BELED SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2


BELED SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

½-  (Ey Rasulüm) Hayır! (Gerçek onların dediği gibi de­ğildir). Sen bu beldede ikamet ettiğin halde bu beldeye yemin ederim.

3 - Bir babaya ve meydana getirdiği çocuğa yemin ederim.

4- Biz insanı sıkıntı içinde  (zorluklan karşılayacak nite­likte) yaratmışız dır.

5- İnsan kendisine kimsenin asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?

6 - «Pek çok mal telef ettim» diyor.

7- Kendisini hiç kimse görmedi mi sanıyor?

8- Biz ona iki göz kılmadık mı?

9- Bir dil, iki dudak,

10- Onu iki apaçık yola iletmedik mi?

11- Fakat Akabe   (sarp yokuş) yi geçemedi.

12/13- (Ey Rasûlüm!) Akabe'nin ne olduğunu sen nere­den bilirsin? Akabe, bir köleyi  kurtarmaktır.

14/16- Veya açlık zamanında yakınlığı olan bir yetimi ve­ya sürünen yoksulu doyurmaktır.

17- Sonra iman edenlerden, birbirine  sabır ve sebatı tav­siye edenlerden ve merhamet tavsiyesinde bulunanlardan olmak­tır.

18- İşte bunlar Ashab-ı Yemin'dir.

19- Ayetlerimize küfredenler de o Ashab-ı meşimedirler.

20- Her yönden çevirilip kapatılmış bir ateş onların üze­rindedir. [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(1-7)   «(Ey Rasûlüm!) Hayır! (Gerçek onlann)...» Bu Ayetlerin Tefsiri Mekke Dönemi'nde nazil olmuştur. 20 ayettir.

Cumhur'a göre bu sure tamamen Mekkî'dir. Bazılarına gö­re ise tamamen Medenî'dir. Bazılarına göre dört ayet müstesna Medenî'dir. Baştaki dört ayet Mekkî'dir. .«Sen bu şehirde oturmak* tasın» ayeti bu iki tevile de manidir. İhtiras kuvvetli olduğundan dolayı Zemahşeri «Mekki oluşunda icma vardır» diye icma etmiş­tir, îleride, —eğer Allah izin verirse— birtakım haberleri naklede­ceğiz ki onlann zahirinden bu surenin başının fetihten sonra Mek­ke'de nazil olduğu anlaşılacaktır. Sure ittifakla 20 ayet, 82 kelime, 320 harften mürekkebdir.

Birinci ayetin başındaki «La» kelimesi zaiddir. Nitekim Kıya­met Suresi'nde de zaid olduğunu söyledik. (Ahfeş). Yani bu belde-ye yemin ederim! Cenab-ı Hak başka bir yerde de «Bu emin belde, ye yemin ederim» diye aynı beldeye (Mekke'ye) yemin etmiştir.

«La» harfi Kur'an'da bazı yerlerde zaid olarak gelmiştir. Ni­tekim Cenab-ı Hak Araf Suresi'nin 13. ayetinde şöyle buyuruyor: «Sana emrettiğim halde seni secde etmekten alıkoyan nedir?». «La»nm burada zaid olduğu hususu Sad Suresi'nin 75. ayetiyle de istidlal edilmiştir. Zira orada «La» yoktur. Yani Cenab-ı Hak «Sec­de etmekten seni alıkoyan nedir?» diyor. Kur'an'ın bir kısmı digerini tefsir ettiğine göre Sad Suresi'ndeki 75. ayet, Araf Suresi'n-deki 12. ayeti tefsir etmektedir. Orada da «La» zaiddir.

Abduh, Tekvir Suresi'nin 15. ayetinde «Fela üksimu» ibaresi hakkında şöyle diyor: «Bu, Arapların kasemdeki ibarelerinden bi­ridir. Bununla haberin tekidi kastedilmektedir. Sanki bu haber, açıklığında kaseme muhtaç değildir. Denilir ki: Kendisiyle yemin edilenin tazimi kastedildiği saman bu ibare getirilir. Sanki söyle­yen, ben bunu, kendisiyle yemin etmekle tazim etmem, çünkü had­di zatında büyüktür» demiş olmaktadır. Her halükârda bu kasem* dir.»         

