DUHÂ SÜRESİ 2

Meal 2

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri 2

Mühim Bîr Hüküm.. 5


DUHÂ SÜRESİ

 

Meal

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

1- Kuşluk zamanına andolsun.

2- Kararıp durgunlaştığı zaman geceye  andolsun  ki.

3- (Ey Rasulüm!)  Rab bin seni bırakmadı ve sana danl-madı.

4- Elbette  ahiret   (akıbet)   senin için  dünyadan   (başlan­gıçtan) daha hayırlıdır.

5- Kesinlikle Rabbin sana verecek sen de hoşnud olacak­sın.

6- (Rabbin)  seni yetim buiup da barındırmadı mı?

7- Yine seni şaşırmış bulup da doğruya iletmedi mi?

8- Seni fajûr bulup da zenginleştirmedi mi?

9 - Öyle ise sakın yetimi hor tutma,

10- Dilenciyi azarlama.

11- Rabbinin nimetini de anlat (ve bildir). [1]

 

Dirayet Ve Rivayet Tefsiri

 

(İ-ll)   «Kuşluk zamanına andolsun...» Bu Ayetlerin Tefsiri

Bu surenin Mekkî olduğunda ihtilaf yoktur. Onbir ayet oldu­ğunda da ihtilaf yoktur. Kelimeleri 40, harfleri 172'dir.

«Ed-Duha» hakkında daha önce de açıklama yapılmıştı. Bu­rada Duha'dan maksat güneşin yükselme zamanıdır. Allah Duha' ya yemin ediyor. Çünkü Duha gündüzün genci sayılır ve dedikle­rine göre Allah'ın Musa ile konuştuğu saattir. Sihirbazlar bu saat-, te Allah'a secde etmişler denilir.

Bazıları «Duha'dan maksat bütün gündür» demişlerdir. Zahi­re göre T>uha'dan maksat cinstir.

«Seca» fiili ehli sükûnete kavuştu .demektir. Çünkü bu fiil mut­lak sükûn mânâsını ifade eden «secuv» kökünden gelir. Burada nisbet mecazidir. Çünkü gece sükûna kavuşmaz. Gecede halk sü­kûna kavuşur.

Katade idyor ki: «İnsanlar ve sesler orada sükûna kavuşurlar. Bu da çoğu zaman gecenin iki tarafında olur». Yani başlangıcından bir zaman geçtikten veya karanlık çöktükten sonra halk sükûna kavuşur. Bir de fecirden biraz önce. El-TJfi'nin îbn Abbas'tan rivayet ettiğine göre «Seca» yenil­mek mânâsına gelen ttAkbele» ile tefsir edilmiştir. Yine İbn Ab­bas'tan şöyle naklediliyor: Seca «hikmet» mânâsına gelen «zehe-be» ile tefsir edilmiştir. Fakat bu iki tefsir de meşhurun hilafıdır. Çünkü Araplar rüzgârsız geceler için sakin bir gece ibaresini çok kullanırlar.

Katade ve Mukatil'den, «Duha, Allah'ın Musa ile konuştuğu zaman demektir» demişlerdir. Geceden maksat ise Miraç Gecesi' dir. Bazı kimseler Duha'yı Rasûl-ü Ekrem'in yüzü, geceyi de onun mübarek saçlarıyla tefsir etmişlerdir.

Bazıları «Duha, ehli beytin erkekleri, gece ise kadınlarıdır» de­miştir. Bazıları da, «Duha muhtemel ki Rasûl-ü Ekrem'in peygam­berliği gece de vahyin kesintiye uğradığı zaman mânâsındadır» demiştir.

Veya Duha, Allah'ın ilminin nuru, gece de onun affıdir. Veya Duha, garib olduktan sonra İslâm'ın yönelip gelmesi, gece de onun tekrar garib-olacağına işarettir. Veya duha aklın kemali, gece ise ölüm zamanıdır. Veya duha Rasûl-ü Ekrem'in alaniyeti, halk orada herhangi bir ayıp görmüyor. Fakat bunların tefsir olmadığı, sade­ce tevil olduğu apaçıktır. Tevilin kapısı açılırsa binlerce tevil ya­pılabilir. Allah hakikati daha iyi bilir.

