4- Zorluğu Kolaylaştırmanın Mahiyeti;
Rahman Ve Rahim Allah'ın adı ile
Mekke'de inmiştir. Medine'de indiği
de söylenmiştir. Yirmibir ayet-i kerime olduğu hususunda icma' vardır.[1]
1. Andöisun örtüp
bürüdüğü zaman geceye,
2. Ağarıp açıldığı
zaman gündüze,
3. Erkeği de, dişiyi
de yaratana ki;
4. Şüphesiz sizin
yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir.
"Andolsun örtüp bürüdüğü zaman geceye." Yüce Allah, burada -bilindiğinden ötürü- beraberinde
herhangi bir mef'ulü süzkonusu etmemiştir. Gündüzü örtüp bürüdüğü zaman, diye
açıklandığı gibi, yeri, mahlukatı; karanlığıyla herşeyi örtüp bürüdüğü ... diye
de açıklanmıştır. Said, Katade'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah'ın
ilk yarattığı nur ve karanlıktır. Sonra onları birbirinden ayırdı. Karanlığı,
geceleyin siyah ve karanlığı ile örtücü kıldı. Gündüzü de aydınlık ve görmeyi
sağlayacak şekilde gündüzün kıldı.
"Ağarıp açıldığı zaman gündüze." Açıldığı, netleştiği, göründüğü, gece
karanlığından aydınlığı açık seçik bir şekilde farkedildiği
zaman.
"Erkeği de, dişiyi de yaratana ki..." el-Hasen dedi ki: Buyruk şu demektir: Erkeği ve
dişiyi yaratana da yemin olsun. Böylelikle Allah, kendi zatına yemin etmiş
olur. Erkeği ve dişiyi de yarattı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Daha önceden
de geçtiği üzere buradaki; "Mâ" mastar anlamını vermek içindir.
Mekkeliler, gök gürültüsüne hitaben: "Subhâne mâ sebbehte lehu"
"Senin kendisini tesbih ettiğinin şanı ne yücedir" derler. Bu durumda
bu lafız "Men" "Kimse" anlamındadır. Ebu Ubeyde ve
başkalarının görüşü budur. Daha önceden geçmiş bulunmaktadır.
Anlamın: "Vemâ
haleka mine’z-zekeri ve’l-unsâ" "Erkek ve dişi türünden yaratmış
olduğu herşeye (yemin olsun)" şeklinde olduğu da söylenmiştir ki; bu
durumda "Min" takdir edilmektedir. Yüce Allah, böylece kendisine
itaat eden peygamberlerine ve gerçek dostlarına yemin etmiş olur. Onlara yemin
etmesi de onlara bir ikram ve bir şeref olsun diyedir.
Ebu Ubeyde dedi ki: "Yaratana" buyruğu yaratan
kimse, demektir. Aynı şekilde "Semaya
ve onu bina edene" (eş-Şems, 91/5) buyruğu ile "Herbir nefse ve onu düzenleyene" (eş-Şems, 91/7)
buyruklarında da böyledir. Bu durumda, "Mâ" lafzı, "Men"
Kimse, ...en" anlamındadır.
İbn Mesud'dan rivayet
edildiğine göre o: "Ve’n-nehâri izâ tecellâ ve’z-zekera ve’l-unsâ" "Ağarıp
açıldığı zaman gündüze, erkeğe ve dişiye" diye
okur; "Vemâ haleka" "Yaratan" lafzını düşürürmüş.
Müslim'in Sahih'inde
Alkame'den şöyle dediği rivayet edilmiştir. Şam'a geldik, bize Ebu'd-Derda
geldi. O:
"Aranızda bana
Abdullah'ın kıraati ile okuyacak olan kimse var mı? " dedi. Ben:
"Evet ben
okuyabilirim", dedim. Abdullah'ı şu; "Andolsun
örtüp bürüdüğü zaman geceye" buyruğunu nasıl okuduğunu işittin?"
diye sordu. Ben dedim ki:
"Onu "Andolsun örtüp bürüdüğü zaman
geceye... erkeğe ve dişiye" diye okurken duydum." (Ebu'd-Derda)
dedi ki:
"Allah'a yemin
olsun ki, ben de Rasûlullah (sav)'ı bunu böylece okurken duydum, fakat bunlar
benim; "Vemâ haleka" "yaratana" diye okumamı istiyorlar,
bense onlara uymuyorum."[2]
Ebu Bekr el-Enbârî dedi
ki: Bize Muhammed b. Yahya el-Mervezî anlattı, dedi ki: Bize Muhammed anlattı
dedi ki: Bize Ebu Ahmed ez-Zübeyrî anlattı, dedi ki: Bize İsrail, Ebu
İshak'dan, o Abdu'r-Rahman b. Yezid'den, o Abdullah'tan rivayetle dedi ki:
Rasûlullah (sav) bana "Çünkü
şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi
olan" (ez-Zariyat 51/58) anlamındaki âyet-i kerimeyi "İnni
ene’r-râziku zu’l-kuvveti’l-metin" "Şüphesiz ki benim hem rızkı
veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan" diye okuttu. Ebu Bekr
(el-Enbari) dedi ki: İcmaın her iki hadiste belirtilenlere muhalif olması
dolayısıyla reddolunrnuşlardır. Ayrıca Hamza ve Asım, Abdullah b. Mesud'dan
müslüman cemaatin benimsediği şekildeki kıraati de rivayet etmektedirler. İcmaa
muvafık olun iki senede dayanmak, icmaın ve ümmetin muhalefet ettiği tek bir
senetteki rivayet kabul etmekten iyidir. Tek bir kişinin rivayetine dayanılarak
kabul edilen görüşün karşısında ona muhalif cemaatin rivayeti bulunuyor ise,
cemaatin rivayeti kabul edilir ve tek bir kişinin yaptığı nakil reddedilir.
