BURÛC SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İlgili Hadîsler. 2

Üç Önemli Olaya Yemin Edilmektedir. 3

Üç Önemli Olay. 3

Ashab-ı Uhdûd. 3

Azîz, Hamîd. 4

Âyetler Arasında Bağlantı 4

Meali: 4

İlgili Rivayet 5

Mü'minleri İmanlarından Döndürmeye Çalışanlar. 5

İman Ve Salih Amel 5

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 6

Cenab-ı Hakk'ın Zalimi Yakalaması Pek Ani Ve Şiddetli Olur. 6

Allah Çok Bağışlayandır Ve Çok Sevilendir. 6

Kur'ân, Çok Şanlı, Şerefli Ve Feyizlidir. 6


BURÛC SÛRESİ

 

Kur'ân'ın 85. süresidir. Tamamı, ilim adamlarının ittifakına göre, Mek­ke'de inmiştir [1]

«Takım Yıldızlar» anlamına gelen burçlardan söz edildiğinden, «burç» un çoğulu olan  «bürûc»  sûreye isim olmuştur.

Âyet sayısı     :     22

Kelime »         :    109

Harf     »         :    465.[2]   

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Küfür ve azgınlıkta ileri gidip mü'minlere saldırarak işkence eden zâlimler tehdit ediliyor ve tarihî olaylardan ibretli bir misal veriliyor.

2- CenâbHakk'ın üstün   kudreti  hatırlatılarak mülkün tamamının O'na ait olduğuna değiniliyor.

3- Mü'minleri dinlerinden caydırmak, Kur'ân'dan uzaklaştırmak için fitne, fesat ve azgınlığa baş vuranlara, dönüş yapıp tevbe etmedikleri tak­dirde çok yakıcı azabın hazırlandığı haber veriliyor.

4- İman ve onun tabii ürünü olan sâlih amelin mü'mini büyük bir kurtuluşa ve onun tezahürü olan cennete eriştireceği konu edilerek ferah­latıcı bilgi veriliyor.

5-İlâhî sınırları tanımayıp tuğyan eden Fir'avn ve Semûd kavimle­rinden söz edilerek onların cok hazîn akıbeti üzerinde duruluyor ve uya­rıcı, yönlendirici misal veriliyor.

6- Kur'ân-ı Kerîm'in Allah'tan indiği gibi korunacağına işaretle, onun çok şerefli bir kitap olduğu ve bütünüyle «Levh-i Mahfûz»da yazılı bulunduğu ve böylece ilâhî kudretin inkarcıları çepeçevre kuşattığı bildi­rilerek, müşrik sapıkların, inkarcı maddecilerin Kur'ân'a dönmeleri telkîn ve tavsiye ediliyor. [3]

 

Meali:

 

1- Kendinde burçlar (takım yıldızlar) taşıyan göğe and olsun,

2- Va'dedilen güne (Kıyamet gününe) and olsun,

3- Ve şâhid olana, şâhid olunana da and olsun ki,

4- Uhdûd olayını hazırlayanlar lanetlendi.

5- Alev alev yanan ateş,

6- Hani ya onlar ateşin çevresinde oturmuşlardı.

7- Onlar, mü'mirilere yaptıklarına şâhid oluyorlardı.

8- Onların en çok kızıp intikam almak istedikleri ise, O çok güç­lü, çok üstün, O çok övülmeye lâyık Allah'a imân edenlerdi.

9- O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah her şeye şâ-hiddir.

 

İlgili Hadîsler

 

Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz yatsı namazının farzında (Ve's-Semâi zâti'l-bürûc) ile (Ve's-semâi ve't-Târıki) sûrelerini okudu.» [4]

Yine Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Va'dolunan gün, kıya­met günüdür. (Şâhid) ise, cuma günüdür. Zira güneş cuma gününden daha üstün, daha faziletli bir gün üzerine ne doğmuştur, ne de batmıştır. O gün­de bir saat var ki, mü si uman bir kulun Allah'tan bir hayır dilemesi o saate rastlamaya görsün, mutlaka Allah onu ona verir. Bir serden Allah'a sığın­maya görsün, mutlaka Allah onu o serden korur. (Meşhud) ise, Arafe gü­nüdür.» [5]

Ebû Mâlik el-Eş'ârî (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu : «Va'dolunan gün kıyamet gü­nüdür. (Şâhid) cuma günüdür. (Meşhûd) ise, Arafe günüdür. Cuma günü­ne gelince: Cenâb-ı Hak onu bizim için hazırlayıp kalıcı (bir nimet ola­rak) saklamıştır”[6]

«Cuma günü bana salât-ü selâmda bulunmayı çoğaltın. Çünkü o, (meşhûd) bir gündür ki melekler ona şâhid ve hazır olurlar.» [7]

 

Üç Önemli Olaya Yemin Edilmektedir

 

“Kendinde burç­lar (takım yıldızlar) taşıyan göğe and olsun; va'dedilen güne (kıyamet gü­nüne) and olsun ve şâhid   olana; şahid olunana da and olsun ki uhdüd olayını hazırlayanlar lanetlendi” 

Burc”un çoğulu olan «bürûc», Kur'ân'da üç ayrı yerde birbirine ya­kın bir anlatımla anılmıştır [8]

Burç: Hisar, surun yüksekçe kısmı ve saray anlamına geldiği gibi, göklerin saray belirtileri sayılan «takım yıldızlarına da delâlet etmektedir.

Furkan Sûresi'nde açıklandığı gibi, gökteki takım yıldızlarından her-biri bir burç sayılır. Bu ifade tarzı bize göredir. O bakımdan Kur'ân, ilâhî düzenlemenin bir parçasını yansıtan takım yıldızlarından söz ederken, onların bizden yana sağladığı görüntüye göre bu ismi kullanmaktadır.

Gök küresi üzerinde yıllık hareketi dolayısıyla güneş, görünürde bu kuşak boyunca derece derece yer değiştirerek bir yıl sonra aynı noktaya varır. Bu kuşağa astronomide «Zodyak», zodyak'ın ayrıldığı iki bölgeden her birine «burç» denir.

İslâm kültürünü yeterince almayanların çoğu, doğum günlerinin hangi burca rastladığını belirliyerek birtakım hükümler çıkarırlar. Şüphesiz bu âdet İslâm'dan çok öncelere uzanmakta ve bir hurafe halinde günümüze kadar sürüp gelmektedir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, yıldızlardan ahkâm çıkarmayı kesinlikle yasaklayıp büyük günahlardan saymıştır.

Nitekim Hicr Sûresi 16. âyetin tefsirinde ilgili hadîsler bölümünde bu konuyla alakalı rivayetleri nakletmiş bulunuyoruz.[9]

 

Üç Önemli Olay

 

1- Burçlar sahibi olan gök,

2- Va'dedilen gün,

3- Şahit ve meşhut.

Burçlar hakkında dört ayrı yorum söz konusudur :

a) Hasan, Katade, Mücahid ve Dahhak'e göre: Bundan maksat 12 takım yıldızıdır.

b) İbn Abbas (R.A.) ve İkrime'ye göre: Saraylar kasdolunmuştur ki bu, takım yıldızlarının bir bakıma göğün sarayları görünümünde olduğu­na işarettir.

c) Minhal b. Amr'e göre: Gökteki güzel ve çekici hilkat düzenleme­lerine işarettir.

d) Ebû Ubeyde ve Yahya b. Selâm'a göre: Bürûc'dan maksat men­zillerdir ki bunlar takım yıldızlarıdır.

Yapılan bu yorum ve rivayetlerin üçü 12 takım yıldızını ifade etmekte­dir. Sahih olan da budur.

Va'dolunan günün, «kıyamet günü» olduğunda görüş ve yorum bir­liği vardır.

«Şahit» ve «Meşhut» kavramları hakkında vârid olan zayıf ve ahad hadîslerin dışında farklı yorumlar yapıldığını görmekteyiz:

1- Kuşeyrî'nin İbn Ömer (R.A.) ile İbn Zübeyir (R.A.)den yaptığı ri­vayete göre : «Şahit» Kurban Bayramı günüdür.

2- Tabiînden Saîd b. Cübeyr'e göre : Terviye, yani zilhiccenin se­kizinci günüdür. «Meşhut» ise, Arafe Günüdür.

3- Hz. Ali  (R.A.)den yapılan rivayete göre : Şahit, Arafe günüdür; Meşhut ise, Kurban Bayramı günüdür.

4- Ayrıca «şâhidsin Allah ve Peygamber olduğunu belirtenler de ol­muştur ki, İbn Abbas {R.A.) ve Saîd b. Cübeyr'in de böyle bir yorumda bu­lundukları rivayetler arasında yer almaktadır.

5- İlim adamlarından diğer bir kısmına göre ise, «Şahit» kıyamet gü­nüne şahit ve hazır olan yaratıklardır. «Meşhut» ise, o günde görülecek acayip olaylardır.

Allah daha iyisini bilir.

Böylece Müslümanlara işkence edip onların dinî hürriyetlerini baskı altına alan zâlim inkarcıların eninde sonunda ilâhî gazaba uğrayacakları; elîm bir azap ile cezalandırılacakları, sözü edilen üç önemli olaya yemin edilerek haber veriliyor ve «Uhdûd Olayısnı meydana getirenler tehdidi misal olarak ortaya konuyor. [10]

 

AshabUhdûd

 

«Uhdûd olayını hazırlayanlar lanetlendi..»

«Uhdûd», «üslûp» ölçüsünde şu iki mânaya delâlet eder:

a) Yerde meydana gelen uzun yarık ve hendek,

b) Kamçı ile dövülen kişinin gövdesinde meydana gelen izler.

Kamçılanmaktan dolayı bedende meydana gelen uzun izler, kabarma­lar, yarılmalar ile toprak üzerinde meydana gelen uzun yarıklar ve hen­dekler arasında bir benzerlik söz konusudur. [11]

Ancak âyette alev alev köpürüp yükselen ateşten söz edildiğine bakı­lınca, inkarcı zâlim bir topluluğun veya idarenin, Allah'a dosdoğru iman eden mü'minleri imanlarından vazgeçirmek ve inanmaya eğilimli olanlara göz dağı verip korkutmak için yerde uzunca bir yarıkta ateş yaktıktan ve mü'minleri önce bedenlerinde derin izler bırakan bir işkenceye tabi tut­tuktan sonra irtidat etmeleri istenmiş; olumlu sonuç alınmayınca da hep­si o ateş dolu yarığa atılarak yakılmıştır.

Ancak bu olayın İslâm'dan önce mi, sonra mı ne zaman meydana gel­diği hakkında kesin bir bilgi ve tesbit bilmiyoruz. Kıssayla ilgili birçok ri­vayetler yapılmışsa da çoğu sahîh ve muteber değildir. Müslim, Tirmizî ve Nesâî'de, aynı zamanda Müsned-i Ahmed'de bununla ilgili uzun riva­yetler vardır ki, onlardan da olayın hangi asırda meydana geldiği anlaşıl­mıyor.

Bence önemli olan,'Uhdûd Olayının nerede ve hangi tarihte meydana gelmesi değil; Allah'a dosdoğru iman eden mücahit mü'minlerin tarih bo­yunca hemen her cağda kâfir zorbaların saldırı ve zulmüne mâruz kalma­ları gerçeğidir. O bakımdan İslâm'ın ilk yıllarında da Mekke ve çevresinde fakir ve köle mü'minlerin bu gibi işkencelere uğratıldığım bilmekteyiz ve kıyamete kadar bu tür çirkin ve gayr-i insanî olaylar yer yer zuhur ede­bilir.

Yaşadığımız son birkaç yıl içinde İsrail Devleti'nin  Filistinli Müslü­manlara yaptığı eza, cefa ve reva gördüğü işkence, Uhdûd Olayı'ndan pek geri kalmamaktadır. Ne var ki, Cenâb-ı Hak şaşmayan sünneti gereği zâ­lim zorbaların, işkenceyi mubah sayan idarenin cezasını sadece âhirete bırakmaz dünyada da verir. Birçok günahların cezası âhiret gününe bı­rakıldığı halde hakkı red ve inkârdan kaynaklanan azgınlık, zorbalık ve zulmün cezası pek ertelenmez; sünnetullah gereği beili çizgiye gelince ilâhî hüküm iner. Şüphesiz ilâhî hükmün inmesi, sebepleri harekete geçir­mesiyle gerçekleşir. Nitekim tarihte gecen «Uhdûd Kıssası» buna misal ve­rilmekte ve mü'minlere karşı baskı uygulayanlar uyarılmaktadır,

Kur'ân «Uhdûd Olayısnı tasvir ederken, hem işkencenin türünü, hem de kâfirlerin inananlara karşı olan hine m beş madde halinde özetleyerek zâlim kâfirlerin karakteri hakkında aydınlatıcı bilgi veriyor. Şöyle ki:

1- Önce işkenceye tabi tutulup imânlarından vazgeçirmek için uzun bir yarık veya hendekte ateş yakmışlar,

2- Ateşin dehşetini göstermek için de onun alev alev köpürüp yük­selmesini sağlamışlar,

3- Ateşe atılan mü'minlerin feryad-u figanını görüp işitmek ve on­dan zevk almak için o yarığın çevresinde oturmuşlar,

4- İşledikleri o gayr-i insanî ve gayr-i vicdanî azaba şahit ve hazır olmaktan derin zevk almışlar.

5- Kâfirlerin asıl intikam almak istedikleri husus, aklını kullanan bah­tiyar kişilerin, O çok güçlü, çok üstün ve en güzel övgüye lâyık CenâbHakk'a imân etmeleri olmuştur. [12]

 

Azîz, Hamîd

 

Sekizinci âyetin sonunda Cenâb-ı Hak iki sıfatını anmaktadır. Şüphe­siz bu bize iki önemli hususu veya sonucu ilham etmektedir:

Birincisiyle Cenâb-ı Hak «azîz» sıfatını anarak kâfirler, zorba müte­caviz sapıklar aleyhine izzet-u kahriyle tecelli edip onları rahmetinden uzaklaştırarak perişan edeceğine; ikincisiyle, Cenâb-ı Hak, iman etme uğrunda işkence ve zulme uğratılan mü'minlerden yana «hamîd» sıfatıy­la tecelli edip onları dünyada da, âhirette de övgü değer derecelere yük­selteceğine işarette bulunmaktadır. Zira birinci sıfat mutlak üstünlüğü, büyüklüğü; ikinci sıfat her türlü güzel övgüye liyakati ifade eder. [13]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, Allah'a dosdoğru inanan mü'minlere kızıp sal­dıran kâfirlerin bu haksız tutumu tel'în edildi ve CenâbHakk'ın bu gibi zâlim mütecavizleri kahredeceğine işaretle mü'minlerin küfre karşı dayan­ma gücünü ortaya koymalarında sayısız faydaların bulunduğu dolaylı şe­kilde bildirildi.

Aşağıdaki âyetlerle, mü'minler aleyhine fitne ve kargaşa; yaygara ve suçlama havası estirip ortalığı karıştıran inkarcı sapık maddecilere ya­kıcı bir azabın hazırlandığı haber veriliyor. Arkasından, imân edip sâlih amellerde bulunanlar büyük bir kurtuluşla müjdeleniyor. [14]

 

Meali:

 

10- O kimseler ki, inanan erkek ve kadınlara (dinlerinden dönme­leri için) işkencede bulunup fitne çıkardılar; sonra da (bu yaptıklarından dolayı) tevbe etmediler; onlar için Cehennem azabı vardır; o çok yakıcı azap onlar içindir.

11- Şüphesiz ki, imân edip iyi-yararlı amellerde bulunanlara, altla­rından ırmaklar akan Cennetler vardır. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.

