İlk ayetinde gündüzün ufkunu aydınlatıp parlatan "Şems"e
(Güneşe) yapılan ilâhi yeminden dolayı Şems suresi olarak isimlendirilmiştir.
[1]
Bu sure iki yönden önceki sure ile bağlantılıdır:
1-
Allah Tealâ Beled suresini
iki farklı akibeti paylaşan iki gruptan bahsederek bitirmişti. Şems suresinde de onları amelleri bakımından
ele alarak şöyle buyurdu: "Onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiş,
onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır."
2- Geçen surenin son
ayetlerinde Allah Tealâ ahirette kâfirlerin varacakları sonu beyan etti. Bu
surenin sonlarında da bazı kâfirlerin dünyadaki sonları ve nasıl helak
olacaklarından söz etti. Önceki sure, kâfirlerin ahiretteki durumlarından bir
kısmını zikrederken bu sure, dünyadaki durumlarından bahsetmiştir.
[2]
Bu sure iki mühim konudan sözetmektedir.
1- Kâinattaki büyük
varlıklara, bunlar üzerinde düşünen insan nefsine yemin edilmektedir. İnsanın
kendi benliğini arındırması, güzel ahlâkla vasıflanması, aksi takdirde helak
olacağı anlatılmaktadır.
2-
İnsanın kendisini oyalayıp
azgınlığa dalmasının onu şiddetli bir cezaya uğratağını dile getirip bunlar
için Semud'u örnek vermektedir.
Kısacası bu surede hakkıyla kulluğa teşvik vardır.
[3]
1- Andolsun güneşe ve onun ışığına,
2- Onu izlediği zaman aya,
3- Onu açığa çıkardığı zaman gündüze,
4- Onu kapladığı zaman geceye,
5- Göğe ve onu kurana,
6- Yere ve onu yayana,
7- Nefse ve onu şekillendirene,
8- Sonra ona kötülüğü hem de ondan
sakınmayı ilham edene.
9- Onu tertemiz yapan kişi muhakkak
umduğuna ermiştir.
10- Onu alabildiğine örten kişi
ise elbette ziyana uğramıştır.
"Güneş" ile "ay", "gece" ile
"gündüz", "kötülük" "takva" arasında tezat
vardır.
"Onu açığa çıkardığı zaman gündüze," ile "Onu kapladığı
zaman geceye," arasında; "Onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna
ermiştir." ve "Onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana
uğramıştır." ifadeleri arasında mukabele vardır. Hem tezat hem de
mukabele, bilindiği gibi bedi' ilmi-ninin güzelliklerindendir.
Surenin tamamında murassa seci vardır. Her ayet aynı sesin tekrarı ile
sonlanmaktadır.
[4]
"Andolsun güneşe ve onun ışığına" Mücahid, ayetteki
"duha"nm ışığın yükselmesi ve parlaklığı olduğunu söyler. Ebu Hayyan
ise şöyle diyor: Lu-gatta bilinen, "duha" güneşin doğmasından az
sonra başlar zevale kadar sürer. "Onu izlediği zaman aya" Ay, güneş
battıktan sonra doğduğundan güneşi izlemektedir. "Onu kapladığı zaman
geceye" Güneşi kaplamakta, karanlığı ile ışığını örtmektedir.
"Gök" Kök anlamıyla senin üstünde olan ve başını aşan her şey
sema, yani göktür. Burada kastedilen içinde yıldızların da bulunduğu, yeryüzünü
kuşatan evrendir. "Onu kurana" Onu yükseltene. Gök ve onu bina eden
büyük kudret sahibine.
"Onu şekillendirene" uzuvların birbiriyle ve yaratılış
amaçlarına uygun bir şekil verene "Sonra ona kötülüğü hem de ondan
sakınmayı ilham edene" bunlar arasında seçim yapıp karar verme iradesini
verene. Kötülük (fücur) fasıklık, şer ve hüsrana, helake götüren her şeydir.
Takva ise günahlardan ve kötülüklerden korunmaktır.
"Tertemiz yapan" günahlardan arındırıp, temizleyen ve ilimle,
amelle geliştiren "kişi muhakkak umduğuna ermiştir." "Onu
alabildiğine örten" masiyetler işleyen, cehalet içinde kalan ise
"elbette ziyana uğramıştır."
