|
Kıyamet Gününün Korkunç Halleri Ve İnsanların İki Gruba Ayrılmaları |
Birinci ayetteki yarılma anlamına gelen, yani kâinatın, âlemin sona erişini, kıyamet gününün dehşetini ifade için göğün çatlayıp yarıldığı zaman demek olan "inşekkat" kelimesinden dolayı bu ismi almıştır. [1]
İnşikak ve ondan önceki Mutaffifin, İnfitar ve Tekvir sureleri; bu dört surenin hepsi kıyamet günde olacaklar ile ilgilidir. O gün olacakların geneli Tekvir'de, Kıyametin başlangıcında olacakların bütünü İnfitar'da, ahiret-te facir ve kötüler ile muttaki ve iyilerin durumları da Mutaffifin'de zikredilmiştir. İnşikak suresi, kıyametin öncesindeki ürkütücü manzaralar ve ahirette olacaklarla onun ardından gelecek olan hesabın görülmesini birleştirmiştir. Önceki surede bekçilerin kitaplarının yeri zikredilmişken bu surede de kıyamet gününde onun arzedilişi zikredilmiştir. [2]
Surenin ana konusu, diğer Mekki sureler gibi akide ve kıyamet korkularının tasviridir. Kıyametin başlayacağı zaman kâinatta meydana gelecek olan bazı değişikliklerin beyanı ile başlıyor: "Gök yarıldığı zaman..." (1-5. ayetler)
Peşinden de insanın arz ve hesaptaki durumu ve insanların sağ ehli ve sol ehli diye iki gruba ayrılmalarını zikrediyor: "Ey insan! Hakikat sen Rabbine kadar durmayıp didineceksin, nihayet O'na ulaşacaksın." (6-15. ayetler)
Sonra Allah Tealâ şafak, gece ve aya yemin ederek müşriklerin kıyamet günü büyük korkularla ve zor durumlarla karşılaşacağını belirtiyor: "And ederim o şafaka." (16-19. ayetler)
Sure birtakım insanları Allah Tealâ'ya iman etmemelerinden dolayı kınayarak bitiyor. Onları elim bir azapla uyarıyor, iman ve amel-i salihi birleştiren müminlerin kurtuluşunu ve kendilerine kesilip eksilmeyen sürekli bir sevabın bağışlandığını müjdeliyor: "Öyleyse onlara ne (oluyor) ki iman etmiyorlar?" (20-25. ayetler)
Özet olarak surenin iki mihver konusu vardır: İnsanın amellerinin neticesi olarak karşılaşacağı şeyler ve sonunda varılacak yerin ya Naîm cennetleri ya da cehennem alevleri olduğudur. [3]
Müslim ve Nesai rivayet etti: Ebu Hureyre İnşikak suresini okumuş ve içinde secde etmişti. Bitirince de Rasulullah (s.a.)'m bu surede secde ettiğini haber vermişti.
Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi ve İbni Mace, Ebi Rafî'den şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Hureyre ile beraber yatsı namazını kıldım. İnşikak suresini okuyup secde etti. Ben hatırlatınca da dedi ki: Ebu'l-Kasım'm (Peygamberimizin) arkasında bu surede secde ettim. Ben de secde ediyorum, O'na kavuşuncaya kadar da devam edeceğim.
Nesai yine Ebu Hureyre'den rivayetle şunu ilâve etti: Rasulullah (s.a.) ile beraber İnşikak ve Alâk surelerinde secde ettik. [4]
1, 2- Gök yarıldığı, Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zaten buna lâyık yaratılmıştır,
3, 5- Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı, Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki yer zaten buna lâyık olarak yaratılmıştır,
6- Ey insan! Sen Rabbine ulaşıncaya kadar durmayıp didineceksin, nihayet ona ulaşacaksın.
7- O vakit kitabı sağ eline verilen kimseye gelince,
8- Kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek o.
9- Ehline de sevinçli dönecektir.
10- Ama kitabı arkasından verilen kimse,
12- O şiddetli ateşe girecek
13- Çünkü o, ehli içinde bir şımarıktı.
14- Çünkü o, hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sanıyordu.
15- Hayır. Çünkü Rabbi onu çok iyi görmekteydi.
"Gök" ve " yer" kelimeleri arasında tezat vardır.
