Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Her Can Üzerinde Koruyup Gözeten Melek Vardır
İnsanın Atışkan Sudan Yaratılması
Gizli Hallerin Ortaya Çıkarılacağı Gün
Sûrenin tamamı
Mekke'de inmiştir.[1]
Birinci ve ikinci
âyetinde «Târik» adlı yıldızdan söz edildiğinden bu aynı zamanda sûrenin de
ismi olmuştur.
Âyet sayısı: 17
Kelime sayısı: 72.
Harf sayısı: 291.[2]
1- Her canlı
üzerinde mutlaka bir koruyucunun bulunduğu konu ediliyor. Böylece insanları
koruyup gözeten vazifeli meleklere işaretle insanın başı boş bırakılmadığı
dolaylı şekilde anlatılıyor.
2- İnsanın
biyolojik olarak nasıl yaratılıp kademe kademe
geliştirildiğine değinilerek, insan türünde hiçbir değişiklik, türden türe geçiş olmaksızın tekâmül ettirilerek baba sulbundan ana rahmine intikal ettirildiği ve öylece
basamak basamak gelişip ahsen-i
takvîm düzeyine getirildiği ana fikir mahiyetinde bildiriliyor.
3- Böylece
insanı yaratıp öldüren O yüce Kudret sahibi Allah'ın, onu diriltip ikinci
hayata kaldıracağına inanmanın lüzumu öğütleniyor.
4- Kur'ân'ın hakkı bâtıldan kesin şekilde ayırıp
belirleyen bir kitap olduğuna parmak basılarak bu kitap hakkında ciddi araştırma
ve inceleme yapmamız ilham ediliyor.
5- Kâfirlerin
İslâm aleyhine kurmaya çalıştıkları tuzağın ve çevirdikleri entrikaların*
ilâhî plân ve program karşısında
söneceği, tesirsiz kalacağı ve sonunda ilahî azap hükmünün ineceği hatırlatılarak müşrikler uyarılıyor,
mü'minler de teselli ediliyor. [3]
1- Göğe ve
Tarık'a and olsun.
2- Tarık'ın
ne olduğunu bilir misin?
3- O ışıklar
saçarak karanlığı delip geçen yıldızdır.
4- Hiçbir
canlı yoktur ki üzerinde koruyup gözeten bulunmasın.
«Her mü'min kula 360 melek müvekkel
kılınmıştır. Bunlar onun gücünün yetmediği (belâ ve felâketlerin) çoğunu
kendisinden savarlar. Meleklerden dokuz tanesi gözle ilgilidir ki yaz gününde
bal çanağından sinekleri kovaladığınız gibi, (birtakım) zararların önüne geçip kovarlar. Eğer onlar ortaya (tecessüm edip) çıkmış
olsaydı kendilerini derelerde, bayırlarda ellerini uzatmış ve ağızlarını açmış
vaziyette görebilirdiniz. O bakımdan şayet kul kendi haline bırakılmış
olsaydı, şeytanlar onu hemen çarpıp yok ederlerdi.» [4]
“Göğe ve Tarık’a and olsun…Hiçbir
canlı yoktur ki üzerinde üzerinde koruyup gözeten bulunmasın.”
Göğe ve Tarık'a yemin
edilerek buyuruluyor ki: Her canlı veya her in-' san
üzerinde, onun düşünce, niyet, söz ve davranışını görüp gözeten mutlak bir
kudret ve sonsuz ilim sahibi olan Allah vardır ki O, Rabbi'l-âlemîndir.
Diğer bir yorumla, her insan üzerinde onun söz ve davranışlarını görüp gözeten,
tesbit edip yazan koruyucu melek bulunuyor. Cenâb-ı Hak ise, bütün görüp gözetenlerin, koruyup tesbit edenlerin, yazıp sahifelere
geçirenlerin üstünde görüp gözeten ve her iş ve olayı, her düşünce ve niyeti
en iyi bilip tesbit edendir.
