ABESE SÛRESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Nüzul Sebebi 3

Âyetlerin Tefsiri 3

Edebî Sanatlar. 5

Bir Nükte. 5

 


ABESE SÛRESİ

 

Mekke'de inmiştir, 42 âyettir.

 

Takdim

 

Abese sûresi Mekke'de inen sûrelerdendir. Bu sûre de inanç ve pey­gamberlik işi ile ilgili konulan ele alır. Aynı zamanda insan, bitki ve ye­nilecek şeylerin yaratılması hususunda Allah'ın birliğini ve kudretini göste­ren delillerden bahseder. Yine bu sûrede kıyametten, onun dehşet verici du­rumlarından ve o çetin günün sıkıntılarından söz edilir.

Bu mübarek sûre, âmâ Abdullah b. Ümmü Mektûm'un (r.a.) kıssasını anlatarak başlar. Abdullah, Resulullah (s.a.v) Kureyş büyüklerinden bir gru­bu İslama davet etmek üzere onlarla meşgulken, onun yanına gelip Allah'ın ona Öğrettiklerinden kendisine öğretmesini istedi. Rasulullah (s.a.v) yüzünü ekşitip ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine, sitem yollu şu Kur'ân âyetleri indi: "Peygamber, âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. Sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da Öğüt ona fayda verecek. Kendini müstağni sayana gelince, işte sen ona yöneliyorsun..."

Daha sonra sûre, Allah'ın, kendisine birçok nimet ihsan etmesine rağ­men, insanın inkâr etmesi ve Rabbine karşı aşırı derecede nankörlük etme­sinden bahseder: "Kahrolsun insan! Ne de nankör! Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden yarattı da ona biçim verip hayatını programladı sonra yolunu kolaylaştırdı..."

Bundan sonra sûre, Yüce Allah'ın bu kainattaki kudret delillerini ele alır. Şöyle ki, Yüce Allah insan için, bu yeryüzü sathında, yaşam yollarını kolaylaştırmıştır: "İnsan, yediğine bir baksın. Biz suyu bol bol nasıl indir­dik! Sonra toprağı güzelce nasıl yardık. Orada ekinler, üzüm bağları, yonca­lar, zeytinler, hurmalar... bitirdik"

Bu mübarek sûre, kıyametin dehşet verici hallerini ve insamn, şiddet­li korku ve endişeden dolayı, dostlarından kaçışını açıklayarak sona erer. O çetin günde mü'min ve kâfirlerin hallerinin nasıl olduğunu açıklar: "Ve kulakları patlatan gürültü geldiğinde.. İşte o gün, kişi, kardeşinden, annesin­den, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan herbirinin başından aşan işi vardır. O gün bir takım yüzler parlak, güzel ve müjdelidir. Bir takım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha batmış olanlardır. [1]

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

1, 2, 3, 4. (Peygamber), âmânın kendisine gelme­sinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Resulüm! O'nun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek!

5, 6, 7. Kendini müstağni sayana gelince, işte sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasın­dan sen sorumlu değilsin.

8, 9, 10. Fakat koşarak ve Allah'tan korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun.

11, 12, 13, 14, 15, 16. Hayır! (Bir daha öyle yapma). Çünkü değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle yazılıp tertemiz kılınmış, yüce makamlara kaldırılmış mu­kaddes sahîfelerde yazılı bu (âyetler) bir hatırlatma ve öğüttür. Dileyen onu dinler.

17, 18, 19, 20, 21, 22. Kahrolası insan! Ne de nankör! Allah onu neden yarattı? Bir nutfeden yarattı da ona biçim verip hayatını programladı. Sonra yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü ve kabre soktu. Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltecek.

23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32. Hayır! (İnsan henüz Allah'ın) emrettiğini yapmadı. İnsan, yediğine bir baksın! Biz, suyu (gökten) bol bol nasıl boşalttık. Sonra toprağı nasıl da yardık. Orada ekinleri, üzüm bağları, yoncalar, zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. Bütün bunlar sizi ve davarlarınızı yararlandırmak içindir.

