Fecr
Sûresi
Keremli
Mekke döneminde inmiştir. Otuz âyettir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Andolsun fecre, on geceye, hem çifte, hem
teke, gelip geçeceği dem geceye;"
Yüce
Allah "fecir vaktine" yemin ediyor. Fecir ikidir. Birisi, geceye
doğru uzunca bir aydınlık süresidir. Buna "Fecr-i kâzip" de derler.
Şâfiilerin ibâdeti bu vakittir. Bu, Hanefîlere göre geceden sayılır. Bunun İçin
sabah namazı Hanefîce o zaman caiz olmaz. Birisi de ortalığın iyice ağarması
vaktidir. Hanefî mezhebinde olanların sabah namazı vakti. O zaman girer. Hatta
güneşin doğumuna yakın namazı kılmak (isfâr) müstehâbdır. Buna "fecr-i
sâdık" derler. Gerçek aydınlanma (tanyeri) dir. Şâfiilerin vakti
"gece"den, Hanefîlerin vakti "gündüz"dendir. "On geceMen
maksat "zilhiccenin ilk on günü"dür. Bunda Hacc-Kurban gibi ibâdetler
ihya edilir. Veya "muharremin ilk on günü"de denilmiştir. "Çift11
bütün yaratıklardır. "Tek" ise yalnız Allahü Zülcelâtdir. Veya
"tek olan" (vitir, akşam namazları gibi) "çift olan" sabah,
öğle, ikindi ve yatsı namazları gibi) Namazın sânı yüce olduğu için ona da
andiçiliyor. Zilhiccenin 9. gecesi "Are-fe" ve 10. gecesi
"Bayram" hakkı için (yemîn olsun).
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Bunlarda akıl sahibi için birer yemin
vardır."
(Cüz:
26 Ayet: 6) Fecr Sûresi 419
Bu
yemîn edilen şeylerden insan menedildiği için "Hicr" denilmiştir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Görmedin mi, Rabbin nice yaptı Âd (kavmin)
e"
Bildin
rai,, sana haber verilmedi mi ey şanlı Peygamberim? Ki bu azan-azdıran İrem, Âd
kavminin batırılmasını sana Biz Azîmüşşan bildirdik. Onlar "zâtül İmâd-
direkler sahibi" dirler. İREM Âd'in adıdtr. Kimisi de "Cen-cennet
bahçeleri ve bağlandır, derler. Kaabül-Ahbâr der ki: "Evvelki Âd Hûd kavmi
değildir. Hûd kavmi de Âd'ın oğulanndan biridir. Âd'ın İki oğlu vardı. Birisinin
adı (Şeddâd), diğerinin adı ise CŞedîd) idi. İkisi de padişah oldular.
Zorbalıkla bir yeri zaptetuler. Şedîd ölünce Şeddâd zorbalığı südürdü. Bütün
diyarlara sahip oldu. Yeryüzünün bütün kralları ona ister-istemez boyun
eğdiler. Şeddâd; zorba, kaba ve çok hırslı bir herifti. Kitaplardan hep
yükselmeyi, uçmayı araştırır, kafasını bu türlü konulara yorardı. Bağ-bahçeye
de düşkündü. Yüksek bina yaparak yüce Allah'a kafa tutar bir rûh bozukluğuna
giriftar olmuştu. Dedi ki: "Öyle bir şehir yaptırmalıyım ki dünyâda eşi
benzeri olmasın." Bunun için "yüz kişi" seçti. Onların herbirine
de "biner kişi yardımcı" verdi. Oldu "yüzbin"kişi. Bir de
fermanla şu emri yaydı: Dünyâda onun hükmü altında, onun adına icraat gösteren
ne kadar padişahlar varsa hepsinin bulundukları yerlerde olan kıymetli
cevherler, taşlar varsa hepsini kendi meskûn olduğu bölgeye getirsinler. Onun
hükmünü yürüten "ikiyüzaltmış yardımcı-padişah" vardı. O yüz kişinin
hepsi mîmar-mühendisti. Bu işin tam üst adlarıydılar. Bu yüz-bin kişi bu muazzam
şehre uygun mekânı bulmak için "araştırma gezisine" çıktılar.
