Allah'ın Azameti, Rahmeti, Kıyamet Gününün Gerçekleşeceği Ve İnatçı Kâfirlerin Tehdit Edilmesi |
Sure "Onlar
birbirlerine neyi soruşturuyorlar? Büyük haberi mi?" ayeti ile başladığı
için" Amme (neyi)" suresi ve "Nebe' (haber)" suresi olarak
adlandırılmıştır. Bu haber, insanların meydana geleceği vakti soruşturdukları
kıyamet ve dirilişin ilgilenilmesi gereken haberidir.
[1]
Bu surenin kendisinden
önceki Mürselât suresi ile ilişkisi üç noktada ortaya çıkmaktadır:
1- Sureler,
her ikisinde de dirilişin ispatı ve Allah'ın buna kadir oluşu ve onu yalanlayan
kâfirlerin kınanması bakımından benzeşmektedir. Mürselât suresinde "Biz
öncekileri helak etmedik mi?" (77/16) "Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık
mı?" (77/20) "Biz yeri bir toplantı yeri yapmadık mı?" (77/25)
buyurulmuştu. Bu surede ise "Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yapmadık
mı..." (78/6-16) buyurulmuştur.
2- Her iki
sure de cennet ve cehennemin durumu, takva sahiplerinin nimetleri ve kâfirlerin
azabını, kıyamet gününün durumunu anlatmaktadır.
3- Bu sure,
önceki surede kapalı olarak anlatılanı açmaktadır. Allah Tealâ Mürselât
suresinde "(Bu) hangi güne ertelenmişti? Ayırım (hüküm) gününe. Sen ayırım
gününün ne olduğunu bilir misin?" (77/12-14) buyurmuştu. Bu surede ise
şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz ayırım günü belirlenmiş bir
vakittir." (78/17)
[2]
Surenin ana konusu
muhtelif delillerle dirilişin ispatıdır. Bunun için de sure, müşriklerin onu
soruşturmaları, kıyamet günü ve kıyameti izleyecek olan diriltme, toplama ve
ceza haberi ile başlamış, onu inkârlarından dolayı da müşrikleri tehdit
etmiştir. "Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar?..." (78/1-5)
Ardından, ölümünden
sonra insanın diriltilmesinin mümkün olduğunu gösteren, Allah Tealâ'nın
yaratma ve varlığın muhtelif harikalarını icat etme kudretini sergileyen ayetler ile dirilişin de mümkün
olduğuna dair
belge ve deliller
getirilmiştir. "Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yarpma-dık
mı?..." (78/6-16)
Sonra sure, dirilişin
vaktini belirliyor: O, bütün mahlukâtm toplanacağı ve hükmün verileceği
gündür. "Şüphe yok ki o (hak ile batılı) ayırt etme ve hüküm verme günü
tayin edilmiş bir vakittir." (78/17-20)
Sonra, kâfirlerin
azabının çeşitleri, takva sahiplerinin ne tür nimetler elde edeceği
karşılaştırma ve muvazene yolu ile anlatılırken teşvik ile tehdit
birleştirilmektedir. "Şüphesiz ki cehennem bir pusudur."
"Şüphesiz takva sahipleri için selâmet (ve) vuslat vardır."
(78/21-38)
Sure, bu günün şüphe
edilmeyen bir hak olduğunu ve kâfirlerin şiddetinden ötürü toprağa dönüşmeyi
arzu edecekleri zor bir azapla uyararak bitiyor.
Surenin tamamında
korkutma, tehdit, uyan ve ürkütme üslûbu hakimdir. Onu okuyan, kıyamet
olaylarına ait dehşet tasvirlerini adeta yaşıyormuş gibi hisseder ve onu
cehennemin şiddet ve ağırlığından dolayı korku kaplar.[3]
1- Onlar birbirlerine
neyi soruşturuyorlar?
2, 3- Hakkında ihtilâf
ettikleri o büyük haberi (mi?)
4- Hayır. Yakında
bilecekler.
5- Sonra yine hayır.
Yakında bilecekler.
6, 7- Biz yeri bir
beşik, dağları kazıklar yapmadık mı?
9- Uykunuzu dinlenme yaptık.
11-Gunduzu geçim zamanı kıldık.
12-
Üstünüze sağlam sağlam yedi (gok)
bina ettik.
13-
(Ona) panl parıl parıldayan bir
kandil astık.
14, 15, 16- Sıkışarak
(su) çıkaran (bulut) lardan şarıl şarıl su indirdik, onunla dane, nebat ve
(ağaçları birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye.
"O büyük haberi
(mi)" cümlesinde fiilin hazfi ile îcaz vardır, cümlenin öncesinde ona
işaret edilmiştir. Buna göre cümle, "O büyük haberi (mi) soruşturuyorlar?"
şeklindedir.
"Biz yeri bir
beşik, dağları kazık yapmadık mı?" cümlesinde beliğ teşbih vardır. Yani
yeri uyuyanın yattığı beşik gibi, dağları da diğerlerini tutan kazıklar gibi
yaptık. Bunun bir benzeri de "Geceyi örtü kıldık." cümlesidir. Yani
gece örtüye benzetilmiştir.
"Geceyi örtü
kıldık." ve "Gündüzü geçim zamanı kıldık." cümleleri arasında
mukabele vardır.
[4]
"Onlar birbirlerine
neyi soruşturuyorlar?" Yani Mekke halkından bazıları birbirlerine neyi
soruyorlar? Soru üslûbu, sorulan şeyin değerini yükseltmek içindir. Mekke
halkının dirilişi sormaları ise ya kendi aralarında geçiyor veya alay olsun
diye Rasulullah ve müminlere soruyorlardı.
"Hakkında ihtilâf
ettikleri o büyük haberi (mi?)" Bu haber ikrar ve inkâr arasında ya da
ispat ve nefy arasında mütereddit oldukları büyük diriliş gününün haberidir.
Burada, önemsenen konunun açıklanması vardır.
"Hayır." Bu
geçen sözlere red ve soruşturmalarına kınama ve tehdittir. Dirilişi inkâr
etmeleri ile başlarına gelecekleri "Yakında bileceklerdir."
"Biz yeri bir
beşik yapmadık (mı?)" Yani Allah Tealâ'nın "O, sizin için yeri bir
döşek yapandır." (20/53) ayetinde geçen beşik gibi, döşeli, rahat ve
yayılmış. Bununla, Allah Tealâ'nın diriltme kudretinin açıklaması başlamaktadır.
