İNFİTÂR SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Sûreyle İlgili Hadîsler. 2

Meali: 2

Kıyamet Kopup Dirilme Olayı Gerçekleşince. 2

Herkes Önden Ne Gönderdiğini Bilecek. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 4

İniş Sebebi 4

Dünya Hayatının Birkaç Günlük Şatafatına Aldananlar. 5

İnsanı Güzel Surette Yaratıp Düzenleyen Kudret 5

Dini Ve Hesap Gününü Yalanlayan Gafiller. 6

Koruyucu Kâtip Melekler. 6

Âyetler Arasında Bağlantı 7

Meali: 7

İyilik Düzeyindeki Müminler Nimete Lâyıktırlar. 7

Son Durak. 8

«Dîn Günü» Nedir?. 8


İNFİTÂR SÛRESİ

 

Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. Birinei âyetinde kıyamet olayında göğün yarılacağından «infetaret» fiiliyle söz edildiğinden, bu fiilin masdarı olan «infitar» sûreye isim olmuştur.

Âyet sayısı:           19

Kelime sayısı:       80

Harf sayısı:          327.[1]       

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Kıyamet olayının bazı korkunç safhaları anlatılıyor.

2- İnsanların çoğunun nankörlük ettikleri belirtilerek, verilen sayısız nimetlerden dolayı Allah'a şükretmelerinin gereği üzerinde duruluyor.

3- İnsanoğlunun her işte çok dikkatli ve hesaplı olmasına işaret edi­liyor.

4- İnsanın işlediği iyilik ve kötülükleri yazan görevli meleklerin bu­lunduğuna değinilerek hayatın her saatini ilâhî talimat doğrultusunda de­ğerlendirmenin sayısız faydaları bulunduğuna atıf yapılıyor.

5- Âhiret gününde insanların, genel Ölçüde iki kısma ayrılacağı ko­nu edilerek, birincilerin sonsuz nîmete lâyık görülen iyiler, iyilik sevenler, istikamet üzere olanlar bulunduğu; ikincilerin ise, ilâhî azabı hakketmiş fâ-cirler, ilâhî sınırları hiçe sayıp nefsine ve İblîs'e uyarak günah işleyen ah­lâksızlar ve inkarcı nankörler olduğu bildiriliyor. [2]

 

Sûreyle İlgili Hadîsler

 

Câbir (R.A.) diyor ki:

— «Muâz kalkıp son yatsıyı kıldı ve (kıraati uzattı). Bunun üzerine Resûlüllah (A.5.) ona: «Ya Muâz sen fitneci misin? Neden sebbih isme rabbike'l-a'lâ, ve'd-duhâ, ize's-semaunfetaret sûrelerinden (biri­ni) okumuyorsun?» diye uyarıda bulundu[3]

«Kim gözleriyle Kıyâmet'e (meydana gelecek safhalarına) bakmak is­tiyorsa, ize'ş-şemsu küvviret, ize's-semaunfetaret ve ize's-se-maunşekkat sûrelerini okusun! [4]

                                                                    

Meali:

 

1- Gök varıldığında,

2- Yıldılar yerlerinden koparak dağıldığında,

3- Denizler birbirine kaynayıp karıştığında,

4- Kabirler deşilip içindekiler ortaya çıkarıldığında,

5- Herkes önden gönderdiğini ve geriye neler bıraktığını bilecek.

 

Kıyamet Kopup Dirilme Olayı Gerçekleşince

 

«Gök varıldığında, yıldızlar parça­lanıp döküldüğünde, denizler birbirine kaynayıp karıştığında, kabirler de­şilip içindekiler ortaya çıkarıldığında herkes önden gönderdiğini ve geriye nefer bıraktığını bilecek.»

İnsanoğlu dünya hayatını nasıl değerlendirdiğini; ikinci hayatta huzur ve güven içinde yaşamak için, neler hazırlayıp gönderdiğini, geriye ne gibi iyi ve kötü izler bıraktığını ikinci hayata gözlerini açınca daha iyi ve et­raflı bilip anlar, fakat neden sonra..

Cenâb-ı Hak, böyle bir günün yaklaşmakta olduğunu ve mutlaka gerçekleşeceğini bildirip insanoğlunu uyandırmayı dilerken kıyamet safhala­rından dört tanesine yemin ederek işin azametine işarette bulunuyor:

1- Gök Yarıldığında..

Bir önceki sûrede 12 önemli safhaya yer verilerek kıyamet hakkında bilgi verilmişti. Burada önce göğün yarılacağı konu ediliyor. Bu, iki şekilde yorumlanmıştır: Birincisi, kıyamette Allah'ın yüksek kudret ve heybetinden gök yarılacaktır. İkincisi, Furkan Sûresi 25.*âyette şu mealde bir yarılma olayından söz edilmektedir: «O gün gök beyaz bulutlar şeklinde (bir gö­rünüm vererek) yarılacak da melekler grup grup inecekler..»