Hasan, Â'meş ve İbn Kesir, «La uksimu» şeklinde okumuşlar­dır. Yani kesinlikle yemin ederim demek oluyor. Ahfeş, «Ela ük­simu» şeklinde okumuştur. Yani dikkat edilsin, bu beldeye yemin ederim!

Bazılarına göre burada olumsuzluk doğrudur. Ayetin mânâsı; «Sere bu beldede olmadıktan sonra bu beldeye yemin etmem» de­mektir.

İbn Ebi Nuceyh, bu tevili Mücahid'den de rivayet etmiştir. Demiştir ki: «La onlar üzerine reddir». Bu Îbri'ul-Arabi'nin de seç­tiği bir görüştür. Çünkü İbn*ul-Arabi; «Kim bu reddiyedir derse, onun sözü reddedilmez» demiştir. Zira burada mânâ sıhhatli olur. Hem lâfız hem de maksat- anlaşılır. Bu kelam hasrı inkâr edenin kelâmına bir reddiyedir. Kuşeyri, «La kelimesi bu surede zikre­dilen ve dünyaya aidattan insanın vehmettiğini reddetmek içindir» der. Yani insan, hiç kimsenin kendisini haşre gönderemeyeceğini sanmaktadır. Fakat durum hiç de böyle değildir.

Cenab-ı kak «La» ile bunu reddettikten sonra kaseme başlar. «Beled»den maksadın Mekke olduğunda müfessirlerin ittifak  vardır. Yani senin içinde bulunduğun Beldeyi Haram'a yemin ede­rim. Bunu da, katımdaki hürmetin ve sana olan sevgimden dolayı yaparım.

El-Vasıtî «Diri iken içinde oturtmak suretiyle şereflendirdiğim, ölü iken bereketlendirdiğim bu beldeye (Medine'ye) senin için ye­min ederim, demektir» diyor. Fakat birinci yorum daha sıhhatli­dir. Çünkü sure ittifakla Mekke'de nazil olmuştur.

«Ki sen içinde oturmaktasın» ibaresinden maksat gelecekte oturacaksın demektir. Tıpkı Cenab-ı Haklan Zümer (ayet: 31) Su-resi'nde buyurduğu gibi: «Doğrusu sen mutlaka öleceksin, onlar da kesinlikle öleceklerdir».

Bunun benzeri Arapça'da, hele Allah'ın kelâmında çoktur. Zi­ra müstakbeldeki zaman, Allah katında şimdiki zaman gibidir. Bu­nun istikbal için olduğuna, halihazırla onu tefsir etmenin muhal olması delili kâfidir. Ayrıca surenin kesinlikle Mekke fethinden önce Mekke'de nazil olması da bir başka delildir.

Mansur, Mücahid'den şöyle rivayet ediyor: «Ente hillun» ifa­desinin mânâsı, sen bu beldede ne yaparsan sana helâl kılınmıştır, demektir. İbn Abbas da böyle söylemiştir. Zira Rasûl-ü Ekrem fetih günü Mekke'ye girerken dilediğini öldürmek ona helal kılın­mıştı. Rasûl-ü Ekrem bunun üzerine İbn Hatal ile Nukyes bin Su-babe ve birkaç kişiyi öldürdü. îbn Hatal Kabe'nin örtüsüne asıl­dığı halde Basûlullah'ın emriyle Ebu Benzet'ul-Eslemî onu öldür­dü. Rasûlullah'tan sonra orada hiç kimse için herhangi bir kimse­nin öldürülmesi helâl değildir.

Süddi'nin rivayetine göre «Seninle savaşan bir kimseyi orada öldürmekten ötürü sen helâl üzeresin demektir». İbn Abbas'tan Ebu Salih'in rivayet ettiğine göre Mekke'de her istediğini öldür­mek, günün bir saatinde Rasûlullah'a helâl kılındı. Sonra bu kapı kapatıldı ve Kıyamet'e kadar artık haram edildi. Bu da Mekke Fethi günündeydi. Sabit olmuştur ki Râsûl-ü Ekrem {(Allah gök­leri ve yeri yarattığı günde Mekke'yi haram kıldı. Mekke Kıyamet kopuncaya kadar haram, olarak kalacaktır. Ne benden önce ne de benden sonra hiç kimse için helâl olmayacaktır. Bana da ancak günün bir saati helâl kilindi)} buyurmuştur.

