Mekkîdİr. 29 ayettir. Mukaddimelerini ve onda olacak işleri
anlatarak ölüm sonrası dirilişten söz etmeyi ihtiva etmekte, sonra
pekiştirilmiş bir yemin ile Kur'an'ın gerçek bir
kitap olduğunu ve Cebrail vasıtasıyla Muham-med (S.A.V.)'e indirilmiş olduğunu beyan etmektedir.
Muhammed'in cinlen-miş ve deli bir zat olmadığını,
itham altında bulunmadığını ifade etmektedir.
Rahman ve Rahim olan
Allah adıyla.
1- Güneş dörülüp ışığı kalmadığı zaman;
2- Yıldızlar
düşüp, söndüğü zaman;
3- Dağlar
yürütüldüğü zaman;
4- Doğurması
yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman;
5- Yabani
hayvanlar bir araya toplandığı zaman;
6- Denizler kayrüaştmldjğı zaman;
7- Canlar
bedenlerle birleştirildiği zaman;
8-9- Kız
çocuğunun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman.
10- Amel
defterleri acıdığı zaman;
11- Gök
yerinden oynatıldığı zaman;
12- Cehennem
alevlendirildiği zaman;
13- Cennet
yaklaştırıldığı zaman;
14-
İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.
[1]
Dağıldı ve parçaları
kopup düştü. Duruldu ve karardı. Bulutlar veya on aylık gebe develer.Sarsılarak
yerinden götürüldü. Suyu çekildikten sonra yerine ateş dolduruldu.Toplandı ve
bir araya geldi. Diri diri toprağa gömülen kız.
Çiftleşti ve evlendi. Amellerin kayıtlı olduğu sahife-ler. Ateşi şiddetle tutuşturuldu.Soyuldu ve yüzüldü.
Yaklaştırıldı. [2]
Cenab-ı Allah bu sure-i celîleyi,
kıyamet gününde meydana gelecek delil ve alametleri anlatarak başlatmıştır. Bu
delil ve alametlerin bir kısmı kıyametin vukuundan önce, diğer kısmı da
kıyamet saatinde görülecektir. Genel olarak ölüm sonrası dirilişin mukaddimeleri,
dünyanın harabı, nizamının bozulması ve ondaki bütün mevcudatın helaki ile
meydana gelecektir ki, bu da sûrun ilk üflenişi esnasında olacaktır. O esnada
güneş dürülecek, ısısız ve ışıksız hale gelecektir. Yıldızlar güneş sisteminden
kopup dağılacak, yerlere düşeceklerdir. Yerşiddetle
sarsılıp harekete geçecek, dağlar da yerlerinden
kopup gidecek ve atılmış yün haline geleceklerdir. O esnada kâinat korku ve ızdırapla dopdolu hale gelecektir. Faraza o esnada hayat
olsa, her insan, kendi katında en kıymetli olan şeyden bile vazgeçerek, onu
görmez hale gelecektir. On aylık gebe develeri ve malının en kıymetlilerini
bile görmeyecektir. Hatta emzikli kadınlar dahi emzirmekte oldukları
çocuklarını boşlayacak, onlardan vazgeçeceklerdir. "O gün, onlardan her
kişinin, kendisine yeter derecede işi vardır?' Görürsün ki o esnada her
mekândan gelen vahşî hayvanlar bir araya gelmiş, aynı semtte toplanmışlardır.
Denizler zelzelelerle kaynamış, suları birbirine karışmış, aralarındaki
engeller ortadan kalkmıştır. Hep bir deniz haline gelmişlerdir. Ayet-i
kerimede geçen denizlerin kaynaması sözünden maksat, denizlerin su ile dolu
hale gelmesi veya denizlerin sularının yerine ateşlerin dolmasıdır. Bunda bir
gariplik yoktur. Çünkü yanardağlardan fışkıran lavların delalet ettikleri gibi
yerin içi ve altı gerçekten son derece sıcak ve hareketlidir. Dünyanın Ömrünün
sona erişi esnasında bu gibi manzaraların görülmesi, yerin yarılıp
parçalanması ve buharlanişından ötürüde suların yok
olması, sonrada yerin altından çıkan bir ateşle deniz sularının yerinin dolması
pek uzak bir ihtimal değildir. Bunlar, ölüm sonrası dirilişin İlk mukaddimeleridir.
