Allah Teala'nın Tenzih Edilmesi, Kudreti Ve Peygamberine Kur'an'ı Ezberletmesi |
Bu sure "Sebbihisme rabbike'1-a'lâ" sözü ile başladığı için "A'lâ" suresi olarak adlandırılmıştır. Bu cümlenin manası şudur: Allah azze ve celle'yi her eksiklikten tenzih et ve O'nu bütün ululama ve tazim sıfatları ile vas-fet. Çünkü O, varlıktaki herşeyden daha yüce ve üstündür. "Sebbih" suresi olarak da anılır. [1]
Bu surenin önceki sure ile bağlantısı şu şekildedir: Tank suresi "O, atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır." (6. ayet) ayeti ile insanın yaratılışını ve "Andolsun o dönüş sahibi olan göğe, o yarılan yere." (11, 12. ayetler) ayeti ile de bitkilerin yaratılışının başlangıcını zikretmişti.
Bu sure ise, insan ve diğer mahlukâtın yaratılmasından daha geniş ve daha kapsamlı şekilde bahsetmiştir: "Yaratıp düzenine koydu." (2. ayet) ve bitkilerin yaratılmasıyla da ilgili olarak: "Yeşil otu çıkaran, sonra da onu kapkara, kupkuru bir hale getirendir." (4, 5. ayetler) [2]
Mekke'de inen bu surenin konusu, Allah'ın bir ve tek olduğu, O'nun kudreti, Kur"an ve hıfzının kolaylığı, insan nefsinin arınması ile üstün ahlâktır. Allah Tealâ'yı zatı, sıfatları, isimleri, fiilleri ve hükümlerinde O'na lâyık olmayan herşeyden tenzih etmeyi ve mahlukâtı yaratması ve yaratı-şındaki üstünlük ve uyum, ot ve bitkileri çıkarmasından ötürü O'nu tazim ve temcid sıfatları ile anmayı emrederek başlıyor: "Rabbinin o yüce adını teşbih et." (1, 5. ayetler).
Sonra, Kur'an'ın hıfzının kolaylığı ve Peygamber (s.a.)'in kalbine, insanlara nakletmesi için, ebedî olarak unutmayacağı şekilde yerleştirilmesinden söz etti: "Seni okutacağız da unutmayacaksın." (6, 7. ayetler).
Ardından da Peygamber (s.a.)'e, nefislerin ıslahı ve şahsiyetlerin arındırılması için Kur'an'ı hatırlatmasını emretti: "O halde eğer öğüt fayda verirse durma öğüt ver." (9, 13. ayetler).
Sure, nefsini küfür, şirk ve masiyetten temizleyen ve her zaman Allah'ın celâl ve azametini düşünen, dünyayı ahirete tercih etmeyen, bu iti-kadi ve ahlâki esasların bütün ilâhi dinlerin esası olduğunu bilenin kurtuluşa ereceğini beyan ederek bitiyor: "Hakikat iyi temizlenen..." (14, 19. ayetler). [3]
Buhari ve Müslim'de Rasulullah (s.a.)'m Muaz'a şöyle buyurduğu sabittir: "(Namazı) A'lâ, Şems ve Leyi sureleri ile kıldırsaydm ya!"
Ahmed, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve diğer sünen sahiplerinin Nu-man b. Beşir"den yaptıkları rivayete göre Rasulullah (s.a.) iki bayramda ve cuma günlerinde A'lâ ve Gaşiye surelerini okuyordu.
İmam Ahmed Müsned'inde Übey b. Ka'b, Abdullah b. Abbas, Abdur-rahman b. Ebzi ve müminlerin annesi Aişe'den yaptığı rivayette Rasulullah (s.a.)'m vitirde A'lâ, Kâfirûn ve İhlâs surelerini okuduğu söylemişlerdir. Aişe Muavvizeteyn'i de (Felak, Nas surelerini) ilâve etmiştir.
Ahmed, Ali (r.a.)'den şöyle rivayet etti: "Rasulullah (s.a.) bu sureyi seviyordu: "Sebbihisme rabbike'1-A'lâ"[4]
1- Rabbinin o yüce adını teşbih et.
2- Ki O, yaratıp
düzene koyandır.
3- Takdir eden, yol gösterendir.
4, 5- Yeşil otu çıkaran, sonra da onu kapkara, kupkuru bir hale getirendi» »
6- Seni okutacağız da unutmayaçaksın.
7- AUah'm dilediği başka. Çünkü O, aşikârı da bilir gizliyi de.
8- Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz.
