Her İnsanı Gözetleyen Meleklerin Bulunduğuna Dair Yemin Ve Dirilmenin Mümkün Olduğunu İspat |
Kur'an'ın Ve Peygamberliğin Doğruluğuna Yemin Ve Onlara Karşı Hile Kuranları Tehdit |
Târik suresi, surenin başında Allah Tealâ'nm "Ve's-semai ve't-Tarik" şeklindeki yemininden dolayı bu isimle isimlendirilmiştir. "Târik" gece çıkan delici yıldızdır. Gündüz gizlenip gece çıktığı için "Târik" denmiştir. Gece gelen her şeye de Târik denir. [1]
Sure önceki sure ile iki açıdan bağlantılıdır:
1- Surelerin her ikisi de İnşikak ve İnfitar sureleri gibi, göğe yeminle başlamaktadır.
2- Kıyameti, yeniden dirilmeyi, Kuran'ı yalanlayan müşriklere cevap verme konularında benzeşmektedirler. Büruc suresinde "Çünkü O, ilkin va-redenin de, döndürecek olanın da ta kendisidir." (12. ayet) buyurulmuştu. Bu surede ise: "Şüphe yok ki, onu döndürmeye elbette kadirdir." (8. ayet) bu-yuruldu. Önceki surede: "Daha doğrusu o çok şerefli bir Ku/an'dır, ki mahfuz bir levhadadır." (21,22. ayetler) buyurulurken bu surede: "Hakikaten o hak ile (batılı ayırt eden) kafi bir kelâmdır." (12. ayet) buyurulmuştur. [2]
Mekke'de inen bu surenin konusu da Mekke'de inen diğer surelerde olduğu gibi, diriliş, dönüş, hesap, ceza ve insanın yoktan yaratılması etrafında yoğunlaşmaktadır. Çünkü insanı yaratmaya kadir olan ölümden sonra diriltmeye de kadirdir.
Sure, göğe ve gece parlayan yıldızlara, her insanın üzerinde koruyucu meleklerin bulunduğuna yemin ile başlıyor. "Andolsun o göğe ve Tarık'a." (1, 4. ayetler).
Sonra Allah Tealâ dirilmenin mümkün olduğuna, ölüm ve yokluktan sonra diriltmeye ilişkin kudretine, insanı ilk defa topraktan sonra da bir nutfeden yaratması ile delil getiriyor: "Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı"? Baksın." (5, 8. ayetler).
Sure, ahirette sırların tam bir şekilde açılmasını ortaya koyarak devam ediyor: İnsanın hiçbir gücü ve yardımcısı olmadan ilâhi adaletin önünde bulunması: "O günde ki sırlar yoklanıp meydana çıkarılacaktır." (9, 10. ayetler).
Sure göğe, yere, Kur'an'ın doğruluğu ve hak ile batıl arasında kesin hükmü koyduğuna, onu yalanlayan kâfirlere yönelik tehdit ve uyanlara yeminle bitiyor: "Andolsun o dönüş sahibi olan göğe." (11, 17. ayetler). [3]
İmam Ahmed'in Halid b. Ebi Habl el-Advani'den rivayet ettiğine göre, kendilerinden yardım istemek için geldiğinde Rasulullah (s.a.)'ı Sakifin doğusunda, yaya veya bastona dayanıyor olarak görmüş. Diyor ki: Onu, Târik suresini sonuna kadar okurken dinledim. Cahiliyede iken bir müşrik olarak onu kavradım. Müslüman olunca da okudum. Sakif, beni çağırdı ve bu adamdan ne duydun diye sordular? Onlara duyduğumu okudum. Onların yanındaki Kureyş'ler: Biz adamımızı daha iyi biliriz, dediğinin hak olduğunu bilseydik ona tabi olurduk, dediler.
Nesai, Cabir b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivayet etti: Muaz akşam namazını kıldırırken Bakara ve Nisa surelerini okudu. Peygamber (s.a.): "Sen fitneye düşürücü müsün Muaz! Târik ve Şems surelerini okuman sana yetmiyor mu idi?" buyurdu. [4]
1- And olsun o göğe ve Tarık'a.
2- Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?
3- Delen yıldızdır.
4- Hiçbir can yoktur ki üzerinde bir gözcü olmasın.
5- Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı? Baksın.
6- O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır,
7- ki (erkeğin) arka kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkıyor o.
8- Şüphe yok ki onu döndürmeye elbette kadirdir.
9- O günde ki sırlar yoklanıp meydana çıkarılacaktır.
10- Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı vardır.
"Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" Soru, dikkat çekmek içindir.
"Ki (erkeğin) arka kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkıyor o." Kinaye vardır. Arka kemiği ile erkeği, göğüs kemiği ile de kadını kinaye etmiştir. [5]
"Gök" yukarıda olup, gölgeleyen her şeydir. "Târik" gece çıkan yıldızdır. Örfen bu kelimenin aslı, gece gelen şey anlamındadır. Gece çıktıkları için yıldızlar içinde kullanıldı. "Sana hangi şey bildirdi?" Ne öğretti demektir. Bu ifadede Tarık'ın vurgulanması vardır. "Delen yıldızdır" Işık verendir. Adeta ışığı ile karanlığı delmektedir. Bununla anlatılmak istenen ise, bütün yıldızlar veya Süreyya'dır. "Hiçbir can yoktur ki üzerinde bir gözcü olmasın" üzerinde gözeticinin olmadığı hiçbir nefis yoktur. Ayette geçen "hafız" gözeticidir. O da Allah veya hayır, şer amelini gözeten meleklerdir.
"Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı? Baksın." İbret, öğüt ve düşünce gözüyle baksın. Hangi şeyden yaratıldı? Çünkü gözeticinin bulunması, dirilişe dönüş olayının doğruluğunu bilmesi için ilk olana bakmasını gerektiriyor. Gözeticisine sonucundan hoşnut olacağı şeyi yazdırtmalıdır. "O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır" Kastedilen, bir sonraki ayette geçen "arka kemik" ve "göğüs kemiği" ifadesinden anlaşıldığına göre, rahimde karışan iki sudur. Cümle, "hangi şeyden yaratıldı" sorusunun cevabıdır. Ayette geçen "sulb" kelimesi erkeğin göğsündeki omuriliktir. "Teraib" kadının göğüs kemiğidir.
"Şüphe yok ki onu döndürmeye elbette kadirdir" Allah Tealâ ölümünden sonra insanı diriltmeye elbette kadirdir. İnsan aslını düşündüğünde, onu ilk defa yaratmaya kadir olanın, diriltmeye de kadir olduğunu anlar. "O günde ki sırlar yoklanıp meydana çıkarılacaktır" İfade edilmek istenen, sırların açıklanacağı, gizli şeylerin açığa çıkacağıdır. Gizli kalan işlerin iyileri kötüleri belirlenir. "Sırlar" kalplerin gizli işleri, inançlardan, niyetlerden saklananlar, örtülen amellerdir. "Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı vardır." Kâfir ve dirilişi inkâr eden insanın, onu kötü durumdan kurtarıp yardım edecek bir yardımcısı yoktur. [6]
İbni Ebi Hatim, İkrime'den "Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı? Baksın." ayeti (5. ayet) hakkında şu rivayeti yapmıştır: Bu ayet Ebü'1-Eşed b. Kelede el-Cümehi hakkında inmiştir. Bir deri üzerinde durur ve "Ey Ku-reyş! Beni bunun üzerinden indirene şöyle şöyle var." diyerek devam ederdi: "Muhammed (s.a.) cehennem görevlilerinin on dokuz olduğunu söylüyor. Ben tek başıma onunu hallederim, dokuzunu da siz halledin." [7]
"Andolsun o göğe ve Tarık'a. Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? Delen yıldızdır." Harika göğe, gece ortaya çıkan ışıklı yıldıza yemin olsun. Onun hakikatini sana bildiren nedir? Işığı güçlü parlak bir yıldızdır o. Güçlü ışığı ile, adeta gecenin karanlığını yarmaktadır.