Çünkü o tek kişinin unutması ve yanılması mümkündür. Şayet Ebu'd-Derda'dan
gelen bu hadis sahih ise, ve bu hadisin isnadı makbul ve bilinen bir sened ise
diğer taraftan Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer ashab-ı kiram (Allah
hepsinden razı olsun) ona muhalefet ediyor ise, elbette hüküm cemaatin rivayet
ettiği gereğince amel etmek ve cemaate ve bütün Müslümanlara nisbetle unutma
ihtimali çok daha çabuk olan tek bir kişinin naklettiği rivayeti reddetmek gerekir.
"Erkek ve dişi" ile neyin kastedildiği hususunda iki görüş vardır.
Birincisine göre; kastedilen Adem ile Havva'dır. Bu açıklamayı îbn Abbas,
el-Hasen ve el-Kelbî yapmıştır.
İkinci görüşe göre
Adem oğullarından olsun, hayvanlardan olsun, bütün erkekler ve dişileri
kastetmiştir. Çünkü yüce Allah, onların türünden olan bütün erkek ve dişilerin
yaratıcısıdır. Yüce Allah'ın dostu ve O'na itaat etmek gibi özellikleri
dolayısıyla Adem oğullarının bütün erkek ve dişilerinin kastedildiği,
hayvanların kastedilmediği de söylenmiştir.
"Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir." Bu buyruk, yeminin cevabıdır. Yâni sizlerin
amelleriniz farklı farklıdır.
İkrime ve diğer
müfessirler şöyle demişlerdir: Buradaki "sa'y (yapıp etmek)" amel
demektir. Kimisi kendisini kurtarmak için çalışır, kimisi nefsini helak etmek
için çalışır. Buna Peygamber (sav)'ın şu buyruğu da delil teşkil etmektedir:
"Sabah olunca insanlar iki türlü olarak
yola koyulurlar. Kimisi kendi nefsini satın alır ve onu azad eder, kimisi nefsini
satar ve onu helak eder."[3]
"Şettâ"
"Çeşit çeşit" lafzının tekili, "Şetit" şeklindedir- Tekil olan:
"Merid" "Hasta" lafzının çoğulunun; "Marad" diye
gelmesi gibi.
Farklı şeylere bu
ismin verilişi birbirleri arasındaki uzaklıktan dolayıdır. Yani şüphesiz sizin
amellerinizin kimi kiminden uzaktadır. Zira amellerinizin bir kısmı sapıklık,
bir kısmı hidayettir. Bu da şu demektir: Kiminiz mümindir iyidir, kiminiz kâfir
ve günahkârdır, kiminiz itaatkâr, kiminiz isyankârdır.
"Çeşit çeşittir." Yani göreceği karşılıklar farklı farklıdır. Sizden
kiminiz cennet ile mükafatlandırılacak, kiminiz cehennem ateşi ile
cezalandırılacaktır.
Huy ve ahlâk
itibariyle farklı farklıdır anlamındadır, diye de açıklanmıştır. Kiminiz
merhametli, kiminiz katı, kiminiz tahammülkâr, kiminiz hiddetli, kiminiz
cömert, kiminiz cimri ve buna benzer huylara sahiptir.
[4]
5. Artık kim verir ve
sakınırsa,
6. Ve el-Hüsnâ'yı da
doğrularsa,
7. Biz de ona kolay
olanı kolaylaştırırız.
8. Amma kim cimrilik
eder ve kendisini müstağni görür,
9. O, el-Hüsnâ'yı da
yalanlarsa,
10. Biz de ona en zor
olanı kolaylaştırırız.
Bu buyruklara dair
açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:
"Artık kim verir ve sakınırsa" buyruğu hakkında İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla Ebu
Bekir (r.a) kastedilmekledir. Genel olarak bütün müfessirler de böyle
demişlerdir. Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Ebu Bekir müslüman olmaları karşılığında pekçok kocakarı ve kadın azad ederdi.
Ebu Kuhafe ona şöyle dedi:
"Evladım, keşke
(bunların yerine) güçlü, kuvvetli, seni koruyacak, seninle beraber direnip,
yanında yer alacak, yiğit erkekler azad etseydin (daha iyi olmaz mıydı?)"
Ebu Bekir dedi ki:
"Babacığım!
Benim belirli bir maksadım vardır."
İbn Abbas'tan nakledildiğine
göre; yüce Allah'ın: "Artık kim
verir" buyruğu; karşılıksız olarak infak eder "ve sakınırsa" yüce Allah'ın yasak kıldığı şeylerden uzak
kalırsa demektir.
"el-Hüsna'yı" yani yaptığı bağışların Allah tarafından yerine
başkalarının verileceğini
"da doğrularsa
Biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız."
Müslim'in Sahih'lnde
Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir,- Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
"Kulların sabaha eriştiği ve iki meleğin inerek
onlardan birisinin: "Allah'ım infak edene, infak ettiğinin yerini tutacak
ihsanda bulun"; diğerinin: "Allah'ım eli sıkılık edenin de mal
varlığını telef et", demedikleri hiçbir gün yoktur."[5]
Ebu'd-Derda tarafından
rivayet edilen bir hadise göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Güneşi batan herbir gün mutlaka güneşin her iki
tarafına insanlarla cinler dışında Allah'ın bütün yarattıklarının işitecekleri
şekilde yüksek sesle şöylece seslenen iki melek gönderilir: Allah'ım, infak
eden kimseye infak ettiğinin yerini tutacak şeyler ihsan et, cimrilik edenin
malını da telef et."[6]
İşte bu hususta yüce
Allah, Kur'ân-ı Kerim'de: "Artık kim
verir ve sakınırsa..." âyetlerini indirdi.
