BURUC SÛRESİ 2

Takdim.. 2

Kelimelerin İzahı 2

Âyetlerin Tefsiri 2

Edebî Sanatlar. 4

 


BURUC SÛRESİ

 

Mekke'de inmiştir, 22 âyettir.

 

Takdim

 

Bu mübarek sûre de Mekke'de inen sûrelerdendir. İslam inancının ger­çeklerini anlatır. Sûrenin ana konusu, "AsbâbUhdûd" olayıdır. Bu, iman ve inanç uğrunda canı feda etme kıssasıdır.

Bu mübarek sûre, içinde büyük yıldızlar ve bunların döndüğü büyük yörüngeler bulunan göğe, görülecek olan o büyük güne, yani kıyamet günü­ne, peygamberlere ve mahlûkâta yemin ile başlar. Yüce Allah, mü'minleri dininden döndürmek için ateşe atan kâfirlerin helak ve yok olacaklarına dâir bunlar üzerine yemin eder: "Burçlarla donatılmış göğe, geleceği bildi­rilmiş olan kıyamet gününe, şahitlik eden ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu hendek yapanlara lanet edildi. Çünkü onlar yaptıkları hendeklerin başlarına oturmuşlar ve mü'minlere yapmakta oldukları işken­ceyi seyrediyorlardı."

Bundan sonra, yaptıkları o çirkin ve âdi işten dolayı, kâfirlere yapılan tehdit ve uyarı gelir: "Kuşkusuz inanmış erkek ve kadınlara fitne yoluyla işkence edip sonra tevbe etmeyenlere cehennem ve orada yanma azabı vardır.

Bundan sonra sûre, kullarını ve dostlarını işkence yolu ile fitneye düşüren düşmanlarından Yüce Allah'ın intikam almaya gücünün yettiğin­den bahseder: "Şüphesiz, Rabbinin yakalaması şiddetlidir. İlk önce yaratan ve öldükten sonra da tekrar diriltecek olan mutlaka O'dur. O, bağışlayan ve sevendir. Yüce Arş'ın sahibidir."

Bu mübarek sûre, azgın ve zorba Firavun'un azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle onun ve kavminin başına gelen helak ve yok olma kıssası ile sona erer: "Orduların haberi sana geldi mi? Onlar Firavun ve Semûd orduları idi. Doğrusu inkarcılar hep yalanlayagelmişlerdir. Allah onları arkalarından kuşatmıştır. Doğrusu bu kitap şanlı bir Kur'ân'dır. Levh-i Mahfûz'da bulun­maktadır"

Bu şekilde sona erme, bu mübarek sûrenin konusuna uygun güzel bir sona eriştir. [1]

 

Bismillâhirrahmânirrahînı

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. Burçlara sahip gökyüzüne, ge­leceği bildirilmiş olan kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene yemin ederim ki, içi yanan ateşle dolu hen­değe atanlara lanet edildi. Hani onlar, oturmuşlar mü'minlere yapmakta oldukları (işkenceyi) seyrediyor­lardı.

8, 9. Onlardan ancak göklerin ve yerin mülkü ken­disine ait olan, güçlü ve övgüye layık Allah'a îman ettik­leri için intikam aldılar. Oysa ki Allah herşeyi görücü­dür.

10. Şüphesiz inanmış erkeklere ve inanmış kadınlara, dinlerinden döndürmek için işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı bir azab vardır.

11. İman edip sâlih ameller işleyenlere ise zemi­ninden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte en büyük kazanç odur.

12, 13, 14, 15, 16. Şüphesiz Rabbinin yakalaması serttir. Bilin ki O, (kâinat yokken) ilk olarak yaratan ölümden sonra tekrar hayat verendir. O, çok bağışlayan ve çok  sevendir, değerli  Arş'ın sahibidir. Dilediğini mutlaka yapandır.

17, 18, 19, 20, 21, 22. Orduların Firavun ve Semûd'un haberi sana geldi mi? Doğrusu İnkarcılar bir yalanlamanın içindedirler. Allah onları arkalarından kuşatmıştır. Hakikatte o Levh-i Mahfuz'da bulunan Yü­ce Kur'ân'dır.

 

Kelimelerin İzahı

 

Uhdûd, hendek gibi, yeryüzünde bulunan uzun ve büyük yank

demektir. Çoğulu  gelir.

 Şiddetli bir şekilde lanet olsun.

 Ayıpladılar ve hoş görmediler.

 Batş, kuvvetle ve sert bir şekilde yakalamak demektir.

 Kudretiyle ilk önce, yoktan yaratır.

