Mekke'de inmiştir, 42
âyettir.
Abese sûresi Mekke'de
inen sûrelerdendir. Bu sûre de inanç ve peygamberlik işi ile ilgili konulan
ele alır. Aynı zamanda insan, bitki ve yenilecek şeylerin yaratılması
hususunda Allah'ın birliğini ve kudretini gösteren delillerden bahseder. Yine
bu sûrede kıyametten, onun dehşet verici durumlarından ve o çetin günün
sıkıntılarından söz edilir.
Bu mübarek sûre, âmâ
Abdullah b. Ümmü Mektûm'un
(r.a.) kıssasını anlatarak başlar. Abdullah, Resulullah
(s.a.v) Kureyş büyüklerinden bir grubu İslama davet etmek üzere onlarla meşgulken, onun yanına
gelip Allah'ın ona Öğrettiklerinden kendisine öğretmesini istedi. Rasulullah (s.a.v) yüzünü ekşitip ondan yüz çevirdi. Bunun
üzerine, sitem yollu şu Kur'ân âyetleri indi:
"Peygamber, âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri
döndü. Sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da Öğüt ona
fayda verecek. Kendini müstağni sayana gelince, işte sen ona
yöneliyorsun..."
Daha sonra sûre,
Allah'ın, kendisine birçok nimet ihsan etmesine rağmen, insanın inkâr etmesi
ve Rabbine karşı aşırı derecede nankörlük etmesinden bahseder: "Kahrolsun
insan! Ne de nankör! Allah onu hangi şeyden yarattı? Bir nutfeden
yarattı da ona biçim verip hayatını programladı sonra yolunu
kolaylaştırdı..."
Bundan sonra sûre,
Yüce Allah'ın bu kainattaki kudret delillerini ele alır. Şöyle ki, Yüce Allah
insan için, bu yeryüzü sathında, yaşam yollarını kolaylaştırmıştır:
"İnsan, yediğine bir baksın. Biz suyu bol bol
nasıl indirdik! Sonra toprağı güzelce nasıl yardık. Orada ekinler, üzüm
bağları, yoncalar, zeytinler, hurmalar... bitirdik"
Bu mübarek sûre, kıyametin
dehşet verici hallerini ve insamn, şiddetli korku ve
endişeden dolayı, dostlarından kaçışını açıklayarak sona erer. O çetin günde mü'min ve kâfirlerin hallerinin nasıl olduğunu açıklar:
"Ve kulakları patlatan gürültü geldiğinde.. İşte o gün, kişi, kardeşinden,
annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan herbirinin başından aşan işi vardır. O gün bir takım yüzler
parlak, güzel ve müjdelidir. Bir takım yüzlerin de üzerini toz kaplamış ve
karanlıklar örtmüştür. İşte onlar kâfirlerdir, günaha batmış olanlardır. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4.
(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü.
(Resulüm! O'nun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt
alacak da o öğüt ona fayda verecek!
5, 6, 7.
Kendini müstağni sayana gelince, işte sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun
temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.
8, 9, 10.
Fakat koşarak ve Allah'tan korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun.
11, 12, 13, 14, 15, 16. Hayır! (Bir daha öyle yapma). Çünkü değerli ve
güvenilir kâtiplerin elleriyle yazılıp tertemiz kılınmış, yüce makamlara
kaldırılmış mukaddes sahîfelerde yazılı bu (âyetler)
bir hatırlatma ve öğüttür. Dileyen onu dinler.
17, 18, 19, 20, 21, 22. Kahrolası insan! Ne de nankör! Allah onu neden
yarattı? Bir nutfeden yarattı da ona biçim verip
hayatını programladı. Sonra yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü ve kabre
soktu. Sonra dilediği bir vakitte onu yeniden diriltecek.
23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32. Hayır! (İnsan henüz Allah'ın) emrettiğini yapmadı.
İnsan, yediğine bir baksın! Biz, suyu (gökten) bol bol
nasıl boşalttık. Sonra toprağı nasıl da yardık. Orada ekinleri, üzüm bağları,
yoncalar, zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar
bitirdik. Bütün bunlar sizi ve davarlarınızı yararlandırmak içindir.
33. Ve
kulakları patlatan gürültü geldiğinde,
34, 35, 36.
İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden babasından eşinden ve çocuklarından
kaçar.
37. O gün,
onlardan her birinin, başından aşacak işi vardır.
38, 39, 40, 41.
O gün bir takım yüzler parlak, güleç ve müjdelidir. Bir takım yüzlerin de
üzerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür.
42. İşte
onlar kâfirlerdir, günaha batmış olanlardır.
Yüzünü ekşitti,
buruşturdu. : Ona yöneliyor, onun sözünü
dinliyorsun.
Sefere, kulların amellerini
yazan değerli melekler. kelimesinin çoğuludur. Kalıp bakımından ye benzer. Ona
kabir yaptı ve gömülmesini emretti.
Kadb, sebzelerden, kesildikten sonra kökü biten her sebze.
Yonca, bakla, pırasa v.b.
Gulb, ağaçlan çok ve dallan birbirine girmiş mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur.
Ebb, otlak ve yeryüzünün bitirdiği, hayvan
yiyeceklerinden ot ve yeşil bitki gibi her şey.
Sâhha, şiddetinden
dolayı kulakları sağır eden ses demektir.
Müsfire; aydın, parlak demektir.
Gabera; toz ve duman demektir.
Katera; siyahlık ve karanlık manasınadır. [2]
Rivayet edildiğine
göre, Rasulullah (s.a.v) Kureyş'in
ileri gelenlerini İslama çağırmakla meşgul idi.
Peşlerinden gelenler de müslüman olur ümidiyle,
onların müslüman olmasını çok arzu ediyordu. Rasulullah (s.a.v), yanında bulunan Kureyş'in
ileri gelenleri ile meşgul olduğu bir sırada, âmâ Abdullah b. Ümmü Mektûm (r.a.) yanına gelerek
şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasuiü! Allah'ın sana
öğrettiklerinden bana öğret." Peygamber (a.s)'in o müşriklerle meşgul
olduğunu bilmeden, bunu birkaç defa tekrarladı. Rasulullah
(s.a.v), onun, sözünü kesmesinden hoşlanmadı, yüzünü ekşiterek öbür yana döndü
ve kendi kendine şöyle dedi: "Bunlar diyecekler ki, Muham-med'in peşinden gidenler körler, sefiller ve
kölelerdir." Bu sebeple yüzünü ekşitti ve o topluluğa dönerek onlarla konuşmaya
başladı. Bunun üzerine Yüce Allah, "Âmânın kendisine gelmesinden ötürü
yüzünü ekşitti ve geri döndü..." âyetlerini indirdi.[3]
1, 2. Dinî
meselelerini sormak üzere, âmâ kendisine geldiği için yüzünü ekşitip
buruşturdu ve tiksinerek ondan yüz çevirdi. Sâvî
şöyle der: Peygamber (s.a.v)'e nâzik davranmak ve ona saygı göstermek için, III.
şahıs zamiri ile "Yüzünü ekşitti ve yüz çevirdi" şeklinde söylendi.
Çünkü II. şahıs zamirini kullanarak hitap etmekte, Rasulullah
(s.a.v)'a gelecek açık bir sıkıntı ve güçlük vardır. Âmâ' nın
adı, Abdullah b. Ümmü Mektûm'dur.
Bu sitem âyetleri indikten sonra, âmâ Rasulullah
(s.a.v)'a geldiğinde, Rasulullah (s.a.v) ona şöyle
derdi: "Kendisi için Rabbimin bana sitem ettiği kimseye merhaba!"
Daha sonra onun için ridasını yayardı.[4]
3. Ey
Peygamber! Sana ne bildirdi? Belki de, kendisine karşı yüzünü ekşittiğin o
âmâ, senden aldığı ilim ve marifetle, günahlarından temizlenir!! [5]
4. Veya
işittiğinden öğüt alır da, senin verdiğin öğüt ona fayda sağlar!! [6]
5. Serveti
ve malından dolayı, Allah'a ve imana ihtiyacı olmadığım söyleyene gelince, [7]
6. Sen ona
meylediyor, sözüne kulak veriyor ve davetini başkalarına tebliğ etmesine önem
veriyorsun. [8]
7. Oysa,
onun inkâr ve isyan kirinden temizlenmemesinden sana bir vebal yoktur. Senden,
onu hidayete erdirmen istenmiyor. Senin vazifen, sadece tebliğ etmektir. Âlûsî şöyle der: Burada, Peygamber (s.a.v)'i onlarla sohbet
etmekten, aşın derecede nefret ettirme vardır. Çünkü sırt çevirene yönelmek
şahsiyeti giderir. Nitekim şâir şöyle der: Vallahi, elim bir gün benimle beraber olmak istemese,
mutlaka ona, benimle beraber olmaktan uzaklaş derdim.[9]
8, 9.
