ABESE SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 2

Mü'minin Allah Yanındaki Kıymeti 3

Kur'ân  Bütünüyle Öğüttür. 3

Tertemiz, Yüce Kutsal Sahifeler. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 5

İlgili Hadîsler. 5

Açıklama: 5

İnsan Çok Nankördür. 5

Âyetler Arasında Bağlantı 6

Meali: 6

İnsanoğlunun Allah'ın Emrettiklerini  Lâyıkıyla Yerine Getirememesi 6

Yediğimiz Gıda Maddeleri Hangi Tezgâhta Hazırlanmaktadır?. 7

Âyetler Arasında  Bağlantı 8

Meali: 8

ilgili hadîs. 8

İlgili Rivayet 8

Kıyametin Korkunç Bir Olay Olacağına Delâlet Safha. 9

Ana Evladından Kaçar. 9

Âhirette Nesep Bağlarının Kopmasının Bir Başka Sebebi 9

Mutlu Sonuç. 10


ABESE SÛRESİ

 

Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir.

Birinci âyetinde, «Yüzünü ekşitip çevirdi» anlamına gelen «abese» fiili, aynı zamanda sûreye isim olmuştur.

Âyet   sayısı    :       41

Kelime      :       :     130

Harf         »        :     533[1]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Gözleri görmeyen İbn Ümmi Mekıûm (R.A.) olayı anlatılıyor.

2- Aklını ve idrâkini kullanıp iyice düşünenler için Kur'ân'ın zikir ve öğüt olduğu bildiriliyor..

3- CenâbHakk'ın varlığına ve birliğine delâlet eden belge ve de­liller sıralanıyor ve böylece insanın yaratılışı ve ona hazırlanıp verilen yi­yecek ve içecek maddeleri üzerinde duruluyor.

4- Kıyamet olayının korkunç safhaları bir tablo halinde gözler önüne seriliyor.

5- Kıyamet gününde insanların, «saîd» ve «şakî» (mutlu ve bedbaht) diye iki gruba ayrılacağı haber veriliyor. [2]

 

Meali:

 

1-2- Kendisine o ama (iki gözü arızalı) geldi diye yüzünü ekşitip çe­virdi.

3-4- Ne bilirsin, belki o temizlenecek veya öğüt alacaktı da o öğüt ona fayda verecekti?

5-6- Ama öğüt almaya ihtiyaç duymayana ise, sen yönelip ilgi duyu­yorsun.

7- Onun arınmasından sana ne?.

8-10- (Allah'tan) saygı ile korkarak koşup gelenle ilgilenmeyip ken­disinden habersiz (gibi) görünüyorsun.

11- Hayır, hayır; O (Kurtta) elbette bir öğüttür.

12 -Arzu eden O'nu hatırlayıp öğüt alır.

13-14- O, saygı duyulan şerefli tertemiz yüce sahifelerdedir.

15-16-İyilik timsâli saygıdeğer kâtiplerin elleriyle (yazılmıştır).

 

İniş Sebebi

 

Müfessirlerin hemen hepsi bu âyetlerin inmesine sebep olarak şu ola­yı n a ki etmişlerdir:

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir gün Kureyş Kabilesi'nin ileri gelenle­rine hitap etmek üzere onlarla biraraya gelmiş bulunuyordu.. Amacı, on­ları Allah'ın varlığına, birliğine inandırıp son din olan İslâmiyete ısındır-makti. Tam bu sırada, daha önce Allah'a ve Peygambere inanıp İslâm'ı kendine din olarak seçen âmâ (iki gözü arızalı) İbn Ümmi Mektûm adındaki sahabî cıkageldi ve Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den bir şey sormak isteye­rek şöyle dedi: «Ya Resûlellah! CenâbHakk'ın sana öğrettiğini bana öğ­ret.» Ancak Resûlüllah (A.S.) karşısına aldığı kişilere Allah'ın dinini daha iyi anlatma ve açıklamada bulunma fırsatını kaçırmak istemediğinden İbn Ümmi Mektûm'a iltifat etmedi. Adı geçen sahabi ısrar edip durunca, Re­sûlüllah (A.S.)ın biraz canı sıkıldı ve mübarek yüzünü biraz ekşitip ona ilgi göstermedi. Bu sebeple konumuzla ilgili âyetler indi. [3]

 

İlgili Hadîsler

 

Hz. Aişe (R.A.) Validemiz diyor ki:

— İki gözü arızalı olan İbn Ümmi Mektûm, Resûlüllah (A.S.) Efendi-miz'e geldi ve şöyle dedi: «Ya Resûlellah! Beni Irşâd eyle.» O sırada Re-sulüllah'ın (A.S.) yanında müşriklerin ulularından bir adam bulunuyordu. O bakımdan Resûlüllah (A.S.), İbn Ümmi Mektûm'dan yüz çevirip öteki adama yöneliyor ve: «Blzîm bu söylediklerimizde bir sakınca görüyor mu­sun?» diye soruyor, o da: «Hayır...» diye cevap veriyordu. İşte bu sebep­le «Abese Sûresi» indi. [4]

Yine Hz. Âlşe (R.A.)dan yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz •öyle buyurmuştur: «Kur"ân'ı okuyup onu İhtimamla muhafaza edenin m*»alİ, o çok şerefli, saygı değer yazıcı  meleklerle beraber  (olmaktır). Kur'ân'ı okuyup onu ihtimamla muhafaza eden ve onun üzerinde hırs ve iştiyakla duran kimsenin misali, kendisine iki ecir (sevap ve mükâfat) ve­rilmesidir.» [5]

«Sizin hayırlınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğretendir.»[6]

«Sizin en faziletli ve üstün olanınız, Kur'ân'ı öğrenen ve öğreten­dir.» [7]  

«Kur'ân'a sahip (olan hâfız)ın misali, bağlı bulunan devenin sahibine benzer. Deve sahibi devesini titizlikle gözetip korumaya çalışırsa, onu tu­tup zaptedebilir. İlgilenmeyip kendi haline bırakırsa, kaçıp gider.» [8]

«Kur'ân okuyup ona sahip (hafız) olanlardan birisi için: «Şu ve şu âyetleri unuttum» demek ne fena şeydir! Belki «unutuldu» demek gerekir.

«Sizler artık Kur'ân'ı hep okuyup hatırınızda tutmaya çalışın. Zira Kur'-ân'ın hafız kişilerin gönüllerinden kopup ayrılması, devenin kopup kaçma­sından çok daha seri ve şiddetlidir.» [9]

 

Mü'minin Allah Yanındaki Kıymeti

 

«Kendisine o ama (iki gözü arızalı) geldi diye yüzünü ekşitip çevirdi..»