"O vakit kitabı sağ eline verilen kimseye gelince," cümlesi ile "Ama kitabı arkasından verilen kimse," cümlesi arasında mukabele vardır. [5]
"Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman." O kendisinden yarılmasını dilediği zaman emre itaat ederek boyun eğdi. Ayette geçen "el-Ezen" bir şeyi dinlemek ona kulak vermek anlammadır.[6] Yarılması, ayette buyurulduğu gibi, bulutla olur: "O gün gök beyaz bulutlarla parçalanır." (Furkan, 25/25), "Ki gök zaten buna lâyık yaratılmıştır." Dinleyip, itaat etmesi boyun eğmesi onun tabiatı gereğidir.
Dağları, tepeleri ve yapıları giderilip, alanı genişletilerek ve yayılarak "Yer uzatıldığı, içinde" ölülerden, hazinelerden "ne varsa" dışına "atıp" içinde hiçbir şey kalmayacak şekilde "bomboş kaldığı," içindekileri atma ve boşaltma konusunda kendisine itaat ederek "Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki yer" dinleyip itaat etmeye yatkın ve "zaten buna lâyık olarak yaratılmıştır." Bunlar hep kıyamet gününde olacaktır.
Surenin başında bulunan şart edatı ve ona atfedilenlerin cevabı açıkça dile getirilmiştir. Cümlenin devamı ona delâlet etmektedir. Takdiri ise şöyledir: İşte o zaman insan ameli ile karşılaşır. Ya da, diriltilirsiniz.
"Ey insan! Hakikat sen Rabbine ulaşıncaya kadar" amelinde ciddi ve gayretli olup "durmayıp didineceksin, nihayet" ölümle " ona ulaşacaksın." Kıyamet günü iyi veya kötü amelinle karşılaşacaksın. "O vakit" amelinin bulunduğu "kitabı sağ eline verilen" mümin "kimseye gelince, kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek o." Ameli kendisine arz edilmek suretiyle onunla tartışılmayacak, bağışlanacaktır. "Ehline de sevinçli dönecektir." Kolay hesaptan dolayı sevinmiş olarak cennetteki mümin yakınlarının yanına gidecek.
"Ama kitabı arkasından verilen kimse," bu kâfirdir. Amel defterini arka solundan alır. Sağ elinin boynuna kelepçeleneceği ve sol elinin de arkasına konulacağı söylenmiştir. "Derhal helakini temenni edecek" cehennemlik olduğunu anlayıp ölümü arzulayacak. "O şiddetli ateşe girecek" tutuşmuş ateşi tadacak ve şiddetli ateşe girecek. "Çünkü o, ehli içinde bir şımarıktı. " Dünyada yakınları arasında, nevasına uyup yaşamakla neşeli ve kibirli idi. "Hayır." Onun dediği gibi değil. Bilakis o Rabbine dönecektir. "Çünkü Rabbi onu çok iyi görmekteydi." Amellerini ve kendisine döneceğini bilendir. Onu ihmal etmez, aksine, döndürür ve cezalandırır. [7]
Allah Tealâ kıyametin korkunç halleri ve alâmetlerinden haber vererek buyuruyor ki:
"Gök yarıldığı, Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki gök zaten buna lâyık yaratılmıştır." Göğün yarılıp kâinatın yok oluşu başladığı zaman. Onun yarılması kıyamet alâmetlerindendir. Rabbine itaat edip, emrine boyun eğmiştir. Onun Rabbinin emrine uyup, itaat etmesi ve dinlemesi de haktır. Çünkü O, karşı durulamayan, mağlup edilemeyen bir güce sahiptir. O, her şeye emreden ve her şeyin kendisine boyun eğdiği yüce zattır.
"Yer uzatıldığı, içinde ne varsa atıp bomboş kaldığı..." Yer yayılıp düzeltildiği, dağları ve tepelerinin giderilmesi ile genişletildiği zaman. Dümdüz hale gelip, tozduman olduğunda, içindeki ölüler ve hazineleri çıkartıp üstüne atar, içindekilerden tamamen boşalır. Onda bulunanlardan sıyrılıp Allah'a teslim olur.