Tefsir alimleri de
şöyle demişlerdir: "Artık kim"
darlık içinde bulunanlara "verir..."
Katade dedi ki: Üzerindeki Allah'ın hakkını verirse demektir, el-Hasen:
Kalbinden tasdik ile samimiyetle verirse, "Ve
o el-Hüsnâ'yı da doğrularsa"; lâ ilahe illallah'ı tasdik ederse. Bu
açıklamayı ed-Dahhâk, es-Sülemi ve yine İbn Abbas yapmıştır, Mücahid, cenneti
(tasdik ederse) diye açıklamıştır. Delili yüce Allah'ın: "İhsanda bulunanlara el Hüsna ve daha da fazlası vardır..."
(Yunus, 10/26) âyetidir.
Katade de: Yüce
Allah'ın kendisini mükafatlandıracağına dair vaadini tasdik ederse, diye
açıklamıştır. Zeyd b. Eslem namazı, zekatı ve orucu tasdik ederse, el-Hasen
verdiklerinin yerine başkalarının ihsan edileceğini tasdik ederse; diye
açıklamıştır ki, bu sonuncusu Taberi'nin de tercih ettiği açıklamadır. Bu
açıklama İbn Abbas'tan da az önce nakledilmiş idi. Hepsi anlam itibariyle
birbirine yakındır. Çünkü hepsi de cennetin kendisi olan verilecek mükafata
raci'dir.
[7]
"Biz de, ona kolay olanı kolaylaştırırız." Yani hayrı ve iyilikleri kolaylıkla işlesin diye onu
hayrın ve salâhın yollarına irşâd ederiz.
Zeyd b. Eslem: "Kolay olan"dan kasıt,
cennettir demiştir.
Buharî ve Müslim ile
Tirmizî de Ali (r,a)'dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Baki'de bir cenaze
sebebiyle bulunuyorduk. Peygamber (sav) geldi. Oturdu. Biz de onunla birlikte
oturduk. Elinde kendisiyle yeri karıştırdığı bir de sopası vardı. Başını semaya
kaldırıp, şöyle dedi:
"Gireceği yeri yazılmadık canlı hiçbir nefis
yoktur." Orada bulunanlar:
"Ey Allah'ın
Rasûlü! Biz de hakkımızda yazılmış olana bel bağlamayalım mı? Çünkü mutlu
olacakları tesbit edilmiş otan kimseler mutluluk için amel edecektir, bedbaht
olacakları tesbit edilmiş kimseler de bedbahtlık için amel edecektir",
dediler. Şöyle buyurdu:
"Hayır, siz amel ediniz. Her(kese yapacağı işler)
kolaylaştırılmıştır. Mutlu olacaklardan olan kimselere mutluluğun ameli
kolaylaştınlır, bedbaht olacaklardan olanlara da bedbahtlık ameli kolaylaştırılır." Daha sonra: "Artık
kim verir ve sakınırsa ve o el-Hüsna'yı da doğrularsa Biz de ona kolay olanı
kolaylaştırırız. Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür, o
el-Hüsna'yı da yalanlarsa Biz de ona en zor olanı kolaylaştırırız" buyruklarını
okudu. Tirmizî'nin lafzıyla rivayet bu şekildedir. Tirmizi bu hadis hakkında:
Hasen, sahih bir hadistir, demiştir[8]
Genç iki delikanlı
Rasûlullah (sav)'a şöyle sordu:
"Acaba kalemlerin
kuruduğu, hakkında takdirlerin cereyan edip bittiği bir şey uğrunda mı amel
ediyoruz, yoksa yeniden (önceden tesbit edilmemiş) bir şey uğrunda mı?"
Peygamber şöyle buyurdu:
"Hayır, hakkında kalemlerin kuruduğu ve takdirlerin
tesbit edilmiş olduğu şeyler uğrunda (amel söz konusudur,)" Gençler:
"O halde amel ne
diye?" diye sordular. Peygamber şöyle buyurdu:
"Siz amel ediniz. Çünkü herkese kendisi için
yaratılmış olduğu amel kolaylaştırılır." Bunun üzerine gençler:
"O halde artık
biz şu andan itibaren gayret gösterip, amel edeceğiz" dediler.
[9]
"Amma kim cimrilik eder." Sahib olduğu mal hususunda cimrilik ederek hiçbir
hayır harcamada bulunmazsa... Cimriliğe dair açıklamalar ve dünya hayatındaki
sonuçlan ile ilgili bilgiler daha önce Al-i İmran Sûresi'nde (3/180. âyet, 2.
başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Ahirette ise akıbeti bu âyet-i
kerimede belirtildiği gibi cehennem ateşidir.
ed-Dahhâk, İbn
Abbas'tan; "Biz de ona en zor olanı
kolaylaştırırız" buyruğu hakkında şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Ben onun ile Allah'a ve Rasülüne iman etmek arasında engel koyacağım.
Dahhâk'ın rivayetine
göre İbn Abbas şöyle demiştir: Âyet-i kerime Umeyye b. Halef hakkında inmiştir.