Yemende
yüce bir kayasız, deresiz-tepesiz düz bir "sahrâ-çöl" buldular.
Dediler ki: "Bu İrem sıfatıdır." Padişah, oranın şehre
münâsipliğinden, şehri oraya kurmalarını emretti. Şehrin enini-boyunıı
ölçtüler-biçtüer. Yemen akîk taşlanyla-temelini kazdıktan sonra-ördüler.
Düzlüğe çıktıktan sonra da "bir kerpiç altundan, bir kerpiç gümüşten olmak
üzere" duvarları ördüler. Çeşit çeşit incilerle de süslediler. Harç yerine
misk ü anber kullandılar. Evlerin aralarına da bağlar-bahçeler diktiler. Her
çeşit meyva ağaçlarını o bahçelerde bulmak mümkündü. Bahçelerde ağaçlar altına
ve evlere incilerden, mercanlardan, yakutlardan oluşmuş yâni süslenmiş yüksek
yüksek tahtlar yaptılar. Tabiî bunun için bütün beldelerden halkın elinde
bulunan altın-gümüş, inci, yakut, mercan ne varsa aldılar... Kadınların
boyunlarında, bileklerinde bir adet bile takıdan birşey bırakmadılar.
420
Fecr
Sûresi (Cüz. 26 Ayet: ı
Hepsini
aldılar... Halkın canı sıkıldı. Açlıktan çok kişi Öldü... Fakat hazînesi bir
türlü dolmuyordu. Padişah buna hayret ediyordu. ^Kendisi sebebini bulamadı.
Vezirine akıl danıştı. O da dedi ki: "Ey padişahım! Beni mazur gör ki
Senin devletinde rahat olayım. Bana ilişme, fikrimi açık söylediğimden. Halkın
nesi var-nesi yok hepsini senin Hazînene verdiler. Gönülleri de daraldı.
Hepsinin gözü senin hazînendedir. Rızâlarına hiç bakılmadı." Padişah dedi
ki; "Bu halkın gerçekten elinde hiçbir şeyin kalmadığım bir denemeyle
anlayabiliriz. Hemen inanmamak gerektir. Bakalım gerçekten mi fakir düştüler,
yoksa ellerinde daha kjymeöi servet var mı? Bunu anlayacak bir düzen kuralım:
Pâdişâh
dedi ki: Ey Vezirim! Cariyelerimden en güzelinden birini seç. Onu güzelce
giyindir. Makyaj yaptır. Bir deveye bindir. Bir de tellâl o deveyi hem çeksin,
yedsin, hem de (bu cariyeye, kim bir altın verirse, o sahip olacak)
dersin." Bu talimat üzerine hareket edildi. Şehrin bir ucundan girildi,
öbür ucundan çıkıldı. Hiç müşterisi çıkmadı. Ancak şehre dışardan gelmiş genç
bir delikanlı cariyeye tâlib oluverdi. Hemen anasına durumu açü ve: Eğer onu
almazsam kendimi Öldürürüm veya ölürüm," dedi. Annesi: "—Oğlum! Sen
bana o cariyeden daha yakınsın. Seni severim. Ancak onu alacak altınımız yok.
Hem bu halkdan da hiç kimse almadı. Sen de isteme, dedi. Çocuk bu "ana
nasihatini" duyunca ümitsizleşti. Canı çok sıkıldı. Canına kıymayı
düşledi. Anası bu durumu görünce hayret etti ve dedi ki: "—Ey Oğlum! Senin
bu işinde çaresiz kaldım. Ne yapacağımı bilemiyorum. Ama aklıma bir çâre geldi:
Senin baban evde tapucuydu. Bu evde tapucuların âdeti şöyleydi: Tapucu ölünce
ağzına bir altın bırakılırdı. Eğer başkası almadıysa sen mezarını aç o altım
al. Senin meramına yeterlidir" Çocuk hemen babasının kabrini açU Kafası
çürümüştü. Ama "altını" buldu. Derhâl aldı, eve döndü. Bu bir düzen
olduğu için, o altın karşılığı cariyeyi ona vermediler. Pâdişâhın katına,
huzuruna çıkardılar. Genç çaresiz kaldı, o altını nereden aldığını söyledi.