Allah'tan korunup haramlarından sakınarak, Allah için ilim talep etme hususunda
koşarak sana gelen ve iyilik istemeye düşkün olana gelince, [10]
10. Ey
Peygamber! Sen onu bırakıp, inkâr ve sapıklık reisleriyle meşgul oluyorsun! [11]
11. Bugünden
sonra böyle bir şey yapma. Bu âyetler, insanlar için öğüt ve nasihattir. Akıl
sahiplerinin bunlardan öğüt alması ve gereğini yapması lâzımdır. [12]
12. Allah'ın
kullarından, kim dilerse Kur'ân'la öğüt alır; onun
irşat ve yönlendirmelerinden yararlanır. Tefsirciler der ki: Hz. Peygamber (a.s.) bu sitemden sonra, herhangi bir
fakire yüzünü asla ekşitmez, herhangi bir zengine de asla fazla ilgi
göstermezdi. Onun meclisinde fakirler, emir gibiydiler. İbn
Ümmü Mektûm, yanına
girdiğinde, onun için cüb-besini yere yayar ve:
"Kendisinden dolayı Rabbimin bana sitem ettiği kimseye merhaba!"
derdi.
Bu açıklamadan sonra
Yüce Allah, Kur'ân'ın değerinin büyüklüğünü bildirmek
üzere şöyle buyurdu: [13]
13, 14. O Kur'ân Allah katında kıymetli sahifel
erdedir. O sayfaların mekanı ve değeri yüksek, şeytanların ellerinden ve her
türlü eksiklik ve pislikten uzaktır. [14]
15, 16. O
sayfalar, Allah'ın, kendisiyle peygamberleri arasında elçi kıldığı meleklerin
ellerindedir. O melekler, Allah katında, yüce, takvalı ve salih
varlıklardır: "Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmezler ve
emredildiklerini yaparlar"[15]
Bundan sonra Yüce
Allah, kâfirin yaptığı kötü işleri ve Allah'ın, kendisine çok lütufta
bulunmasına rağmen inkâr ve isyan ederek haddi aşmasını kınamak üzere şöyle
buyurdu: [16]
17. Kâfire
lanet olsun. Allah'ın rahmetinden uzak olsun. Allah'ın ona çokça nimet vermesi
ve ihsanda bulunmasına rağmen, O'nu ne aşırı bir tarzda inkâr etti!? Alusî şöyle der: Bu âyet kafire en kötü bir bedduadır. Aynı
zamanda, inkâr ve isyan ederek haddi aşmasından dolayı muhatabı hayrete
düşürür. Bu, son derece veciz ve açık bir ifadedir.[17]
18. Allah o
kâfiri neden yarattı ki, kalkıp Rabbine kibirleniyor?! Yüce Allah daha sonra
bunu şöyle açıkladı; [18]
19. Onu
yaratmaya, basit bir sudan başladı. Sonra annesinin karnında, yaratılışı
tamamlanıncaya kadar, nutfe, alaka., merhalelerinden
geçirip şekil verdi İbn Kesîr şöyle der: Rızkını,
ecelini, amelini, mutlu veya'mutsuz olacağını takdir
etti.[19]
20. Sonra
ona, annesinin karnından çıkış yolunu kolaylaştırdı. Hasan Basrî
der ki: Baba ve anasının idrar yollarından çıkmış olan kimse nasıl kibirlenir?![20]
21. Sonra