İkrime'nin, İbn Abbas'tan rivayetine güre de: "Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür"
buyruğu hakkında, kim malı ile cimrilik gösterip, Rabbınden müstağni
davranırsa; "o el-Hüsna'yı da" yani
hayır yolunda yaptığı harcamanın yerine başkasının ihsan edileceğini "yalanlarsa…"
İbn Ebi Necih
Mücahid'den; "o el-Hüsnâ’yı" yani
cenneti "yalanlarsa" diye
açıkladığını rivayet etmiştir. Yine ondan bir başka senedle gelen rivayete
göre "o el-Hüsna" la ilahe
illallah demektir, dediği rivayet edilmiştir.
"Biz de ona en zor olanı" yani kötülüğü, şerri "kolaylaştırırız." Îbn
Mesud'dan cehennem ateşini (kolaylaştırırız), dediği rivayet
edilmiştir. Bir görüşe göre, Biz ona hayır ve salahın yollarını onlan işlemesi
kendisine zor gelecek şekilde- zorlaştıracağız. Sabah-akşam meleğin "Allah'ım, infak edene yaptığı infakın
yerini tutacak şeyleri ihsan et, cimrilik edenin malını da telef et"
dediğine dair rivayet az önce geçmiş bulunmaktadır ki; bunu da Ebu'd-Derda
rivayet etmiştir.
[10]
İlim adamları dedi ki:
Gerek bu âyet-i kerime ile gerek: "Kendilerine
rızık olarak verdiğimizden de infak edenler..." (el-Bakara, 2/3)
âyeti, gerek, "Mallarını gece
gündüz, gizli açık infak edenlerin Rabbleri katında mükafatlan uardır..."
(el-Bakara, 2/274) âyeti ve buna benzer buyruklar ile, cömertliğin ahlakın
üstün değerlerinden birisi olduğunu, buna karşılık cimriliğin en bayağı
huylardan olduğu sabit olmaktadır.
Cömert demek;
verilmesi gerekmeyen yerlerde malını harcayan demek olmadığı gibi cimri de
verilmemesi gereken yerde malını harcamayan kimse demek değildir. Aksine
cömert verilmesi gereken yerde veren, cimri de verilmesi gereken yerde
vermekten uzak duran kimsedir. Verdikleri dolayısıyla ilâhî mükafat ve övgüyü
hakeden herkes, cömerttir. Vermediği için yergi ya da cezayı hakeden herkes de
cimridir, Verdikleri dolayısıyla mükafat ya da övgüyü haketmeyen, buna karşılık
yerilmesi gereken bir kimse cömert sayılmaz. Böyle bir kişi yerilen bir
savurgan (müsrif)dir. Bu yüce Allah'ın şeytanların kardeşlerinden kıldığı ve
hacr altına almalarını gerekli kıldığı savurgan kimselerdendir. Vermediği için
herhangi bir ceza ya da yergiyi haketmeyen buna karşılık övülmeyi hakeden bir
kimse ise, başkalarının mallarını güzel idare ve isabetli görüşleri dolayısı
ile çekip çevirmeye layık olan reşid kimselerdendir.
[11]
el-Ferrâ dedi ki:
Nasıl olur da yüce Allah; "Biz de
ona, en zor olanı kolaylaştırırız" diye buyurmuştur? Hiç zorlukta
kolaylık olur mu? diyen olursa, ona şöyle cevab verilir; Bu gibi ifadelerin
uygunluğu yüce Allah'ın: "Onlara
çok acıklı bir azabı müjdele!" (Âl-i fmran, 3/21) buyruğuna benzemektedir.
Halbuki müjde aslında sevinçli ve sevindirici şeyler hakkında sözkonusudur.
Eğer bir bölümü hayır, bir bölümü şer olan iki ayrı ifade birarada kullanılacak
olursa, müjde her ikisi hakkında da kullanılır. Kolaylaştırmak da aslı
itibariyle sevindirici şeyler hakkında sözkonusudur. Bir bölümü hayır, bir
bölümü şer iki ifade birarada kullanılacak olursa, kolaylaştırma her ikisi
hakkında da kullanılır.
el-Ferra dedi ki: Yüce
Allah'ın: "Kolaylaştırırız"
buyruğu, ona bunun imkanlarını hazırlarız, yollarını açarız, demektir. Araplar
koyunlar yavruladığı yahut yavrulamaları yaklaştığı takdirde; "Kad
yessereti’l-ğanem" derler. Nitekim şair de şöyle demiştir:
"Efendimizdir o
ikisi, öyle iddia ederler, halbuki
Onların bizlere
efendilik etmeleri koyunlarının (çokça) yavrulamasmdandır."
[12]
11. Alçaldığı zaman
malı kendisine fayda vermez.
12. Hidayete iletmek,
şüphesiz ki Bize aittir.
13- Ahiret de, dünya
da elbetteki Bizimdir.
"Alçaldığı" yani öldüğü
"zaman
malı kendisine fayda vermez."
Adam öldüğü takdirde
(aynı kökten): "Radiye’r-raculu, yerdi, raden" "Adam öldü, ölür,
ölüm" denilir.
Şair de söyle
demiştir:
"Ölüm korkusuyla
hevâmı o kadınlardan uzak tuttum."
Ebu Salih ve Zeyd b. Eslem
dedi ki: "Alçaldığı zaman"
cehenneme düştüğü zaman demektir. "(Yüksek yerden düşüp ölen hayvana):
el-Mutereddi’ye" adı da bu kökten gelmektedir. Bir kişi bir kuyuya düştüğü
yahutta bir dağdan aşağıya yuvarlandığı takdirde; "Radiye ve terdâ"
denilir. "Mâ edri eyne radiye" Nereye gittiğini bilmiyorum"
demektir.