Bazıları «Ente Hillun» ibaresinin mânâsı, «sen orada mukim olduğun halde demektir» derken, bazıları da «Sera orada iyilik yap-ttğm halde, ben senden razı olduğum halde demektir» demiştir. Katade, «Sera orada günahkâr değilsin demektir» der. Bazıları da «Bu Hz. Peygamberdin Allah tarafından Övülmesidir» demişlerdir. Yani sen bu beldede sana irtikâb edilmesi haram kılınanı irtikâb etmezsin.^ Çünkü bu beytin hakkını sen bilirsin. Allah'ı inkâr eden müşrikler gibi burada suç işlemezsin. Yani hürmetini bildiğin ve içinde mukim olduğun ve dolayısıyla şereflendirdiğin, içinde ha­ram olanları işlemediğin şu muazzam beyt sana helâl kılınmıştır.

Şurahbil bin Sa'd, «Sen bu beldede helâlsin demektir» diyor. Yani müşrikler Mekke'de av avlamayı, ağaç kesmeyi haram sayar­lar. Bununla beraber seni buradan çıkartmayı ve seni Öldürmeyi helâl görürler!

Valid (Baba) ile ondan meydana gelen çocukdan maksat, Mü-cahid, Katade, Dahhak, Hasan ve Ebu Salih'e göre Hz. Adem ve zürriyetidir. Allah onlara yemin etmiştir; çünkü onlar Cenab-ı Hak'kın yeryüzünde yaratmış olduğu mahlûkların hepsinden en fazla Allah'ın hoşuna gidenlerdir. Çünkü onlarda açıklama ve nu­tuk kabiliyeti var, akıl var, peygamberler, Allah'a çağıranlar var!

Bazıları da «Valid Adem'dir, Vema Veled de onun salih zürri­yetidir. Salih olmayan zürriyet ise sanki hayvanlardır}) demiştir.

Hz. ibrahim'in bütün zürriyeti de, sadece müslümanlar da kastedilmiş olabilir.

Bazıları «Burada her valid ve çocuğu kastedilmiştir» demişler­dir.

Maverdi, «Valid'in peygamber olması muhtemeldir. Çünkü daima onun bahsi geçmektedir. Doğurduğundan maksat da onun ümmetidir» diyor. Zira Rasûl-ti Ekrem ümmete hitaben «Ben siz­ler için ancak baba mesabesindeyim, size öğretiyorum, sisi eğli­yorum» buyurmuştur. Böylece Cenab-ı Hak, Beled'e yemin ettik­ten sonra peygamber ve ümmetine de yemin etmiş oluyor. Bu, Ra-sulullah'ın şerefini artırmak içindir.

«Andolsun zorluklar içinde olduğu halde, biz insanı yarattık» cümlesi hakkında şunlar söylenilmiştir: Bu cümle kasemin ceva­bıdır. Cenab-ı Hak mahlûklarından dilediğine onu tazim etmek için yemin edebilir. «İnşamdan, maksat Adem'dir. «Kebed» şiddet ve yorgunluk demektir.

Hasan Basri, «İnsan dünyanın şiddetlerini, ahiretin dehşetle, rini yaşar olduğu halde onu yarattık. Zenginlik üzerine şükrün zahmetlerini, fakirlik üzerine sabrın zahmetlerini çeker olduğu halde onu yarattık» demiştir. Cenab-ı Hak insanoğlunâan daha fazla sıkıntı çekecek hiçbir mahlûk yaratmamıştır. Bununla bera­ber insan mahlûkatın en zayıfıdır.

Alimler, «İnsanın ilk çektiği sıkıntı göbeğinin kesilmesidir. Sonra çaputlara sarılır ve bağlanır. Burada darlık ve yorgunluk sıkıntısı çeker. Sonra emme sıkıntısı çeker. Eğer emmezse ölür. Sonra dişleri çıkarken sıkıntı çeker. Dilin kıpırdamasında, sonra sütten kesilirken, sonra sünnet edilirken sıkıntı çeker. Sonra öğ­retmen ile korkunun sıkıntısını çeker. Eğiten ile siyasetinin sıkın­tısını çeker. Sonra evlenme hususundaki aceleciliğinin sıkıntısını çeker. Sonra çocukları yetiştirmek sıkıntısı, sonra hizmetin, sonra asker olmanın sıkıntısı, sonra ev sıkıntısı, sonra ev bina etmek sıkıntısı, sonra ihtiyarlık sıkıntısı, sonra dizlerin ve ellerin zayıf'

aması sıkıntısı... Hulasa insanoğlu sayısı çok olan sıkıntılar içi  deyken yaratılmıştır. Onun başına gelen musibetler çok uzundur.