"Kazıklar" Çadırın kazıklarla sabitleştirildiği gibi, yeryüzünün
sabitleştirilmesi içindir. "Sizi çift çift" yani erkekler ve kadınlar
olarak "yarattık." "Geceyi örtü kıldık." Yani, elbisenin
insanın cismini örtmesi gibi Allah Tealâ geceyi, karanlığı ile gizlenmek
isteyeni örtsün diye bir örtü yaptı.
Geçim sebeplerinin
elde edilmesi için "Gündüzü geçim zamanı kıldık." Zaman aşımının
tesir etmediği ve çatlaması olmayan oturaklı ve kuvvetli yedi kat "sağlam
sağlam (gök) bina ettik." "Kandil" ile kastedilen ise, Güneştir.
"Dane"
Buğday, arpa ve mısır gibi insan gıdası, "nebat" ise, ot ve saman
gibi hayvan gıdalarıdır.
[5]
"Onlar
birbirlerine neyi soruşturuyorlar?" ayetinin (1. ayet) nüzul sebebiyle
ilgili olarak İbni Cerir ve İbni Ebi Hatim, Hasan-ı Basri'den şöyle rivayet
ettiler: Hz. Muhammed (s.a.) peygamber olarak gönderildiğinde aralarında bu
konuda konuşmaya, soruşturmaya başladılar ve: "Onlar aralarında neyi
soruşturuyorlar? O büyük haberi (mi?)" ayetleri indi.
[6]
Allah Tealâ
müşriklerin kıyamet gününün gerçekleşmesine dair kuşkularını kınayarak şöyle
buyuruyor: "Onlar birbirlerine neyi soruşturuyorlar? Hakkında ihtilâf
ettikleri o büyük haberi (mi?)"
Yani, Mekke halkından
müşrikler ve diğerleri aralarında neyi soruşturuyorlar? Bu soruya Allah Tealâ
şunu da ekliyor: "O büyük haberi (mi?)" Yani onların, kimi
yalanlayarak kimi de doğrulayarak inkâr eden veya inanan, kabul eden ve etmeyen,
şüphesi olan ve olmayan olarak tartıştıkları, önemi büyük ve kritik haberi mi?
O, Allah Tealâ'nın şu ayetlerinde haber verdiği gibi ölümden sonraki diriliş
günüdür: "O bizim dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz, yaşarız.
Biz tekrar diriltilecekler değiliz." (Mü'minun, 23/37) "Biz kıyamet
nedir bilmiyoruz. Sadece bir zanda bulunuyoruz ve kesin bir bilgiye dayanarak
inanıyor değiliz, demiştiniz." (Casi-ye, 45/32)
Mücahid, "büyük
haber" in tefsirinde: O, Kur'an'dır demiştir. İbni Kesir ise: Daha doğru
olan, Allah Tealâ'nm "Hakkında ihtilâf ettikleri" ayetine göre
birincisi yani, öldükten sonra dirilişdir, dedi. Razi de, kıyamet günüdür
demiştir. Doğruya en yakın olanı da budur.
Sorudan maksat ise,
meselenin önemsenmesi ve müşriklerin durumuna dinleyenlerin dikkatinin
çekilmesidir. Razi'nin de dediği gibi, sözün so-ru-cevap kalıbında kullanılması
anlatma, açıklama ve cevabı soru soran insanların zihnine yerleştirme açısından
daha yararlıdır. Allah Tealâ'nm "Bugün mülk kimindir1? Vahid ve Kahhar Allah'ındır."
(Gafir, 40/16) ayetinde de durum böyledir.
Sonra Allah Tealâ
onları, kıyameti inkâr etmelerinden ötürü tehdit ederek şöyle karşılık
vermektedir:
"Hayır Yakında
bilecekler. Sonra yine hayır. Yakında bilecekler." Yani diriliş hakkında
onların ihtilâf etmemeleri gerekir. O bir gerçektir, şüphesi yoktur. Onu inkâr
edenler yalanlamalarının akibetini bileceklerdir. "Hayır" kelimesi,
onlara yönelik bir kınama ve ayıplamadır, ikinci cümlede ise bu kınama ve
ayıplama tekrar edilmiştir ki, içinde bulundukları inkâr ve yalanlamayı
terketsinler. Çünkü onlar, kendilerine azap geldiğinde, yakında işin gerçeğini
bileceklerdir.
Bu şiddetli bir tehdit
ve önemli bir uyarıdır. Dilciler uyarı ile beraber tehditin tekrar edilmesi,
tehditin son derece önemli olduğunu gösterir, demişlerdir. "Sonra"
ifadesi ise, ikinci tehditin birincisinden daha önemli olduğuna işarettir.
Ardından Allah Tealâ,
diriltme ve diğer işlerdeki kudretine delâlet eden ve yaratmadaki büyük gücünü
gösteren bazı konulan zikretmiştir. İnkâr ettikleri diriltme ve haşrin
doğruluğunu belgeleyen, mutlak kudretin ilme sahip olduğuna delâlet eden dokuz
konuyu sayarak şöyle buyurmaktadır:
1, 2-
"Biz yeri bir beşik, dağları kazıklar yapmadık mı?" Yani Allah'ın
sonsuz kudretinin delillerinden olan, çocuk için hazırlanan beşiği andıran
yeryüzünü mahlukâtm hizmetine yayması, hareketlenip üzerindekileri sarsmasın,
sakin kalsın diye yüksek dağları yeryüzüne kazıklar yapmasını gözlemlediğiniz
halde dirilmeyi nasıl inkâr edersiniz? Nitekim şöyle buyuruyor: "Dağları
dikti." (Naziât, 79/32)
3-
"Sizi çift çift yarattık" Yani insan cinsinin korunması, yardımlaşma
ve ünsiyet için erkekler ve dişiler olarak sizi sınıflar halinde ortaya çıkardık.
Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Size nefislerinizden, kendilerine ısınmanız
için zevceler yaratmış olması, aranızda bir sevgi ve esirgeme meydana getirmesi
da O'nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda iyi düşünecek bir kavim için
elbette ibretler vardır." (Rûm, 30/21)
4, 5-
"Uykunuzu dinlenme yaptık. Geceyi örtü kıldık." Uykunuzu bedenleriniz
için bir rahatlık, hareket ve gün boyu süren yorucu işlerinize bir fayda
yaptık. Uyku ile kuvvetiniz yenilenir, akıl ve vücut canlılık kazanır. Buradaki
"dinlenme," ruh bedende olduğu halde hareketten kesilmedir. Geceyi
bir rahatlık, karanlığı da eşyayı ve cisimleri örten bir elbise gibi yaptık.
Nasıl, elbise bedeni örtüp onu sıcaktan ve soğuktan koruyor ve avret yerlerini
kapatıyorsa, gece de düşmandan saklanma ve kimi ihtiyaçlarını giderme gibi
yararları elde etmek ve gündüz mümkün olmayan faydaları sağlamak için
gizlenmek isteyenlerin gizlenebildiği zamandır.
6-
"Gündüzü geçim zamanı kıldık." Gündüz vaktini aydınlık yaptık ki,
insanlar hayatını sürdürmek için kazanma, ticaret, ziraat ve sanat gibi rı-zık
imkânlarını değerlendirebilsinler.
7, 8-
"Üstünüze sağlam sağlam yedi (gök) bina ettik. (Ona) parıl parıl
parıldayan bir kandil astık." Yani üzerinizde, yaratılışı ve yapısı
muhkem, üstün sanat eseri, yıldızlarla süslenmiş yedi gök bina ettik. Güneşi
bütün aleme, aydınlığından ve ısısından yararlanılan parlak bir kandil yaptık;
böylece kâinatta bulunan bütün canlılar ondan istifade ediyor.
9-
"Sıkışarak (su) çıkaran (bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik, onunla
dane, nebat ve (ağaçları birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye."
Yani bulutlardan şarıl şarıl su indirdik ki o bol, temiz ve yararlı su ile insanlara
gıda olacak buğday, arpa, mısır ve pirinç gibi muhtelif daneleri, ot saman gibi
hayvanların yiyeceği nebatat, aynı toprakta olmalarına rağmen güzel görünümlü,
dalları sarmaş dolaş olmuş bostan ve bahçeler, çeşitli meyvalar çıkaralım.
Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar
vardır, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki hepsi
bir su ile sulanıyor. Biz onlardan bazısını, yemişlerinde bazısından üstün
kılıyoruz. İşte bunlarda da aklını kullanacak zümreler için elbet ayetler
vardır." (Ra'd, 13/4).
[7]
Ayetler şunlara
delâlet etmektedir:
1- Öldükten
sonra dirilme konusunun önemi büyüktür ve bundan dolayı mutlaka gerçekleşeceği
vurgulanmaktadır. Onda hiçbir şüphe yoktur.
2- İslâm
davetini yalanlayan kâfirler, azap ve ceza kendilerine geldiği zaman Hz.
Muhammed (s.a.)'in getirdiği Kur'an'ın ve onlara haber verdiği öldükten sonra
dirilişin doğruluğunu bileceklerdir. Burada tehdit üzerine tehdit vardır.
3- Allah
Tealâ dirilişi inkâr eden müşriklere cevap verirken müşahede ettikleri
olağanüstü olayların kendisi tarafından
yaratıldığını örnek vermektedir. Bütün bu olağanüstü olayların meydana
gelmesine kudreti yeten, yeniden yaratmaya da elbette muktedirdir.
4- Allah
Tealâ kudretinin kemâli, ilim ve hikmetinin tamlığına delâlet eden büyük
olaylardan dokuzunu zikretmiştir. Bunlar yeryüzünün adeta çocuk için hazırlanıp
üzerinde uyutulduğu beşik gibi hazırlanması; dağların, yeryüzü üzerindekileri
kaydırmasın, sabit kalıp hareketsiz dursun diye çadır iplerinin bağlandığı
kazıklar gibi yapılması; yaratılış kemâle ersin, güzellik ve ünsiyet
sağlansın, yardımlaşma mümkün olsun ve bununla da insan türünün varlığı sürsün
diye insanların erkek ve dişi şeklinde yan-yana gelebilen zıtlar olarak
yaratılması.
Uyku, gün boyu insanın
uğraştığı iş ve hareketlerine ara verme, bedenlere rahatlık olmaktadır. Güç
tazelenmekte, canlılık geri gelmekte ve uyku insandan yorgunluğu gidermektedir.
Geceyi de karanlığı
ile örten bir elbise veya insanlara bir dinlenme yaptı. Eğer düşmandan kaçmak
veya ona pusu kurmak istiyor ya da insan, başkasının görmesini istemediği bir
şeyi gizlemek istiyorsa gecenin karanlığı onun için uygun bir vakittir. Elbise
nasıl insan için tabii bir ihtiyaç ise uyku da tabii bir ihtiyaç olup onunla
güç ve kuvvet tazelenir, vücut dinlenir ve insan huzur bulur.
Muhkem yedi göğün,
yaratılışta muhkem, yapıda sağlam olarak bina edilmesi, güneşin aydınlık,
ışıklı, ısıtan ve parlak bir kandil yapılması. Bütün bunlarda insanın hayrı ve
yararı vardır. Su ile dolu bulutlardan yağmurların indirilmesi ve onunla
kuraklığın ardından toprağa canlılık veren bereketin gelmesi; yorgunluk ve
bitkinliğin ardından nefisleri ve bedenleri hareketlendirmesi; o yağmurla insan
için buğday, arpa vb. danelerin, hayvan için de yedikleri otların çıkması;
çokluğundan dolayı dalları birbirine sarmaş dolaş olmuş bostan ve bahçelerin
oluşması; yeşillik, tazelik ve güzelliğin, meyvalar ve renklerin, tad ve
kokuların artması...
Bu sayılanlarda Allah
Tealâ'nm kudretinin kemâli sabit olunca, haş-rin mümkün olduğu da hiçbir şüphe
olmadan kesinlikle sabit olmuş demektir.
Bunun da ötesinde
dokuz konudan her biri büyük bir nimettir; ibadet yoluyla şükredilmesi,
günahlara bulaşma yoluyla küfran-ı nimet yapılmaması gerekir.[8]
5-
"Onunla dane, nebat ve (ağaçlan birbirine) sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım
diye." ayeti, yerden çıkan üç bitki türünü de kapsamaktadır: Danelerin oluşturduğu
kabuklular ve ot kısmının oluşturduğu kabuksuzlar. Bu ikisinin gövdesi yoktur.