Allah Tealâ'nın kitabında çokça yemin ettiği gök, yıldızlar, güneş, ay, gece ve gündüze yemin edilmesi şekil ve seyir, doğma batma olarak enteresan durumları olduğu ve onların, işlerini tanzim eden müdebbir bir yaratıcıları bulunduğunu gösterdiği içindir. "Tarık'ın ne olduğunu sana hangi şey bildirdi?" sözü ile, büyüklük ve vurgulama kastedilmektedir. Adeta, beşerin bu gökte uzak ufuktaki bir yıldızı idraki ve hakikatini bilmelerinin mümkün olmadığını işaret eder. Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Kur"an'da geçen bütün "hangi şey bildirdi?" ifadelerindeki hususları Allah, Rasulü'ne bildirmiştir. "Ne biliyorsun?" şeklindeki ifadelerde ise bildirmemiştir: "Ne biliyorsun, belki de o saat yakındır." (Şûra, 42/17).
Târik cins bir isimdir. Târik denmesi gece ortaya çıkıp gündüz gizlendiği içindir.
"Delen yıldızdır." sözü ile de açıklamıştır. Yani o, konumu önemli, gelen, değeri yüksektir. Gecenin karanlığını aydınlatan, kara ve denizlerin karanlığında kendisiyle yol bulunan, yaşamla ilgili olarak yağmur gibi şeylerin vaktinin bilinmesine yardım edendir. Cumhura göre bu, Süreyya'dır. Hasan, Katade ve diğerleri ise: Diğer yıldızlar için umumidir, zira gece doğmaktadır, sana gece gelen her şey târiktir, dediler. Zahir olan da, kendisiyle kara ve denizde yol bulunan yıldız cinsinin kastedilmiş olduğudur.
Sahih hadiste rivayet edilen de bunu doğrulamaktadır: Peygamber (s.a.) kişinin ailesine turûku (târik kelimesi ile aynı kökten kullanılıyor) yani, gece ansızın gelmesini nehyetti. Başka dua ihtiva eden bir hadiste de: "Ey Rahman! Hayırla gelen târik hariç, gece ve gündüzün tavarıkın-dan=ansızmgelivereninden sana sığınırım." buyurulmaktadır.
Ardından Allah Tealâ hakkında kasem edilen şeyi ya da cevabı zikrediyor:
"Hiçbir can yoktur ki üzerinde bir gözcü olmasın" Göğe ve delen yıldıza yeminle, hiçbir insan yoktur ki, onu afetlerden koruyan Allah'tan bir gözeticisi bulunmasın. Onlar da, amel, söz ve hareketlerini gözetip yaptığı hayır ve şerri yazan hafaza melekleridir. Allah Tealâ buyurdu ki: "Onun önünde, arkasında kendisini Allah'ın emriyle gözetleyecek takipçiler vardır." (Ra'd, 13/11). Gerçekte gözetleyen Allah'tır. Meleklerin gözetlemesi de O'nun emri ile olduğu için O'nun gözetlemesi sayılmıştır.
Ayet, gözetleyenin kim olduğunu açıklamamıştır. Bazı müfessirler gö-zetleyenin Allah olduğunu söylemişlerdir. Diğerleri de onlar meleklerdir, dediler. Ayetlerde buyuruldu ki: "Size gözetleyiciler gönderir." (En'am ,6/61), "Halbuki sizin üzerinizde hakiki bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır." (İnfitar, 82/10-11), "Hatırla ki, hem sağında hem solunda oturan, onun amellerini tespit etmekte olan iki de (melek) vardır. O, bir söz atmaya dursun, mutlak yanında hazır bir gözcü vardır." (Kâf, 50/17-18), "O'nun takipçileri vardır." (Ra'd, 13/11). Ebu Ümame dedi ki: Mümine yüz altmış melek görevlendirildi. Ondan takat edilemeyecek şeyleri savarlar. Göz de bundandır; yedi melek ondan sineğin bal tasından savıldığı gibi savar. Kul bir göz açıp kapama miktarı kendine bırakılsa şeytanlar onu kaparlar.