"Ki O, yaratıp düzene koyandır." cümlesinde ve "Takdir eden, yol gösterendir." cümlesinde umum ifade etmesi için neyi sorusunun cevabını veren meful hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Herşeyi yaratıp düzene koydu ve O, her şeyi takdir edip yol gösterendir.
"Yeşil otu çıkaran", "kupkuru bir hale getirendir." ve "Seni okutacağız da unutmayacaksın." ayetlerinde seci vardır.
"Aşikâr" ve "gizli" kelimeleri arasında tezat vardır. [5]
"Rabbinin o yüce adını teşbih et" Rabbin Allah'ın adını, zatı, sıfatları, isimleri, filleri ve hükümlerinde bütün eksikliklerden tenzih et. O'nu daima, tazim üzere an. O, her şeyden en üstün, en yücedir
"Ki O," kâinatı "yaratıp" varederek yarattığını da parçaları uyumlu, problemsiz ve tam bir nizam içinde "düzene koyandır."
"Takdir eden, yol gösterendir." Eşyayı, özel değerlerde yaptı. Her canlı için bir değer koydu. Eşyanın cinslerini, çeşitlerini, mahiyetlerini, miktarlarını, sıfatlarını, fiillerini ve ecellerini onların kalma sürelerinin gereğine göre takdir etti. Ona, kendisi için yaratılandan yararlanmayı öğretti. Meyiller, ilhamlar, delil getirmek ve ayetler indirmek suretiyle hayır ve şerrin yolunu gösterdi.
"Yeşil ot" yerin çıkardığı ot, bitki, meyva ve ekin çeşitlerini kapsar.
"Seni" Cebrail (a.s.)'in dilinden Kur'an "okutacağız da unutmayacaksın." Seni okuyucu yapıp okumayı ilham edeceğiz. Ümmi olduğun halde, peygamberliğinin doğruluğuna bir alâmet olması için okuduğunu unutmayıp ezberleyeceksin.
"Allah'ın" tilâvetini veya hükmünü neshederek unutmanı "dilediği başka. Çünkü O, aşikarı da bilir gizliyi de" söz olsun fiil olsun açık ve gizli halleri bilir. Cebrail ile beraberken unutma endişesi ile açık okumak da bundandır. "Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz" kolaya ve hayat kolaylığına götürecek, hayır amellerinde seni muvaffak kılacağız. Seni vahyin korunmasında kolay yola hazırlayacağız. Veya dini yaşamaya muvaffak edeceğiz. [6]
Mücahid ve Kelbi dediler ki: Peygamber (s.a.) Cebrail (a.s.) kendisine vahiy getirdiğinde, o ayetin sonunu getirmeden Peygamber (s.a.) unutma endişesi ile başını okuyordu. Bunun üzerine: "Seni okutacağız da unutmayacaksın. " ayeti (6. ayet) indi. Yani, okuduğunu unutmayacaksın, endişe etme! Ebu Salih'in İbni Abbas'tan rivayetinde: Bu ayetin nüzulünden sonra, ölünceye kadar (hiçbir şeyi) unutmadı, demiştir. [7]
"Rabbinin o yüce adını teşbih et." "Yüce Rabbimi tenzih ve takdis ederim" sözü ile Allah'ı ona lâyık olmayan herşeyden tenzih et. Kurtubi: "Evlâ olan ismin müsemma olmasıdır. (Adını teşbih et ifadesinin anlamı: Rabbini teşbih et şeklinde anlaşılmalıdır.)" dedi.[8] Ebu Hayyan da şöyle dedi: "Zahir olan, tenzihin isim üzerinde vaki olduğudur. Yani, O'nu bir putun veya heykelin rab ve ilâh diye adlandırılmasından tenzih et. Eğer sözün bile başkasına kullanılmasından tenzihi oluyorsa, kendisi daha önceliklidir. Zatın tenzihi daha önemlidir." Denildi ki: "Burada isim müsemma manasınadır. Maksat Allah Tealâ'nm tenzih edilmesini emretmektir."[9] "el-A'lâ"nın anlamı Allah'ın kendine atfedilen her türlü eksiklikten, herşeyden yüce, en yüce, en üstün, en büyük olduğu gerçeğidir.
İmam Ahmed, Ebu Davud ve İbni Mace, Ukbe b. Amir el-Cüheni'den rivayet etti: Vakıa suresinin 96. ayeti "Haydi Rabbini o büyük adıyla teşbih et." ayeti inince Rasulullah (s.a.) bize "Bunu rükuunuza koyun." buyurdu. A'lâ süresindeki "Rabbinin o yüce adını teşbih et." ayeti inince de: "Bunu secdenize koyun." buyurdu."
