbine bir dönüş ve gidiş yeri edinsin." O gün azaptan kurtulması için iman ve ta-at ile Allah'a dönsün.

Ey Mekkeliler ve diğerleri! Gelecek olan kıyamet gününün azabını "yakın bir azabı size haber verdik." Her gelecek yakındır. "O gün herkes" hazırlamış olduğu hayır veya şer her ne ise onu görünce "iki elinin önden yolladığı ne ise (ona) bakacak kâfir ise" azap görmemek için "Ah, ne olurdu ben bir toprak olaydım!" diyecek." Bunu Allah'ın birbirlerinden kısas için hayvanları hasredip sonra toprak olduklarını görünce, onlar gibi olmayı is­tediğinde söyleyecektir. [21]

 

Ayetler Arası İlişki

 

Allah Tealâ kâfirlere yönelik tehdidi ve takva sahiplerine vadi dile ge­tirdikten sonra sözü, azameti, celâli ve özellikle kıyamet günü olmak üzere rahmetinin kapsamlılığı ile bağlamış, peşinden de o günün hak olduğunu, şüphe taşımadığını, insanların o konuda Allah'tan uzak olup varacağı yer ateş olanlar ve Allah'a yakın olup varacağı yer cennet olanlar şeklinde üze­re iki grup olduğunu açıklamıştır. Ardından da yine inatçı kâfirlerin küfür­lerinin akibetini dile getirmiştir. [22]

 

Açıklaması

 

Allah Tealâ azameti, celâli ve rahmetinin her şeyi kapsadığını haber vererek buyuruyor ki:

"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti umuma yaygın olan (Allah)'tan (bir mükâfat ve yeter bir bağıştır bu. Mah­luklar) O'na hitapta bulunmaya asla muktedir olamazlar" İman ve taat eh­line en güzel karşılık ve uygun bağış, azamet ve celâl sahibi, göklerin, ye­rin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti her şeyi kuşatan Rahman'dandır. O heybeti ve yüceliğinden ötürü izni olmadan kimsenin O'na hitapta bulunmaya başlayamıyacağı Rabtır.

Sonra bu durumu şu sözü ile pekiştirmiştir:

"O gün Ruh ve melekler saf halinde ayakta duracaktır. Rahmeti umu­ma yaygın olan (Allah)'m kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) ko­nuşamazlar. Onlarda doğruyu söylemişlerdir." Kıyamet gününde Allah'ın azameti tecelli edecek, mahlukâtın gözleri Önüne serilecektir. O kadar ki Cebrail (a.s.) ve bütün seçilmiş melekler mahlukâtın mevki ve rütbe ola­rak en yüksektekileri oldukları halde korkunç kıyamet gününde ancak iki şartla konuşabileceklerdir.

Birincisi: Allah'tan şefaat izni: "O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek kimmiş!" (Bakara, 2/255), "Gelecek olan o günde Allah'tan izinsiz hiçbir kimse konuşamaz." (Hud, 11/105), "O gün Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez." (Tâha, 20/109).

İkincisi: İzin şefaat eden için ise, hak ve doğru söylemelidir. İzin şefa­at edilen için ise o şefaat edilen dünyada doğru söyleyen, yani tevhide şe-hadet eden "Lailâhe illallah" diyen birisi olmalıdır.

Ruh: Çoğunluğun görüşüne göre, şu ayetten ötürü Cebrail (a.s.)'dir: "Onu güvenilir Ruh indirdi. Uyaranlardan olman için senin kalbine (indir­di)." (Şuara, 26/193-194) İbni Abbas dedi ki: "O, yaratılış olarak en büyük meleklerden bir melektir." İbni Mesud da şöyle demiştir: "O göklerden ve yerden daha büyük bir melektir."

Ayette meleklerin ve Cebrail (a.s.)'in yer ve değer olarak mahlukâtın en büyüğü olduğuna ve kıyamet gününün büyüklük ve dehşetine işaret vardır.

Sonra Allah Tealâ, kıyamet günün hak olduğunu şüphesinin olmadığı­nı haber vermiş ve şöyle buyurmuştur:

"İşte bu, hak olan o gündür. O halde dileyen kişi Rabbine bir dönüş ve gidiş yeri edinsin" İşte o meleklerin belli bir şekilde duracakları, gerçekle­şeceğinde şüphe olmayan gerçek, hak gündür. Kim kurtulmak istiyorsa, gerçek bir iman ve ameli salih ile Rabbinin sevabına bir yol edinip onu Rabbine yaklaştıracak, lütfuna kavuşturacak, cezasından uzak tutacak yo­la girsin.

