TEKVİR SURESİ 2

Kelimelerin İzahı 2

Âyetlerin Tefsiri 2

Edebî Sanatlar. 4


TEKVİR SURESİ

 

Mekke'de inmiştir, 29 âyettir.

 

BismiIIâhirrahmânirrahîm

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14. Güneş kat­lanıp dürüldüğünde, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde, gebe develer salıverildiğinde, vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, denizler kaynatıldığında, ruhlar bir araya getirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kızlara, suçlarının ne olduğu, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda, def­terler açıldığında, gökyüzü yerinden oynatıldığında, ce­hennem tutuşturulduğunda ve cennet hazırlanıp yak­laştırıldığında, herkes neler yapıp getirdiğini anlar.

15, 16, 17, 18, 19, 20, 21. Hayır! (Yörüngesinde) akıp giden, bazen kaybolup bazan da etrafı aydınlatan yıldızlara, kararmağa yüz tuttuğu anda geceye, aydın­lanmaya başladığı zaman sabaha yemin ederim ki Kur'ân, değerli bir elçinin sözüdür. Yani güçlü ve Arş1 m sahibi (Allah'ın) katında itibarlı bir elçinin... Orada kendisine uyulan emin bir elçidir.(O)

22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29. Arkadaşınız (Muham-med) mecnun değildir. Andolsun ki, onu (Cebrâili) apaçık ufukta görmüştür. O, sırlar hakkında cimri de değildir, (ki, onu eksik anlatsın). O (söz), lanetlenmiş şeytanın sözü de değildir. Hal böyle iken nereye gidi­yorsunuz O, ancak âlemler için ve aranızdan doğru ol­mak isteyenler için bir öğüttür. Âlemlerin Rabbi Allah'ın dilemesi olmasa, siz (hiçbir şeyi) dileyemezsi­niz.

 

Kelimelerin İzahı

 

Dağılıp saçıldı.

İşar, on aylık gebe deve anlamına gelen kelimesinin ço­ğuludur.

Yerinden oynatılıp söküldü. Bir kimse koyunun derisini yüze­rek bedeninden ayırdığında, der.

Hunnes, hânis kelimesinin çoğuludur. Gündüzleri göze görünmeyip kaybolan parlak yıldızlar demektir.

Künnes, görünmeyip kaybolan yıldızlar demektir. Bir ceylan, yatağı ve barınağı olan kinâsa girdiğide denir.

Kararmaya başladı. Halîl şöyle der: Gece kararmaya başladı-dığında veya ağardığmda denir. Bu, zıt anlamlı kelimelerdendir. Şâir şöyle der:

"Neticede onun için, sabah ağardığmda; gecesi açılıp aydınladığında..."[1]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Bu âyetier, kıyametin dehşetli hallerini ve onda meydana gelecek olan sıkıntı ve üzüntü verecek olayları, kâinat ve varlık ale­mine arız olan değiştirme ve harap etme manzaralarını açıklar. Yani, güneş dürülüp ışığı giderildiğinde ... [2]

 

2. O Yıldızlar yerlerinden düşüp dağıldığında..« [3]

 

3. Dağlar yerlerinden hareket ettirilip, havada yürütüle­rek toz haline geldiğinde... Nitekim Yüce Allah meâlen, "O gün dağlan ye­rinden yürütürüz ve sen, yeryüzünün çırılçıplak olduğunu görürsün"[4] buyur­muştur. [5]

 

4. Gebe develer Çobansiz başıboş bırakılıp sahipsiz kaldığında... Develer, Arapların en değerli varlıkları olduğu için, Özellikle zikredildi. [6]

 

5. Yırtıcı   kuş ve hayvanlar, o günün şiddetinden, şaşkın bir halde yuvalarından çıkıp toplandığında... [7]

 

6. Denizler ateş haline gelip alev alev yandığında... [8]

 

7. Ruhlar, benzerleri ile yanyana getirildiğinde, yani günahkârla günahkâr, itaatkârla itaatkâr bir araya getirildiğinde... Taberî şöyle der: İtaatkâr kişi itaatkârla cennette; kötü kişi de kötü ile cehen­nemde bir araya getirilir.[9]