Padişah vezîrini huçûruna çağırdı. Onu ihtiyatsız buldu. "Bu işi ya bilmiyorsun.
Yahut hainlik yapıyorsun. Bu ikisi de taşıdığın sıfata yakışmaz. Padişaha bu
kadar yakın birinin ehliyetsizliği cezasız bırakılmaz. Fakat eski hizmetlerinin
çokluğu sebebiyle seni bağışladım," dedi.
Bunun
üzerine kabirler kazıldı. Mevcut altınlar toplandı. Üçyüz yıl çalışıldı.
Görkemli bir şehir kuruldu. Şeddâd yedi yüz yıl yaşadı. Mimarlar iş bitince
huzuruna geldiler. Padişah dedi ki; "Şehrin etrafını kalelerle çevreleyin.
Onlartn içinde "bin köşk" yapın. Her birine bin vezirim otursun.
Onların işleri oradan yürütsünler. Buna thO direk sahibi
irem"derier. Bir yirmi yıl daha yaşadı padişah. Onların niyeti ilahî
yapıya, kainata kafa tut-makdı. Zâten çok cürümler işlediler. Allah'ın gazabına
müstehâk oldular.
\ (COz: 26 Ayet: 7-11) Fecr Sûresi 421
Cebrail
(a.s) bir yüksek sesle bağırdı. Hepsinin "ödü koptu", yok oldular.
Bir kişi bile canlı kalmadı. Sebebi: Dünyâya çok ağırlık verdiler. Taparcasına
ona bağlandılar. Bundan herkesin öğüt alması gerekir. Dehşetli bir hâdisedir
bu!
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"(Yâni) O direk sahibi İrem'e? Ki o, şehirlerde
bir benzeri yara-tılmayandı."
"Keşşaf'da
geçtiğine göre bu Âd kavminin benzeri dünyaya gelmemiştir. Çok iri-yarı
vücutluydular. Çok uzun boyluydular. Öyle güçlü idiler ki büyük bir kayayı
tutup götürürlerdi. Onu bir topluluğa atarlar ve onları öldürürlerdi. Hasan
Basri (r.a) diyor ki: "İrem, Âd'ın oğludur. Âd İse Si-yem'in oğludur.
Siyem de Sâm oğludur. Sâm ise Hz. Nuh (a.s)' in oğludur." "O direk
sâhibi"nden maksat "kaleler ve o kalelerdekî köşkler"dir. Çok
uzaktan onlar görünürdü.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Ve vadilerde kayaları oyan Semûd'a"
Semûd,
sâlih peygamberin isyankâr kavmidir. Onlar da Öyle güçlü insanlardı ki
"normal ikiyüz kişinin götüremediği taşı", onlardan bir kişi yalnız
rahatça taşırdı. Böyle güçlü-kuvvetli kimselerdi...
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"O kazıklar sahibi Firavun'a. Ki bunlar
memleketlerde azgınlık ederlerdi."
Yâ
Muhammed! Rabbin "zülevtad" vasıflı zâlim Firavun'a neler yaptı bilmez
misin? "Zül-evtâd" şudur: Firavun kime eziyet etmek istese onu yere
yatırtır, ellerini-ayaklarını da gerdirir, her birine birer büyük çivi
çaktı-rırdı. Bu çivileri gergin olan el ve ayaklarını yere çakılan kazıklara
çakıldığı için "zülevtâd-kazıklar sahibi" ismini almıştır. Çok
işkence için askerleri bulunurdu. Bir yere gidince oraya hesapsız çadırlar
kurdururdu. Yerlere
422 Fecr Sûresi (Cüz: 26 Ayet: 12-14)
çok
mıh çakılırdı. Âd, Semûd ve Firavun böyle azmışlardı. Aliah'a-Pey-gambere
muhalefet ederek zâlim olmuşlardı.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"O suretle ki oralarda fesadı çoğaltmışlardı.