[5]
Allah Tealâ bu sürenin başında yedi şeye yemin etmiştir:
1, 2- "Andolsun güneşe ve
onun ışığına; Onu izlediği zaman aya" Batı-mında veya doğumunda kendisini
aydınlatan güneşe yemin ederim. Çünkü o, Allah'ın yarattığı büyük bir şeydir.
Işığına ve doğumundan sonra aydınlığın tamamlandığı ve güneşin yükseldiği an
olan "duha" vaktine yemin etmesi ise, o vaktin canlıların hayatı
bakımından hareketlenme anı olmasındandır.
Bir de, güneşin batmasından sonra, doğup ona uyan parlak aya da yemin
edilmiştir. Özellikle de parlak gecelerine: On üçüncü geceden on altıncı
geceye kadar olan gecelerdir. Tam dolduğu ve güneşin batmasından sonra fecre
kadar dolunay olduğu zamanlar. Bu, gece vaktinin tamamında ışığa yemindir.
3, 4- "Onu açığa çıkardığı
zaman gündüze; Onu kapladığı zaman geceye." Güneşin tam parlayıp, ortaya
çıkardığı ve tamamını gösterdiği zaman gündüze yemin ederim. Gündüzün
tamamlanmasında, güneşin parlaklığının kemâli vardır. Güneşi kaplayıp,
karanlığı ile ışığını örttüğü zaman da geceye yemin etti. Güneş batıyor, ışık
kayboluyor. Yer kürenin yarısında karanlık oluyor.
Bu değişim ve oluşumda, yıldızları ilâh sayan müşriklere ve alemin nur
ve karanlık olarak iki ilâhı vardır, diyen putperestlere reddiye vardır. Zira,
ilâh gaib olmaz ve halden hale girmez.
Bu kevnî eşyanın büyüklüğüne dikkat çekildikten sonra Allah Tealâ,
onların oluşumunu tasvir etti:
5, 6- "Göğe ve onu kurana,
yere ve onu yayana" Göğe ve Allah Tealâ'nın onu yıldızlarla bina etmesine
yemin ederim. Adeta her yıldız, bir tavan veya yeri ve ehlini kuşatan bir
kubbedeki tuğlalar gibidir. İnsan hayatının sürdürüldüğü ve her yönü ile
döşenmiş hayat için yayılıp hazır hale getirilmiş olan yere de yemin etti. Şu
ayette de bu mana vardır: "Bundan sonra da yeri yayıp döşedi."
(Naziat, 79/30) Sonra da insanlara o yerden, dişindi ki bitkilerden, içindeki
madenlerden ve servetlerden yararlanma imkânu verdi. Ayetin benzeri şu ayettir:
"O ki yeryüzünü sizin için bir döşek, göğ bir bina yaptı." (Bakara,
2/22).
Üzerine- yemin edilen şeyleri, bu eşyanın kendisi için yaratıldığı inşa
nefsi ve onun kendisi ile faydalanma, hayatın ilerlemesi, kalkınmasına1 vesile
olduğunu izah ile bitirdi:
7- "Nefse ve onu şekillendirene,
Sonra ona hem kötülüğü hem de onda sakınmayı ilham edene." İnsan nefsine
ve onu şekillendirip, düzgün fıtn üzere dosdoğru yapana yemin ederim.
Şekillendirme bedene kendisinde beklenen fonksiyonları yerine getirebilmesi
için gerekli olacak şekilde gt verilmesidir.
Sonra Allah Tealâ bu nefse, hayrı serden ayırt etmesi için şerri ve fi
curu, hayrı ve takvayı, onlardaki çirkinlik ve güzelliği tanıtıp ne olduklar m
öğretti. Ayette "Biz ona iki de yol gösterdik." (Beled, 90/10)
buyurulmu! tur. Yani, ona hayır ve şer yollarına girmeyi öğretip bildirdik.
Daha sonral ayetler de bunu teyit ediyor "Onu tertemiz yapan kişi muhakkak
umduğı na ermiştir. Onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana
uğramıştır." B mana, Mutezile'nin görüşüdür. Ehl-i Sünnet ise şöyle
demiştir: "Yol göstei dik' teki ve "ilham eden" deki zamirler
Allah Tealâ içindir. Bu takdird mana şöyle olmaktadır: Allah Tealâ'nın
arındırıp, temiz olarak yarattıj nefis mutlu olmuştur. Allah'ın gizleyip, kâfir
facir olarak yarattığı nefis d ziyana uğramıştır.[6]
Zahir olan birinci tefsirdir. İbni Kesir'in sözü de bunun delilidir:
"Sor, ra ona kötülüğe eğilimini ve takvasını ilham edene" yani Fücura
ve onda sakınmaya takdirine göre irşad etti, ona hidayet etti.[7]
Abbas şöyl dedi: "Sonra ona hem kötülüğü hem de ondan sakınmayı ilham
edene." On hayır ve şerri açıkladı demektir.[8]
Bu, insanın seçme prensibine delildir.
