TÂRIK SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İlgili Hadîs. 2

Her Can Üzerinde Koruyup Gözeten Melek Vardır. 2

Târik Ve Sakıp. 3

Âyetler Arasında Bağlantı 3

Meali: 4

İnsanın Atışkan Sudan Yaratılması 4

Gizli Hallerin Ortaya Çıkarılacağı Gün. 5

Âyetler Arasında Bağlantı 5

Meali: 5

Hareket Halinde Olan Gök. 5

Müşriklerin Hile Tuzağı 6


TÂRIK SÛRESİ

 

Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir.[1]

Birinci ve ikinci âyetinde «Târik» adlı yıldızdan söz edildiğinden bu aynı zamanda sûrenin de ismi olmuştur.

Âyet sayısı: 17

Kelime sayısı:  72.

Harf sayısı: 291.[2]     

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Her canlı üzerinde mutlaka bir koruyucunun bulunduğu konu edi­liyor. Böylece insanları koruyup gözeten vazifeli meleklere işaretle insa­nın başı boş bırakılmadığı dolaylı şekilde anlatılıyor.

2- İnsanın biyolojik olarak nasıl yaratılıp kademe kademe geliştiril­diğine değinilerek, insan türünde hiçbir değişiklik, türden türe geçiş ol­maksızın tekâmül ettirilerek baba sulbundan ana rahmine intikal ettiril­diği ve öylece basamak basamak gelişip ahsen-i takvîm düzeyine geti­rildiği ana fikir mahiyetinde bildiriliyor.

3- Böylece insanı yaratıp öldüren O yüce Kudret sahibi Allah'ın, onu diriltip ikinci hayata kaldıracağına inanmanın lüzumu öğütleniyor.

4- Kur'ân'ın hakkı bâtıldan kesin şekilde ayırıp belirleyen bir kitap olduğuna parmak basılarak bu kitap hakkında ciddi araştırma ve ince­leme yapmamız ilham ediliyor.

5- Kâfirlerin İslâm aleyhine kurmaya çalıştıkları tuzağın ve çevir­dikleri entrikaların* ilâhî plân ve program   karşısında söneceği, tesirsiz kalacağı ve sonunda ilahî azap hükmünün  ineceği hatırlatılarak müşrik­ler uyarılıyor, mü'minler de teselli ediliyor. [3]

 

Meali:

 

1- Göğe ve Tarık'a and olsun.

2- Tarık'ın ne olduğunu bilir misin?

3- O ışıklar saçarak karanlığı delip geçen yıldızdır.

4- Hiçbir canlı yoktur ki üzerinde koruyup gözeten bulunmasın.

 

İlgili Hadîs

 

«Her mü'min kula 360 melek müvekkel kılınmıştır. Bunlar onun gücünün yetmediği (belâ ve felâketlerin) çoğunu kendisinden savarlar. Me­leklerden dokuz tanesi gözle ilgilidir ki yaz gününde bal çanağından si­nekleri kovaladığınız gibi, (birtakım) zararların önüne geçip kovarlar. Eğer onlar ortaya (tecessüm edip) çıkmış olsaydı kendilerini derelerde, bayır­larda ellerini uzatmış ve ağızlarını açmış vaziyette görebilirdiniz. O ba­kımdan şayet kul kendi haline bırakılmış olsaydı, şeytanlar onu hemen çarpıp yok ederlerdi.» [4]

 

Her Can Üzerinde Koruyup Gözeten Melek Vardır

 

“Göğe ve Tarık’a and olsun…Hiçbir  canlı yoktur ki üzerinde üzerinde koruyup  gözeten bulunmasın.”

Göğe ve Tarık'a yemin edilerek buyuruluyor ki: Her canlı veya her in-' san üzerinde, onun düşünce, niyet, söz ve davranışını görüp gözeten mutlak bir kudret ve sonsuz ilim sahibi olan Allah vardır ki O, Rabbi'l-âlemîndir. Di­ğer bir yorumla, her insan üzerinde onun söz ve davranışlarını görüp göze­ten, tesbit edip yazan koruyucu melek bulunuyor. Cenâb-ı Hak ise, bütün görüp gözetenlerin, koruyup tesbit edenlerin, yazıp sahifelere geçiren­lerin üstünde görüp gözeten ve her iş ve olayı, her düşünce ve niyeti en iyi bilip tesbit edendir.

