Bu sure "ve'l-Fecr" sözü ile başladığı için Fecr suresi olarak isimlendirilmiştir. Bu, her gün nuru parlayan sabahın fecrine, kâfirlerin muhakkak azap edilecekleri hususunda yemindir.[1]
Bu sure önceki sure ile üç yönden ilişkilidir:
1- Başındaki yemin, önceki surenin sonunda zikredilen "Şüphesiz onların dönüşleri bizedir. Sonra muhakkak onları hesaba çekmek bize düşer." sözüne delil gibidir.
2- Önceki sure insanların iki gruba ayrılmış olduklarını, öte dünyada da yüzü aydınlık olanlar ile zelil olanlar diye ikiye ayrılacağını ifade etti. Bu sure de, tağutlardan bir grubu yani Ad, Semud ve Firavun'u -bunlar birinci gruptandır- ve hidayet bulmuş, Allah'ın nimetlerine şükreden müminlerden bir bölümünü zikretti. Böylece iki surede de hem müjde hem de tehdit ortaya çıkmış oldu.
3- Bu suredeki "Rabbi'nin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?" cümlesi, önceki surede geçen "Onlar develerin nasıl yaratıldığına bakmıyorlar mı?" cümlesinin benzeridir. [2]
Sure altı konuyu işlemektedir:
1- Fecr'e, Zilhicce'nin ilk onuna, çifte ve teke, geceye, kâfirlerin mutlaka azaba uğrayacağına, ondan kaçışın olmadığına ilâhi yemin: "Andolsun fecre." (1-5. ayetler).
2- Allah'ın elçilerini yalanlayan Âd, Semud ve Firavun'un kavmi gibi geçmiş zalim ümmetlerin kıssalarının, örneklendirme ve tuğyanlarına karşılık onlara gelen azabı açıklamak için zikredilmesi: "Rabb'inin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?" (6-14. ayetler).
3- Hayatın, aslında insanları hayır ve şer, fakirlik ve zenginlik ile sınama olduğunun beyanı, insanın mal sevgisini, kul üzerindeki nimet çokluğunun Allah'ın ona ikramına ilişkin bir delil olmadığının, fakirlik ve darlığın da onu ihmalini göstermediğinin açıklanması: "Ancak insana; Rabbi ne zaman onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa ve nimet verse "Rabbim bana ikramda bulundu." der." (15-20. ayetler).
4- Kıyamet gününün, korku ve şiddetlerinin tasviri: "Hayır. Yer çarpılıp parça parça dağıtıldığı zaman." (21-23. ayetler).
5- Ahirette insanların iyiler ve kötüler şeklinde iki gruba ayrılacağının ve kötülerin dünyaya dönmeyi temenni edeceklerinin beyanı: "Der ki: Ah keşke!" (24-26. ayetler).
6- İyilerin Allah'ın cennetlerinde büyük nimetler elde ettiklerinin haber verilmesi: "Ey huzura kavuşmuş can!" (27-30. ayetler). [3]
Nesai, Cabir'den şöyle rivayet etti: Muaz namaz kıldırdı. Bir adam da gelip onunla namaz kıldı. Muaz namazı uzatınca, adam mescidin kenarında kılıp gitti. Muaz bunu duyunca: Adam hakkında münafık, dedi. Rasu-lullah (s.a.)'a durum ulaşınca gence sebebini sordu. Dedi ki: Ya Rasulallah! Onunla kılmak için geldim. Namazı uzattı. Ben de ayrıldım ve mescidin kenarında kendim kıldım sonra da devemi doyurdum. Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Ey Muaz! Sen fitneye düşürücü müsün? Nerede A'lâ, Şems, Fecr ve Leyi sureleri?" [4]
1, 2, 3, 4, 5- Andolsun fecre, on geceye. Çifte ve teke. Yürüyüp gittiği zaman geceye. Bunda akıl sahibi için bir yemin var (değil) mi?
6- Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?
7-Yüksek sütunlar sahibi İrem'e.
8- Şehirler içinde onun benzeri yaratılmamıştı.
l9-Vadilerde kayala"oyan Semuda
10"Ve kazıklar sahibi Firavun'a,
11" Ki onlar ülkelerde azgınlık etmişlerdi.
12- Böylece oralarda bozgunculuğu artırmışlardı.
13- Bu yüzden Rabbin de onların üzerlerine azap kamçısı yağdırdı.
14- Şüphesiz
Rabbin gözetlemektedir.
"Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?" Soru, kendisine yemin edilen şeylerin önemini vurgulamak için sorulmuştur.
"Bu yüzden Rabbin de onların üzerlerine azap kamçısı yağdırdı." Onlara inen şiddetli azabı acı veren kamçıya benzeten bir istiaredir. Yağdırmayı da indirme manasında kullanmıştır. [5]
"Andolsun fecre" Her gün sabah ışığının yayıldığı vakte yemindir. Bu aydınlanma, karanlığın perdelerini yarma ve ışığın çıkması, ona bağlı olarak ihtiyaçların görülüp menfaatlerin tahakkuku ve nzık aramaya hazırlık içindir.
Zilhicce'den "On geceye." On gecenin nekire olarak kullanılması tazim içindir. "Çifte ve teke." Tek, o gecelerin tek olanlarıdır. Kastedilense çifti ve teki ile bütün eşyadır. "Vetr" kelimesi "vitr" şeklinde de okunur. "Yürüyüp gittiği zaman geceye." Geçip gittiği zaman geceye. "Dönüp geldiği zaman geceye." (Müddessir,74/33) "Bunda akıl sahibi için bir yemin var (değil) mi?"
Bu eşyaya yeminde akıl sahibi için ikna edici bir yemin var mı? Sanki şöyle demiştir: Bu, akıllıllar için büyük bir yemindir. Kimin aklı varsa, Allah'ın yemin ettiği bu eşyada Onun birliğine ve kudretine delil olduğunu anlar. Yeminin cevabı mahzufolan "elbette azap olunacaksınız ey kâfirler!"
"Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?" Bilmedin mi ey Mu-hammed! Ad eski bir Arap kabilesidir. Ad b. Ivad b. İrem b. Sam b. Nuh (a.s.)'un çocuklarıdır. Hud (a.s.)'un kavmidirler. Babalarının adı ile anıldılar. Haşim oğullarının anıldığı gibi. Ad, İrem olarak lakaplandırılmıştır.
İrem, Ad kavmine muzaf takdiri ile atf-ı beyandır. Yani, İrem'in torunları. İrem, birinci Ad'dır."Yüksek sütunlar" Yüksek binalar sahibi, büyük çadırların sakinleri. Bu zenginlik ve genişlikten kinayedir. Evleri, Arap yarımadasının güneyinde Umman ve Hadramevt arasındaki Ahkafta kumlukta idi. Güç ve kuvvet bakımından "şehirler içinde onların benzeri yaratılmamıştı."
Semud da eski Arap kabilelerindendir. Katir b. İrem b. Şam'ın çocuklarıdır. Şam ve Hicaz arasında Hicr'de yaşıyorlardı. Salih (a.s.)'in kavmidir. "Kayaları oyan" kayaları kesip oyarak ev yaptılar. "Ve kazıklar sahibi Fira-vun'a" Musa (a.s.) zamanında Mısır yöneticisi. Yere kazık gibi çakılmış büyük binaların sahibi.
"Azgınlık
etmişlerdi "Âd, Semud ve Firavun ülkelerde zulmettiler, zulümde haddi
aştılar. Ve öldürme, işkence ve çirkinlikle "oralarda bozgunculuğu
artırmışlardı. Rabbin gözetlemektedir." Onların karşılığını vermek için,
hiçbir şey kaçırmadan kulların amellerini gözetlemektedir.
[6]
"Andolsun fecre, on geceye." Allah'tan fecre yemin olsun. Yani, ışığın çıktığı, nurun parladığı sabaha. Çünkü, hergün karanlığın geceden sıyrıldığı ve ona bağlı olarak uyanma, yer yüzüne dağılarak menfaatlerin elde edilmesi ve maslahatların sağlanması, insan ve hayvanların rızık arama hazırlığı başlar. Bu yemin şu ayetlerdeki yemin gibidir: "Nefeslendiği dem sabaha yemin olsun." (Tekvir, 81/18), "Ağardığı dem sabaha yemin olsun." (Müddessir, 74/34) Yemin, sabah namazmadır da denmiştir.
Ve Zilhiccenin faziletli on gecesine yemin olsun. Sahih-i Buhari'de İbni Abbas'tan merfu olarak şöyle rivayet edilmiştir: "Hiçbir gün yoktur ki, salih amel Allah'a bu günlerden (Zilhiccenin on günü) daha sevgili olsun." Allah yolunda cihad da mı dediler? Buyurdu ki: "Allah yolunda cihad bile. Ancak bir adam nefsi ve malı ile çıkmış sonra da hiç dönmemiş ise o müstesna."
"Çifte ve teke" bütün eşyadan çifte ve teke. Bu geceler de ondandır. Yani, kuşattığı çift ve teke. Şu görüşler de ileri sürülmüştür: Çift kurban bayramı günüdür. Çünkü onuncu gündür. Tek Arefe günüdür. Çünkü dokuzuncu gündür. Veya çift Mina'dan dönüşte acele etmenin caiz olduğu birinci ve ikinci teşrik günleridir. Tek, üçüncü gündür.
"Yürüyüp gittiği zaman geceye" Geceye yemin olsun, gelip yayıldığı sonra da gidip dağıldığı zaman. Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Dönüp geldiği zaman geceye." (Müddessir, 74/33), "Karanlığa yöneldiği zaman geceye." (Tekvir, 81/17). Sabahın çıkmasında büyük hayır olduğu gibi, karanlığın girmesinde de fayda vardır. Nefisler rahatlar, çalışma yorgunluğuna karşı dinlenir. Gitmesinde de fayda vardır; vücudun dinlenmesi ile gündüz yapılan iş, zorluk ve yorgunluğa karşı enerji biriktirilmiş olur.
"Bunda akıl sahibi için bir yemin var (değil) mi?" Bu eşyaya yemin edilmesi her akıl ve düşünce sahibi için inandırıcı bir yemin değil midir? Akıl ve düşünce sahibi olan, Allah Tealâ'nın yemin etmiş olduğu bu eşyanın yemin edilmeye lâyık şeyler olduğunu bilir.
Sonra Allah Tealâ örnek ve ibret için geçmiş ümmetlerin bazı kıssalarını zikrederek buyurdu ki:
"Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mı? Yüksek sütunlar sahibi İrem'e. Şehirler içinde onun benzeri yaratılmamıştı." Ey muhatap olan insan! Allah önceki Ad kavmini nasıl helak etti? Onlar, Ad b. Havs b. İrem b. Sam b. Nuh (a.s.)'un çocukları olup. İrem lâkabı ile de anılmışlardır. İrem ilk Âd'ın diğer adıdır. Allah Tealâ şöyle buyurdu: "Hakikat şu: Evvelki Ad kavmini o helak etti." (Necm, 53/50). Onlardan sonrakilere diğer Âd denir. Yerleri, Umman ve Hadramevt arasındaki kumluk bölge olan diyarı Ahkaftır. Peygamberleri ise, Hud (a.s.)'dur.
Uzun boylu idiler. Kuvvetli, yapılı vücutları ve zamanlarının en sertleri, en ezicileri idiler. Hiçbir yerde onların şehirleri gibi yüksek direkli, muhkem yapılı bir şehir görülmemiştir. Doğrusu uzunluk, şiddet ve kuvvette o kabile gibisi görülmemiştir: "Düşünün ki O, sizi Nuh kavminden sonra hükümdarlar yaptı, size yaratılışta onlardan ziyade boy pos verdi. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa erdirilesiniz." (A'raf, 7/69), " Ad kavmine gelince, onlar yerde haksız yere büyüklük tasladılar ve " Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş?" dediler. Onlar kendilerini yaratıp durmakta olan Allah'ı -ki, O, bunlardan pek çok kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi?" (Fussilet,41/15).
Surenin başında başlanılan yeminin cevabı zikredilmemiştir. Takdiri şöyledir: Ey ehli Mekke ve emsali diğer kâfirler! Elbette azap edileceksiniz. Cevaba işaret eden de bu ayet ve devamıdır: "Rabbinin Ad kavmine ne yaptığını görmedin mi?"
"Onun benzeri" ifadesindeki zamir, doğru olan görüşe göre, kabileye dönmektedir. Yani, şehirler arasında onların zamanında Âd kavmi gibi bir kavim yaratılmadı. Zamir, İbni Zeyd'in dediği gibi yüksekliğinden dolayı direkleri işaret etmemektedir. Eğer gaye o olsa idi o zaman: Şehirlerde benzeri yapılmamış olan, derdi. Fakat: "Şehirler içinde onun benzeri yaratılmamıştı" buyurmuştur.[7]
"Vadilerde kayaları oyan Semud'a" Semud kabilesi, Salih (a.s.)'in kayaları kesip yontan, yerleşecekleri evleri, sarayları ve büyük yapılan taşlarla yapan kavmi. Bunlar Şam ile Hicaz arasında Hicr"de veya Vadi'l-Kura'da yaşardı. Ayette şöyle buyuruldu: "Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz." (Şuara, 26/149), "Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı." (Hicr. 15/82).
"Ve kazıklar sahibi Firavun'a." Musa (a.s.) zamanında Mısır'ın yöneticileri olup büyük binalara sahiplerdi. Firavunların kendilerine kabir olarak yaptıkları ve yapımı esnasında halklarını kullandıkları ehramlar da o yapılar arasındadır. Kazıkların ordu, askerler, kalabalıklar ve krallığım pekiştirdiği birlikleri olduğu da söylenmiştir.
"Ki onlar ülkelerde azgınlık etmişlerdi. Böylece oralarda bozgunculuğu artırmışlardı." Ad, Semud ve Firavun... Ülkelerinde zulüm ve despotlukta haddi aşanlar, azgınlık edip şımaranlar, güçlerine aklananlar... Oralarda küfür, masiyet ve kullara zulümle fesadı çoğalttılar.
"Bu yüzden Rabbin de onların üzerlerine azap kamçısı yağdırdı." Allah Tealâ o milletlere bir çeşit şiddetli azap indirdi. Kendilerine gelen cezayı, cezalarda kullanılan kırbacın acısına benzetti. Hakka suresinde de onlara gelen cezanın çeşidini zikretti. (5-10. ayetler).
Sonra Allah Tealâ azabın sebebi olan suçu zikretti:
"Şüphesiz Rabbin gözetlemektedir." Allah her insanın amelini gözetir, O'ndan hiçbir şey kaçmaz. Sonunda onu cezalandırır; hayır ise hayır, şer ise şer. Az veya çok, küçük veya büyük hiçbir şeyi ihmal etmez.
Kur'an-ı Kerim'in muhtelif yerlerinde bu kıssaların tekrar edilmesindeki maksat hatırlatma, öğüt ve onlardan ibret alınmasıdır. Ya Allah Te-alâ'nın kudretine istidlal ederek veya kullara kahrını açıklayarak ya da uyarıp korkutarak. Bilsinler ki, bir şahsa veya kavme gelenler arasında benzerlikler olmaktadır. [8]
Ayetler şu meselelere işaret etmektedir:
1- Kâfirlerin azabı kesindir. Allah Tealâ fecre (sabaha veya sabah namazına), Zilhicce'nin on gecesine, bütün eşyanın çiftine ve tekine yemin etmiştir. Zira varlık bu ikisi dışında kalmaz. Şu ayetteki gibi anlaşılır: "Neler görüyor neler görmüyorsanız andederim ki." (Hâkkâ, 69/38-39). Bastığı zaman geceye: "Dönüp geldiği zaman geceye" (Müddessir, 74/33) Murad gecenin bütünüdür. Allah Tealâ kâfirlere mutlaka azap edileceği konusunda bu eşya üzerine yemin etmiştir.
Allah Tealâ'nın bu eşyaya yemini onların şerefini, onlardaki dinî ve dünyevî faydaları haber verir. Tevhide açık deliller olmaları veya şükre teşviki gerektirmesi gibi.[9] Kurtubi şöyle dedi: Allah Tealâ ilmi için isimlerine ve sıfatlarına yemin edebilir. Kudreti için de fiillerine yemin edebilir: "Erkeği ve dişiyi yaratana." (Leyi, 92/3). Harika sanatı için de yarattıklarına yemin edebilir: "Andolsun güneşe ve onun aydınlığına." (Şems, 91/1), "Göğe ve onu bina edene." (Şems, 91/5), "Andolsun o göğe ve Tarık'a" (Târik, 86/1).[10]
2- Allah Tealâ "Bunda akıl sahibi için bir yemin var (değil) mi?" ayeti ile yemin ettiği şeyleri ve üzerine yemin edilenleri tekid etmiştir. Bilakis bunda akıl ve düşünce sahibi için yetecek şey vardır. Soru ile anlatılmak istenen, şerefleri ve durumlarının büyüklüğü nedeni ile zikredilenlerin, yemin edilen şeyin durumuna uygun olduğunun takriridir. Buradaki yemin edilen şey ise kâfirlerin azaba uğratılmasıdır. Güçlü bir belge zikredip de zikrettiğimde bir hüccet var mı, diyen birisi gibi. Böylece daha güçlü belge olmayacağının bilinmesi sağlanmış olur. Bazıları buradan hareketle şöyle dediler: Bu, eşyanın Rabbi olan Allah Tealâ'nın bunlara yemin ederek yeminde en ileri noktayı murat ettiğine delildir.
3- Allah Tealâ ibret olması ve Peygamber (s.a.)'i teselli etmek için kısaca üç ayrı topluluğun kıssasını zikretmiştir. Çünkü onlar kuvvet, şiddet ve zulümde simge idiler. Bu topluluklar şunlardır:
Ad veya İrem: Yüksek binalar kuran kesim yaşadığı dönemin en iri yapılı ve güçlü insanlarından oluşuyordu.
Salih (a.s.)'in kavmi Semud: Kayayı yarıp oymak suretiyle Vadi'1-Ku-ra'da büyük evler yaparlardı. Müfessirler dediler ki: Dağları ve mermerleri ilk defa oyup şekillendiren Semud'dur. Hepsi taştan olmak üzere yüzlerce şehir kurdular.
Mısır hakimi Firavun: Kazıklar yani, yüksek dev yapılar sahibi veya kalabalık askerler ya da insanları kazığa vuran.
4- Bu üç grup, Ad, Semud ve Firavun zulüm ve düşmanlıkta haddi aştıkları için Allah onları şiddetli bir ceza ile cezalandırdı. Onlara azap kamçısını indirdi, yani onların üzerlerine acı bir azap yağdırdı. Çünkü ceza amelin cinsindendir.
Buradan anlaşılıyor ki, dünya azabı ahiret azabına nispetle, kırbacın ölüme nispetle durumu gibidir. Ardından da ahiret azabına veya dünya azabı ile beraber ahiret azabına şu sözü ile işaret etti: " Şüphesiz Rabbin gözetlemektedir." Yani mühlet verir ama, ihmal etmez. Cezalandırıncaya kadar her insanın amelini gözetler. [11]
15- Ancak insana gelince; Rabbi ne zaman onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa ve nimet verse, "Rab-bim bana ikramda bulundu." der.
16- Ama ne z»man onu imtihan ederek rızkmı daraltsa, "Rabbim beni hor kıldı." der.
17~ Hayır. Aksine siz yetime ikram- da bulunmuyorsunuz.
18-Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz.
19- Mirası hak gözetmeksizin habi-re yiyorsunuz.
20- Malı da pek çok seviyorsunuz.
"Ancak insana gelince; Rabbi ne zaman onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa ve nimet verse, "Rabbim bana ikramda bulundu" der." cümlesi ile, "Ama ne zaman onu imtihan ederek rızkını daraltsa, "Rabbim beni hor kıldı" der." cümlesi arasında mukabele vardır. "İkram" ile "hor kılma"arasında ve "rızkın genişletilmesi" ile "daraltılması" arasında mukabele vardır.
"Hayır. Aksine siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz." cümlesinde, kınama ve azarlamada ziyadelik için gaib sigasından muhatap sigasına geçiş (iltifat) vardır. Aslında cümlenin "ikramda bulunmuyorlar", şeklinde olması beklenirdi. [12]
"Ancak insana gelince" ifadesi "şüphesiz Rabbin gözetlemektedir" sözü ile bağlantılıdır. Beyzavi diyor ki: Adeta şöyle denmiştir: O, ahirette gözetlemekte ve sadece onun için çalışılmasını istemektedir. İnsanı ise sadece dünya ve lezzetleri ilgilendirmektedir. "Rabbi ne zaman onu" zenginlik ve genişlikle "imtihan edip "kendisine" makam ve mal ile "ikramda bulunsa ve nimet verse, "Rabbim bana ikramda bulundu." der." Verdiği ile beni üstün tuttu, beni saygın yaptı der ve nimetler içinde yüzer.
"Ama ne zaman onu" fakirlik ve darlıkla "imtihan ederek rızkını daraltsa, "Rabbim beni hor kıldı." der." Beni zelil etti, ihanete uğrattı, der. Bu onun bakış yetersizliği ve kötü düşünmesindendir. Zira, darlık iki dünya saadetine götürebilir. Bol nimet de, dünya sevgisine sürükleyebilir.
Bu nedenle, insanı bu iki sözünden ötürü "Hayır" sözü ile kınayarak, ikramın zenginlikle ve ihanetin de fakirlikle olmadığını, taat veya masiyet-le olduğunu, ama kâfirlerin buna dikkat etmediğini haber veriyor. "İkramda bulunmuyorsunuz" Onlar zengin oldukları halde, yetimlere iyi davranmıyorlar. "Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz." Ne kendilerini ne de başkalarını yoksulu yedirmeye teşvik etmiyorlar. "Mirası hak gözetmeksizin habire yiyorsunuz." Helâl haram demeden yiyorsunuz. Çünkü, kadınları ve çocukları mirasçı yapmıyorlar, hisselerini yiyorlardı. [13]
Allah Tealâ ademoğullarının amellerini gözetlemekte olduğunu, onları murakebe edip karşılıklarını vereceğini beyan ettikten sonra, insanın ahi-ret işi ile az ilgilenmesi ve dünyevi geçimi ile ilgilenmede aşın gitmesini kınamıştır. Âdeta şöyle denmiştir: Allah insanları ahirete teşvik ediyor. İnsanı ise dünya, onun lezzetleri ve şehvetlerinden başkası ilgilendirmiyor. Rahat ederse Rabbim bana ikram etti, beni yükseltti, sıkıntıya düşerse Rabbim beni hor kıldı, küçük düşürdü, der.
İnsanı bu yanlış tutumundan dolayı uyardıktan sonra insanları, yetersizlikleri ve münkeratı işlemeleri nedeni ile de uyarmış ve ondan daha kötü bir duruma dikkat çekmiştir. O da Allah'ın kendilerine ihsan edilen maldaki hakkını eda etmemeleridir. Yetimlere ve düşkünlere iyilikte bulunmaz, kadınların ve çocukların haklarını vermeden mirası kapışırlar ve aşırı bir hırsla mal biriktirmeye koyulurlar. [14]
"Ancak insana gelince; Rabbi ne zaman onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa ve nimet verse, "Rabbim bana ikramda bulundu." der." İnsan, Rabbi onu nimetlerle sınayıp imtihan ettiği ve mal ikram edip rızıkını bollaştırdığında Rabbim bana ikramda bulundu, beni üstün tuttu, beni seçti, beni yükseltti ve beni kötü sondan kurtardı şeklindeki düşüncesinde hatalıdır. O, elde ettiğine sevinip verilenle mutlu olurken, bunun keramet olduğuna inanıp Allah'a şükretmeden ve Rabbinden bir imtihan olduğunu idrak etmeden yapar bunu.
İnsan ile kastedilen insan cinsidir, sadece kâfir değildir. Müslümanlar arasında da böyleleri vardır.[15]
Allah Tealâ insanın, rızkını genişletip o rızıkla onu sınadığında, bunun Allah'ın ona ikramı olduğuna inanmasını kınamaktadır. Çünkü gerçek böyle değildir. O, kendisi için sınama ve imtihandır. "Onlar kendilerine verdiğimiz mal ve evlât ile bizim hayırlarına acele ettiğimizi mi sanıyorlar? Hayır onlar farkına varmıyorlar." (Müminun, 23/55-56).
Ayetin bir benzeri de kâfirlerin vasıflarını anlatan şu ayetlerdir: "Onlar dünya hayatından (yalnız) bir dış (taraflı bilirler. Ahiretten ise onlar gafillerin ta kendileridir." (Rûm, 30/7), "İnsanlardan kimi de Allah'a yalnız bir taraftan ibadet eder (yani şüphe ve tereddüt içinde). Eğer kendisine bir hayır dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner." (Hac, 22/11).
Kısacası zenginlik, servet, mevki ve otorite Allah'ın kuldan razı olduğunun delili değildir. Zira bunların Allah katında değeri yoktur.
Ardından başka bir yönü, fakirlik ve rızkı kısmanın da Allah'ın kula gazabına delil olmadığını zikretti:
"Ama ne zaman onu imtihan ederek rızkını daraltsa, "Rabbim beni hor kıldı." der." Onu fakirlik ve kıtlık ile imtihan edip sınadığı, rızkını daraltıp, bollaştırmadığı zaman Rabbim beni hor kılıp zelil etti, der. Bu da bir hatadır. Bunun bir horlama ve küçük düşürme olduğuna inanması doğru olamaz.
İnsan iki durumda da hatalıdır. Çünkü, gördüğümüz kâfirlerin zenginliği ve fasıkların asilerin serveti ile de anlaşılacağı gibi rızkın bolluğu, kulun onu haketmişliğini göstermez. Ve yine gördüğümüz bazı peygamberlerin ve değerli müminlerin, salihlerin ve alimlerin yaşadığı fakirliğin gösterdiği gibi, rızkın darlığı da haketmemişliğine delil değildir.
Allah katında iyiliğe lâyık olan, ahiret ameline muvaffak olan itaatkâr mümindir. Allah katında horlanma ve zelil olma da, taata ve cennet ehlinin ameline muvaffak olamayan asi içindir. Ne dünyâ rahatlığı iyilik ve üstünlüktür, ne de darlığı hor ve zelil olmadır. Zenginlik, zenginin şükrünü denemedir. Fakirlik de, onun sabrını sınamadır.
Allah Tealâ insanı şu sözü ile azarlamaktadır:
"Hayır. Aksine siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz. Yoksula yemek vermeye teşvik etmiyorsunuz." Şu iki durumda söyledikleri için insana yazıklar olsun. Durum onun dediği gibi değildir. Zira Allah malı, sevdiğine de sevmediğine de verir. Sevdiğine ve sevmediğine darlık da verir. Her iki durumda da mesele Allah'a kulluğun etrafında dönmektedir: Zengin ise nimeti için Allah'a şükreder. Fakir ise sabreder.
Kötü söz için kınadıktan sonra, öncekinden daha beter olan kötü fiiller için de kınamıştır. O da, onlara çok malla ikramda bulunup da, onların Allah'ın o maldaki hakkını vermemeleridir. Ey durumları iyi olan zenginler! Sizler yetime ikramda bulunmuyor ona iyilik yapmıyorsunuz. Kendinizi ve başkasını miskinlere yedirmeye teşvik etmiyorsunuz. Birbirinizi fakirlerle ilgilenmeye yöneltmiyorsunuz.
"Aksine siz yetime ikramda bulunmuyorsunuz." Abdullah b. Müba-rek'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmuştur: "Müslümanlar içinde en iyi ev, kendisine iyilik yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar arasında en kötü ev de, kendisine kötülük yapılan bir yetimin bulunduğu evdir. -Sonra iki parmağını kaldırıp şöyle buyurdu:-Ben ve yetime bakan, cennette böyleyiz." Ebu Davud, Sehl b. Said'den Rasu-lullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Ben ve yetime bakan cennette bu ikisi gibiyiz." Bu esnada, orta ve baş parmağının yanındaki parmağını birleştirdi. Mukatil dedi ki: Kudame b. Mazun, Ümeyye b. Halefin yanında yetim idi. Hakkını vermiyordu. Bu ayet indi.
Yetime ikramda bulunmamak, ona iyiliği terketmek ve mirastaki hakkını vermemektir.
"Mirası hak gözetmeksizin habire yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz." Siz mirası çokça yiyorsunuz. Helâl veya haram nereden gelirse gelsin yiyorsunuz. Malı da çok aşırı bir şekilde seviyorsunuz.
Kısacası dünyayı ahirete tercih ediyorsunuz. Allah ise, ahiret için çalışmanızı, dünya sevgisi ve lezzetlerinde aşırılığı ve ileri gitmeyi terketme-nizi istiyor. [16]
Ayetlerden şu hükümler çıkmaktadır:
1- İnsan, zenginlik ve fakirlik durumları ile alakalı düşüncesinde yanılgı içindedir. Zenginlik ve rızık bolluğu, ikrama, üstünlük ve seçilmişliğe delil olmadığı gibi, fakirlik de hor kılınmaya ve zelilliğe delil değildir.
Allah katında değerli olma veya hakir olma dünyadaki nasibin çokluğu veya azlığı ile değildir. O'nun katında değerlilik, Allah'ın kuluna, ahiret nasibine götüren itaati ve başarıyı lütfetmesidir. Eğer dünyada da ona geniş nzık verirse ona da hamdedip şükreder.
Allah kulundan, sadece taat ve ahiret akibeti için çalışmasını istiyor. İnsan ise bunu istemiyor. Onu sadece, acil dünya menfaati ve orada tattığı, yaşadığı şeyler ilgilendiriyor.
2- Allah Tealâ önceki ifadeyi, insanın yanlış anlamasını red ve o düşüncesinden dolayı kınayıp azarlamak için "Hayır" sözü ile tekid etmiştir. Mesele zannedildiği gibi olmayıp, zenginlik fazilet, fakirlik de hor kılınmak değildir. Hem zenginlik hem de fakirlik, Allah'ın kazası ve takdiridir. Kula ise, fakirlik için de zenginlik için de Allah azze ve celle'ye hamdetmek düşer. Hadiste şöyle rivayet edildi: "Allah azze ve celle buyuruyor ki: Asla! Ben ikram ettiğime dünya çokluğu ile ikram etmem. Hor kıldığımı da azlığı ile hor kılmam. Taatimle ikram ettiğime ikram etmişimdir. Bana isyanla hor kıldığımı da hor kılmışımdır."[17]
3- Allah Tealâ insanların yapageldikleri şeylerden de sözetmiştir. Yetime iyiliği terketmeleri, onu mirasından mahrum bırakmaları, malını büyüyüp de ellerinden alacaklar diye israf edip yemeleri, fakirlere yedirmeyi çok görmeleri, yetimlerin, kadınların ve çocukların mallarını baştan sona yiyip tüketmeleri, malı aşırı bir şekilde sevmeleri., gibi. Müşrikler kadınlara ve çocuklara miras vermiyorlardı. Onların mirasını kendi mirasları ile beraber, haklarını da kendi haklan ile beraber yiyorlardı. Malı helâl haram ayırımı yapmadan topluyorlardı.
İşte, dünyada şimdi yaygın olan da budur. Hatta müslümanlar arasında bile. [18]
21- Hayır! Yer çarpılıp parça parça dağıtıldığı zaman,
22- Melekler sıra sıra dizilip
Rab-bin(in emri) geldiği zaman,
23- O gün cehennem de getirilmiştir.
İşte o gün insan düşünüp hatırlar. Ama hatırlamaktan ona ne (fayda) var!
24- Der ki: "Ah keşke! (Bu) hayatım için önceden bir şeyler
göndermiş olsaydım!"
25- Artık o gün O'nun azabı gibi hiç kimse azap edemez.
27- Ey huzura kavuşmuş can!
28- Razı olmuş ve kendisinden
razı olunmuş bir halde Rabbine dön.
29- Haydi gir kullarımın arasına.
30- Gir cennetime.
"Haydi gir kullarımın arasına." cümlesinde Allah Tealâ'ya
yapılan izafet kul için bir onurlandırmadır.[19]
"Hayır!" Yukarıda zikredilen kötü fiillere tepkidir.
"Yer çarpılıp parça parça dağıtıldığı zaman" Üzerindeki bütün yapılar
yıkılıp yok oluncaya kadar sallandığı zaman. Ardarda birbirine çarpılır da,
dağlar ve tepeler toz duman olur, yer dümdüz olur. Buradaki dağıtılma, yüksek
bir şeyin yıkılıp düzlenmesidir. Bu cümledeki şartın cevabı ise "Artık o
gün O'nun azabı gibi hiç kimse azap edemez." cümlesidir.
"Melekler" mertebelerine göre pek çok saf halinde "sıra
sıra dizilip Rab-bin(in emri) geldiği," kudretinin ve kahrının alametleri
belirdiği "zaman." "O gün cehennem de" gayb olmaktan
çıkarılıp "getirilmiştir." "İşte o gün insan" masiyetlerini
"düşünüp hatırlar." Veya öğüt alır. Çünkü çirkinliğini bilmektedir.
Yaptığına pişman olur. "Ama hatırlamaktan ona ne (fayda) var!" Vakit
geçmiştir, artık hiçbir yararı yoktur. Bu, nefy manasında bir sorudur. Yani o
hatırlama ona fayda vermez. Bu cümle ahirette tevbenin kabul edilmediğine dair
delildir. "Der ki: "Ah keşke! (Bu) hayatım için önceden bir şeyler
göndermiş olsaydım!" Keşke, dünya hayatında iken bu hayatım için hayır ve
iman hazırlamış olsa idim.
"Artık o gün O'nun azabı gibi hiç kimse azap edemez. O'nun
vuracağı bağı kimse vuramaz." Allah'ın azabını ve bağını kıyamet günü
O'ndan başkası yapamaz. Emrin tümü O'ndadır. O'nun azabı gibi kimse azap
edemez, O'nun bağı gibi bağ vuramaz. Bağ zincir ve kelepçelerle bağlamaktır.
"Ey huzura kavuşmuş can!" Bu cümle ona ölüm anında söylenir.
Ey hak ile sabit, kesin inanan, emniyette olan, Allah'ı zikir ile mutmain olmuş
mümin. Sevaba "Razı olmuş ve kendisinden" Allah katında ameli ile
"razı olunmuş" iki özelliği de toplamış "bir halde" sevap,
ikram ve iradesi, emri için "Rabbine dön." "Haydi gir kullarımın
arasına" İkram edilmiş salih kullarımın zümresine katıl ve onlarla beraber
"cennetimegir."
[20]
İbni Ebi Hatim, Büreyde'den "Ey huzura kavuşmuş can!"
ayetinin (27. ayet) Hamza hakkında indiğine dair bir rivayette bulunmuştur.
İbni Abbas'tan da şöyle rivayet etti: Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu:
"Rume kuyusunu, tatlı su içirmek için kim satın alır? Allah onu mağfiret
etsin." Osman satın aldı. Buyurdu ki: "Bunu insanların su ihtiyacına
verebilir misin?" Evet deyince Allah Tealâ Osman hakkında bu ayeti
indirdi "Ey huzura kavuşmuş can!"
[21]
Allah Tealâ insanların zenginlik ve fakirlik hakkındaki düşüncelerini
ve dünyaya hırsla bağlanma, onu ahirete tercih etme, yardımı terketme, helâl
haram ayırımı yapmadan mal toplama şeklindeki kötü işlerini reddedip,
pişmanlığın artık fayda vermediği zamanda pişman olacaklarını beyan etti:
"Der ki: "Ah keşke! (Bu) hayatım için önceden bir şeyler göndermiş
olsaydım!" Ahiret amel yeri değil, karşılık alma yeridir. Bunun peşinden
de, Allah'a kullukta eksiklik yapanın kıyamet günündeki hasretini zikretti:
"İşte o gün insan düşünüp hatırlar. Ama hatırlamaktan ona ne (fayda)
var!"
Dünyaya düşkün insanın halini beyandan sonra Allah Tealâ ona tenezzül
etmeyen ihlâslı, tabii hali ile kemâl mertebelerine yükselen müminin halini
zikretti. Onun karşılığı Allah Tealâ'ya yakın olan salihlerle beraber
cennetlere girmektir.
[22]
"Hayır. Yer çarpılıp parça parça dağıtıldığı zaman" sizin bu
söz ve davranışlarınıza yazıklar olsun. Dünyaya hırsınız, onun peşine düşmeniz,
helâl haram ayırmadan her fırsatı değerlendirip mal toplamanız, hesap ve ceza
yokmuş gibi davranmanız uygun değildir.
Kıyamet günü ve onda meydana gelecek korkutucu olaylar gelecek ve orada
üç durum ortaya çıkacaktır: Yer parça parça dağıtılacak. Yani parçalanıp
ezilecek. Ard arda sallanacak, hareketlenecek. Dağlar savrulacak, yeryüzü
dümdüz olacak insanlar kabirlerinden kalkacaklardır. Ayetin ifadesinde, dağlar
toz duman oluncaya kadar sarsıntının devam edeceğine işaret vardır.
"Melekler sıra sıra dizilip Rabbindn emri) geldiği zaman"
Allah Tealâ kulları arasında hüküm vermek, ceza ve hesap ile ilgili emirlerini
ve ahkâmını vermek için maniyeti bilinemeyen bir şekilde gelecek, kudretinin
ayetleri ve kahrının eseri görülecektir. Melekler de saf saf dizilecekler. Bu
da o günün ikinci özelliğidir.
"O gün cehennem de getirilmiştir." Önce gizlenmiş ve görünmez
iken o gün bakanlara gösterilecektir. "O alevli ateş görecek kimseye
apaçık gösterildiği zaman." (Naziat, 79/36), "Cehennem de azgınlara
açılıp gösterilmiştir." (Şuara, 26/91). Bu da, o günün özelliklerinin
üçüncüsüdür.
"İşte o gün insan düşünüp hatırlar. Ama hatırlamaktan ona ne
(fayda) var! Der ki: Ah keşke! (Bu) hayatım için önceden bir şeyler göndermiş
olsaydım!" O gün insan, dünyada önceden gönderdiği, küfür ve masiyetlere,
yaptığı kötü işlere pişman olur ama, pişmanlık ona nasıl fayda versin ki? Yani
fayda vermez. Vakit geçmiştir. Ölüm gelmeden önce hakkı düşünse idi, hatırlama
ona fayda verecekti. O zaman, hatırlamasını açıklamak için der ki: Keşke, daimi
ve baki olan ahiret hayatım için hayır ve amel-i salih hazırlasa idim. Ateş
ehli için de cennet ehli için de artık hayat odur. Bu ayetin manasını
"dünya hayatımda" şeklinde de anlamak mümkündür.