Ancak göğün yarılması nasıl olacak? Sistemlerin, galeksilerin bulun­dukları düzen ve dengeyi kaybetmek suretiyle yörüngelerinden çıkıp çar­pışması ve bozulup dağılmasıyla \ meydana gelecek, yoksa atmosfer tabakasının yanmasıyla müthiş patlamalar birbirini izleyerek gök yarılmış gibi bir görüntü mü arzede^ek? Elbetteki bunu kestirmek çok zordur. Ne var ki aynı, konuyla ilgili diğer âyetleri biraraya getirip hepsinden ortak bir mâna ve yorum çıkardığımız takdirde gerçeğe biraz daha olsun yaklaş­mış oh'ruz. Şöyle ki:

a) Rahman  Sûresi 37. âyette: «Gök yarılıp  gül  rengine dönüşerek yağ gibi eridiği zaman..»

b) Nebe' Sûresi 19. âyette : «Gökler açılarak kapı kapı olacak..»

c) el-Hakka Sûresi 16. âyette: «Gök yarılır; o gün artık o bütün güç ve ölçüsünü kaybetmiş olur..»

d) Müzzemmil Sûresi  18. âyette: «Gök onunla (o günün dehşetiyle) çatlamıştır (çatlayacaktır). Onun va'di mutlaka yerine gelecektir.» buyurulmaktadır.

O halde kıyâmet olayı meydana gelince, mevcut sistemler bozulup kâinatın düzeni bozulacak. 6u arada meydana gelen dağılma ve çarpış­malar neticesi gök kırmızı gül rengine dönüşecek de kapı kapı açılmalar kendini gösterecek ve o sebeple yüksek derecede bir ısı oluşacak ve bir­çok cisimler yağ gibi eriyecek veya atmosfer tabakası yanarak böyle bir manzara meydana gelecek. O nedenle gök yarılmış olacak..

2- Yıldızlar parçalanıp döküldüğünde..

Kur'ân'da kıyamet olayıyla ilgili safhalar anlatılırken yıldızların yörün­gelerinden çıkıp bağlı bulundukları sistemlerden kopmaları sebebiyle ala­cakları durum üç ayrı anlatımla belirtilmektedir:

a) Murselât Sûresi 8. âyette; «Yıldızların ışığı giderilip silindiği za­man..»

b) Tekvîr Sûresi 2. âyette: «Yıldızlar parçalanıp döküldüğünde..»

c) Ve İnfitâr Sûresi 2. âyette: «Yıldızlar yerlerinden koparak dağıldı­ğında..» (Duyurulmaktadır. Bu üç anlatım şeklini biraraya getirdiğimizde şu manayı çıkarmamız mümkün olur: «Sistemler bozulup yıldızlar artık ışık alamaz olurlar ve yerlerinden kopup dağılırlar.»

3- Denizler birbirine kaynayıp karıştığında…

Kur'ân'cla yine kıyamet olayı konu edilirken iki yerde denizlerden az farklı bir anlatımla söz edilmektedir: Tescîr ve tefcîr..

Birincisi Tekvîr Sûresi 6. âyette: «Denizler birbirine karışıp kaynaştı­ğında veya ateş haline geldiğinde..» zikredilirken, ikincisi konumuzu oluş­turan âyette : «Denizier birbirine kaynayıp karıştığında..» denilmektedir. Şüphesiz biri diğerini te'kîd etmekte ve açıklık getirmektedir. Zira deniz­lerin kaynayıp birbirine karışması, yerkürenin müthiş bir sarsıntı geçirme­si ve üzerindeki dağ ve engebenin kalkması; böylece denizlerin yeryüzünü her tarafından kapsaması ile yorumlanır. Denizlerin ateş haline gelmesi ise, ya yerin çekirdeğindeki sıvı, aynı zamanda ateş halindeki madenlerin fış-kırmasıyla, ya da zincirleme bir hidrojen moleküllerinin patlamasıyla yo­rumlanabilir. Nitekim «tescîr» kelimesinden onun ateş haline gelmesi an­laşılıyor.

Bütün bu yorumlar bizim şahsî görüşlerimizdir. Hakikati ise, ancak Al­lah bilir.

4- Kabirler deşilip içindekiler ortaya çıkarıldığında..

Bu âyet, Zilzal Sûresi 2. âyetle açıklanmaktadır. Şöyle ki: «Yeryüzü (içinde taşıdığı) ağırlıklarını çıkardığı zaman..» Şüphesiz bu ağırlıklar, baş­ta ölüler olmak üzere yerin derinliklerindeki erimiş halde olan madenler de olabilir. Ama ölüleri dışarı atması ise kesindir ki bu, ikinci hayata kalkışın ilk adımı sayılır.

O halde diyebiliriz ki, Zilzâl Süresindeki 4. âyet umum, İnfitâr Süre­sindeki 2, âyet husus ifade etmektedir.

Kabirlerdeki bedenler bütünüyle cürüyüp toprağa dönüşmüştür. Ço­ğunun kemikleri bile ufalıp belirsiz olmuştur. Ama ne olursa olsun, ruhla beden arasındaki manevî irtibat kıyamete kadar sürmektedir. O bakımdan nasıl çürüyen bitkilerin tohumları, kökleri ve taşıdıkları sporlar, şartlar ve ortam hazır olunca tekrar yeşerme şansına sahipse, çürüyen insanlar da öyle..

Berzah âleminde beklemekte olan ruhlara gelince: Yeşermeye başla­yıp şekillenen insan vücudu kıvamını bulunca, bir yanlışlığa meydan ver­meksizin her ruh kendine ait bedene gelip yerleşir. Buna bir misal verelim : Bir sürü koyun düşünün, bunlar üçyüz kadar yavru dünyaya getirmiş bulu­nuyor. Doğan her kuzu hemen alınıp anasından uzak bir yerde korunuyor ve bir süre geçtikten, yani kuzular kendine gelip karınlarını doyurma gay­retine düşünce, bulundukları yerden çıkarılıp analarının bulunduğu yere götürülüyor ye birkaç dakika içinde her kuzu bir yanlışlığa meydan ver­meden kendi öz annesini bulup memesini emmeye başlıyor. Tabi kuzu doğ­duğu an kendisiyle anasına bir numara veriliyor.