İnsan için dünya hayatında da, âhiret âleminde de en kıymetli nimet, Allah'a dosdoğru imândır. Yunus Emre'nin anlatımıyla, imân öyle bir cev­herdir ki hiçbir sarraf onun gerçek değerini bilip ortaya koyamaz.

İnsan dünyadan ayrılırken beraberinde en büyük saadet ve devlet ola­rak imânını götürür. Kabir ve âhiretin her safha ve kademesinde kişi an­cak onun ışığıyla önünü görebilir ve «Srrat» denilen o korkunç ve çok teh­likeli köprüyü onunla geçebilir.

Kur'ân'da imân nuru tosvîr edilirken şöyle buyuruluyor: «O gün mü'-min erkekleri ve mü'mine kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar­casına seyrederken görürsün..» [10]

«O gündeki Allah, peygamberi ve O'nunla beraber bulunup imân eden­leri rüsvay etmez. Nurları önlerinde ve sağlarında yürür.» [11]

İmân bu derece paha biçilmez bir cevher olduğuna göre, ona sahip olan mü'minin Allah yanında ne kadar kıymetli olduğu kendiliğinden anla­şılır.

O bakımdan Resûlüllah (A.S.) Efendimizin, Mekke'nin ileri gelen müş­riklerinden birini veya birkr"» tanesini İslâm'a ısındırırım umuduyla çaba sarfederken kapıya gelen a'mâ bir mü'mine ilgi göstermemesi ve yüzünü bütünüyle müşriklere çevirip o a'mâya iltifat etmemesi, kınanmasına sebep olmuştur.

Zira İslâmiyet şekil ve servetten, makam ve rütbeden ziyade kalp ve kafayla, imân ve sâlih amelle meşgul olur. İnanmayan asilzadeyi değil, ina­nan köle ve esiri kardeş edinmemizi emreder. Sâlih amelde bulunmayan zengine değil, sâlih amelde bulunan fakire daha ç'k ilgi ve itibar göste­rilmesini tavsiyede bulunur. İbn Ümmi Mektûm, Habeşli Bilâl, İranlı Sel-mân ve benzeri fakir ve kölelerin Resûiüliah'ın (A.S.) irfan meclisinde gör­dükleri sıcak ve samimi ilgi bunun açık misallerinden biridir. Mekke fethe-dildiği gün, Bilâl'ın ezan okumak üzere kutsal Kabe'nin damına çıkmasını emreden Resûiüliah'ın (A.S.) bununla bütün dünyaya, gerçek değer ve fa­ziletin imân ve takvada toplandığını ilân etmesi bir başka belge değil mi­dir?

Ayrıca konumuzu oluşturan âyetlerde, İbn Ümmi Mektûm'a iltifat et­meyip bir süre onunla ilgilenmiyen Resûiüliah'ın (A.S.) bu olaydan dolayı ardarda üç uyarı ve kınama ile muahaza edilmesi son derece dikkat çe­kicidir. Bu üç uyarı şöyledir:

1-  Kendisine bir a'mâ geldi diye yüzünü ekşitip çevirdi.

2-  Ne bilirsin, belki o temizlenecek veya öğüt alacaktı da öğüt ona fayda verecekti.

3-  Allah'tan saygı ile korkarak koşup gelenle ilgilenmeyip kendisin­den habersiz (gibi) görünüyorsun!.

Ayrıca Cenâb-ı Hak sözü edilen olayla, ilim ve irfanı, hak ve hakikati yaymada, kişileri ve toplumları eğitmede bir bakıma fırsat eşitliğinin gere­ğine işarette bulunuyor.

Kur’ân-ı Kerîm'de bu konu doğrultusunda iki ayrı beyân daha vardır: Birincisi En'âm Sûresi 52. âyette, ikincisi Kehf Sûresi 28. âyette anılmak­tadır. Geniş bilgi için bu iki âyetin tefsirine bakılması şayan-i tavsiyedir.

Hakkında bu kadar âyet inen ve Resûlüllah'ın (A.S.) kınanmasına se­bep teşkil eden iki göiü arızalı kimdir? Asıl adı Amr b. Kays'dir. İbn Ümmi Mektûm onun künyesidir. Bu zat Hz. Hatice'nin (R.A.) dayısının oğludur. İlk muhacirlerden olup gözlerini kaybetmiş bulunuyordu. Sözü edilen olay­dan sonra Resflüllah (A.S.) Efendimiz, İbn Ümmi Mektûm'a fazla ilgi gös­termeye başladı; ona müezzinlik payesi verdi ve Medine dışına çıktığında onu kendi yerine nâib bıraktı. Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz seferde bulunurken iki defa İbn Ümmi Mektum Mescid-i Saadet'te imam olup mü'-minlere namaz kıldırdı.[12]

 

Kur'ân  Bütünüyle Öğüttür

 

«Hayır, hayır; O (Kur'ân) elbette bir öğüttür. Arzu eden O'nu hatırlayıp öğüt alır.»

Kur'ân her vesileyle Allah'ı, O'nun yüksek kudretini hatırlatan; insa­nın günlük hayatının her bölümünde Allah'ın anılmasını emir ve tavsiye eden; kişinin kâinat planındaki yerini, görevini belirleyen ve onu hep iyi­ye, doğruya, güzele yönlendirip duygu ve düşüncesine, akıl ve idrâkine seslenen bir kitaptır. Onun bu özelliğinden dolayı ilgili âyette «Tezkire» diye anılmıştır.

Şüphesiz Kur'ân aynı özelliğiyle bütün insanlara, kavim ve milletlere de tezkiredir. Çünkü Kur'ân akla ışık tutup yol göstermekte, duyguyu yön­lendirmekte, düşünce ufkunu genişletmekte, çok tesirli ve kqlıcı öğüt ver­mekte, ibret alınacak misalleri getirmekte, Allah ile kulları arasındaki yol üzerinde bulunan engelleri kaldırmakta benzersiz bir rehberdir. Aklım, vic­danını kullanabilen herkesi aydınlatan ve nuru asla sönmeyen bir meşale­dir.

Ancak unutmayalım ki, dinde zorlama yoktur. Canı isteyen bu öğüdü dinler ve nasibini alır; canı istemeyen dinlemez. Zira hak bâtıldan, doğru eğriden, yanlış doğrudan ayrılmış ve bu zıtlar arasında ayrım yapacak ger­çek kıstaslar konulmuştur. Kur'ân'ın muhatabı ise ancak akıl sahipleridir.