(Âyet-i kerimedeki): "Mâ"
"mez" edatının cahd (inkar) anlamında olma ihtimali vardır. Yani
malının ona hiçbir faydası olmaz. Azar anlamında istifham (soru) anlamında
olma ihtimali de vardır. Yani, o ölüp de cehenneme yuvarlanacağı vakit ona ne
fayda verebilecektir?
"Hidâyete iletmek şüphesiz ki Bize aittir." Yani hidayet yolunu sapıklık yolundan ayırdedip
açıklamak Bize aittir. Buna göre, burada hidayet ahkâmın açıklanması
anlamındadır. Bu açıklamayı ez-Zeccac yapmıştır. Neyin helâl, neyin haram
olduğunu, neyin kendisine itaat, neyin masiyet olduğunu açıklamak Allah'a
aittir, demektir. Bu açıklamayı da Katade yapmıştır.
el-Ferrâ dedi ki: Kim
hidayet yolunu izleyecek olursa, onun yolu(nu doğruya iletmek) Allah'a aittir.
Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Doğru
yolu göstermek Allah'a aittir." (en-Nahl, 16/9) Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Kim Allah'a giden yolu izlemek isterse, o doğru olan yol
üzerinde demektir."
Anlamın şöyle olduğu
da söylenmiştir: Hidâyete iletmek de, saptırmak da Bize aittir. Burada
"saptırmak" sözkonusu edilmemiştir. Yüce Allah'ın: "Hayır yalnız Senin elindedir" (Al-i
İmran, 3/26) buyruğu ile; "Herşeyin
mülk ve tasarrufu O'nun elindedir" (Yunus, 10/83) buyruklarında olduğu
gibi. Yine bir başka yerde yüce Allah: "Sizi
sıcaktan koruyacak elbiseler" (en-Nahl, 16/81) diye buyurmaktadır ki,
bu elbiseler aynı zamanda soğuktan da korur. Bu açıklamalar da el-Ferra'dan nakledilmiştir.
Kendisini ilettiğimiz hidayetin mükafatım vermek Bize aittir, diye de
açıklanmıştır.
"Âhiret de, dünya da elbetteki Bizimdir." Burada "âhiret"
cennet, "ilk" de dünya
(mealde olduğu gibi) demektir. Ata da İbn Abbas'tan böylece rivayet etmiştir.
Yani dünya da, âhiret de Allah'ındır.
Ebu Salih ise İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Dünya ve âhiretin sevabı (Bize
aittir.) Bu da yüce Allah'ın: "Kim
dünya sevabını isterse bilsin ki dünyanın da, ahiretin de sevabı Allah'ın katındadır."
(en-Nisa 4/134) buyruğunu andırmaktadır. Dünya ve ahireti onlara sahib olmayan
bir kimseden isteyenler, elbetteki izlemeleri gereken doğru yolu kaybetmişler
demektir.
[13]
14. İşte Ben, sizi
oldukça alevli bir ateşi haber vererek korkuttum,
15,16. Oraya yalanlayıp,
yüz çeviren o en bedbaht olandan başkası girmez.
"İşte Ben, sîzi oldukça alevli" alev alev yanan "bir
ateşi haber vererek korkuttum" sakındırdım.
"Telezzâ" "Oldukça alevli"
lafzının aslı: "Tetelezzâ" dır. Ubeyd b. Umeyr, Yahya b. Ya'mer ve Talha
b. Musarrif’in kıraati budur.
"Oraya" Allah'ın peygamberi Muhammed (sav)'ı "yalanlayıp" iman etmekten "yüz çeviren o en bedbaht olandan başkası girmez."
Hararetini, sıcağını duymaz.
Mekhul, Ebu
Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Herkes cennete
girer, ondan yüz çeviren müstesna." (Mekhul) dedi ki;
"Ey Ebu Hureyre!
Cennete girmekten kim yüz çevirir ki?" Ebu Hureyre:
"Yalanlayan ve
yüz çeviren kimse", dedi.
Malik dedi ki: Ömer b.
Abdu'1-Aziz bize akşam namazını kıldırdı. "Andolsun
örtüp bürüdüğü zaman geceye" (1. âyet) diye okudu. "İşte Ben sizi oldukça alevli bir
ateşi haber vererek korkuttum" buyruğuna gelince ağlaması tuttu.
Ağladığından dolayı bir sonraki âyete geçemedi. Sonra devam etmekten
vazgeçerek bir başka sûre okudu.
el-Ferrâ dedi ki: "O en bedbaht olandan başka."
Şanı yüce Allah'ın ilminde bedbaht olduğu bilinenden başka... demektir.
ed-Dahhâk, îbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Oraya ... o en bedbaht olandan
başkası girmez." Umeyye b. Halef ve Muhanımed (sav)'ı yalanlayan onun
benzeri kimseler kastedilmiştir. Katade dedi ki: Allah'ın kitabını yalanlayıp,
Allah'a itaat etmekten yüz çeviren kimse...
el-Ferrâ dedi ki: Sözü
edilen kimse açık bir hükmü reddederek yalanlayan kimse değil; yerine
getirmesi gereken itaatler hususunda kusurlu davranan kimsedir. İşte bu durum
yalanlamak olarak değerlendirilmiştir. Nitekim: Filan kişi düşmanla
karşılaştı, fakat yalancı çıktı, demeye benzer. Böyle bir ifade, düşmanın
arkasına takılmaktan vazgeçip, onu takip etmekten yüz çeviren kimse hakkında
kullanılır. (el-Ferrâ) dedi ki: Ben Ebu Servân'ı şöyle derken dinledim:
Numeyroğullarının ciddiyet ve gayretleri yalan çıkmaz. Yani onlar düşmanla
karşılaştıklarında savaşta dirençlerini gösterir ve geri dönmezler. Şanı yüce
Allah'ın: "Onun gerçekleşmesini
yalanlayacak yoktur." (el-Vakıa, 56/2) buyruğu da böyledir. Buyruk o
bir gerçektir demektir.