Ayetin benzeri Tâha suresinin 105-107. ayetleridir: "Sana dağları sorarlar, de ki: "Rabbim onları ufalayıp savuracak da yerlerini dümdüz bir toprak halinde bırakacak. Onlarda ne bir iniş, ne de bir çıkış göreceksin."
"Rabbini dinleyip boyun eğdiği zaman, ki yer zaten buna lâyık olarak yaratılmıştır." Rabbinin emirlerini dinleyip itaat eder. Onun dinleyip, Rab-binin emrine teslim olması da haktır. Çünkü o, ilâhi kudretin kabzasmda-dır. Baştaki şart edatı "iza" nın cevabı, insanlara korku vermek için açıkça ifade edilmiştir. Takdiri şöyledir: Olan olduğunda iyi ve kötü amellerinizi görürsünüz.
"Ey insan! Hakikat sen rabbine ulaşıncaya kadar durmayıp didineceksin, nihayet ona ulaşacaksın." Ey insan! (Bu ifade mümin ve kâfiri kapsayan bir ifadedir.) Sen bu hayatta çalışan, gayret eden ve amelinde titiz olan birisisin. Çalışmanın ve gayretinin sonu ise Rabbine veya ölümle ona kavuşmana kadardır. Sen iyi veya kötü, yaptığını ya da amelinle Rabbini bulacaksın.
Ebu Davud el-Teyalisi, Cabir b. Abdullah'tan Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Cebrail dedi ki: Ey Muhammedi Dilediğin kadar yaşa, sonunda öleceksin. Dilediğini sev, sonunda ondan ayrılacaksın. Dilediğini yap, sonunda onu bulacaksın."
"Nihayet ona ulaşacaksın" cümlesindeki zamir, iyi veya kötü amele dönmektedir. "Rabbine" deki zamire döndüğü de söylenmiştir. Yani Rabbine ulaşacaksın. O takdirde mana şöyledir: Amelinle sana karşılık verecek, çalışmana karşılık sana mükâfat verecek.
Ardından insanların durumlarını ve kıyamet günü iki gruba bölüneceklerini zikrederek birinci grup olan müminler hakkında buyurdu ki: "O vakit kitabı sağ eline verilen kimseye gelince, kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek o. Ehline de sevinçli dönecektir." Amel defteri kendisine sağından verilenler ki, onlar müminlerdir, kolay bir şekilde hesaba çekilir. Kötülükleri kendisine gösterilir sonra da, Allah Tealâ onları münakaşa etmeden bağışlayıp mağfiret eder. Kolay hesap budur.
Ahmed, Buhari ve Müslim, Tirmizi, Nesai ve İbni Cerir'in Aişe (r.a.)'den rivayetine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Hesapta münakaşa edilen azapa uğramıştır." Aişe dedi ki: "Allah Tealâ "Kolayca bir hesap ile muhasebe edilecek buyurmadı mı?" Şöyle cevap verdi: "O hesap değil, arzdır. Kıyamet günü hesapta münakaşa edilen azaba uğramıştır."
Bu kitabı sağından verilen, cennetteki ehline ve yakınlarına döner. Allah azze ve celle'nin verdiği ile, kendisine sunulan iyilik ve ikramlar ile sevinçli, neşeli ve mutludur.
Ayetin benzeri şu ayettir: "Artık kitabı sağ eline verilmiş olan kişiye gelince, der ki: "Alın okuyun kitabımı. Çünkü ben hakikaten hesabıma kavuşacağımı bilmiştim. İşte o, hoşnut bir hayat içindedir." (Hakka, 69/19-21)
İkinci grup kâfirlerdir: "Ama kitabı arkasından verilen kimse, derhal helakini temenni edecek. O şiddetli ateşe girecek." Ancak amel defteri arkasından, soldan verilen kimse, sol eli arkasında defterini onunla alıyor, sağ eli ise boynuna bağlanmıştır. Defterini okuduğunda bağıracak. Vay helakim, vay hasretim! Sonra da cehenneme girer, ateşinin hararetini ve şiddetini tadar.
Ayetin benzeri, Hakka suresinin 25-29. ayetleridir: "Kitabı sol eline verilmiş olan kişiye gelince, o da der ki, "Ah keşke benim kitabım verilme-seydi. Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim. Ah keşke o, kafi bir son verici olsaydı. Malım bana bir fayda vermedi. Saltanatım benden ayrılıp mahvoldu."