Meselâ baş ağrısı, diş ağrısı, göz ağrısı, borç üzüntüsü, kulak ağ-

nsı, insan mal ve nefsinde de sıkıntılar çeker. Vurulmak, hapsedilmek, gibi. İnsanın üzerinde hiçbir gün geçmez ki orada insan bir şiddet yaşamasın. Bütün bunlardan sonra ölüm sıkıntısı gelir.

Sonra meleğin kabirdeki suali, sonra kabrin sıkması, sonra kabrin karanlığı, sonra haşr, sonra Allah'a arzedilmek. Ta ki ya cennette veya cehennemde yer alıncaya kadar. Eğer bu durum inşa- nm elinde olsaydı bu kadar sıkıntılara girmezdi. Fakat Cenab-ı Hak onu bu şekilde yaratmıştır. Bu delâlet eder ki insanın tedbirini gören bir yaradanı vardır. Yaradan o halleri insanlara gerekli kılmıştır. Öyleyse   insanoğlu   Rabbinin   emrini   yerine   getirmelidir.» derler.

îbn Zeyd'e göre «İnsandan maksat Hz. Adem'dir, kebed'den maksat göktür.» Yani insanı göğün ortasında yarattı!

Kelbi, «Bu ayet Beni Cumah Kabilesi'nden ve adı Ebu'l-Eş-şedeyn olan bir kişi hakkında nazil olmuştur. Bu adam ükâz de­risinden bir parça alır, ayaklarının altına koyar. Kim beni bu deri­den kaydırırsa ona şu kadar mal vardır, derdi. On kişi deriyi çe­ker, deri paramparça olduğu halde onun ayakları yerinden oyna­mazdı. Bu adam Rasûlullah'ın düşmanlarındandı. Kuvvetine mağ­rur olduğu için onun hakkında şu ayet indi: «İnsan hiç kimsenin ona güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?»

İbn Abbas: «Kebed'den maksat şediddir» diyor. Yani insan şedid olarak yaratılmıştır. İbn Abbas'ın kendisi de Kureyş'in en şedidlerinden yani kuvvetlilerindendi.

Bazıları «Kebed'den maksat kalbi cesaretli demektir» derken, îbn Ata «Karanlık ve cehalettir» demiştir. Tirmizi, «Esas vazife­sini bırakıp da malayani ile meşgul olmak demektir» demiştir.

Ebu Hüreyre'den gelen hadis şöyledir: Kıyamet Günü'nde kul durdurulur. Ona: «Sana rnık olarak verdiğim malda nasıl amel ettin?» denir. O da: «Onu senin yolunda infak ettim, zekâtım ver­dim» ıder. Ona: «Sanki sen bunu halkın en cömerdidir desinler diye yapmışsın. Sana dünyada en cömerttir dediler» buyurulur. Sonra ateşe götürülmesi emredilir.

Said, Katade'den rivayet ediyor: «Sen, malı nereden derledin? diye mal hususunda sorguya çekileceksin. Onu nerede infak ettin?»

Mukatil, «Bu ayet EUHaris bin Amr bin Nevfel hakkında nazil olmuştur, O günah işlemişdi, RasûUü Ekrem'den fetva istedi. Ra. sûUü Ekrem de keffaret vermesini emretti. O, «Muhammed'in di­nine girdiğimden bu yana malım hep kefaretler ve nafakalar ver­mek suretiyle gitU» demiştir.

(8-20)   «Biz ona iki göz kılmadık mı?..» Bu Ayetlerin Tefsiri

«Necdeyn»den maksat iki yoldur: Hayr ve şer yollan... Yani gönderdiğimiz peygamberler vasıtasıyla insanoğluna hayr yolunu da şer yolunu da açıkladık. «Necd» yüksekte olan yol demektir, (tbn Abbas, İbn Mesud)

tkrime'den rivayet edildiğine göre «necdeyn»den maksat an­nenin iki memesidir. Çünkü onlar gocuğun hayatı ve rızkı hususun­da iki yol gibidirler. «Necd», bölgesi yüksek olduğundan dolayı bu ismi almıştır.