Âyette geçen «hafız»
sıfatından maksat kişinin amelini görüp yazan; onu görüp gözeten ve çoğulu «hafeze» diye anılan çok şerefli kâtip meleklerden herbiri olabileceği gibi, bu kavramdan bizzat Cenâb-ı Hakk'in kasdedildiği de söylenebilir.
Zira Kur'ân'da konuyla ilgili diğer âyetleri de biraraya getirdiğimiz zaman bu iki yorumun da uygun
olduğunu görmekteyiz. Şöyle ki:
«Şüphesiz ki Allah,
üzerimizde (kusursuz) gözetleyici ve koruyucudur.» [5]
«Senin Rabbın her şeyi görüp gözetendir.»[6]
«Şüphesiz ki Rabbın her şeyi gözetip koruyandır.»[7]
«Ama Allah en hayırlı
koruyucudur.”[8]
«And
olsun ki insanı yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliriz.
Ve biz ona şah damarından daha yakınızdır.”[9]
Mealini verdiğimiz bu
beş âyet, konumuzu oluşturan 4. âyeti açıklamaktadır.
«Kulları üzerinde
kudret ve saltanatıyla O hep üstündür. Size hafeze
(işlediklerinizi yazıp koruyan melekler) gönderir..» [10]
«Şüpheniz olmasın ki
üzerinizde koruyucular, şerefli saygıdeğer kâtip (melek)ler
vardır. Onlar yaptıklarınızı bilirler.»[11]
Bu iki âyet de sözü
edilen 4. âyeti -ikinci yoruma göre- açıklamaktadır.
Böylece insanın
başıboş, kontrolsüz olmadığı, onun her an hem Ce-nâb-ı Hakk'ın, hem de
görevlendirdiği meleklerin koruması, gözetmesi altında bulunduğu belirtilmekte
ve herkesin günlük hayatını bu ilâhî beyânın ışığı altında düzene sokmasının
lüzumuna işaret edilmektedir.
Şüphesiz insanı
ahlâklı, düzenli, disiplinli, dengeli ve âdil yapan manevî müeyyidelerden biri
de budur. O bakımdan çocuğun aklı erince kalbine ve dimağına eğitim ve öğretim
yoluyla işlenecek temel inançların başında bu gerçeğin geldiğini unutmamamız
gerekmektedir. Zira çocuk belirtilen yaşa gelince, sevgi ve ilgi istediği
kadar, disiplin de ister. Ancak onu eğitmede de, disiplinli bir düzeye
getirmede de hep sevgi metoduyla hareket etmemizde büyük yararlar söz konusudur.
Bunun için çocuk
terbiyesiyle ciddi şekilde meşgul olan uzmanların şu sözü her zaman geçerli ve
değerlidir: «Çocuklarınızı yetişkin çağa geldikleri zaman değil, daha küçük
yaşlarda iken saymaya, değer verip sevgi yoluyla düzenli düzeye getirmeye
başlayın.» [12]
Târik, «tark» kökünden türetilen isimdir. Arapçada
buna «ism-i fail» denilir. Tark,
bir nlet veya herhangi bir cisimle vurmak anlamına
gelir. Yürümekte olduğumuz yola da, ayaklarımızı vurduğumuz için «tarik» denilmiştir.
Ayrıca geceleyin gelip
kapıyı çalan kimseye de «târik» denildiğini hem hadîslerden hem de lügat
kitaplarından öğrenmekteyiz. Sabahleyin ortaya çıkan parlak yıldıza da,
parlaklığıyla göze çarptığından dolayı bu isim verilmiştir. Nitekim «Târiksin
tarifini Kur'ân yaparken «en-necmü's-sâkıb» demiştir ki bu, onun parlaklığının karanlığa çarpıp
delerek geçtiğine ve aynı zamanda bakanların hemen
gözüne çarptığına delâlet etmektedir.