33. Ve kulakları patlatan gürültü geldiğinde,

34, 35, 36. İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden babasından eşinden ve çocuklarından kaçar.

37. O gün, onlardan her birinin, başından aşacak işi vardır.

38, 39, 40, 41. O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve müjdelidir. Bir takım yüzlerin de üzerini toz kap­lamış ve karanlıklar örtmüştür.

42. İşte onlar kâfirlerdir, günaha batmış olan­lardır.

 

Kelimelerin İzahı

 

Yüzünü ekşitti, buruşturdu.  : Ona yöneliyor, onun sözünü dinliyorsun.

Sefere, kulların amellerini yazan değerli melekler. kelime­sinin çoğuludur. Kalıp bakımından ye benzer. Ona kabir yaptı ve gömülmesini emretti.

Kadb, sebzelerden, kesildikten sonra kökü biten her sebze. Yon­ca, bakla, pırasa v.b.

Gulb, ağaçlan çok ve dallan birbirine girmiş mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.

Ebb, otlak ve yeryüzünün bitirdiği, hayvan yiyeceklerinden ot ve yeşil bitki gibi her şey.

Sâhha, şiddetinden dolayı kulakları sağır eden ses demektir.

Müsfire; aydın, parlak demektir.

Gabera; toz ve duman demektir.

Katera; siyahlık ve karanlık manasınadır. [2]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v) Kureyş'in ileri gelenlerini İslama çağırmakla meşgul idi. Peşlerinden gelenler de müslüman olur ümi­diyle, onların müslüman olmasını çok arzu ediyordu. Rasulullah (s.a.v), yanında bulunan Kureyş'in ileri gelenleri ile meşgul olduğu bir sırada, âmâ Abdullah b. Ümmü Mektûm (r.a.) yanına gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasuiü! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana öğret." Peygamber (a.s)'in o müşriklerle meşgul olduğunu bilmeden, bunu birkaç defa tekrarladı. Rasu­lullah (s.a.v), onun, sözünü kesmesinden hoşlanmadı, yüzünü ekşiterek öbür yana döndü ve kendi kendine şöyle dedi: "Bunlar diyecekler ki, Muham-med'in peşinden gidenler körler, sefiller ve kölelerdir." Bu sebeple yüzünü ekşitti ve o topluluğa dönerek onlarla konuşmaya başladı. Bunun üzerine Yüce Allah, "Âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü..." âyetlerini indirdi.[3]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1, 2. Dinî meselelerini sormak üzere, âmâ ken­disine geldiği için yüzünü ekşitip buruşturdu ve tiksinerek ondan yüz çevirdi. Sâvî şöyle der: Peygamber (s.a.v)'e nâzik davranmak ve ona saygı göstermek için, III. şahıs zamiri ile "Yüzünü ekşitti ve yüz çevirdi" şeklinde söylendi. Çünkü II. şahıs zamirini kullanarak hitap etmekte, Rasulullah (s.a.v)'a gelecek açık bir sıkıntı ve güçlük vardır. Âmâ' nın adı, Abdullah b. Ümmü Mektûm'dur. Bu sitem âyetleri indikten sonra, âmâ Rasulullah (s.a.v)'a geldiğinde, Rasulullah (s.a.v) ona şöyle derdi: "Kendisi için Rabbimin bana sitem ettiği kimseye merhaba!" Daha sonra onun için ridasını yayardı.[4]

 

3. Ey Peygamber! Sana ne bildirdi? Belki de, kendi­sine karşı yüzünü ekşittiğin o âmâ, senden aldığı ilim ve marifetle, günah­larından temizlenir!! [5]

 

4. Veya işittiğinden öğüt alır da, senin verdiğin öğüt ona fayda sağlar!! [6]

 

5. Serveti ve malından dolayı, Allah'a ve imana ihtiyacı olmadığım söyleyene gelince, [7]

 

6. Sen ona meylediyor, sözüne kulak veriyor ve davetini başkalarına tebliğ etmesine önem veriyorsun. [8]

 

7. Oysa, onun inkâr ve isyan kirinden temizlenmeme­sinden sana bir vebal yoktur. Senden, onu hidayete erdirmen istenmiyor. Se­nin vazifen, sadece tebliğ etmektir. Âlûsî şöyle der: Burada, Peygamber (s.a.v)'i onlarla sohbet etmekten, aşın derecede nefret ettirme vardır. Çünkü sırt çevirene yönelmek şahsiyeti giderir. Nitekim şâir şöyle der: Vallahi, elim bir gün benimle beraber olmak istemese, mutlaka ona, benimle beraber olmaktan uzaklaş derdim.[9]

 

8, 9. Allah'tan korunup haramlarından sakınarak, Allah için ilim talep etme hususunda koşarak sana gelen ve iyi­lik istemeye düşkün olana gelince, [10]

 

10. Ey Peygamber! Sen onu bırakıp, inkâr ve sapıklık reis­leriyle meşgul oluyorsun! [11]

 

11. Bugünden sonra böyle bir şey yapma. Bu âyetler, in­sanlar için öğüt ve nasihattir. Akıl sahiplerinin bunlardan öğüt alması ve gereğini yapması lâzımdır. [12]

 

12. Allah'ın kullarından, kim dilerse Kur'ân'la öğüt alır; onun irşat ve yönlendirmelerinden yararlanır. Tefsirciler der ki: Hz. Pey­gamber (a.s.) bu sitemden sonra, herhangi bir fakire yüzünü asla ekşitmez, herhangi bir zengine de asla fazla ilgi göstermezdi. Onun meclisinde fakir­ler, emir gibiydiler. İbn Ümmü Mektûm, yanına girdiğinde, onun için cüb-besini yere yayar ve: "Kendisinden dolayı Rabbimin bana sitem ettiği kim­seye merhaba!" derdi.

Bu açıklamadan sonra Yüce Allah, Kur'ân'ın değerinin büyüklüğünü bildirmek üzere şöyle buyurdu: [13]

 

13, 14. O Kur'ân Allah katında kıymetli sahifel erdedir. O sayfaların mekanı ve değeri yüksek, şeytanların ellerin­den ve her türlü eksiklik ve pislikten uzaktır. [14]

 

15, 16. O sayfalar, Allah'ın, kendisiyle peygam­berleri arasında elçi kıldığı meleklerin ellerindedir. O melekler, Allah katında, yüce, takvalı ve salih varlıklardır: "Allah'ın kendilerine buyur­duğuna karşı gelmezler ve emredildiklerini yaparlar"[15]

Bundan sonra Yüce Allah, kâfirin yaptığı kötü işleri ve Allah'ın, ken­disine çok lütufta bulunmasına rağmen inkâr ve isyan ederek haddi aşmasını kınamak üzere şöyle buyurdu: [16]

 

17. Kâfire lanet olsun. Allah'ın rahmetinden uzak ol­sun. Allah'ın ona çokça nimet vermesi ve ihsanda bulunmasına rağmen, O'nu ne aşırı bir tarzda inkâr etti!? Alusî şöyle der: Bu âyet kafire en kötü bir bedduadır. Aynı zamanda, inkâr ve isyan ederek haddi aşmasından dolayı muhatabı hayrete düşürür. Bu, son derece veciz ve açık bir ifadedir.[17]

 

18. Allah o kâfiri neden yarattı ki, kalkıp Rabbine kibir­leniyor?! Yüce Allah daha sonra bunu şöyle açıkladı; [18]

 

19. Onu yaratmaya, basit bir sudan başladı. Sonra an­nesinin karnında, yaratılışı tamamlanıncaya kadar, nutfe, alaka., merhale­lerinden geçirip şekil verdi İbn Kesîr şöyle der: Rızkını, ecelini, amelini, mutlu veya'mutsuz olacağını takdir etti.[19]

 

20. Sonra ona, annesinin karnından çıkış yolunu kolay­laştırdı. Hasan Basrî der ki: Baba ve anasının idrar yollarından çıkmış olan kimse nasıl kibirlenir?![20]

 

21. Sonra insanı öldürdü ve ona değer verdiği için gömü­leceği bir kabir yarattı da onu yırtıcı ve vahşi hayvanlara ve kuşlara yem yapmadı. Hâzin şöyle der: Bu diğer canlılara karşı, insanoğluna verilmiş bir değerdir. [21]