O bakımdan ünlü müfessir Kurtubî, âyette geçen «tezkîre»yi, «mev'ize» ye «tebsîre» diye yorumlamıştır. Mev'ize, vaaz ve öğüt demektir. Tebsîre ise, gerçeği gösterme, ibret ve öğüt alınacak olaylara, konulara dikkatleri çekmek ve hakikati öğretmek için geniş mânalara delâlet eden bir kav­ramdır. [13]

 

Tertemiz, Yüce Kutsal Sahifeler

 

   «O, saygı duyulan şerefli tertemiz yüce sahifelerdedir

Şüphesiz sahifeler, içinde yazılı olan fikirlere, bilgilere ve gerçeklere göre değer kazanır. Allah kelâmı (sözü) ne kadar seçkin, şerefli, aziz ve saygıdeğer ise, onun yazılı bulunduğu sahifeler de aynı oranda şerefli, aziz ve saygıdeğerdir.

Mushaf sahifelerinde yazılı olan Allah sözü, önce Levh-i Mahfûz'da nurdan sahifelere nakşedilmiş, sonra görevli melekler tarafından oradan alınıp diğer nurdan sahifelere yazılmıştır. Sonra da Melek Cebrail vasıta­sıyla Resûlüllah (A.S.) Efendimizin gönül sahifesine aksettirilmiş ve arka­sından da Resûlüllah (A.S.) Efendimiz telakki ettiği âyetleri kendi kâtiple­rine yazdırmak suretiyle aynen korunmasını sağlamıştır.

Cenâb-ı Hak, kâtip meleklerden söz ederken onlar hakkında iki sıfat kullanmıştır: «Kiram» ve «Berere».. Böylece Allah kelâmını yazan hem me­lekler, hem de Resûlüllah'ın meclisindeki kâtipler övülmekte ve Kur'ân ile, Kur'ân ilimleriyle meşgul olanlara, Mushaf yazan hattatlara güzel bir ölçü verilmektedir.

Kiram, ya «kerem»den, ya da «kerâmetsden gelen «kerîmsin çoğulu­dur. Berere ise, «bârr»ın çoğuludur. Böylece Kur'ân'ı yazan meleklerin Al­lah yanında çok aziz, şerefli oldukları; aynı zamanda o meleklerin iyilik ve ihsan sever oldukları, gerçek mü'minler için duâ ve istiğfarda bulun­dukları söz konusudur. Cömertlik, şefkat, merhamet, yakınlık, nezaket ve nezahat o meleklerin şiarı, olgunluk onların değişmeyen sıfatıdır.

Kur'ân ile meşgul olan mü'minler için en güzel örnek teşkil etmekte­dirler. Öyle ki, Kur'ân'a inanan ve onunla amel eden her mü'min iyilik sever, âlicenap, vekarlı, cömert, aziz ve şerefli olmalıdır.

Buharî bu iki önemli sıfatı dikkate alarak diyor ki:

«Kur'ân'ı kalbinde ve kafasında taşıyan kimsenin söz ve davranışla­rında doğruluk, iyilik bulunması, aynı zamanda doğruyu göstermesi, iyi­liği tavsiye etmesi gerekir.»

«Sefere» «safirsin çoğuludur. «Yazıcılar, kâtipler» demektir. Daha çok kitap yazanlarla ilgili bir anlam taşımaktadır. Çünkü aynı kökten gelen «şiir», «yazılıp hazırlanmış kitap» demektir. Kapalı şeyin üzerindeki örtüyü açmak, düieltmek mânasında da kullanıldığı vakidir. Nitekim bu mânayla hükümdarlar, kabileler ve ülkeler arasında gidip gelen elçiye «sefîr» de­nilmiştir.

Şüphesiz gerek Levh-i Mahfuz'daki ana kitabın, gerekse dünya sema­sına indirilen Kur'ân'ın bu iki âlemdeki mahiyet ve hakikatini, yazılış tar­zını ve yazan meleklerin nasıl, ne ile yazdıklarını bilmemiz mümkün değil­dir. Zira nurdan sahifelere, nurdan kalemle ve o kalemleri tutan nurdan yaratılmış meleklerle yazılan Kitabullah'ın oradaki nuranî mana ve şek­lini tasvîr etmek insan gücünü aşmaktadır.

O bakımdan biz mü'min olarak sadece Allah'ın ve Resûlüllah'ın bildir­diklerine inanır, gerisini CenâbHakk'ın ilmine bırakırız. [14]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, öğüt alıp araştırmak isteyen İbn Ümmi Mektûm olayı konu edilerek Cenâb-ı Hak yanında bir mü'minin ne kadar üstün kıy­met taşıdığına işarette bulunuldu. Sonra da Kur'ân'ın çok şerefli kâtipler tarafından yazıldığına değinilerek bu kitabın dileyen herkes için sağlam bir öğüt olduğu belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, insana, insanlığın mâna ve hikmetini öğreten Kur'-ân'a ilgisiz ve bilgisiz kalacak olanlar nankörlükle vasıflanıyor. Sonra da insanın yaratılışındaki gelişme safhaları üzerinde durularak ilâhi kudretin her şeye yeteceğine işaret ediliyor. [15]

 

Meali:

 

17- Kahrolası (inkarcı azgın) insan ne de nankördür!.

18-  Allah onu hangi şeyden yaratmıştır?

19-  Nutfe (sperme)dan yaratmış da (en güzel biçimde) takdir et­miştir.

20-  Sonra da (yaşayıp geçinme, anlayıp inanma) yolunu ona kolay­laştırmıştır.

21-  Sonra onu öldürüp kabre koymuştur.

22-  Sonra dilediği zaman onu diriltip kaldırır.

 

İlgili Hadîsler

 

«Toprak insanoğlunun her şeyini yeyip tüketir; ancak kuyruk soku­mundaki (btlyamsı) kemiği değil.»

Bunun üzerine soruldu: «Kuyruk sokumundaki kemik nedir?» Cevap verdi: «Hardal tanesi gibidir ki, ondan neş'et ettirilip (yaratılacaksınız).»[16]

Aynı hadîs bazı değişik lâfızlarla da rivayet edilmiştir. Onlardan biri de şöyledir: «İnsanın her şeyi çürür, ancak kuyruk sokumundaki kemik cü­rüm ez. (İnsan tekrar) ondan yaratılır ve hilkat ondan oluşup terekküp eder.» [17]

 

Açıklama:

 

Kuyruk sokumundaki bilyamsı küçücük kemik, bir bakıma insanın nü­vesini teşkîl etmekte ve onun mikro modelini taşımaktadır. Ancak bu ke­mik toprakta çürümese bile, ateşte yanıp kül olabilmektedir. Bu durumda insan tekrar ondan nasıl oluşturulup yaratılacaktır? Aslında o kemikteki mikro model kaybolmamaktadır. Belki ışın veya havaya dönüşerek varlığı­nı sürdürebilmektedir. Şüphesiz ondaki sırrın hakikat ve mahiyetini bugün­kü

bilgi ve tecrübelerimizle bilmemiz mümkün değildir. Ama Resûlüllah (A.S.)m sahîh hadîsine inanıyoruz. [18]

 

İnsan Çok Nankördür

 

Kahrolası (inkarcı azgın) insan ne de nankör­dür!»