insanı öldürdü ve ona değer verdiği için gömüleceği bir kabir yarattı da onu
yırtıcı ve vahşi hayvanlara ve kuşlara yem yapmadı. Hâzin şöyle der: Bu diğer
canlılara karşı, insanoğluna verilmiş bir değerdir. [21]
22. Sonra
Allah onu diriltmek isteyince; öldükten sonra hesap ve ceza için diriltecektir.[22] Öldükten
sonra dirilme vakti, hiç kimse tarafından bilinmediği için Yüce Allah, "dilediği
vakit" buyurdu. O, Yüce Allah'ın dilemesine bağlıdır. O, mahlûkâtı ne
zaman diriltmek isterse o zaman diriltir. [23]
23. O kâfir,
kibirlenmekten ve böbürlenmekîen vaz
geçsin. Çünkü o, kendisine emredileni yerine getirmedi. Rabbinin yükümlü
tuttuğu iman ve itaati yapmadı. Yüce Allah insanın yaratılışını anlattıktan
sonra, rızkım anlattı ki, Allah'ın kendisine bolca verdiği çeşitli nimetler
sayesinde ibret alsın da Rabbine şükür edip itaat etsin:[24]
24. O
inkarcı insan, hayat olayına ibret ve tefekkür gözüyle bir baksın. Yüce Allah
nasıl onu kudretiyle yarattı, doğuşunu rahmeti ile nasıl kolaylaştırdı, nasıl
onun için geçim vasıtalarını hazırladı, hayatta kalmasını sağlayan yemeğini
onun için nasıl yarattı?!
Bundan sonra Yüce
Allah bunu açıklamak üzere şöyle buyurdu: [25]
25. Kuşkusuz
gücümüzle biz, bulutlardan yeryüzüne yağmuru, enteresan bir şekilde indirdik. [26]
26. Sonra,
bitkilerin çıkmasıyla yeryüzünü güzel bir şekilde yardık. [27]
27, 28. O su
ile, türlü türlü hububat ve bitkiler çıkardık:
İnsanların yiyecekleri ve stok edecekleri hububatı; leziz ve iştah açıcı
üzümleri ve taze olarak yenen diğer sebzeleri çıkardık. [28]
29. Aynı
zamanda zeytin ve hurma ağaçları bitirdik. Onlardan zeytin yağı, yaş ve kuru
hurma elde edilir. [29]
30. Dallan
birbirine girmiş, çok ağaçlı bahçeler yarattık. [30]
31. Hayvanların
otlayacağı şeyleri bitirdiğimiz gibi, çeşitli meyveler de bitirdik. Kurtubî şöyle der: Hayvanların yiyeceği yeşilliktir1'[31]
32. Bütün
bunları, ey insanlar! Sizin için bir menfaat, hem size hem de hayvanlarınıza
bir geçim vasıtası olsun diye bitirdik, ibn Kesîr
şöyle der: Bu âyetlerde, kullara verilen nimetler sayılmaktadır. Aynı zamanda
bunlarda, kupkuru yerden bitkilere hayat verilip çıkarılması, çürümüş kemikler
ve dağılmış uzuvlar haline geldikten sonra vücutların di-riltileceğine
delil getirilmiştir.[32]
Bundan sonra Yüce Allah, kıyamette vuku bulacak korkunç halleri açıkladı: [33]
33.
Kıyametin, nerdeyse sağır edecek kadar, kulaklara şiddetli çarpan gürültüsü
gelince, [34]
34, 36.