Peşinden de Allah Tealâ onun azabının iki sebebini zikretti:
1- "Çünkü o, ehli içinde bir şımarıktı." O dünyada şımarıktı. Sonuçlan düşünmez, önündekinden korkmazdı. Hevasına uyar, şehvetinin peşinden giderdi. Ahiret aklına gelmediğinden kibirli, zararlı biri idi. O kısa şımarıklık kendisine uzun bir hüzün getirdi.
2- "Çünkü o, hiçbir zaman Rabbine dönmeyeceğini sanıyordu." O sevinç ve kibrin sebebi, Allah'a dönmeyeceğini, hesap ve ceza için diriltilmeyeceğim sanmasıydı.
Ardından Allah Tealâ bu zannı reddederek buyurdu ki:
"Hayır. Çünkü Rabbi onu çok iyi görmekteydi." Ne yapıyorsa hepsini biliyor ve görüyordu. Hayır ve şer amellerinin karşılığını verecektir. Çünkü onun da Rabbi olan Allah, amellerini bilendir habîrdir, hiçbir şey O'ndan kaçmaz. [8]
Ayet-i kerimeler aşağıdaki meselelere işaret etmektedir:
1- Şunlar kıyametin alâmetlerindendir: a) Göğün yarılıp çatlaması, b) Yerin düzlenmesi, dağların tozduman olması, ölülerinin çıkartılması, yerin onlardan boşalması. Gök ve yerin herbirinin Rabbinin emrini dinleyip boyun eğmesi.
2- İnsan, hayatında uğraşıp didinir. Sonra da kıyamet günü ameli ile Rabbinin huzuruna çaresiz bir şekilde döner. Rabbini veya yaptığı amellerini bulur. Katade dedi ki: Ey Ademoğlu! Senin çabalaman zayıftır. Kim çabasını Allah yolunda yapabiliyorsa yapsın. Güç yalnız Allah iledir. Bu da dünyanın dert ve yük yeri olduğu, orada rahatlık ve sevinme olmadığının delilidir.
3- İnsanlar kıyamet günü iki grupturlar: Bahtiyar müminler ve bedbaht kâfirler. Birinci grup amel defterlerini sağdan alanlardır. Rablerine bir münakaşa olmadan arz edilirler. Yakınlarına sevinçle dönerler. Alla-hım! Bizi onlardan eyle.
İkinci grup kitaplarını sollarından veya arkalarından alanlardır. Başlarına geleceği anladıklarında ölümü arzularlar.
Bu grubun zararda olmasının nedeni: Dünyada kibirlenme ile dönüşün, hesap, sevap ve cezanın inkârıdır. Allah ise, onlardan haberdardır.
Nehyedilen neşe, dini konularda kibir ve şımarıklıktan kaynaklanan neşedir. Neşelenmenin hoş görüldüğü yerler de vardır.: "De ki: " Allah'ın fazlı ve rahmeti ile, işte yalnız bunlarla sevinsinler." (Yunus, 10/58).
İbnu Zeyd dedi ki: Allah cennet ehlini dünyada, korku, hüzün, ağlama ve şefkat ile vasıflandırıp onları ahirette, nimetlere ve sevince boğdu. Ve Allah Tealâ'nın şu ayetini okudu: "Biz hakikat bundan evvel ailelerimiz içinde korkanlardandık. İşte Allah bize lütfetti. Bizi sam yeli azabından korudu." (Tûr, 52/26-27).
Devamla dedi ki: Ateş ehlini de dünyada sevinç, gülme ve eğlenme ile vasfedip : "Çünkü o ehli içinde bir şımarıktı" buyurdu.
4- 15. ayetteki "Hayır elbette diriltileceksiniz" ifadesi dirilmenin gerçekleşeceğine delildir. Oranın her insanın iyi veya kötü amelinin karşılığını bulacağı mutlak adalet yeri olduğuna da delildir. [9]
16- Hayır. And ederim o şafaka.
17- O geceye ve onun derleyip topladığı şeye.
18- Toplu bir hale geldiği zaman aya ki,
19- Siz hiç şüphesiz, o halden bu hale bineceksiniz.
20- Öyleyse onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?
21- Ve karşılarında Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar?
22- Bilakis o küfredenler yalanlarlar.