Bu genel anlamda bir kural değildir. Ama insanın mayasında biraz da nankörlük karışımı vardır.-.Lmân ve irfan tezgâhında şekillenmiyenler bu karışımın belirgin hale gelmesiyle Rablarına karşı nankörlük ederler.

Gerçekten insanın ruhî ve bedenî yapısı her yanıyla ve tezahürüyle yüce bir kudretin, eşsiz ve benzersiz bir yaratanın varlığına ve birliğine delâlet etmektedir. Kurulan vücut mekanizması, en hassas elektronik ci­hazın da ötesinde ve üstünde kıyas kabul etmez bir maharetle çalışmak­ta ve kendi kendini onarmaktadır. Her gün insan vücudu ölen milyonlarca hücrenin yerine yenilerini imal edip sevketmekte; açılan bir yarayı kapa­mak için hücre sevkıyatı aralıksız devam etmektedir. Diğer yandan yapısı aynı kimyevî maddelerden oluşan hücrelerin yüklendikleri program ise çok değişiktir. Kimi kalbe, kimi beyne, kimi tırnağa, kimi ciğerlere gönderil­mektedir. Her biri yüklendiği program gereği, yapılacak olanı kusursuz yerine getirmekte ve en küçük bir yanlışlığa meydan vermemektedir.

Soğuk bir mevsimde ısı derecesi sıfırın altında bile olsa, burnumuz­dan aldığımız soğuk hava henüz ciğerimize ulaşmadan + 35, 36 dereceye yükselmekte ve bu ameliye sürüp gitmektedir. Burundan geçip mukusları aşıncaya kadar insan vücudunun ısısıyla aynı dereceye yükselen hava, ci­ğerimize bir zarar vermemekte ve arzulanan hizmeti yerine getirmektedir.

Verdiğimiz birkaç misal acaba tesadüflerin oluşturduğu bir düzenle­me midir? Bu mümkün müdür? İşte insan kendi hılkatındaki bu mükem­mel işleyişe baktığı ve CenâbHakk'ın yüksek sanatının eşsizliğini kendi vücut yapısında gördüğü ve organların çalışma sistemindeki inceliği idrâk ettiği nisbette O sonsuz ve sınırsız yüce kudreti tanıyabilir. Tanıdıkça da kendi mahviyet ve aczini müşahede etme seviyesine gelir. Böylece inkâr ve nankörlük yurdundan, imân ve şükür iklimine sür'atle geçerek Hakk"a kul olma bahtiyarlığına erişir. Kendindeki ezelî kalem çizgisini, kudret fır­çasının rengini göremiyen, anlayamayan kimse ise, Allah'ı bilip tanımaz. O'nu tanımayınca da aşırı nankörlük kaftanına bürünerek gününü gün et­meye çalışır.

Onun için konumuzu oluşturan âyette insanoğlunun şu beş harikayı anlayıp kavraması, hikmetine nüfuz edip inanması istenmektedir:

1- Nutfeden yaratılması,

2- Biyolojik, fizyolojik ve kimyasal kanunlar düzeyinde tekâmül edip ana rahminde insan şekline girmesi,

3- Yaşayıp geçinmesinin, anlayıp inanmasının bütün yollarının açık tutularak kolaylaştırılması,

4- Ölüp toprağa intikal etmesi,

5- Günü gelince diriltilip ikinci hayata  kaldırılması..

Birinci maddede, erkeğin cinsiyet hücresiyle kadının yumurta hücre­sinin birleşmesi ve kaynaşan hücrelerin ana rahminde tutunarak akıl üstü bir maharet ve enerjiyle yeni bir canlı meydana getirinceye kadar binterce defa bölünmesi ve öylece çoğalması söz konusudur.

İkinci madde ile, döllenmiş yumurtanın gelişmeye yüz tutmasına, 40-45 günde insan şekline girmesine işaret ediliyor.. Hücrelerin bir misline katlanıp çoğalmasıyla spermanın özüne ve kadının yumurta hücresine, -hilkat kanunu gereği- çizilen insan modeli böylece belirginleşiyor. Tıpkı toprağa atılan tohumun hücresine nakşedilen kocaman ağacın en küçük modelinin şartları ve ortamı müsait bulunca çatlayarak filizlenmeye yönel­mesi gibi..

Üçüncü maddede, yerkürenin insanoğlunun yaşamasına uygun bütün şartları ve imkânları kendinde taşıyarak yaratıldığına işaret ediliyor.

Su, toprak, hava, güneş ve yeraltı ile yerüstü kaynaklarının biraraya getirilmesiyle insan hayatına elverişli ortam doğuyor.

Aynı zamanda herşeyi yaratan Allah'ı anlayıp tanımak için her türlü imkân seferber edilmiş ve insana bunun için birtakım yetenekler veril­miştir.

Dördüncü ve beşinci maddelerde, insan bedeninin dünyadaki mevcut ortam ve şartlara göre yaratıldığı; âhiret alemindeki hayat şartları ta­mamen değişik olduğu için, ruhunun girip yerleştiği bu ilk bedenle âhi-rette yaşama şansının bulunmadığı hatırlatılıyor. O bakımdan dünyaya ait bedenin ölmek suretiyle o değişme gününe hazırlanmasının gereğine işa­ret ediliyor.

İşte bu da ezelde düzenlenip insandan yana hazırlanmış bir kanundur ki, şaşması, hatâ yapması veya gecikmesi söz konusu değildir. Bizi, hiçbir misal ve modelimiz yokken yaratan Cenâb-ı Hak, misalimiz ortada durur­ken ikinci hayata diriltip kaldıramaz mı? Bedenimizi oluşturan element­leri harekete geçirip onu oluşturamaz mı? İç ve dış organlarımızdaki te­nasüp ve oluşma özellikleri her yanıyla Allah'ın yaratmadaki eşsizliğini göstermiyor mu? Bütün bunlar ortada dururken ve her biri O'nun varlı­ğının şahidi bulunurken inkâra sapmanın, nankörlük etmenin mâkul bir ya­nı var mıdır? Hem CenâbHakk'ın varlığını ve birliğini isbat eden binler­ce delil ve belge gözlerimizin önünde bulunduğu halde, O'nun yokluğuna delâlet eden hiçbir delil ve belge yokken, O'nu inkâr etmenin anlamı ne olabilir? [19]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, insanoğlunun her iki hayatını aydınlığa kavuş­turacak olan Kur'ân'a ilgisiz ve bilgisiz kalmak, nankörlüğün tâ kendisi; ilâhî hitaptaki mutlak anlamda mutluluk vaadeden gerçeği anlamamak ve­ya ona kulak tıkamak en aşağı derecedeki gafletin belirtisi olduğuna de­ğinildi. Arkasından akla malzeme vermek için insanın yaratılışındaki saf­halardan birkaçına temas edilerek yol gösterildi.