 Mecîd, yüce ve ulu manasınadır. [2]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Hareket halinde iken yıldızların mesken edindiği yüksek menzilleri bulunan eşsiz göğe yemin ederim. Tefsirciler şöyle der: Bu menziller, görünür oldukları için bunlara "Burçlar" denilmiştir. Yüksek­lik ve yüceliklerinden dolayı da saraylara benzetildiler. Çünkü bunlar, ge­zegen yıldızların menzil ve meskenleridir. [3]

 

2. Va'dedilen güne, yani Allah'ın mahlûkâtı korkuttuğu kı­yamet gününe yemin ederim. Yüce Allah meâlen, "Allah ki, Ondan başka hiçbir ilâh yoktur, elbette sizi kıyamet günü bir araya getirecektir. Bunda asla şüphe yoktur"[4]  buyurarak mahlûkâtı korkutmuştur. [5]

 

3. Kıyamet günü ümmetlerine şahitlik edecek Muhammed ve diğer peygamberlere ve hesap için mahşer yerinde toplanacak olan bütün ümmetlere ve mahlûkâta yemin ederim. Nitekim Yüce Allah meâlen, "Her türlü ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman durumları nasıl olacak?"[6] buyurmuştur. Bazılarına göre, "şahit" bu ümmet, haklarında şahitlik edilen ise diğer ümmetlerdir. "Sizin, insanlar üzerine şahitler olmanız; Rasûlün de size bir şahit olması için..."[7] mealindeki âyet bunun delilidir.[8]

 

4. Bu, yeminin cevabıdır. Cümle, beddua cümlesidir. Yani, Allah AshâbUhdûdu katledip lanet etsin. Bunlar, inananları yak­mak için, yerde uzun yarıklar açıp hendekler haline getirdiler ve içlerinde ateşler yaktılar. Kurtubî şöyle der: Uhdûd, yerde hendeğe benzer uzun ve büyük yarık demektir. Çoğulu gelir. "Lanet olsun" demektir. İbn Abbâs der ki: Kur'ân'da geçen her  kelimesi,  "Lanet olsun"  mânâsını fade eder.[9]

Bundan sonra Yüce Allah, Uhdûd'tan maksadın ne olduğunu açıkla­mak üzere şöyle buyurdu: [10]

 

5. Odunlu ve alevli büyük ateşi yakanlara lanet olsun. O bteşi, mü'minleri hendeklerde yakmak için, o kâfirler yakmışlardır. Ebussuud der ki: Bu, o ateşin son derece büyük olduğunu, alevinin yüksek ve cinde çok odun bulunduğunu anlatır.[11]  Bundan maksat ateşin şiddetli ve Miyük olduğunu ifade etmektir.

Bundan sonra Yüce Allah, o suçluları daha çok anlatmak için şöyle fıuyurdu: [12]

 

6, 7. Hani onlar, ateşin btrafuıda oturmuş ve içinde mü'minleri yakarak intikam ateşlerini söndürü-Çorlar ve yaptıkları bu kötü fiili seyrediyorlardı.[13] Bundan maksat, Kureyş kâfirlerini korkutmaktır. Çünkü onlar, kendi kavimlerinden müslüman olan­ları dinlerinden çevirmek için onlara işkence ediyorlardı. Dolayısıyle Yüce Allah, kâfirleri tehdit etmek ve işkenceye uğrayan mü'minleri teselli et­mek için "AshâbUhdûd" kıssasını anlattı. Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu: [14]

 

8. Onların hiçbir suçu yoktu. On­lardan, sadece güçlü ve övgüye layık olan, kendisine sığmana asla zulüm yapılmayan  Allah'a  inandıkları için intikam alınmıştır. Maksat  şudur; mü'minleri yakalayıp ta ateşe atmalarının sebebi, sadece tek olan Allah'a iman etmeleriydi. Bu ise, onların azap edilmelerine sebep olacak bir günah değildi. Ama onların yaptığı taşkınlık ve zulüm idi. [15]

 

9. O Yüce İlah, bütün kâinatın sahibi, Övül­meye ve senaya layık olandır. İşte böyle bir ilâha inandıkları için işkence gördüler. Ebû Hayyân şöyle der: Yüce Allah, kendisine inanılmayı sağlıyan nitelikleri anlattı. Bunlar onun "âzîz" yani, azabından korkulan, her şeye kadir ve galip olması, "Hamîd" yani, nimetlerine karşı kendisine hamd edilmesi gereken bir ihsan edici olmasıdır. Ayrıca, göklerin ve yerin mül­künün O'na ait olması, yani bunlarda bulunan herşeyin O'nun olması ki bun­lar O'na ibadeti ve boyun eğmeyi gerektiren şeylerdir. Yüce Allah, bunu, onların intikam aldıkları şeyin hak olduğunu açıklamak için zikretti. O Öy­le bir haktır ki, ondan ancak bâtıl yolda giden azgınlığa dalan kimse inti­kam alır.[16] Allah, kullarının yaptıklarından haberdardır. Onların işlerinden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. Bu âyette mü'minlere bir vaad, kâfirlere ise bir tehdit vardır.