23- Halbuki Allah, onlar yüreklerinde neler saklıyorlar, pek iyi bilendir.
24- Bunun için sen onları elem verici bir azap ile müjdele!
25- İman edip de güzel güzel amel edenler müstesnadır. Onlar için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.
"Siz hiç şüphesiz, o halden bu hale bineceksiniz." ayeti insanın karşılaştığı şiddet ve sıkıntılardan kinayedir.
"Bunun için sen onları elem verici bir azap ile müjdele!" Alay üslûbu vardır. Uyarı konusunda müjdenin kullanılması kâfirlerle alay ve eğlenmedir.
"Hayır. And ederim o şafaka. O geceye ve onun derleyip topladığı şeye. Toplu bir hale geldiği zaman aya ki, siz hiç şüphesiz, o halden bu hale bineceksiniz." (16-19. ayetler) ayetlerinin sonlarındaki kelimeler arasında murassa seci adı verilen ses bakımından uyum vardır. [10]
"Şafak" Güneşin batışından sonra batı ufkunda görülen kızıllıktır. Ebu Hanife (r.a.)'den nakledildiğine göre ise bu kızgıllığın peşinden gelen beyazlıktır. İnceliğinden dolayı böyle adlandırılmıştır. Şefkatten alınmadır. "O geceye ve onun derleyip toparladığı şeye" yani karanlığa, yıldızlara, insanlara ve diğer mahlukâta. "toplu bir hale geldiği" dolunay haline geldiği "zaman aya." "Siz hiç şüphesiz, o halden bu hale bineceksiniz." Şiddette ve dehşette nice hallere, ölüme sonra kıyametin safha safha hallerine doğru ilerleleyeceksiniz. "Öyleyse onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?" O kâfirlerin kıyamet gününe iman etmelerine ne engel vardır? "Ve karşılarında Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar?" Kur'an'm i'cazım görerek ona iman edip boyun eğmiyorlar!
"Bilakis o küfredenler" Kur'an'ı, dirilmeyi ve diğerlerini "yalanlıyorlar." "Halbuki Allah, onlar yüreklerinde" şirk, küfür, masiyet, yalanlama, yüz çevirme ve hased, azgınlık ve düşmanlık gibi kötü amellerden "neler saklıyorlar, pek iyi bilendir." "Bunun için sen onları elem verici bir azap ile müjdele!" Müjde sevindirici bir şeyi haber vermedir. Burada ise alay ve istihza için azabı haber verme kastedilmektedir. [11]
Allah Tealâ insanların durumlarını ve kıyamet günü iyiler, kötüler diye iki gruba ayrılacaklarını beyan ettikten sonra, kıyametin gerçekleşeceğini ve onun peşinden gelecek ürkütücü durumları, evrendeki apaçık bazı ayetlere yemin ederek tekid etmiştir: Şafak, gece ve aya yemin ederek dirilişin kaçınılmaz olduğunu, insanların büyük sıkıntılara uğrayacaklarını izah etmiştir.
Ardından da, insanların bazı durumlarını dile getirdi: Kur"an'a, dirilmeye iman etmiyor, yüce Kur'an'm ayetlerine inat ve kibirden dolayı boyun eğmiyorlar. Halbuki iman edip salih amel yapanlar hariç, onlar en şiddetli azaba tabi tutulacaklardır. İman edenlere ise, başlarına kakılmayacak devamlı bir sevap vardır. [12]
"Hayır. And ederim o şafaka. O geceye ve onun derleyip topladığı şeye. Toplu bir hale geldiği zaman aya ki" Allah Tealâ güneşin batışından sonra yatsı vaktine kadar devam eden kızıllığa, şafaka ve toplayıp bürüdüğü ile, gündüz vakti yayılıp açık olanları örten haliyle geceye, her kameri ayın ortasında bütünleşip dolunay halini alan aya yemin etmiştir. Bu nesnelere yemin edilmesi onların tazimine, dolayısıyla onları var edenin tazimine delildir.
Ayetlerin başındaki "lâ uksimu: Hayır! And ederim." ifadesi yemindir. Başındaki "lâ" ise, yeminden önceki sözün nefyi ve reddedilmesidir. Burada Allah Tealâ kıyamette hesap vermeye inanmayanların düşüncelerini reddetmiş ve ardından da şafaka yemin etmiştir.