Selm b. el-Hasen'i de
şöyle derken dinledim: Ebu İshak ez-Zeccac'ı şöyle derken dinledim: Mürcie
fırkasının mürcieci görüşü kabul etmelerine delil gösterdikleri âyet budur.
Buna dayanarak onlar cehenneme ancak kâfir bir kimse girer, iddiasında bulunmuşlardır.
Çünkü şanı yüce Allah: "Oraya yalanlayıp,
yüz çeviren ve en bedbaht olandan başkası girmez." diye buyurmuştur.
Halbuki durum zannettikleri gibi değildir. Bu, nitelikleri belirtilen muayyen
bir ateştir. İşte bu ateşe ancak yalanlayıp, yüz çeviren kimseler girecektir.
Cehennemliklerin ise farklı konumları vardır. Bunlardan birisi münafıkların
varacakları yer olan cehennem ateşinin en aşağı tabakasıdır. Şanı yüce
Allah'ın tehdit ettiği herbir azab türü ile azablandırması mümkündür. Yine
yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını
mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48 ve 116)
Eğer şirk koşmayan
herkese azab edilmeyecek olsaydı, yüce Allah'ın: "Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder" buyruğunun
hiçbir faydası olmaz ve "ondan
başkasını… mağfiret eder" ifadesi büsbütün anlamsız bir söz olurdu.
ez-Zemahşerî dedi ki:
Âyet-i kerime, müşriklerden büyük bir kimse ile mü'minlerden büyük bir kimsenin
iki hali arasında bir karşılaştırma yapmak hususunda vârid olmuştur. Her
ikisinin birbiriyle çelişki arzeden niteliklerini en ileri derecede ortaya
koymak istemiştir. O bakımdan "en
bedbaht" diye buyurularak sadece onun cehennem ateşini boylayacağı
ifade edilmiştir. Sanki ateş yalnızca onun için yaratılmış gibidir. Ayrıca "çok sakınan" diye buyurularak
cennetin ona has olduğu belirtilmiştir. Sanki cennet yalnız onun için
yaratılmış gibi. Bu ikusinden birisinin Ebu Cehil ya da Ümeyye b. Halef ile
diğerinin Ebu Bekr (r.a) olduğu söylenmiştir.
[14]
17, 18. Halbuki malını
temizlenmek için veren, çok sakınan kimse ise ondan uzaklaştırılacaktır.
"Halbuki malını temizlenmek için veren" yani Allah tarafından arınmak isteyen, bu yolla
riyakarlıkta bulunmak ya da yaptıkları yayılsın istemeyip, aksine yüce Allah'ın
rızasını arayarak tasaddukta bulunan, (çok sakınan) takva sahibi olup korkan "kimse ise ondan
uzaklaştırılacaktır." Oradan uzak kalacaktır.
İbn Abbas dedi ki:
Burada maksat, Ebu Bekr (r.a)'dır. O cehenneme girmekten uzak tutulacaktır. Bu
şekildeki takva sahibi "malını
temizlenmek için vermek" ile de nitelendirilmiştir.
Bazı meani bilginleri
şöyle demişlerdir: Yüce Allah: "çok
sakınan" ile "o en bedbaht
olan" buyrukları ile "sakınan kimse" ile "bedbaht olan
kimse"yi kastetmiştir. Tarafe'nin şu beyitinde olduğu gibi:
"Birtakım
kimseler ölmemi temenni ettiler ve eğer ölürsem ben
Elbetteki bu tek
başıma izlediğim bir yol değildir."
Görüldüğü gibi; "Ef’ale"
veznindeki kelimeler; "Feiyl" yerinde kullanılabilmektedir. Nitekim
"kebir: çok büyük" anlamında: "Allahu ekber; Allah en büyüktür"
şeklindeki kullanımları da böyledir. Yüce Allah'ın: "Vehuve ehvenu
aleyhi" "Ve bu ona göre daha
kolaydır" (er-Rum, 30/27) buyruğunu "çok kolaydır" anlamında
(ef'alu veznindeki ismin fail vezni anlamında kullanılması gibi.)
[15]
19. Üstelik onun
üzerinde hiçbir kimsenin, karşılığı verilmesi gereken bir iyiliği de yoktur.
20. Ancak o, çok yüce
Rabbinin rızasını arayarak (bunu yapmıştır).
21. Yakında da elbette
razı olacaktır.
"Üstelik onun üzerinde hiçbir kimsenin karşılığı,
verilmesi gereken bir
iyiliği de
yoktur." Yani o, herhangi bir
nimet ve iyiliğe karşılık vermek maksadı ile tasadduk etmiyor.
"Ancak o en yüce" yani alabildiğine yüce "Rabbinin rızasını arayarak" bu işi yapmaktadır.
"Yakında da elbette" alacağı mükafat sebebiyle
"razı olacaktır."