Üçüncü tür de gövdeli ağaç olup bir yerde fazlaca bulunursa oraya bahçe adı
verilir.[9]
17- Şüphe yok ki o (hak ile batılı) ayırt etme ve
hüküm verme günü, tayin edilmiş bir vakittir.
18- O gün Sur'a
üfürülecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz.
19- Gök açılmış kapı
kapı olmuş,
20- Dağlar yürütülmüş, bir serap haline
gelmiştir.
21- Şüphesiz ki
cehennem bir pusudur.
22- Azgınların dönüp
dolaşıp girecekleri bir yerdir.
23- Sonsuz devirler boyunca içinde kalacaklar.
24- Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir
şey tatmayacaklar.
25, 26- Sade bir
kaynar su, bir de irin; (amellerine) uygun bir ceza olarak.
27- Çünkü onlar hiçbir
hesap ummuyorlardı.
28- Bizim ayetlerimizi
alabildiklerine yalan sayıyorlardı.
29- Biz ise her şeyi
yazıp saymışızdır.
30- (Onlara şöyle
denilir:) 'İşte tadın (cezanızı!) Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey
yapmayacağız."
"Kapı kapı
olmuş" beliğ bir teşbihtir, çatlama ve yarılma bakımından kapılar gibi
olmuştur. "Onlara şöyle denilir." İşte tadın (cezanızı!) Artık size
azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız." cümlesindeki emir, horlama
ve tahkir içindir. Cümlede, kınamanın çok olması için gaip sigasmdan muhatap
sigasına geçiş, yani iltifat sanatı vardır.
[10]
"Ayırt etme ve
hüküm verme günü," kıyamet günüdür. Allah yaratılmışlar arasında hükmü ile
ayıran yapacağı için böyle anılmıştır. O gün Allah'ın ilminde ya da hükmünde
mükâfat ve ceza için, dünyanın sonunu belirleyen "tayin edilmiş bir
vakittir." "O gün Sur'a üfürülecek de" üfürülen bir borudur.
Ondan büyük bir ses çıkar. Ona üfürecek olan da İsrafil (a.s.)'dir. Çeşitli
gruplar halinde "bölük bölük" mezarlarınızdan bekleme yerine
"hepiniz geleceksiniz."
Yerlerinden sökülüp
toz gibi havaya kalması ile "dağlar yürütülmüş", dağ şeklinde görülüp
hakikatta duman olması gibi "serap haline gelmiştir." "Şüphesiz
ki cehennem" görevlilerinin kâfirleri beklediği "birpusudur."
"Serinlik"
serin bir hava olduğu gibi uykuya da denmiştir. "İrin"
ce-hennemdekilerin cesetlerinden akan irin ve sulardır. Küfürden daha büyük bir
günah ve ateşten daha büyük bir azap olmadığından, amelleri ve küfürlerine
karşılık olarak böyle bir ceza ile "uygun bir ceza olarak"
cezalandırılmışlardır. Dirilişi inkârdan dolayı amelleri için "hiçbir
hesap ummuyorlardı" Korkmuyorlar veya beklemiyorlardı.
[11]
Allah Tealâ haşrin
mümkün olduğunu, ilim ve kudretinin umumî oluşunun ispatı ile dünyanın yıkılıp
ve yeni bir alemin kurulmasına dair kudretine delil getirdikten sonra, ayırt
etme ve hüküm verme günü olan kıyamet gününü haber vermiştir. O belli bir
vakitle tayin edilmiştir; o vakit ne azalır ne de çoğalır. O vakti de tam
olarak sadece Allah Tealâ bilir. Ardından da o günün alâmetleri olarak
Sur"un üfürülmesi, göklerin çatlaması ve dağların yerlerinden koparılıp
havada bir toz haline getirilmesini zikretmiştir. Sonra, cehennemin Allah'ın
ayetlerini yalanlayan azgın kâfirleri beklediğini açıklamıştır. Allah onların
amellerinden her şeyi yazmıştır ve yaptıklarının karşılığını bulacaklardır.
[12]
"Şüphe yok ki o
(hak ile batılı) ayırt etme ve hüküm verme günü, tayin edilmiş bir
vakittir." Kıyamet günü, bütün insanlar için belli bir toplanma yeri ve
vaktidir. Orada vaad edildikleri sevap ve cezayı göreceklerdir. Kıyamet ayırt
etme günü diye adlandırılmıştır. Çünkü, Allah Tealâ o gün mah-lukâtı hakkında
da hükmünü verecektir.
Sonra Allah Tealâ o günün
üç alâmetini zikredip şöyle buyurdu:
1- "O
gün Sur'a üfürülecek de hepiniz bölük bölük geleceksiniz." Ayırt etme ve
hüküm verme günü, İsrafil'in Sur'a veya Boynuz'a üfüreceği gündür. Ey
yaratılmışlar! Kabirlerinizden grup grup, cemaat cemaat arz yerine
geleceksiniz. Allah Tealâ'nın ayetinde buyurduğu gibi her ümmet rasulü ile
oraya gelecek: "O gün ki insan sınıflarından her birini biz önderleriyle
çağıracağız." (İsra, 17/71)
2- "Gök
açılmış kapı kapı olmuş." Gök çatlayıp yarılmış, meleklerin inmesi için
çok kapılı, yollu ve merhaleli hale gelmiştir. Bu ayetin benzerleri şu
ayetlerdir: "Gök yarıldığı zaman." (İnşikak, 84/1) "Gök yanldığı
zaman." (İnfitar, 82/1) "O gün gök beyaz bulutlarla parçalanır ve
melekler bölük bölük indirilir." (Furkan, 25/25) Bu da evrendeki düzenin
değişeceği ve parçaları arasındaki bağlantının kalkacağını göstermektedir.
3-
"Dağlar yürütülmüş, bir serap haline gelmiştir." Dağlar da yerlerinden
kaydırılmış, havaya savrulmuş ve serpilmiş toz gibi olmuştur. Bakanlar bunu
bir serap sanır. Önce çarpışma ile başlar: "ler ve dağlar yerlerinden
kaldırılıp tek bir çarpışla hepsi toz haline geldiği (zaman.)" (Hakka,
69/14) Sonra atılmış yün gibi olurlar: "Dağlar atılmış renkli yünler gibi
olacak. " (Kâri'a, 102/5) Sonra parçalanır, değişir ve toz gibi olur.
"O zaman yer bir sarsıntı ile sarsılmıştır, dağlar didik didik
parçalanmıştır, derken dağılmış toz haline gelmiştir." (Vakıa, 56/4-6)
Sonra da ayette
geçtiği gibi rüzgarla yerden savrulurlar: "Sana dağları sorarlar. De ki:
Rabbin onları ufalayıp savuracak." (Tâha, 20/105) "Sen dağları görür,
onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulut geçer gibi geçip
gider." (Nemi, 27/88)[13]
Daha sonra Allah
Tealâ, inkâr edenlerin o gün karşılaşacakları şeyi haber veriyor:
"Şüphesiz ki
cehennem bir pusudur. Azgınların dönüp dolaşıp girecekleri bir yerdir. Sonsuz
devirler boyunca içinde kalacaklardır." Yani cehennem ateşi Allah'ın
kaderi ve hükmünde, Rasul'e muhalefet edip asi olan büyüklenen, üstünlük
taslayan azgınlar için hazırlanmış bir pusudur. Devirler boyunca orada kalmak
üzere onlar için bir dönüş, varış ve kalış yeridir. Ayette geçen
"ahkâb" devirler, zamanın uzun bir dilimi anlamındadır. Bir dilim
bitip öbürü başlayacak ve öylece sonsuza kadar devam edecek. Pusu ise, pusu
kurulan yer anlamına olabileceği gibi, Allah'ın düşmanlarını bekleyen anlamına
bir sıfat da olabilir.
Ayet, cehennemin
yaratılmış bulunduğuna delildir. Çünkü "pusudur" yani hazırlanmıştır,
denmektedir. Cennet için de aynı şey geçerlidir; aralarında fark yoktur.
"Orada ne bir
serinlik, ne de içilecek bir şey tatmayacaklar. Sade bir kaynar su, bir de
irin, uygun bir ceza olarak." Cehennemde veya devirler boyunca, onun
sıcağına karşı faydalı bir serinlik tatmayacaklar, susuzluğunu giderecek bir
içecek de yoktur. Sadece "Hamım." O da aşırı kaynamış sıcak sudur.
Ve "Gassak." O da cehennem ehlinin irinidir. Bu azap, onların çeşit
ve miktar olarak işledikleri büyük günahın karşılığıdır. Ne şirkten büyük bir
günah ne de ateşten büyük bir azap vardır. Onların amelleri son derece kötüydü,
çirkindi, aynısı ile cezalandırıldılar. Allah Tealâ buyurdu ki: "Kötülüğün
karşılığı ona denk bir kötülüktür." (Şûra, 42/40) Ayetteki serinliğin
uyuklama ve uyku olduğu da söylenmiştir. Burada Allah Tealâ, kâfirlerin
azabının çeşidini açıkladıktan sonra, o cezanın hak olduğunu, âdil ve
amellerine uygun olduğunu açıklamıştır.
Ardından Allah Tealâ
onların suçlarının çeşitlerini sayarak şöyle buyurmuştur: "Çünkü onlar
hiçbir hesap ummuyorlardı, bizim ayetlerimizi alabildiklerine yalan
sayıyorlardı." Yani onlar kötü ameller ve çirkin işler yaptılar. Çünkü
sevap istemiyor hesaptan korkmuyorlardı, dirilmeye de inanmıyorlardı.
"Çünkü onlar hiçbir hesap ummuyorlardı." Hesabı ummuyor ve
korkmuyorlardı sözü, azapta ebedîliğin gerekçesidir.
Onlar Kur"an
ayetlerini, tevhid, nübüvvet ve ahireti şiddetli bir şekilde yalanlıyorlardı.
Bu da onların inançlarının, hakkı bile bile inkâr edip peygamberleri
yalanlayacak derecede bozuk olduğuna bir işarettir. Sonra Allah Tealâ bütün
amellerin yazıldığını haber veriyor:
"Biz her şeyi
yazıp saymışızdır." Yani biz kulların bütün amellerini bildik ve onların
adına yazdık. Hafaza melekleri tam ve eksiksiz olarak yazdı. Buna göre de
onlara karşılığını vereceğiz; hayır ise hayır, şer ise şer.
Sonra da azap anında
kınama ve başa kakma için onlara ne söyleneceği bildiriliyor: "İşte tadın!
Artık size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız." Yani cehennem
ehline, ayetleri yalanlamalarından, hareketlerinin çirkinliğinden dolayı
içinde bulunduğunuz azabı tadın, biz bundan başkasını arttırmayacağız,
denilmektedir. Abdullah b. Amr dedi ki: Ateş ehline bu ayetten daha şiddetli
bir ayet inmemiştir. Onlar ebediyen hep artan bir azaptadırlar "İşte
tadın! Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız."
[14]
Ayet-i kerimeler şu
hususları öğretmektedir:
1- Allah'ın
mahlukât arasında hüküm vereceği kıyamet günü bütün insanlar için, Allah'ın
vaadi olan sevap ve cezanın verilmesi için belirlenmiş bir vakittir.
2- Kıyamet
gününün başında üç önemli olay olacaktır: İsrafil'in Sur"a üfürmesi ve
insanların kabirlerinden cemaatler ve gruplar halinde gelmesi, göklerin
açılması veya yarılması, çatlaması ve kapılar gibi olması ve dağların asıl
yerlerinden oynatılıp kaydırılması.
3- Yüce
Allah kötülerin halini haber vermiş ve
onları iyilerden önce anmıştır. Çünkü surede söz tehdit üstüne kuruludur;
cehennem kâfir olmakla dinlerinde, zulüm ile de dünyalarında azan azgınlar
için bir pusudur ya da Allah düşmanlarını ona varıp düşünceye kadar onları
gözetlemektedir.
4- Ateşte
kalma şekilleri: Devirler sürdüğü müddetçe onlar cehennem ateşinde kalıcıdırlar.
O hiç kesilmez, bir devir bitince diğeri başlar.
5- Azgınlar
cehennemde veya devirler boyunca hararetlerini azaltacak bir serinlik ya da bir
uyku tatmayacaklar. Susuzluklarını giderecek bir içecek de yoktur. Sadece
kaynayan bir su ve ateştekilerin irinleri.
6- Bu cezada
bir zulüm söz konusu değildir, zira amellerine tam uygundur. Dirilişe iman
etmedikleri için amellerinin hesabından çekinmiyor-lardı. Peygamberlerin
getirdiklerini de şiddetle yalanlıyorlardı. Bu da onların Allah Tealâ'nın tevhid,
nübüvvet, ahiret ve Kur"an ile ilgili bütün delillerini yalanladıklarının
belgesidir.
Bu hassas ve adil bir
cezadır; Allah Tealâ onların hareketlerini değişmez, bozulmaz bir bilgi ile
bilmektedir, onların hesabına amellerini yazmıştır. Melekler de bilsin diye
bunu Levh-i Mahfuz'a, kulların durumu ile ilgili işleri yazmakla görevli hafaza
melekleri her şeyi onların aleyhine yazmıştır. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Halbuki sizin üstünüzde hakiki bekçiler, çok şerefli yazıcılar
vardır." (İnfitar, 82/10-11) "Biz her şeyi sayıp yazmışızdır."
sözü, Allah Tealâ'nın herşeyi bütün ayrıntılarıyla bildiğine delildir.
7-
"İşte tadın! Artık size azabı arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız."
sözünde Allah Tealâ'nın, gaip sigasmdan muhatap sigasına geçmesi ve cümlenin
yapı olarak cezanın iyiliklere nankörlük etmeleri ve ayetleri yalanlamalarının
bir sonucu olduğunu hissettirerek gazabının ne derece büyük olduğunu
göstermiştir.
Azabın artması,
"Kalplerinde hastalık (kâfirlik ve münafıklık) bulunanlara gelince, küfürlerine
küfür katar ve kâfir olarak ölürler." (Tevbe, 9/125) ayetinde olduğu gibi,
küfür ve inatlarının git gide artmasından ötürüdür ya da, sürekli devam etmesi
ile kendiliğinden yani zamanın geçmesi ile artması şeklindedir. Anlam şudur:
Biz sizi azaptan başka bir şeye geçir-miyeceğiz. Ateş ehlinin azabı süreklidir,
sonsuzdur. Allah Tealâ kâfirin azabını ebediyyen arttırır.
Bu ayet pek çok yönden
azapta mübalağaya delâlet ediyor:
a)
"Arttırmaktan başka bir şey yapmayacağız." cümlesindeki tekid.
b) "Hesap
ummuyorlardı" cümlesinde gaip sigası kullanılırken peşinden "İşte
tadın!" cümlesinde yüz yüze konuşma üslûbunun gelmesi. Bu da daha önce
geçtiği gibi gazabın ne denli büyük olduğunu gösterir.
c) Ayetler
ceza türlerini saydıktan sonra amellerine uygun bir ceza olduğuna hükmetmiş
ardından da onların suçlarını saymıştır. Daha sonra "İşte tadın!"
buyurmuştur. Adeta Allah Tealâ hüküm vermiş ve delil getirmiş, sonra da aynı
hükmü tekrar etmiştir. Bu da azapta mübalağayı göstermektedir.[15]
31- Şüphesiz takva
sahipleri için selâmet ve vuslat vardır.
32, 33, 34- Bahçeler,
üzüm bağları, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu kadehler,
35- Orada ne boş bir lakırdı, ne de birbirine
söylenen yalan söz işitirler.
36- Rabbinden bir
mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir.)
"Selâmet"
kurtuluş ve zafer ya da cennette bir kurtulma yeridir. "Bahçeler"
ise, meyvalı ve ağaçlı bostanlardır.
[16]
Allah Tealâ ateş ehli
olan kötülerin durumlarından bir miktar bahsettikten sonra cennet ehli olan
iyilerin kurtuluş ve zafer yerinden de söz etmiştir, onlar ateşten kurtulup
cennete sokulmuşlardır. Bunun Allah'ın bir lütfü ve ihsanı olduğu
açıklanmıştır. İyilerin ve kötülerin durumlarının gösterilmesi, düşünme ve
karşılaştırma, cennete götüren kulluğa teşvik ve ateşe götüren masiyet, küfür
ve yalanlama konusunda uyan için bir zemindir. Özet olarak Allah Tealâ
kâfirlere olan vaidini andıktan sonra iyilere olan vaadini de açıklamıştır.
[17]
Allah Tealâ iyileri ve
onlar için hazırladığı ikram ve ebedî nimetleri haber vererek buyuruyor ki:
"Şüphesiz takva sahipleri için selâmet ve vuslat vardır. Bahçeler, üzüm
bağlan, memeleri tomurcuklanmış bir yaşıt kızlar, dolu kadehler." Yani,
emirlerini yaparak ve yasaklarından kaçınarak Rablerinden korkanlara bir başarı
ve arzuyu yakalama, cehennemden kurtuluş vardır. Ağaçlı, meyvalı, tadı
lezzetli üzümleri olan bahçelerden, genç ve aynı yaşta kızlardan ve sarhoş
etmeyen içki ile dopdolu kadehlerden yararlanma vardır.
Üzümlerin bahçelere
atfedilmesi hâss'ın âmm'a atfedilmesi olup üzümlerin değerini yükseltmektedir.
İbni Abbas "Mefaz: selâmet" kelimesini gezinti yeri olarak tefsir
etmiş ve İbni Kesir de onu tercih etmiştir. Çünkü ondan sonra
"bahçeler" zikredilmiştir. Bahçeler de hurma ve diğerlerinden oluşan
bostanlardır.
"Orada ne boş bir
lakırdı, ne de birbirine yalan söylenen söz işitir." Orada batıl bir söz
duymazlar. Birbirlerine yalan da söylemezler. "Orada ne bir saçmalama ne
de bir günaha sokma vardır." (Tûr, 52/23) Bu, etrafın temizliğini ve edebî
seviyenin yüksekliğini gösterir. Nefisler de ondan hoşlanır. Dünya ise böyle
değildir; mümin insan burada nefse ağır gelen ve düşünceyi rahatsız eden şeyler
duyar. Cennette boş, seviyesiz ve faydasız söz yoktur. Yalan günahı da yoktur.
Bilakis orası mutluluk diyarıdır, oradaki her şey eksiklikten uzaktır.
"Rabbinden bir
mükâfat ve yeter bir bağış olarak (verilir.)" Onları imanları ve güzel
amellerinden dolayı Allah Tealâ'nın mükâfatlandırması, yeterli, tam, bol ve
çokça vermesi, onlara vaadetmiş olduğu kat kat mükâfatlar ve günahların
bağışlanması vaadine göre, O'nun lütfü ve ihsanı iledir.
[18]
Allah Tealâ, O'nun
emrine muhalefetten sakınan takva sahibi kullarına beş şey vaadetmiştir:
1- Ateş
ehlinin içinde bulunduğu durumdan kurtulma ve kazanç.
2- Zengin
bahçeler, meyvalar ve ağacı çeşitli bostanlardan yararlanma. Bu, gıda
güvencesidir.
3- Memeleri
tomurcuklanmış, yaşları bir huri kızlar.
4- Allah
Tealâ'nın "ki bundan baş ağrısına uğratılmayacakları gibi akılları da
giderilmez" (Vakıa, 56/19) şeklinde vasfettiği sarhoş etmeyen içkilerle
dolu kadehler. Bu da mubah eğlence keyfidir.
5- Cennette
tam bir güvenlik: Oradakiler batıl bir söz, içki ve eğlence meclislerinde
birbirlerini yalanlama duymazlar. Çünkü dünyada içkiciler sarhoş olup batıl
şeyler konuşurlar, cennettekiler ise içtiklerinde akılları bulanmaz, boş
konuşmazlar.
Cennet ehlinin nimet
çeşitleri sayıldıktan sonra rabbani bir lütufla şereflendikleri, Allah'ın o mükâfatları
kendi lütfundan verdiği, onlara yeterli, bol ve uygun bir bağışta bulunduğu
belirtilmektedir.
[19]
37- Göklerin, yerin ve
ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti umuma yaygın olan (Allah)tan
(bir mükâfat ve yeter bir bağıştır bu. Mahlûklar) O'na hitapta bulunmaya asla
muktedir olamazlar.
38- O gün Ruh ve
melekler saf halinde ayakta duracaktır. Rahmeti umuma yaygın olan (Allah)'in
kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) konuşamazlar. Onlarda doğruyu
söylemişlerdir.
39- İşte bu, hak olan o gündür. O halde dileyen
kişi Rabbine bir dönüş ve gidiş yeri edinsin.
40- Çünkü hakikaten
biz size yakın bir azabın tehlikesini haber verdik. O gün herkes elinin önden
yolladığı ne ise (ona) bakacak, kâfir ise " Ah, ne olurdu ben bir toprak
olaydım!" diyecek.
"O gün ruh ve
melekler saf halinde ayakta duracaktır." Cümlesinde genel, özele
atfedilmiştir. Çünkü Ruh Cebrail (a.s.)'dir, o da meleklerdendir. Kadrinin
yükseltilmesi için özellikle zikredilmiştir.
[20]
"O'na hitapta
bulunmaya" Korkundan kimse Allah ile karşılıklı konuşmaya muktedir
olamaz. "Ruh" Cebrail (a.s.)'dir. Kullar o gün "konuşamazlar"
sözü daha önce geçen "muktedir olamazlar" sözünün tekididir. Beyzavi
dedi ki: Mahlukâtın en faziletlileri ve Allah'a en yakınları olarak onlar,
uygun kişi için şefaat gibi doğru olan bir işi dahi izinsiz konuşmaya muktedir
olamıyorlarsa, onların dışındakiler nasıl muktedir olabilirler?
"Doğruyu
söylemişlerdir." Yani razı olunacak birisine şefaat etmek gibi doğru bir
sözü söyleyen müminler veya meleklerden birisi. "İşte bu, hak olan o
gündür." Muhakkak gerçekleşecek olan kıyamet günüdür. "Rabbine bir
dönüş ve gidiş yeri edinsin." O gün azaptan kurtulması için iman ve ta-at
ile Allah'a dönsün.
Ey Mekkeliler ve
diğerleri! Gelecek olan kıyamet gününün azabını "yakın bir azabı size
haber verdik." Her gelecek yakındır. "O gün herkes" hazırlamış
olduğu hayır veya şer her ne ise onu görünce "iki elinin önden yolladığı
ne ise (ona) bakacak kâfir ise" azap görmemek için "Ah, ne olurdu ben
bir toprak olaydım!" diyecek." Bunu Allah'ın birbirlerinden kısas
için hayvanları hasredip sonra toprak olduklarını görünce, onlar gibi olmayı istediğinde
söyleyecektir.
[21]
Allah Tealâ kâfirlere
yönelik tehdidi ve takva sahiplerine vadi dile getirdikten sonra sözü,
azameti, celâli ve özellikle kıyamet günü olmak üzere rahmetinin kapsamlılığı
ile bağlamış, peşinden de o günün hak olduğunu, şüphe taşımadığını, insanların
o konuda Allah'tan uzak olup varacağı yer ateş olanlar ve Allah'a yakın olup
varacağı yer cennet olanlar şeklinde üzere iki grup olduğunu açıklamıştır.
Ardından da yine inatçı kâfirlerin küfürlerinin akibetini dile getirmiştir.
[22]
Allah Tealâ azameti,
celâli ve rahmetinin her şeyi kapsadığını haber vererek buyuruyor ki:
"Göklerin, yerin
ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbi, rahmeti umuma yaygın olan (Allah)'tan
(bir mükâfat ve yeter bir bağıştır bu. Mahluklar) O'na hitapta bulunmaya asla
muktedir olamazlar" İman ve taat ehline en güzel karşılık ve uygun bağış,
azamet ve celâl sahibi, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin
Rabbi, rahmeti her şeyi kuşatan Rahman'dandır. O heybeti ve yüceliğinden ötürü
izni olmadan kimsenin O'na hitapta bulunmaya başlayamıyacağı Rabtır.
Sonra bu durumu şu
sözü ile pekiştirmiştir:
"O gün Ruh ve
melekler saf halinde ayakta duracaktır. Rahmeti umuma yaygın olan (Allah)'m
kendilerine izin verdiğinden başkaları (o gün) konuşamazlar. Onlarda doğruyu
söylemişlerdir." Kıyamet gününde Allah'ın azameti tecelli edecek,
mahlukâtın gözleri Önüne serilecektir. O kadar ki Cebrail (a.s.) ve bütün
seçilmiş melekler mahlukâtın mevki ve rütbe olarak en yüksektekileri oldukları
halde korkunç kıyamet gününde ancak iki şartla konuşabileceklerdir.
Birincisi:
Allah'tan şefaat izni: "O'nun izni olmadıkça nezdinde şefaat edecek
kimmiş!" (Bakara, 2/255), "Gelecek olan o günde Allah'tan izinsiz
hiçbir kimse konuşamaz." (Hud, 11/105), "O gün Rahman'ın kendisine
izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda
vermez." (Tâha, 20/109).
İkincisi:
İzin şefaat eden için ise, hak ve doğru söylemelidir. İzin şefaat edilen için
ise o şefaat edilen dünyada doğru söyleyen, yani tevhide şe-hadet eden
"Lailâhe illallah" diyen birisi olmalıdır.
Ruh:
Çoğunluğun görüşüne göre, şu ayetten ötürü Cebrail (a.s.)'dir: "Onu
güvenilir Ruh indirdi. Uyaranlardan olman için senin kalbine (indirdi)."
(Şuara, 26/193-194) İbni Abbas dedi ki: "O, yaratılış olarak en büyük
meleklerden bir melektir." İbni Mesud da şöyle demiştir: "O göklerden
ve yerden daha büyük bir melektir."
Ayette meleklerin ve
Cebrail (a.s.)'in yer ve değer olarak mahlukâtın en büyüğü olduğuna ve kıyamet
gününün büyüklük ve dehşetine işaret vardır.
Sonra Allah Tealâ,
kıyamet günün hak olduğunu şüphesinin olmadığını haber vermiş ve şöyle
buyurmuştur:
"İşte bu, hak
olan o gündür. O halde dileyen kişi Rabbine bir dönüş ve gidiş yeri
edinsin" İşte o meleklerin belli bir şekilde duracakları, gerçekleşeceğinde
şüphe olmayan gerçek, hak gündür. Kim kurtulmak istiyorsa, gerçek bir iman ve
ameli salih ile Rabbinin sevabına bir yol edinip onu Rabbine yaklaştıracak,
lütfuna kavuşturacak, cezasından uzak tutacak yola girsin.
Allah Tealâ tekrar
kâfirleri tehdit ederek o günden korkutup uyarmaya dönerek şöyle buyurdu:
"Çünkü hakikaten
biz size yakın bir azabın tehlikesini haber verdik. O gün herkes elinin önden
yolladığı ne ise (ona) bakacak, kâfir ise "Ah, ne olurdu ben bir toprak
olaydım" diyecek." Ey Mekke ehli ve kâfirlerden emsalleriniz! Biz
vukuu yakın olan bir azap için -ki o kıyamet günüdür- sizi uyardık ve
korkuttuk. O, vukuu kesin olduğu için yakın sayılmıştır; her gelecek yakındır.
Nitekim ayette bu mana vardır: "Onlar bunu görecekleri gün sanki (günün)
bir akşamından, yahut bir kuşluğundan başka durmamışlardır." (Naziât,
79/46) Allah Tealâ'nın buyurduğu gibi bu yakın günde herkes dünyada hazırlamış
olduğu hayır ve şerre bakar: "O gün herkes ne hayır istediyse karşısında
(onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa da onunla kendi arasında uzak
bir mesafe olmasını arzu edecek." (Ali İm-ran, 3/30).
Übey b. Ka'b, Ukbe b.
Ebi Muayt, Ebu Cehil ve Ebu Seleme b. Abdu-lesed el- Mahzumi gibi kâfirler
karşılaştıkları azap ve eziyetin çeşidinden dolayı "Ah ne olurdu ben bir
toprak olaydım!" diyecekler. O, dirilen bir insan olmamayı, birbirleri ile
kısastan sonra toprak olan hayvanlar gibi olmayı temenni edecekler. İbni
Kesir'in zikrettiğine göre bu mana meşhur Sûr hadisinde ve Ebu Hureyre,
Abdullah b. Amr ve diğerlerinden gelen haberlerde rivayet edilmiştir. Bu
haberlerin özü şudur: Hayvanlar haşr olacak ve boynuzsuzun hakkı boynuzludan
alınacak, sonra da toprak olacaklardır. Kâfir de azaptan kurtulmak için
onların haline imrenecektir.
Son iki ayet,
insanların kıyamet gününde iki fırka olacaklarına delâlet etmektedir: Allah'ın
sevabına ikram ve rızasına yakın olan müminler grubu ve Allah'ın rahmetinden
uzak, azap çeşitlerine düşmüş inkarcı kâfirler.
[23]
Ayetler şu hususlara
işaret etmektedir:
1- Allah
Tealâ'nın dünya ve ahirette iki büyük sıfatı vardır: Onlar da azamet ve celâl
sıfatlarıdır. O, göklerin, yerin ve evrenin, her şeyi kuşatan rahmetin
Rabbidir. O, Rahman Rahimdir.
2- Allah'ın
azameti, kıyamet gününde şefaate izin
verdiğinin dışında hiç kimsenin O'na hitaba muktedir olamamasını
gerektirmiştir.
3- Cebrail
ve melekler kıyamet vaktinde, rablerine tazimleri, O'ndan korkuları ve O'na
boyun bükmelerinden dolayı konuşamayacaklardır. Başkalarının hali nice olur?
4- Kıyamet,
hiç şüphe edilmeyecek şekilde kesin bir gerçektir. Ebedî saadete eren kişi, o
günde Rabbinin huzuruna iman ve amel-i salihle gelmiş olandır.
5- Kıyamet
ve ondaki azabın vukuu yakındır. Çünkü her gelen yakındır. O gün her insan
hazırladığı hayır ve şerri bulacaktır.
6- Kâfir
kıyamet günü gördüğü azaptan dolayı toprak ya da bir şeyle mükellef olmayan bir
hayvan olmayı dileyecektir.
[24]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/321.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/321.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/321-322.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/323.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/323-324.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/324.
[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/324-326.
[8] en-Nazzam el-A'rac, Garâibu'l-Kur'an, VII/30.
[9] Razi, XXXI/9.
Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/326-328.
[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329-330.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/329-330.
[13] Razi, XXXI/11-12.
[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/330-332.
[15] Razi, XXXI/19.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/332-333.
[16] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334.
[17] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334.
[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/334-335.
[19] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/335.
[20] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/336.
[21] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/336-337.
[22] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/337.
[23] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/337-339.
[24] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/339.