Ardından Allah Tealâ nefsin seçtiklerinin karşılığını zikretti:
"Onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna ermiştir. Onu alabildi
ğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır." Nefsini temizleyip,
anndıra ve takva ile, salih amelle geliştirip, yücelten her istediğine
kavuşmuştu: her sevdiğini elde etmiştir. Nefsini sapıtıp aldatan, ihmal edip
söndüren v arındırmayan, taate ve salih amele alıştırmayan da ziyana
uğramıştır. B da, surenin başındaki yeminin cevabıdır.
Taberani İbni Abbas'm şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah (s.a
"Nefse ve onu şekillendirene, sonra ona kötülüğü ve odan sakınmayı ilhar,
edene." ayetine geldiği zaman durur ve şöyle derdi: "Allahım! Nefsime
takvasini ver. Sen onun velisi ve mevlâsısın, onu arındıranların en
iyisisin."
İbni Ebi Hatim, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etti:
Rasulul-lah (s.a.)'ın "Ona kötülüğü ve ondan sakınmayı ilham edene"
ayetini okurken şöyle dediğini işittim. "Allahım! Nefsime takvasını ver.
Onu arındır. Sen arındıranların en hayırlısısın. Sen velisi ve
mevlâsısın."
İmam Ahmed Aişe'den şöyle rivayet etti: Peygamber (s.a.)'i yatağında
göremedi, eli ile araştırdı ve secdede iken eli ona değdi. Şöyle diyordu:
"Rabbim! Nefsime takvasını ver. Onu arındır. Sen arındıranların en hayırlısısın.
Sen velisi ve mevlâsısın."
Ahmed ve Müslim, Zeyd b. Erkam Rasulullah'ın şöyle dediğini rivayet
ettiler: Rasulullah (s.a.) diyordu ki: "Allahım! Acizlikten ve
tembellikten, yaşlılıktan, korkaklıktan, cimrilikten, kabir azabından sana
sığınırım. Allahım! Nefsime takvasını ver. Onu arındır. Sen arındıranların en
hayırlısısın. Sen velisi ve mevlâsısın. Allahım! Huşuu olmayan kalpten,
doymayan nefisten, faydası olmayan ilimden ve kabul edilmeyen duadan sana
sığınırım." Zeyd dedi ki: "Rasulullah (s.a.) bunları bize
öğretiyordu, biz de size öğretiyoruz."
[9]
Allah Tealâ, nefsini taat ile
arındıranın kurtuluşa erip kazanacağına; onu ihmal edip günaha batmasına yol
açanın ise zarar ve ziyana uğrayacağına dair yedi şeye yemin etmiştir. Bu yedi
şey şunlardır: Güneş ve ışığına, aya, gündüze, geceye ve onu yaratana, göğe,
yere ve onu yaratana, insanı en güzel şekilde yaratana.
Allah azze ve celle, O'na delâlet eden büyük sanatından dolayı yarattığı
varlıklara yemin ederek kullarını bunlar üzerinde düşünmeye çağırmıştır. Zira,
Allah'ın yemin ettiği şeyin kalpte tesiri olur. Düşünmeye teşviki daha güçlü
olur.[10]
11- Semud azgınlığı yüzünden yalanladı,
12- En bahtsızları ortaya
atılınca.
13- Allah'ın peygamberi onlara, "Allah'ın dişi devesine ve onun su
içme (nöbetine) dikkat edin." demişti.
14- Fakat onu yalanladılar, derken o(deveyi) kestiler. Bundan dolayı
Rableri de onları günahları sebebiyle örtüverdi. Öyle ki hepsini bir yaptı.
15- Bunun sonundan da korkmayarak!
"Allah'ın dişi devesi" ifadesindeki devenin Allah'a izafe
edilmesi ona dikkat edilmesi içindir.