Bundan sonra Yüce Allah, mü'minlere işkence eden kâfirleri daha şiddetle kınamak üzere şöyle buyurdu: [17]

 

10. Mü'min erkek ve kadınları dinlerinden döndürmek için onlara işkence ederek ateşte yakanlar, sonra bu inkâr ve azgınlıklarından dönmeyenler var ya, İşte böyle kimseler için, inkârları sebebiyle, zillete düşürücü cehennem azabı ve mü'minleri yaktıkları için de yakıcı azap vardır.

Yüce Allah, kâfirlerin akıbetlerini anlattıktan sonra, ardından mü' minleri bekleyen iyi neticeyi anlatmak üzere şöyle buyurdu: [18]

 

11. Samimi iman ile iman edip aynı zaman­da iyi amel işleyenler var ya, Onlar için, köşklerinin altından cennet nehirleri akan bağlar ve çiçekli bahçeler vardır. Taberî şöyle der: Bunlar şarap, süt ve baldan nehirlerdir.[19]  İşte

bu, istenilebilecek en son ve büyük kazançtır. Artık ondan öte, ne bir mutlu­luk ne de bir kazanç vardır...

Bundan sonra Yüce Allah, peygamberlerinin ve dostlarının düşmanla­rını şiddetle cezalandıracağını bildirmek üzere şöyle buyurdu: [20]

 

12. Allah'ın, zalim ve zorbaları yakalayıp ceza­landırması son derece şiddetlidir. Ebussuûd şöyle der: Batş, şiddetli bir şekilde yakalamaktır. Bu kelime ayrıca "şiddetli" sıfatıyle nitelendiği için, bu şiddet kat kat olmuştur. Bu da, zâlim ve zorbaları çok şiddetli bir şekil­de yakalayıp cezalandırması ve azap etmesi demektir.[21]

 

13. "O güçlü yaratıcı, varlıkları yoktan yaratan, sonra öldükten sonra onları tekrar diriltendir. [22]

 

14. O, mü'min  kullarının   günahlarını örten, dostlarına iyilik ve lütufta bulunan ve onları sevendir. İbn Abbâs şöyle der: Yüce Al­lah dostlarını, sizden birinizin, kardeşini sevdiği gibi, güler yüzle ve mahabbetle sever.[23]

 

15. O, Yüce Arş'ın sahibidir. Arş, bütün mahrukatın en büyüğü ve yedi kat gökten daha geniş olduğu için, Yüce Allah onu kendi­sine nisbet ederek Özellikle zikretti. Onun bu nitelikte yaratılması, ya­ratıcısının büyüklüğünü gösterir. Allah, bütün mahlûkâttan üstün ve yüce­dir. Bütün yücelik ve mükemmellik sıfatlarına sahiptir. [24]

 

16. O, dilediğini yapar, istediği hükmü verir. O'nun hük­münden sonra hüküm verecek ve O'nun hükmünü reddedecek hiç kimse yok­tur. Kurtubî der ki: O'nun istediği hiçbir şey, O'nun hükmüne itiraz edemez.[25] Rivayet edildiğine göre Ebûbekir (r.a.) ölüm hastalığında iken, "Sana doktor baktı mı?" denildi. Ebûbekir: "Evet" dedi. "Peki sana ne de­di?" diye sordular. «O bana, "Ben istediğimi yapan kimseyim" diye cevap verdi.» dedi.[26]

 

17. Bu soru teşvik için sorulmuştur. Yani, Ey Pey­gamber! Peygamberlere karşı savaşmak için toplanmış olan o kâfir toplu­luğun haberi sana geldi mi? Allah'ın, onların başına getirdiği ve üzerlerine indirdiği azap ve musibetin haberi sana geldi mi? Kurtubî şöyle der: Yüce Allah böyle buyurmakla, Peygamberimizi (s.a.v.) teselli etmekte ve yalnız olmadığını bildirmektedir.