«îktehamesden maksat nefsini düşünmeksizin onu herhangi bir yere atmak demektir. Yani o niçin malını, boyunları (köleleri) kurtarmak ve açlara yedirmek için sarfetmedi ki onunla Akabe'yi geçebilsin ve bu, kendisi için Muhammed'in düşmanlarına sar-fetmekten daha hayırlı olsun!

Akabe'ye dalmak ibaresi bir darbı meseldir. Yani Rabbinin taatinde, O'na iman etmek hususunda malını infak etmekte ne­den büyük işlere tahammül etmedi? «Akabe'ye dalmadı» cümlesini dua üzerine bina edersek uygun bir tefsir olur. Yani malını şu şu hususlarda sarfetmeyen bir kimse ne kurtulabilir, ne de sağlam kalır.

İbn Ömer, «Akabe cehennemde bir dağdır» demiştir. Hasan ve Katade, «Akabe ateşte şiddetli bir tepedir, hemen köprünün ya­nındadır. İnsanlar Allah'a taatla oraya varırlar» demiştir.

Mücahid, Dahhak ve Kelbi, «Bu cehennem üzerinde kurulacak köprüdür. Kılıç keskinliğindedir. Üçbin senelik bir yolculuktur, Çıktşı-inişi ve düz gidişi biner sene tutar. Müminin burayı geçmesi ikindi namazı ile yatsı namazı arasındaki müddet içindedir» der­lerken, bazıları da bu müddetin farz namazı kılacak kadar oldu-ğunu söylemişlerdir.

Bazıları «Akabe ateşin ta kendisidir» demişlerdir.

Ebu Röca, Hasan'dan şöyle rivayet ediyor: «Bir köle azad eden her müslüman için bu hareket ateşten fidye olur».

Abdullah bin Ömer, «Bir köleyi azad edenin, Allah o kölenin her azasına karşılık azalarını azad eder. Yani ateşte yakmaz» de­miştir.

Sahihi Müslim'de Ebu Hüreyre, Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor: «Bir köle azad eden bir insanın uzuvlarım o kölenin her uzvuna karşı Allah ateşten azad eder. Hatta tenasül uzvuna karşı onun tenasül uzvunu ateşten azad eder».

Tirmizi'de Ebu Umame'den gelen bir hadis şöyledir: «Hangi müslüman bir müslüman kişiyi azad ederse o azad etmek azad eden için cehennemden kurtulmak olur. Azad edilen müslümanın her azasına karşılık Cenab-ı Hak azad edenin azalarını ateşten kurtarır. Hangi müslüman kadın, bir müslüman kadını azad eder. se onun bu hareketi onu ateşten kurtarıcı olur. Azad edilenin her azasına karşı azad edenin azaları ateşten kurtulur». Tirmizi'ye göre hadis hasen, sahih, garibtir.

«Akabenin (sarp yokuşun) ne olduğunu sen nereden bilecek­sin?», yani Akabe'ye dalmanın ne olduğunu sen nereden bilecek­sin? Bu sual dinin emrine yapışmanın talimi içindir. Hitap Rasûl-ü Ekrem'edir. Çünkü Cenab-ı Hak insanlara Akabe'ye dalışı bildir­mek için ona hitap etmiştir.

«Rakabe'yi (kölenin boynunu) açmak» ifadesinden maksat onu esaretten kurtarmaktır. Bazılarına göre kölelikten kurtarmak­tır. Bir hadisi şerifte, rakabenin açılması onun değeri kadar biri-ne yardım etmektir, buyurulmuştur.

Maliki alimlerinden olan Esbah, «Kâfir fakat pahalı olan bir köleyi azad etmek, müslüman ve ucuz olan bir köleden daha ha­yırlıdır. Çünkü Rasûl-ü Ekrem'den hangi kölenin azad edlimesi-nin daha üstün olduğu sorulmuş, o da: «Hangisinin fiyatı daha fazla ise, hangisi ehli yanında daha pahalı ise onun azad edlimC' si daha üstündür» buyurmuştur.