Ata ve ed-Dahhâk, İbn
Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Müşrikler Bilal'e işkence
ediyorlardı. O ise sürekli "ehad, ehad" diyordu. Peygamber (sav)
yanından geçerken:
"Ehad -yani yüce Allah- seni kurtaracaktır" diye buyurdu, Sonra Ebu Bekir'e: "Ey Ebu Bekir, Bilal Allah uğrunda
işkencelere maruz bırakılmaktadır." dedi. Ebu Bekir, Rasûlııllah
(sav)'ın ne demek istediğini anladı. Hemen evine gitti. Bir rıtıl altın aldı ve
bu altını alıp, Umeyye b. Halef’e götürdü. Ona:
"Bana Bilal'ı
satar mısın?" dedi. Unıeyye:
"Evet",
dedi. Ebu Bekir onu satın alıp, azad etti. Müşrikler:
"Ebu Bekir'in onu
azad etmiş olmasının tek sebebi mutlaka vaktiyle onun Ebu Bekir'e yapmış olduğu
bir iyilik olmalıdır", dediler. Bunun üzerine "üstelik onun üzerinde" yani Ebu Bekir'in üzerinde "hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi
gereken bir iyiliği" ona yapmış olduğu bir ihsanı ve bir kıtfu "de yoktur" Bilakis o bu işi "ancak o çok yüce Rabbinin rızasını
arayarak" yapmıştır.
Bir diğer açıklamaya
güre Ebu Bekr, Umeyye b. Halef’den Bilal'i bir elbise ve on okka karşılığında
satın almış ve Allah için azad etmişti. Bunun üzerine: "Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir"
buyruğu nazil oldu.
Said b. el-Müseyyeb
dedi ki: Bana ulaştığına göre Umeyye b. Halef, Ebu Bekir kendisine:
"Onu bana satar
mısın?" deyince. Ebu Bekir'e:
"Evet ben onu
sana Nistâs karşılığında satarım", demişti. Nistâs da Ebu Bekir'in bir
kölesi idi. Onbin dinarı, köleleri, cariyeleri, davarları vardı. Müşrik bir
kimse idi. Ebu Bekir onu sahih olduğu mal kendisinin olması şartı ile müslüman
olmasını teklif etti, kabul etmedi. Bunun üzerine Ebu Bekir Bilal karşılığında
Nistas'ı sattı. Müşrikler:
"Ebu Bekir'in,
Bilal'e bu işi yapmasının tek sebebi, Bilal'ın vaktiyle ona yapmış olduğu bir
iyiliktir", dediler. Bunun üzerine: "Üstelik
onun üzerinde, hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi gereken bir iyiliği de yoktur.
Ancak o çok yüce Rabbinin rızasını arayarak..." buyruğu nazil oldu.
Burada "ancak ... rızasını arayarak" buyruğu
munkatı bir istisnadır. Bundan dolayı nasb ile gelmiştir. Bu (munkatı istisna
olmak bakımından): "Mâ fi’d-dâri
ehadun illâ himârâ" "Evde hiçbir kimse yoktur, ancak bir eşek
müstesna demeye benzer. Ref ile gelmesi de mümkündür. Zaten Yahya b. Vessab
ref ile "İllâ’btigâu vechi rabbihi" diye okumuştur. Bu da müstesnanın
merfu gelmesi caizdir, diyenlerin görüşüne uygundur. Her iki görüşe uygun
olarak Bişr b. Ebi Hazim'in şu beyiti nakledilmiştir:
"Artık o ıpıssız
ve bomboş kalıverdi hiçbir ünsiyet verecek dost yok orada,
Gidip gelen yabani
inek yavruları ile erkek deve kuşları dışında."
Şairin şu beyitinde de
böyledir:
"O bir belde ki,
orada ünsiyet verecek hiçbir kimse yok,
Yabani inek yavruları
ile kumrala çalan beyaz renkli develer dışında."
Kur'ân-ı Kerim'de de:
"Mâ fealuhu illâ kalilun minhum" "İçlerinden
pek azı müstesna bunu yapmazlardı." (en-Nisa, 4/66) buyruğunda da
böyledir. Daha önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
"O çok yüce Rabbinin rızasını arayarak" Onun rızasını ve Ona yakınlaştıracak yollar
demektir. "O çok yüce" anlamındaki lafız, yücelik sıfatlarına layık
olan "Rabb’in sıfatlarındandır.
"Rabbinin rızasını" anlamındaki lafızların mana cihetiyle "mefulün
leh" olması da mümkündür. Çünkü ifade: O (birilerinin) nimetine mükafat
vermek için değil, ancak Rabbinin rızası için malını verir, anlamındadır.
"Yakında da elbette razı olacaktır." Yani yüce Allah, pek yakında ona kendisini razı
edecek şeyleri verecektir. Çünkü ona dünyada yapmış olduğu harcamaların kat
kat fazlasıyla karşılığını verecektir.
Ebu Hayyan et-Teymi,
babasından, o Ali (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (sav)
buyurdu ki: "Allah, Ebu Bekir'e
rahmetini ihsan etsin. Bana kızını verdi. Hicret yurduna beni (sağladığı
binekle) taşıdı ve kendi öz malından Bilal'i azad etti."[16]
Ebu Bekir onu satın
alınca, Bilal kendisine:
"Sen beni kendi
işini görmek
için mi satın aldın? Yoksa Allah için
çalışmak için mi satın aldın?" diye sordu. Ebu Bekir:
"Allah için
çalışmak için satın aldım", dedi. Bunun üzerine Bilal;
"O halde beni
Allah için çalışmak üzere serbest bırak", dedi. Ebu Bekir de onu azad etti.