Uzun sayılacak bir süre kendine ait bedeniyle bir ömür geçiren ruh, şüphesiz bedenin fizikî şeklîni alır. Ondan ayrılınca da bu şeklini aynen ko­rur. Kıyamet günü bedenler dünyadaki şekillerine uygun oluşunca, ruhlar en küçük bir hatâya meydan vermeden inip kendilerine ait bedene yerle­şirler.

İç güdüleriyle analarını bulan kuzulara böylesine gelişmiş duyguyu ve­ren Cenâb-ı Hak, birçok yeteneklerle donattığı ve mükerrem kıldığı insan ruhuna ne üstünlükler ve meziyetler vermemiştir!.

Ayrıca yukarıda kısaca temas ettiğimiz gibi, ruhla beden arasında kop­maz bir bağın mevcudiyeti söz konusudur. Beden yanıp kül olsa, denizde balığa, karada bir canavara yem bile olsa, o irtibat kopmayıp devam et­mektedir. Nitekim ünlü velî Abdulaziz Debbağ, -iki cilt halinde tercüme ettiğim- «el-İbriz» adlı eserinde bu hususu çok güzel açıklayarak doyuru­cu bilgi vermiştir.

Sonra da Hadîs-i Şeriflerde zikredilen «acbzeneb» yani «kuyruk so-kumundaki küçücük bilyamsı kemik» konusu vardır. Resûlüllah (A.S.) Efen­dimiz bu küçücük boncuk kadar olan kemiğin, insanın bütün özelliklerini kendinde taşıyan bir çekirdek veya tohum misâli, günü gelince toprak al­tından fışkırıp bitki misali gelişerek insan bedenini meydana getireceğini beyân buyurmuştur. Ancak bu kemiğin nasıl korunduğunu, korunacağını; yakılıp kül haline gelerek belirsiz olunca özelliğini nasıl muhafaza edeceğini kesin olarak bilemiyoruz. Akla gelen ilk şey, sözü edilen kemik nasıl bir değişime uğrarsa uğrasın, ondaki insanî mikro modelin korunmakta ol­duğu kıyamete yakın bu kemiğin ilâhî emirle yeniden oluşup öylece nüve teşkil etmesidir. Allah daha iyisini bilir. [5]

 

Herkes Önden Ne Gönderdiğini Bilecek

 

«Herkes önden gönderdiğini ve geriye ne­ler bıraktığını bilecek..»

Hayatta hemen her insanın birtakım ihmalleri, kusurları, günahları ola­bileceği gibi, maddî ve manevî hususlarda da kaçırdığı veya eline geçtiği halde değerlendiremediği birçok şeyler vardır. Tabii peygamberler (salât-ü selâm hepsine olsun) bu genellemenin dışında bulunuyorlar. Çünkü Cenâb-ı Hak onlara «ismet» sıfatını lâyık görmek suretiyle kendilerini günahlardan, birtakım aşırılıklardan korumuştur.

Gerçek bu olunoa ne yapmamız gerekmektedir? Unutmayalım ki, za­man kendi akışına devam etmekte ve hiç kimseyi beklememektedir. İnsa­na ayrılan kısa ömür süresince yapılacak çok şeyler vardır. Geçen her za­man parçası ya lehimize, ya da aleyhimize işlemektedir. O bakımdan ha­yatımızı Kur'ân'm verdiği plân ve programa göre değerlendirdiğimiz nisbet-te mutlu ve bahtiyar oluruz; aynı zamanda yaratılışımızın hikmetine uygun bir dönemi kendi lehimize değerlendirme şansına erişebiliriz.

O halde kıyamet günü dirilip kalkan herkes şu hususları ayan-beyân görüp hatırlayacak ve yüzbin defa nedamet duyup kendi kendini kınaya­caktır :

a) Dünyalıktan yana çok yatırım yaptığım halde âhiretim için pek az bir yatırımım olmuştur. Kısa  bir hayat için  çok şey, sonsuz hayat için pek az şey..

b) Midesi ve şehveti uğruna sarfettiği zaman kadar, ruhunu, irfanını ve vicdanını geliştirmeye sarfetmediğini fark edecek, daldığı gafletin çok pahalıya mal olduğunu anlayacak, ama neden sonra.

c) Önünden bir sürü günah, vebal ve haksızlık gönderdiğine; yapıl­ması behemehal gerekli olan taât-u ibâdetleri yapmadığına şahit olacak ve artık dönüşü mümkün olmayan bir döneme girdiğini düşünerek için için üzülecek.

d) Ebedî hayatından yana önden gönderdiği hayır ve hasenata ve-sîle olan malın çok az, vârislerine bıraktığı malın hayli çok olduğıihu gö­rünce, hayıflanacak ve çaresizlik içinde göğsü daralacak.

e) Âhiret gününün o sıkıcı atmosferi içinde herkişi geriye nasıl bir ah­lâkî mîras bıraktığını; iyi veya kötü nasıl bir çığır açtığını eline verilen sa-hifelerde görecek ve kendi geleceğini kendi iradesiyle hazırladığını idrâk edecek. Ama bu görme, bilme, farketme, idrâk etmenin hiçbir yararı olmaya­caktır. [6]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, âhiret gününde herkesin önden neler gönderdiği­ni ve geriye neler bıraktığını anlayacağı konu edilerek kıyamet olayının dört önemli safhası üzerinde duruldu ve ömrünü gaflet içinde geçirenler uya­rıldı.