Âyette geçen «hafız» sıfatından maksat kişinin amelini görüp yazan; onu görüp gözeten ve çoğulu «hafeze» diye anılan çok şerefli kâtip me­leklerden herbiri olabileceği gibi, bu kavramdan bizzat CenâbHakk'in kasdedildiği de söylenebilir.

Zira Kur'ân'da konuyla ilgili diğer âyetleri de biraraya getirdiğimiz zaman bu iki yorumun da uygun olduğunu görmekteyiz. Şöyle ki:

«Şüphesiz ki Allah, üzerimizde (kusursuz) gözetleyici ve koruyucu­dur.» [5]

«Senin Rabbın her şeyi görüp gözetendir.»[6]

«Şüphesiz ki Rabbın her şeyi gözetip koruyandır.»[7]

«Ama Allah en hayırlı koruyucudur.”[8]

«And olsun ki insanı yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler ver­diğini biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınızdır.”[9]

Mealini verdiğimiz bu beş âyet, konumuzu oluşturan 4. âyeti açıkla­maktadır.

«Kulları üzerinde kudret ve saltanatıyla O hep üstündür. Size hafeze (işlediklerinizi yazıp koruyan melekler) gönderir..» [10]

«Şüpheniz olmasın ki üzerinizde koruyucular, şerefli saygıdeğer kâ­tip (melek)ler vardır. Onlar yaptıklarınızı bilirler.»[11]

Bu iki âyet de sözü edilen 4. âyeti -ikinci yoruma göre- açıklamak­tadır.

Böylece insanın başıboş, kontrolsüz olmadığı, onun her an hem Ce-nâbHakk'ın, hem de görevlendirdiği meleklerin koruması, gözetmesi al­tında bulunduğu belirtilmekte ve herkesin günlük hayatını bu ilâhî be­yânın ışığı altında düzene sokmasının lüzumuna işaret edilmektedir.

Şüphesiz insanı ahlâklı, düzenli, disiplinli, dengeli ve âdil yapan ma­nevî müeyyidelerden biri de budur. O bakımdan çocuğun aklı erince kal­bine ve dimağına eğitim ve öğretim yoluyla işlenecek temel inançların başında bu gerçeğin geldiğini unutmamamız gerekmektedir. Zira çocuk belirtilen yaşa gelince, sevgi ve ilgi istediği kadar, disiplin de ister. An­cak onu eğitmede de, disiplinli bir düzeye getirmede de hep sevgi me­toduyla hareket etmemizde büyük yararlar söz konusudur.

Bunun için çocuk terbiyesiyle ciddi şekilde meşgul olan uzmanların şu sözü her zaman geçerli ve değerlidir: «Çocuklarınızı yetişkin çağa geldikleri zaman değil, daha küçük yaşlarda iken saymaya, değer verip sevgi yoluyla düzenli düzeye getirmeye başlayın.» [12]

 

Târik Ve Sakıp

 

Târik, «tark» kökünden türetilen isimdir. Arapçada buna «ism-i fail» denilir. Tark, bir nlet veya herhangi bir cisimle vurmak anlamına gelir. Yürümekte olduğumuz yola da, ayaklarımızı vurduğumuz için «tarik» de­nilmiştir.

Ayrıca geceleyin gelip kapıyı çalan kimseye de «târik» denildiğini hem hadîslerden hem de lügat kitaplarından öğrenmekteyiz. Sabahleyin ortaya çıkan parlak yıldıza da, parlaklığıyla göze çarptığından dolayı bu isim verilmiştir. Nitekim «Târiksin tarifini Kur'ân yaparken «en-necmü's-sâkıb» demiştir ki bu, onun parlaklığının karanlığa çarpıp delerek geçti­ğine ve aynı zamanda bakanların hemen gözüne çarptığına delâlet et­mektedir.

