Bu sure geceye (Leyi) yemin ile başlamış olduğundan Leyi suresi olarak
adlandırıldı. Gecenin örtmesi, karanlığı ile dünyayı kuşatması, güneşi,
gündüzü, yeri ve eşyayı perdesi ile kapatmasıdır.
[1]
Önceki Şems suresinde: "Onu tertemiz yapan kişi muhakkak umduğuna
ermiş, onu alabildiğine örten kişi ise elbette ziyana uğramıştır."
şeklinde gelen ayetlerden sonra, burada kurtuluşu sağlayan ve ziyana neden olan
vasıflar zikredildi. "Artık kim verir ve sakınırsa..." "Ama kim
cimrilik eder ve kendini müstağni görürse.
[2]
Surenin konusu, insanın çalışması, ameli ve ahiretteki karşılığıdır.
Sure, insanların amellerinin çeşitli olduğuna, kiminin muttaki ve kiminin
şaki, kiminin mümin kiminin de facir olduğuna, geceye, gündüze ve erkeği ve
dişiyi yaratana yeminle başlamıştır. "Andolsun bürüyüp örttüğü zaman
geceye..." (1-4. ayetler).
Sonra da insanların iki grup olduklarını açıklayıp, her birinin metod
ve yolunu, ahirette karşılaşacaklarını belirledi. İman, saadet ve cennet ehli;
bunlar, malı harcayıp Allah'ın ahiret vaadini doğrulayanlardır. Küfür, şakavet
ve ateş ehli ise malda cimrilik yapıp, yüce Rablerinden müstağni olduklarını
sananlardır. Bunlar Allah'ın cennette vaadettiklerini inkâr ettiler. "Artık
kim verir ve sakınırsa." (5-10. ayetler).
Ardından da, ahirette malın bir yararı olmadığını ve Allah'ın hidayet
kuralını koyduğunu, dünya ve ahiretin maliki olduğunu açıkladı. "O helak
olduğu zaman malı kendisine asla fayda vermez." (11-13. ayetler.) Bu, Allah'ın
azabına karşı bir uyarı olup cehennemi, Allah'ın ayetlerini ve Peygamberini
(a.s.) yalanlayan herkesin hak ettiği azabın olduğuna delâlet etmektedir.
"İşte sizi alevler saçan bir ateşle uyardım." (14-15. ayetler).
Gerçek mümin malını hayır yolunda kimseden karşılık beklemeden ve bir
insanın yanında dünyevi bir yarar düşünmeden, Allah'ın rızası için harcar. Ebu
Bekir (r.a.) bunun en güzel misalidir. "Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır."
(17-21. ayetler).
[3]
Cabir'in Buhari ve Müslim'deki hadisi geçmişti. Peygamber (s.a.) namazı
uzun tuttuğunda Muaz'a "A'lâ, Şems ve Leyi süreleriyle kıldırsaydın
ya!" buyurmuştu.
[4]
1- Andolsun bürüyüp örttüğü zaman
geceye,
2- Açılıp ortaya çıktığı zaman gündüze,
3- Erkeği ve dişiyi yaratana ki,
4- Gerçekten sizin çalışmanız
çeşit çeşittir.
5- Artık kim verir ve sakınırsa,
6- Ve en güzel olanı doğrularsa,
7- Biz de onu en kolaya hazırlarız.
8- Ama kim cimrilik eder ve kendini müstağni görürse,
9- Ve en güzel olanı yalanlarsa,
10- Biz de onu en zor olana hazırlarız.
11- O helak olduğu zaman malı kendisine fayda vermez.
"Gece" ile "Gündüz" arasında, "erkek" ile
"dişi" arasında, "kolaylık" ve "zorluk" arasında,
"doğruladı" ve "yalanladı" arasında tezat vardır.
"Gerçekten sizin çalışmanız çeşit çeşittir. Artık kim verir ve
sakınırsa, Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu en kolaya hazırlarız."
ile "Ama kim cimrilik eder ve kendini müstağni görürse, Ve en güzel olanı
yalanlarsa, Biz de onu en zor olana hazırlarız." arasında mukabele vardır.