Aşağıdaki âyetlerle, CenâbHakk'a karşı kendini aldatacak kadar gaf­lete boğulanlara sesleniliyor ve arkasından İlâhî kudretin hilkat üzerindeki tecellisine dikkat çekilerek akla hem ışık tutuluyor, hem de malzeme ve­riliyor. Sonra da hesap ve ceza gününü yalanlayanlar uyarılarak üzerle­rinde her şeyi yazıp tesbit eden meleklerin bulunduğu haber veriliyor. [7]

 

Meali:

 

6- Ey insan! O çok şanlı, lütuf ve iyiliği bol Rabbına karşı seni al­datan nedir?

7- O ki, seni yaratıp (müstesna biçimde) düzenlemiş ve (her uzvu ye­rince koyup) dengede tutmuştur.

8- Dilediği herhangi bir şekilde sana çeki-düzen vermiştir.

9- Hayır, hayır; siz dini yalanlıyorsunuz (ceza ve mükâfat  gününe inanmıyorsunuz).

10-11- Şüpheniz olmasın ki, üzerinizde koruyucular, şerefli saygıdeğer kâtip (melek)ler vardır.

12- Onlar yaptıklarınızı bilirler.

 

İniş Sebebi

 

İbn Ebî Hâtim'in İkrime'den yaptığı rivayete göre,_bu âyetler, gurur ve kibirle İnkârı birleştirip büyüklük taslayan Ubey b. Halef hakkında in­miştir.[8]

 

Dünya Hayatının Birkaç Günlük Şatafatına Aldananlar

 

«Ey insan! O çok şanlı, lütuf ve iyi­liği bol Rabbına karşı seni aldatan nedir?»

Âyetin zahirî delâleti bütün insanların muhatap tutulduğunu göster­mektedir. Zira ilim adamlarının çoğuna göre, «insan» kelimesinin başında­ki «elif-lâm» harfi istiğrak içindir, yani türün bütün fertlerini kapsamak­tadır. İniş sebebine bakılınca da «elif-lâm»ın belli bir şahsa yönelik bir an­lam taşıdığı anlaşılırsa da, istiğrak için olması konunun taşıdığı ana tema ile daha çok uyum sağlamaktadır.

Mekke'de nübüvvet güneşi ilk safhada ora halkı üzerine doğduğu hal­de, onların çoğu küfür ve azgınlıklarında ısrar edip Hakk'ın sesine kulak tıkadılar. İlk müslümanları küçümseyip Kur'ân âyetleriyle alay ettiler ve Hz. Muhammed'i (A.S.) gözlerden ve gönüllerden düşürmek için her türlü şirretliği mubah saydılar. Aralarında mal ve evladıyla böbürlenip zayıfla­ra, kölelere, Allah'a ve Peygamberine imân edenlere tepeden bakanları bu­lunuyordu. Ubey b. Halef, Velîd b. Muğîre, Ebû Cehl ve Ebû'l-Eşed b. el--mahî küfrün elebaşıları ve tuğyan edenlerin ileri gelenleri idi. İslâm güne­şini karartmak, peygamberliğin rahmet ışığını söndürmek için ne lazımsa onu yapıyor, hiçbir insaf ölçüsü tanımıyorlardı. Böylece bu gafil ve mağ­rurlar bilmeden ilâhî rahmete sırt çevirerek kendilerini derin bir çıkmaza soktular. İlgili âyetler, hem bunlar, hem de o tıynette olan inkarcılar uya­rılmak üzere indirildi.

Oysa insan fıtratında, yani doğuştan ruhunda Allah ve din duygusunun mayası veya cevheri mevcuttur. O maya hılkatındaki özellik doğrultusun­da kullanıldığı, o cevherin üstündeki kılıf sıyrıldığı takdirde, insanın gerçek hüviyeti meydana çıkar. İşte indirilen kitaplar ve gönderilen peygamberler; özellikle de Allah'ın son mesajı olan Kur'ân ve O'nun hidayet rehberi bu­lunan Hz. Muhammed (A.S.) sözü edilen mayayı amacına yönelik geliştirmek, cevheri bütün safiyetiyle meydana çıkarmak için gönderilmişlerdir. Buna rağmen sünnetçiden korkup kaçan, usturadan ürken çocuk gibi ol­manın makul ve makbul bir yanı ve anlamı yoktur. Zira insan için de kâi­nat plânında belli bir yer ayrılmış ve onun hayatı önceden belirlenen bir programa bağlanmıştır. İpek böceğinin plândaki yeri ve ona yükletilen program ne ise, o ancak onu yapmakta; yediği dut ve benzeri bitki yaprak­larını ipeğe çevirmektedir. Ondan başka bir şey imal etmesi beklenemez ve zorlanamaz da.. Aksi halde hilkatinin hikmetinden uzaklaştırılır ve büs­bütün faydasız hale sokulur. Bu durumda da o hayvancıkların yaşama ve beslenme anlamı kalmaz.

Onun gibi, insan da yaratılanların en şerefli ve değerlisi olarak belli hizmetlerde bulunmak ve ömrünü plânlayıp programlandığı gibi noktala­makla görevlidir. Kitap ve Sünnet bütünüyle İnsan hayatını iyiye, güzele, doğruya ve tek kelimeyle hakka çevirmeye yönelik müfredatı kendinde ta­şımaktadır. İnsanın bu müfredat ve önceden belirlenen hayat programının dışına çıkması, yani aksine bir hayat düzeni kurması, onu Rabbına karşı aldatan bir âmil olur ve böylece hilkat kanununda belirlenen çizgiden çıkıp zararlı bir düzeye gelmiş olur.