Sonra da, bilmeyi isteyen için Rabbin ve O'nun kudretinin delili olacak, O yüce ismin sıfatlarını vasfetti:
1- "Ki O, yaratıp düzene koyandır." İnsanın da bulunduğu bütün kâinatı yaratandır. Her mahluku da en güzel şekilde düzene koydu; bölümlerini uyumlu yaptı. Hakîm, tedbiri olan ve alim bir ilâhın sanatına gösterge olması için onu, düzenli, yerli yerince ve muhkem yaptı.
2- "Takdir eden, yol gösterendir." Her mahluka onun için uygun olanı takdir edip, onu takdir ettiğine hidayet eden, ondan yararlanmayı öğreten veya cinsini, türlerini, vasıflarını, fiillerini, sözlerini, ecellerini takdir edendir. Onlardan her birine, ondan meydana geleceği ve onun için gerekeni gösteren, yaratılış amacına onu sevkeden, dini ve dünyası ile ilgili işlerini ona ilham eden, mahlukâtm rızık ve yiyeceklerini takdir eden, insana ve hayvana hayatlarını sürdürme yollarını ilham eden eşyada faydaları yaratan ve insana onu elde etmeyi öğretendir.
Ayetin benzeri, Allah Tealâ'nm Musa (a.s.)'nın Firavun ile konuşmasını haber verdiği ayettir: "Bizim Rabbimiz her şeye hilkatini veren, sonra da doğru yolunu gösterendir." (Tâha, 20/50) Yani takdir edip, mahlukâtı ona hidayet etti. Sahih-i Müslim'de Abdullah b. Amr'dan şöyle rivayet edildi: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Allah Tealâ gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce mahlukâtm kaderini takdir etti. Arş'ı da su üzerinde idi."
3- "Yeşil otu çıkaran, sonra da onu kapkara, kupkuru bir hale getirendir." Otu ve hayvanların yediği yeşil bitkileri bitiren, bütün bitki ve ekin çeşitlerini insan yesin, diye yaratandır.
Sonra o ekinler yeşil iken onları kupkuru ve yemyeşil iken kapkara hale getirdi. Çünkü ot cinsi kuruyunca kararır.
Peygamber (s.a.)'e emretmiş olduğu ve O'na lâyık olan, kendisi için razı olduğu teşbihtir. Peygamber (s.a.) de onu bilip Allah Tealâ'nm Kur'an'dan kendisine indirdiğini okuyarak onu korumaya titizlik gösterdi. Rabbi, ona Kur'an'dan okutacağını ve unutturmayacağını müjdeledi:
"Seni okutacağız da unutmayacaksın. Allah'ın dilediği başka." Ey Mu-hammed! Sana okumayı ilham ederek seni okur yapacağız. Okuduğunu da unutmayacaksın. Peygamber (s.a.), Cibril, kendisine Kur"an ayetlerini getirdiğinde, Cibril daha ayetin sonunu getirmeden Peygamber (s.a.) unutma endişesinden dolayı evvelini tekrar ediyordu. Daha sonra bu ayet indi. Allah ona ilham edip, Kur'an'ı unutmaktan onu korudu.
Ayetin benzeri şu ayetlerdir: "Sana onun vahyi tamamlanmazdan evvel Kur'an'ı (okumada) acele etme." (Tâha, 20/114). "Onu (okumada) acele etmen için dilini onunla depretme. Onu toplamak, onu okutmak şüphesiz bize aittir." (Kıyame, 75/16-17).
Ardından da, "Allah'ın dilediği başka." buyurdu. Sen, sana indirilen Kur'an'ı ezberleyecek ve unutmayacaksın, ama Allah'ın unutmanı dilediği müstesna. Eğer sana bir şeyi unutturmayı dilerse yapar. Şöyle de denmiştir: İstisnadan murat, meydana gelecek neshtir. Yani, sana okuttuğumuzdan Allah'ın kaldırılmasını veya neshini dilediğinden başkasını unutmayacaksın. Tilâveti neshedileni de terketmende bir sakınca yoktur.
Birinci mana daha sahihtir. Katade şöyle dedi: Rasulullah (s.a.) Allah'ın dilediğinden başka bir şeyi unutmuyordu.
Sonra Allah Tealâ okutma ve bir maslahat için Allah'ın unutmasını dilediğinin dışında unutmayacağı vadini tekid ederek buyurdu ki:
"Çünkü O, aşikârı da bilir gizliyi de" kulların açık yaptığını da ve sözlerinden fiillerinden gizlediğini de bilir. O'ndan bir şey gizli kalmaz. Aşikâr, insanın aleni olarak yaptığı veya söylediği her şeydir. Gizli ise insanın Allah'tan başkasının bilmediği kendi içinde gizlediği her şeydir. Sana, seni okutacağını ve ezberleteceğini vaad eden açığı ve gizliyi bilendir.