Bununla beraber, husus değil, umum ifade ettiğini söyleyenlere gö­re, herhangi parlak ve yüksek görünümde olan yıldıza da «târik» denile­bilir.

Bu yoruma göre, «en-necm» ismi üzerindeki «elif-lâm» and için de­ğil, cins içindir ve bu açıdan her parlak olup göze çarpan yıldız «târik» isminin kapsamına girmektedir.

Bu manayla, Cenâb-ı Hak her nefis üzerinde koruyup gözetenin bu­lunduğunun önemini belirtirken iki şeye yemin etmektedir: Gök ve par­lak yıldız.. Zira bu ikisi de her yönleriyle ilâhî kudretin erişilmezliğini; O'nun varlığını ve birliğini yansıtmakta ve kurulan ilâhî sistem ve düzenin şaş-mazlığını göstermektedir. Yeter ki idrâk eden gözler, anlayan kalpler ve düşünen  kafalar bulunsun. [13]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle her insan ve her canlı üzerinde onu koruyup gö­zeten, amellerini tesbit edip yazan meleklerin bulunduğu haber verilerek, özellikle insanoğlunun başıboş, gayesiz ve amaçsız bırakılmadığı; aynı zamanda bu canlının Allah yanında çok büyük bir kıymeti hâiz olduğu, o bakımdan meleklerin bile onun hizmetine sevkedildiği kısa fakat çok an­lamlı bir cümleyle belirtildi.

Aşağıdaki âyetlerle insanın yaratılışındaki inceliğe dikkat çekiliyor; biyolojik, fizyolojik ve anatomik yapısı üzerinde durulmasına işaretle ilim adamlarına ışık tutuluyor ve ön fikir veriliyor. Sperma ile yumurtanın oluşmasına değinilerek bu konuda hareket çizgisi belirleniyor. Sonra da bu açıdan hareketle CenâbHakk'ın insanları öldürdükten sonra dirilt­mesine engel hiçbir şeyin bulunmadığı ve O'nun yüksek kudretinin her şeye yettiği ve yeteceği dolaylı şekilde kalp ve kafalara işleniyor. [14]

 

Meali:

 

5-  İnsan neden (hangi şeyden) yaratıldığına bir baksın;

6- Fışkırıp akan bir sudan yaratıldı ki,

7- O, bel nahiyesi ile göğüsler nahiyesinden (oluşup) çıkar.

8- Elbette Allah'ın onu (öldürdükten   sonra)   döndürmeye   kudreti yeter.

9- O gün gizli şeyler denetimden geçirilerek ortaya çıkarılır.

10- Artık onun için ne bir kuvvet, ne de bir yardımcı vardır.

 

İnsanın Atışkan Sudan Yaratılması

 

«İnsan neden (hangi şeyden) yaratıl­dığına bir baksın; fışkırıp akan bir sudan yaratıldı ki..»

İlâhî kudretin kemaline, ilminin sınırsızlığına delâlet eden iki haricî delilden sonra, iki de dahilî delile yer verilmektedir. Bu da «insan* de­nilen canlının biyolojik yönden genetik kodda formüle edildiği şekilde oluştuğunu göstermekte ve araştırıcılara hareket noktasın, belirlemekte­dir. Şöyle ki:

1- Erkeğin menisi ve taşıdığı canlı hayvancıklar (sperma).

2- Kadının rahminde oluşan yumurta ve özelliği..

«Sulb»un erkekle, «terâib»in kadınla ilgili olduğuna bakılınca me­ninin sulbdan, yumurtanın terâibden kaynaklanıp oluştuğu anlaşılır.  Böy­lece her ikisinden kaynaklanan ayrı şeyler hakkında «tağlîp kaidesi»  uya­rınca «mal dâfik» denilmiştir.