 

8, 9. Diri diri gömülen kız çocuğuna, kati­lini kınamak için, "Günahı ne idi de öldürdü? diye sorulduğunda... İbn Cüzey şöyle der: Mev'ûde, Bazı Araplar'ın hoşlanmadıkları ve kıskandıkları için, diri diri gömdükleri kız çocuğudur. Kıyamet gününde o çocuğa, kâtilk; ni kınama şeklinde, "Hangi sebepten dolayı öldürüldüğü" sorulacaktır.[10]

 

 

10. Hesap görülürken, amel defterleri açılıp yayıldı­ğında... [11]

 

11. Gök, koyunun derisi yüzüldüğü gibi, yerinden sökülüp giderildiğinde... [12]

 

12. O Cehennem ateşi, Allah düşmanları için yakılıp tutuşturulduğunda... [13]

 

13. Cennet takva sahiplerine yaklaştırıldığında…[14]

 

14. O zaman her nefis, getirdiği hayrı veya şerri bi­lir. Cümlesi, sûrenin başından beri yani  âyetinden itibaren buraya kadar anlatılan şart cümlelerinin cevabıdır. Yani, o hayret verici olaylar meydana geldiğinde, işte o zaman her nefis, Önceden gönder­diği iyi veya kötü amelini görür.

Bundan sonra Yüce Allah, Kur'ân'ın doğruluğuna ve Hz. Muhammed (a.s.)'in peygamberliğinin gerçek olduğuna yemin ederek şöyle buyurdu: [15]

 

15. Gündüz kaybolup gece ortaya çıkan parlak yıldızla­ra, kuvvetli bir yeminle yemin ederim.[16]

 

16. Bunlar, güneş ve ayla birlikte akıp giden, sonra battıkları zaman, ceylanların, mağara ve inlerinde gözden kayboldukları gibi gözden kaybolan yıldızlardır. Kurtubî şöyle der: Yıldızlar, gündüzün kaybolup geceleyin görünür. Battıkları zaman, ceylanın mağarada gizlendiği gibi, göz­den kaybolup giderler.[17]

 

17. Karanlığı ile gelip kâinatı örttüğü zaman geceye yemin ederim.[18]

 

18. Ağardığı ve aydınlığı genişleyip hertarafa yayılan ve neticede apaçık gündüz haline gelen sabaha yemin ederim ki, [19]

 

19. Bu, üzerine yemin edilen sözdür. Yani, bu Kur'ân-ı Kerim, Allah katında değerli bir melek vasıtasıyle indirilmiş Allah kelâ­mıdır. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Onu Rûhu'1-emîn, senin kalbine indir­miştir"  buyurur.[20] Tefsirciler şöyle der: Yüce Allah, "Rasûl" kelimesi ile Cebrail'i kastetti. Kur'ân'ı Cebrail getirdiği için "Onun sözü" dedi. Gerçekte Kur'ân Allah'ın kelâmıdır. Bundan sonraki âyet, "ResûT'den maksadın Ceb­rail (a.s.) olduğunu gösteren delillerdendir. [21]

 

20. O Rasûl çok kuvvetli, Allah katında yük­sek mevki ve yüce makam sahibidir. [22]

 

21. Orada en yüce topluluk içinde, kendisine itaat edilen bir elçidir. İyi ve itaatkâr melekler ona itaat eder. Peygamberlere getirdiği vahy hususunda bir güvence ve teminattır. [23]

 

22. Ey Kureyş Topluluğu! Birlikte yaşadığınız; doğru­luğunu, temizliğini ve aklının üstünlüğünü bildiğiniz Muhammed, iddia ettiğiniz gibi, bir deli değildir. Hâzin der ki: Yüce Allah, Kur'ân'ı Ceb­rail'in getirdiğine ve Muhammed (s.a.v.)'in, Mekke 1 ilerin iddia ettiği gibi, deli olmadığına yemin etti. Böylece Peygamber (a.s)'de bir delilik ol­madığını ve Kur'ân'm onun kendi sözü olmadığını vurguladı.[24]