 

İlgili Rivayet

 

İbn Abbas (R.A.) diyor ki:

«CenâbHakk'ın Levh-i Mahfuz'a yazdığı ilk şey şu olmuştur: «Şüp­hesiz ki ben Allahım, benden başka ilâh yoktur. Muhammed de benim re­sulümdür. Kim benim kaza ve hükmüme teslimiyet gösterir, belâma karşı sabreder ve nimetlerime şükrederse, onu «sıddîk» olarak yazarım ve ken­disini sıddîklerle birlikte ikinci hayata kaldırırım.

Kim de kaza ve hükmüme teslimiyet göstermez, belâma karşı sabret­mez ve nimetime şükretmezse benden başka bir ilâh edinsin.» [15]

 

Mü'minleri İmanlarından Döndürmeye Çalışanlar

 

«O kimseler ki, İnanan erkek ve kadınla­ra (dinlerinden dönmeleri için) işkencede bulunup fitne çıkardılar..»

Küfür, imânın karşıtıdır. Biri bâtıl, diğeri haktır. İman, hakkı bulup seç­menin ve hakka teslim olmanın yolu ve belirtisidir. Küfür ise, hakkı giz­leyip örtmenin, onu reddetmenin, yalan saymanın ve her vesileyle bâtılı savunmanın yolu ve belirtisidir. Böylece kâinatta hemen her şey çift ya­ratıldığı, yani her şeyin zıddının bulunduğu gibi imânın da zıddı küfür ola­rak belirlenmiştir.

Kâfirlerin, bâtılı seçip savundukları ve hakkı reddettikleri için sağlam hiçbir dayanakları, inandırıcı hiçbir delil ve belgeleri yoktur. Olmayınca da konuyu saptırma, şiddete baş vurma, ortalığı karıştırıp bulandırma, mü'min-ler üzerinde caydırıcı baskı uygulama ihtiyacını duyarlar. Hakk'a inanıp bağlanmanın her iki hayatta da mutluluk, huzur ve güven, kardeşlik ve gerçek dostluk vaadettiğini anlayamadıklarından dinden ve gerçek din­dardan korkar ve her vesileyle endişe duyarlar. Bunun için durmadan on­ları mefluç hale sokmak için fitne, baskı, işkence, terör havasını estire­rek din ve vicdan hürriyetine imkân vermek istemezler.

İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin, imân cephesine karşı tutum ve uygulamaları bunun açık misallerinden biridir. Tarih boyunca hak ile bâtıl mücadelesinin seyri hep bu metodun sahnede tutulmasıyla devam edegelmiştir. Bugün hâlâ birçok ülkelerde mevcut müslümanları dinlerin­den, imânlarından ve öz değerlerinden koparmak için aynı veya benzeri şiddet anlamında bir plân ve strateji uygulanmaktadır. Rusya, Bulgaris­tan ve son yıllarda Yunanistan'da cereyan eden olaylar bu gerçeği hep gündemde tutmaktadır.

Ancak Cenâb-ı Hak bu zıtların sürtüşmesini hemen makas atıp kes-memekte; inkarcı zâlimlerin gerçeği anlayıp hakka dönmelerini telkin ve tavsiye ederek tevbe kapısının açık tutulduğunu bildirmektedir. Çünkü O'nun rahmeti hep gczabının önüne geçmekte ve sünnetullah gereği ıslâhı ifsada-tercih etmektedir.

Ne var ki, inkarcı sapıklar haddi iyice aşıp belli çizgiye gelince, ilâhî hüküm iner ve artık onu geri çevirecek bir kuvvet bulunmaz. [16]

 

İman Ve Salih Amel

 

Şüphesiz ki iman edip İyi-yararlı amellerde bulunanlara, altlarından ırmaklar akan Cennetler vardır. İşte bu, büyük bir kurtuluştur.»

