Nebe" suresi kırk
âyettir. Medine'den nazil olmuştur.[1]
Rahman ve Rahim olan
Allanın adıyla.
1- Onlar,
birbirlerine neyi soruşturup duruyorlar?
Ey Muhammed, Allaha
ortak koşan Kureyş müşrikleri neyi sorup duruyorlar? Senin davet ettiğin din
hakkında ve senin peygamberliğin hususunda tartışıp duruyorlar.[2]
2-3-
İhtilafa düştükleri o büyük haberdan soruyorlar.
İnsanların, hakkında
ihtilaf ettikleri, bazılarının kabul edip diğerlerinin yalanladığı bu büyük
haberden maksat, Katade ve îbn-i Zeyd'e göre, "Öldükten sonra
dirilmektir." İnsanlar ölümü bizzat gizleriyle gördüklerinden dolayı onu
yalanlamaları mümkün değildir. Fakat öldükten sonra dirilmeyi gözleriyle
görmedikleri için bu büyük haberi bazdan tasdik eder mümin olurlar bazdan da yalanlayıp
inkara düşerler.
Mücahid'e göre ise
âyette zikredilen büyük haberdarı maksat, Kur'an-ı Kerim'dİr. İnsanlar Kur'anı
kabul edip etmemek hususunda iki kısma aynim iş ve bu hususta ihtilafa
düşmüşlerdir.[3]
4- Hayır,
yakında bileceklerdir.[4]
5- Yine
hayır yakında bileceklerdir.
Allah teala bu
âyetlerde, öldükten sonra dirilmeyi inkar eden müşriklere cevap veriyor ve
onları tehdit ederek buyuruyor ki:"Hayir, durum müşriklerin zannettikleri
gibi değildir. Kıyamet gününde onlar, Allahın, kâfirlere ne yaptığını
bileceklerdir.
Dehhak, bu iki âyetin
birincisinin kâfirleri tehdit ettiğini diğerinin ise müminlere müjde
mahiyetinde olduğunu söylemiştir. Bu izaha göre âyetlerin manası şöyledir:
"Hayır, kâfirlerin, yakında neyin ne olacağını bileceklerdir. Yine hayır,
müminler de yakında neyin ne olacağını bileceklerdir."[5]
6- Biz,
yeryüzünü bîr döşek.[6]
7- Dağları
da, yeryüünü tutan kazıklar yapmadık mı?
Allah teala bu
âyetlerden itibaren insanlara, dünyada lütfettiği çeşitli nimetleri
zikretmekle, kâfirlerin bu nimetlere karşı nankörlüğü yüzünden onları âhirette
cehennem azabına uğratmakla tehdit etmektedir. Böylece insanlar diişünüp
aklılarını başlarına alsınlar. Allanın nimetlerine karşı şükranda bulunup
âhiretteki ebedi nimetlerine erişsinler.
İşte Allah teala
nimetlerini sayarak şöyle buyuruyor Ey insanlar, biz yeryüzünü sizler için bir
beşik haline getirmedik mi? Siz onu yatak ve yorgan edinip üzerine yatarsınız.
Dağlan, yeryüzünün sarsılmaması için kazıklar halinde kılmadık mı? Çadırların,
ayakta durması için ipleriyle kazıklara bağlandıkları gibi yeryüzün de bu
dağlarla bağlanmıştır.[7]
8- Sizi çift
çift yarattık.[8]
9- Uykunuzu
bir dinlenme vasıtası yaptık.[9]
10- Geceyi,
sizi saran bir örtü yaptık.[10]
11- Gündüzü
de geçiminizi temin için çalışma zamanı kıldık.[11]
12-
Üzerinize de yedi sağlam gök yaptık.
Biz sizi, erkekli
dişili, uzun, kısa, güzel ve çirkin olarak türlü şekillerde yarattık. Uykunuzu
sizin için bir dinlenme vasıtası kıldık. Sizler, diri olduğunuz halde ölü
imişsiniz gibi uyursunuz. Geceyi sizin için bir elbise, bir örtü olarak
yarattık. O, karanlığı ile sizi bürür ki çalışmayı durdurup dinlenesiniz.