Hem “sutb”un, hem de «terâib»in erkekle ilgili olduğunu söyleyenle­re göre: Erkekte oluşan meninin akışma alanı söz konusudur ki, Kur'ân'-da bu alan iki ayrı kavramla belirtilmektedir: Sulb ve terâib..

Sulb, daha çok omurgaya, omurga nahiyesine denir. Kök mâna ola­rak «katı» ve «şedîd» manasına delâlet eder.

Terâib ise, birkaç mânaya delâlet eder:

a) Göğüs, gerdanlık yeri,

b) İki meme arası,

c) Kadının iki eli, iki ayağı ve iki gözü,

d) İki omuz ile göğüs arası,

e) Göğüs nahiyesinde dördü sağda, dördü de solda olan sekiz ka­burganın kapsadığı kısım,

f) Göğüs kemiği,

g) Meme çevresindeki et.[15]

«Sulb»un erkeğe, «terâib»in kadına ait olduğu söylenirse, o takdir­de erkeğin menîsinin oluşmasında omurga nahiyesinin; kadının da rah­minde yumurtanın oluşmasında göğüs nahiyesinin önemli rolü olduğu or­taya çıkıyor. Böylece gerek meninin, gerekse yumurtanın meydana gel­mesinde vücut mekanizmasının tamamı rol oynuyorsa da, erkek ve ka­dında sözü edilen iki ayrı bölgenin aktif rol oynadığı söz konusu olmaktadır.

Klasik tefsirlerde bu konu üzerinde çeşitli yorumlar yapılmış ve her müfessir kendi çağındaki ilmî araştırmalara göre birtakım bilgiler vermiş­tir. Fazla yararlı olmayacağını düşünerek onları tefsirimize nakletmedik.

Günümüzdeki bilimsel araştırmalar ise, menî ve yumurtanın oluşu­mu hakkında şu bilgiyi vermektedir:

Menî, bir çeşit sıvı ile sperma hayvancıklarının karışımından meyda­na gelir. Sperma hayvancıkları erbezleri tarafından üretilir, brbezlerinden gelen bu sıvıya «vesicula, seminalis» (sperma depocuklarjın salgıladığı sarı sümüksü bir sıvı ile prostat bezinin salgıladığı spermin adı verilen sümüksü beyaz bir sıvı karışır. Prostat bezinin salgısı menî sıvısının beş­te dördünü oluşturur [16]

Yumurta oluşumu: Yumurtalık dokusunda bir Graaf folikülünün ol­gunlaşması ve olgunlaşan Graaf folikülünün patlamasıyla içerdiği yumur­tanın Follop borusuna düşmesiyle gerçekleşir. Yumurtalıkta binlerce Graaf folikülü vardır. Küçük kesecikler görünümünde olan Graaf folikül-ierinin her birinde sonradan yumurtayı meydana getirecek olan büyük bir hücre bulunur. Hipofîzden salgılanan folikül uyarıcı hormonun etki­siyle folikülün çeperindeki hücreler artar, ici bir sıvıyla dolar ve yumurta olgunlaşır. Sonunda folikül patlar ve yumurtayı atar. Serbest kalan yu­murta Follab borusundan geçerek dölyatağına ulaşır.

Her ay bir folikül olgunlaşarak âdet görmenin 14. günü dölyatağına bir yumurta bırakır.

Anlaşıldığı üzere, gerek menînin, gerekse yumurtanın oluşumu belli bir nahiyeye bağlanmaktadır. Ancak omurga nahiyesiyle, göğüs nahiyesi­nin bu oluşum üzerindeki olumlu katkısını unutmamak gerekir. Nitekim doğum yapan kadının göğsünde süt meydana gelmesi, göğüsle anarahmi arasındaki bağlantı ve alış-verişi cok acık biçimde ortaya koymaktadır,

İleride daha ciddi ve kapsamlı ilmî çalışmalarla bu konunun daha iyi açıklığa kavuşacağında şüphe yoktur. Zira vücut bir bütünlük içinde ça­lışmakta ve her organ diğerleriyle, az-çok vücudun bütünlüğüyle irtibatlı bulunmaktadır. Özellikle omurganın ve taşıdığı iliğin beyinle olan sıkı ve kopmaz işbirliği ve bunu erbezine ulaştırması da söz konusu olabilir.

Böylece insanı, bir spermanın yumurtayla birleşmesinden yaratan O yüce kudret elbetteki insanı öldürdükten sonra aıriltip ikinci hayata döndürebilir. Zira O'nun ilmi ve kudreti her şeyi kapsayıp kuşatmıştır ve her şeyi yapmaya muktedirdir. [17]

 

Gizli Hallerin Ortaya Çıkarılacağı Gün

 

«O gün gizli şeyler denetimden geçiri­lerek ortaya çıkarılır. Artık onun için ne bir kuvvet, ne de bir yardımcı   vardır.»

«Serîresnin çoğulu olan «serâir» kelimesi hakkında az farklı yorum­larda bulunulmuştur:

a) Kalplerde gizlenen niyetler,

b) Kafalarda düşünülen gizli şeyler,

c) Kin, haset, sevgi, intikam, şehvet gibi duygular.

d) Oruç, namaz, abdest, gusül gibi vecîbelerin yerine getirilip geti­rilmediğinin ortaya çıkarılacağı gün..

Böylece gizli tutulan her düşünce, niyet ve duygu o gün ya kişinin yüzünde bir zînet, ya da kara bir leke olarak belirir.

Bu durumda artık kişinin.onları gizli tutmaya ne gücü yeter, ne de on­lardan dolayı kendisini CenâbHakk'a karşı savunacak bir yardımcısı bu­lunur. Takdîr ve hüküm bütünüyle CenâbHakk'a aittir. [18]

 

Âyetler Arasında Bağlantı

 

Yukarıdaki âyetlerle, insanın biyolojik yapısı üzerinde durularak iki önemli hususa işaret edildi: Biri, onun hılkatındaki incelik ve genetik kodda kayıtlandığı gibi tekâmül edip şekillenme olayıdır; diğeri, insanın menşeine dikkat çekilerek böbürlenmesinin anlamsız olduğunu aklından çıkarmaması keyfiyetklir.

Sonra da insanı küçücük hayvancığın yumurtayla birleşmesinden ya­ratan O üstün kudretin erişilmezliğine ve inkâr edilmesinin mümkün ola­madığına işaretle, öldürdüğü insanları tekrar dirilteceğinde şüphe edilme­mesi ve bu konuda idrâklerin uyanık tutulması istendi.

Aşağıdaki âyetlerle, meteorla ilgili olaylara uıkkat çekilerek göklerin hareket halinde olduğu bildiriliyor. Arkasından yeryüzünün ekim ve di­kime müsait özellikte yaratılıp düzenlendiği konu edilerek bu düzenle­mede CenâbHakk'ın kudretini görmemiz ilham ediliyor; aynı zamanda bu olaylara yemin edilerek Kur'ân'ın hakkı bâtıldan ayırt eden bir hüküm, bir beyân olduğu açıklanıyor. İlâhî plân ve programın inkarcı sapıkların her türlü hile ve entrikasını alt-üst ede^ğine atıf yapılıyor ve böylece sûre noktalanıyor. [19]

 

Meali:

 

11- Dönüp dolaşan göğe (onda hareket halinde olan cisimlere) and olsun,

12-  Sürülüp yarılmaya elverişli yere and olsun,

13- Ki bu Kur'ân (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden) ayırt eden bir sözdür.

14- O, alay ve eğlence değildir

15- Onlar şüphesiz bir tuzak kuruyorlar;

16- Ben de bir tuzak kuruyorum.

17- Onun için sen, inkarcılara mehil ver, onlan bir süre (kendi hal­lerine) bırak..

 

Hareket Halinde Olan Gök

 

«Dönüp dolaşan göğe (onda hareket halinde olan cisimlere) and olsun; sürülüp yarılmaya elverişli yere and olsun ki, bu Kuran (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden) ayırt eden bir sözdür.»

Kur'ân-ı Kerîm'in hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden, hidâyeti dalâlet­ten ayırt eden ilâhî söz olduğu belirtilirken iki önemli olaya yemin edil­mektedir :

1- Taşıdığı cisimlerle hareket halinde olan gök,

2- Bitki ve madenlerle; yağmur olayıyla sürülüp yarılarak ekine el­verişli duruma getirilen yeryüzü.

Gökte sayısı belirsiz yıldızlar ve onların oluşturdukları sistemler var­dır. Aralarındaki uzaklık ancak «ışık yılı» adı verilen uzunluk birimiyle öl­çülebilir. Bunun gibi yıldızlardan meydana gelen kümelerin her birine «Ga-leksi» adı verilir. Kâinat bu galeksilerden oluşmaktadır. Her yıldız hem kendisi hareket halindedir, hem de bağlı bulunduğu küme (galeksi) ile hareket halindedir, Meselâ Samanyolu saniyede 320 km. hızla kendi et­rafında dönmektedir. Onun bu dönüşü, büyüklüğüne nisbetle ancak 200 milyon yılda tamamlanabilmektedir.

İlgili âyette «dönüp dolaşan göğe.,» sözüyle, sınırı bizce bilinmeyen gökteki cisimlerin hareket halinde bulunduğuna ve galeksilerin kendi et­raflarında dönüp dolaştıklarına işaret edilmekte ve böylece kâinatın bü­tünüyle hareket halinde olduğu dolaylı şekilde açıklanmaktadır.

Ayrıca «dönüp dolaşan..» ile çevirisini yaptığımız «reci» kelimesi, «yağmur» mânâsına da gelir. Her yıl belli mevsimlerde su dengesini sağ­lamak için tekrarlanan yağmur olayına bu bakımdan «reci» denilmiş ola­bilir [20]

Âyette geçen «sâdı'» kelimesi genel olarak yarık, çatlak, bölünüp açıl­mak gibi mânalara delâlet eder. Yeryüzü ağaç, diğer bitki, akar ve ben­zeri şeylerle yarılıp açıldığı için ona bu sıfat verilmiş olabilir. Aynı za­manda toprağı ekime hazır duruma getirmek için onun sürülüp alt-üst edilmesine de işaret sayılabilir.

Gökteki düzenli hareket ve yerdeki faydalı yarılma, sürülme ve açıl­ma hem Allah'ın yüksek kudretini yansıtmakta, hem de her olay ve ha­rekette O'nun düzenlemesiyle ilgili bir programın mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Böylece Kur'ân'ın her âyet ve kelimesiyle ilâhî kudretten süzülüp gelen ve beşer idrâkine seslenip onun aklını ve düşüncesini ha­rekete geçiren ve sonra da ona en doğru yolu ve en iyi hayat düzenini öğreten son kitap olduğu kesinlik arzetmekte ve muhaliflerini, taşıdığı binlerce belge ile susturmaktadır.

Nitekim Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «Kur'ân öyle bir kitaptır ki, on­da sizden öncekilerin haberi ve sizden sonraki olayların hükmü mevcut­tur. O her bakımdan (hakkı bâtıldan, doğruyu eğriden) ayırt edendir. O, gayr-i ciddi (bir kitap) değildir. Kim onu zâlim zorbadan dolayı terkeder-se, Allah onu helak eder. Kim de ondan başka doğru yol rehberi ararsa, Allah onu sapıttırır.» [21]

 

Müşriklerin Hile Tuzağı

 

«Onlar şüphesiz bir tuzak kuruyorlar; ben de bir tuzak kuruyorum..»

Mekkeli inkarcı putperestler son dini mefluç duruma sokup inanan­ları kendi kaderleriyle başbaşa bırakmak için üç yönlü bir hile ve tuzak kurma çabası içindeydiler:

1- İslâm'a ve Hz. Muhammed'e (A.S.) İlgi duyup ısınanları caydır­mak ve İslâm'a girenleri pişman etmek,

2- Kur'ân'ın gayr-i ciddi, uydurma bir kitap olduğunu kalp ve ka­falara işleyip ona yönelmek isteyenlerde devamlı şüphe uyandırmak,

3- Hz. Muhammed'in {A.S.) aziz vücudunu ortadan kaldırmak için ciddi bir formül ortaya koymak..

Şüphesiz ki onların bu çirkin tuzakları ilâhî tedbîr ve takdir karşı­sında hep başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. İslâmiyet ise, adım adım hedefine doğru ilerliyor ve başarı grafiği hep yükseliyordu. Hicret olayı, Bedir, Uhud, Huneyn ve Hayber gazaları Onun başarı zincirinin birer halkasını oluşturuyordu. O halde Mekke devrinde açıktan bir vuruşmaya kapı açmadan kâfirlere -her şeye rağmen- bir süre mühlet verip ilâhî sün­netin ve onun gereği olan hükmünün tecellisini beklemek gerekiyordu. 15-17. âyetlerle bu metod ve stratejinin uygulanması emredilmektedir. Böy­lece mü'minferin bir süre daha sabretmeleri istenmekte, gelecek günler­de çok şeylerin değişeceğine işaretle daha temkinli davranmalarına do­laylı şekilde değinilmektedir.

Zaten son âyetin son cümlesinde geçen «rüveydâ» kelimesi, «rûd»un küçültülmüşü (tasğîri)dir. Bu, az bir mühlete delâlet etmekte ve ilâhî hük­mün çok yakında ineceğine işarette bulunmaktadır.

Bu yorum ve mâna çerçevesinde hicretin çok yakında gerçekleşece­ği kendiliğinden anlaşılıyor ve mü'minlerin hazırlıklı olmaları isteniyor. Ni­tekim öyle oldu; çok geçmeden birbirini izleyen ve aynı zamanda tamam­layan olaylar meydana geldi ve hicret olayı gerçekleşti.

Târik Sûresi'ne, her insan üzerinde koruyucu ve yazıp muhafaza edi­ci meleğin bulunduğu belirtilerek göğe ve gökteki -bize nisbetle- parlak olan yıldıza yemin edilerek başlandı; Kur'ân'ın son dereoe ciddi kitap ol­duğuna değinilerek müşriklerin çevirmekte oldukları hile ve tuzaklara dik­katler çekildi ve bir süre fiili duruma geçilmemesi, zaferin çok yakın olduğu haber verildi ve sabır tavsiye edilerek sûre noktalandı.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbRabbi'l-âlemîne hamd-u senalar; O'nun dinini insanlara teblîğ edip irşat hizmetini en iyi şekilde yürüten Resûlüllah {A.S.) Efendimiz'e ve Onun Âl ve Ashabına salât-u selâmlar olsun.[22]

 



[1] Tefsîr-i Kurtubi : 20/1-Lübabu't-te'vîl : 4/368

[2] Nizamuddin Nisaburi, Garaibu’l-Kur’an: 20/64.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6701.

[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6701.

[4] Taberânî: Ebû Ümâme  (R.A.)den. (Hadîs zayıftır).

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6702.

[5] Nisa Sûresi: 1

[6] Ahzab Suresi: 52.

[7] Sebe’ Suresi: 34/21.

[8] Hûd Sûresi: 57

[9] Kaf Sûresi: 16

[10] En'âm Sûresi: 61

[11] înfitar Sûresi: 10, 11

[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6703-6704.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6704-6705.

[14] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6705.

[15] Bilgi için bak: Tefsir-i Kurtubi: 20/5-7.

[16] Sağlık Ansiklopedisi, Arkın Kitabevi, İstanbul, 1975, Meni Maddesi.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6706-6708.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6708-6709.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6709.

[20] Bilgi için bak: el-Câmi'u Li-Ahkâmi'I-Kur'ân: 20/10

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6710-6711.

[21] Daremi, Fezaili-i Kur’an: 1.

[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6712-6713.