Mukabele ve tı-bak bedii güzelliklerdendir.
"Artık kim verir ve sakınırsa" cümlesinde, muhatapları
üzerinde düşünmeye çağırdığından ve sınırlama sözkonusu olmaması için nesne
zikredilmemiştir.
[5]
"Örttüğü" karanlığı ile herşeyi kapladığı, "zaman
geceye" "Erkeği ve dişiyi yaratana" Adem ve Havva'yı, insan,
hayvan ve bitkideki bütün erkek ve dişileri yaratana. "Gerçekten sizin
çalışmanız çeşit çeşittir." Ameliniz ve çalışmalarınız, farklı farklıdır.
Bu ameller ya cennet için ya da cehennem içindir.
"Eğer kim" mallarından "verir ve sakınırsa"
emirlere uyup hayır yapar, ve yasaklardan, serden kaçınırsa. "Ve en güzel
olanı doğrularsa" söz veya güzel huy ile ki, o da "lâilâhe
illallah", cennet, sevap ve her çeşit fazilettir. "Biz de onu en
kolaya hazırlarız." Cennete girmek gibi kolaylığa ve rahata kavuşturan
güzel amellere, ahlâka sahip kılarız.
"Ama kim" malı tutup Allah'ın ondaki hakkını vermeyerek
"cimrilik eder ve kendini" Rabbinden ve sevaptan
"müstağnigörürse." "Biz de onu en zor olana hazırlarız."
Onu, dünya ve ahirette sadece şer getiren kötü bir hale hazırlarız. "O
helak olduğu zaman malı kendisine fayda vermez." Helak olma, ateşe veya
kabre düşme halidir.
[6]
"Artık kim verir ve sakınırsa," ayetinin (5. ayet) nüzul
sebebiyle ilgili olarak İbni Cerir ve Hakim, Amir b. Abdullah b. Zübeyr'den
şöyle rivayet ettiler: Ebu Bekir (r.a.) Mekke'de iken müslüman köleleri azat
ediyordu. Azat ettikleri acizler ve müslüman olan kadınlardı. Babası Ebu Kuhafe
dedi ki: Yavrum! Zayıf kimseleri azat ettiğini görüyorum. Güçlü kimseleri azat
etsen, seninle beraber olur, sana yardımcı olurlardı, seni savunurlardı. O
şöyle cevap verdi: "Babacığım. Ben Allah katındakini istiyorum." Bu ayet
indi: "Artık kim verir ve sakınırsa."
"Ama kim cimrilik eder..." ayetinin (8. ayet) nüzul sebebiyle
ilgili olarak İbni Abbas, Ümeyye b. Halef hakkında inmiştir, dedi.
[7]
"Andolsun bürüyüp örttüğü zaman geceye; Açılıp ortaya çıktığı
zaman gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana ki..." Karanlığı ile parlak olan
her şeyi örten geceye, çıkıp belirdiği ve parladığı zaman gecenin karanlığı
gittiği için gündüze, bütün cinslerden, insanlardan ve diğerlerinden erkeği ve
dişiyi yaratan büyük kudret sahibine yemin ederim. Bir diğer ayette de şöyle
buyrulmuştur: "Sizi çift çift yarattık." (Nebe', 78/8).
"Gerçekten sizin çalışmanız çeşit çeşittir." Hakkında yemin
edilen şey budur. Yani, kulların amelleri, muhteliftir, farklı farklıdır; hayır
yapan vardır, şer yapan vardır. Bazı ameller sapıklık, bazıları da hidayettir.
Kimisi cenneti gerektirir, kimisi de ateşi.
Bu ayetin yakın manası şu ayetlerde de vardır: "Cehennem ehli ile
cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli olanlar, onlar kurtuluşa erenlerdir."
(Haşr, 59/20), "Mümin olan kimse, imandan hariç olan kişi gibi midir?