İşte ilgili âyetle bu inceliğe ve hikmete parmak basılarak düşünce uf­kumuz genişletilmek istenmekte ve aklımıza seslenilerek harekete geçiril­mesi planlanmaktadır.

Ayrıca insanoğlunu aldatan birtakım şeyler daha vardır. Meselâ Al­lah'ın rahmetinin hep gazabının önünde bulunduğunu, âhirette rahmetinin yüz bölümünden doksan dokuzunun tecelli edeceğini, yaşlanınca dönüş yapıp tevbe ve istiğfarla bütün günahlardan temizlenme imkânının bulun­duğunu hesaba katarak ibâdet ve taâti terketmek, günahlara devam edip berbat bir hayat sürmek bu cümledendir. O bakımdan Kur'ân bir yandan ilâhî rahmet ve gufrana ümit bağlamamızı emrederken, diğer yandan O'nun azap ve intikamından korkmamızı tenbîh etmekte ve ümitle korku arasın­da bir yol izlememizi tavsiye buyurmaktadır.

Nitekim ünlü velîlerden Fudayl b. İyaz'a soruldu :

  «Cenâb-ı Hak kıyamet gününde seni huzuruna alıp, «Ya  Fudayl! Seni Rabbına karşı aldatan nedir?» diye sorsa, ne cevap verirsin?» O da onlara :

  «Eğer Rabbım benden böyle soracak olursa şu cevabı veririm de­di : «Ya Rab! O sarkan örtün beni aldattı. Çünkü gerçekten sen keremi bolsun ve kusurları da gizleyensin!»

Şüphesiz Fudayl Hazretleri böyle derken, CenâbHakk'ın adaletinin tecellisinden de korkan ve hesap gününü düşünerek ömrünün her saatini güzel amellerle süsleyen bir mü'min-i muvvahhid idi..[9]

 

İnsanı Güzel Surette Yaratıp Düzenleyen Kudret

 

O ki seni yaratıp (müstesna biçimde )- düzenlenmiş  ve (her uzvu yerine koyup) dengede tutmuştur:Dilediği herhangi  bir şekilde sana çeki-düzen vermiştir:

Âyette insanın yaratılmasıyla ilgili dört tekâmül döneminden söz edi­liyor :

1- Döllenmiş yumurtanın gelişme dönemi.

Aşılanan yumurta hemen bölünmeye başlar; rahim yoiu kaslarının ka­sılmasıyla 8 gün içinde rahme ulaşır. CenâbHakk'ın takdîr ettiği hilkat kanununun faaliyete geçmesiyle geometrik yönde bölünmeye yüz tutar.

2- Rahimde yuvalanan yumurta gün geçtikçe bölünüp çoğalmak su­retiyle bir ayda 1 mm. kadar olur. İkinci ay 2 cm.'ye kadar ulaşır. Üçüncü ayda 9 cm.'yi bulur. Böylece insan şekli 45 gün tamamlandıktan sonra bel­li olmaya başlar. Kur'ân bu dönemdeki gelişme ve şekillenmeye «ilâhî tes-vîye» diyor.

3 -İkinci ayın sonunda ceninin elleri, ayakları iyice belli olur ve üçün­cü ayın sonunda parmakları ve diğer organları iyice ortaya çıkar. Kur'ân-bu dönemi «ilâhî ta'dîl» diye belirliypr.

4- Bundan sonra cenin, genlerin taşıdığı özelliklere göre çeki-düzene girer ve bu döneme «ilâhî terkîp» denir.

Bütün bu dönemlerin Allah'a nisbet edilmesi, O'nun koyduğu değişmez biyolojik, fizyolojik ve anatomik kanunlara işarettir.

Şüphesiz ki insanoğlunun ilmi ne kadar derinleşirse derinleşsin, araş­tırma, inceleme, keşif ve icadları hangi çizgiye varırsa varsın, o belsuyun-daki canlı hayvancıkların bir tanesini yaratmaya, içad edip ortaya koy­maya muktedir değildir ve hiçbir zaman gücü buna yetmiyecektir. Zira o hayvancıkların terkibi bellidir, ama taşıdığı canlılık vasfı insan için hep bir muamma olarak bulunmaktadır. Onu ancak imân yoluyla anlar ve taşıdığı ilâhî kudretin tezahürü ile yorumlayabiliriz.

Anlaşıldığı gibi, beşer ilmi ancak bir çizgiye kadar ulaşabilmekte ve ondan öteye geçememektedir. Allah'ın ilmi ve kudreti ise sonsuz ve sınır­sızdır.[10]

 

Dini Ve Hesap Gününü Yalanlayan Gafiller

 

«Hayır, hayır; siz dini yalanlıyorsunuz (ceza ve mükâfat gününe inanmıyorsunuz).»

Âyette geçen «dîn» kelimesi, taât,  cezâ ve hesap manasına delâlet etmektedir. Bununla, âhiret gününe imânın önemi üzerinde duruluyor ve lüzumu belirtiliyor. İkinci hayata inanmadıktan sonra her türlü sorumluluk, adalet, hakkaniyet ve güzel ameller gibi kavramlar birer fantezi; iyilik ve kötülük, sevap ve günah gibi kavramlar da manevî müeyyidesiz kalıyor. Gerek müşriklerin zulüm ve tuğyanı, gerekse inkarcı maddecilerin her şe­yi mubah sayması bu inançsızlıktan kaynaklanır. O bakımdan Kur'ânKe-rîm'de âhirete imân konusuna ağırlık verilmiş ve kıyamet olayı duygu ve düşünceleri yönlendirecek şekilde anlatılarak sık sık onun ibretli safhala­rına değinilmiştir.