 

23. Yemin ederim ki, Muhammed (s.a.v) Cebrail' (a.s.)'i, doğu tarafında güneşin doğduğu yerde, yüksek ve açık ufukta, Allah'ın onu yarattığı gibi, melek şeklinde gördü. Ebû Hayyân şöyle der: Bu görme, Hirâ Mağarası olayından sonra olmuştur. Hz. Peygamber (a.s.) Cebrail'i yer ile gök arasında bir kürsü üzerinde, kendi asıl şekliyle, doğu ile batı arasını kapatmış, al ti yüz kanatlı bir melek olarak gördü. [25]

 

24. Muhammed, vahyin tebliğ ve öğretiminde ku­surlu davranacak bir cimri değildir. Aksine, Rabbinin emrini tam bir em­niyet ve doğrulukla tebliğ eder. [26]

 

25. Bu Kur'ân, müşriklerin dediği gibi lanetli şeytanın sözü değildir. [27]

 

26. Kur'ân'm âyetleri açık, delilleri parlak olduğu halde, onu yalanlama ve şiir, kahinlik ve sihir diye itham etmek hususunda hangi yola giriyorsunuz? Bu, senin, doğru yoldan ayrılan kimseye "Apaçık yol bu­dur. Nereye gidiyorsun?" demene benzer.[28]

 

27. Bu Kur'ân, bütün insanlık için bir öğüt ve nasi-hattan başka bir şey değildir. [29]

 

28. Bu Kur'ân, sizden, hakka uymak, Allah'ın şe­riatında yürümek ve itaatkârların yoluna girmek isteyenler için bir öğüttür. [30]

 

29. Allah'ın muvaffak kılması ve lütfü olmadan, hiçbir şeye gücünüz yetmez. O halde Allah'tan, sizi en üstün yola girmeye muvaffak kılmasını isteyin. [31]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. arasında cinâs-ı nakıs vardır.

2. "Estiğinde sabaha yemin ederim" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Yüce Allah, gündüzün gelmesi ve aydınlığının yayılma­sını, kalbe hayat veren ve yavaş yavaş esen rüzgârlara benzetti. "Teneffüs" kelimesini, zifiri karanlıktan sonra gündüzün aydınlanması için müsteâr ola­rak kullandı. Bu, tasvir bakımından en güzel ve belîğ istiarelerdendir.

Çüıikü Yüce Allah, gündüzün gelmesini, sabahın teneffüsü ile ifade etti.

3. "Arkadaşınız bir deli değildir" âyetinde güzel, bir kinaye vardır. Yüce Allah, "arkadaşınız" kelimesini, Muhammed (a.s)'den kinaye olarak kullandı.

4. arasında tıbâk vardır.

5. kelimeleri arasında nakıs cinas vardır.

6. gibi âyet sonlan ile  ve gibi âyet sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir.

Yüce Allah'ın yardımı ile "Tekvîr Sûresi"nin tefsiri bitti. [32]



[1] Bahr, 8/430

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/227.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/227.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[4] Kehf sûresi, 18/47

[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[9] Bu Taberî'nin Ömer b. Hattâb'tan (r.a.) yaptığı rivayettir. Bir görüşe göre bundan maksat, bedenler ruhlarla birleştirildiğinde..." demektir. Birinci görüş tercihe daha şayandır. Allah, en iyisini bilir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[10] Teshil, 4/181

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/228.

[16] Bu Ali, îbn Abbâs, Mücâhid ve Hasan Basrî'nin görüşüdür. Taberî'de böyle yazılıdır. Bkz, 30/17

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[17] Kurtubî, 19/235

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[18] Bu görüş, karşılığında "sabah" kelimesi söylendiği için, tercihe daha çok değer. Sanki Yüce Allah şöyle der: "Karanlığı ile geldiğinde geceye, aydınlığı ile geldiğinde gündüze ye­min ederim." Bu, İbn Kesîr'in tercihidir.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[20] Şuarâ sûresi, 26/193

[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[24] Hâzin, 4/215

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229.

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/229-230.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[28] Bahr, 8/434

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/230-231.