Onlar müsavi olmazlar." (Secde, 32/18), "Yoksa kötülük işleyenler,
ölümlerinde ve sağlıklarında iman edip de iyi amellerde bulunan kimselerle
kendilerini bir mi tutacağımızı sandılar?. Ne kötü hüküm veriyorlar."
(Casiye, 45/21).
Bunun ardından insanların durumlarını ve iki gruba bölünmelerini
anlattı:
"Artık kim verir ve sakınırsa, Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz
de onu en kolaya hazırlarız." Malını hayır yollarına sarfeden ve Allah'ın
nehyettiği haramlarından kaçman, Allah'ın imana ve hayır harcamalarına karşı
va-dettiğini doğrulayana biz, mükellef olduğu bütün fiilleri kolaylaştırırız.
Onu hayra götürecek kolay bir yola sevkederiz. Hayır yolunda infakı ve Allah'a
kulluk yolunda ameli ona kolaylaştırırız.
"Ama kim cimrilik eder ve kendini müstağni görürse, Ve en güzel
olanı yalanlarsa, Biz de onu en zor olana hazırlarız. O helak olduğu zaman malı
kendisine fayda vermez" Malında cimrilik yapıp, hayır yolunda harcamayan
ve dünya şehvetlerine dalıp ahiret nimetlerinden kendisini müstağni gören,
ecre, sevaba ve Allah'ın lutfuna tenezzül etmeyen, ahiret yurdundaki cezayı
yalanlayana gelince; onu çetin ve sadece şer getiren zor bir yola sevkederiz. O
kadar ki, hayır ve salah sebepleri onun için zorlaşır, yapmaktan aciz kalır.
Nihayet ateşe varır. O cimrilik ettiği malı, cehenneme düştüğünde ona bir
fayda sağlamaz. Kolaylaştırma ve müjdeleme aslında sevindirici ve neşeli
şeylerde kullanılırken, sözde hayır ve şer birleşince, kolaylaştırma ve müjdeleme
ikisinde de kullanılmıştır.
Buhari ve Müslim, Ali b. Ebi Talib (r.a.)'den rivayet ettiler:
Bakiu'l-Garkad'de bir cenazede Rasulullah (s.a.) ile beraberdik. Buyurdu ki:
"Sizden kimse yoktur ki, cennetteki ve cehennemdeki yeri yazılmamış
olsun." Dediler ki: Ya Rasulallah. Tevekkül etmeyelim mi? Şöyle buyurdu:
"Çalışın. Herkes, yaratıldığına müyesserdir." Sonra da şunu okudu:
"Artık kim verir ve sakınırsa, Ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu en
kolaya hazırlarız. Ama kim cimrilik eder ve kendini müstağni görürse, Ve en
güzel olanı yalanlarsa, Biz de onu en zor olana hazırlarız." Bu manada pek
çok hadis vardır.[8]
Allah Tealâ, karanlığı ile herşeyi kapladığı zaman geceye, ortaya çıkıp, parladığı ve belirdiği zaman gündüze ve erkeği dişiyi yaratana yemin etti. Böylece Allah Tealâ kendi zatına yemin etmiş oluyor. Bu yemin de, insanın amelinin karşılık bakımından muhtelif olduğuna dairdir; insanların bazısı mümin ve iyidir, diğer bazısı ise kâfirdir, facirdir.Bir kısmı itaatkârdır bir kısmı asidir. Bazısı hidayettedir bazısı sapıklıktadır. Kimisi kendisini ateşten kurtarma çabasındadır, bazısı da kendisini masiyetlere düşürmüştür. Bu, Salebi'nin Peygamber (s.a.)'in sözünden yaptığı şu nakildeki gibidir. "İnsanlar iki durumdadırlar. Nefsini satıp kurtaranlar ve helak edenler."