Bu, "Allah'ın dilediği başka." sözünün neshi ifade ettiğini söyleyen görüşe göredir. Neshe bir illet sayılmaktadır. Böyle olunca da, hükmün konması ve kaldırılması, mükelleflerin yararlarına göre olmaktadır. Ayetin benzeri, Enbiya suresi 110. ayetidir: "Muhakkak O, açık söylediklerinizi bilir. Gizlediklerinizi de bilir."
Bundan sonra da ona bir müjde daha veriyor: Onun kolaylaştırılması. Yani hükümleri itibariyle yapılabilir, kolay olana yöneltme.
"Seni en kolay olana muvaffak edeceğiz." Sana hayır fiillerini ve sözlerini kolaylaştıracağız. Sana kolay, müsamahalı bir din vereceğiz. Din ve dünya işlerinde müsamahalı bir din ve kolay bir yola seni koyacağız. Sana sadece en kolayını vereceğiz. Nefislere yapılması ve katlanılması zor gelmeyecek en kolaydan başkasını ümmetin için seçmeyeceksin. [10]
Ayetler şunlara işaret etmektedir:
1- İnsana, Allah'ı tazim, ululama ve O'na zatında, isim ve sıfatlarında, fiilleri ve hükümlerinde uygun olmayan eksiklik sıfatlarından tenzih etmesi yaraşır.
A'lâ suresinin birinci ayetini okuyanın "Sübhane Rabbiyel a'lâ" demesi müstehabtır. Peygamber (s.a.) ve sahabeden, tabiinden bir grup bunu söylemişlerdir.
Peygamber (s.a.)'in bu sureyi sevdiği ve seleften çoğunun teheccüdde bu sureyi okumaya devam ettikleri, bereketini umdukları rivayet edilmiştir.
Ayetten maksat, Allah'ın zatı, sıfatları, fiilleri ve hükümlerinde tenzih ve teşbih edilmesidir. Hatta biz "Ad=isim" kelimesinin zaid bir sıla olmadığını kabul etsek bile, isminin teşbih edilmesi yani, lâyık olmayan şeylerden tenzih edilmesinin manası, O'nun yüce zatı ile, sıfatları ve fiilleri ile ya da, ahkâmı ile tenzih edilmesidir. Batıl inançlar ve fasit mezhepler hep bu düşünceden çıkmıştır. İsim müsemmanm (ad o adla adlandırılan varlığın) kendisi midir, değil midir?
2- Allah Tealâ kendisini üç kemâl sıfatı ile vasfetmiştir: Bütün mahlu-kâtı yaratmış, parçalarını yerli yerinde, terkibini uyumlu yapmış ve insanı en güzel şekilde yaratmıştır.
Her mahluk için de ona uygun olanı takdir ederek, ona hidayet yolunu göstermiş ve eşyadan yararlanma yönünü öğretmiştir.
Otu bitirdi, ekini ve bitkileri çıkardı. Ardından da onları kupkuru, kapkara yaptı.
Bu vasıflar ilâhi kudretin, hikmet ve ilmin tamamlığına delâlet etmektedir.
3- Allah Tealâ Peygamberi'ni iki müjde ile müjdeliyor:
Birincisi: Cebrail Kur"an vahyini ona okuyacaktır. O, okuma ve yazması olmayan bir ümmidir. Ezberleyecek ve Allah'ın unutmasını dilediğinin dışındakini unutmayacaktır. Bu ayetin inmesinden sonra bir şey unutmadı.
İkincisi: Hayır amellerine muvaffak kılınmış, hükümleri orta yolu izleyen gerçekçi bir din verilmiştir.
4- Allah Tealâ her türlü sözün ve fiilin açıkça yapılanını da gizlenenini de biliyor. Bu nedenle de kullarına hayır ve maslahatın bulunduğu şeyleri emretti. Zorluk ve ağırlık bulunan her şeyi de kaldırıp, zarar ve şer bulunan her şeyden onları korudu. [11]
9- O halde eğer öğüt fayda verirse durma öğüt ver.
10- Korkacak olan öğütü kabul eder.
11- Pek bedbaht olan ise ondan ka-
14- Kurtulmuştur arınan.
15- Ve Rabbinin adını anıp namaz kılan.
16- Belki siz dünya hayatını üstün tutarsınız.
17- Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir.
18- Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır.
19- İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde.
"Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar." cümlelerinde tezat vardır.