Böylece Kur'ân aynı zamanda insan aklına ışık tutmak için önce kıya­met olayının birkaç safhasını anlatarak duygular üzerinde tesir meydana getirmeyi plânlıyor; arkasından düşünce ve aklî melekeyi harekete geçir­mek için insanın ana rahmindeki gelişme dönemlerine değinerek aydınla­tıcı bilgi veriyor. Sonra da Allah'ın sonsuz kudretini hatırlatarak âhireti ya­lanlamanın hakikatle bağdaşır hiçbir yanı bulunmadığını çok duyarlı bir an­latımla kalp ve kafalara işliyor. Bundan sonraki âyetle de insanı iç disip­linine kavuşturmanın en tesirli yol ve yöntemini ortaya koyuyor. [11]

 

Koruyucu Kâtip Melekler

 

«Şüpheniz olmasın kî, üzerinizde koruyucular, şerefli saygıdeğer kâtip (melek)ler vardır. Onlar yaptıklarınızı bilirler.»

CenâbHakk'ın insanlardan yana koyduğu hayat düzeni ve o düzene hareket sağlayan hilkat çarkı çok mükemmel plâna göre yürütülmektedir. Mesela beynimizi oluşturan trilyonlarca hücre, bir bakıma herbiri ba­ğımsız olmakla beraber, oluşturdukları beden ve organ yapısında birleş­mekte ve kollektif bir çalışma sürdürmektedirler. Aynı zamanda her hücre yüklendiği programı bir yanlışlığa meydan vermeden yerine getirmekte son derece mahirdir.

Vücudumuzu oluşturan bu sayısı belirsiz hücrelerden her gün milyon­larca ölmekte ve yenileri onların yerini almaktadır ki, bizim bundan haberimiz bile olmamaktadır. Böylece canlı olan bunca hücreyi öldüren ve he­men arkasından yenilerini yaratıp onların yerini dolduran Cenâb-ı Hak, bizi öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir değil midir? Bir hücreyi ya­ratmak ne ise, O'na göre bir insanı yaratmak, onu öldürmek ve diriltmek de o kadar kolay ve basittir. Aslında O'nun yüksek kudreti karşısında bu konuda «kolay» ve «basit» kavramlarını bile kullanmamız anlamsızdır.

İşte vücudumuzda cereyan eden bu baş döndürücü işleyiş ve onarım­dan haberimiz bile olmamakta ve yüksek bir kudretin yaratma tecellisinin içimizde faaliyette bulunduğunu görmemekteyiz!

Bunun gibi varlık âleminde de her şey bağımsız gibi görünmekteyse de aslında birbirini tamamlayarak kâinatın düzen ve dengesini sağlamak­tadırlar. Şüphesiz bunların hepsini bütünlük içinde sevk ve idare eden Ce­nâbHakk'ın varlığı ve birliği, erişilmezliği ve sonsuzluğu söz konusudur. Sayısı bizce bilinmeyecek kadar çok olan melekler hayatımızın ve işler du­rumda olan kâinat düzeninin her parçasıyla yakından ilgilidirler. Ezelde hazırlanan statüye göre mekanizmayı çalıştırmakta ve her an baş döndü­rücü, akıl üstü faaliyetler birbirini izlemekte, hepsi aynı merkezden kuman­da edilmekte, aynı merkezin düğmeleriyle yöneltildikleri amaca göre hiz­met vermektedir. Vücudumuzdaki trilyonlarca hücrenin faaliyetinden habe­rimiz yoksa, kâinattaki her parçayı bütünlüğüne bağlı olarak çalıştıran ve sayısı belirsiz eşyayı belli bir amaca çeviren meleklerin faaliyetlerinden nasıl haberimiz olabilir? Bu her yönüyle imân ve irfan; idrâk ve basîret işidir. Allah kimin bu yeteneklerine hidâyet ışığı tutarsa, onlar bu hakikat­lere inanıp tasdikte bulunurlar.

İlgili âyetle, sadece bizim günlük hayatımızda cereyan eden olayla­rı, söz ve davranışları anında tesbit eden Hafeze Melekler'den söz edilmek­te ve varlıkta hâkim olan yüksek kudretin izlerini görmemiz istenmekte; aynı zamanda her an nasıl kontrol altında bulunduğumuzu idrâk ile günlük yaşayışımızı hakseverlik, sorumluluk düzeyinde değerlendirmemiz ilham edilmektedir..

Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu konuda ümmetine şöyle tavsi­ye ve bir bakıma uyarıda bulunmuştur: Şüphesiz ki Allah, soyunup çıp­lak vaziyette bulunmanızdan sizi men'ediyor. Sizden hiç ayrılmayan, ancak üç durumda ayrı kalan Kiramen Kâtibin (olan meleklerden utanın.