"Siz hiç şüphesiz, o halden bu hale bineceksiniz" ifadesi yeminin cevabıdır. Yani bir durumdan öbürüne geçeceksiniz. Bu da şiddetin tabakalarıdır. Biri diğerinden şiddetli olan, ölüm ve ondan sonraki kıyamete ait durumlar, sıkıntılardır. Sonra da en son netice gelir: Cennette veya cehennemde ebedî kalış.
Ayetin benzeri şu ayetlerdir: "Rabbime andolsun ki siz mutlaka diriltileceksiniz. Sonra da yaptığınız şeyler behemahal size haber verilecektir." (Tegabün, 64/7), "Eğer siz küfrederseniz çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günde kendinizi nasıl koruyabileceksiniz?" (Müzzemmil, 73/17).
Ardından Allah Tealâ kâfirleri, dirilmeyi uzak gördükleri için kınayarak buyurdu ki:
"Öyleyse onlara ne oluyor ki iman etmiyorlar?" Allah'ın her şeydeki kudretini kesin olarak gösteren kâinattaki deliller, ayrıca Muhammed (s.a.)'in doğruluğuna, kendisine indirilen Kur'an vahyinin doğruluğuna delâlet eden açık deliller gibi iman etmeyi gerektirecek şeyler bulunduğu halde, onları dirilme ve kıyametin doğruluğuna iman etmekten alıkoyan nedir, hangi şeydir?
Bu inkâri bir sorudur. Taaccüp olduğu da söylenmiştir. Yani, bu ayetlere rağmen imanı terketmelerine şaşılır!
"Ve karşılarında Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar?" İ'cazı, Allah Tealâ'nın katından olduğuna delil olan Kur'an okunurken secde etmelerine ve boyun eğmelerine engel olan nedir? Onların, mucize olduğunu bildikten sonra secde etmeleri, -ki onlar fesahat ve belagat erbabıdırlar-Kur'an ayetlerine tazim, saygı ve ikram olurdu.
Ebu Hanife (Allah ona rahmet etsin), bu ayetle secdenin vacip olduğuna hükmetmiştir. Duyup da secde etmeyeni yermiş, kınamıştır.
Ardından Allah Tealâ onların Allah'a, Rasulüne ve ahiret gününe iman etmemelerinin sebebini açıklayarak şöyle buyurdu: "Bilakis o küfredenler yalanlarlar. Halbuki Allah, onlar yüreklerinde neler saklıyorlar, pek iyi bilendir" Gerçek şudur, kâfirler, tevhid, dirilme, sevap ve cezayı ihtiva eden Kitab'ı, ya Rasulullah (s.a.)'a hasetten ya da menfaatlerinin, mevkilerinin ve liderliklerinin kaybolmasından endişelenerek yalanlıyorlar. Bu inkârlarının sebebi inatları ya da atalarını taklitten caymama arzusu olabilir.
Allah, bütün mahlukâtın içindekileri, kendilerinde gizledikleri yalanlamayı en iyi bilendir. Şirk ve küfürde İsrarlarının sebeplerini ve iyi ya da kötü amelleri de en iyi bilendir.
"Bunun için sen onları elem verici bir azap ile müjdele!" Ey Peygamber! Allah'ın onlara elim bir azap hazırladığını haber ver. Aslında sevindirici bir iş için kullanılan müjdenin, azabı haber vermek için kullanılması istihza ve alay içindir.
"îman edip de güzel güzel amel edenler müstesnadır. Onlar için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır." Ama, Allah Tealâ'ya, Rasulullah (s.a.)'a, ahiret gününe iman edip Kur'an-ı Kerim'e teslim olanlar, içindekilerle amel edenler, salih ameller yapanlar için ahiret yurdunda bitmez tükenmez sevaplar vardır. Kimse de onları başlarına kakmayacaktır: "Bir lütuf ve ihsandır ki, kesilmesi yoktur." (Hûd, 11/108) Zemahşeri'nin görüşüne göre buradaki istisna munkatıdır.[13] Çoğunluk ise, onlardan iman edip salih amel yapanlar için büyük bir sevap vardır, şeklinde olduğunu söylemiştir.