Cenab-ı Hak Duha'yı burada geceden Önce zikrediyor. Bu Du-ha'nın şerefini gözetmek içindir. Çünkü orada nur fazlasıyla beli­rir. Nur'un karanlık üzerinde zatî bir şerefi vardır. Çünkü nur var­lıktır. Veya Duha'nm çok menfaatleri olduğuna işarettir. Veya me­lekler alemiyle münasebeti vardır; çünkü onlar nuranidir.

Daha önceki surede gecenin takdim edilmesinin nedeni gecede karanlık olmasındandır.   Karanlık yokluk olduğu için hadis olan nurun aslını teşkil eder. Yani birtakım hadis sebeplerden dolayı, nur meydana gelir.

Bazıları «Beîed Suresi'nde gecenin takdimi, bu surenin Ebube-kir Sıddık hakkında nazil oluşundandır. Müslüman olmazdan ev­vel küfür dönemi onun için bahis konusu idi» derler. Duha'da gündüzün takdimi vardır, çünkü Sure Rasûl-ü Ekrem hakkında­dır. Rasûl-ü Ekrem hakkında ise hiçbir küfür sebkat etmemiştir.

«Rabbin seni terketmedi ve darılmadı da» cümlesi de kasemin cevabıdır. Hz. Cebrail bir müddet peygambere inmedi. Müşrikler «Uuhammed'in Rabbi ona buğzetti ve onu terketti» dediler. Bu­nun üzerine bu ayet nazil oldu.

îbn Cüreyc, «Vahy on iki gün gelmedi, gecikti» diyor îbn Ab-bas'a göre 15 gün, bazılarına göre ise 25 gündür. Mukatil ise kırk gün, demiştir. Buharilde Cündüb bin Süfyan'dan gelen şu hadis vardır: «Allah Rasûl-ü hastalandı. İki veya üç gece kalkmadı. Ona, Ebu Leheb'in karısı ve Ebu Süfyan'ın kızkardeşi (amcasının hanı­mı) Avra binti Harb geldi. «Ey Muhammed, ümid ederim ki şeyta­nın seni terketti. İki veya üç geceden beri sana yaklaşmadığını görmekteyim» dedi. Bunun üzerine Duna Suresi 3. ayete kadar na­zil oldu.

Rasûlullah'a hizmet eden Havle isimli hanım şunları söylemiş­tir: «Bir köpek yavrusu Rasûlullah'ın evine girdi, tahranın altına saklandı ve orada öldü. Birkaç gün Hz. Cebrail ona vahy getir­medi. Rasûl-ü Ekrem: «Ey Havle, evimde ne hadise olmuştur aca­ba? Niçin Cebrail bana gelmiyor?» diye sordu. Havle diyor ki: «Müsaade edersen evi bir süpüreyim» dedi ve evi süpürdü. Tahta­nın altından ölü bir köpek yavrusu çıkardı, duvarın arkasına attı. Peygamber geldi, çeneleri titriyordu. «Ey Havle! Beri ört» dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak Duha Suresi'ni indirdi. Cebrail geldi' ğinde RasûUü Ekrem niçin geciktiğini sordu.   Cebrail,   «Sen bilmez misin ki biz içinde köpek ve resim   olan bir eve   girmeyiz» dedi.

Seleme, İbn İshak'tan rivayet eder: Dördüncü ayetin mânâsı şudur: «Ey Muhammedi Bana döndüğünde benim senin için hazır­ladığımın dünyada sana verdiğim nimetlerden daha üstün oldu-* ğunu göreceksin».

İbn Abbas, «Allah Rasûlü'ne kendisinden sonra ümmetinin başına gelecekler gösterilmişti. Onunla sevindi. Cebrail o zaman: «Ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Rabbin sen razı olun­caya kadar sana verecektir» dedi.

Ahiret'te verilecek nimet, bir görüşe göre Kevser havuzu ve şefaat etmesidir. İbn Abbas, «Beyaz incilerden yapılan bin köşk. tür. Bunların toprakları misktir ve her köşkte ona uygun olan ha­nımlar ve hizmetçiler vardır» diyor.

îbn Abbas diyor ki: «Hz. Muhammed, ehli beytinden birinin cehenneme girmesine razı olur mu?»

Süddi, «Bu ahirette verilecek ve bütün müminleri kapsayacak olan şefaattir» diyor.

Hz. Ali, Rasûl-ti Ekrem'in şöyle buyurduğunu naklediyor: «Al­lah Kıyamet Günü'nde beni şefaatçi kılar. Hatta Cenab-ı Hak ba­na der ki: «Razı oldun mu ey Muhammed?» Ben de: «Yarab, razı oldum» diyeceğim».