Bundan sonra Allah teâlâ bunların kimler olduklarını açıklamak üzere şöyle buyurdu: [27]

 

18. Onlar güç ve kuvvet sahibi olan Firavun ve Semûd ordulandır. Onlar senin kavminden daha kuvvetli ve daha cengâver idi. Buna rağmen   Allah onları günahları yüzünden yakalayıp cezalandırdı. [28]

 

19. Fakat Kureyş kâfirleri, o yalanlayıcı kâfir­lerin başına gelenlerden ibret almadılar, aksine yalanlamaya devam ettiler. Bu sebeple, inkâr ve azgınlıkta bunlar onlardan daha aşırı olmuşlardır. [29]

 

20. Yüce Allah onları çepeçevre kuşatmıştır. Yani onlara gücü yeter. Onlar Allah'tan kurtulamaz ve O'nu acze düşüremezler. Çünkü her an ve her zaman, onlar Allah'ın avucundadırlar. [30]

 

21. Onların yalanladıkları bu Kur'ân, yüce ve şerefli bir kitaptır. Son derece şerefli ve yücedir. Mucizeliği, nazmı ve mânâları­nın doğruluğu hususunda diğer semavî kitaplardan üstündür. [31]

 

22. O, gökteki Levh-i Mahfûz'dadır. O Levh-i mahfuz, fazlalık ve eksiklikten, değiştirme ve bozmadan korunmuştur. [32]

 

Edebî Sanatlar

 

Bu mübarek sûre birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:

1. Yoktan yaratır ile yeniden yaratır kelimeleri arasında -bâk vardır.

2. arasında cinâs-ı iştikak vardır.

3. "Onları ancak, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman ettikleri için cezalandırdılar" âyetinde, yermeye benze­yen bir üslûpla övme vurgulanmıştır. Sanki Yüce Allah şöyle diyor: On­ların, Allah'a inanmaktan başka bir suçlan yoktu. Bu, en büyük övünç vesi-lelerindendir.

4. "Şüphesiz inanmış erkek ve kadınlara işkence ederek onları dinlerinden çevirmeye çalışanlar..." âyeti ile " İman edip iyi amel işleyenler var ya..." âyeti arasında mu­kabele vardır. Yüce Allah burada, mü'minlerin âkibeti ile kâfirlerin akibe-tini karşılaştırmıştır.

5. "Sana orduların haberi geldi mi?" âyetinde kıs­sayı dinlemeye teşvik üslubu vardır.

5. ve benzeri kelimeler, mübalağa ifade eden ka­lıplardır.

6. gibi âyet sonlarına riayet için, fasıla harfleri birbirine uygun gelmiştir. Bu, güzelleştirici edebî sanatlardandır. Buna seci' denir. En iyisini Allah bilir.

Yüce Allah'ın yardımı ile "Burûc Sûresi"nin tefsiri bitti. [33]



[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/265.

[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.

[3] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.

[4] Nisa suresi, 4/87

[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267.

[6] Nisa suresi, 4/41

[7] Bakara suresi, 2/143

[8] Tefsirciler kelimelerin tefsirinde birbirinden çok farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hatta bazıları bu konuda onaltı görüş anlatmıştır. Bir görüşe göre şahit Cuma günü meşhud ise arefe günüdür. Diğer bir görüşe göre Şahit Muhammed Meşhud kıyamet günüdür. Bir başka görüşe göre ise şahit insanın uzuvları meşhud ise Adem oğludur. Savi der ki: En güzeli bunlardan en genel mananın kastedilmesidir. Bunun içindir ki Yüce Allah bütün şahid ve meşhud’u kapsaması ,için bu iki kelimeyi zikretti.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/267-268.

[9] Kurtubi, 19/284

[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.

[11] Ebussuud, 5/252

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268.

[13] Kıssanın özeti şudur: Zalim ve kafir bir kralın ülkesinin halkı müslüman oldu. Bunun üzerine kral hendek kazılmasını emretti. Yer saban demirleri ile süpürülüp içinde ateş yakıldı. Sonra adam ve askerlerine bütün mümin erkek ve kadınları getirip ateşin karşısında tutmalarını emretti. Dininden dönmeyenleri oraya atmalarını istedi, onlar da böyle yaptılar. Nihayet kucağında çocuğu ile bir kadın geldi. Kadın ateşe düşmemeye çalıştı. Çocuk ona anneciğim sabırlı ol. Sen haklısın dedi. Kıssa hakkında geniş bilgi için bkn. Müslim Zühd, 73

[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/268-269.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.

[16] Bahr, 8/451

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.

[18] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269.

[19] Taberî, 30/88

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/269-270.

[21] Ebussuûd, 5/253

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[23] Kurtubî, 19/294

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[25] Kurtubî, 19/295

[26] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 3/625

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270.

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/270-271.

[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.

[32] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/271.