Bununla beraber, husus
değil, umum ifade ettiğini söyleyenlere göre, herhangi parlak ve yüksek
görünümde olan yıldıza da «târik» denilebilir.
Bu yoruma göre, «en-necm» ismi üzerindeki «elif-lâm» and
için değil, cins içindir ve bu açıdan her parlak olup göze çarpan yıldız
«târik» isminin kapsamına girmektedir.
Bu manayla, Cenâb-ı Hak her nefis üzerinde koruyup gözetenin bulunduğunun
önemini belirtirken iki şeye yemin etmektedir: Gök ve parlak yıldız.. Zira bu
ikisi de her yönleriyle ilâhî kudretin erişilmezliğini; O'nun varlığını ve
birliğini yansıtmakta ve kurulan ilâhî sistem ve düzenin şaş-mazlığını göstermektedir. Yeter ki idrâk eden gözler,
anlayan kalpler ve düşünen kafalar
bulunsun. [13]
Yukarıdaki âyetlerle
her insan ve her canlı üzerinde onu koruyup gözeten, amellerini tesbit edip yazan meleklerin bulunduğu haber verilerek,
özellikle insanoğlunun başıboş, gayesiz ve amaçsız bırakılmadığı; aynı zamanda
bu canlının Allah yanında çok büyük bir kıymeti hâiz olduğu, o bakımdan
meleklerin bile onun hizmetine sevkedildiği kısa
fakat çok anlamlı bir cümleyle belirtildi.
Aşağıdaki âyetlerle
insanın yaratılışındaki inceliğe dikkat çekiliyor; biyolojik, fizyolojik ve
anatomik yapısı üzerinde durulmasına işaretle ilim adamlarına ışık tutuluyor ve
ön fikir veriliyor. Sperma ile yumurtanın oluşmasına değinilerek bu konuda
hareket çizgisi belirleniyor. Sonra da bu açıdan hareketle Cenâb-ı
Hakk'ın insanları öldürdükten sonra diriltmesine
engel hiçbir şeyin bulunmadığı ve O'nun yüksek kudretinin her şeye yettiği ve
yeteceği dolaylı şekilde kalp ve kafalara işleniyor. [14]
5- İnsan neden (hangi şeyden) yaratıldığına bir
baksın;
6- Fışkırıp
akan bir sudan yaratıldı ki,
7- O, bel
nahiyesi ile göğüsler nahiyesinden (oluşup) çıkar.
8- Elbette
Allah'ın onu (öldürdükten sonra) döndürmeye
kudreti yeter.
9- O gün gizli
şeyler denetimden geçirilerek ortaya çıkarılır.
10- Artık
onun için ne bir kuvvet, ne de bir yardımcı vardır.
«İnsan neden (hangi
şeyden) yaratıldığına bir baksın; fışkırıp akan bir sudan yaratıldı ki..»
İlâhî kudretin
kemaline, ilminin sınırsızlığına delâlet eden iki haricî delilden sonra, iki de
dahilî delile yer verilmektedir. Bu da «insan* denilen canlının biyolojik
yönden genetik kodda formüle edildiği şekilde oluştuğunu göstermekte ve
araştırıcılara hareket noktasın, belirlemektedir. Şöyle ki:
1- Erkeğin
menisi ve taşıdığı canlı hayvancıklar (sperma).
2- Kadının
rahminde oluşan yumurta ve özelliği..
«Sulb»un
erkekle, «terâib»in kadınla ilgili olduğuna bakılınca
meninin sulbdan, yumurtanın terâibden
kaynaklanıp oluştuğu anlaşılır. Böylece
her ikisinden kaynaklanan ayrı şeyler hakkında «tağlîp
kaidesi» uyarınca «mal dâfik» denilmiştir.
Hem “sutb”un, hem de «terâib»in
erkekle ilgili olduğunu söyleyenlere göre: Erkekte oluşan meninin akışma alanı söz konusudur ki, Kur'ân'-da
bu alan iki ayrı kavramla belirtilmektedir: Sulb ve terâib..