Ömer b. el-Hattab
(r.a): Ebu Bekir bizim efendimizdir ve bizim efendimizi -Bilal (r.a)'ı
kastederek- azad etmiştir, derdi.
Ata -ki İbn Abbas'tan
da rivayet edilmiştir- şöyle demiştir: Bu sûre kendisine ait bir bahçe
karşılığında satın aldığı bir hurma ağacı dolayısıyla Ebu'd-Dehdah hakkında
inmiştir, es-Salebi'nin, Atadan naklettiğine göre bu böyledir.
el-Kuşeyri'nin İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre; kırk hurma ağacı karşılığında; demiş, fakat
bahçesini verip bunları satın alan adamın adını vermemiştir.
Ata dedi ki: Ensardan
birisinin bir hurma ağacı vardı. Bu hurma ağacının taze iken bazı hurmaları
komşusunun evine düşüyor, çocukları alıp bu hurmaları yerdi. Peygamber (sav)'a
bu durumdan şikayetçi olunca, Peygamber ona:
"Cennetteki bir hurma ağacı karşılığında onu
satar mısın?" dedi. Adam kabul
etmedi. Dışarı çıktığında Ebu'd-Dehdah ile karşılaştı. Ebu'd-Dehdah ona:
"Bu hurma ağacını
bana -kendisine ait olan bahçenin adı olan- Hüsna karşılığında satar mısın?"
dedi. Adam,
"bu ağaç senin
olsun", dedi. Ebu'd-Dehdah, Peygamber (sav)'a gelip:
"Ey Allah'ın
Rasûlü bu hurma ağacını benden cennetteki bir hurma ağacı karşılığında satın
al", dedi. Peygamber:
"Nefsim elinde olana yemin ederim ki aldım" diye buyurdu, Ebu'd-Dehdah:
"O ağaç senindir
ey Allah'ın Rasûlü", dedi. Peygamber (sav) ensardan olan o şahsın
komşusunu çağırdı ve ona:
"O ağacı al" diye buyurdu. İşte: "Andolsun örtüp bürüdüğü zaman geceye" (1. âyet) sûresi
sonuna kadar Ebu'd-Dehdah'ın bahçesi ile hurma ağacının sahibi hakkında nazil
olmuştur. "Artık kim verir ve
sakınırsa" buyruğu ile kastedilen Ebu'd-Dehdah'dır. "O el-Hüsna'yı" yani mükafatı "doğrularsa, Biz de ona en kolay olana"
yani cenneti "kolaylaştırırız
amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür" yani ensardan sayılan
o zat "o el-Hüsna'yı da"
yani mükafatı da "yalanlarsa, Biz de
ona en zor olanı" yani cehennemi "kolaylaştırırız.
Alçaldığı zaman" öleceği vakit "malı
kendisine fayda vermez... Oraya yalanlayıp yüz çeviren, o en bedbaht olandan
başkası girmez" buyruğu ile Hazrecli o şahıs kastedilmektedir ki,
münafık bir kimse idi (ensardan görünürdü) ve münafıklığı üzere öldü.
"... malını temizlenmek için" o hurma ağacının bedeli olarak "veren çok sakınan kimse ise" yani Ebu'd-Dehdah "ondan uzaklaştırılacaktır Üstelik onun
üzerinde hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi" ve bunun için
mükafatlandırması "gereken bir iyiliği
de yoktur." Yine burada kastedilen kişi Ebu'd-Dehdah'tır.
"Yakında da" Allah onu cennete girdireceği vakit
"elbette razı olacaktır."
Ancak çoğunluk sûrenin
Ebu Bekr (r.a) hakkında indiği görüşündedir. Bu görüş İbn Mesud, İbn Abbas,
Abdullah b. ez-Zübeyr ve diğerlerinden de rivayet edilmiştir. Ebu'd-Dehdah'a
dair bir başka haber ile ilgili rivayeti daha önceden el-Bakara Sûresi'nde yüce
Allah'ın: "Allah'a güzel bir ödünç
verecek olan kimdir?" (el-Bakara, 2/245) buyruğunu açıklarken (1. başlıkta)
zikretmiş bulunuyoruz. Yüce Allah ea iyi bilendir.
[17]
(Leyl Suresi burada sona
ermektedir.Allah’a hamd olsun).
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/147.
[2] Müslim, I, 565; Tirmizi,
V, 191; Müsned,
VI,
451
[3] İbn Hibban, Sahih, X, 372, XII, 378; Hâkim, Müstedrek,
IV, 468; Taberanî, Evsat, III, 140. IV, 378; Müsned, III, 321, 399.
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/147-150.
[5] Buhari, II, 522; Müslim, II, 700; Müsned, II, 305,
347, V, 197.
[6] İbn Hibban, Sahih, II, 462, VIII, 121; Hâkim,
Müstedrek, II, 482; Müsned, V, 197, Tayalisî, Müsned, I, 131; Taberani, Evsat,
III, 189.
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/150-151.
[8] Taberî, Camiu'l-Beyan, XXX, 225; Hatib Bağdadî,
Muvaddihu Evhâmi'l-Cem'i ve't-Tefrik, 1, 131, 132.
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/151-152.
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/152-153.
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/153-154.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/154.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/154-156.
[14] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/156-157.
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/158.
[16] Tirmizi, V, 633; Bezzâr, Müsned, III, 52; Ebu Ya’lâ,
Müsned, I, 418
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/159-162.