Mekke
7
29
Mushaftaki sıralamada seksen birinci, iniş sırasına
göre yedinci sûredir. Teb-bet sûresinden sonra, A'lâ sûresinden önce Mekke'de
inmiştir. [1]
"Tekvîr" kelimesi, sûrenin birinci âyetinde
geçen ve "dürdü, durup sardı" anlamlarına gelen "kevvera"
fiilinin maştandır. Sûre adını bu fiilden almıştır. Bazı kaynaklarda
"İze'ş-şemsü küvviret" şeklinde isimlendirilmiştir.[2]
Kısaca "Küvviret" ismiyle de
anılmaktadır. [3]
Sûrede kıyametin dehşet verici bazı ayrıntıları ile
vahiy ve peygamberlik gerçeği üzerinde durulmaktadır. [4]
Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla... 1. Güneş dürülüp karardığında, 2. Yıldızlar dökülüp
söndüğünde, 3. Dağlar sökülüp yürütüldüğünde, 4. Doğuracak develer başıboş
bırakıldığında, 5. Yabani hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, 6.
Denizler kaynatıldığında, 7. Nefisler amellerijle birleştirilip
şekillendirildiğinde, 8-9. Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğü
sorulduğunda; 10. Defterler ortaya serildiğinde, 11. Gökyüzü sıyrılıp
açıldığında, 12. Cehennem ateşi harlatıldığında, 13. Cennet yaklaştırıldığında,
14. Kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır. 15-16. Hayır! Hayır! Yörüngelerinde
akıp giderek doğan ve batan yıldızlara andolsun! 17. Kararmakta olan geceye
andolsun! 18. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki, 19-21.0 Kur'an gerçekten
değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi katında itibarlı, orada saygın ve güvenilir
bir elçinin sözüdür. 22. Arkadaşınız kesinlikle mecnun değildir. 23. Andolsun
ki onu apaçık ufukta görmüştür. 24.0 gaybın bilgilerini esirgemez. 25.0,
lanetlenmiş şeytanın sözü değildir. 26. Öyleyse nereye gidiyorsunuz? 27. O
herkes için bir öğüttür. 28. Özellikle sizden doğru yolda gitmek isteyenler için.
29. Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz! [5]
1-13. Allah Teâlâ kıyamet gününün nasıl dehşet verici bir gün olduğunu ifade
etmek ve insanları böylesine dehşetli bir gün için hazırlık yapmaya teşvik
için, altısı kıyametin başlangıcından hesap zamanına kadar, altısı da hesabın
başlamasından itibaren olmak üzere on iki olay anlatılmaktadır.
a) Güneşin dürülüp kararması. Bundan maksat
ya güneşin ışığının sönmesi veya kütlesinin tamamen dağılması, bildiğimiz
formunu ve işlevini kaybetmesidir.
b) Yıldızların dökülüp sönmesi. Güneş
ışığının sönmesi, bir kısmı parlaklığını güneşten alan diğer yıldızların da
söneceğine işaret eder. Ayrıca kıyametin kop- masıyla kozmik sistem bozulunca
yıldızların da birbirine çarpmak, yörüngelerinden kaymak, çekimden kurtulmak
gibi gelişmelerle mevcut düzen ve işlevlerini kaybedecekleri, uzay boşluğuna
saçılacaklan da düşünülebilir. [6]
c) Dağların sökülüp yürütülmesi. Bu ise
yerkürede meydana gelecek olan şiddetli sarsıntı neticesinde dağların parçalanması
ve yerlerinden kopup dağılması anlamına gelir.
[7]
Yerküredeki canlı ve bitkilerin hayat kaynağı olan güneşin yok olmasıyla zaten
burada da hayatın devam etmesi mümkün değildir,
d) Doğacak develerin başıboş bırakılması.
"Doğacak develer" diye çevirdiğimiz "ışâr" (tekili: uşerâ)
kelimesi "gebelik süresi 10 ayını doldurmuş fakat henüz doğurmamış olan
develer" anlamına gelir. Kur'an'ın İndiği dönemdeki Arap toplumu bu
develeri en değerli mal sayarlardı. Temsilî olarak kıyametin şiddetiyle
karşılaşan insanın, böylesine değerli mallarına dahi ilgi göstermeyeceğini
ifade eder. [8]"Doğuracak
develerin başı boş bırakılması"nın mecazî bir anlatım olduğu, bununla
bulutların artık yağmur yağdırmaz olacağı, bu yüzden yeryüzünde hayatın
bütünüyle yok olmasına sebep olacak bir kuraklığın yaşanacağı anlamının
kastedildiği yorumu da yapılmıştır. [9]
e) Yabani hayvanların toplanıp bir araya
getirilmesi. Bu da ya kıyametin şiddetinden dolayı yabani hayvanların bile
deliklerinden ve yuvalarından fırlayıp öteden beri korktukları şeyleri
unutarak birbirlerinden ve insanlardan korkmadan dehşet içinde -denizlerin
karalara taşması gibi- felâketin başlangıcındaki tehlikeli yerlerden çıkmaları
ve daha güvenli yerlerde bir araya toplanmaları veya bu büyük felâketin
tesiriyle kitleler halinde ölmeleri, cesetlerinin üstüste yığılmasıdır."Yabani
hayvanların birbirlerinden haklarını almak üzere bir araya toplanması"
anlamına geldiğini söyleyenler de vardır[10]
Nitekim bir hadiste kıyamet gününde hakların sahiplerine ödeneceği, hatta boynuzsuz
koyunun boynuzludan hakkını alacağı belirtilmiştir. [11]
Bu hadis kıyamet gününde hayvanların da
diriltİleceğini ifade eder. [12]
f) Denizlerin kaynatılması. Bu, şiddetli
sarsıntı neticesinde yerkürede meydana gelecek olan volkanik patlaklar ve
derin çatlaklardan dışarı püsküren magmanın, lav kütlelerinin deniz sularım
ısıtıp kaynatması yahut dünyanın şiddetle
sarsılmasının ve dağların parçalanıp yok olmasının doğal sonucu olarak
denizlerin birbirine karışması ve tek deniz haline gelmesi demektir. [13]
Buraya kadar anlatılanlar kıyametin kopması esnasında
meydana geleceği bildirilen olaylardır. Müfessirlerin tamamına yafanı bütün
bunların jeolojik ve kozmik bir felâket olarak vuku bulacağını kabul ederler.
Bundan sonrakiler ise kıyamet koptuktan sonra meydana geleceği haber verilen
olaylardır.
g) Nefislerin amelleriyle birleştirilip
şekillendirilmesi. Bu âyetle ilgili yorumlar şöyledir: 1. Ölüm anında bedenden
ayrılmış olan ruhların kıyamet koptuktan sonra yeniden dirilirken bedenle
birleşmesi. Bu olay insanlar öldükten sonra ruhlarının yok olmadığını ve
yeniden dirilme anında bedenleriyle birleştiğini gösterir, b) Kıyamet gününde
insanların benzerleriyle, yani müminlerin müminlerle, kâfirlerin de kâfirlerle
bir araya getirilmesi[14]
2. Müminlerin nefislerinin hurilerle, kafırlerinkinin de şeytanlarla bir araya
getirilmesi. 3. Kişinin dünya hayatında beraber bulunduğu inanç ve zihniyet
önderleriyle bir araya getirilmesi. 4. Kişinin taraftarlarıyla yani yahudinin
yahudİyle hıristiyamn hiristiyan-la, ateşperestin ateşperestle, müminlerin
müminlerle, münafıkların münafıklarla bir araya getirilmesi. 5. Azgınların
kendilerini azdıranlarla, itaatkârların da kendilerini itaate davet eden
peygamberler ve müminlerle bir araya getirilmesi. 6. Nefislerin amelleriyle
bir araya getirilmesi[15]
Bize göre burada, her insanın (nefsin) dünya hayatında yapıp ettiklerini temsil
eden veya bunlarla oluşmuş bir şekle girmesi kastedilmiştir. Nitekim insanların
yeniden diriltilirken günah-sevap çeşidine göre şekiller alacaklarını ifade
eden birçok hadis vardır. [16]
h) Diri diri toprağa gömülen kıza hangi
suçundan dolayı öldürüldüğünün sorulması. Câhiliye döneminde -nâdir de
görülse- bazı Araplar kız çocukları yüzünden utanç duymamak[17]
bazıları da onları büyütüp beslemede sıkıntı çekmekten endişe ettikleri İçin[18]
onları diri dİ-ri toprağa gömerlerdi. İşte âhirette sorgulama başladığında bu
katiller öldürdükleri kızlarıyla birlikte mahkemeye getirilecek ve hesaba
çekileceklerdir.
ı) Defterlerin ortaya serilmesi. İnsanlar
öldüklerinde hesap gününde açılmak üzere amel defterleri kapanır. Hesap gününde
bu defterler ortaya konduğunda herkes, dünyada iken hayır veya şer adına ne
işlemişse kendi amel defterinde yazılmış olduğunu görür ve yaptıklarını
hatırlar. Hesabı görüldükten sonra artık hakkında amellerine göre işlem
yapılır. [19]
j) Gökyüzünün sıyrılıp açılması. Gökyüzü
yerle birlikte (maddi evren) yok edilecek, İnsanın önündeki madde engeli
kalkacak, madde ötesi ile yüz yüze gelmesi sağlanacaktır. Bu anlamda sema
açılınca gayb âleminin gizli gerçekleri açı- ğa çıkacak; insanların cennet,
cehennem, melek vb. gayb varlıklarını hakikatleriy-le tanımaları mümkün
olacaktır.
k) Cehennem ateşinin harlatılması. Bundan
maksat yakıcılığının arttırılması, işlevine hazır hale getirilmesidir[20]
1) Cennetin yaklaştırılması. Cennetin dünya
hayatını Allah'a sevgi ve saygı şuuru içinde yaşayan ve O'na itaatsizlikten
sakınan kullara (takva ehline) yaklaşmasından maksat, o saadet ülkesine girme
zamanının yaklaşmasıdır; bunun takva ehline verdiği tatlı heyecandır. [21]
14. Defterleri ellerine verilen insanlar ilâhî
huzura hangi amellerle geldiklerini eksiksiz göreceklerdir. [22]
15-21. Erişilmez bir nazım güzelliği ve edebî incelikler taşıyan 15-18.
âyet-lerdeki yeminler, ileride verilecek olan vahiy ve Peygamber'le ilgili
bilgilerin gerçekliğini teyit amacı taşıması yanında, muhatabı bu bilgilerin
önemini kavramaya hazırlamaktadır. Çünkü Peygamber'in dürüstlüğü ve vahyin
gerçek olduğu hususunda kuşku duyan insanın, hiçbir dinî bildirimi tanıyıp
kabul etmesi beklenemez. Müfessirler 19. âyette anlatılan "değerli elçinin
sözü"nden maksadın Kur'an olduğunu söylemişlerdir. Elçiden maksat bir
görüşe göre Cebrail'dir. [23] Cebrail,
Allah'ın kelâmı Kur'an'ın Hz. Peygamber'e ulaştırılmasında aracılık yani
elçilik ettiği için ona "değerli elçi" denilmiş ve Allah'ın
vahyettiği kelâm Hz. Peygamber'e onun tarafından okunduğu, vahye uygun söz
kalıbına girmiş olarak ondan ulaştığı için "onun sözü" olarak ifade
edilmiştir. Diğer bir yoruma göre "değerli elçi" Hz. Peygamber'dir.
O, Allah'ın elçisi olarak Kur'an'i insanlara tebliğ ettiği için Kur'an onun
sözü olarak ifade buyurulmuştur. [24]
"Değerli elçi" ifadesini Hz. Peygamber
olarak açıklayanlara göre 20-21. âyetlerin anlamı şöyle olur: Peygamber
Allah'tan gelen mesajları ümmetine tebliğ edecek güç ve yeteneğe sahiptir;
Allah katında onun yüce bir makamı ve itibarı vardır; kendisine indirilen vahyi
koruma ve tebliğ etme hususunda güvenilir bir elçidir; Allah'a itaat eden
müminler ona da itaat ederler. [25]
22-26. Kureyşe mensup bazı kimseler, âhiret fikrine alışık olmadıkları için
Hz. Peygamber'den bu inancı doğrulayan haberler işitince onu mecnunlukla itham
etmişlerdi[26]"Arkadaşınız"
nitelemesiyle Hz. Peygamber kastedilmiştir. O, Mekkeliler tarafından ahlâkî
yapısı bakımından olduğu kadar, akıl ve zekâsının mükemmelliği ile de tanınıp
bilindiği için kendilerine bu bilgile- ri hatırlatılmış, buna rağmen ona
"mecnun" demelerinin bu bilgileriyle çeliştiği ortaya konmuştur. [27]
Ağırlıklı yoruma göre 23. âyetteki "gören"
Resûlullah, "görülen" de Cebrail'dir. Görenin Resûlultah, görülenin
Allah olduğu yönünde bir görüş daha vardır. "Apaçık ufuk" İle ne
kastedildiği konusunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır. [28]
Müfessirler bu âyeti dikkate alarak Hz. Peygamber'in Cebrail'i kendi suretinde
yani melek olarak yaratılmış olduğu surette gördüğünü söylemişlerdir[29]
Hz. Peygamber Cebrail'in kendisine vahiy getirdiğini söyleyince müşrikler
onunla alay etmeye başlamışlar ve gördüğünün melek değil cin olduğunu veya
böyle bir meleğin varlığını hayal
ettiğini ileri sürmüşlerdi. İşte âyette onların bu iddiaları reddedilmiştir.
"O gaybın bilgilerini esirgemez" ifadesi,
Hz. Peygamber'in ilâhî vahyi insanlara duyurma, öğretme hususunda cimri
davranmadığını, Allah'ın mesajlarını en mükemmel bir şekilde insanlara tebliğ
etmek için her türlü eziyete katlandığım göstermektedir. [30]
Oysa müşriklerin Hz. Peygamber'i benzetmeye kalkıştıkları sihirbaz ve kâhinler
ücret almadan ne sihir yaparlardı ne de bilgi verirlerdi. 24. âyet, dolaylı
olarak din konusundaki tebliğ ve irşad faaliyetlerinde özverili çalışmanın
önemini de göstermektedir. 25. âyet yine öncekileri pekiştirmekte ve Kur'an'ın
müşriklerin iddia ettiği gibi kovulmuş şeytanın sözü olmadığını ifade
etmektedir. "Öyleyse nereye gidiyorsunuz?" sorusu, "Bu
Kur'an'dan, onun gereklerini yerine getirmekten uzaklaşıp da nereye gidiyorsunuz?"
veya "Size burada açıklanandan daha doğru bir yol var mıdır ki Kur'an'ın
yolunu bırakıp da o yoldan gidesiniz" gibi farklı şekillerde
açıklanmıştır. Âyetin, artık inkâr edemeyecekleri gerçeklerle karşı karşıya
bulunan ve her yönden delillerle kuşatılmış olan müşriklerin, inkârlarına
hiçbir makul gerekçe gösteremeyeceklerini ifade ettiği de belirtilmiştir. [31]
27-29. Kur'an'ın insanlar için, özellikle doğru yolu tercih etmek isteyenler
için uyarıcı ve yol gösterici bir kitap olduğu vurgulandıktan sonra İslâm'ın
din ve vicdan özgürlüğü ilkesi esas alınarak artık bunlardan ders çıkarıp doğru
yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakılmıştır. Hiç kimse kendi
iradesinin dışında bir tercihe zorlanamaz. Ancak insanların irade ve güçleri
kendilerinden değil, Allah'tandır; imtihan gereği Allah böyle olmasını
dilemiş, insanlara irade hürriyeti vermiştir. [32]
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr.
Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş,
Kur’an Yolu:V/487.
[2] bk. Buhârî "Tefsir",
81; Taberî, XXX, 40
[3] İbn Âşûr, XXX, 139
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/487.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/487.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/488.
[6] İbn Âşür, XXX, 141-142; ayrıca
bk. İnfıtâr 82/2
[7] krş. Kehf 18/47; Nebe 78/20;
Müzzemmil 73/14
[8] krş. Hac 22/1-2
[9] İbn Âşür, XXX, 142-143
[10] Şevkânî, V, 450.
[11] Müslim, "Birr", 60;
Tirmizî, "Kıyamet" 2
[12] bu konudaki farklı görüşler için
bk. Elmalılı, VÜI, 5598-5599
[13] İbn Âşûr, XXX, 143; krş. Tür
52/6; İnfıtâr 82/3
[14] İbn Âşûr XXX, 144
[15] Şevkânî, V, 450-451
[16] bk. Muhammed b. Abdullah el-Hatîb
et-Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, iÜ, 1533-1535
[17] bk. Nahl 16/58-59
[18] bk. En'âm 6/151; İsrâ 17/31
[19] amel defterleri hakkında bk.
Hakka 69/19-28; ayrıca krş. İsrâ 17/13-14; Kehf 18/49
[20] ayrıca bk. Şuarâ 26/91
[21] krş. Şu'arâ 26/90; Kaf 50/31
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/488-491.
[22] bk. Âi-i İmrân 3/30
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/491.
[23] Taberî, XXX, 51; Zemahşerî, 224
[24] ÂşÛr, XXX, 154-155
[25] Şevkânî, V, 453; Arş hakkında
bilgi için bk. A'râf 7/54
Prof.
Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi
Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/491.
[26] Hİcr 15/6; Kalem 68/51
[27] Şevkânî, V, 453
[28] bk. Şevkânî, V, 453-454
[29] ayrıca bk. Necm 53/1-18
[30] gayb hakkında bilgi İçin bk. Bakara
2/3
[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman,
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin
Gümüş, Kur’an Yolu:V/491-492
[32] bk. İnsan 76/30
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa
Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an
Yolu:V/492.