Sulb, daha çok omurgaya, omurga nahiyesine denir. Kök mâna
olarak «katı» ve «şedîd» manasına delâlet eder.
Terâib ise, birkaç mânaya delâlet eder:
a) Göğüs,
gerdanlık yeri,
b) İki meme
arası,
c) Kadının
iki eli, iki ayağı ve iki gözü,
d) İki omuz
ile göğüs arası,
e) Göğüs
nahiyesinde dördü sağda, dördü de solda olan sekiz kaburganın kapsadığı kısım,
f) Göğüs
kemiği,
g) Meme
çevresindeki et.[15]
«Sulb»un
erkeğe, «terâib»in kadına ait olduğu söylenirse, o
takdirde erkeğin menîsinin oluşmasında omurga nahiyesinin; kadının da rahminde
yumurtanın oluşmasında göğüs nahiyesinin önemli rolü olduğu ortaya çıkıyor.
Böylece gerek meninin, gerekse yumurtanın meydana gelmesinde vücut mekanizmasının
tamamı rol oynuyorsa da, erkek ve kadında sözü edilen iki ayrı bölgenin aktif
rol oynadığı söz konusu olmaktadır.
Klasik tefsirlerde bu
konu üzerinde çeşitli yorumlar yapılmış ve her müfessir kendi çağındaki ilmî
araştırmalara göre birtakım bilgiler vermiştir. Fazla yararlı olmayacağını
düşünerek onları tefsirimize nakletmedik.
Günümüzdeki bilimsel
araştırmalar ise, menî ve yumurtanın oluşumu hakkında şu bilgiyi vermektedir:
Menî, bir çeşit sıvı
ile sperma hayvancıklarının karışımından meydana gelir. Sperma hayvancıkları
erbezleri tarafından üretilir, brbezlerinden gelen bu
sıvıya «vesicula, seminalis»
(sperma depocuklarjın salgıladığı sarı sümüksü bir
sıvı ile prostat bezinin salgıladığı spermin adı verilen sümüksü beyaz bir sıvı
karışır. Prostat bezinin salgısı menî sıvısının beşte dördünü oluşturur [16]
Yumurta oluşumu:
Yumurtalık dokusunda bir Graaf folikülünün
olgunlaşması ve olgunlaşan Graaf folikülünün
patlamasıyla içerdiği yumurtanın Follop borusuna
düşmesiyle gerçekleşir. Yumurtalıkta binlerce Graaf folikülü vardır. Küçük kesecikler görünümünde olan Graaf folikül-ierinin
her birinde sonradan yumurtayı meydana getirecek olan büyük bir hücre bulunur. Hipofîzden salgılanan folikül
uyarıcı hormonun etkisiyle folikülün çeperindeki hücreler
artar, ici bir sıvıyla dolar ve yumurta olgunlaşır.
Sonunda folikül patlar ve yumurtayı atar. Serbest
kalan yumurta Follab borusundan geçerek
dölyatağına ulaşır.
Her ay bir folikül olgunlaşarak âdet görmenin 14. günü dölyatağına bir
yumurta bırakır.
Anlaşıldığı üzere,
gerek menînin, gerekse yumurtanın oluşumu belli bir nahiyeye bağlanmaktadır.
Ancak omurga nahiyesiyle, göğüs nahiyesinin bu oluşum üzerindeki olumlu
katkısını unutmamak gerekir. Nitekim doğum yapan kadının göğsünde süt meydana
gelmesi, göğüsle anarahmi arasındaki bağlantı ve
alış-verişi cok acık biçimde ortaya koymaktadır,
İleride daha ciddi ve
kapsamlı ilmî çalışmalarla bu konunun daha iyi açıklığa kavuşacağında şüphe
yoktur. Zira vücut bir bütünlük içinde çalışmakta ve her organ diğerleriyle,
az-çok vücudun bütünlüğüyle irtibatlı bulunmaktadır. Özellikle omurganın ve
taşıdığı iliğin beyinle olan sıkı ve kopmaz işbirliği ve bunu erbezine
ulaştırması da söz konusu olabilir.