Sahihi Müslim'de Abdullah bin Amr bin As'tan gelen bir ri­vayete göre, Rasûl-ü Ekrem, Hz. İbrahim'in «Kim bana tabi olur­sa kesinlikle t> bendendir. Kim bana isyan ederse kesinlikle sen, gafuru-rahimsin» (İbrahim: 36) sözünü ve Hz. İsa'nın: «Eğer on­lara azab verirsen onlar senin kullarındır» (Maide: 118) sözlerini okuyunca ellerini kaldırdı ve dedi ki: «Ey Allahım! Ümmetim, üm­metim!» Bunları söyledikten sonra ağladı. Cenab-ı Hak Cebrail'e: «Muhammed'e git. Rabbin daha iyi bilir. Ondan kendisini ağlata­nın ne olduğunu sor» dedi. Cebrail Rasûl-ü Ekrem'e gelerek: «Seni ağlatan nedir?» diye sordu. O da haber verdi. Cenab-ı Hak, Ceb­rail'e: «Muhammed'e git. Ona de ki, Cenab-ı Hak sana şunu söy~ lüyor. «Seni ümmetin hususunda razı edeceğiz, seni üzmeyiz».

Hz. Âli, Iraklıları: «Siz Allah'ın kitabında en ümid verici aye­tin Zümer Suresi'nin 53. ayeti olduğunu söylüyorsunuz» dedi. On­lar: «Evet, biz bunu söylüyoruz» dediler. Hz. Ali: «Biz ehli beyte ise diyoruz ki, Allah'ın kitabında en ümid verici ayet «Andolsun Rabbin sana razı olacağın kadar verecek» ayetidir» dedi.

Şöyle bir hadis nakledilir: Bu ayet nazil olduğu zaman Rasûl-ü Ekrem: «Ümmetimden bir kişi ateşte olduğu halde ben razı ol­mayacağım» diye yemin etti.

«O seni yetim bulup barındırmadı mı?» ayeti ve onu takip eden ayetler Allah'ın peygamberine karşı olan himmetlerinin sayılması­na başlangıç teşkil etmektedir.

Cafer bin Muhammed es-Sadık'tan soruldu: «Niçin Rasûl-ü Ekrem hem annesinden hem de babasından yetim kaldı?» Cevap olarak denildi ki: «Ki onun boynunda hiçbir kimsenin hakkı olma­sın». Yani anne ve babası büyüyünceye kadar yaşasaydı onların hakkı Rasûl-ü Ekrem'in boynunda olurdu!

Mücahid, «Yetim kelimesi Arapların 'yeUm bir incidir' sözün­den alınmıştır» diyor. Yani bir incinin benzeri yoksa, kıymet bakı­mından esi bulunmuyorsa böyle denilir.

ttDallen» kelimesi gafil demektir. Yani sen peygamberlik işin­den, senden istenilenden gafildin. Rabbin seni bu sıfat üzerinde gördü. Sana hidayet (irşad) etti. Burada dalâlet sapıklık ve kü­für mânâsına değil, gaflet ve habersizlik manasınadır. Nitekim Ce-nab-ı Hak, Tâhâ Suresi'nde «Onların ilmi Rabbinin kafanda bir ki­taptadır, Rabbin dalâlete gitmez (şaşmaz ve unutmaz)» (Taha: 52) buyurmaktadır.

Cenab-ı Hak Yusuf Suresi'nde peygamber için gaflet kelime­sini kullanmaktadır. «Biz sana bu Kur'an'ı vahyetmekle en güzel kıssayı anlatıyoruz. Kur'an gelmezden önce gafillerdendin (haber­sizlerdendin)» (Yusuf:  3)

Bir grup «Dallen kelimesinin mânâsı şudur: Kur'an ve şeriat lan bitmiyordun. Allah seni Kur'an'a ve İslâm şeriatına hidayet etti» demişlerdir.

Nehak ve Şehir bin Havşet, «Sen Kitab ve İmanlın ne olduğu­nu bilmiyordun» ayeti de bu kabildendir, diyorlar. Bir gruba göre de bundan maksat, seni dalâlet kavmi içinde buldu ve onları senin vasıtanla hidayete getirdi demektir. (Kelbî, Ferra). Süddi de bu­nun benzerini rivayet etmektedir. Yani senin kavmini dalâlette buldu ve seni onların hidayetine irşad etti.