korkunç günde insan, dostundan, kardeşinden, anne ve babasından, çocuklarından
kaçar. Çünkü o kendisi ile meşguldür. İbn Cüzey der ki: Yüce Allah, insanın, dostlarından kaçışını
anlattı ve onları şefkat ve merhamet derecelerine göre
sıraladı. En az sevdiğinden başladı, en
çok sevdiği ile bitirdi. Çünkü insan, oğullarına, yukarıda anlatılanlardan daha
çok şefkat ve merhamet duyar.[35]
37. O dehşetli
ve çetin günde her insanın, kendisini meşgul eden ve başkasını düşündürmeyen
bir meşguliyeti vardır. O gün o, kendisinden başkasını düşünemez. Hattâ
peygamberlerin (a.s.) dahi herbiri o gün,
"nefsim, nefsim!" der.[36]
Yüce Allah, kıyameti
ve onun korkunç hallerini anlattıktan sonra, o gün insanların durumunu ve
mutlular ve, mutsuzlar olarak ikiye ayrıldıklarım anlattı. Mutluları
anlatırken şöyle buyurdu: [37]
38. O gün
öyle yüzler vardır ki, sevinç ve mutluluktan parlar. [38]
39. Allah'ın
ikram ve rızasını gördüğü için sevinçli ve neşelidir. Bu devamlı nimet sebebiyle mutludur. [39]
40. öyle
yüzler de vardır ki, üzerlerim toz duman kaplamıştır. [40]
41. Onları
karanlık ve siyahlık bürür. [41]
42. İşte,
"yüzleri siyah" diye anlatılan o kimseler, inkâr edip günah
işleyenlerdir. Sâvî şöyle der: Onlar hem inkâr edip
hem de günah işledikleri
için Allah da, onların yüzlerini hem siyah, hem de tozlu
yaptı.[42]
Bu mübarek sûre,
birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Yüce Alîah "Yüzünü ekşitti ve çevirdi" buyurdu. Daha
sonra da, "Sana kim bildirdi? Belki o temizlenecek" buyurdu.
Böylece, Peygamberi (s.a.v.) daha çok kınamak için, bu âyetlerde III. şahıs
kipinden II. şahıs kipine dönüş yapılmıştır. Yüce Allah, âmânın durumu ile
daha fazla ilgilenmeye, Peygamberin (s.a.v.) dikkatini çekmek maksadıyle böyle yapmıştır.
2. arasında
cinas-ı iştikak vardır.
3. "Sonra
ona yolu kolaylaştırdı" âyetinde parlak bir kinaye vardır. Yüce Allah,
"yol" kelimesini, anne karnından çıkış için kinaye olarak
kullandı.
4. "insana
lanet olsun. Ne aşırı derecede inkâr etti" âyetinde, hayret üslubu vardır.
Bu, kendisine çok lütufta bulunmasına rağmen, insanın Allah'ı, aşırı derecede
inkâr etmesine hayret edildiğini gösterir.
5. "İlgileniyorsun"
ile "ilgilenmiyorsun" kelimeleri arasında tıbak
vardır. Çünkü bunlardan maksat, "ilgileniyorsun" ve
"ilgilenmiyorsun" demektir.
6. "Onu
nangi şeyden yarattı" âyetinden sonra Yüce
Allah, şu âyetlerle bunu açıkladı: "Onu bir nutfeden
yarattı da, bir şekil verip hayatını programladı. Sonra yolunu kolaylaştırdı.
Sonra öldürdü ve kabre soktu". Bu âyetlerde icmalden sonra tafsîl vardır.
7. "O
gün bir takım yüzler parlak, güleç ve sevinçlidir" âyetleri ile, "Bir
takım yüzlerin de o gün üstlerini toz kaplamış ve karanlıklar örtmüştür"
âyetleri arasında latif bir mukabele vardır. Bu mukabele, mutlular ile
mutsuzlar arasındadır...
8. gibi âyet
sonları ile gibi âyet sonlarında, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir.
Bu, seci' denilen, güzelleştirici edebî sanatlardandır. [43]
Edebiyatçılardan biri,
Yüce Allah'ın âyetini iktibas
ederek şu iki beyti söylemiştir:
Kişi, yazın kışı
ister. Kış gelince de ondan hoşlanmaz. O bir tek hale razı değildir. İnsana
lanet olsun. O ne de nankördür.
Yüce Allah'ın yardımıyle "Abese Sûresi"nin tefsiri bitti. [44]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/213.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/216.
[3] Savi Haşiyesi, 4/292; Kurtubi, 19/210
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/216.
[4] Sâvî Haşiyesi, 4/291.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/216-217.
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[9] Alusi 30/40
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/217-218.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[15] Tahrîm sûreasi,
66/6
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[17] Rûhu'l-meânî,
30/43
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[19] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/600
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[20] Kurtubî, 19/216.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[22] Hâzin, 4/210
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/218.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[31] Kurtubi, 19/220 2198.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[32] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/601
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/219.
[35] Teshîl, 4/180
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/219-220.
[36] Buhârî, Enbiyâ, 9; Tirmizî, Kıyâme, 10
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[41] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[42] Sâvî Haşiyesi, 4/294
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220.
[43] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/220-221.
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/221.