[11]
"Semud azgınlığı yüzünden" Azgınlığı sebebi ile
"yalanladı." Azmak (tuğyan) sınırı aşmaktır. "En
bahtsızları" deveyi kesen Kudar b. Salif "ortaya atılınca"
"Allah'ın peygamberi" Salih (a.s.) "onlara, "Allah'ın dişi
devesine ve onun su içme (nöbetine) dikkat edin." demişti." Ona
dokunmaya ve kesmeye karşı dikkatli olun. "Onu" yapmaları halinde
meydana gelecek azabın gerçekleştiği konusunda "yalanladılar"
"Hepsini bir yaptı." Küçük büyük kimse kurtulamadı, azap hepsini
kuşattı.[12]
Allah Tealâ nefsini arındırıp, günahlardan temizleyenin kazanmış olduğuna
ve onu ihmal edip yeryüzünde kötü işler yaparak fesat çıkaracak ve hayır
amelini terkedecek şekilde serbest bırakanın da zarar ettiğine dair büyük
eşyaya yemin ettikten sonra, Semud kıssası ile onlara nasihat etti. Semud Arap
diyarına yakındı. Bu da, Rasulullah (s.a.)'a düşmanlıktan ve onu yalanlamaktan
kaçınmaları içindi. Aksi halde, geçmiş ümmetlere gelen azap onlara da
gelecekti.
[13]
Allah Tealâ Semud'un, peygamberleri Salih (a.s.)'i, içinde bulundukları
tuğyan ve azgınlık sebebi ile yalanladıklarını haber vererek buyuruyor ki:
"Semud azgınlığı yüzünden yalanladı; en bahtsızları ortaya
atılınca..." Semud kabilesi, tuğyanları ve azgınlıkları sebebi ile
peygamberleri Salih (a.s.)'i yalanladı. Onları, yalanlamaya iten tuğyanları
idi. Tuğyan ise, günah işlemede haddi aşmaktır.
Bu olay, kavminin kışkırtması ve yaptığını onaylamaları ile Semud'un en
bahtsızı olan Kudar b. Salifin kalkıp deveyi boğazlaması şeklinde oldu. Devenin
kesilmesi hem peygamberlerini topluca yalanlamalarına hem de peygamberlerinin
risalet davasında doğruluğuna kesin bir delildi. Çünkü Salih'in (a.s.) onları
korkuttuğu azap başlarına gelmişti.
Ayetin bir benzeri şu ayettir: "Sonunda arkadaşlarını çağırdılar.
O da sarılarak kesti." (Kamer, 54/29) Semud'un bu en bahtsızı, aralarında
pek değerli, şerefli, soylu ve itaat edilen bir liderdi. Ahmed, Buhari, Müslim,
Tirmizi ve Nesai, Abdullah b. Zema'dan şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.)
hutbe irad edip deveyi zikretti, onu boğazlayanı da zikretti ve buyurdu ki:
"En bahtsızları, kavmi arasında en güçlü, sert ve kibirli olanı atılmıştı.
Ebu Zema gibi."
Sonra Allah Tealâ, peygamberlerinin onları yaptıklarına karşı tehdit
ettiği şeyi zikrederek buyuruyor ki:
"Allah'ın peygamberi onlara, "Allah'ın dişi devesine ve onun
su içme (nöbetine) dikkat edin." demişti." O azgın gruba Salih (a.s.)
şöyle demişti: Allah'ın devesini bırakın. Ona dokunmaktan veya ona bir kötülük
yapmaktan sakının. Onu bırakın da kendisine ayrılmış olan sudan içsin. Çünkü
onun için bir gün ayrılmış, sizin için de bir gün ayrılmıştır. Onun nöbetinde
ona dokunmayın.
"Fakat onu yalanladılar, derken o (deveyi) kestiler." Onları
azapla uyarması konusunda onu yalanladılar, onları uyardığı cezaya aldırış etmeyip
en kötüleri deveyi kesti. Bütün kavmi de yaptığına razı oldu. Bunun sonucu
olarak da, Allah'ın onlar için kayadan bir mucize ve aleyhlerine bir belge
olarak çıkarmış olduğu deveyi boğazladılar.
Bunun ardmdan,nasıl cezalandırıldıklarını anlattı:
"Bundan dolayı Rableri de onları günahları sebebi ile örtüverdi.