Bundan dolayı Rab-bin de üzerlerine azap kamçısı yağdırıyordu. Çünkü Rabbİn
şüphesiz ki gözetleme yerindedir."
Yâ
Muhammedi Bunlar yeryüzünde sapıklıkları ve fesatları çoğalttılar. O
fesatlarının bedelini hepsini dayanılmaz azaplar indirerek onlara ödetti.
Sûre-î şerîfenin başında yapılan yeminlerine cevâb, "Şüphesiz ki senin
Rabbin her an gözetleme mevkiindedir" âyet-i kerîmesidir. Yâ Muham-med!
Kıyamet gününde hiçbir kimsenin Rabbinden gizlenecek yeri yoktur. Herkesin
amelinin ne yaptığını sürekli gözedeyendir. Bu sırat yoludur. Cehennem üzerinde
yedi zor geçit" vardır.
İbn-i
Abbas (r.a) bu hususta şöyle diyor:
"Rabbinin
melekleri insanları cehennem köprüsü üzerinde yedi durak yerinde gözetlemeye
alırlar.
Bunlar:
Kul
birinci durakta ırîmanBdan suâl edilir. Eğer onu
nifaktan, riyadan korumuşsa kurtulur. Yoksa cehenneme gönderilir.
"Beş
vakit namazdan" cumadan sorgulanır. Onları "tâdili erkan" ölçülerine
göre îfa etmişse kurtulur. Değilse cehenneme yollanır.
"Zekât'tan
sorguya çekilir. Veremezse cehenneme düşer.
Ramazan
orucundan ve kullara yaptıkları zulûmdan hesap verir. Eğer hesabını düzgün
verirse geçer. Yoksa cehenneme düşer. Hacc ve umreden sorulur. Farz olduğu halde
Hacc etmediyse cehenneme düşer.
Abdestten
ve cünüplükten yıkanmadan sorulur. Abdest organlarını eksik yıkadıysa veya su
iktizâ ettiği halde yıkanmadıysa bundan dolayı azap edilir.
Ana-baba
hakkında ve "sılayırahimHden suâl edilir. Ayrıca kullara yapılan
haksızlıklardan da sorulur. Düzgün hesap veremezse cehenneme yuvarlanır. Bu
"akabeleri-sarp yokuşları" geçebilenler Cennete girmeye yol .
bulurlar."
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Amma (kâfir) İnsan ne zaman Rabbl onu imtihan
edip de kendisine ihsan eder, ona nimetler verirse (Rabbim beni şerefli kıldı),
der!"
Ümeyye
bin Halef ve benzeri kâfirler Allah'ın imtihan etmek için lûtfuyla, keremiyle
ikram etmesini kendi faziletinden bilirler. Kendilerinin buna lâyık oldukları
için verildiği zannına kapılırlar.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Fakat ne vakit de onu deneyerek üzerine
rızkını daraltırsa şimdi de (Rabbim bana İhanet etti) der!"
Yâni,
Rabbinden çok yönlü şikâyetler etmeye başlar. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Hayır. Siz bilâkis yetime İyilik etmezsiniz.
Yoksula yedirmek için birbirinizi kandırmazsınız."