Sonra Allah Tealâ söz konusu amellerin farklılığını, iyi son ve kötü
son, sevap ve ceza olarak açıklayıp iki grubu zikretti:
Birincisi: Malını Allah yolunda
harcayıp, Allah'ın ondaki hakkını veren, haramlardan ve kötülüklerden kaçınan,
harcamasına karşı Allah'ın vadini doğrulayan. Allah ona, gayesine ulaşmak için
kolay ve rahat yolu hazırlar. Hayır ve salah yoluna onu irşad eder ve
iyilikleri yapması ona kolay gelir. Sahih-i Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet
edildi: Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdular: "Kulların sabahladığı hiçbir
gün yoktur ki, iki melek inmesin. Birisi: Allahım! Verene onun yerine ver,
der. Diğeri de: Vermeyene de telef ver, der."
İkincisi: Elindekini tutup, hayır
yapmayan. Buna Allah'ın karşılığı da öyledir: Hayır ve salah sebeplerini ona
zorlaştırır ve hayrı yapmak ona zor gelir.
Alimler şöyle dediler: "Kim cimrilik eder...", "Onlara
verdiğimiz rızık-tan infak ederler." (Bakara, 2/3), "Mallarını gece
gündüz, gizli aşikar harcayanlar." (Bakara, 2/274) ve diğer ayetlerden
anlaşılan cömertliğin iyi ahlâk, cimriliğin de kötü ahlâk olduğudur. Cömert
verilmesi gereken yerde veren, cimri de verilmesi gereken yerde vermeyendir.
Verdiği ile ecir ve teşekkür alan cömert, kınama ve ceza alan ise cimridir.[9]
Bu cimriye, öldüğünde veya kabre ya da cehenneme girdiğinde malı fayda
vermeyecektir.[10]
12- Muhakkak ki doğru yolu göstermek bize aittir.
13- Elbette ahiret de dünya da
bizimdir.
14- İşte sizi alevler saçan bir ateşle uyardım.
15- Oraya en bedbaht olandan başkası girmez.
16- Ki o yalanlamış ve yüz çevirmişti.
17- Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır.
18- Ki o malını vererek arınır.
19- Onda hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti yoktur.
20- Sırf yüce Rabbinin rızasını
kazanmak için (verir.)
21- Yakında kendisi de muhakkak razı olacaktır.
"en bedbaht" ve "sakınan" arasında tezat vardır.
"Oraya en bedbaht olandan başkası girmez, (eşka)" ayeti ile
"Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır, (etka)" ayetlerinin son
kelimeleri arasında ses uyumu (seci) vardır.[11]
"Muhakkak ki doğru yolu göstermek bize aittir." hükmümüzün ve
hikmetimizin gereğince hakka irşad etmek bizim üzerimizedir. "Elbette
ahiret de dünya da bizimdir." Dünya ve ahiret Allah'ındır. Dilediğimizi
dilediğimize veririz. Onu bizden başkasından isteyen hata etmiştir. Hidayetin
terke-dilmesi bize zarar vermez. "Oraya" kâfir Ebu Cehil ve Ümeyye b.
Halef gibi "en bedbaht olandan başkası" ebedî kalmak üzere
"girmez." Fasık ise, oraya girse bile ebedî kalmaz.
"Ki o" peygamberin getirdiğini "yalanlamış ve"
imandan, Rabbine ta-attan "yüz çevirmişti." Küfür ve masiyetten
"sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır." "Ki o malını" riya
olmadan sadece Allah için "vererek arınır" ve Allah katında arınmış
olur.
"Yakında kendisi de" cennette ona verilecek sevap ile
"muhakkak razı olacaktır." Ayet böyle davranan herkesi kapsamakta
olup onlar; ateşten uzaklaştırılıp sevaba nail edilir.
[12]
"Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır." ayetinin (17. ayet)
nüzul sebebiyle ilgili olarak İbni Ebi Hatim, Urve'den rivayet ettiğine göre:
Ebu Bekir, Allah yolunda işkence edilen yedi kişiyi azat etti. "Sakınan
ise ondan uzaklaştırılacaktır." ayeti, surenin sonuna kadar onun hakkında
inmiştir.