Bazıları bu ifadenin hicrettten habersizdin ve seni hicrete hi­dayet etti, demek olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre «Dallen» kelimesinden maksat şudur: Senden Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn, Ruh sorulduğunda istisnayı (eğer Allah dilerse, kelimesini) unut-muş olarak korkuyordun ve o sana hatırlattı. Nitekim Cenab-ı Hak «dalâlet» kelimesini Bakara Suresi'nin en uzun ayetinde kul­lanmıştır. Şahitlerden birisi dalâlete gider; yani unutur. Bazıları­na göre, ayetin mânâsı şudur: «Rabbin, seni kıbleyi aradığın halde buldu. Seni kıbleye hidayet eHi». Bunun açıklaması, «Kesinlikle biz senin yüzünün göğe doğru evrilip-gevrildiğini gördük» (Baka­ra: 144) ayetidir, tşte bu ayette de dalâlet, talefa, istek mânâsında kullanılmıştır. Çünkü kaybolan, yolunu şaşıran bir kimse talep eder.

Bazıları «Ayetin mânâsı; seni, üzerine inen vahyin açıklanma­sından şaşkınlık içerisinde gördü ve seni ona hidayet etti demek­tir» demişerdir. O zaman «dalal» burada tahayyur, şaşkın mânâsı­nı ifade eder.

Bazıları da «Seni kavminin içinde zayi olarak gördü ve seni buna hidayet etti» demişlerdir. O zaman dalâlet burada zayi ol­mak manâsını ifade eder. Bazıları da «Sem hidayetin dostu ola­rak gördü ve hidayet eHi demektim derler ki o zaman dalâlet bu­rada muhabbet mânâsına gelmiş olur. «Dalal»m muhabbet mânâ­sına geldiği Yusuf Suresi'nin 95. ayetinde de sabit olmuştur: «On­lar, Allah'a and içeriz ki kesinlikle sen eski dalâlindesin; yani eski muhabbetinin içerisindesin».

Bazıları «Seni Mekke'nin vadilerinde kaybolmuş gördü, sana yol gösterdi ve deden Abdulmuttalib'e geri gönderdi» demişlerdir.

îbn Abbas diyor ki: «Rasût-ü Ekrem küçükken Mekke vadi­sinde kayboldu. Ebu Cehil koyunlarının içerisinde dönerken onu gördü ve dedesi Abdulmuttalib'e getirdi». İşte Cenab-ı Hak bunu bir nimet olarak saymaktadır. Çünkü onu düşmanının eliyle dede­sine geri göndermişti.

Said bin Cübeyr der ki: «Rasûl-ü Ekrem, amcası Ebu Talib'le bir sefere çıktı.. Karanlık bir gecede şeytan devenin yularına yapı­şarak onu yoldan çıkardı. Cebrail geldi, şeytana üfürdü, onu tâ Hindistan'a attı. Ve Rasûl-ü Ekrem'i de kafileye geHrdi».

KaT> şöyle diyor: «Halime hatun Rasûl-ü Ekrem'in süt emme hakkı bittikten sonra onu dedesine geri vermek üzere getirdi. Mek­ke kapısının yanında (Mekke'nin girişinde) şöyle dedi: «Ey Mek­ke'nin bethası! Sana mutlu olsun. Bugün sana nur, din, baha ve güzellik döndü».

Halime der ki: «Elbiselerimi düzeltmek için RasûLü Ekrem*i kucağımdan indirdim. Şiddetli bir ses işittim. Etrafa baktım. Ra-sûlullah'î görmedim ve bağırdım: «Ey insanlar! Benimle beraber olan çocuk nerede?». Onlar «Birşey görmedik» dediler. Ben: «Ey Muhammed» diye bağırdım. Baktım ki ihtiyar bir zat asasına da­yanmış, dedi ki: «En büyük puta git Eğer o isterse çocuğunu sana geri verebilir».

Sonra o ihtiyar putun etrafında döndü, başını öptü ve «Yarab, senin minnetin Kureyş üzerinde daima vardır. Bu kadın Sadiye Kabilesi'ndendir. Oğlunun kaybolduğunu iddia ediyor. Eğer ister, sen Onu, ona geri ver» dedi. Bunun üzerine Hübel, yüzüstü düştü. Diğer putlar da devrildiler ve dediler ki: «Ey şeyh, bizden uzaklaş. Bizim helakimiz Muhammed'in eliyledir».

Bunun üzerine şeyh asasını attı, titredi ve dedi ki: «Senin oğ­lunun bir Rabbi vardır, onu zayi etmez. Onu yavaşça ara».

Kureyşliler Abdulmuttalib'in yanına koştular. Bütün Mekke' de Muhammed'i aradılar. Abdulmuttalib Kabe'yi yedi defa ziya­ret ettikten sonra Muhammed'i kendisine geri vermesi için Allah'a yalvardı. Kureyşliler gökten çağıran bir zatın sesini dinlediler: «Ey insan topluluğu! Sıkılmayın. Muhammed'in bir rabbi vardır onu rezil ve zayi etmez. Muhammed, Tiyame adlı vadide Semurre ağacının altındadır». Bunun Üzerine Abdulmuttalib Varaka bin Nevfel ile beraber oraya gitti. Baktı ki Rasûl-ü Ekrem bir ağacın altında duruyor, yaprak ve dallarla oynuyordu.

Bazılarına göre, «Vecedekedallen» ibaresi Miraç Gecesi'ne de­lâlet eder. Cebrail seni bırakmıştı. Sen yolu biliniyordun. Allah se­ni Arşın ayağına hidayet etti.

Ebubekir Verrak, «Seni Ebu Talîb'in sevdiğini gördü ve Rab-binin muhabbetine hidayet etti» diyor.

Vesan bin Abdullah «Nefsini bilmez, kim olduğunu tanımaz halde iken seni gördy, demektir» diyor.

Kelamcılardan bir grup, «Araplar bir çölde tek başına bir ağaç görseler ona «dall» derler. Zira o ağacı gören yolunu düzeltir Ce-nab-ı Hak da peygamberine «Seni dall olarak buldu» demek sure­tiyle, dinin üzerinde hiç kimse olmadığı, sen tek olduğun, seninle beraber hiç kimse olmadığı halde seni buldu ve seninle halkı ken­disine hidayet etti, dedi.

Kurtubi, bunları rivayet ettikten sonra, «Bu sözlerin hepsi de güzeldir. Onların bir kısmı manevi bir kısmı da hissidir. En son tefsir daha güzeldir. Çünkü bütün manevi görüşleri derlemekte­dir» diyor.

Bazıları «RasûLü Ekrem, kavminin üzerinde bulunduğu örf ve adetler üzerindeydi. Zahir halde ortaya bir problem atmıyordu» demiştir.

Bir kavim, «Allah'ın Rasûl-ü de peygamber olmazdan önce kavminin üzerinde bulunduğunun üzerindeydi. Onlarla herhangi bir ihtilafı yoktu zahirde. Fakat onların şirkine katılmamıştı. Za­hirde 40 senelik bir zaman kavminin adetleri üzerindeydi». Kelbi ve Süddi'nin «Ayet zahiri Üzerindedir. Çünkü onun kavmi kâfir idi, Allah onu hidayete getirdi» tarzındaki rivayetler asılsız riva-yetlerdir. Çünkü böyle görüşlerin Easulûllah'a nisbet edilmesi doğ­ru değildir. Başka bir peygambere nisbet edilmesinin doğru olma-dığı gibi. Çünkü peygamberlerde peygamberlikten önce de, pey-gamberlikten sonra da ismet sıfatı sabittir. Onlar sahih görüşe göre büyük ve küçük günahlardan korunurlar. [2]

«Ailen» kelimesi fakir, malsız demektir. Yani Allah seni malsız olarak buldu ve Hatice'nin malıyla seni zengin kıldı. «Ailen» kelimesi çoluk çocuk sahibi olarak seni buldu ve hanımının ser­vetiyle seni zengin kıldı mânâsını ifade ediyor da olabilir.

Bazıları «Seni hüccet ve burhanlardan fakir olarak buldu. Bun> lan sana vermek suretiyle bu konuda seni zengin kıldı demektir» demişlerdir.

«Fela tekhar» cümlesinden maksat şudur: Zulümle fakirin malına tasallut etme, onun hakkını ona ver. Yetim olduğun zama­nı düşün, hatırla. (Ahfeş)

Mücahid, «Fela tekhar fiilinin mânâsı onu hakir görme demek' tir» der. Bu ayet yetime nazik davranmayı, ona ihsan etmeyi em­rediyor. Hatta Katade, «Yetim için merhametli bir baba gibi ol» diyor. Ebu Hüreyre şöyle rivayet eder: «Bir kişi Rasûlae gelerek kalbinin katılığından şikâyette bulundu. Hz. Peygamber ona şunu dedi: «Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan yetimin başını sı­vazla, fakiri yedir».