Aşağıdaki âyetlerle, insanoğlunun ilâhi emirleri lâyıkıyla yerine geti­remediği konu ediliyor. Arkasından ona verilen nimetlerden sekiz kadarı üzerinde durularak vicdanlara sesleniliyor. [20]

 

Meali:

 

23-  Hayır, hayır; insan, Allah'ın buyruğunu (lâyıkıyla) yerine getir­memektedir.

24-  Bir de insan, yiyeceğine bir baksın!

25-  Şüphesiz ki biz suyu döker de dökeriz, (İhtiyaç nisbetinde yağ­mur yağdırırız).

26-  Sonra, yeryüzünü (kabartıp) yarık yarık yaparız.

27-31- Orada tane, üzüm, yonca, zeytin, hurma, sık ve büyük ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitiririz.

32- Size ve davarlarınıza yararlı geçimlik olsun diye (bunları hazır­layıp vermekteyiz.)

 

İnsanoğlunun Allah'ın Emrettiklerini  Lâyıkıyla Yerine Getirememesi

 

«Hayır, hayır; insan, Allah'ın buyruğunu (lâyi- yerine getirememektedir.»

Bu, insanların inkâr, imân, irfan, bilgi, kültür, ahlâk ve dindarlık derecelerine göre farklılık arzeder. Kâfir, ilâhî emirlerin hiçbirini yerine ge­tirmez. O'nun emrine uygun bir iş ve fiilde bulunsa bile, bu, ilâhî emre uyduğu için değil, rasgeldiği için benzerlik göstermiştir. Mü'min ise, tak­va, ilim ve irfanı oranında ilâhi emirleri yerine getirmeye çalışır. İnancı zayıf olanlara gelince : Onlar Hakk'ın buyruklarının azını yerine getirirken çoğunu terkederler.

Gerçi âyette her ne kadar fiildeki zamir üçüncü şahıs olan nankör in­sana aitse de diğer bütün insanlara da teşmil edilebilir. Tabii Peygamber­ler ve onların yolunda yürüyen kâmil mürşitler ve ilim adamları bu genel­lemenin dışında kalır.

Nitekim Tabiîn'den Müoahid ile Katade, konumuzu oluşturan âyeti: «Hiç kimse emrolunduğu şeyleri lâyıkıyla yerine getiremez» şeklinde yo­rumlamışlardır. İbn Abbas (R.A.) ise, «İnsanlar Adem'in sulbünde iken ken­dilerinden alınan ahd ve misaka tam anlamıyla bağlı kalmamışlardır» şek­linde değişik bir yorum getirmiştir. Çünkü ilâhî nîmetlerin çokluğu ve çe­şitliliği karşısında insanın yaptığı iyilik ve ibâdetler çok küçük kalır. [21]

 

Yediğimiz Gıda Maddeleri Hangi Tezgâhta Hazırlanmaktadır?

 

öBir de insan, yiyeceğine bir baksın!.»

Sofrada önümüze konulan yiyecek maddelerinin hazır duruma getiri lebilmesi için denizler, güneş, rüzgar, bulut, yağmur, toprak, bakteriler ve ziraatçılar elbirliği edip her biri kendine düşen hizmeti vermek suretiyle seferber olmuşlardır. Öyle ki, bu faktörlerden biri yüklenilen hizmeti ak­satacak veya vermiyecek olsa, her şey alt-üst olur ve arzulanan netice akîm kalır.

Şüphesiz bunların hepsini belli bir programa göre hizmete sevkeden yüksek bir kudretin mevcudiyeti söz konusudur.

Bunun içindir ki, ilgili âyetle insan aklına ve idrâkine seslenilmekte ve vücut yapımızdaki harika sanatın belirgin eserinden alınıp dış âlemi-mizdeki nîmet ve belgelere yüzlerimiz çevirilmektedir.

Böylece her biri kâinatın birer parçası olan insan ve onun için yara­tılan çeşitli gıda maddeleri bir bütünlük arzetmektedir. İnsanı bu madde­lerden, onları da insandan ne ayrı düşünebiliriz, ne de ayırabiliriz. Ezelî kalem insanın hayat statüsünü yazıp hazırlarken, onun için lüzumlu bütün maddeleri de belirleyip belli kanunlara bağlamış ve sağlam bir denge ile uyum hazırlamıştır. O dengeyi ve bağlı bulunduğu sünnetullahı bildiğimiz ve özelliğine göre değerlendirdiğimiz nisbette mutlu olabiliriz.

Cenâb-ı Hak bu bapta insan yiyeceği olarak daha çok sekiz madde üzerinde durmuştur. Şüphesiz bunda bir sınırlama söz konusu değildir. An­cak bu sekiz madde, hemen hemen birçok gıda maddelerini kapsamakta­dır. Şöyle ki:

1-  «Tahıl» anlamına gelen «hab»..

Bu, tahıl kapsamına giren, baklagiller de dahil bütün ürünleri kapsa­maktadır. Birinci maddede «hab» kavramına yer verilmesi, o bakımdan çok önemlidir. Çünkü genellikle tahıl gıda maddemizin önemli bir bölümü­ne hitap etmekte ve ana geçim maddesi olduğunu ortaya koymaktadır. .

2- Üzüm..

Bu meyvanın ne kadar değerli ve yararlı olduğunu biliyoruz. Şüphesiz üzüm, hem besleyici, hem iştah açıcı ve sindirim sistemini düzenleyicidir. Aynı zamanda içinde kalsiyum, demir, fosfor bulunduğundan insan sağlı­ğına çok faydalıdır. Ayrıca üzümde B ve C vitaminleri bulunur. Sindirimi kolaylaştırır ve idrar söktürür.

3-  Yonca..

Yonca, besili toprak aramadığı, çok su istemediği, fazla güneşe ihti­yaç duymadığı için kolay ve çabuk yetişen hayvan yemlerinden biridir. Çabuk yayılıp gelişme ve genişleme özelliği vardır. O bakımdan kolay el­de edilebilen bir bitkidir. Hayvan besleyenler için oldukça ekonomik sayı­lır. Bunun için Cenâb-ı Hak, insanlardan yana protein kaynağı olan hay­vanların beslenmesinde önemli yeri olan yoncadan ismen söz etmektedir.

4- Zeytin                                                                                                                

Bilindiği gibi zeytin, besin değeri çok yüksek bir gıda maddesidir. Zeytinde % 14 yağ, 8.5 karbonhidrat, 0.76 protein vardır. Zeytin yağının sindirimi kolaydır. Böbreklerin iyi çalışmasında olumlu tesirinden söz edi­lir. Katık olarak kullanılması ise çok yaygındır. Posası hayvan yemi olarak kullanılır.