İmân nimeti kendi değeriyle orantılı olarak feragat, fedakârltk, külfet. sıkıntı ve mihnet ister. Karşısına çıkan ve hiçbir vecibeye riâyet etmeyen küfürle ardı-arkası gelmeyen mücadelede bulunmak zorundadır.

Bu düzeyde bulunan gerçek mü'min sabrettiği, dayanma gücünü ser­gilediği ve teblîğ ile irşat görevini -şartlar ve ortam elverdiği nisbette- yü­rüttüğü takdirde yerini almış ve gerçek hüviyetini isbat etmiş olur. Bu çiz­gide onun mükâfatı elbette büyük bir kurtuluştur ki onun bir ucu Cennet'e uzanır.

Kur'ân-ı Kerîm'de buna «el-fevzü'l-kebîr» denilerek, mü'minlerin imân ve irfanlarını artırmaya yönelik bir müjde haberi verilmektedir. [17]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, hakla bâtılın sürtüşme ve mücadelesi konu edi­lerek bilgi verildi. Kâfirlerin yaygaracı, şarlatan, iftiracı, fitneci ve bozgun­cu olduklarına dikkat çekildikten sonra imân temeli üzerinde sâlih amel­lerde bulunan mü'minlerin büyük kurtuluşa eriştirilecekleri bildirildi.

Aşağıdaki âyetlerle, CenâbHakk'ın fltfteci, bozguncu, zâlim inkarcı­ları -vakti saati gelince- yakalamasının çok ani-ve şiddetli olacağı bildiri­liyor. Arkasından ilâhî kudretin yenilmezliğine işaretle CenâbHakk'ın dört sıfatına atıf yapılıyor. Sonra da inkarcıları uyarmak, mü'minlere ümit ve teselli havası estirmek için Fir'avn ve Semûd kavimlerinin başına inen ilâhî hışma dikkatler çekiliyor. Kur'ân'ın ve dolayısıyla İslâm'ın kıyamete kadar korunacağına işaretle, bu kitabın Levh-i Mahfûz'da korunduğuna değinilerek sûre noktalanıyor. [18]

 

Meali:

 

12- Şüphesiz ki Rabbın'ın tutup kahretmesi çok şiddetlidir.

13- Doğrusu O, önce yoktan başlatıp var kılar; sonra da öldürüp yeniden geri çevirir.

14- O, çok bağışlayandır, çok sevilen ve sevendir.

15- Yüce, şerefli, şanlı Arş'm sahibidir.

16- İrâde ettiğini kusursuz yapandır.

17-18- Fir'avn ve Semûd askerlerinin haberi sana geldi ya..

19- Hayır, hayır; o küfredenler durmadan (Hakk'ı) yalanlamakta.,

20- Allah ise onları arkalarından kuşatmıştır.

21- Hayır, (gerçek onların iddia ettiği gibi değildir), bu (Kitap), çok şanlı, şerefli Kur'ân'dır.

22- Levh-i Mahfûz'dadır.

 

CenabHakk'ın Zalimi Yakalaması Pek Ani Ve Şiddetli Olur

 

«Şüphesiz ki Rabbın'ın tutup kahretmesi çok şid­detlidir.»

Küfür, zulüm, azgınlık ve ahlâksızlık gemi azıya alır da hiçbir hak ve vecîbe gözetmeden ilerlerse, belirlenen çizgiye gelinceye kadar onları işleyenlere mühlet verilir. Bu çizgi, sünnetullah'tır ki, ilâhî adaletin tecel­lisini yansıtır ve O'nun kahretme sınırıdır. Kâfir, zorba, fitneci müşrik o sınıra gelip dayanınca ilâhî hüküm iner ve artık onun için kurtuluş çaresi kalmaz ve o hükmü geri çeviren bir kuvvet bulunmaz.