Böylece insanı, bir
spermanın yumurtayla birleşmesinden yaratan O yüce kudret elbetteki insanı
öldürdükten sonra aıriltip ikinci hayata
döndürebilir. Zira O'nun ilmi ve kudreti her şeyi kapsayıp kuşatmıştır ve her
şeyi yapmaya muktedirdir. [17]
«O gün gizli şeyler
denetimden geçirilerek ortaya çıkarılır. Artık onun için ne bir kuvvet, ne de
bir yardımcı vardır.»
«Serîresnin
çoğulu olan «serâir» kelimesi hakkında az farklı
yorumlarda bulunulmuştur:
a) Kalplerde
gizlenen niyetler,
b) Kafalarda
düşünülen gizli şeyler,
c) Kin, haset,
sevgi, intikam, şehvet gibi duygular.
d) Oruç,
namaz, abdest, gusül gibi vecîbelerin yerine
getirilip getirilmediğinin ortaya çıkarılacağı gün..
Böylece gizli tutulan
her düşünce, niyet ve duygu o gün ya kişinin yüzünde
bir zînet, ya da kara bir
leke olarak belirir.
Bu durumda artık
kişinin.onları gizli tutmaya ne gücü yeter, ne de onlardan dolayı kendisini Cenâb-ı Hakk'a karşı savunacak
bir yardımcısı bulunur. Takdîr ve hüküm bütünüyle Cenâb-ı
Hakk'a aittir. [18]
Yukarıdaki âyetlerle,
insanın biyolojik yapısı üzerinde durularak iki önemli hususa işaret edildi:
Biri, onun hılkatındaki incelik ve genetik kodda
kayıtlandığı gibi tekâmül edip şekillenme olayıdır; diğeri, insanın menşeine
dikkat çekilerek böbürlenmesinin anlamsız olduğunu aklından çıkarmaması keyfiyetklir.
Sonra da insanı
küçücük hayvancığın yumurtayla birleşmesinden yaratan O üstün kudretin
erişilmezliğine ve inkâr edilmesinin mümkün olamadığına işaretle, öldürdüğü
insanları tekrar dirilteceğinde şüphe edilmemesi ve bu konuda idrâklerin
uyanık tutulması istendi.
Aşağıdaki âyetlerle,
meteorla ilgili olaylara uıkkat çekilerek göklerin
hareket halinde olduğu bildiriliyor. Arkasından yeryüzünün ekim ve dikime
müsait özellikte yaratılıp düzenlendiği konu edilerek bu düzenlemede Cenâb-ı Hakk'ın kudretini
görmemiz ilham ediliyor; aynı zamanda bu olaylara yemin edilerek Kur'ân'ın hakkı bâtıldan ayırt eden bir hüküm, bir beyân
olduğu açıklanıyor. İlâhî plân ve programın inkarcı sapıkların her türlü hile
ve entrikasını alt-üst ede^ğine atıf yapılıyor ve
böylece sûre noktalanıyor. [19]
11- Dönüp
dolaşan göğe (onda hareket halinde olan cisimlere) and
olsun,
12- Sürülüp yarılmaya elverişli yere and olsun,
13- Ki bu Kur'ân (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden) ayırt eden bir
sözdür.
14- O, alay
ve eğlence değildir
15- Onlar
şüphesiz bir tuzak kuruyorlar;
16- Ben de
bir tuzak kuruyorum.
17- Onun
için sen, inkarcılara mehil ver, onlan bir süre
(kendi hallerine) bırak..
«Dönüp dolaşan göğe
(onda hareket halinde olan cisimlere) and olsun;
sürülüp yarılmaya elverişli yere and olsun ki, bu
Kuran (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden) ayırt eden bir sözdür.»