Onların ayrı kaldıkları üç durum ise şunlardır: Helada bulunduğunuz, cünüp olduğunuz ve guslettiğiniz zaman.. O halde sizden biriniz gusletti­ğinde ya elbisesiyle utanç yerlerini örtsün veya duvarı ya da devesini(aracını) sütre  edinsin’’[12]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, İlâhî nizama ters bir tutum içinde olan gafiller uyarıldı. CenâbHakk'ın insandan yana tecelli eden hilkat kanununa dik­kat çekilerek akla malzeme verildi. Arkasından âhireti yalan sayanlar üze­rinde durularak her şeyin anında tesbit edilip yazıldığı belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle, kendilerini iyilik çizgisine getirip ömrünü ilâhî ni­zama göre değerlendiren kişiler müjdeleniyor. Bunların aksine bir hayat sürenler ise Cehennem ile tehdîd ediliyor. Sonra da hesap ve ceza günün­de herkesin kendi ameliyle başbaşa kalacağı, kimsenin başkasını kurtarma yetkisi bulunmadığı haber verilerek ölmeden önce "o güne hazırlık yapma­mız ilham ediliyor. [13]

 

Meali:

 

13- İyiler şüphesiz nimet içindedirler.

14- Kötüler de elbette Cehennem'dedirler.

15- Ceza ve hesap günü varıp oraya girecekler.

16- Oradan artık ayrılıp uzakiaşamıyocaklar.

17- Din günü (ceza ve hesap günü) nedir bilir misin?

18- Evet, yine din günü nedir bilir misin?

19- O gün hiç kimse, diğeri için bir şeye mâlik değildir. Emir o gün bütünüyle Allah'a mahsustur.

 

İyilik Düzeyindeki Müminler Nimete Lâyıktırlar

 

«İyiler şüphesiz nîmet içindedirler. Kötüler de elbette Cehennem'dedirler.»

Akıl, idrâk, zekâ ve hafıza gibi yeteneklerle donatılıp yaşama yolcu­luğuna çıkarılan insanoğlunun ruhlar âleminden sonra ikinci durağı dünya olarak belirlenmiştir. Bu durağa adım atan herkesin önünde iki yol bulun­maktadır. Biri ilâhî hoşnutluk doğrultusunda ebedî mutluluğa, diğeri ilâhî gazap doğrultusunda sonsuz azaba uzanmaktadır.

Ergen olup kişiliğini kazanan herkese Peygamber tebliği, Kur'ân ir­şadı seslenmekte ve nerede, niçin bulunduğunu, ne yapması gerektiğini ve sonra da nereye gideceğini bir bir haber vermektedir. İşte bu ilâhî mesaj akla, sağduyuya seslenmekte ve her vesileyle insanı iyiye, doğruya ve fa­zilete davet etmektedir. Kısacası Allah'ın razı olacağı cihete uzanan hayat sistemini seçmemizi telkin edip tavsiyede bulunmaktadır. İçimizdeki ihti­ras, benlik, dünya malına karşı aşırı eğilim ve dışımızda da durmadan kötü­lüğü fısıldayıp sinyal veren İblîs geçici zevkleri çekici ve çarpıcı göster­mekte ve sonu hüsranla noktalanacak yolda yürümemizi hayatımızın ga-yesiymiş gibi göstermektedir.

İlgili âyetle akıllarını hür irâdelerine rehber yapıp kitap ve peygambe­rin sesine kulak vererek birinci yolu seçenlere «ebrar»; nefsânîarzu ve he­veslerini, sonra da İblîs'in fısıltı ve telkinatını rehber edinip bâtılın sesine gönül kapısını açarak ikinci yolu seçenlere «füccar» denilmektedir.

«Ebrar», cok yönlü bir kavram olup «berr»in; «füccar» da kapsamlı bir kavram olup «fâcir»in çoğuludur. Berr: İyiliği, doğruluğu imân düzeyinde şiar edinen; ilâhî hoşnutluğu arzulayarak iyi iş ve güzel amellerde bulunan kimse hakkında kullanılır. Fâcir ise, kötülüğü, günahı ve şerri huy edinen, ilâhî sınırı aşan, ömrünü yalan, günah ve haksızlık içinde geçiren kimse hakkında sıfat olarak kullanılır.

Böylece «İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir» kuralından hareketle, birinci sıfata mazhar olanlar sonsuz nîmetlere erişirler. İkinci sıfatı kendine lâyık görüp hayatını amacından saptıranlar ise sonu gelmeyen bir azaba itilmiş olurlar.

Şüphesiz bu iki yolun ve sözü edilen iki konağın bir üçüncüsü yoktur. Öyle ki, dünyaya ayak basan kişi, önündeki iki yoldan birini seçmek ve ölün­ce de Cennet ve Cehennem denilen iki konaktan birine girmek zorundadır. Üçüncü bir yol, bir konak hiçbir zaman söz konusu değildir[14]Ger­çek bu olunca, insanoğlu kendi yarar veya zararına bir yolu seçmekte ve önüne konulan iki konaktan birine kendini lâyık görmekte serbest bırakıl­mış; ancak aklı hissine, idraki nefsanî arzusuna mağlup olmasın diye yar­dımcı olarak kendisine Hakk'ın son mesajını ulaştıran peygamber gönde­rilmiş ve kitap indirilmiştir. [15]

 

Son Durak

 

«Ceza ve hesap günü vurıp oraya gi­recekler. Oradan artık ayrılıp uzaklaşamıyacaklar

İnsanın ruhu bedeninden çok önce yaratılmıştır. Ruhun dünyaya indiri­lip kendine ait yaratılan bedene girmesiyle yepyeni bir yolculuk başlar: Dünya, kabir, berzah derken kıyamet olayının meydana gelmesi, hesap faslının başlaması ve yolculuğun son çizgisine gelip dayanması.. Artık o âlemden ayrılmak, başka bir âleme göç etmek veya diğer bir ülkeye sığın-mak diye bir konu kalmaz. Herkes niyetine göre işlediği şeylerin, sergile­diği amellerin karşılığını, hiçbir haksızlığa uğramadan görür.