İlâhî kahrın yaklaşması birtakım uyarı sinyallerini beraberinde taşır ve inkarcı sapık, zalim zorba dönüş yapar diye uyarılar verilir. Buna rağmen uyanma ve dönüş olmazsa Cenâb-ı Hak «kahhar sıfatısyla tecelli eder ve o kahra müstehik olanı şiddetle ve ani olarak yakalar. Nitekim Fir'avn ve bir de Semûd Kavmini sözü edilen sınırda yakalayan ilâhî kahr, hükmünü icra etmiş ve sözü edilen iki kavim de kendilerinden sonra gelecek olan millet ve kavimlere ibretli misal teşkil etmişlerdir. Âhiretteki ceza ve ikap ise çok daha elîm ve ıstıraplı olacaktır. Zira Cenâb-ı Hak, önce yoktan başlatıp var kılan; sonra öldürüp yeniden yaratıp geri çevirendir. Aynı za­manda dünyada, bitkiler dahil canlıları öldürüp mislini var kılandır. O'nun koyduğu bu kanunu durdurmak mümkün değildir, 11 ve 12. âyetlerle bu gerçeğe ve inceliğe işaret edilmekte ve kusursuz tecelli eden kudretinin te­zahürlerini görüp secdeye kapanmamız dolaylı şekilde istenmektedir.

Öyle ki, canlı bir hücreyi olsun yaratmaya gücü ve kudreti yetmiyen insanoğlunun artık o yegâne yaratıcı olan Allah'ın her şeye gücünün yet­tiğini bilmesi ve inanması gerekmiyor mu? [19]

 

Allah Çok Bağışlayandır Ve Çok Sevilendir

 

Oçok  bağışlayandır, çok sevilen ve sevendir.»

Cenâb-ı Hak, inkâr, zulüm ve ahlâksızlıkta belirlenmiş sınıra gelip da­yananları nasıl şiddetle yakalayıp kahredense, o sınıra gelmeden dönüş ya­pıp Hakk'a teslimiyetle bağlanan kulları hakkında o nisbette bağışlayan, seven ve affedendir. Aynı zamanda O, bu ve diğer sıfatlarının insanlardan yana tecellisi itibariyle de sevilmeye çok daha lâyık bulunuyor.

Ayette anılan «Gafur» ve «Vedûd» sıfatları, gerçeği anlayıp idrâk ede­bilen mü'minlerin en büyük ümit kaynağı ve ruhlarını doyuran sonsuz gı­dalarıdır. Şüphesiz kendilerini bu iki sıfatın tecellisine mazhar olma düze­yine getiren günahkâr kullardan daha mutlu ve bahtiyar kim olabilir. Çün­kü bir fâni için dünyada da, âhirette de, cennette de en güzel iltifat, Ce­nâbHakk'ın onu sevmesidir.

Hakk'ı yalanlayıp-jnkâr ve sapıklığında, inat ve tuğyanında ısrar eden­leri ise. O, her yanından kuşatmıştır. Öyleki, dünyada iken, sözünü ettiğimiz sünnetullah çizgisine gelince onları şiddetle yakalayıp kahretmek suretiyle sahneden alaşağı eder. Âhirette ise amel defterlerini arkaların­dan sol ellerine vermek suretiyle nereye varacakları, nasıl bir azaba tabi tutulacaklarını bildirir. [20]

 

Kur'ân, Çok Şanlı, Şerefli Ve Feyizlidir

 

«Hayır, (gerçek onların iddia ettiği gibi değildir); bu (kitap), çok şanlı, şerefli Kur'ân'dır. Levh-i Mahfûz'dadır.»

Cenâb-ı Hak, Kur'ân'ı red ve inkâr edenlerin vaki yalanlamalarının akıl, idrâk, insaf ve ilim dışı olduğunu açıklayarak Kur'ân'ın iki özelliğini belirtiyor:

a) Kur'ân ismini  «Mecîd»  sıfatına izafe şeklinde okursak şu mana ortaya çıkar: «Bu (kitap) O çok şanlı, feyiz ve bereket kaynağı, çok şe­refli ve üstün olan Allah'ın Kur'ân'ıdır

«Mecîd»i, Kur'ân'ın sıfatı şekiinde okursak şu mana ortaya çıkar: «Bu (kitap) çok şanlı,.şerefli feyiz ve bereketli olan Kur'ân'dır

Her iki kıraate göre de, hiçbir inkarcı nankörün, maksatlı maddecinin Kur'ân'ın kadrini, şan ve şerefini düşüremiyeceği; onun hep şan ve şerefle, feyiz ve bereketle aklını, bilgisini dosdoğru kullanan kavim ve milletleri aydınlatacağını ve reddi mümkün olmayan o yüksek kudretin eseri oldu­ğunu her çağda isbat edecektir. Nitekim günümüze kadar geçen 15 asır süresince o hep bunu isbatlamıştir.

b) Aynı zamanda o kitabın aslı, orijinali  Levh-i  Mahfûz'da yazılıdır ve korunmaktadır. Orada yazılı bulunduğu gibi, 'değiştirilmeden elfaz ve maanisi alınıp önce «Semâ-i dünya»ya, sonra da yeryüzüne, Hz. Muham-med'in (A.S.) pâk ve nuranî kalbine indirilip ilka edilmiştir. Levh-i Mah-fuz'da korunduğu gibi, dünyada da mushaflarda ve hafızların hafızasında korunmaktadır. Nitekim Hicr Sûresi 9. âyetle bu hakikat şöyle açıklan­maktadır : «Şüphesiz ki Kur'ân'ı biz indirdik ve elbette biz onu koruyanlarızdır.»

«Levh-i Mahfuz» ismi sadece Kur'ân'ın konumuzu oluşturan- 22. âye­tinde geçmektedir. Yâsîn Sûresi 12. âyette ise buna «İmamin Mübîn», Râd Sûresi 39 ve Zuhruf Sûresi 4. âyette «Ümmu'l-Kitap» denilmektedir.

«Levh-i Mahfuzsun sözlük mânası, «korunan- levha» demektir.

«İmamin Mübîn» ise «apaçık imam» demektir.

«Ümmu'l-kitap» ise, «ana kitap» demektir ki, bunların hepsi «Levh-i Mahfuz»la ilgili sıfatlar veya o kaynağın bir başka adıdır.

Çünkü hem apaçık kitap, hem ana kitap bütünüyle Levh-i Mahfuz'da-dır ve orada korunmaktadır.

Büruc Sûresi'ne, dört önemli olaya yemin edilerek başlandı ve inkar­cı zâlimlerin eninde sonunda ilâhî hışma uğratılacaklarına işaretle mi­sal verildi; sonra da kâinatı, hilkati, hilkatin hikmetini ve iki hayatın prog­ramlanmasının sebebini açıklayan o çok şerefli ve şanlı Kur'ân'ın, inkar­cılar istemese bile kıyamete kadar insanlığı aydınlatmaya devam edece­ği, hiç bir kimsenin onu değiştirmeğe gücünün yetmiyeceği bildirilerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; Allah'tan aldığı vahyi aynen koruyup ümmetine noksan­sız tebliğ eden Resûlüllah (A.S.) Efendimize salât-ü selâmlar olsun. [21]

 



[1] Müslîm/mesâcîd: 110.

[2] Tefsîr-i Kurtubî:  19/283.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6686.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6686-6687.

[4] Müsned-i Ahmed-Tirmizi

[5] İbn Ebi Hatim, İbn Huzeyme, Tirmizi.

(Ancak İbn Huzeyme’nin isnadında Musa b. Ubeyd er-Razi bulunuyor ki, bu zatın zayıf olduğu tesbit edilmiştir.)

[6] İbn  Cerir et-Taberî/Câmi'u'1-beyân : 30/82

[7] İbn  Cerir et-Taberî/Câmi'u'1-beyân : 30/82, 83

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6689.

[8] Furkan Sûresi 61, Hicr Sûresi 16. âyetlerin tefsiri

[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6689-6690.

[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6690-6691.

[11] Bilgi için bak : Kamus Tercümesi: hadd maddesi.

[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6691-6693.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6693.

[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6693.

[15] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân: 19/298,299

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6694-6695.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6695-6696.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6696.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6697-6698.

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6698-6699.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6699-6700.