Kur'ân-ı Kerîm'in hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, hidâyeti
dalâletten ayırt eden ilâhî söz olduğu belirtilirken iki önemli olaya yemin
edilmektedir :
1- Taşıdığı
cisimlerle hareket halinde olan gök,
2- Bitki ve
madenlerle; yağmur olayıyla sürülüp yarılarak ekine elverişli duruma getirilen
yeryüzü.
Gökte sayısı belirsiz
yıldızlar ve onların oluşturdukları sistemler vardır. Aralarındaki uzaklık
ancak «ışık yılı» adı verilen uzunluk birimiyle ölçülebilir. Bunun gibi
yıldızlardan meydana gelen kümelerin her birine «Ga-leksi» adı verilir. Kâinat bu galeksilerden
oluşmaktadır. Her yıldız hem kendisi hareket halindedir, hem de bağlı bulunduğu
küme (galeksi) ile hareket halindedir, Meselâ
Samanyolu saniyede 320 km. hızla kendi etrafında dönmektedir. Onun bu dönüşü,
büyüklüğüne nisbetle ancak 200 milyon yılda
tamamlanabilmektedir.
İlgili âyette «dönüp
dolaşan göğe.,» sözüyle, sınırı bizce bilinmeyen gökteki cisimlerin hareket
halinde bulunduğuna ve galeksilerin kendi etraflarında
dönüp dolaştıklarına işaret edilmekte ve böylece kâinatın bütünüyle hareket
halinde olduğu dolaylı şekilde açıklanmaktadır.
Ayrıca «dönüp
dolaşan..» ile çevirisini yaptığımız «reci» kelimesi,
«yağmur» mânâsına da gelir. Her yıl belli mevsimlerde su dengesini sağlamak
için tekrarlanan yağmur olayına bu bakımdan «reci»
denilmiş olabilir [20]
Âyette geçen «sâdı'» kelimesi genel olarak yarık, çatlak, bölünüp açılmak
gibi mânalara delâlet eder. Yeryüzü ağaç, diğer bitki, akar ve benzeri
şeylerle yarılıp açıldığı için ona bu sıfat verilmiş olabilir. Aynı zamanda
toprağı ekime hazır duruma getirmek için onun sürülüp alt-üst edilmesine de işaret
sayılabilir.
Gökteki düzenli
hareket ve yerdeki faydalı yarılma, sürülme ve açılma hem Allah'ın yüksek
kudretini yansıtmakta, hem de her olay ve harekette O'nun düzenlemesiyle
ilgili bir programın mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Böylece Kur'ân'ın her âyet ve kelimesiyle ilâhî kudretten süzülüp
gelen ve beşer idrâkine seslenip onun aklını ve düşüncesini harekete geçiren
ve sonra da ona en doğru yolu ve en iyi hayat düzenini öğreten son kitap olduğu
kesinlik arzetmekte ve muhaliflerini, taşıdığı binlerce
belge ile susturmaktadır.
Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «Kur'ân
öyle bir kitaptır ki, onda sizden öncekilerin haberi ve sizden sonraki
olayların hükmü mevcuttur. O her bakımdan (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden)
ayırt edendir. O, gayr-i ciddi (bir kitap) değildir. Kim onu zâlim zorbadan
dolayı terkeder-se, Allah
onu helak eder. Kim de ondan başka doğru yol rehberi ararsa, Allah onu
sapıttırır.» [21]
«Onlar şüphesiz bir
tuzak kuruyorlar; ben de bir tuzak kuruyorum..»
Mekkeli inkarcı
putperestler son dini mefluç duruma sokup inananları kendi kaderleriyle başbaşa bırakmak için üç yönlü bir hile ve tuzak kurma
çabası içindeydiler:
1- İslâm'a
ve Hz. Muhammed'e (A.S.) İlgi duyup ısınanları caydırmak
ve İslâm'a girenleri pişman etmek,
2- Kur'ân'ın gayr-i ciddi, uydurma bir kitap olduğunu kalp ve
kafalara işleyip ona yönelmek isteyenlerde devamlı şüphe uyandırmak,
3- Hz. Muhammed'in {A.S.) aziz vücudunu ortadan kaldırmak için
ciddi bir formül ortaya koymak..