"Korkacak olan öğütü kabul eder." ile "Pek bedbaht olan ise ondan kaçınır. " arasında mukabele vardır. [12]
"Durma öğüt ver" Burada öğüt, insana bilip sonra unuttuğu şeyin ha-tırlatılmasıdır. Buradaki maksat, Kur'an'ı hatırlatıp, onunla nasihat etmedir. "Eğer öğüt fayda verirse" fayda verme şartının manası: Peygamber (s.a.)'in öğütte bütün gayretini göstermesine karşılık, inat ve azgınlıklarının artması durumunda ona öğütün tekrarlanmasıyla hüccet bağlayıcı olacağı için böyle denmiş olabilir. Ya da şart, bunun zahirindeki husustur. Anlamı ise, muhatapların yerilmesi ve onların öğütten etkilenmesinin uzak görülmesidir. Netice olarak, öğüt, fayda vermese bile devamı istenmektedir, kimine faydalı olabilir. Allah Tealâ öğütten faydalanacak olanın Allah'tan korkan olduğunu haber vermiştir.
"Korkacak olan öğütü kabul eder." Öğütten yararlanıp istifade edecek olan Allah Tealâ'dan korkandır. O, ya Allah'ı ve dirilişi kabul edendir ya da mütereddittir. Nitekim ayette şöyle buyuruldu: "Benim tehditimden korkacaklara Kur'an ile öğüt ver." (Kâf, 50/45) "Pek bedbaht olan ise ondan kaçınır." Öğütten kâfir kaçınır. Çünkü o, fasıktan beterdir. "Ki o en büyük ateşe girecektir." Ahiret ateşine girip hararetini tadacaktır. "Büyük ateş" cehennemin en alt tabakasıdır. Küçük ateş ise, dünya ateşidir. "Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar." Ölüp azaptan kurtulamaz, fayda verip mutlu edecek bir hayat da yaşayamaz.
"Kurtulmuştur arınan" iman ve takva ile küfür ve masiyetten temizlenen kurtulmuştur. "Ve Rabbinin adını" kalbi ve dili ile anıp (veya ihram tekbirini getiren) ve farz olan "namaz"\ "kılan." "Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir." Çünkü ahirette cennet vardır ki, o dünyadan daha hayırlıdır, süreklidir, nimetleri bitmez. "Şüphesiz bu" arınanın kurtulacağı ve ahiretin daha hayırlı ve kalıcı olduğu, Kur*an'dan önce indirilen "önceki sahifelerde vardır. İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde." İbrahim'in suhu-fu on sahifedir. Musa'nın suhufu da, Tevrat'ın dışında on sahifedir. [13]
Kur'an'm ezberlenip unutulmaması ve müsamahalı, kolay bir dine, hayır amellerinin kolaylıkla işlenebileceği geçen iki müjde ile müjdelendikten sonra, peygambere insanlara din ve dünyalarında faydalı olacak şeyleri hatırlatması ve hakka davet etmesi emredildi. Öğütten kimin faydalanacağı da açıklanmıştır: O kişi Allah'tan korkandır. Öğütten yüz çeviren -ki o, Allah'a âsi olandır- cehennemin derinliklerindedir.
Kur'an'dan yüz çevirenleri tehditten sonra Allah Tealâ, kendisini küfür, şirk ve rezilliklerden temizleyenlere de müjde vermektedir. Dünyayı ahir ete tercih edenleri ise kınamıştır. Halbuki hayır, ahiretin dünyaya tercih edilmesidir. Dini davetlerin aslının bir olduğunu, Kur'an'daki öğütlerin esas itibariyle İbrahim ve Musa'nın sahifelerindekiler olduğunu haber vermiştir. [14]
"O halde eğer öğüt fayda verirse durma öğüt ver. Korkacak olan öğütü kabul eder." Ey Muhammed! İnsanlara Kur'an ile öğüt ver ve onları hayır yoluna ilet, dinin hükümlerini göster, öğütün fayda vereceği yerde öğüt ver. İnsanlar iki sınıftırlar: Öğütün fayda verdiği grup ve fayda vermediği grup. Ey Muhammed! Senin yaptığın tebliğden faydalanıp öğüt alabilen, kalbi ile Allah'tan korkup O'na varacağını bilendir. Ama, küfür ve inadında israrcı olup, inkârda ve nankörlükte direnene öğüt vermende bir fayda yoktur.
İbni Kesir diyor ki:
"Buradan, ilim öğretme konusunda ehil olmayana ilim öğretilmeyeceği kuralı
alınmaktadır."[15]
Müslim, Abdullah b. Mesud (r.a.)'dan yaptığı bir rivayette Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bir kavme sen, akıllarının almadığı bir şeyi konuşursan o konuşman, bir kısmı için fitne olur." Deylemi Firdeus'te Ali'den, Buhari de mevkuf olarak şu sözü rivayet ettiler: "İnsanlara bildikleri ile konuşun; Allah ve Rasulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?" İsa (a.s.) demiştir ki: "Hikmeti ehli olmayana vererek ona zulmetmeyin. Ehlinden de kaçırarak onlara zulmetmeyin. İlacı fayda vereceğini bildiği yere koyan doktor gibi ol."
"Öğüt kabul eder..." ifadesi, Rasulullah (s.a.)'m getirdiği şeylerin, sadece hatırlatmadan başka bir şeye ihtiyacı olmayacak kadar açık olduğunu göstermektedir.
Ayetin tefsirinde bir görüş daha vardır: Faydası olmasa bile öğüt verilmesi gereklidir. Ayetteki "eğer" şartına bağlanma esas amaç değildir. Oradaki şart, gerçeğin açıklanıp tasvir edilmesi içindir. Pek çok ayette olduğu gibi şu ayette de bu durum vardır: "Dünya hayatının geçici metaını kazanacaksınız diye cariyelerinizi, eğer kendileri de iffetli olmak isterlerse, siz fuhşa mecbur etmeyiniz." (Nûr, 24/33)
Razi dedi ki: İnsanlar dönüş konusunda üç kısımdırlar: Doğruluğuna kesin inanan, şüphe içinde olan ve inkâr eden. İlk iki kısım öğüt ve korkutmadan yararlanırlar.
İnkarcılardan çoğu sadece dilleri ile inkâr etmektedirler. İnsanların ekseriyetinin nasihatten etkilendiği, yüz çevirenlerin nadir olduğu anlaşılmıştır. Büyük iyiliğin, küçük bir serden ötürü terkedilmesi, büyük bir serdir. Bunun için de her ne kadar öğütten, sadece Allah'ın faydalanmalarını murat ettiği bazıları faydalanıyorsa da, öğüdün yaygınlaştırılması gerekmektedir. Biz bilemeyiz.[16]
Allah Tealâ Peygamberine öğütü emrettikten sonra "Korkacak olan öğütü kabul eder" sözü ile de, öğütten kimin yararlanacağını açıklamıştır.
Ardından Allah Tealâ uygulama açısından inatçılara hatırlatmanın yararı olmadığını izah ederek buyuruyor ki:
"Pek bedbaht olan ise ondan kaçınır. Ki o en büyük ateşe girecektir. Sonra onun içinde ne ölür, ne de yaşar." Öğütten kaçınıp, uzak duran, Allah'ı inkârda ısrarcı ve inatçı, masiyete batmış olan kâfirlerin bedbahtıdır.
Onun için de, cehennemin ateşinde hararetine katlanacak ve suçunun vebalini çekecektir. O ise, büyük ateştir. Dünya ateşi ise, küçük ateştir. Başka bir görüşte: Büyük ateş, cehennemin tabakalarıdır: "Şüphesiz münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar." (Nisa, 4/145)
Büyük ateşe girip orada ebedî kalan, ölüp yok olarak içinde bulunduğu azaptan kurtulamaz; mutlu olup faydalanacağı iyi ve tatlı bir hayat da yaşayamaz. "Öldürülmezler ki ölsünler. Azabından bir kısmı onlardan hafifletilmez de." (Fatır, 35/36).
Özellikle kâfirin öğütle anılmasının sebebi şudur: Fasık öğütü tama-ıen terketmemiştir. Kur'an, fisk ehli olan bedbahtı bundan dolayı anma-ıış oldu.
Kur'an'dan yüz çeviren kötüler tehdit edildikten sonra, kendilerini ırkten, ibadette taklitten ve rezilliklerin kirliliğinden arındırıp temizle-ıekle ilgilenen mutlulara olan vaadleri zikrederek buyurdu ki:
"Kurtulmuştur arınan. Ve Rabbinin adını anıp namaz kılan." Şirkten îmizlenen, Allah'a iman edip O'nu birleyen ve dini ile amel eden, kendisi-i rezillikler, mefsedet ve düşük ahlâktan uzak tutmaya, arınmaya ve bu onuda Allah Tealâ'nın Rasulü'ne indirdiğine bağlı kalmaya çalışan azap-an korunup kurtulmuş olur.
Bu kimseler dili ile de Rabbinin adını tevhid ve ihlâs ile anar, kalbinle yüce Rabbini zikreder, Allah'ın rızası ve Allah'ın emrine itaat, Allah'ın linine uymak için beş vakit farz namazları vaktinde eda eder. Allah Tealâ »uyurdu ki: "Müminler ancak onlardır ki Allah anıldığı zaman yürekleri itrer." (Enfal, 8/2).
Ebu Bekir el-Bezzar, Cabir b. Abdullah'tan Peygamber (s.a.)'in "Kurulmuştur arınan..." ayeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Al-ah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına şehadet eden ve ortakları terkeden, be-lim de Rasulullah olduğuma şehadet edendir.", "Ve Rabbinin adını anıp tamaz kılan" hakkında da "O da beş vakit namaz ve onları muhafaza edip inemsemedir." buyurdu."
Sonra da, dünyayı tercih edip, ahiret işini ihmal edenleri kınayarak buyurdu ki:
"Belki siz dünya hayatını üstün tutarsınız. Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir." Daha önce size emrettiklerimi yapmıyor, aksine dünyadaki fani lezzeti tercih ediyorsunuz. Ahiret ve nimetleri ise daha üstün ve dünyadan daha devamlıdır. Allah'ın ahiretteki sevabı dünya ve ondakiler-den daha hayırlıdır. Dünya fani bir yurt, ahiret ise şerefli ve bakidir. Akıllı birisi, nasıl faniyi bakiye tercih edip baki ve ebedî bir yurdu ihmal eder?
İmam Ahmed Aişe (r.a.)'den rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Dünya, evi olmayanın evidir; malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan onun için toplar." Yine Ahmed b. Hanbel, Ebu Musa el-Eşari'den Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Dünyasını seven ahire-tine zarar verir. Ahiretini seven de dünyasına zarar verir. Baki olanı fani olana tercih edin."
Bundan sonra Allah Tealâ dinlerin usul ve genel adap bakımından bir olduğunu açıklayarak buyurdu ki:
"Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır. İbrahim'in ve Musa'nın sahife-lerinde." Zikredilmiş bulunan arınanın kurtulacağı ve Allah'ın adının zikri, insanlann dünyayı tercihleri gibi hususlar İbrahim'in on sahifesinde sabittir. Musa'nın Tevrat dışındaki on sahifesinde de sabittir. Allah'ın kitapları, ahiretin daha hayırlı ve kalıcı olduğunu ardarda haber vermiştir.
Buradaki maksat: Bu gerçeklerin İbrahim ve Musa'nın sahifelerinin de bulunduğu, Peygamberlerin bütün sahifelerinde lafzı ile değil, ama manası ile zikredilmiş olduğudur. İbrahim ve Musa'nın sahifelerinin özellikle anılması ise, Araplar arasında meşhur olmalarındandır. Bu ayetin benzeri ise Şuara suresinin 196. ayetidir: "Şüphe yok ki o, daha evvelkilerin kitaplarında da vardır."
Abd b. Humeyd, İbnu Merdüveyh ve İbni Asakir, Ebu Zer (r.a.)'den rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.) şöyle sordu: Allah ne kadar kitap indirdi? Buyurdu ki: "Yüz dört kitap. Adem'e on sahife, Şit'e elli sahife, İdris'e otuz sahife, İbrahim'e on sahife, Musa'ya Tevrat'tan evvel on sahife. Bir de Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan'ı indirdi."
İbrahim'in sahifelerinde şöyle dendi: "Akıllı kişinin dilini koruyor, zamanını biliyor, işi ile ilgileniyor olması gerekir."
Acurri ve diğerleri, Ebu Zerrin geçen hadisini şu ilaveyle rivayet ettiler: Dedim ki: Ya Rasulallah! İbrahim'in sahifeleri nelerdi? Buyurdu ki: "Hepsi hikmetli sözlerdi. Ey tasallut sahibi, belâlı, mağrur kral! Ben seni dünyayı birbirine ilâve etmen için göndermedim. Ben seni benden mazlumun davetini çeviresin (yani zulme uğramasına engel olasın da o bana sığınmak zorunda kalmasın) diye gönderdim. Kâfirin ağzından da olsa ben onu geri çevirmem."
"Onda şunun gibi hikmetli sözler vardı. Akıllının üç saati olur. Rabbi-ne yöneldiği saat, Allah'ın ona olan iyliğini tefekkür için nefsini muhasebe ettiği saat ve yeme içme gibi ihtiyaçları için yalnız kaldığı saat."
"Akıllı üç şeyi istemelidir. Dönüş için azık, hayat için geçimlik ve haram olmayan lezzet. Akıllıya zamanın kıymetini bilmesi, basiretli, işine yönelmiş ve dilini korur olmak yaraşır. Kimin işi arasında sözü sayılıyorsa, onun ilgili olduğu hariç sözü azdır."
Sonra dedi ki: Musa'nın sahifeleri nelerdir, dedim. Buyurdu ki: "Hepsi ibretlerdi: Ölümü kesin olarak bilip de sevinene şaşarım. Kaderi kesin bilip de düzen kurana şaşarım. Dünyayı içindekileri evirip çevirirken görüp te ona güvenene şaşarım. Yarınki hesabı iyice bilip de onun için çalışmayana şaşarım!"
Dedim ki: Ya Rasulallah! Bizim elimizde, Allah'ın İbrahim ve Musa'ya indirdiklerinden sana da indirdikleri var mıdır? Buyurdu ki: Oku Ya Eba Zer: "Ve Rabbinin adını anıp namaz kılan. Belki siz dünya hayatını üstün tutarsınız. Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir. Şüphesiz bu, önceki sahifelerde vardır. İbrahim'in ve Musa'nın sahifelerinde." Alûsî'nin dediği gibi bu hadisin sıhhatini Allah en iyi bilendir. [17]
Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Öğüt fayda versin veya vermesin, insanlara hakkı, doğruyu hatırlatmak ve nasihat etmek gereklidir. Neticede bunların sadece Rableri olan Allah'tan korkan müminlere faydası olacaktır. Hasan-ı Basri şöyle dedi: Öğüt mümin için hatırlatma, kâfir için de aleyhine hüccettir. Cürcani de: Fayda vermese bile öğüt vaciptir, demiştir.
2- Genel olarak öğütten, Allah'ın ilminde şaki ve kâfir olan kaçınır ki o, büyük eteşe atılıp girecek olandır. O büyük ateş, cehennemin alt tabakalarıdır. Büyük olan cehennem ateşi, küçük olan ise, dünya ateşidir.
Kâfir oraya girdiğinde sonsuza dek orada kalır; ne ölüp azaptan kurtulur, ne de hoşa gidecek bir hayat yaşar.
3- İman ile şirkten arınıp, nefsini kötü ahlâktan uzak tutan ve Rabbi-ni memnun edeceği salih ameller yapan, Rabbini dili ve kalbi ile anan, farz namazları kılan, kurtulup kazanmıştır.
4- Bazı alimler "Ve Rabbinin adını anıp namaz kılan." ayeti ile, Allah azze ve celle'nin bütün isimleri ile namaza başlarken iftitah tekbirinin caiz olduğuna delil getirmişlerdir. Konu fakihler arasında ihtilaflıdır. İftitah tekbirinin vacipliğine de bununla delil getirmişlerdir. Ebu Hanife (r.a.) ayeti, iftitah tekbirinin namazdan olmadığına dair kaynak saymıştır. Çünkü namaz ona atıftır, atıf da değişiklik gerektirmektedir. Ona da İbni Ab-bas'tan gelen rivayetle cevap verildi: Anlatılmak istenen mana: Dönüşü ve Rabbinin önündeki duruşu hatırladı ve namaz kıldı, şeklindedir.
5- İnsanların çoğu dünyayı tercih edip ahirete hazırlığı terkederler. "Belki siz dünya hayatını üstün tutarsınız. Halbuki ahiret daha hayırlı, daha süreklidir." ayeti, dünyaya iltifatı kınama ve ahirete ve Allah'ın sevabına teşviki işaret etmektedir. Bu konular, dinlerin değişmesi ile değişmeyen konulardır.
6- İlâhi dinler, itikadî, ahlâkî ve sadece Allah azze ve celle'ye ibadete yönlendirme esaslarında aynıdırlar. Şu hususlar dinlerin birliğinden örneklerdir: Nefsi şirk, küfür ve pis işlerden arındırıp temizlemenin lüzumu, Allah azze ve celle'yi daima zikretmenin ve farz namazları vakitlerinde kılmanın lüzumu, ahirete hazırlanmanın ve oradaki sevabın fani dünyanın zevklerine tercih edilmesi zarureti.
Hatta bu suredeki tevhid, nübüvvet, tehdit ve müjdeler eski peygamberlerin sahifelerinde de vardı. Zira onlar, zamanın değişmesi ile değişmeyecek olan genel kurallardır. [18]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/462.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/462.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/462-463.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/463.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/464.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/464-465.
[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/465.
[8] Kurtubi, XX/14.
[9] Ebu Hayyan, el-Bahru'1-Muhit, VIII/458.
[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/465-467.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/467-468.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/469.
[13] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/469-470.
[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/470.
[15] İbni Kesir, IV/500.
[16] Razi, XXXI/144/145; Garâibul-Kurân, XXX/77.
[17] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/470-473.
[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/474.