 

22. Sonra Allah onu diriltmek isteyince; öldükten sonra hesap ve ceza için diriltecektir.[22] Öldükten sonra dirilme vakti, hiç kimse tarafından bilinmediği için Yüce Allah, "dilediği vakit" buyurdu. O, Yüce Allah'ın dilemesine bağlıdır. O, mahlûkâtı ne zaman diriltmek is­terse o zaman diriltir. [23]

 

23. O kâfir, kibirlenmekten ve böbürlenmekîen vaz geçsin. Çünkü o, kendisine emredileni yerine getirmedi. Rabbinin yükümlü tuttuğu iman ve itaati yapmadı. Yüce Allah insanın yaratılışını anlattıktan sonra, rızkım anlattı ki, Allah'ın kendisine bolca verdiği çeşitli nimetler sayesinde ibret alsın da Rabbine şükür edip itaat etsin:[24]

 

24. O inkarcı insan, hayat olayına ibret ve tefek­kür gözüyle bir baksın. Yüce Allah nasıl onu kudretiyle yarattı, doğuşunu rahmeti ile nasıl kolaylaştırdı, nasıl onun için geçim vasıtalarını hazırladı, hayatta kalmasını sağlayan yemeğini onun için nasıl yarattı?!

Bundan sonra Yüce Allah bunu açıklamak üzere şöyle buyurdu: [25]

 

25. Kuşkusuz gücümüzle biz, bulutlardan yeryüzüne yağmuru, enteresan bir şekilde indirdik. [26]

 

26. Sonra, bitkilerin çıkmasıyla yeryüzünü güzel bir şekilde yardık. [27]

 

27, 28. O su ile, türlü türlü hububat ve bitki­ler çıkardık: İnsanların yiyecekleri ve stok edecekleri hububatı; leziz ve iştah açıcı üzümleri ve taze olarak yenen diğer sebzeleri çıkardık. [28]

 

29. Aynı zamanda zeytin ve hurma ağaçları bitirdik. On­lardan zeytin yağı, yaş ve kuru hurma elde edilir. [29]

 

30. Dallan birbirine girmiş, çok ağaçlı bahçeler yarattık. [30]

 

31. Hayvanların otlayacağı şeyleri bitirdiğimiz gibi, çeşitli meyveler de bitirdik. Kurtubî şöyle der:  Hayvanların yiyeceği yeşilliktir1'[31]

 

32. Bütün bunları, ey insanlar! Sizin için bir menfaat, hem size hem de hayvanlarınıza bir geçim vasıtası olsun diye bitirdik, ibn Kesîr şöyle der: Bu âyetlerde, kullara verilen nimetler sayılmaktadır. Aynı zamanda bunlarda, kupkuru yerden bitkilere hayat verilip çıkarılması, çürümüş kemikler ve dağılmış uzuvlar haline geldikten sonra vücutların di-riltileceğine delil getirilmiştir.[32] Bundan sonra Yüce Allah, kıyamette vuku bulacak korkunç halleri açıkladı: [33]

 

33. Kıyametin, nerdeyse sağır edecek kadar, kulaklara şiddetli çarpan gürültüsü gelince, [34]

 

34, 36. korkunç günde insan, dostundan, kardeşinden, anne ve babasından, çocuklarından kaçar. Çünkü o kendisi ile meşguldür. İbn Cüzey der ki: Yüce Allah, insanın, dost­larından kaçışını anlattı ve onları şefkat ve merhamet derecelerine göre sıraladı. En az sevdiğinden başladı, en çok sevdiği ile bitirdi. Çünkü insan, oğullarına, yukarıda anlatılanlardan daha çok şefkat ve merhamet duyar.[35]

 

37. O dehşetli ve çetin günde her insanın, kendisini meşgul eden ve başkasını düşündürmeyen bir meşguliyeti vardır. O gün o, kendisinden başkasını düşünemez. Hattâ peygamberlerin (a.s.) dahi herbiri o gün, "nefsim, nefsim!" der.[36]