Gündüzü de sizin için geçim temin etme zamanı kddık. Onu aydınlık yaptık ki
istediğiniz yere gidebilesiniz ve dünya işlerinizi güresiniz. Üzerinize sapa
sağlam yedi gök yaptık. Onlarda ne bir çatlak vardır ne de bir kırık.. Onlar
zamanla eksilmezler de.[12]
13- Gökte
parıl parıl parlayan bir güneş yarattık.
"Parıl parıl
parlayan" diye tercüme edilen kelimesi
Mücahid ve Süfyan es-Sevri
tarafından bu şekilde izah ediliş, Abdullah b. Ab-bas ve Katade-tarafından ise
"Aydınlatan, ışık saçan" şeklinde izah edilmiştir.[13]
14- Yağmaya
hazır bulutlardan bol bol sular indirdik.
"Yağmaya hazır
bulutlar" diye tercüme edilen "Mu'si-rat" kelimesi, Abdullah b.
Abbas, Süfyan es-Sevri ve Rebi" b. Enes tarafından bu şekilde izah edilmiş
Taberi de bu görüşü tercih etmiştir.
Yine Abdullah b.
Abbas, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen diğer bir görüşe göre bu
kelimeden maksat, "Yağmur yüklü bulutlan taşıyan rüzgarlardır." İbn-i
Zeyd bunu izah ederken şu âyeti okumuştur: "Rüzgarları gönderip onlarla
bulutları yürüten, gökte bulutlan dilediği gibi yayan ve parça parça ayıran
Allahtır."[14]
Hasan-ı Basri ve
Katade ise demişlerdir ki: "Bu kelimeden maksat, göklerdir." Buna
göre âyetin manası: "Biz, göklerden bolca yağmur gönderdik." demektir.
"Bol" diye
tercüme edilen "Seccacen" kelimtsi, İbn-i Vehb tarafından bu şekilde
izah edilmiş, Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade ve Rebi' b. Enes tarafından
ise "ard arda dökülen" şeklinde izah edilmiştir. Taberi de bu izah
şeklini tercih etmiş ve Resulullahın, Hac hakkında buyurduğu şu hadiste bu
kelimenin bu manaya geldiğini söylemiştir.
Hz. Ebubekir diyor ki:
''Resulullaha
"Hangi hac daha efdaldir?" diye soruldu. O da: "Çokça tebi-ye
yapılan ve çokça kurban kanı akıtılın hacdır." buyurdu.[15] Bu
hadisle "Kan akıtılan" diye tercüme edilen "Esseccü"
kelimesi zikrerilmiştir.[16]
15-16-
Onunla tane ve bitkiler, dalları birbirine girmiş gür ağaçlı bahçeler
yetiştirelim diye.
Biz, gökteki yağmur
yüklü bulutlardan su indirdik ki onunla insanların yiyecekleri taneleri,
hayvanların yiyecekleri otlar ve insanların, meyvelerinden istifade edecekleri
birbirine ginniş bahçeler ortaya çıkaralım.[17]
17- Şüphesiz
ki haklıyı haksızdan ayırma günü, tesbit edilmiş bir vakittir.[18]
18- O gün
sur'a üflenir ve bölük bölük (mahşere) gelirsiniz.
Şüphesiz ki Allahın.
yarattıklarını bibirlerinden ayırdedeceği, haklının hakkını haksızdan alacağı
gün, tayin edilmiş bir gündür. O günde Allah herkese layık olduğu şekilde
muamele edecektir. İşte o gün sure üflenecek, sizler, bölük bölük Allahın
huzuruna geleceksiniz. Zira her peygamber kendi ümmetiyle gelecektir. Nitekim
diğer bir âyette de şöyle buyurulmaktadır:"Kıyamet günü bütün insanları
önderleriyle çağıracağız."[19]
19- Gök
açılacak, kapı kapı olacaktır.[20]
20- Dağlar
yerlerinden yürütülüp serap olacaktır.