Bu ayetlerde, iman ve taata büyük bir teşvik, küfür ve masiyet konusunda da de büyük bir uyarı söz konusudur.[14]
Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Allah Tealâ göğün güneş batımı esnasından yatsı vakti girinceye kadar devam eden kızıllık olan şafağına, geceye ve onun içine aldığı herşe-ye, toplu hale geldiği zaman aya, dirilme, kıyamet ve onu izleyecek büyük hallerin, dehşetli olayların olacağın dair yemin etmiştir.
2- Kâfirleri, mucizeler açıkça belli olup, deliller ortaya çıktıktan sonra, Allah'a ve Peygambere iman etmekten alıkoyan nedir?
Fesahat ve belagat ehli kimseler olarak mucize olduğunu öğrendikten sonra, Kur'an'ı duyduklarında secde etmelerine ve onun önünde eğilmelerine engel olan nedir?
Bu onların, Kur"an okunurken kendilerine secdeye kapanmalarını sağlayacak delillere bakmadıkları için bir kınamadır.
3- Ulemanın cumhuruna göre "Karşılarında Kur'an okunduğu zaman secde etmiyorlar" ayeti secde yeridir. Bunun delili de daha önce geçen Bu-hari ve Müslim'deki Ebu Hureyre hadisidir: O, İnşikak suresini okuyup secde etmişti. Bitirince de Rasulullah (s.a.)'m da secde ettiğini haber vermişti.
İmam Malik dedi ki: Bu ayet secde yerlerinden değildir. Çünkü mana, gerekleri ile amelde itaat edip boyun eğmiyorlar şeklindedir. İbnü'l-Arabi bunu yorumlamış ve Kurtubi de ondan şöyle nakletmiştir: Sahih olan bu ayetin secde yerlerinden olduğudur. Medinelilerin Malik'ten rivayeti de böyledir.[15]
4- Kâfirler, bütün açıklığına rağmen iman ve gereklerini belgeleyen delilleri yalanlamaktadırlar. Onların yalanlamaları ise seleflerini taklitten, inattan, hasetten ya da imamarım açıklamaları halinde dünyevi makam ve çıkarlarını kaybetme korkusundan ileri gelmektedir.
Allah içlerinde gizledikleri yalanlamaları, şirk ve inadı, diğer bozuk inançları, kötü niyetleri bilmektedir. Onları, bu yüzden cezalandıracaktır da.
5- Allah Tealâ Peygamber'ine "bir azap ile müjdele" demek suretiyle onlara yönelik tehditini açıklamıştır. Yani, yalanlamalarına karşılık cehennemde elem verici bir azabı, alay ve istihza üslubuyla müjde olarak bildirmiştir.
6- Allah Tealâ bu tehditten "Lâilâheillallah Muhammedu'r-Rasulul-lah" şehadeti ile birlikte salih amelleri ve üzerlerine farz olan ibadetleri eda ederek doğrulardan olanları istisna etmiş, onlara azalmaz, kesilmez, başlarına kakılmaz ödüller vaadetmiştir.
Belirttiğimiz gibi istisna Zemahşeri'ye göre munkatidir. Fakat muttasıl olmasının doğuracağı bir farklılık da yoktur. Sanki şöyle demiştir: Ancak onlardan iman edenler için kesilmez ecirler ya da başa kakılmaz ecirler vardır.
İlim ehlinden bir kısmı da 25. ayetin istisna olmadığını, "illâ"nın "vav", yani "ve" manasında olduğunu zikretmiştir. O zaman mana: Ve iman edenler... şeklindedir. [16]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/423.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/423.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/423-424.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/424.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/425.
[6] Peygamber (a.s)'in şu hadis-i şerifinde bu kelime aynı manada kullanılmıştır: "Allah Kur'an ile teğanni eden bir peygamberi dinlediği gibi bir şeyi dinlememiştir." İbnü'l-Esir, en-Nihaye, 1/33.
[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/425-426.
[8] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/426-428.
[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/428-429.
[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/430.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/430-431.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/431.
[13] İstisnanın munkatı olması, sözü edilen mü’minlerin
önceki ayetlerde. geçe.n. kafirlerden başkalarının olduğu sonucunu gerektirir.
[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/431-433
[15] İbnü'l-Arabi, Ahkâmu'l-Kur'an, IV/1899; Kurtubi, XIX/280-281.
[16] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/433-434