Allah Tealâ tekrar kâfirleri tehdit ederek o günden korkutup uyarma­ya dönerek şöyle buyurdu:

"Çünkü hakikaten biz size yakın bir azabın tehlikesini haber verdik. O gün herkes elinin önden yolladığı ne ise (ona) bakacak, kâfir ise "Ah, ne olurdu ben bir toprak olaydım" diyecek." Ey Mekke ehli ve kâfirlerden em­salleriniz! Biz vukuu yakın olan bir azap için -ki o kıyamet günüdür- sizi uyardık ve korkuttuk. O, vukuu kesin olduğu için yakın sayılmıştır; her ge­lecek yakındır. Nitekim ayette bu mana vardır: "Onlar bunu görecekleri gün sanki (günün) bir akşamından, yahut bir kuşluğundan başka durma­mışlardır." (Naziât, 79/46) Allah Tealâ'nın buyurduğu gibi bu yakın günde herkes dünyada hazırlamış olduğu hayır ve şerre bakar: "O gün herkes ne hayır istediyse karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa da onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek." (Ali İm-ran, 3/30).

Übey b. Ka'b, Ukbe b. Ebi Muayt, Ebu Cehil ve Ebu Seleme b. Abdu-lesed el- Mahzumi gibi kâfirler karşılaştıkları azap ve eziyetin çeşidinden dolayı "Ah ne olurdu ben bir toprak olaydım!" diyecekler. O, dirilen bir insan olmamayı, birbirleri ile kısastan sonra toprak olan hayvanlar gibi ol­mayı temenni edecekler. İbni Kesir'in zikrettiğine göre bu mana meşhur Sûr hadisinde ve Ebu Hureyre, Abdullah b. Amr ve diğerlerinden gelen ha­berlerde rivayet edilmiştir. Bu haberlerin özü şudur: Hayvanlar haşr ola­cak ve boynuzsuzun hakkı boynuzludan alınacak, sonra da toprak olacak­lardır. Kâfir de azaptan kurtulmak için onların haline imrenecektir.

Son iki ayet, insanların kıyamet gününde iki fırka olacaklarına delâlet etmektedir: Allah'ın sevabına ikram ve rızasına yakın olan müminler gru­bu ve Allah'ın rahmetinden uzak, azap çeşitlerine düşmüş inkarcı kâfirler. [23]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler

 

Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah Tealâ'nın dünya ve ahirette iki büyük sıfatı vardır: Onlar da azamet ve celâl sıfatlarıdır. O, göklerin, yerin ve evrenin, her şeyi kuşatan rahmetin Rabbidir. O, Rahman Rahimdir.

2- Allah'ın azameti, kıyamet gününde  şefaate izin verdiğinin dışında hiç kimsenin O'na hitaba muktedir olamamasını gerektirmiştir.

3- Cebrail ve melekler kıyamet vaktinde, rablerine tazimleri, O'ndan korkuları ve O'na boyun bükmelerinden dolayı konuşamayacaklardır. Baş­kalarının hali nice olur?

4- Kıyamet, hiç şüphe edilmeyecek şekilde kesin bir gerçektir. Ebedî saadete eren kişi, o günde Rabbinin huzuruna iman ve amel-i salihle gel­miş olandır.

5- Kıyamet ve ondaki azabın vukuu yakındır. Çünkü her gelen yakın­dır. O gün her insan hazırladığı hayır ve şerri bulacaktır.

6- Kâfir kıyamet günü gördüğü azaptan dolayı toprak ya da bir şeyle mükellef olmayan bir hayvan olmayı dileyecektir. [24]

 



[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/321.

[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/321.

[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/321-322.

[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/323.

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/323-324.

[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/324.

[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/324-326.

[8] en-Nazzam el-A'rac, Garâibu'l-Kur'an, VII/30.

[9] Razi, XXXI/9.

Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/326-328.

[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329.

[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329-330.

[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329-330.

[13] Razi, XXXI/11-12.

[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/330-332.

[15] Razi, XXXI/19.

Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/332-333.

[16] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334.

[17] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334.

[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334-335.

[19] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/335.

[20] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/336.

[21] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/336-337.

[22] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/337.

[23] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/337-339.

[24] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/339.