Mekke'de inmiştir, 22
âyettir.
Bu mübarek sûre de
Mekke'de inen sûrelerdendir. İslam inancının gerçeklerini anlatır. Sûrenin ana
konusu, "Asbâb-ı Uhdûd"
olayıdır. Bu, iman ve inanç uğrunda canı feda etme kıssasıdır.
Bu mübarek sûre,
içinde büyük yıldızlar ve bunların döndüğü büyük yörüngeler bulunan göğe,
görülecek olan o büyük güne, yani kıyamet gününe, peygamberlere ve mahlûkâta
yemin ile başlar. Yüce Allah, mü'minleri dininden
döndürmek için ateşe atan kâfirlerin helak ve yok olacaklarına dâir bunlar
üzerine yemin eder: "Burçlarla donatılmış göğe, geleceği bildirilmiş olan
kıyamet gününe, şahitlik eden ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu
hendek yapanlara lanet edildi. Çünkü onlar yaptıkları hendeklerin başlarına
oturmuşlar ve mü'minlere yapmakta oldukları işkenceyi
seyrediyorlardı."
Bundan sonra,
yaptıkları o çirkin ve âdi işten dolayı, kâfirlere yapılan tehdit ve uyarı
gelir: "Kuşkusuz inanmış erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip
sonra tevbe etmeyenlere cehennem ve orada yanma azabı
vardır.
Bundan sonra sûre,
kullarını ve dostlarını işkence yolu ile fitneye düşüren düşmanlarından Yüce
Allah'ın intikam almaya gücünün yettiğinden bahseder: "Şüphesiz, Rabbinin
yakalaması şiddetlidir. İlk önce yaratan ve öldükten sonra da tekrar diriltecek
olan mutlaka O'dur. O, bağışlayan ve sevendir. Yüce Arş'ın sahibidir."
Bu mübarek sûre, azgın
ve zorba Firavun'un azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle onun ve kavminin başına
gelen helak ve yok olma kıssası ile sona erer: "Orduların haberi sana
geldi mi? Onlar Firavun ve Semûd orduları idi.
Doğrusu inkarcılar hep yalanlayagelmişlerdir. Allah
onları arkalarından kuşatmıştır. Doğrusu bu kitap şanlı bir Kur'ân'dır.
Levh-i Mahfûz'da bulunmaktadır"
Bu şekilde sona erme, bu
mübarek sûrenin konusuna uygun güzel bir sona eriştir. [1]
Bismillâhirrahmânirrahînı
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Burçlara sahip gökyüzüne, geleceği bildirilmiş olan kıyamet gününe,
tanıklık edene ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu hendeğe
atanlara lanet edildi. Hani onlar, oturmuşlar mü'minlere
yapmakta oldukları (işkenceyi) seyrediyorlardı.
8, 9.
Onlardan ancak göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, güçlü ve övgüye
layık Allah'a îman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah herşeyi görücüdür.
10. Şüphesiz
inanmış erkeklere ve inanmış kadınlara, dinlerinden döndürmek için işkence edip
sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı
bir azab vardır.
11. İman edip
sâlih ameller işleyenlere ise zemininden ırmaklar
akan cennetler vardır. İşte en büyük kazanç odur.
12, 13, 14, 15, 16. Şüphesiz Rabbinin yakalaması serttir. Bilin ki O, (kâinat yokken) ilk
olarak yaratan ölümden sonra tekrar hayat verendir. O, çok bağışlayan ve
çok sevendir, değerli Arş'ın sahibidir. Dilediğini mutlaka
yapandır.
17, 18, 19, 20, 21, 22. Orduların Firavun ve Semûd'un
haberi sana geldi mi? Doğrusu İnkarcılar bir yalanlamanın içindedirler. Allah
onları arkalarından kuşatmıştır. Hakikatte o Levh-i
Mahfuz'da bulunan Yüce Kur'ân'dır.
Uhdûd, hendek gibi, yeryüzünde bulunan uzun ve büyük yank
demektir. Çoğulu gelir.
Şiddetli bir şekilde lanet olsun.
Ayıpladılar ve hoş görmediler.
Batş, kuvvetle ve
sert bir şekilde yakalamak demektir.
Kudretiyle ilk önce, yoktan yaratır.
Mecîd, yüce ve ulu
manasınadır. [2]
1. Hareket
halinde iken yıldızların mesken edindiği yüksek menzilleri bulunan eşsiz göğe
yemin ederim. Tefsirciler şöyle der: Bu menziller, görünür oldukları için
bunlara "Burçlar" denilmiştir. Yükseklik ve yüceliklerinden dolayı
da saraylara benzetildiler. Çünkü bunlar, gezegen yıldızların menzil ve meskenleridir. [3]
2. Va'dedilen güne, yani Allah'ın mahlûkâtı korkuttuğu kıyamet
gününe yemin ederim. Yüce Allah meâlen, "Allah
ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur, elbette sizi kıyamet günü bir araya
getirecektir. Bunda asla şüphe yoktur"[4] buyurarak mahlûkâtı korkutmuştur. [5]
3. Kıyamet
günü ümmetlerine şahitlik edecek Muhammed ve diğer peygamberlere ve hesap için
mahşer yerinde toplanacak olan bütün ümmetlere ve mahlûkâta yemin ederim.
Nitekim Yüce Allah meâlen, "Her türlü ümmetten
bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman
durumları nasıl olacak?"[6]
buyurmuştur. Bazılarına göre, "şahit" bu ümmet, haklarında şahitlik
edilen ise diğer ümmetlerdir. "Sizin, insanlar üzerine şahitler olmanız; Rasûlün de size bir şahit olması için..."[7] mealindeki
âyet bunun delilidir.[8]
4. Bu,
yeminin cevabıdır. Cümle, beddua cümlesidir. Yani, Allah Ashâb-ı
Uhdûdu katledip lanet etsin. Bunlar, inananları yakmak
için, yerde uzun yarıklar açıp hendekler haline getirdiler ve içlerinde ateşler
yaktılar. Kurtubî şöyle der: Uhdûd,
yerde hendeğe benzer uzun ve büyük yarık demektir. Çoğulu gelir. "Lanet
olsun" demektir. İbn Abbâs
der ki: Kur'ân'da geçen her kelimesi,
"Lanet olsun" mânâsını fade eder.[9]
Bundan sonra Yüce
Allah, Uhdûd'tan maksadın ne olduğunu açıklamak
üzere şöyle buyurdu: [10]
5. Odunlu ve
alevli büyük ateşi yakanlara lanet olsun. O bteşi, mü'minleri hendeklerde yakmak için, o kâfirler
yakmışlardır. Ebussuud der ki: Bu, o ateşin son
derece büyük olduğunu, alevinin yüksek ve cinde çok odun bulunduğunu anlatır.[11] Bundan maksat ateşin şiddetli ve
Miyük olduğunu ifade etmektir.
Bundan sonra Yüce
Allah, o suçluları daha çok anlatmak için şöyle fıuyurdu: [12]
6, 7. Hani
onlar, ateşin btrafuıda oturmuş ve içinde mü'minleri yakarak intikam ateşlerini söndürü-Çorlar
ve yaptıkları bu kötü fiili seyrediyorlardı.[13]
Bundan maksat, Kureyş kâfirlerini korkutmaktır. Çünkü onlar, kendi
kavimlerinden müslüman olanları dinlerinden çevirmek
için onlara işkence ediyorlardı. Dolayısıyle Yüce
Allah, kâfirleri tehdit etmek ve işkenceye uğrayan mü'minleri
teselli etmek için "Ashâb-ı Uhdûd"
kıssasını anlattı. Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [14]
8. Onların
hiçbir suçu yoktu. Onlardan, sadece güçlü ve övgüye layık olan, kendisine
sığmana asla zulüm yapılmayan
Allah'a inandıkları için intikam
alınmıştır. Maksat şudur; mü'minleri yakalayıp ta ateşe atmalarının sebebi, sadece
tek olan Allah'a iman etmeleriydi. Bu ise, onların azap edilmelerine sebep
olacak bir günah değildi. Ama onların yaptığı taşkınlık ve zulüm idi. [15]
9. O Yüce
İlah, bütün kâinatın sahibi, Övülmeye ve senaya layık olandır. İşte böyle bir
ilâha inandıkları için işkence gördüler. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, kendisine inanılmayı sağlıyan nitelikleri anlattı. Bunlar onun "âzîz"
yani, azabından korkulan, her şeye kadir ve galip olması, "Hamîd" yani, nimetlerine karşı kendisine hamd edilmesi gereken bir ihsan edici olmasıdır. Ayrıca,
göklerin ve yerin mülkünün O'na ait olması, yani bunlarda bulunan herşeyin O'nun olması ki bunlar O'na ibadeti ve boyun eğmeyi
gerektiren şeylerdir. Yüce Allah, bunu, onların intikam aldıkları şeyin hak
olduğunu açıklamak için zikretti. O Öyle bir haktır ki, ondan ancak bâtıl
yolda giden azgınlığa dalan kimse intikam alır.[16]
Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Onların işlerinden hiçbir şey
O'na gizli kalmaz. Bu âyette mü'minlere bir vaad, kâfirlere ise bir tehdit vardır.
Bundan sonra Yüce
Allah, mü'minlere işkence eden kâfirleri daha
şiddetle kınamak üzere şöyle buyurdu: [17]
10. Mü'min erkek ve kadınları dinlerinden döndürmek için onlara
işkence ederek ateşte yakanlar, sonra bu inkâr ve azgınlıklarından dönmeyenler
var ya, İşte böyle kimseler için, inkârları
sebebiyle, zillete düşürücü cehennem azabı ve mü'minleri
yaktıkları için de yakıcı azap vardır.
Yüce Allah, kâfirlerin
akıbetlerini anlattıktan sonra, ardından mü' minleri
bekleyen iyi neticeyi anlatmak üzere şöyle buyurdu: [18]
11. Samimi
iman ile iman edip aynı zamanda iyi amel işleyenler var ya,
Onlar için, köşklerinin altından cennet nehirleri akan bağlar ve çiçekli
bahçeler vardır. Taberî şöyle der: Bunlar şarap, süt
ve baldan nehirlerdir.[19] İşte
bu, istenilebilecek en
son ve büyük kazançtır. Artık ondan öte, ne bir mutluluk ne de bir kazanç
vardır...
Bundan sonra Yüce Allah,
peygamberlerinin ve dostlarının düşmanlarını şiddetle cezalandıracağını
bildirmek üzere şöyle buyurdu: [20]
12. Allah'ın,
zalim ve zorbaları yakalayıp cezalandırması son derece şiddetlidir. Ebussuûd şöyle der: Batş,
şiddetli bir şekilde yakalamaktır. Bu kelime ayrıca "şiddetli" sıfatıyle nitelendiği için, bu şiddet kat kat olmuştur. Bu da, zâlim ve zorbaları çok şiddetli bir
şekilde yakalayıp cezalandırması ve azap etmesi demektir.[21]
13. "O
güçlü yaratıcı, varlıkları yoktan yaratan, sonra öldükten sonra onları tekrar
diriltendir. [22]
14. O, mü'min
kullarının günahlarını örten,
dostlarına iyilik ve lütufta bulunan ve onları sevendir. İbn
Abbâs şöyle der: Yüce Allah dostlarını, sizden
birinizin, kardeşini sevdiği gibi, güler yüzle ve mahabbetle
sever.[23]
15. O, Yüce
Arş'ın sahibidir. Arş, bütün mahrukatın en büyüğü ve yedi kat gökten daha geniş
olduğu için, Yüce Allah onu kendisine nisbet ederek
Özellikle zikretti. Onun bu nitelikte yaratılması, yaratıcısının büyüklüğünü
gösterir. Allah, bütün mahlûkâttan üstün ve yücedir. Bütün yücelik ve
mükemmellik sıfatlarına sahiptir. [24]
16. O,
dilediğini yapar, istediği hükmü verir. O'nun hükmünden sonra hüküm verecek ve
O'nun hükmünü reddedecek hiç kimse yoktur. Kurtubî
der ki: O'nun istediği hiçbir şey, O'nun hükmüne itiraz edemez.[25]
Rivayet edildiğine göre Ebûbekir (r.a.) ölüm
hastalığında iken, "Sana doktor baktı mı?" denildi. Ebûbekir: "Evet" dedi. "Peki sana ne dedi?"
diye sordular. «O bana, "Ben istediğimi yapan kimseyim" diye cevap
verdi.» dedi.[26]
17. Bu soru
teşvik için sorulmuştur. Yani, Ey Peygamber! Peygamberlere karşı savaşmak için
toplanmış olan o kâfir topluluğun haberi sana geldi mi? Allah'ın, onların
başına getirdiği ve üzerlerine indirdiği azap ve musibetin haberi sana geldi
mi? Kurtubî şöyle der: Yüce Allah böyle buyurmakla,
Peygamberimizi (s.a.v.) teselli etmekte ve yalnız olmadığını bildirmektedir.
Bundan sonra Allah teâlâ bunların kimler olduklarını açıklamak üzere şöyle
buyurdu: [27]
18. Onlar
güç ve kuvvet sahibi olan Firavun ve Semûd ordulandır. Onlar senin kavminden daha kuvvetli ve daha
cengâver idi. Buna rağmen Allah onları
günahları yüzünden yakalayıp cezalandırdı. [28]
19. Fakat Kureyş kâfirleri, o yalanlayıcı kâfirlerin başına
gelenlerden ibret almadılar, aksine yalanlamaya devam ettiler. Bu sebeple,
inkâr ve azgınlıkta bunlar onlardan daha aşırı olmuşlardır. [29]
20. Yüce
Allah onları çepeçevre kuşatmıştır. Yani onlara gücü yeter. Onlar Allah'tan
kurtulamaz ve O'nu acze düşüremezler. Çünkü her an ve her zaman, onlar Allah'ın
avucundadırlar. [30]
21. Onların
yalanladıkları bu Kur'ân, yüce ve şerefli bir
kitaptır. Son derece şerefli ve yücedir. Mucizeliği, nazmı ve mânâlarının
doğruluğu hususunda diğer semavî kitaplardan üstündür. [31]
22. O,
gökteki Levh-i Mahfûz'dadır. O Levh-i
mahfuz, fazlalık ve eksiklikten, değiştirme ve bozmadan korunmuştur. [32]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. Yoktan
yaratır ile yeniden yaratır kelimeleri arasında tı-bâk
vardır.
2. arasında
cinâs-ı iştikak vardır.
3. "Onları
ancak, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman ettikleri için
cezalandırdılar" âyetinde, yermeye benzeyen bir üslûpla övme
vurgulanmıştır. Sanki Yüce Allah şöyle diyor: Onların, Allah'a inanmaktan
başka bir suçlan yoktu. Bu, en büyük övünç vesi-lelerindendir.
4.
"Şüphesiz inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden
çevirmeye çalışanlar..." âyeti ile " İman edip iyi amel işleyenler
var ya..." âyeti arasında mukabele vardır. Yüce
Allah burada, mü'minlerin âkibeti
ile kâfirlerin akibe-tini karşılaştırmıştır.
5. "Sana
orduların haberi geldi mi?" âyetinde kıssayı dinlemeye teşvik üslubu
vardır.
5. ve
benzeri kelimeler, mübalağa ifade eden kalıplardır.
6. gibi âyet
sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu,
güzelleştirici edebî sanatlardandır. Buna seci' denir. En iyisini Allah bilir.
Yüce Allah'ın yardımı
ile "Burûc Sûresi"nin tefsiri bitti. [33]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/265.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[4] Nisa suresi, 4/87
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.
[6] Nisa suresi, 4/41
[7] Bakara suresi, 2/143
[8] Tefsirciler kelimelerin tefsirinde birbirinden çok
farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatta bazıları bu konuda onaltı görüş anlatmıştır. Bir görüşe göre şahit Cuma günü meşhud ise arefe günüdür. Diğer
bir görüşe göre Şahit Muhammed Meşhud kıyamet
günüdür. Bir başka görüşe göre ise şahit insanın uzuvları meşhud
ise Adem oğludur. Savi der ki: En güzeli bunlardan en
genel mananın kastedilmesidir. Bunun içindir ki Yüce Allah bütün şahid ve meşhud’u kapsaması ,için
bu iki kelimeyi zikretti.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
7/267-268.
[9] Kurtubi, 19/284
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.
[11] Ebussuud, 5/252
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.
[13] Kıssanın özeti şudur: Zalim ve kafir bir kralın
ülkesinin halkı müslüman oldu. Bunun üzerine kral
hendek kazılmasını emretti. Yer saban demirleri ile süpürülüp içinde ateş
yakıldı. Sonra adam ve askerlerine bütün mümin erkek ve kadınları getirip
ateşin karşısında tutmalarını emretti. Dininden dönmeyenleri oraya atmalarını
istedi, onlar da böyle yaptılar. Nihayet kucağında çocuğu ile bir kadın geldi.
Kadın ateşe düşmemeye çalıştı. Çocuk ona anneciğim sabırlı ol. Sen haklısın
dedi. Kıssa hakkında geniş bilgi için bkn. Müslim Zühd, 73
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268-269.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[16] Bahr, 8/451
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.
[19] Taberî, 30/88
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269-270.
[21] Ebussuûd, 5/253
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[23] Kurtubî, 19/294
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[25] Kurtubî, 19/295
[26] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/625
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270-271.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.