Şüphesiz ki onların bu
çirkin tuzakları ilâhî tedbîr ve takdir karşısında hep başarısızlığa uğramaya
mahkûmdur. İslâmiyet ise, adım adım hedefine doğru
ilerliyor ve başarı grafiği hep yükseliyordu. Hicret olayı, Bedir, Uhud, Huneyn ve Hayber gazaları Onun başarı zincirinin birer halkasını
oluşturuyordu. O halde Mekke devrinde açıktan bir vuruşmaya kapı açmadan
kâfirlere -her şeye rağmen- bir süre mühlet verip ilâhî sünnetin ve onun
gereği olan hükmünün tecellisini beklemek gerekiyordu. 15-17. âyetlerle bu metod ve stratejinin uygulanması emredilmektedir. Böylece mü'minferin bir süre daha sabretmeleri istenmekte, gelecek
günlerde çok şeylerin değişeceğine işaretle daha temkinli davranmalarına dolaylı
şekilde değinilmektedir.
Zaten son âyetin son
cümlesinde geçen «rüveydâ» kelimesi, «rûd»un küçültülmüşü (tasğîri)dir. Bu, az bir mühlete delâlet etmekte ve ilâhî hükmün
çok yakında ineceğine işarette bulunmaktadır.
Bu yorum ve mâna
çerçevesinde hicretin çok yakında gerçekleşeceği kendiliğinden anlaşılıyor ve mü'minlerin hazırlıklı olmaları isteniyor. Nitekim öyle
oldu; çok geçmeden birbirini izleyen ve aynı zamanda
tamamlayan olaylar meydana geldi ve hicret olayı gerçekleşti.
Târik Sûresi'ne, her
insan üzerinde koruyucu ve yazıp muhafaza edici meleğin bulunduğu belirtilerek
göğe ve gökteki -bize nisbetle- parlak olan yıldıza
yemin edilerek başlandı; Kur'ân'ın son dereoe ciddi kitap olduğuna değinilerek müşriklerin
çevirmekte oldukları hile ve tuzaklara dikkatler çekildi ve bir süre fiili
duruma geçilmemesi, zaferin çok yakın olduğu haber
verildi ve sabır tavsiye edilerek sûre noktalandı.
Bu sûrenin de
tefsirini bize müyesser kılan Cenâb-ı Rabbi'l-âlemîne hamd-u senalar;
O'nun dinini insanlara teblîğ edip irşat hizmetini en iyi şekilde yürüten Resûlüllah {A.S.) Efendimiz'e ve
Onun Âl ve Ashabına salât-u selâmlar olsun.[22]
[1] Tefsîr-i Kurtubi : 20/1-Lübabu't-te'vîl : 4/368
[2] Nizamuddin Nisaburi, Garaibu’l-Kur’an: 20/64.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6701.
[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6701.
[4] Taberânî: Ebû Ümâme (R.A.)den. (Hadîs zayıftır).
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6702.
[5] Nisa Sûresi: 1
[6] Ahzab Suresi: 52.
[7] Sebe’ Suresi: 34/21.
[8] Hûd Sûresi: 57
[9] Kaf Sûresi: 16
[10] En'âm Sûresi: 61
[11] înfitar Sûresi: 10, 11
[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6703-6704.
[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6704-6705.
[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6705.
[15] Bilgi için bak: Tefsir-i Kurtubi:
20/5-7.
[16] Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Kitabevi,
İstanbul, 1975, Meni Maddesi.
[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6706-6708.
[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6708-6709.
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6709.
[20] Bilgi için bak: el-Câmi'u Li-Ahkâmi'I-Kur'ân:
20/10
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6710-6711.
[21] Daremi, Fezaili-i
Kur’an: 1.
[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6712-6713.