Hayır,
gerçek o kâfirlerin, nankörlerin sandığı gibi değildir. "Benim ihanet
etmem" onların zannettiği gibi, mallannda-evlatlannda noksanlık yapmam
değildir. Veya bir makamdan onları indirmem değildir. Bilâkis mârijet-i ilahîyi
onlardan çekip almam (yâni Ben Azîmüşşanı sânıma uygun bir biçimde bilmelerini
önlemem) ve hayırlı işlerde başarı vermeyip rüsvâyhğı tattırmamdır. İkram
ettiğim ise faziletli kıldığım ve mârifetullah'a ve Ona itaate muvaffak kıldığım
kimselerdir. Benim katımda ancak tâat-ibâdetle izzet-şeref bulunur. İsyan
edenler de huzurumdan kovulmuş hâinlerdir. Ancak îman edenler ve tevbe edenler
hâriçtir. Bir de buyurduğum gibi yetimlerin mallarını zulüm yoluyla yiyenler
ikramımdan kovulanlardır. Evlinizi-iyâlinizi, konunuzu-komşunuzu ihmal ederek
vermemenizde razı olmadığım hallerinizdir. Hatta birbirinizi kandırmanız da
mevzubahistir. Yoksulu doyurmak için birbirinizi teşvik etmezsiniz. Bunlar,
tarafımdan ihanete uğradığınızın belirtileri, alâmetleri ve sıfatlarınızda.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Mirası, helâl-haram demeyip alabildiğine
yersiniz. Malı da pek çok seversiniz."
Yetimlerin
mallarını-sorumluluklarını üzerinize aldığınız çocukları rahat
kandirabildiğinizden helâl-haram demeden babanızın mallanymış gibi, pişkin
pişkin, vicdanınız sızlamadan yersiniz. Bu gibi gayrimeşrû yollarla mal
toplamayı de pek çok seversiniz. Siz evlâtlar olarak babalarınızın topladığı bu
malları tam helalmiş gibi yersiniz. Devlet malının "ganimet sayılarak talan
edilmesinin" de dolaylı yollardan "yetim malını yemek" olduğu
gözden uzak tutulmamalıdır.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Hakka ki yer (zelzeleyle) parça parça
dağıtıldığı zaman, Rabbi (nin emri) geldiği, melekler de saf saf (indiği
zaman)."
Kıyamet
koptuğu zaman, yer dümdüz olur. Güneş düştüğü zaman hiç gölge olmaz. Çölde
serap gibi her taraf aynı olur. Rabbinin hükmü o gün de geçerlidir. O gün
saltanat ve hüküm Onundur. Melekler de o gün gökten yere yedi saf olacak bir
biçimde inerler. İnsanların etrafını sararlar.
Yüce
Allah şöyle buyurdu:
\
"Kİ o
gün cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün (herşeyO hatırlayacak. Fakat
hatırlamadan ona ne (filide)!"
Cehennem,
yetmiş bin zebaniye yapıştırılıp götürülecek. Cehennem'in dehşetini, heybetini
görenler istisnasız yerlere kapanacak! Peygamberler bile "nefsî
nefsi!" diyecekler! O gün herkes bütün melekeleri "fultayım-tam
kapasite" çalışacak... Günahlarını bütün ayrıntılarıyla hatırlayacak. Ama
derin pişmanlıktan başka bir sonuç olmayacak. Allah'ın diledikleri hâriç, kimse
kurtulamayacak... Allah da, kendine manevî yakınlığı olanı sever...
Nitekim
Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Âh, diyecek, keşkl hayâtım için önden (sâlih
ameller) yapsaydım!"
Dünyâda
İslamî ölçüler içinde inanmayanlar veya böyle inandığını sanıp da gerçek îmana
eremeyenler ve onun gereği sâlih ameller, yararlı işler yapamayanlar pişman
olacaklar. Cehennemin heybetini görünce akılları başlarına tam gelecek. İçinde
bulundukları boşluğu tam kavrayacaklar... Ama kuru bir ilenmektir bu. Onlara
yararı asla olmayacak...
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur:
"Artık o gün (Allah'ın) azabı gibi hiçbir kimse
azap yapamaz. Onun vurduğu bağ gibi de kimse bağ vuramaz"
Kâfirlere,
onlara inançta ve yaşayışta benzeyen münafıklara kıyamet gününde öyle azap
edilecek ki hiçbir azap ona benzemez. Orada öyle kelepçe, bağ vurulacak ki,
dünyada benzeri yoktur. Hatta insan hayali bunları canlandıramaz...
Yüce
Allah bu kâfirlerin akıbetlerinden bahsettikten sonra mü'minler hakkında şöyle
buyurmuştur: