Sûrede Anlatılan (Seçmiş Toplumların Hikayeleri
Kur'an'daki Sırası :
89
Nüzul Sırası : 10
Ayet Sayını : 30
İndiği Donem : Mekke
Sûrede
Ad, Semud ve Firavrı
(toplumları) gibi geçmiş toplumlardan haddi aşanlar ve şımarmışların başına
gelen Allah'ın azabı hatırlatılmış, ve onlar gibi olanlar uyarılmış, (aşırı) ma!-mülk sevgisi ve bunda boğulmak bu uğurda azgınlık ve
zulme meyletmek, yetime ve miskine yardım/iyilik etmemek kınanmış; rızk elde
etmedeki kolaylık ve zorluğun ikram veya ihmal etme şeklinde Allah'tan
kaynaklandığı zannı çürütülmüştür. Haddi aşanların kıyamet günü varacakları yeri
ve onların İç çekmeleri tasvir edilmiş, huzura eren [mutmain) nefislere sahip mü'minler övülmüş ve Allah'ın rızası ve cenneti İle müjdelenmişîir. Sûrenin üslubu (konulan) ortaya koymak ve
yöneltmek yönünden umumidir ki, bu husus sûrenin nüzul itibarîyle erken dönemde
indiğini göstermektedir. Sûrenin bölümleri ve ayetleriinsi-camlıdır
ki, bu ise sûrenin topluca bir defada veya peşpeşe
nazil olduğunu ispatlamaktadır. [1]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Andolsun fecre,
2- On geceye
'[2],
4- Gitmekte
olan[5]
geceye.
5- Bunda akıl sahibi'[6]' için
bir yemin vardır, değil mi?
6- Görmedin
mi Rabbin ne yaptı Ad'e[7],
8- Ki, ülkeler arasında onun eşi yaratılmamıştı.
9- Vadide
kayaları oyan'[10]' Semud'e'[11]'?
10- Ve
kazıklar sahibi'[12]' Firavun'a.
11- Bunlar üİkeierinde
azmışlardı.
12- Oralarda
çok kötülük yapmışlardı.
13- Bu yüzden Rabbin onların üzerine azab kırbacını'[13]
çarptı.
14- Elbette
Rabbin gözetlemektedir'[14]'.
İlk dört ayetle fecre
ve sabaha kadar süren geceye, kutsal sayılan on günlere, çift ve tek oi an a yemin edilmiştir. Yeminin cevabı, "muhakkak
Rabbin gözetlemektedir" cüm-lcsindedir.
Zira Allah daha önce belirtilen benzerlerine yaptığı gibi inkarcı azgıncıları
da gözetlemekte olduğuna yemin etmektedir. Veya yeminin cevabı "insanların
işittikleri uyan, kuşku götürmeyen bir gerçektir" veya "azgınları
gözetlemekte olan Allah benzerlerine yaptığı gibi onlara da azap edecek ve
yaptıklarının hesabını görecektir" anlamında mahfzûftuî[15].
Beşinci ayet ve
Allah'ın inkarcı azgınlara gözetlemekle olduğu hakkında yemin etmesi, Allah'ın
daha önceki toplumlara ne yaptığı konusunda akıl ve basiret sahipleri için ikna
edici ilahi/rabbani bir vurgulamadır.
"Bunda akıl
sahipleri için bir yemin vardır, değil mi" cümlesinden "Allah'ın inkarcıları
azgınları gözetlemekte olduğu herhangi bir yemin ve tekide ihtiyaç duyulmayacak
derecede açık bir husustur; çünkü Allah'ın daiıa
önceki benzerlerine yaptığı bunun delili ve şahididir" şeklinde bir anlam
da kastedilmiş olabilir.
Sonraki
ayetlerdeki soru üslubu gösteriyor ki, Ad. Semûd ve Firavn hakkındaki haberler, onların izleri, bunların
başlarına gelen ilahi azap Kur'an'ın (ilk)
dinleyicilerinin bilmedikleri bir husus değildi. Ayrıca bu kavimlerin,
hatırlatma, uyan ve öğüt amacıyla zikredildiği de görülmektedir. Böylece
yeminin cevabı ve bunun içeriğinde yer alan uyan burada çok uygun düşmüştür.
Bunlar Kur'an kıssalarının gözettiği hedeflerdendir. Bu
kelime üc piramitler veya piramitlerin bir bölümü
kastedilmiş olabilir. Çünkü kelime Firavun'ıın sahip olduğu bir Özellik olarak gelmiştir. [16]
Müzzemmil sûresinde Firavun'a kısaca işaret edilmiştir ki,
bunun hikmeti açıktır. Dinleyici bilmediği şeylerden daha fazla, kısmen bildiği
şeylerden etkilenir. Firavunun İsrailoğuilan ve Musa
ile hikayesi (mücadelesi) Tevrat'ın bölümlerinden Hurüc
(çıkış} sifrinde ayrıntılı bir şekilde yer almıştır.
Arapların, kendi aralarında yaşayan ve bu tev-rat bölümleri ellerinde mevcut olan Ehli Kitap kanalıyla
bunlardan birçok sevi öğrenmiş olmaları gerekir.
Biz (sûrede geçen)
"evtâd" kelimesinin Mısır piramitleri
olduğu görüşünü doğru bulmaktayız. Çünkü bu kelime Firavun'un anlatılması
esnasında geçmiştir. Saffal süresindeki bazı
ayetlerin de gösterdiği gibi Araplar Kuzey Ürdün ve Filistin yoluyla Mısır'a
uğrarlardı ki, bu ayetler ITicazhlann Eriha'hın çukur böigcsi'ndcki EJut'ıın iki beldesi olan Sadom
ve Gomorc'yi Allah'ın yerle bir ettiğinin izlerini
gördüklerini bclİrlmck-tedir.
Ayetler şunlardır:
"Lut da gönderilen elçilerdendi. O'nn
ve ailesini kurlardık. Ancak kalacaklar arasında bulunan ihtiyar bir kadın
hariç. Sonra ötekileri helak ettik. Siz onların Yanlarından geçip gidiyorsunuz, sabahleyin ve geceleyin. Düşünmüyor
musunuz'.'" (S affa i 371133-138)
Rivayetler, müslüman olmadan önce Amr b. el-As'm Mısır'ı ziyaret edenlerden biri olduğunu
belirtmektedir[17]. Görülen o ki.
piramitler, onların korkunç (derecede) büyüklüğü ve dağlara benzemeleri
ziyaretçilerin bahsetikleri bir durumdu.
Ad ve Semûd kıssalarına gelince, bunlar Tevrat'ta geçmemiştir. Ve sadece eski Arap kıssalarıdır. Ayetlerin
üslûbu Kur'an'] ilk dinleyenlerin bunlar hakkında
bilgisiz olmadıklarını ve bu kıssaların kendilerine nesilden nesile aktarılmış olduğunu göstermekledir. Ankebut sûresinde, Kur'an'i (ilk)
dinleyenlerden bazılarının Ad ve Scmud toplumlarının
yurtlarını ziyaret ettikleri buraların yıkıntı ve harabelerini gördükleri,
peygamberleri olan Hud ve Salih (a)'i
yalanlamalarından ölürü Yüce Allah'ın azabı olarak (ıraların yerle bir edildiğini
duyduklarına delil olabilecek bir ayet vardır. Aycl
şudur; "Ad ve Se-mudıı
da (helak ettik). Bu oturdukları yerlerden size belli olmakladır. Şeytan onlara
yaptıkları işleri süsleyip onları yoldan çıkardı. Oysa bakıp ibret
alabilirlerdi." {Ankebut 29138)
Ad yurdu, bugün Hadramcvt beldeleri diye bilinen Yemen'in, Scmud yurdu ise Şanı beldeleri yolu üzerinde olan ve bu gün
"Meda'yin-i Salih" beldeleri diye bilinen
Arap yarımadasının kuzeyinde yer almakladır.
Hieazh ticaret kervanları, Ycmcn'c
yaptıkları kıs yolculuklarında Hadramcvi beldelerine
vardıkları gibi; Şam ve Mısır beldelerine giderken de "Meda'yin-i
Salih"e uğrarlardı.
Firavun, Semud ve Ad kıssaları Kalem Sûresinde açıkladığımız üzere;
yeri ve konusu geldiğinde; tenzilin hikmetine uygun olarak bazen genişçe ba/cn kısa bir biçimde Kıır'an'da birçok kez tekrar edilmiştir.
Burada, Firavun, Semud, Ad ve bunlardan başkalarının anlatıldığı her yerde
(ayet) ayetlerin gözettiği hedef hatırlatma ve öğüt verme olduğundan; onların
anlatımında çok tuhaf şeyler söyleyen ve nakil içinde boğulan müfessirlcrin bir çoğunun daldığı teferruattan kaçındık[18]
Çünkü bu Kur'an'ın hedefinin çerçevesine
girmemektedir. Bunun yanında şunu da söylüyoruz. Müfessirlcrin
Peygamber {ş/in zamanı ile bağlantılı birtakım rivayetlere dayanarak
aktardıkları şeyicr; bunların doğruluk veya
yanlışlıklarına bakmaksızın, kissalardaki sözlerin
Peygamber'in çevresi ve asrında yaygın olduğunu ispatlamakta, bu bölge ve asır
bu dönem halkının sözkonusu kıssalardan bir çoğunu
bildikleri görüşünü desteklemektedir.
Şu an konumuz olan
ayetlerde onlar hakkında bazı açıklamalar varsa, bunlardan da görüldüğü gibi sözkonusu açıklamalar onların sahip oldukları güç ve
ihtişama dikkat çekmek, onların azıp barbarlaştıklarmda,
Allah'a engel olamadıkları, Allah'ın onların üzerine azabını boşalttığı ve
onları cezalandırdığını anlatmak, kendisine karşı barbar, azgın ve şımarıkça
bir yol tutan herkese Allah'ın gücünün yettiğini ispatlamak tarzındadır.
Açıkça görüldüğü gibi bütün bunlar Kur'an kıssalarının
gözettiği hedeflerle bağlantılıdır.
Ayetler yalanlayıcı ve
inkarcıların belirli bir tavrı hakkında herhangi bir işaret içermemektedir. Bu
yüzden ayetlerin uyarma, hatırlatma, Allah'a karşı azgınlık, fesad ve şımarıklıktan sakındırma ve umumi çağrı tarzında
olduğunu söylemek doğru olmakladır. Açıkça görüldüğü gibi burada çok önemli ve
süreklilik arzeden bir durum vardır. [19]
15- Fakat İnsan öyledir; Rabbi ne zaman kendisini
sınayıp'[20] ona ikramda bulunur, ona
nimet verirse; "Rabbim bana ikram etti"'[21]' der.
16- Ama Rabbi onu sınayıp rızkını daraltırsa'[22]"Rabbim
beni alçalttı"[23]'
der.
17- Hayır,
doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.
18- Yoksula
yedirmeğe teşvik etmiyorsunuz[24]'.
19- Mirası'[25]'
hırsla'[26]'
yutuyorsunuz.
20- Malı da
pek çok[27]
seviyorsunuz.
15-16. ayetler
hakkında şunları söyleyebiliriz:
1- Zenginlik
ve fakirlik, rahat ve meşakkat durumları hakkında insanların düşünce ve
yaklaşımlarına ait bir tablo sunulmuştur. Birincisinde kişi, Allah'ın kendisini
gözeterek değer/kadrini yüceltmek ve şanına özen-ihtimam göstererek, kendisini
sevindirdiğini zannetmekte, ikincisinde ise insanların nazarında kadrini
düşürmek ve zayıf bırakmak için kendisini seçtiğini zannetmektedir,
2- Her iki
durumun da insanların zannettiği gibi olmadığı anlatılmış ve bu zan kesin bir
şekilde reddedilmiştir. Bu iş kolaylık ve zorluk, zenginlik ve fakirlik
durumlarında insanların Allah'a karşı tavırlarını ortaya çıkarmak için ilahi
bir imtihandır.
Müteakip dört ayette
(17-18-19-20) ,
1- Yetimleri
hakir gören ve onların haklarını gözetmeyenler,
2- Miskinler ve Özellikle hayatta kalmaları için
gerekli yiyeceğe muhtaç olanlara karşı cimri davrananlar ve bu konuda
birbirlerini teşvik etmeyenler,
3- Mal-mülke karşı açgözlülükleri son noktaya
varan ve bütün benliklerini kugatacak ve kendilerini
hak-batıl, helal-haranı ayırımı yapmaksızın servetleri (yemeyi, çarçur etmeyi)
mubah görmeye sevkedecek derecede mal-mülkü sevenler
seri biçimde azarlanmış/kınanmıştır.
İlk bakışta bu kısmın
daha önceki kısımdan ayrı olduğu görülmektedir. Ne vur ki iyice düşünüldüğünde
her ikisi arasında bir bağlantı olduğu görülecektir. Birinci holüm önceki bazı
toplum ve kralların (yöneticilerin) azgınlıkları, tuğyan ve yeryüzünde fesad çıkarmaları; Allah'ın da onları cezalandırması
hatırlatılmış; Allah'ın bunlar gibi olanları sürekli gözeniği
hakkında ilahi bir yemini ihtiva etmiştir.
Sonraki (ikinci)
bölümde ise, insanların ve tabi Kur'aıVı
dinleyenlerin zihinlerinde dolaşan; kolay ve zor anlarında taşıdıkları ve
içerisinde kibir, gurur ve Allah'a karşı edepsizlik oian
yanlış zanlar, yoksul ve zayıf kesimlere duyarsız kalmak, hayatın gerektirdiği
temel maddelerden ve Allah'ın bunlara verdiği nimetlerden onları mahrum bırakmak,
onları hakir görmek, şeklinde bunların sergiledikleri kıvır, insanların - ve Kur'an'ı ilk dinleyenlerin -benliklerini kaplayan, iç
dünyalarım kuşatan, elde etmek için özellikle de mirasta helal ve haram ayırımı
yapmamalarına sevkedecek derecede mat- mülke duydukları
şiddetli sevgi açıklanmıştır. Takip veya tefsir için olan "Fe" harfi ile ikinci bölüm başlamıştır. Allah daha
iyi bilir ki, Allah'ın insanları gözetmekte olduğuna yemin etmesi onların
hatalı zanlan gunır-kibirlcri, Allah'a karşı edepsizlikleri. O'na karsı şükretmemeleri
yetimi hor görmeleri, temel hayati maddelerden miskinleri mahrum bırakmaları,
elde etmek için helal haram ayırımı yapmamaya kendilerini sevkedecek
derecede mal sevgisine dalmaları gibi bu bölümün anlattığı insanları kapsaması
amaçlanmıştır.
Her ne kadar
(ayetlerde geçen) "insan" kelimesi genel bir (mutlak) ifade ise de;
yetime ikram etmeme, miskinleri doyurmaya leşvik
etmeme, şiddetli mal sevgisi, tamahkar bir biçimde miras/serveti yemek çarçur
etmek ile ilgili olarak hitap genci olarak RuVan'ı
dinleyenlere (de) yöneiiktir. Görülen o ki kınamaya
konu edilenler bu hatalı zanlan besleyenler ve bu
çirkin fiilleri işleyenlerdir.
Son dört ayet hikmetli
bir üslupla gelmiştir. Çünkü bu ayetlerden Önce geçen iki ayet genişlik ve
darlık, kolaylık ve zoriuk anlarında bunun ilahi bir
imtihan olduğunu anlatmakla birlikle insanların düşüncelerinin yanlışlıklarmı ortaya koymakta, diğer dön avcı ise onların
dikkatlerini düştükleri başka hatalara çekmekte ve onları hu yönden kınamaktadır.
Bazı müfessİrier buradaki ayetlerin veya birinci bölümdekilerin Kıırcyş liderlerinden biri olan Umcyye
b. Halef hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir. Bununla birlikle bu
ayetler daha önce geçenler gibi umumi ve mutlaktır ve diğer ayetlerle kuvvetli
bir uyum içerisindedir. Müfcssirlcrin üstadı Taberi'nin (bu konudaki sözleri) sözkonusu
ayetlerin, mutlak bir biçimde yoldan sapan insanların zanlan
ve onların yaşam tarzlarına ilişkin genel bir açıklama olduğunu ifade
etmekledir.
Ayetlerde süreklilik arzeden çok değerli telkinler >cr
almıştır. Kişiye düşen nimet ve bolluğun kendisini şımartmaması ve sonuçta
kibirlenip gururlanarak ve Allah'ın kendisine özel şans tanıdığın! iddia
ederek haddini aşmamasıdır. Ayrıca kişinin başına herhangi bir sıkıntı ve
zorluk geldiği zaman bunun Allah'ın özel olarak takdir elliği bir intikam ve
zayıf dü.şürme olduğunu
kabul etmek sureliyle üzüntü ve ümitsizliğe düşmemesi gerekir. Çoğu kez servet
ve zenginlik içinde huzursuzluk ve yine çoğu kez fakirlik ye ihtiyaç durumunda
gönül huzuru, din ve ırz selameti olmakladır. İki kesime mensup insanların bu
.şekilde kendilerini ilahi bir imtihanın önünde olduklarını görmeleri; imkan
sahibi olanların Allah'a şükredip, Allah'a insanlara ve özellikle zayıflara ve
ihtiyaç sahiplerine yönelik görevlerini yapmaları, sıkıniı
içinde olanların da sabretmeleri \c sabırda devam etmeleri gerekir. Mal mülkün
düşünülecek en büyük unsur ve arzu edilecek en son nokta olarak kabul edilmesi;
onu elde etmek yolunda haddi asma azgınlık ve zulmü mubah görme, mal
sevgisinden ötürü ihtiyaç sahipleri ve zayılları
yardım, merhamet ve iyilikten mahrum bırakmak insanoğlunun ve öncelikle de müslümanın uzak durması ve kaçınması gerekli çirkin
huylardan olduğu ayetlerin lelkinicrindcndir. Yine.
zenginlik ve fakirliğin evrenin yasalarına insanların yetenek ve içinde
bulundukları sanlara tabi iki durum olduğu; yücclmek
veya düşürmek kasdıyla ilahi bir ayırım olduğunu
zannetmelerinin doğru olmadığı da ayetlerin vurguladığı hususlardır. [28]
Ayetlerde özel olarak
yetimlerin zikredilmesi dolayısıyla diyoruz ki; Kur'an
yelimin hakkını korumak, ona merhamet ve iyilik etmenin emredilip, onun malını
yemek, eziyet etmek ve onu aldatmanın yasaklandığı birçok ayeti ihtiva elmiştir. Çoğu kez yetim; gözeten veli ve şefkat edeni
olmayan zayıf birisi olduğu için. Kur'anın onu gözelmesi: (Kur'ani prensipler)
ve İslaıni çağrı içerisinde yer alan iyilik, hak ve
adalelin ruhu ile uygunluk arzetmektedir. Niiekim fakir ve muhtaçlara İyi davranılması onlara yardım
edilmesi ve doyurulmalarında da aynı durum sozkonusudur.
Aynı zamanda yetimler hakkında geçen ifadelerin çok olmasının nedeni İslam
Öncesinde yetimlerin ezilme, işkence ihmal ve mahrumiyete manız
kalmalarıdır. Kur'an'm bu tür haykırışları ve sürekli
teşviki, aldatma ve devam eden zulmü ortadan kaldırma hakkında olmuştur.
Yetimler özellikle kendilerine İntikal eden mirasları kaybetmekle, vâsi ve
veliler tarafından bunların yenilmesi ile karşı karşıya kalıyorlardı ki. şu
ayetler bu durumu göstermekledir;
"Öksüzlere
mallarını verin, temizi pis olanla değiştirmeyin, onların mallarını sizin
mallarınıza katarak yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır." (Nisa 412)
"Nikah çağına
varıncaya kadar öksüzleri deneyin, egef tınlarda bir
■aİgiinlıd. görürseniz, mallarını kendi/erine
verin. Büyüsün/er dîye alıkoyup israf ile ırz elden tınların mallarını yemeğe
kalkmayın. Zengin olan çekilsin: yoksul
olan da uygun şekilde yesin.
Onlara mallarını geri
verdiğiniz zamanda yanlarında .sahi! bulundurun. Hesapçı olarak Allah
yeter." (Nisa 4/6)
"Zulüm ile
öksüzlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş koymaktadırlar ve Çiİgın bir ateşe gireceklerdir." (Nisa 4/10)
Şu an konumuzu teşkil
eden ayetler içerisinde geçen "mirası topluca yemek" eyleminin
kınanması bununla alakalı olabilir. [29]
21- Hayır, yer birbiri ardınca sarsılıp[30]'
dümdüz edildiği zaman,
22- Melekler
sıra sıra dizili durumda Rabbin geldiği zaman,
23- Ve cehennem de getirildiği zaman, işte o gün
insan anlar, a-ma artık anlamanın kendisine ne yararı
var?
24- "Ah
keşke ben bu hayatım için gönderseydim!" eler.
25- O gün
O'nun yapacağı azabı kimse yapamaz [31]'.
26- Ve O'nun
vuracağı bağı kimse vuramaz!'[32]'
27- Ey huzura eren nefis!
28- Razı edici ve razı edilmiş olarak Rabbine dön.
29- Kullarım arasına gir!
30-
Cennetime cir!
Ayetlerde, kıyamet
günü olacaklar hakkında ser! ve engelleyici bir uyarı vardır. Öyle ki (o gün)
yeryüzü şiddetli bir biçimde sarsılacak/yerlebir
olacak, Allah ve etrafında saflar halinde melekler insanları muhasebe etmek
için duracaklar, hak edenlere cehennem hazırlanacak! O anda kötü günah
fiilleri işleyen insan (olayın vehametini) idrak
edecek ve dünya hayatında iken hayır ve amel-i salih
işlemiş olmayı temenni edecek. Fakat ne yazık ki bu hatırlayış ona bir yarar
sağlayamayacak, zira o arlık vaktini (imkanını) kaybetmiştir ve temenni etmesi
de onu hiçbir biçimde kurtarmayacaktır. O zaman azaba duçar olacak ve onu
bundan kurtaracak hiçbir şey, hiç bir emsal olmayacak; halkalarla bağlanacak
onun yerine hiç bir kimse bu biçimde bağlanmayacaktır.
Salih amel
işlediklerinden ötürü huzur içerisinde olan güzel nefs
salibi salih mü'-minlcrc
gelince; Rabbinin onlarda tamamen razı olduğu, yerlerinin salih
ve iyi kulların arası, varacakları yerin de cennet olduğu duyurulmuştur.
Bu ayetlerle önceki
ayetler arasında ilişki olduğu görülmektedir. Zira bu ayetlerin daha önceki
ayetlerde bazı örnekleri belirtilen kötü fiilleri işleyenlerin varacakları
yerin ne olduğunun açıklanması yönünden öncekilerin devamı olduğu bellidir.
Ayetlerin üslubu yine daha öncekiler gibi umumi, geniş çerçeveli ve mutlaktır.
Kafirlerin ve günah
işleyenlerin kıyamet günü varcakları korkunç yeri
gördüklerinde işlemiş oldukları fiillerden pişman olup sızlanmaları gibi
durumlarının anlatımı Kur'an'-da birçok kez tekrar
edilmiştir. Müddessir sûresinde de başka bir üslup
ile buna benzer bir tablo geçmiş ve ayrıca ahiret
günü hiçbir kimsenin bir başkasına faydasının olmayacağı hatırlatılmıştı.
Görülen o ki, üzerinde -imani-gaybi
bir gerçekliğin bulunmasıyla birlikte-bu üslup, sözkonusu
güruhun pişmanlık ve korkularını ortaya koymayı, fırsat kaçmadan önce onları
olumsuz hallerinden vazgeçmeye ve pişmanlığın fayda vermeyeceği andan önce
pişman olmaya yöneltmeyi hedeflemiştir.
Kıyamet günündeki
hesap ve ceza sahnesinde İnsanların Allah huzurunda durmalaru
bunun için O'nun gelişi, meleklerin O'nun etrafında saf saf
durmaları çeşitli şekillerde Kur'an'da tekrar
edilmiştir. Görülen o ki. üzerinde gaybi İmani bir gerçekliğin olmasıyla birlikte bu şekilde, ahiret günü meydana gelecek hesap verme sahnesinin önemi
hakkında Kur'an'ı dinleyenleri etkilemek
hedeflenmişti]*, Çünkü Allah "Gelmek-gitmek-otur-mak-kalkmak"
ve bunlar gibi yaratılanların fiil ve sıfatlarından münezzehtir. (Burada)
tenzilin hikmetinin olayı insanların zihninde canlandırmak (takrib)
ve temsil için bu üslûbu gerekli bulduğu görülmektedir. Çünkü insanlar dünya
hayatında suçluların muhakemesi ve cezalandırılmaları için mahkeme oturumları
düzenlemeye alışkındırlar.
Daha önce de
açıkladığımız üzere aynı durum, dinleyicilerin hafızalarında olayı canlandırmak,
örneklemek ve etkilemek için cennet ve cehennemin tasvir edilmesinde de sözkonusudur. Bu yüzden buradaki sahneler hakkında bazı müfessirierin yaptığı uzatmayı gerekli görmüyoruz. Zikrettiğimiz
bu hedefe ve onun için ahire! sahnelerinin dünyadaki vasıflarla nitelenmesine
değinmekle birlikte Kur'an'ın ve sahih sünnetin
koyduğu sınırda kalmayı gerekli buluyoruz.
Görüldüğü gibi son üç
ayet haddi aşan günahkar insanların ahirette
varacakları yere karşılık olarak salih kulların
varacakları yeri anlatmıştır ki, bu çoğu kez Kur'an
üslubunun izlediği bir durumdur. Bu ayetler nefsin huzur bulması, bu nefs sahibine; Allah katında nail olacağı ikram ve rıza
gibi durumlara işaret edilmesi şeklinde seslenilmcsi,
vurgu ve içeriği ile eşsiz bir güce sahiptir.
Zira önceki ve
özelikle 15-16. ayetlerin konusuyla da ilişkili olarak bu üç ayette tatmin,
rıza, yaşam şartlarının kolay veya zorluk bakımından değişmesi nedeniyle
çalkantıya düşmemek gibi ahlaki meziyetlere sahip olmak ve bunun kolaylık ve
zorluk durumlarında akıl sahibi insanın taşıması gerekli bir nitelik olduğunu
vurgulamaktadır. Bu ahlak güçlü bir yürek ve rıza gösteren bir nefs ile hayatın problemlerine karşı mücadele etmek ve
bunların zorluklanın yenmek için en kuvvetli teşvikçidir. Kime bu ahlaki meziyetler
verilmiş ise ona çok büyük bir hayır verilmiş ve bu kişi derinliklere işleyen sc\ indirici ilahi hitaba layık olmuştur demektir. Açıkça
görülüyor ki, ayetler bu ahlaki etkinin ancak nefsinde iman yerleşen, Allah'ın
büyüklüğü ve onun kuşatıcı gücünü hisseden, kendisini ve işlerin (akıbetini)
ona teslim eden; bununla birlikte durum ne olursa olsun Allah'a ve insanlara
yönelik görevlerini yerine getirmede yanhş yapmayan
kişide olabileceğini göstermektedir.
Söylediğimiz gibi (Fecr) sûresini ayetleri ve üslubu bizzat bazı şahıslarla
yapılan tartışma sahnelerini ihtiva etmemektedir. Ve sûre genel bir biçimde
uyan. yönlendirme ve eleştiri tarzındadır. Öyle ki, bu sûre hakkında da Fatiha,
A'la ve Leyi sûreleri için söylediklerimizin
aynısını söylemek doğru olmakladır. [33]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/147.
[2] Leyâli 'Aşr
Denildiğine göre bu Ramazan'ın .son on günü veya Muharrem'in ilk on günü ya da Zühicce'nin ilk on günüdür.
Bütün bu on günler İsiami geleneklerde kutsal bir
özellik taşımaktadır. Ayrıca bu on gün hakkında; her ayın iik
on günüdür zira ayın ilk başlangıcında hilal görünür, sonra büyümeye devam
eder. Aynı .şekilde lecr de nurdan bir ip gibi
görünür sonra genişler. Bumda fecr ve hilal arasında
bir uyum vardır denilmiştir.
[3] c.yŞcfu İki ayrı şeyden çiftleşrriiş her.şcy ve bunların
katlanması demektir. Söylenildiğine göre bu Kurban günüdür. Çünkü Zilbiccc'nin 10. gününe tesadüf etmektedir ki, o da
çifttir.
[4] el-vetru İkiye bölünmesi
mümkün olmayan her "tek" şey. Denildiğine göre bu Arafat günüdür.
Çünkü zilhiccenin 9. gününe rastlamaktadır ki, bu da tek sayıdır.
[5] Yesri Geçer, sana doğru,
arkasını döner, akar/cereyan eder.
[6] Zi Hicr
Akıl sahibi "Bunlarda akıl sahipleri için bir yemin var mı" cümlesi,
"takdim edilen yeminler akli olan için yeterli ve inandırıcı değil
midir?" anlamına gelmektedir.
[7] Ad Arap yarımadasının güney kısmında ikamet etmiş olan
eski Arap kabileleridir ki, aynı zamanda "Ahkâf"
diye isim verilmiştir. Bu isimlendirme Ad kavmine değinildiği bir yerde Ahkâf sûresinde yer almışlır. Ahkâf, kum tepelikleri demektir.
[8] Zatu'î-İmad
Direk, sütunlar sahibi demektir. Denildiğine göre bu, (sıfat) ya İrem şehrinin bir sıfatı, veya direkler üzerinde duran
çadırlar halinde olan Ad b. İrem kabilelerinin kaldıkları yerlerin bir
vasfıdır.
[9] İrem Ad kavminin oturduğu şehrin en eski alasının
adıdır.
[10] Câbû Kestiler kayayı
yonttular/oydular ve onlardan evler yapiı-lar, anlamına gelmektedir. Sefnûd
hakkında bu
durum diğer Kur'an pasajlarında da belirtilmiştir. Mesela:
"Dağlardan özenle evler yontuyorsunuz.l! (Şıı-ara
26/149)Bu ayet Senıud ve onlara gönderilen peygamber
Salih (s)'in kıssası içerisinde geçmiştir.
[11] Scthuâ Arap yarımadasının
kuzeybatı istikametinde ikamet etmekte olan eski Arap kabileleridir. Medine ve
Şam yolunda olan ve bu gün de "Mcdâin-
Salih" diye tanınan bölgedir.
[12] Zî'î-evtad
Dağlara benzeyen büyük yapıların sahibi demektir. Öyle ki Kur'an
"da dağlar "evtâd" diye vasfedilmişlİr. Nitekim Nehe sûresinde
şöyle Duyurulmuştur. "Arzı bir beşik ve dağları da birer kazık yapmadık
mı?" (Nebe 78/6-7). Bu kelime üc piramitler veya piramitlerin bir bölümü kastedilmiş
olabilir. Çünkü kelime Firavun'ıın sahip olduğu bir
Özellik olarak gelmiştir.
[13] Sevr Dayak atılan sopa (kırbaç) veya onun yerine geçen
başka bir alettir ki. burada mecaz olarak kullanılmıştır.
[14][14] Bi'î-mirsâd
Gözleme ve gözetleme yeridir. "Elbette Rabbin gözetlemektedir"
cümlesi "Allah kendilerini cezalandırmak için azgınları gözetlemektedir/'
anlamındadır Buradaki kelimelerin anlamları hk. bkz. Taberi. Zemahşeri,
Tabresi, İbn Kesir, Begavi ve Nişaburi Tefsirleri (Fecr) sûresi tefsiri..
[15] Bkz. et-Tabresi,
Mecmeu'I Beyan, Fecr Sûresi
Tefsiri. Mahzûf: Lafız olarak belirtilmemekle birlikte
anlam yönünden varolduğu takdir edilen cümle vs'dir.
(çevirenin notu)
[16] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/150.
[17] İbrahim Hasan, Amrb.
el-As'ın hayatı adlı kitabı.
[18] Meseia bkz.
Tabresi, Mecmau'l Beyan, ve
Tefsirul Hazin, sûrenin tefsiri.
[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/150-152.
[20] el-Ihtelâhu Onu denedi ve
sınadı, demektir.
[21] Ekramen Burada;
"kadrimi yüceltti, yükseltti ve bana özen gösterdi anlamındadır.
[22] Kadere aleyhi rhkahû O'nun
rızkını daralttı, anlamındadır,
[23] Ehânen Zararımı ve
zayıflığım) amaçlayarak benim kadrimi düşürdü demektir.
[24] Tehaddûne Bazınız bazınıza
teşvik ediyor, mânâsındadır.
[25] et-TurâsMiras, demektir.
[26] îemmen Tamamen. Burada kestedilen hak-batıl ayırımı yapılmaksızın mirasın
tamamının yenilmesidir.
[27] Cemmen Çok çok (olarak), anlamındadır.
[28] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/153-155.
[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/155-156.
[30] Dekken Dckka Bu kelime ile
kıyametin koptuğu gün yeryüzünün karşılaşacağı çöküş ve yıkılış şiddetinin
veya bu günün korkunçluğu ve yeryüzündeki etkisi vasfedilmiştir.
[31][31] Lâ yuaizibu azâbehû ahad Cümlenin O'nun
yerine başka hiç bir kimse azap çekemez anlamında olması muhtemel olduğu gibi.
yine azabının şiddetini anlatmak tarzında "Kimse O'nun azabı gibi azap cde-
mez" anlamına da gelebilir Bkz.
Ayetin tefsri hakkında Taberi,
Nişaburı. Alusi.. Bize göre
birinci görüş daha doğrudur. Çünkü azap, hak eden her insan için sözkonusu olur.
[32] Lâ yı'tsiku vesâkehu Ahad "Vesak" herhangi birşeyi
bağlamak için kullanılan halka ve İptir. Bu cümle biraz önce geçen iki ihtimali
de taşımaktadır. Aynı nedenden dolayı biz birinci görüşü tercih ediyoruz.
Birçok ayet azaba müstehak olanların kıyanıel günü halkalarla bağlanacağını belirtmiştir.
[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/157-158.