Bundan sonra Ölüm sonrası diriliş, hayat ve etrafa yayılma manzarası görülecektirki, buda sûrun ikinci kez üflenişi esnasında
gerçekleşecektir. "Sonra onâ bir daha üflendi, birden onlar ayağa
kalktılar, bakıyorlar (ne olacağını bekliyorlar)'.[3]
Bu, mukaddimelerinin
bir kısmı anlatıldıktan sonra ölüm sonrası dirilişin ilk aşamalarıdır: Daha
önce birbirlerinden uzakta oldukları halde ruhlar bedenlerine döndükleri
zaman.. Bu ikinci hayat, öldükten sonra sorguya çekilmek içindir. O esnada,
fakirlik korkusu veya utanç dolayısıyla diri diri toprağa
gömülen kız çocuğu hesap yerine getirilecektir. Evet cahiliyet
devrinde araplar, kızları diri diri
toprağa gömmeyi adet haline getirmişlerdi. İslâm dini geldiğinde bu kötü
adetlerle savaştı ve onları ortadan kaldırdı.. İslâm dini, kız çocuklarını diri
diri toprağa gömen cahiliyet
Araplannın yerine İslâm ze-rafetine ve müslüman hikmetine
bürünmüş yüce terbiye ile süslenmiş, başkalarına zarar vermemeyi ve zarara
zararla mukabelede bulunmamayı, erdeme, yüce ideallere sarılmayı şiar edinen
bir arap milleti meydana getirdi.
Toprağa diri diri gömülmüş olan o kız çocuğu hesap yerine geldiğinde
sorulacak: Sen hangi suçtan ötürü öldürüldün?! Evet onun hiçbir günahı yok-tu.
Bu soru, kendisini diri diri toprağa gömenleri
kınamak ve suçlu olduklarını tescil etmek için sorulacaktır.
insanın amellerinin
yazılı olduğu ve işlediği bütün fiillerin kayıtlı olduğu amel defterleri,
herkesin kendi amel defterini okuması, amelini ve hesabını bilmesi için
getirilip ortaya yayıldığı zaman...
Gök yüzüldüğü, ortadan
silinip götürüldüğü, varlığı yok olduğu zaman.. Yani göklerin perdesi açıldığı
zaman.. "Biz senin gözünden perdeni açtık; Bu gün artık gözün keskindir!'[4] Evet
göreceksin ki o esnada herkes kendi amelinin yanındadır. Aleyhlerinde şahitler
tanıklık yapmaktadır. Daha Önce görmediğiniz şeyleri görmektesiniz. Cehennem
ateşi çılgınlaşacak, ateşi gittikçe gürleşecektir.
Cennet takva sahibi
kimselere yaklaştırıldığı zaman.. Güneş durulduğu zaman.. Yıldızlar karardığı
zaman.. Dağlar yürütüldüğü zaman... "Hercan, ne
yapıp getirdiğini bilir!' Yani yukarıda sayılan dur ımlar
tahakkuk ettiği zaman herkes, dünyada iken yapmış olduğu amelleri jilir. İşlediği amel hayırlı ise hayırlı mükâfat, kötü îse
kötü bir ceza görecektir!
Kaf sûresinde hesap öncesi durumlar özel olarak
anlatılmıştı. İşte o durumlar burada tafsilatlı olarak anlatılmaktadır. Kaf suresinde şöyle denmişti: "Sûra üflendi. îşte bu,
o t£hdit(İn gerçekleşmesi) günüdür!'[5] Bu
sure-i ce-Jîlede ise şöyle buyurûlmuştur:
"Güneş durulduğu zaman.... Nefisler çiftleştiği zaman."
Fakat hesap günündeki
vukuat burada özet olarak anlatılmıştır. Sadece, toprağa diri diri gömülmüş olan kızların gelip ne diye bizi canlı canlı toprağa gömdünüz? diye soru sormaları ile Cehennemin
alevlendirilmesi ve Cennetin takva sahibi kimselere yaklaştırılması
anlatılmaktadır. Kaf suresinde ise bu vukuat
tafsilatlı olarak anlatılmaktadır. Şöyleki: "Her
can, yanında bir sürücü ve bir şahitle geldi.... ilh!'
Araplar açık ve zahir
bir iş isbatlamak için yemin ettiklerinde, yemine
ihtiyaç duyulduğuna işaret etmek için demeyi adet haline getirmişlerdir.Ayet-i
kerimesini tefsir ederken belirttiğimiz gibi, üzerine yemin edilen şeyi tazim
etmek maksadı güdüldüğünde yeminin baş kısmına edatı getirilmesi adet haline
getirilmiştir, diyenler de olmuştur. Şu halde aşağıdaki ayet-i celîleleri bu şekilde anlamamız mümkün olacaktır:
15-16-
Gündüz sinip geceleri gözüken gezegenlere and olsun;
17-
Kararmaya başlayan geceye and olsun;
18- Ağarmaya
başlayan sabaha and olsun ki,
19-21- Bu Kur'an,
arşın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir
elçinin getirdiği sözdür.
22-
Arkadaşınız Muhammed asla deli değildir.
23- And olsun kî, o, Cebrail'i apaçık ufukta görmüştür.
24- Peygamber,
görülmeyenler hakkında söylediklerinteo ötürü töhmet
altında tutulamaz.
25- Bu Kur'an, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.
26- Ey
insanlar! Nereye gidiyorsunuz?
27-28- Kur'an,
ancak aranızda doğru yola girmeyi dileyene ve alemlere bir öğüttür.
29-
Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe sizler birşey
dileyemezsiniz. [6]
Hanis kelimesinin çoğulu olup gizlenen şeyler demektir. Kânis kelimesinin çoğulu olup geceleyin görünen gezegenler
ve yıldızlar" man ası nda
kullanılmıştır.Karanlığı ile yönelip geldi.Zuhur edip uzandı ve apaçık bir
aydınlık halinde ortaya çıktı.Bedenen ve diğer hususlarda kuvvet
sahibi.Arkadaşınız, yani Resulullah (S.A.V.) Şerefli
ve itibarlı. İtham altında tutulan veya cimri kimse. Öğüt ve ibret.Kovulmuş ve
lanetlenmiş. [7]
Geyikler gibi
barınaklarına sığındıktan sonra geceleyin felekte zuhur eden gezegenlere ve
yıldızlara yemin olsun ki, bu Kur'an, Cebrail gibi
şerefli bir elçinin Allah'tan alıp getirdiği bir sözdür. Aslında bunun
gerçekliği için yemine de gerek yoktur. Bu büyük gök cisimlerine yemin olsun
ki bu Kur'an zatı itibarı ile azametlidir.
Karanlığıyla yönelip geldiğinde, aydınlığıyla ortaya çıkıp zuhur ettiğinde
gece ile gündüze yemin olsun ki bu Kur'an Cebrail
gibi Allah'tan aldığını sizlere nakleden şerefli bîr elçinin sözüdür. Çünkü o,
bu Kur'an'ı Peygamber (S.A.V.)'e nakletmiştir.
Dolayısıyla bu Kur'an'daki ifadeler Cebrail'e nisbet edilmiştir. Akılca çok kuvvetlidir: "Üstün akla
sahip (olan melek) doğruldu (gerçek meleklik şeklinde göründü)"[8].
O keskin görüşe ve
ince akla sahip güçlü birisidir. Şanı yüce Rabbinin arşı katmdadır.
Şeref ve itibar sahibidir. O yüce topluluk için de emrine itaat edilen bir
zattır. Allah'ın vahyi hususunda emin bir kimsedir. O, vahyi dürüstlükle,
Peygambere nakleder. Sizin arkadaşınız Peygamber (S.A.V.), müşriklerin niteledikleri
gibi deli biri değildir. Cebrail'in kendisine tebliğde bulunduğu esnada o pek
güvenilir bir varlıktır. O aslî suretinde Cebrail'i yüce ufukta görmüştü. Sidre-i müntehada onun varlığını müşahade
etmişti. Vahiy hususunda Muhammed (S.A.V.), itham altında değildir. Bilakis O,
size ulaştırdığı haberlerde sadık biridir. Ayet-i kerimenin şeklinde
okunmasını uygun 'gören kıraat şekli de bu manayı te'yit
etmektedir.
Denildi ki: O, gayp hususunda cimri değildir, yani gayptan
gelen vahyi sizlere tebliğ etmekte kusurlu davranmamıştır ve bu Kur'an, kovulmuş, lanetlenmiş şeytanın sözü de değildir.
Çünkü Muhammed, emin bir insandır. Deli değildir. Gayb
hususunda O itham altında tutulamaz. Çünkü bu Kuran, ne şeytanın, ne de
kâhinin sözüdür. O önceki milletlerin uydurma ve efsaneleri de değildir. Bütün
yollarınız kapandıktan, aleyhinize hüccetlerle burhanlar ileri sürüldükten
sonra, siz hangi yola giriyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz ve hangi hücceti
ortaya sürebiliyorsunuz?!
Hakikat caddesinde
dosdoğru yürümek ve sırat-ı müstakime koyulmak İsteyen kimseler için bu Kur'an öğüt ve hatırlatmadan başka bir şey değildir. Yani İslama girmek isteyen ve hakikatin doğru yolunda yürümek
dileyen kimseler için bu Kur'an fayda veren hikmetli
bir zikirdir. Fakat sırat-ı müstakim dışına çıkmak isteyen ve hakikat yoluna
girmek istemeyen kimselerin kalplerini ve kulaklarını Cenab-ı
Allah damgalamış, gözlerine de perde çekmiştir. Artık onlar hak nurunu
göremezler. Kur'an nuru ile hidayeti bulamazlar.
Kulların iradeleri
mutlak ve hiçbir kuvvete karşı boyun eğmeyen bir irade midir, yoksa başka
türlü bir irade midir? Buna cevaben şöyle diyebiliriz: Ey insanlar; sizin hayır
iradeniz Allah'ın iradesine bağlıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikten
sonra hiçbir şey olmaz. O noksanlıklardan münezzeh zattır ki, beşerin içine
hayır iradesini yerleştirir. Hayır sahiplerinin himmetlerini hayra yöneltir.
Allah dilerse, iradenizi sizden çekip çıkarır ve sizler hayvanlar gibi
olursunuz.
insanların
yararlanmakta oldukları her nimeti veren Allah olduğuna göre, insanların
iradeleri de Allah'ın iradesine bağlıdır. "Alemlerin Rabbî Allah dilemedikçe
siz bir şey dileyemezsiniz" kavli İlahisinin manası işte budur. Kulun
iradesi küçük bir daire içerisindedir. Ve bu daire, Allah'ın iradesinin büyük
dairesine dahildir.
Şimdi de Cenab-ı Allah'ın; gündüzleyin
gizlenen, geceleyin ortaya çıkan gezegenlerle yıldızlar, gece, sabah, güneş, ay
ve diğer şeyler üzerine yemin edişi üzerinde durmanız gerekmektedir. Görüldüğü
gibi Cenab-ı Allah'ın bu şeyler üzerine yemin edişi,
insanların bu şeylere dikkatlerim çekmek içindir. Ve bunların, Allah'ın
kudretine, kâinattaki nizamının eşsizliğine birer delil teşkil ettiklerini
insanlara bildirmek içindir. Sonra bu yıldızlarla gezegenlerin gündüzleyin kaybolup geceleyin ortaya çıkması gibi
niteliklerle vasıflandırıl-maları, yıldızlara tapan
kimseleri kınamak içindir ve bu gibi sıfatlara sahip olan varlıkların Tanrı
olamayacaklarını, bilakis halden hale dönüşen, yüce mevla
tarafından dilediği gibi tasarrufa tabi kılınan yaratıklar olduklarını bildirmek
içindir.
Doğruyu yine de en iyi bilen,
yüce Allah'tır. [9]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/455-456.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/456.
[3] Zümer sûresi: 6.
[4] Kaf sûresi: 22.
[5] Kaf sûresi: 20.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/456-459.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/459.
[8] Necm sûresi: 6.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi,
Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 6/459-461.