"Onda hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti yoktur."
ayetinin (19. ayet) nüzul sebebiyle ilgili olarak Ata, İbni Abbas'tan şöyle
dediğini rivayet etti: Bilal müslüman olunca putlara gidip pisledi. O, Abdullah
b. Cüd'an'ın kölelerindendi. Müşrikler kölesinin yaptığını ona şikâyet ettiler.
O da onu ve ilâhları için boğazlıyacaklan yüz deveyi onlara bağışladı. Onlar da
götürüp kızgın toprakta ona işkence ettiler. O ise: "Ahad, Ahad"
yani Allah birdir diyordu. Rasulullah (s.a.) onun yanından geçerken "Ahad
(tek olan Allah) seni kurtaracak." buyurdu. Sonra da Rasulullah (s.a.)
Ebu Bekir'e: Bilal Allah için işkence görüyor, diye haber verdi. Ebu Bekir'de
bir kese altın verip onunla Bilal'i satın aldı.
Müşrikler: Ebu Bekir bunu, Bilal'in önceki bir iyiliğinden dolayı
yaptı, dediler. Allah Tealâ bu ayeti indirdi: "Onda hiç kimsenin karşılığı
verilecek bir nimeti yoktur. Sırf yüce Rabbinin rızasını kazanmak için
verir."[13]
Bezzar, İbni Zübeyr'den "Onda hiç kimsenin karşılığı verilecek bir
nimeti yoktur." ayeti ve devamının Ebu Bekir Sıddık hakkında indiğim
söylemiştir.
[14]
Allah Tealâ insanların çalışmalarının sonuçlan itibarı ile farklı olduğunu,
iyi için kolaylık, kötü için de zorluk olduğunu beyan ettikten sonra, artık
gereken açıklamayı, teşvik ve uyarıyı yaptığını haber verdi. Dünya ve ahiretin
maliki olduğunu, insanların hidayetlerinin kendi mülkünde bir şey
arttırmadığım, aksi durumun da bir zarara yol açmayacağını, dilediğine
dilediğini vereceğini, her iki diyarın mutluluğunun da ancak kendisinden
isteneceğini bildirdi.
Sonra da bütün insanları cehennem azabı ile korkuttu. Kiminin oraya
girip onunla yanacağını ve kimin de uzak kalıp azabından kurtulacağını
açıkladı. Uyaran mazurdur.
[15]
"Muhakkak ki doğru yolu göstermek bize aittir." Hidayet yolu
ile sapıklık yolunu, Helâl ile haramı, hak ile batılı, hayır ile şerri beyan
etmek bize aittir. Bu da, peygamberler vasıtasıyla hükümlerinin, akaid, ibadet
ve ahlâk esaslarının bulunduğu kitaplar indirme iledir.
"Elbette ahiret de dünya da bizimdir." Ahiretteki her şey ve
dünyadaki her şey bizimdir. Onda dilediğimiz gibi tasarruf ederiz. İki dünya
içinde bir şey isteyen bizden istesin. Dilediğimizi, dilediğimize verir
bağışlarız. Hidayetimize uyulmaması bize zarar vermez. Hidayete tabi olunması
da mülkümüzde bir artış yapmaz. Bilakis, onun yararı da zararı da size döner
ey insanlar! Kim dünyaya ve ahirete malik ise, ikisinde de tasarrufu olan
Odur. Uyulması gereken O'nun hidayeti ve dinidir.
Bundan sonra, Allah Tealâ ateş yoluna girmeye karşı uyararak şöyle
buyurdu:
"İşte sizi alevler saçan bir ateşle uyardım. Oraya en bedbaht
olandan başkası girmez. Ki o yalanlamış ve yüz çevirmişti." Alevleri
yükselen tutuşmuş şiddetli bir azapla sizi korkuttum. O azaba, peygamberlerin
getirdiği hakkı kabul etmemiş, Muhammed (s.a.)'i Rabbinden getirdikleri konusunda
yalanlamış, Allah'a iman, dinine ve hükümlerine uymaktan, emirlerine itaatten
yüz çevirmiş olan kâfirden başkası girmeyecektir.
Ve ateşten kurtuluşun yolunu da şöyle açıkladı:
"Sakınan ise ondan uzaklaştırılacaktır. Ki o malını vererek
arınır." Küfürden ve masiyetten şiddetle kaçman takva sahibi de
cehennemden uzak kalacaktır. Yukarıda da geçtiği gibi, Vahidi bu sakınan
kimsenin, bütün müfessirlerin görüşüne göre Ebu Bekir Sıddık olduğunu söyledi.
Yani, ayet onun hakkında indi, ama hükmü bütün müslümanlara hitap edecek şekilde
umumidir.
Bu takva sahibi yani sakınan kişi malını infak edip hayır yollarına verendir.
Allah katında arınmış, temiz ve günahlardan kurtulmuş olmayı istemekte,
insanların övgüsünü veya methini istememektedir.
İmam Ahmed ve Buhari, Numan b. Beşimden şöyle rivayet ettiler: Ra-sulullah
(s.a.)'ı şöyle buyururken işittim: "Kıyamet günü cehennemliklerin en hafif
azap göreni, ayaklarının altına iki kor konan ve onlardan dolayı beyni kaynayan
kimsedir."
Müslim'de bu hadisi başka bir lafızla rivayet etti:
"Cehennemliklerin en hafif azap göreni, ateşten iki nalin ve kayışı
olandır. Onlardan dolayı, kazan kaynar gibi beyni kaynar. En hafif azabı
gördüğü halde, kendisinden daha çok azap görenin olmadığını sanır."
Ahmed, Fbu Hureyre'den şöyle rivayet etti: Rasulullah (s.a.) buyurdu
ki: "Ateşe bedbaht olandan başkası girmez. Bedbaht kimdir, dediler.
Buyurdu ki: Kulluk yapmayan ve yapmadığı masiyet bırakmayan."
Yine Ahmed ve Buhari, Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet ettiler:
Rasulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Yüz çeviren hariç kıyamet günü bütün
ümmetim cennete girecek." Kim yüz çevirir ya Rasulallah, dediler? Buyurdu
ki: "Bana itaat eden cennete girer. Bana isyan eden yüz çevirmiştir."
Ardından, amelde İhlasın vasfını zikrederek şöyle buyurdu:
"Onda hiç kimsenin karşılığı verilecek bir nimeti yoktur. Sırf
yüce Rab-binin rızasını kazanmak için (verir.) Yakında kendisi de muhakkak razı
olacaktır." Malını, insanlardan birisinin ona iyiliğine karşılık, mükâfat
olarak tasadduk etmez. Bununla, bir iyiliğin karşılığını vermeyi değil, Allah'ın
rızasını ve sevabını ister. O muhakkak, kendisine lutfettiklerimizle hoşnut ve
razı olacaktır.
Buhari ve Müslim'de Rasulullah (s.a.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Allah yolunda bir çift infak edeni cennetin bekçileri çağırırlar: Ey
Allah'ın kulu! Bu iyidir." Ebu Bekir dedi ki: Birisinden çağırılan değil
de, (cennetin kapılarının) hepsinden çağırılacak kimse var mı? Buyurdu ki:
"Evet. Umarım sen onlardan biri olursun."
[16]
Ayetler şu hususlara işaret
etmektedir:
1- Allah Tealâ hikmeti ve
kullarına rahmeti dolayısıyla onlara cennete ve rızasına ulaştıracak olan her
şeyi açıklamıştır. Allah Tealâ helâl ve haram, taat ve masiyet hükümlerinin
açıklanması için bunu taahhüt etmiştir.
2- Dünya ve ahiretin mülkü
Allah'ındır. Onlarda dilediği gibi tasarrufta bulunan, ikisinin de sevabını
bağışlayan, dilediğine dilediğini veren O'dur. Onları, maliki olmayandan ve
tasarrufu bulunmayandan isteyen yolu şaşırmıştır. İsyan edenin isyanı O'na
zarar vermez. İtaat edenlerin taati de O'na fayda vermez. Zarar ve fayda
kendileri içindir.