Öyle ki hepsini bir yaptı. Bunun sonundan da korkmayarak!" Azabını salıp
onları helak etti. Onlara gazap etti, üzerlerine azabı örttü. Azap onlara
umumi olarak büyük küçük demeden hepsine eşit şekilde geldi. Katade şöyle dedi:
Bize ulaştığına göre o, küçüğü büyüğü, erkeği kadını kendisine tabi olma-lan
onu kesmedi. Kavmi devenin öldürülmesinde ona ortak olunca da, Al-_îh günahları
sebebi ile onların hepsini aynı azaba uğrattı. Allah onlara bunu yaptı, onları
helak etti; o en kötüleri sonuçtan ve peşinden gelecek olanlardan korkmadı.
Yani, deveyi boğazlayan bu işe cüret ederken kavmini helak etmekten ve
yaptığının sonucundan korkmuyordu. Bununla anlatılmak istenen o boğazlamaya
yönelirken, onun ve kavminin helak edilmekten endişe duymadıklarıdır.
İbni Abbas dedi ki: Allah kimseyi cezalandırmaktan korkmaz. İbni Kesir
şöyle dedi: Bu söz, siyakın delâleti için evla olandır. Ebu Hayyan ise şöyle
dedi: Zahir olan zamirin en yakına dönmesidir. O da "Rablerf'dir. Yani,
Allah Tealâ'nın onlara yaptığında bir şüphe yoktur. O yaptığından sorulmaz.
İfade edilen şudur: Allah, onlara yaptığının akibetinden korkmaz. Çünkü O,
hükmünde âdildir. Zemahşeri şöyle dedi: Her kralın verdiği cezadan çekinip bir
miktar tedbirli olduğu gibi, Allah onun akibetinden ve sonucundan korkmaz.
Zamirin Semud'a dönmesi de caizdir. O zaman mana: Onu yerle bir etti veya
helakte bir etti. Semud kavmini helak edişinin akibetinden de korkmaz.
[14]
Bu, Aziz olan Allah'tan kesin
bir haberdir. Tuğyanı ile haddi aşan, isyanda sınır tanımayan Semud
kabilesinin durumunu bize anlatmaktadır.
Ancak, peygamberleri Salih (a.s.) yaptıklarının akibetinden onları sakındırdı
ve onlara: Allah'ın devesini kesmekten sakının ve onu bırakın. Allah Tealâ
buyurdu ki: "İşte size bir alâmet olmak üzere Allah'ın şu dişi devesi!
Onu bırakın, Allah'ın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla dokunmayın. Sonra sizi
acıklı bir azap yakalar." (A'raf, 7/73). Onun su nöbetinde bırakın onu.
Onlar deveyi ortaya atıp da, Allah da onu kayadan onlar için çıkarınca,
kuyularından onlar için bir günü, deve için de bir günü su nöbeti yaptı. Bu
onlara ağır geldi.
Salih (a.s.)'in "Bunu keserseniz azap edilirsiniz." sözüne
karşı kendisini yalanladılar. En azgınları onu boğazladı. Ayette kesme işi
"onu kestiler" şeklinde onların hepsine izafe edilmiştir. Çünkü,
onun yaptığına razı olmuşlardı.
Suçları olan boğazlama ve peygamberin yalanlanması, şüphesiz ağır bir
cezayı gerektiriyordu. Ceza da Allah'ın onları helak etmesi şeklinde oldu.
Küfür, yalanlama ve boğazlama biçimindeki günahları sebebiyle onların üzerine
azabı örtüverdi. Yerle bir etti onları. Çünkü sayha küçük büyük ayırmadan
hepsini helak etti.
Buradaki ibret: İbni Abbas, Hasan, Katade ve Mücahid'in dediği gibi,
Allah örtüvermenin sonucunda herhangi bir kimseden gelecek bir takipten
korkmadan onlara, yapacağını yaptı.
Son ayet, "kendi sonlarından, başlarına gelecek olan cezadan
korkmu-yorlardı." şeklinde de anlaşılmıştır.
[15]
[1] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/517.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/517.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/517.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/518.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/518-519.
[6] Bu, Said b. Cübeyr, Atâ,
İkrime, Mukâtil ve Kelbi'nin görüşüdür.
[7] İbni Kesir, IV/516.
[8] Bu aynı zamanda Mücahid,
Katade, Dahhak ve Sevri'nin görüşüdür.
[9] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/519-521.
[10] Razi, XXXI/188.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/521.
[11] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/522.
[12] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/522.
[13] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/522.
[14] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/523-524.
[15] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/524.