O gün gök
parçalanacak, onda yollar açılacaktır. Veya o gün gök parçalanacak, herbir
parçası kapılar haline gelecektir. Dağlar yerlerinden yürütülüp yok olacaktır,
Artık onlar bir serap haline gelecek ve onlan görnıek hayal olacaktır.[21]
21- Şüphesiz
ki cehennem bir gözetleme yeridir.
Taberi bu âyet-i
kerimeyi şu şekilde izah etmiştir: Şüphesiz ki cehennem gözetleyicidir. O,
kendisine girip içinde kalacak ve kendisinden geçip cennete gidecek olan
insanları sabırsızlıkla beklemektedir."
Hasan-ı Basri ve
Kalade diyorlar ki: "Bu uyet-i kerime gösteriyor ki hiç-, bir kimse cehennem
azabından geçmeden cennete gidemeyecektir."
Nitekim bu hususta
diğer bir âyette de şöyle Duyurulmaktadır: "Sizden cehenneme uğramayacak
hiç kimse yoktur. Bu, rabbinin üzerine aldığı değişmez bir hükümdür."[22]
22-
Azgınların varacakları yerdir.
Cehennem, dünyada iken
Allahm koyduğu sınırlan aşan azgınlar için bir konak ve bir sığınaktır. Zira
onların gidecekleri başka yerleri yoktur.[23]
23- Orada
çağlar boyu kalacaklardır.
Bu âyet-i kerime
çeşitli şekillerde izah edilmiştir. Bunları beş görüş olarak Özetlemek
mümkündür. '
a- Katade ve
Rebi' b. Enes bu âyeti, haddi aşanların cehennemde, ardı arkası kesilmeyen
çağlarda kalacaklarını ifade ettiğini söylemişlerdir. Taberi de bu görüşü
tercih etmiştir.
b- Taberi bu
âyeti şu şekilde izah etmenin de mümkün olacağını söylemiştir. Haddi aşanlar,
cehennemde, belli bir azap içinde çağlar boyu kalacaklar sonra o azapları
değiştirilip kendilerine başka azaplar yapılacaktır. Nitekim Allah teala bu
hususta başka âyetlerde de şöyle buyurmaktadır. "Bu böyle... Şüphesiz
haddi aşan azgınlar için de kötü bir akıbet vardır." "O da
cehennemdir. Onlar oraya gireceklerdir. Ne kötü döşektir o." "İşte
kaynar su ve irin. Tatsınlar onu," "Buna benzer daha başka çeşit
çeşit azaplar."[24]
c- Halid b.
Ma'dân ise bu âyet-i kerimenin ve "Gökler ve yer durdukça onlar ateşte
kalacaklardır. Ancak rabbinin dilemesi müstesnadır..."'[25]
âyet-i kerimesinin, müminlerin günahkarları hakkında olduğunu, onların,
günahlarına göre uzun zamanlar cehennemde kalabileceklerini ifade ettiğini
söylemiştir.[26]
d- Mukatil
b. Hayvan, bu âyet-i kerimenin, "Artık tadınız. Size azabı artırmaktan
başka bir şey yapmayacağız." âyetiyle neshedüdiğini söylemişse de Taberi
birinci âyetin, geleceğe ait bir haberi bildirdiğini, haberlerin ise
neshedilmelerinin mümkün olmadığını bu sebeple bu görüşe itibar edilemeyeceğini
söylemiştir.
e- Diğer bir
kısım âlimler ise âyette zikredilen "Çağlar boyu" ifadesinden
maksadın, uzun zaman olduğunu söylemişler ve bu zamanın miktarında farklı
görüşler zikretmişlerdir.
Beşir b. Ka'b'a göre
burada ifade edilen "Çağlar'Man her birinin süresi üç yüz senedir. Her
sene üç yüz altmış gündür. Ve her gün de bin güne denktir.
Hz. Ali, Ebu Hureyre,
Abdullah b. Abbas, Said b. Ciibeyr, Katade ve Re-bi' b. Enes'e göre ise âyette
zikredilen çağlardan her birinin müddeti seksen yıldır her yıl on iki aydır. !
ler ay otuz gündür. Her gün de bin yıldır.
Hasan-ı Basri'ye göre
ise burada zikredilen "Çağlar"m, aslında sayısı söz konusu değildir. Bunlar ebedilik ifade
ederler. Bununla birlikte tek bir çağın yetmiş
bin yd olduğu, bu yılların her bir gününün de dünyada sayılan günlerden bir gün
olduğu zikredilmiştir.[27]
24- Orada ne
bir serinlik ne de içecek bir şey tadacaklardır.[28]
25-26- Ancak
yaptıklarına uygun olarak kaynar su ve irin tadacaklardır.
Haddi aşanlar,
cehennemde ne kendilerini serinletecek soğuk bir şey tadacaklar ne de
susuzluklarını giderecek bir meşrubat içeceklerdir. Onlar sadece son derece
kaynar sular bir de cehenemliklerin yanmasından dolayı akan kan ve irinleri
tadacaklardır.
Ayet-i kerimede geçen
ve "Serinlik" diye tercüme edilen kelimesi bir kısım müfessirler
tarafından "Uyku" olarak izah edilmiş cehennemliklerin uyku
tatmayacaklarını söylemişlerdir. Ancak Taberi kelimesinin bilinen manasının
"Soğukluk" olduğunu söyleyerek bu görüşü uygun bulmamıştır.
Yine âyet-i kerimede
geçen ve "İrin" diye tercüme edilen ( "Gassakan" kelimesi,
müfessirler tarafından çeşitli şekillerde izah edilmiştir.
Bazı müfessirler bu
kelimeden maksadın, cehennem ateşinde yananlardan dökülen kan, irin, sarı su,
göz yaşı vb. şeyler olduğunu söylemişler ve bunlardan her biri bu kelimeyi
cehennemliklerden akan farklı şeylere yorumlamışlardır.
Atiyye. Katade ve
İbn-i Zeyd "Gassakan" kelimesinden maksadın, cehenenmliklerin et ve
derilerinden akan kan ve irin olduğunu, İbn-i Zeyd "Gassak'ın cehennem
ateşi, cehennemlikleri yakıp erittiğinde oniann derilerinden çkan ve belli bir
havuzda toplanan cerahat olduğunu'bu cerahatin da cehennemliklere içecek olarak
sunulduğunu söylemişlerdir.
İkrime
"Ğassak"ın. cehennemliklerin gözlerinden akan kan ve irin olduğunu,
Süfyan es-Sevri, "Ğassak"m, cehennemliklerin gözlerinden akan yaş olduğunu,
İbrahim en-Nehai ve Ebu Rezin ise "Ğassak"m, cehennemliklerin yıkandıkları
sular ve onlardan akan kan ve irinler olduğunu söylemişlerdir.
Diğer bir kısım
âlimler ise "Ğassak"m, insan suresinin on üçüncü âyetinde geçen
"Zemherir" yani çok soğuk demek okluğunu söylemişlerdir. Abdullah b.
Abbas, Mücahid. Rebi' b. Enes ve Ebu Aliye bu görüştedirler, ancak Mücahit),
bunun boğazdan geçmeyecek kadarsoğuk bir içecek okluğunu söylemiştir.
Abdullah b. Büreyde'ye
göre ise "Ğassak"tan maksat, pis kokan bir içecektir. Taberi
"Ğassak"tan maksadın, cehennemde bulunan ve "Zemherir" diye
isimlendirilen çok soğuk bir içecek olduğunu ve çok pis koktuğunu söylemiştir.
Taberi bu hususta şu hadi s-i şerifi rivayet etmiştir.
Ebu Said el-Hudri,
Resuiullahm şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
'Şayet ğssaktan
dünyaya bir kova dökülecek olsa dünya halkı kokar."[29]
27- Onlar
hesaba çekileceklerini ümit etmiyorlardı.
Bu kâfirler dünyada
iken, Allanın, âhirette kendilerini, verdiği nimetlerden dolayı hesaba
çekeceğini sanmıyorlardı.
îbn-i Zeyd diyor ki:
"Onlar, öldükten sonra dirilip hesaba çekileceklerine iman etmiyorlardı.
Bu sebeple öldükten sonra hesaba çekileceklerini sanmaları mümkün değildi.
Allah bunlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Şöyle dediler: "Ölüp toprak
ve kemik olduğumuz zaman mı? Biz mi o zaman tekrar diriltilecek misiz?"
"Şüphesiz biz de daha önce atalarımızın tehdit edildiği şöyle tehdit
edildik. Bu, Öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir." [30]
"Kâfirler birbirlerine şöyle dediler: "Vücudumuz parça parça ayrılıp
toprak olduktan sonra, yeniden yaratılışla dirileceğinizi haber veren bir adam
gösterelim mi size?" [31]
"Acaba o, Alîaha karşı yalan mı uyduruyor? Yoksa onda bir delilik mi
var?"[32]
Evet, Resulullah
müşriklere, öldükten sonra dirileceklerini haber verdiğinde onlar, Resuiullaha
bu gibi iftiralarda bulunuyorlardı.[33]
28-
Âyetlerimizi durmadan yalanlıyorlardı.[34]
29- Biz,
herşeyi yazarak say m iş izdir.[35]
30- Artık
tadınız. Size azabı artırmaktan başka bir şey yapmayacağız.
Bu kâfirler,
delillerimizi ve âyetlerimizi devamlı olarak yalanladılar. Biz de herşeyi
saymış tesbit etmişizdir. Herşeyin sayısı ve miktarı yazılıdır. Hiçbir şey
bizim ilmimizin dışında kalamaz. Bu kâfirlere cehennemde şöyle denecektir.
"Ey kâfirier, dünyada iken yalanladığınız Allahın azabını tadın. Biz,
sizin, içinde bulunduğunuz azabı artınnaktan başka bir şey yapmayacağız.
Abdullah b. Amr diyor
ki: "Cehennemlikler için bundan daha dehşetli bir âyet inmemiştir. Bu
âyet, onların azabının artırılacağım beyan etmektedir."[36]
31-34-
Şüphesiz, rablcrindcn korkanlar için kurtuluş, bahçeler, bağlar ve göğüsleri
tomurcuklanmış yaşıt kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.[37]
35- Onlar
cennette ne boş bir söz ne de bir yalan işitirler.
Şüphesiz takva
sahipleri için, cehennem ateşinden kurtulup cennete^eriş-me ve arzuladıklarım
elde etme mükafaatı vardır. O arzuladıkları şeyler, bahçeler, bağlar, aynı
yaşta memeleri tomurcuklanmış kızlar, içleri dolu dolu kadehler vardır. Onlar
cennette ne batıl bir söz işitecekler ne de yalan.
Abdullah b. Abbas,
"Kurtuluş" diye tercüme edilen "Mefazen" kelimesini,
"Gezimi yeri, mesire" şeklinde izah etmiştir. "Dolu, dolu"
diye tercüme edilen "Dihakan" kelimesi, Abdullah sb. Abbas, Ebu
Hureyre, Hasan-ı Basni Mücahid ve Katade tarafından bu şekilde izah edilmiş
İkrime ise bundan maksadın "Arınmış" demek olduğunu söylemiştir.
Buna göre âyetin manası: "Takva sahiplerine arınmış, katıksız içeceklerle
dolu kaseler sunulacaktır." elemektir.
Said b. Cübeyr,
Mücahid ve İbn-i Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre "Dihakan"
kelimesinden maksat, "ard arda dökülen"demektir. Buna göre de âyetin
manası şöyledir: Takva sahiplerine, arka arkaya akan kaseler vardır"[38]
36-
Kıınfctr, rabbİndcn bir ıııükafaat ve yeterli bir lülıillıir.
Âyette geçen ve
"Yeterli" diye tercüme edilen "Hisaben" kelimesi, Mücahit,.
Katade ve İbn-i Ze'yd tarafından "Hesap edilerek" şeklinde izah
edilmiştir. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Takva sahiplerine verilecek
olan bu nimetler, rabbin tarafından onların amellerine kargılık verdimi bir
mükafaat ve yaptığı amelleri hesaba katılarak verilen bir lütufiur."
İbn-i Zeyd diyor
ki:"A!Iah teala, takva sahiplerinin bir ameline karşı on, yedi yüz ve daha
fazla mükfaat verecektir. Bu, onların amellerinin tam karşılığı olmayıp
Aîlahın, lütfundan verdiği fazlaca nimetlerdir.
İbn-i Zeyd bu âyeti
izah ederken şu âyetleri okumuştur: "Kim bir iyilik ortaya koyarsa ona o
iyiliğin on katı vardır. Kim de bir kötülük işlerse sadece o kötülüğün misliyle
cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar." "Mallanın Allah
yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak
veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü
geniş olan ve*herşeyi bilendir."[39]
37- O,
göklerin, yerin ve ikisi arasıııdakilcrin rabbidir. O, rahman olan Alhmtır. Hiç
kimse onun önünde konuşamaz.
Takva sahiplerine bu
mükafaatları veren rabbin. göklerin, yerin ve tınların arasında bulunan
varlıkların ninnidir. O, rahmandır. Yaratıklarını .esirger. Âhirette izin
verdiklerinin dışında kimse onun karşısında konuşamaz. Ve onunla tartışmaya
giremez.[40]
38- Cebrail
ve meleklerin saf saf dizildikleri günt rahman olan Aîlahın izin verdiği ve doğru
konuşan hariç, onun huzurunda kimse konuşamaz.
"Cebrail"
diye tercüme edilen "Ruh" kelimesi. Dchhak ve Şa'bî tarafından bu
şekilde izah edilmiştir.
Abdullah b. Mes'utl ve
Abdullah b. Abbas tarafından nakledilen diğer bir görüşe göre "Ruh"
kelimesinden maksat, meleklerin, yaratılış bakımından en büyük olanıdır.
Mücahid. A'meş ve Ebu
Salih'e göre ise "Ruh" kelimesinden maksat, insan şeklinde olan ve
fakat insan olmayan diğer yaratıklardır.
Katade ve Ilasan-ı
Basıi'ye göre ise "Ruh" kelimesinden maksat insanlardır
Abdullah b. Abbas'tan
nakledilen tliğer bir görüşe göre de "RulV'tan maksat, insanların
ruhlarıdır. Bu izaha göre âyetin manası şöyledir: "Birinci sur ile ikinci
sur arasında, ruhlar bedenlere iade edilmeden önce onlar ve melekler saf saf dizildikleri
zaman, rahman olan Aîlahın izin verdiği ve doğru konuşan hariç, onun huzurunda
kimse konuşamaz/1
İbn-i Zeyd ise
babasının, "Ruh"tan maksadın. "Kur'an" olduğunu söylediğini
ve şu âyeti okuduğunu söylemiştir. "Ey Muhammed, böylece biz sana emrimizle
bir ruh (insanlar için bir hayat olan Kur'an) vahyettik. Sen önceleri kitap
nedir iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu bir nur kıldık. Kullarımızdan dilediğimizi
onunla hidayete erdiririz. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yolu
gösteriyor--sun."[41]
Taberi, burada
zikredilen "Ruh"tan maksadın. Allanın yaratıklarından bir yaratık
olduğunu, bu yaratığın zikredilen şeylerden herhangi birisi olabileceğini,
kelimeyi bunların birine tahsis etmenin doğru olmadığını, çünkü buna dair herhangi
bir nass bulunmadığım söylemiştir.
Ayet-i kerimede,
Rahman olan Allahın izin verdiği ve doğru konuşan hariç kimsenin, Allahın
huzurunda konuşamayacağı zikredilmektedir. Buradaki "Doğru
söyleyenler"den maksat, İkrime'ye göre meleklerdir. Allah, cennetlikleri
cennete cehennemlikleri de cehenneme sevkeîtiğinde melekler bunlardan her birinin
nereye gittiğini soracaklar, gittikleri yerleri öğrenince de kâfirler için
"Bu, onların yaptıklarının karşılığıdır. Allah onlara
zulmetmemiştir." diyeceklerdir. Müminler için de "Allahın rahmetiyle
cennete giriyorsunuz." diyeceklerdir.. İşte kıyamet gününde doğru söyleyen
o meleklerin konuşmasına izin verilecektir.
Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Ebu Salih ve yine İkrime'den nakledilen diğer bir görüşe göre burada
zikredilen "Doğru söyleyenlerden maksat, dünyada iken kelime-i şehadet
getirip onun gereğince amel edenlerdir. Âhirette sadece bu insanların
konuşmasına izin verilecektir.
Taberi, âyetin bu
izahlardan herhangi biriyle tahsis edilmesinin doğru olmadığım, manasının
hepsini kapsar mahiyette olduğunu söylemiştir.[42]
39- İşte bu,
hak olan bîr gündür. Dileyen, rabbinc giden bir yolu tutar.
İşte ruhun ve
meleklerin saf saf dizileceği kıyamet günü, kendisinde şüphe olmayan hak bir
gündür. Kullardan kim dilerse bu günü tasdik ederek ve bugün için hazırlık
yaparak rabbine giden bir yolu tutar ve kurtuluşa erer.[43]
40- Şüphesiz
ki biz sizi yakın bir a/apla uyardık. O gün kişi yaptığı amellere bakar. Kâfir
ise "Keşke toprak olsaydım." der.
Ey insanlar, şüphesiz
ki biz sizi yakın bir azapla uyardık. O azabın geldi-ği gün, mümin kul, dünyada
iken ne işlediğine bakar. Salih amelinden dolayı Allahtan sevap bekler. Kötü
amellerinden dolayı da Allahın cezalandırmasından korkar. Kâfir ise Allahın
azabından kurtulmayı temenni ederek: "Keşke ben de hayvanlar gibi toprak
olsaydım." der.
Abdullah b. Amr, Ebu
Hureyre ve Süfyan es-Sevri, kıyamet gününde Allahın, bütün varlıkları diriltip
bir araya getireceği ve onların birbirlerinden haklarım aldıktan sonra
hayvanlara "Toprak olun" diyeceğini, işte o zaman kâfirlerin
"Keşke biz de toprak olsaydık." diyeceklerini söylemişlerdir.
Abdullah b. Zekvan
ise: "İnsanlar arasında hüküm verildikten sonra ce-henmemliklerin
cehenneme gitmeleri emredilecek, Âdemoğlu dışındaki cin ve benzeri varlıkların
müminlerine "Toprak olun" denilecek. İşte onları duyan kâfirler de
"Keşke biz de toprak olsaydık." diyeceklerdir." demiştir.[44]
[1] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/541.
[2] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/541.
[3] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/541-542.
[4] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/542.
[5] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/542.
[6] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/542.
[7] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/542-543.
[8] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/543.
[9] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/543.
[10] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/543.
[11] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/543.
[12] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/543.
[13] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/544.
[14] Rum Suresi, 30/48.
[15] Tinnizî, K.eMlue, bab: 14, Ihı.Hs nn: 827.
[16] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/544-545.
[17] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/545.
[18] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/545.
[19] Isra Suresi, 17/71
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/545-546.
[20] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/546.
[21] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/546.
[22] Meryem Suresi, 19/71
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/546.
[23] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/547.
[24] Sftd Suresi, 38/55-57
[25] Hud Suresi.il/in7
[26] Nebe’ suresi, 78/30
[27] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/547-548.
[28] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/548.
[29] Tirmi/i. K.d-CVhontıcnı, hah: 4, hadis no: 25X4 /
AhmeU h. Hanimi. MUsnal, C.X S.28, 82
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/548-549.
[30] Müminim Suresi, 23/82-83
[31] Sebe'Suresi, 34/7
[32] Sebe' Suresi, 34/8
[33] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/550.
[34] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/550.
[35] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/550.
[36] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/550-551.
[37] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/551.
[38] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/551-552.
[39] İtalara Suresi, 2/261
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi:
8/552.
[40] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/552.
[41] Şura Sıııesi, 42/52
[42] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/553-554.
[43] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/554.
[44] Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,
Hisar Yayınevi: 8/554-555.