Yüce Allah, kıyameti ve onun korkunç hallerini anlattıktan sonra, o gün insanların durumunu ve mutlular ve, mutsuzlar olarak ikiye ayrıldıkla­rım anlattı. Mutluları anlatırken şöyle buyurdu: [37]

 

38. O gün öyle yüzler vardır ki, sevinç ve mutluluktan parlar. [38]

 

39. Allah'ın ikram ve rızasını gördüğü için sevinçli ve neşelidir. Bu   devamlı nimet sebebiyle mutludur. [39]

 

40. öyle yüzler de vardır ki, üzerlerim toz duman kaplamıştır. [40]

 

41. Onları karanlık ve siyahlık bürür. [41]

 

42. İşte, "yüzleri siyah" diye anlatılan o kimseler, inkâr edip günah işleyenlerdir. Sâvî şöyle der: Onlar hem inkâr edip hem de günah işledikleri için Allah da, onların yüzlerini hem siyah, hem de tozlu yaptı.[42]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. Yüce Alîah "Yüzünü ekşitti ve çevirdi" buyurdu. Daha sonra da, "Sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek" bu­yurdu. Böylece, Peygamberi (s.a.v.) daha çok kınamak için, bu âyetlerde III. şahıs kipinden II. şahıs kipine dönüş yapılmıştır. Yüce Allah, âmânın duru­mu ile daha fazla ilgilenmeye, Peygamberin (s.a.v.) dikkatini çekmek maksadıyle böyle yapmıştır.

2. arasında cinas-ı iştikak vardır.      

3. "Sonra ona yolu kolaylaştırdı" âyetinde parlak bir ki­naye vardır. Yüce Allah, "yol" kelimesini, anne karnından çıkış için kinaye olarak kullandı.                                            

4. "insana lanet olsun. Ne aşırı derecede inkâr etti" âyetinde, hayret üslubu vardır. Bu, kendisine çok lütufta bulunmasına rağmen, insanın Allah'ı, aşırı derecede inkâr etmesine hayret edildiğini gösterir.

5. "İlgileniyorsun" ile "ilgilenmiyorsun" kelimeleri arasında tıbak vardır. Çünkü bunlardan maksat, "ilgileniyorsun" ve "ilgilenmiyorsun" demektir.

6. "Onu nangi şeyden yarattı" âyetinden sonra Yüce Allah, şu âyetlerle bunu açıkladı: "Onu bir nutfeden yarattı da, bir şekil verip hayatını programladı. Sonra yolunu kolaylaştırdı. Sonra öldürdü ve kabre soktu". Bu âyetlerde icmalden sonra tafsîl vardır.

7. "O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir" âyetleri ile, "Bir takım yüzlerin de o gün üstlerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür" âyetleri arasında latif bir mukabele vardır. Bu mukabele, mutlular ile mutsuzlar arasındadır...

8. gibi âyet sonları ile gibi âyet sonlarında, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu, seci' denilen, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [43]

 

Bir Nükte                                   

 

Edebiyatçılardan biri, Yüce Allah'ın   âyetini iktibas ederek şu iki beyti söylemiştir:

Kişi, yazın kışı ister. Kış gelince de ondan hoşlanmaz. O bir tek hale razı değildir. İnsana lanet olsun. O ne de nankördür.

Yüce Allah'ın yardımıyle "Abese Sûresi"nin tefsiri bitti. [44]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/213.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/216.

[3] Savi Haşiyesi, 4/292; Kurtubi, 19/210

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/216.

[4] Sâvî Haşiyesi, 4/291.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/216-217.

[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[9] Alusi 30/40

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217-218.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[15] Tahrîm sûreasi, 66/6

[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[17] Rûhu'l-meânî, 30/43

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[19] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/600

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[20] Kurtubî, 19/216.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[22] Hâzin, 4/210

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[31] Kurtubi, 19/220 2198.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/601

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.

[35] Teshîl, 4/180

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219-220.

[36] Buhârî, Enbiyâ, 9; Tirmizî, Kıyâme, 10

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[42] Sâvî Haşiyesi, 4/294

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.

[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220-221.

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/221.