Görüldüğü gibi, hem insanlara, hem de hayvanlara faydalı olan zey­tin Kur'ân'ın birkaç yerinde anılmıştır. Ayrıca Resûlüllah (A.S.) Efendimiz nem zeytini, hem de yağını övmüştür. Bütün bu beyânlar, onun çok de­ğerli bir besin maddesi olduğuna şahit ve delildir.

5- Hurma..

Hurma da çok besleyicidir. Yaşı da, kurusu da yenir. Şeker ve kar­bonhidrat bakımından zengindir. Açlığı giderir. Kurusu uzun süre dayanır ve ekmek yerine geçmekle kalmaz sindirim sistemi üzerinde çok olumlu tesirler meydana getirir.

6-  Sık ve büyük ağaçlı bahçeler..

Şüphesiz ağacın, bahçenin; tek kelimeyle yeşilliğin insan sağlığı üze­rindeki müsbet tesiri artık çok iyi bilinmektedir. O bakımdan birçok ilim adamları yaptıkları araştırma ve inceleme neticesinde, «Ağaç kadar in­sana faydası dokunan başka bir canlı yoktur» demişlerdir. İlmî araştırma ile tesbit edilen faydalar şöyle belirtilmiştir:

a) Bir hektar orman yaklaşık 32 ton tozu yutarak zararsız hale ge­tirir.

b) Böylece ağaç için için hava filitresi görevini yapmaktadır.

c) Büyük bir ağaç saatte 2 kilo karbondioksit denilen zehirli gazı em­mekte ve insana hayat vermektedir.

d) Aynı zamanda hayatımız için çok lüzumlu ve kaçınılmaz olan ok­sijeni de 2 kilodan fazla vermekte ve havayı rahat teneffüs edilir hale ge­tirmektedir.

Bunun için O en büyük hekîm ve yegâne hikmet sahibi Allah, dünyayı yemyeşil yaratmış ve ebedî saadet yurdu olan Cenneti de en güzel ağaç­larla süslemiştir.

7- Çok çeşitli meyva..

Meyva, çeşitlerine ve türlerine göre, insanoğluna sunulan güzel -metlerden biridir. Her biri ayrı bir vitamin kaynağıdır. Vücudumuz için lü­zumlu olan vitaminlerin çoğunu meyvalardan alırız. Şüphesiz meyvalar bü­tünüyle, güzel tat ve kokularıyla hayatımıza renk katmakta ve bizimle Cenâb-ı Hak arasında bir bakıma haberleşmeyi sağlamaktadır. Zira he­men her meyva, taşıdığı özellikleriyle iiâhî kudret fırçasının izlerini ve renklerini taşımakta; her yanıyla «Allah!» diye fısıldamaktadır.

Günümüzde hekimlik alanında meyvalardan ve çiçeklerinden yeterin­ce yararlanılmakta ve bunlar nice dertlere deva olmaktadır.

Ayrıca çeşitli hastalıklarda meyva kürü şeklinde tedaviler yapııır.

8- Çok çeşitli ot..

Bu da etinden, sütünden, kılından, derisinden ve sakatatından istifade ettiğimiz davarlar ve binek hayvanları için son derece lüzumludur. Aynı za­manda kuruyup toprağa karışan otların, bitkilerin toprağı humuslu düzeye getirmesi de onun başka bir yarandır.

Sekiz yararlı madde sıralandıktan sonra Cenâb-ı Hak 32. âyetle bun­ların münhasıran insanlar ve bir kısmının da davarlar için geçimlik anla­mında yaratıldığını belirterek şöyle buyuruyor: «Size ve davarlarınıza ya­rarlı geçimlik olsun diye (bunları hazırlayıp vermekteyiz).» [22]

 

Âyetler Arasında  Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, insanoğlunun bunca lütuf ve nimetlere rağmen ilâhî buyrukları lâyıkıyla yerine getirmediği konu edildi. Arkasından haya­tımız için çok lüzumlu ve faydalı olan sekiz madde sıralanarak akıl ve vic­danımıza seslenildi.

Aşağıdaki âyetlerle, kıyamet ve arkasından âhiret olayına değiniliyor. O günün dehşeti «sahha» sözüyle özetlendikten sonra herkesin kendi ni­yet ve ameliyle başbaşa kalacağı haber veriliyor. Soy bağlarının kopaca­ğına değinilerek çoluk çocuk yüzünden günaha girmenin makul hiçbir yanı olmadığına işaret ediliyor. Sonra da mü'minlerle kâfirlerin yüzlerinin o gün aksettireceği görüntüye atıf yapılarak ölmeden önce ciddi bir hazırlığa ge^ rek olduğu belirtiliyor. [23]

 

Meali:

 

33-  Kulakları sağırlaştıracak o kıyamet gürültüsü geldiğinde;

34-  O gün kişi kardeşinden,

35-36- Anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar.

37- Onlardan herkişinin (o gün) kendine yetecek derdi ve meşguli­yeti vardır.

38- Yüzler var ki, o gün ışıl ışıl ışıldar.

39- Güler ve müjde sevincini duyar.

40-41- Yüzler de var ki o gün üzerleri tozludur; o tozu da bir ka­ranlık sarar.

42-  İşte bunlar kâfirler ve tacirler (Allah'ı inkâr edenler, günah işle­yip haklara tecâvüz edenlerjdir

.

ilgili hadîs

 

«Yalın ayak, baş acık, çıplak, yaya ve sünnet olmadık bir halde haş-rolunacaksınız

Bunun üzerine bir kadın (veya Hz. Aişe R.A.) sordu: «O zaman birbi­rimizin avretini mi göreceğiz?» Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyur­du : «A kadın! O gün her kişinin kendine yetecek kadar derdi, endişesi ve meşguliyeti vardır. O bakımdan kimse kimseye bakacak durumda değil­dir.»[24]

Bu hadîs bazı lâfız değişikliğiyle birkaç tarikten rivayet edilmiştir. [25]

 

İlgili Rivayet

 

Kıyamet gününde hesap alanına getirilen insanların birkısmı birkıs-mından kaçar, yani ilgilenmeyip uzaklaşır. Habil, kardeşi Kabil'den; İbra­him (A.S.) babası Azer'den; Nuh (A.S.) kendi eşinden ve oğlundan; Lût (A.S.) kendi eşinden uzaklaşır. O kadar ki, dünyada can-ciğer olan yakın­lar ve dostlar birbirinden kaçar. Herkes kendi ameliyle meşgul olup nasıl hesap vereceğini düşünmeye ve korkmaya başlar. Böylece  her kişinin o gün  kendine yetecek meşguliyeti olacaktır.[26]   

 

Kıyametin Korkunç Bir Olay Olacağına Delâlet Safha

                                                    

«Kulakları sağırlaştıracak o kıyamet gürültüsü gel­diğinde..»

Kur'ân-ı Kerîm'de kıyamet olayından söz edilirken, meydana gelecek müthiş gürültü tasvîr edilmekte ve o korkunç hâdise çeşitli anlatımlarla haber verilmektedir.

Konumuzu oluşturan âyette bu olay «sahha» ismiyle anılmıştır. Bu, ke­lime sözlük yönünden üç ayrı mana taşımaktadır:

1- İki katı cismin birbirine şiddetle çarpışması sonucu meydana ge­len gürültünün kulakları sağırlaştıracak bir şiddet arzetmesi,

2- «Isaha» anlamına gelir ki, bir şeye kulak verip dinlerken diğer şeylerden ilgi ve dikkatin bütünüyle kesilmesi,

3-  Melek İsrafil'in ikinci defa Sûr'a üflemesi neticesi kulaklara şid­detle çarpan bir sesin ortalığı çınlatması..

Her üç mana da, kıyametin gerek kopması anında, gerekse ikinci nef-hayla kabirlerden kalkılması döneminde, gerekse son nefha ile mahşer alanına sevkedilme zamanında kulakları sağır edeoek kadar müthiş bir sesin ortalığı çınlatacağına delâlet etmektedir.

Dördüncü bir mâna üzerinde duranlar olmuştur. O da şöyledir: Kıya­met sayhası insanın dünya ile olan bütün ilgi ve bağlarını keser ve kalp­leri, kafaları sadece âhiret günüyle meşgul eder ve herkes kulağını sa­dece ilâhî emrin tecellisine çevirip bekler. O bakımdan sözü edilen müthiş olaya «sahha» denilmiştir. [27]

Bütün bu anlatımlardan şu sonuç çıkıyor: Kıyamet olayıyla gökteki cisimlerin hemen hepsi yörüngesinden kopup birbirine çarpaoak ve o se­beple kâinatta hâkim olan mevcut düzen alt-üst olacaktır.

Ancak böylesine büyük bir olayı meydana getirecek fizikî sebeplerin neler olacağını bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey, İsrafil'in (A.S.) elindeki Sûr denilen alete üflemesiyle böyle bir olayın gerçekleşeceği hususudur.

Neden böyle bir olay değişik anlatımlarla yer yer anlatılıyor? Çünkü Kur’an’da câri olan ilahi üslup gereği, önce Allah’ın varlığına, birliğine çağrılır. Arkasından O’nun varlığını ve kudretini tanıtan kitabından ve bazı özelliklerinden söz edilir. Sonra insan aklına ışık tutularak akli ve mantiki delillere, ana fikirlere geçilir. Sonra da duygu ve düşünceleri yönlendirmek için gelip geçen kavim ve milletlerin hayatında ibretli birkaç safha anlatılır veya kıyamet olayına ve olayda meydana gelecek önemli birkaç safhaya değinilir ve gereken irşat ve uyarı yapılır.[28]

 

Ana Evladından Kaçar

 

“O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar.”

Dünya hem ahirete hazırlanma dönemidir, hem de nesli devam ettirme, sosyal hayatı denge ve düzende tutma, insanlar arasında yararlı anlaşma ve kaynaşmayı sağlama yeridir. O bakımdan Cenab-ı Hak, insanın fıtrat mayasına, onun mikro modelini taşıyan genlere evlattan, eşten, dosttan, hısımlardan yana şefkat, merhamet, sıcak ilgi, sevgi ve saygı iksirini yerleştirmiştir. Bütün bunlar, O’nun yeryüzüne indirdiği yüz rahmetinden bir rahmetinin tezahürüdür.

Annenin kendisini çocuğuna feda etmesi veya kendini ona feda edecek derecede sevmesi, evli eşlerin birbirine sıcak ilgi duyup bağlanması; torunlara öz evlattan fazla sevgi izhar edilmesi bütünüyle nesli idame kanunuyla izah edilebilirBazı istisnalar dışında böylesine bir ilgi sürüp gider.

Ahirette yeni bir düzen kurulur. Orada üreme söz konusu olmayacağına göre nesli idame kanunu iptal edilir. Böylece yakınlara olan deruni ilgi kopar, sadece Allah için sevme ve ilgi duyma başlar. Dünya’da Allah için, O’nun hoşnutluğunu dileyerek dostluk ve arkadaşlık kuranlar, ahirette de dost ve arkadaş olarak kalırlar.

Bu gerçek olaylar bize neleri öğretiyor? Önce şunu belirtelim ki, dünya hayatında basit çıkarlar için suni dostluk ve arkadaşlık kurmak, insanın yaratılışındaki hikmete ve mükerremliğe ters düşer. Ancak sevdiğimizi Allah için sevdiğimiz; dost ve arkadaş seçtiğimizi yine O’nun için seçtiğimiz nisbette gerçek mü’min olduğumuzu isbat etmiş oluruz.[29]

 

Âhirette Nesep Bağlarının Kopmasının Bir Başka Sebebi

 

Bilindiği gibi, cennet dinlenme, huzura kavuşma, ebediyen mutlu olma yurdudur. O bakımdan evlâdı cehennemde yanan bir anneyi; babası ve an­nesi azap içinde kıvranan bir evladı düşünün.. Eğer insanların kdlbinde soy, hısımlık, yakınlık duygusu silinmemiş olsa. Cennet de o insanlar için bir bakıma cehennem olurdu. İşte kişinin kendi kardeşinden, ana ve ba­basından, eşinden ve çocuklarından uzaklaşmasının veya kaçmasının hik­meti budur[30]

 

Mutlu Sonuç

 

«Yüzler var ki, o gün ışıl ışıl ışıl­dar. Güler ve müjde sevincini duyar.»

Her kişi yaşadığı hal üzere ölür ve öldüğü hal üzere kabrinden kaldı­rılır. Dünyada işlediği amel ve ibâdeti; yaptığı iş ve hizmeti niyetine ve ama­cına göre âhirette tezahür eder. Çünkü ameller niyetlerin aynasıdır ve de­ğer ölçüsüdür.. O bakımdan herkes niyetine ve işindeki doğruluk ve cid­diyetine, ibâdetindeki samimiyetine göre karşılık görür. Cenâb-ı Hak mut­lak surette âdildir; yapılan samimi hizmetle- i, riyadan uzak amelleri, Hakk'ın hoşnutluğu doğrultusunda yapılan iyilik ve hayırları fazlasıyla mükâfatlan­dırırken, işlenen fenalıktan, irtikâb edilen kötülükleri de misliyle cezalan­dırır.

Mihenk ve kıstas niyet samimiyet ve ciddiyet olunca, kıyamet günün­de bütün bunlar açığa çıkar ve kişinin yüzünde belirir: Bazı yüzler ışıl ışıl ışıldar, mutluluk ve ferahlık kendini hissettirir. Bazı yüzler de üzerine toz yağmış, is bulaşmış gibidir. Kötü niyetleri, samimiyetsizlikleri, doğruluk­tan uzak tutumları bütünüyle yüzlerinde tezahür eder. Cenâb-ı Hak bu ikinci zümrenin kâfir ve fâcirler olduğunu açıklamakta ve bu iki karanlık sıfatın kişiyi nasıl sonsuz karanlıklara sürükleyeceğini haber vermek­tedir.

İlim adamları ise bu âyetlerde yer alan, altı kadar kavram üzerinde durmuş ve bunları delâlet ettikleri mânalara göre açıklarken neden ve ni-Cinlerini şöyle belirtmişlerdir:

a) Gerçek mü'min o gün CenâbHakk'ın rahmet ve inayetinin kendi lehine tecelli ettiğini görünce, eriştiği nîmet, devlet, kurtuluş ve saadetten dolayı yüzü ışıl ışıl ışıldar. Allah yolunda saç ve sakalının, üst ve başının tozlanmasına karşılık yüzünde ilâhî nur lemaan eder .

b) Dünyada abdest suyunun dokunduğu kısımlar parıldar. Taşıdığı bu ışık, ona hem kabrinde, hem de âhiret gününde bir nur olur da önünü ve yanını aydınlatır. Kabrinden kalkıncaya kadar ruhu Cennet havasıyla neşelenir ve ferahlanır.

c) Geceleri kalkıp ibâdet ettiği, meşru ölçüler içinde helâl lokma ile karnını doyurduğu, Allah'ın verdiği nimetlerden bir kısmını O'nun muhtaç kullarına verdiği ve böylece birçok kimselerin sıkıntısını giderdiği için son­suz saadetle müjdelenir.

d) Dünyada iken, inkarcı sapıklarla, günahkâr azgınlarla dostluk kur­madığı ve yalnız mü'minleri kardeş edindiği ve hem kendisi, hem de onlar için çalıştığı için, âhirette onun bu güzel hali yüzünde belirir ve mahşer alanında herkesin gıbtasını çekecek kadar nura kavuşur.

İnkarcı sapıklara gelince:

Dünyada Allah'a değil, sadece nefislerine hizmet edip hayat dizginini nefis ve İblîs'in eline verdikleri; işledikleri bir sürü günah ve isyanla ruh­larını ve kalplerini kararttıkları için âhiret gününde onların bu kötü halleri yüzlerinde tezahür eder; öyle ki yüzlerine toz yağmış ve onun da üzerine is sürülmüş gibi bir görünüme bürünürler. Önlerini ve yanlarını aydınlatan hiçbir nurları olmaz.

İşte kendini böyle elîm bir sonuca lâyık görenlerin daha çok iki kötü sıfatı söz konusudur: Birincisi, Peygamberin teblîğ buyurduğu dinî esas­ları inkâr etmeleridir. İkincisi, maddeyi ve şehveti amaç seçip onları elde etmek için her şeyi kendilerine mubah sayarak kutsal değer adına ne var­sa hepsini çiğneyip hiçe saymalarıdır.

CenâbHakk'ın Abese sûresinin son bölümünde mü'min ve kâfir züm­relerden her birinin karşılaşacağı mutlu veya mutsuz sonucu, âhirette ce­reyan edecek safhasıyla anıp bir tablo halinde gözler önüne sermesi, el-betteki çok anlamlıdır. Diyebiliriz ki, bu, mahza O'nun rahmetinin bir diğer tezahürü ve gufranının insanlardan yana yönelmesinin bir başka tecelli-sidir.

Ortada uyarı var, davet var, öğüt var, müjde var ve tehdîd var. Duygu ve düşünceye seslenme; akla ışık tutma, vicdanları harekete geçirme ve gelecek günleri çok iyi hesaba katma sinyali söz konusudur.

Yeter ki, gören gözler, işiten kulaklar, anlayan gönüller, düşünebilen kafalar ve duygunun önünde yürüyen akıllar bulunsun.

Abese Sûresine, CenâbHakk'ın bir mü'mine ne kadar değer verdiği konu edilerek tarihî bir olay misâl gösterilmek suretiyle başlanıldı ve âhiret gününde mü'minin yüzünün ışıl ışıl ışıldayacafl. müjdelenerek sûre nok­talandı.

Bu sûrenin de tefsîrini bize müyesser kılan CenâbHakk'a hatnd-u senalar; ilâhî nuru alıp mü'minlerin kalbine ve kotasına aksettiren Sevgi. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (A.S.) ve Onun âl ve ashab.na salât-u selâmlar olsun. [31]

 



[1] Lübabu't-te'vll: 4/353

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6591.

[2] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6591.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6593.

[4] et-Tac el-Câmi'u li'1-usûl fi Ahâdisl'r-Resûl: 4/282- Tirmizî bu hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.

[5] et-Tac  li'l-Câml'u'l-usûl: 4/282 - Buharî/fezâilü'l-Kur'ân

[6] Buharî/fezâilü'l-Kur'ân: 1775.

[7] Buharî/fezâilü'l-Kur'ân: 1776.

[8] Buharî/fezâilü'l-Kur'ân: 1777.

[9] Buharî/fezâilü'l-Kur'ân: 1778.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6593-6594.

[10] Hadis Sûresi: 12

[11]Tahrlm Sûresi: 8

 

[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6594-6596.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6596.

[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6597-6598.

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6598.

[16] Buharî/tefsîr : 3/39, 1/78- Müslim/fiten: 141, 143- Ebû Dâvud/sünnet: 22- Nesâî/cenâiz: 1İ7- İbn Mâce/zühd: 32- Taberânî/cenâiz: 49- Ahmed: 2/322. 428, 499-3/28

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6599..

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6600.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6600-6602.

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6602.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6603-6604.

[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6604-6607.

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6607.

[24] Müslim, Cennet: 56; Buhari, Enbiya: 8, 48, Tefsir: 5, 21; Tirmizi, Kıyamet: 3, Tefsir: 80; Nesai, Cenaiz: 118-119; Ahmed, Müsned: 2/223, 229, 235, 253, 3/495, 6/53.

[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6608.

[26] Fazla bilgi için bak: Lübabu’t-te’vil: 4/354.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6608-6609.

[27] Bilgi için bak: Tefslr-i Kurtubl: 19/224

[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6609-6610.

[29] Fazla bilgi için bak: Mü’minun Suresi 101. ayetin tefsiri.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6610.

[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6611.

[31] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6611-6613.