3-
Bu yeterli açıklamalardan
sonra Allah Tealâ tutuşup alevlenmiş cehennem ateşi için uyarmıştır. Ona
girip, hararetini sürekli olarak tadacak olan da, Allah'ın Peygamberi Muhammed (s.a.)'i yalanlayan
ve imandan yüz çevirenden bedbaht kâfirden başkası değildir.
4- Masiyetlerden sakınan ve
Allah'ın azabından korkan ise ateşten uzak kalacaktır. Sakınanın veya
muttakinin vasfı şudur: Allah katında arınmış, günahlardan ve kötülüklerden
uzak kalarak tertemiz olmayı isteyen ve bunun için malını verendir. Bunu
yaparken o, şöhret veya birisinin mükâfatını istememektedir. Bilhassa, Allah
Tealâ'nın rızasını umarak, sevabını ve cennetini amaçlayarak tasadduk
etmektedir. O hem razı olmuş, hem de kendisinden razı olunmuş olacaktır. Bu
ise, Rahim olan Rabbin büyük bir vaadidir.
Kısacası takva sahibi ile bahtsızdan her biri iki kısmı kapsamaktadır. Takva sahibi kişi bütün kötülüklerden uzak duran mümin ile bazan günah işleyip tevbe eden, pişman olan mümini kapsamaktadır, ikisinin sevabı da cennettir.
Bahtsız kişi, Allah'ı, peygamberini ve ona indirileni inkâr eden kimse,
kalben Allah'a ve Rasülüne iman ettiği halde bazı masiyetlerde ve kötülüklerde
ısrar eden ve onlardan da tevbe etmeyen müslümanı kapsamaktadır. Onun böyle
davranması tasdikindeki eksikliği göstermektedir. Bunun delili de İbni
Mace'nin rivayet ettiği şu Peygamber (s.a.) sözüdür: "Zinacı zina ederken
mümin olarak zina etmez. Çalan da mümin olarak çalmaz."
Birincisi ateşte ebedîdir. İkincisi ise, Allah'ın dilediği kadar orada
azap görüp sonra cennete çıkacaktır. Sakınan ve bedbaht olanın vasıfları
mübalağa yoluyla söylenmiş sözlerdir.
Zemahşeri şöyle demektedir: Ayet, müşriklerden bir büyüğün hali ile,
müminlerden bir büyüğün hali hakkında inmiştir. İki zıttm vasıflarında mübalağa
murad edilmiştir. "Bahtsız" dendi ve ateşe girmeye özel tutuldu.
Sanki ateş sadece onun için yaratıldı. "Çok sakınan" da kurtuluş için
özel tutuldu. Sanki cennet onun için yaratıldı. Bahtsızların, Ebu Cehil,
Ümme-ye b. Halef; çok sakınanın ise Ebu Bekir (r.a.) olduğu söylendi.[17]
İmam Ahmed, İbni Mace ve İbni Merdüveyh, Ebu Hureyre'den rivayet
ettiler: Rasulullah (s.a.) buyurdu ki: "Ateşe bedbaht olandan başkası girmez.
Bedbaht kimdir, dediler. Buyurdu ki: Kulluk yapmayan ve yapmadığı masiyet
bırakmayan."
[18]
[1] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/525.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/525.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/525-526.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/526.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/527.
[6] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/527-528.
[7] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/528.
[8] İbni Kesir, IV/518-519.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/528-529.
[9] Kurtubi, XX/84-85.
[10] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/529-530.
[11] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/531.
[12] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/531-532.
[13] Nisaburî, Esbâbu 'n-Nüzul,
s. 255 vd.
[14] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/532.
[15] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/532.
[16] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/533-534.
[17] Kurtubi, XX/84-85.
[18] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir,
Risale Yayınları: 15/534-535.