İbn'ul-Arabi, «Bu hadiste, «müslümanlardan» kaydt mukad­derdir diyor. Rasûl-ü Ekrem, kim bir müslüman köleyi azad eder­se, kim bir raümpı cariyeyi azad ederse, buyurmaktadır. Esbah' m sözü ise yanlıştır,'galattır. Sadece malın azalmasına bakmıştır. Halbuki köleyi, imanı sebebiyle bırakmak daha evladır.» der.

Azad etmek ve sadaka vermek amellerin en üstünlerindendii Ebu Hanife, «Azad etmek, sadaka vermekten daha üstündür» eler. Ebu Yusuf ile Muhammed bunun tam tersini söylemişlerdir. Bu ayet Ebu Hanife'yi desteklemektedir.

«Mesgabe» açlık demektir. Mesgabe sahibi günden maksat, kıtlık senesi/kıtlık günüdür. Allah Rasûlü'nden şöyle rivayet edili­yor: «Rahmeti gerektiren hasletlerden biri de aç müslümana ye­dirmektir».

«Makrebe» kişinin akrabası ve kişi ile aralarında yakınlık olan kimseler demektir. Cenab-ı Hak bu ayette akrabaya sadaka vermenin başkasına vermeden daha üstün olduğunu öğretmekte­dir. Tabii akraba fakir ise, sadakaya muhtaç ise durum böyledir. Tıpkı kefili (bakıcısı) olmayan yetime sadaka vermek kefili olan yetime vermekten daha üstün olduğu gibi.

LÜgatçılar «Yetime yetim denilmesi zayıflığı sebebiyledir» der. ler. Zira bu kelimenin kökü zayıf demektir. İnsanlar arasında ba­bası vefat edene yetim, hayvanlar arasında annesi vefat edene ye­tim denilir. Bazıları «Yetim hem annesi hem de babası ölen bir kişidir» demişlerdir.

«Metrabe», kelimesinden maksat hiçbir şeyi olmayan demek­tir. Sanki o miskinin alnı zaruretten dolayı toprağa yapışmıştır. Onun sığınılacak hiçbir yeri yoktur. Sadece toprak vardır.

' îbn Abbas, «Metrabe sahibi miskin, yolun üzerine atılmış, evi olmayan fakirdir» diyor. Mücahid, «O kişidir ki onu topraktan ne elbisesi korur, ne de bir şeyi» diyor. Katade'ye göre, «çoluk ço­cuk sahibi fakir demekir». tkrime «Borçlu fakir demektir» der. Ebu Sinan «Topal, kötürüm fakir demektir» derken, İbn Cübeyr, «Hiç kimsesi olmayan fakir demekHr» demiştir.

tkrime, îbn Abbas'tan şöyle rivayet eder: «Toprağı uzakta olan, yani vatanından uzaklaşmış demektir».

tcMeymene Ashabı»nöan. maksat kitapları sağ ellerine verilen kimselerdir. (Muhammed bin Kâb'ul-Kurezi).

Yahya bin Sellam, «Kitapları sağından verilen kişiler nefisle-ri üzerinde bereket sahibidirler* diyor. İbn Zeyd, «Onlara ashabı meymene denilmesi, onlann Hz. Adem'in sağ tarafından alınmış olmalarındandır» diyor. Bazıları, «Onların yerleri sağda olduğun­dan dolayı onlara ashabı meymene denilmiştir» der. (Meymun bin Mihran)

«Allah'ın ayetlerimden maksat Kur'andır. Yani Kur'an'ı inkâr eden kimseler meş'eme (şimal-sol) ashabıdırlar. Kitapları sol el­lerine verilir. (Muhammed bin K&b)

Yahya bin Sellam, «Onlara Ashabı meş'eme denilmiştir. Çün­kü, onlar nefisleri üzerinde bereketsizdirler» demiştir. İbn Zeyd, «Onlara Ashabı meş'eme denilmiştir; çünkü onlar Hz. Adem'in so-lundan alınmışlardır» der. Meymun, «Çünkü onların mertebesi sol­dadır» diyor. Eğer Ashabı Meymene'ye cennetlikler, ashabı meş'e-meye de cehennemlikler denirse bütün bu yorumlar cemedil-miş olur.

«Mu'sade», yani kapalı ve kilitlidir! Bazıları da «Müphemdir, içinde ne olduğu bilinmez demektir» derler. [2]

BELED SUEESfNÎN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/ 11.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/12-22.