Razi dedi ki: Burada, Allah Tealâ'ya tevbeyi kabul etmenin aklen vacip
olmadığına delil vardır. Gerçekte ise, ayet bu konuyla ilgili değildir. Çünkü,
tevbenin ahirette kabul edilmemesi, ye's halinde iman gibi, teklif yeri olan
dünyada da kabul edilmeyeceğini göstermez.
"Artık o gün O'nun azabı gibi hiç kimse azap edemez. O'nun
vuracağı bağı kimse vuramaz." Bu, "Yer çarpılıp parça parça
dağıtıldığı zaman" cümlesindeki şartın cevabıdır. Yani o gün, Allah'ın
azabı gibi kimse azap edemez. Allah'ın bağlaması gibi de kâfiri zincire ve
kelepçeye kimse vuramaz.
Burada salih amele ve imana teşvik, küfür ve isyandan da korkutma
vardır.
Bunun ardından, dünyadaki arzu, lezzet ve şehvetlerinden sıyrılan
insanın durumu ve iyilerin müjdelerini zikretti: "Ey huzura kavuşmuş can!
Razı olmuş ve kendisinden razı olunmuş bir halde Rabbine dön. Haydi gir
kullarımın arasına. Gir cennetime." Allah, zatı ile veya bir meleğin dilinden
müminlere şöyle der: Ey akidesinin doğruluğuna şüphe bulaştırmamış, iman, hak
ve Allah'ı tevhidde kesin imana ulaşmış nefis! Allah'ın kaza ve kaderine razı
oldun. Dinin emirlerine bağlı kaldın. Ve kıyamet günü, Allah'ın zikri ile
mutmain, inancında sebatkâr bir şekilde emniyetli, korkmadan bir mümin olarak
geliyorsun. Rabbinin sana vermiş olduğu sevabına, sana bağışladığı ikram
göreceğin yere dön; dünyada yaptığına karşılık bu sevaptan ve Allah'ın hakkında
verdiği hükmünden memnun olarak. Allah katında da memnun olunmuş olarak:
"Allah bunlardan razı olmuştur. Bunlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır."
(Beyyine, 98/8). Bu ise, kâmil insanların sıfatıdır.
Salih kullar zümresine gir, onlarla beraber ol, onlarla beraber cennetime
gir. İşte bu, daha ötesi olmayan bir lütuftur. Allah bizi onlardan kılsın.
Açık mana bu hükmün umumiliğidir. Çünkü itibar, bu ayetin iniş sebebinin
hususiliğine değil, lafzın umumiliğinedir.
[23]
Ayetler şu hususlara işaret etmektedir:
1- Allah Tealâ insanları,
dünyaya bağlandıklarından dolayı kınamış ve uyarmıştır. Böyle yapan, yerin
savrulacağı ve pişmanlığın artık fayda etmeyeceği gün pişman olacaktır.
2- Allah Tealâ kıyamet gününü
üç özellikle vasıflandırmıştır:
a) Yerin dağıtılması: Şiddetle
sarsılıp ardarda, defalarca sallanması.
b) Allah'ın emri, kazası ve
büyük ayetlerinin gelmesi, meleklerin saf saf olmaları. Şu ayette de bu
zikredilmiştir: "Onlar Allah'ın buluttan gölgeler içinde meleklerle
birlikte kendilerine gelivermelerine ve işlerinin bitirili-vermesine mi
bakıyorlar? Halbuki işler Allah'a döndürülür." (Bakara, 2/210).
c) Gizli kaldıktan sonra
cehennemin insanlar için ortaya çıkarılıp, gösterilmesi.
3- Kıyamet günü kâfir ibret
alacak ve tevbe edecek. Ahiretin hesabına dünyaya hırsla sarılmasından da ders
çıkaracak. Ama, tevbe artık fayda vermeyecek. Pişmanlık ve esef içinde şöyle
diyecek: Keşke dünyada, şu ölümü olmayan ahiret hayatım için salih amel
hazırlasa idim.
4-
Allah'ın azabı gibi kimse
azap edemez. Zincirlerle ve kelepçelerle Allah'ın bağlaması gibi kimse
bağlayamaz. Bu ifade, hesap ve cezada mutlak otoritenin Allah'a ait olduğunu,
O'nun kabzası ve otoritesinden kimsenin çıkamıyacağını ifade etmektedir.
5- İman, salih amel ve Allah'ın vaadine korku ve endişe olmadan iman ederek huzura kavuşan kişiye de şöyle denir: Rabbinin rızası ve cennetine dön, Allah'ın sana verdiği nimetlerinden razı olarak, yaptığın amellerinle Allah katında razı olunmuş olarak. Müfessirlerin belirttiğine göre bu hitap, ölüm anında veya ölüme hazırlık esnasındadır. Sözün tamamı şöyledir: Allah'ın salih kullan zümresine katıl. Bana yakın kullarımın, iyilerin yurdu olan cennetime gir. [24]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/489.
[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/489.
[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/489-490.
[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/490.
[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/491.
[6] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/491-492.
[7] İbni Kesir, IV/507.
[8] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/492-494.
[9] Razi, XXXI/161.
[10] Kurtubi, XX/41.
[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/494-495.
[12] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/496.
[13] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/496-497.
[14] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/497.
[15] el-Bahru'l-Muhit, VIII/470.
[16] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/497-499.
[17] Kurtubi, XX/52.
[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/499-500.
[19] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/501.
[20] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/501-502.
[21] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/502.
[22] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/502.
[23] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/503-504.
[24] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları:
15/504-505.