Sonra da, dönüşün mümkün olduğuna delil olsun diye, yaratmanın başlangıcına dikkat çekerek buyurdu ki:
"Şimdi insan hangi şeyden yaratıldı? Baksın. O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır, ki (erkeğin) arka kemiği ile (kadının) göğüs kemikleri arasından çıkıyor o." İnsan nasıl yaratıldığını düşünmelidir ki, o yaratılışından daha basit olan dirilmeye Allah'ın kudretini bilebilsin. O, rahime akıp, dökülmüş bir sudan, erkeğin ve kadının suyunun karışımından yaratıldı. O, erkeğin beyinden gelen omuriliğindeki ve kadının göğüs kemikle-rindeki, yani göğüs kemikleri veya göğsünde gerdanlık taktığı yerdendir. Çocuk iki sudan müteşekkildir. O karışık su rahimde birleşerek yerleşir ve Allah'ın iradesi ile cenin oluşur: "Sizi dileyeceğimiz muayyen bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz." (Hac, 22/5).
Gerçekte suyun oluşmasına bütün bedenin bölümleri katılmaktadır. Oluşum esnasında haya ve yumurtalığa akar. İkisi de böbreğin etrafında ve iki kemiğin ortasında kalmaktadır. Yani, yaklaşık olarak belkemiğinin ortaları ve kaburga kemiğinin alt karşısı arasındadır.
Tekrar diriltmeden bahsetmeye ilk defa yaratılış ile başladı ve daha sonra şöyle buyurdu: "Şüphe yok ki onu döndürmeye elbette kadirdir. O günde ki sırlar yoklanıp meydana çıkarılacaktır" Allah Tealâ insanı ölümünden sonra diriltmeye de kadirdir. Başlangıca kadir olan tekrar yaratmaya da kadirdir. Allah Tealâ bu delili Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde zikretmiştir. Denildi ki: Allah Tealâ, bu suyu çıktığı yere geri çevirmeye kadirdir. Bu "O günde ki sırlar yoklanıp meydana çıkarılacaktır" sözüyle ilgili olarak tercih edilen birinci görüştür.
İnsanın ilk defa oluşması, ana babasının bedenlerinde dağınık olan parçaların birleşmesiyle gerçekleşmişti. Bunu yapan o dağınık parçaları, bir tam insan yaratacak şekilde toplamaya muktedir olmuş ise, O, ölümünden ve parçalarının dağılmasından sonra da o parçaları toplamaya ve ondan tam bir mahluk yapmaya muhakkak muktedirdir.[8]
"Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı vardır." İnsanın dirilme esnasında kendisinde Allah'ın azabını engelleyecek bir kuvvet yoktur. Başına gelene karşı yardım edebilecek bir yardımcı da yoktur. Ne kendisinde ne de başkasından gelecek ve onu Allah'ın azabından kurtaracak bir kuvveti vardır. [9]
Ayet-i kerimeler şu
hususlara delâlet etmektedir:
1- Allah Tealâ her insanın gözetleyicileri bulunduğuna, onun rızkını, amel ve ecelini gözetledikleri hususunda göğe ve ışıklı parlak yıldızlara yemin etmiştir.
Allah Tealâ kitabında göklere çokça yemin etmiştir; çünkü onların doğuşu, batışı ve seyirleri ile ilgili durumları hayranlık vericidir.
2- Dirilişin ve dönüşün belgesi, insanın ilk yaratılışıdır. Bununla öncesi arasındaki bağlantı ya da ilgi ise şudur: Allah Tealâ her insanın bir gözeticisi olduğunu zikrettikten sonra insana ilk durumuna bakmasını söyledi ki, onu ortaya çıkaranın tekrar yaratmasına ve cezasına da kadir olduğunu bilsin. İade ve ceza günü için çalışsın, gözeticisine sonunda hoşlanacağı şeyleri yazdırtsm.
3- Allah, insanı akıp dökülen bir sudan yarattı. Kadının rahminde yerleşen erkek ve kadının birleşmiş menisidir bu. Şüphesiz akıtma kişinin eylemidir. Gerçek fail ise Allah Tealâ'dır.
Meninin oluşumu ortak bir ameliyedir; insanın bütün parçaları ona katılmaktadır. Allah Tealâ bütünü, genelde kişinin hissedebileceği çoğunlukla ifade etmiştir.
4- İnsanı ilk defa vareden, hakiki yaratıcısı olan Allah Tealâ'dır. O halde Allah Tealâ onun ölümden sonra kıyamet günü, sırların açılıp ortaya çıkacağı, sırrın aleni, gizlinin meşhur olacağı gün tekrar diriltip iadesine de kadirdir. Sırlar: Kalpte gizlenen inançlar ve niyetler, saklanan iyi veya kötü amellerdir. Bu "sırların yoklanması"nın manası açıp ortaya çıkarma, fiillerin doğru yönünü tercih, beğenilmeyenini ayırmadır.
5- Allah Tealâ o gün insan için ne kendisinden kaynaklanan bir kuvvetin ne de bir dış kuvvetin bulunmasını "Artık onun için ne bir kudret, ne de bir yardımcı yoktur." sözü ile nefyetmiştir. Ayet, o gün kulun ne kendisinden ne de başkasından gelen bir gücü olmadığına delildir. Şüphesiz, kuvvetin nefyi, kınama ve uyarıdır. Dünyada yardımcılar ve destekleyicilere dayanan güç ve nüfuz sahiplerine herkesten önce yönelmektedir bu söz. Orada kıyamet günü her şeylerini kaybedecekler. [10]
11, 12, 13- Andolsun o dönüş sahibi olan göğe, o yarılan yere ki, hakika- ten o hak ile (batılı ayırt eden) kat'i bir kelâmdır.
14" O boş bir lakırdı değildir.
15- Hakikat onlar alabildiklerine
hileler düzerler.
16- Ben de onların hilelerini (ceza ile) karşılarım.
17- Sen şimdilik o kâfirlere mühlet ver, onları biraz geciktiriver.
"Sema" ile "arz" arasında ve "kesin söz" ile "boş lakırdı" arasında tezat vardır.
"Andolsun o dönüş sahibi olan göğe" ve "yarılan yere ki" ayetlerinin son kelimeleri arasında seci adını verdiğimiz ses uyumu vardır. Bu üslubun güzelliğini artırmaktadır, "...katli bir kelâmdır." ve "O, bir şaka değildir." ayetleri arasında da aynı şey vardır.
"Sen şimdilik o kâfirlere mühlet ver" ayetinde, tehditte mübalağa için fiilin tekrarı ile söz uzun uzatılmıştır. [11]
"Dönüş sahibı'nden murat yağmurdur. Çünkü gökten yere dönmektedir. "Yarılan yer" toprağın bitki, pınarlar vb. ile çatlamasıdır. "Hakikaten o" Kur'an, hak ile batıl ve helâl ile haram arasını ayırt eden "kat'i bir kelâmdır." O, boş bir lakırdı değildir." Oyun ve batıl değildir.
"Hakikat onlar" Mekkeli kâfirler ve emsalleri, İslâm'ın nurunu söndürmek ve Peygamber (s.a.)'in gayretini iptal etmek için çalışmalar yapıp, planlar kurarak "alabildiklerine hileler düzerler." "Ben de onların hilelerini karşılarım." Onlarınkinden üstünü ile karşılık veririm. Hissedip anlamıya-cakları şekilde intikam için onları tuzağa çekerim. Allah'a isnad edildiği zaman hile ile maksat, kelimenin hakiki manasında değildir. Çünkü Allah'ın ona ihtiyacı yoktur. Murat, işlenen suça, şekil ve benzeriyle karşılık vermedir. "Mühlet ver" Ey Muhammedi Onları beklet veya mühlet ver. Onlardan intikam almakla meşgul olma veya onların helak edilmeleri için acele etme. "Onları biraz geciktiriver." biraz veya kısa bir zaman. Fiilin si-gasınm değiştirilerek tekrar edilmesi tehditte mübalağa içindir. Allah Te-alâ onları Bedir, Mekke'nin fethi ile yakaladı ve Arap yarımadası putperestlik pisliğinden temizlendi. [12]
Bir olan Allah'ın varlığı, ilk defa insanı yaratmadaki kudreti ve yeniden diriliş dile getirildikten sonra Allah Tealâ, Kur'an'ın kesin doğru bir kelâm olarak Allah katından indirildiğine, Kur"an vahyi kendisine gelen yüce Peygamber'inin (s.a.) doğruluğuna bir defa daha yemin etmiştir. Kur"an'a iftira edip Rasulullah (s.a.)'a hileler kuranları tehdit etmiştir. Bu peygambere ve her hak davetçisine de düşmanlara karşı zafer ve galibiyet vaadetmiştir. [13]
"Andolsun o dönüş sahibi olan göğe, o yarılan yere ki, hakikaten o hak ile (batılı ayırt eden) kat'i bir kelâmdır. O, boş bir lakırdı değildir." Gelip dönen ve gökte tekrarlanan yağmurun bulunduğu göğe bir kere daha yemin olsun: Ölümünden sonra toprağı canlandırıyor, bitkiler bitiriyor. Yarılan yer, bitkiler, meyvalar, ağaç, maden ve hazineler, petrol, su vb. servetler ile yarılan yer; "Sonra toprağı iyiden iyiye yardık." (Abese, 80/26) Göğe ve yere yemin olsun ki, Kur"an şüphe olmayan bir hak sözdür. Hak ile batılı ayırt eder. Oyun ve eğlence için inmedi. O ciddidir, haktır. Şiir, sihir ve kehanet de değildir. Hakîm ve Hamîd'in indirmesidir. "Kat'i bir kelâmdır" sözü, yeminin cevabıdır. Yağmurun, sesin yankısı gibi dönüşle adlandırılması, tekrar gelmesinden dolayıdır. Yerdeki buharlaşmadan oluşup tekrar yere dönmektedir.
Tirmizi ve Darimi, Ali (k.v.)'den şöyle rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Muhakkak fitneler olacaktır. Ya Rasu-lallah! Onlardan kurtuluş nedir, dedim? Buyurdu ki: "Allah Tealâ'nın kitabı. Onda sizden öncekilerin ve sizden sonrakilerin haberi vardır. Aranızda hakemdir. Kesindir, şaka değildir. Kim onu zulüm için terkederse Allah onu helak eder. Kim ondan başkasında hidayet ararsa Allah onu saptırır. O Allah'ın sağlam ipi, açık nurudur. O zikr-i hakimdir, sırat-ı müstakimdir. O kendisi ile arzuların sapmadığı, dillerin karışmadığı, görüşlerin bulanma-dığı, alimlerin kendisine doymadığı, muttakilerin bıkmadığı, çokça tekrarlanmasına rağmen eskimeyen, ilginçleri bitmeyendir. O cinlerin dinlediklerinde " Biz ilginç bir Kur'an dinledik; rüşde hidayet ediyordu." (Cin,72/l-2) dedikleridir. Onun ilmini bilen öne geçer, onunla söyleyen doğru söyler, onunla hükmeden âdil olur, onunla amel eden ecir alır. Ona devet eden sı-rat-ı müstakime hidayet edilir."
Sonra Allah Tealâ Kur'an'ı yalanlayıp, müminlere hileler düzenleyenleri tehditle buyurdu ki:
"Hakikat, onlar alabildiklerine hileler düzerler. Ben de onların hilelerini (ceza ile) karşılarım" Mekke'nin liderleri kâfirler ve emsalleri, getirdiği hak dini iptal etmek ve Allah'ın yolundan ve Kur"an'dan alıkoymak için, Kur"an eskilerin masallarıdır veya Muhammed (s.a.) sihirbazdır, mecnundur, şairdir gibi sözleri ile Peygamber (s.a.)'e hileler kuruyorlar, öldürülmesi için tuzak hazıryorlardı: "Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları, veya seni öldürmeleri, yahut seni çıkarmaları için sana tuzak kuruyordu." (Enfal, 8/30).
Ama ben onlar için başka bir tedbir alıyorum. Bilmedikleri şekilde onları çekiyorum ve hilelerine karşı onları cezalandıracağım. Hilenin cezasını, şiddetli azabı gerektirecek günahın artmasına götüren bir istidrac ve mühlet verme hile olarak adlandırılmıştır.
Ardından Rasulü'ne, onlara karşı zafer vaadetti ve sabrı emretti:
"Sen şimdilik o kâfirlere mühlet ver, onları biraz geciktiriver" Onları geciktir ve beklet. Helakleri için dua etme. Acele etme ve Allah'ın onlar hakkında senin için planladığına razı ol.
Sonra bu manayı mübalağa için tekrar ederek buyurdu ki: Onları az veya yakın bir mühlet için bırak. Başlarına gelecek azabı ve intikamı, ceza ve helaki göreceksin: "Biz onları biraz geciktirip sonra kendilerini ağır bir azaba mecbur edeceğiz." (Lokman, 31/24)
Bu, Bedir günü tahakkuk etmiş olan ağır bir tehdittir. Kıyamet günündeki azabı da onu izleyecektir. Onların yolunu takibe karşı bir uyarı ve onların yolu dışında bir yola da teşviktir. [14]
Ayetler şu hususlara temas etmiştir:
1- Allah Tealâ faydalı yağmurlarla dolu göğe (buluta), bitkiler, ağaç, meyvalar ve nehirlerle yarılıp çatlamış olan yere; Kur"an'ın hak ile batılı ayırt ettiğine, kesinlikle hak bir söz olduğuna, Allah Tealâ katından indirilmiş olduğuna ve Muhammed'in (s.a.) peygamber olduğuna dair yemin etmiştir.
2- Allah, düşmanlarının Muhammed (s.a.)'e ve ashabına hileler kurup tuzaklar planladıklarını haber veriyor: Öldürme veya Muhammed (s.a.)'in sihirbaz, şair veya mecnun olduğu gibi ya da Kur'an'ın eskilerin masalları olduğu gibi ithamlarda bulunduklarım bildiriyor.
3- Allah Tealâ o düşmanları hilelerine karşılık ya dünyada, isyan ve kötülüklere bilemiyecekleri şekilde çekerek, ya da ahirette onlara, acıklı ve alçaltıcı bir azap hazırlayarak cezalandıracaktır. Allah Tealâ dünyada da Muhammed (s.a.)'den kâfirlerin hilelerini uzaklaştıracak, ona yardım edip dinini yüceltecektir.
Hile, Allah Tealâ için kullanıldığında burada geçen ceza gibidir. Karşılığın, öncekinin ismi ile anılmasıdır. Ayette: "Kötülüğün karşılığı onun gibi bir kötülüktür." (Şûra, 42/40), "Allah'ı unuttular, Allah'ta onlara nefislerini unutturdu." (Haşr, 59/19), "Allah'a oyun ediyorlar, O da onlara oyun ediyor." (Nisa,4/142) buyurulmuştur.
4- İlâhi hikmet, İslâm düşmanlarına karşı teenni ve nezakete hükmetmiştir. Allah Peygamberine, onlara beddua etmemesini, helakleri için acele etmemesini, onlar hakkında Allah'ın planına razı olmasını, azap onlara gelinceye kadar sabretmesini, çünkü onların pek yakın bir gelecekte mağlup ve perişan olacaklarını, sonuç olarak zaferin Peygamber (s.a.) ve ashabının olacağını, onları kıyamet azabının beklediğini, gelecek olan her şeyin yakın olduğunu bildiriyor. [15]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/451.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/451.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/451-452.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/452.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/453.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/453-454.
[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/454.
[8] Razi, XXXI/130.
[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/454-456.
[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/456-457.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/458.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/458-459.
[13] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/459.
[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/459-460.
[15] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/460-461.