Bunun için Cenâb-ı Hak, konumuzu oluşturan âyette «yevmü'd-dîn» yani hesap, oeza ve mükâfat günü diye sağlam bir ölçü karşımıza koymak­ta ve dünya hayatında bütün söz ve davranışlarımızı, iş ve amelimizi buna göre düzene sokmamızı emretmektedir.

Böylece imân çizgisinde hayatını iyi ve güzel amellerle süsleyenler uzak bir yolculuktan evlerine dönüp ehline kavuşanlar gibi sevinirler. İn­karcı sapıklar, suçlu günahkâr azgınlar ve zâlim zorbalar ise, efendisinden kaçan ve fakat ona dönmek zorunda olan köleler gibi mahoup, mükedder ve pişman olarak üzülür ve kahrolurlar.

Evet Rabbından, O Yüce Yaratan'dan kaçan, O'na karşı gelip emirle­rini dinlemeyen ve uygulamayanlar, unutmasınlar ki, bu kaçmanın ve nan­körlüğün sonu Allah'a'döndürülmek ve O'nun huzurunda hesap vermektir. [16]

 

«Dîn Günü» Nedir?

 

«Evet, yine din günü nâdir bilir misin? O gün hiç kimse, diğeri için bir şeye mâlik değildir. Emir o gün bü­tünüyle Allah'a mahsustur.»

Kur'ân'da uygulanan ilâhî üslûbun özelliklerinden biri de, önemli bir konu, bir olay anlatılmak istenirken, önce Resûlüllah'a (A.S.) hitap edilir: «O nedir bilir misin?» diye bir soru yöneltilir, Bazan da konuya daha da ağırlık kazandırmak için bu soru tekrarlanır -konumuzu oluşturan âyette olduğu gibi- ve arkasından açıklama yapılarak hafızalarda derin iz bırakıl­ması sağlanır. Aynı zamanda insan idrâkinin o konu ve olaya karşı uyanık tutulması amaçlanır.

Hesap ve ceza; iyi ve kötü amel ve karşılığında verilecek azap ve mü­kâfat âhiret gününe mahsus bir düzenleme ve orada tecelli edecek ilâhî adaletin kusursuz hüküm vereceğine bir işarettir. Öyle ki o günde hiç kim­senin bir başkası adına bir şey yapmaya yetkili bulunmayacağı, hiç kim­senin bir diğerine yarar sağlamaya mâlik olamıyacağı belirtilerek ölmeden önce o günü ve o gündeki hesaba çekilmeyi düşünmemiz, düşünüp de ona göre hareket etmemiz dolaylı şekilde anlatılmaktadır.

Bu bize neleri hatırlatıyor veya neleri öğretiyor? Önce dünyadaki gibi yalan ve dolanın, çevre ve yakınların, güçlü dayıların, para ve makamın hiç­bir te'siri ve desteği söz konusu olamaz. Her kişi defterinde yazılan niyet ve amellerine göre yerini alır, ona göre değer kazanır veya kaybeder. Ce-nâb-ı Hak şefaat için izin vermedikçe hiç kimse diğeri için şefaatte bulu­namaz. Emir, kumanda ve takdîr ve hüküm bütünüyle Allah'a aittir.

İşte bu hakikatlere inananlardır ki, dünya hayatında insanlardan yana feyiz ve rahmet saçarlar; âhiret âleminde ilâhî iltifata mazhar olup gıpta edilecek bir dereceye yükseltilirler. Zira insanı dünyada ahlâklı, erdemli, adaletli ve faziletti yapan tek şey, Allah'a ve âhiret gününe dosdoğru inan­mak ve böylece Resûlüllah'ın (A.S.) sünnetiyle yaşamaktır. Şüphesiz in­sanı şu geçici hayatta yönlendiren, uslandıran, frenliyen ve disiplinli bir hayat sürmesini kolaylaştıran tek faktör, imândır. Ondan daha tesirli bir müeyyide düşünebilmek mümkün müdür?

İnfitâr Sûresi'ne, kıyamette meydana gelecek önemli safhalardan bir­kaç tanesi anılarak başlandı ve yine âhiretin son durak olduğu ve herke­sin o gün ameline göre yerini alacağı haber verilerek yönlendirici bilgi­lerle sûre noktalandı.

Bize bu sürenin de tefsirini müyesser kılan CenâbHakk'a hamd-u senalar; Allah'ı ve âhiret gününü bize en iyi şekilde tanıtıp öğreten Resû-lüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-u selâmlar olsun.. [17]

 



[1] Lübabu’t-te’vil: 4/358.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6636.

[2] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6636.

[3] Nesâî / ifttfah : 71 - tbn Mâce / ifcamet : 48 - MÜslîm / selât : 179

[4] Tirmizi, Tefsir: 81; Ahmed: 2/27, 36, 100; 5/452.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6636-6637.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6638-6641.

[6] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6642-6643.

[7] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6643.

[8] Suyuti, Esbabu Nüzuli’l-Kur’an: 119.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6644.

[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6644-6646.

[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6646.

[11] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6647.

[12] Hafız Bezzar, İbn Abbas’dan (r.a.).

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6647-6648.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6649.

[14] Cennet İle Cehennem arasında Araftan söz edilirse de bu kesin değildir ve ihtilaflı bir konudur

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6650-6651.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6651.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6651-6652.