Sahihayn Ebu Hüreyre'den naklediyor: Hz. Peygamber, «Be, ni ve yetimi büyüten, isterse bu yetim onun yakını blsun isterse yabancı biri olsun, bunların ikisi gibidir» dedi ve ortanca ile şeha-det parmağını gösterdi. Yani aramızda az bir mesafe vardır demek

istedi.

10. ayet dilenciye kaba davranılmasını yasaklamaktadır. Ki-şi onu az bir şey vermek suretiyle veya güzel ve tatlı dille gön­dermelidir.

Ebu Hüreyre'den naklediliyor: Rasûl-ü Ekrem Şöyle buyurdu: «Sakın herhangi biriniz dilenciye mani olmasın. İstediği zaman ona birşeyler versin. Velev ki dilencinin elinde altından iki bilezik görse dahi. Çünkü bazı zamanlarda dilenci sizi, insan ve cinlerin değil, Allah'ın size verdiği nimetler hususunda nasıl davranaca­ğınızı tetkik etmektedir.»

Bazıları «Burada dilenci dinini soran kişidir» demiştir. Yani senden dinini soran kişiyi kaba ve merhametsizce reddetme. Ona şefkatle cevap ver.

İbn'ul-Arabi, «Dini sual soranın cevabî alim kişinin boynuna ferz olur» der. Fakat bu, farzı kifayedir. Bir alim onun cevabını ve­rirse diğerlerinden mesuliyet düşer.

«Rabbinin nimetine gelince onu anlat da anlat»; yani Allah'ın sana verdiği nimetlere karşı şükür ve sena ile karşılık ver. Ve hal­ka Allah'ın verdiği nimeti söyle. Zira nimeti itiraf şükür demektir.

îbn Nuceyh, Mücahid'den «Nimetin burada Kur'an mânâsına olduğunu» naklediyor. Yine aynı zat «Bu, peygamberliktir» diyor. Yani sana vahyedileni tebliğ et. Bu hitap Rasûl-ü Ekrem'edir. Fa­kat hüküm ammdır. Hz. Hasan «Bir hayrı işlediğin zaman onu güvenilir arkadaşlarına söyle» diyor.

Amr bin Meymun, «Kişi arkadaşlarından güvendiklerine rast­ladığında ona: Allah bana namazdan akşam şu kadar şu kadar rı-zıkta bulundu, desin» demiştir.

Ebu Nuvas Abdullah bin Gaiib sabahladığı zaman, «Allah bu gece bana şunu şunu rızık verdi. Kur'an'ı okudum, şu kadar namaz kıldım. Allah'ı şu kadar zikrettim. Şunu yaptım, bunu yaptım» der. Halk ona: «Ey Eba Firaz, senin gibi bir insan bunları söyle, mez» dediklerinde, cevap olarak der ki: «Rabbinin nimetine gelin­ce, onu anlat da anlat» buyurulmuş ama siz anlatma diyorsunuz». Bunun benzeri Eyub Sahtiyani'den de gelmiştir. Ebubekir Abdul­lah el-Ceziri, Allah Rasûlü'nün şöyle söylediğini rivayet ediyor: «Kime bir hayr verilirse ve o hayrın  eseri onun üzerinde  görümezse ona «Allah'ın buğzettiği» denilir. Çünkü o Allah'ın nimetle' rine düşmandır».

Yine Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurmuştur: «Kim aza şükretmez­se çoğa da şükretmez. Kim insanlara şükretmezse Allah'a da şük­retmez. Allah'ın verdiği nimetleri söylemek şükürdür. Onu terket-mek nankörlüktür. Cemaat rahmettir, ayrılık azaptır».

Ebu Said el-Hudri, Rasûlullah'tan şöyle rivayet ediyor: «Allah cemildir, cemali sever. Nimetinin eserini kulunun üzerinde gör­mek onu sevindirir».[3]

 

Mühim Bîr Hüküm

 

El-Buzzi'nin tbn Kesir'den rivayet ettiğine göre okuyucu Du-ha Suresi'ni bitirdikten sonra tekbir getirmelidir. Bunu Mücahid tbn Abbas'tan, Übey b. Kâb'tan da rivayet etmiştir. Rasûl-ü Ekrem Duna Suresi'nin sonuna geldiğinde tekbir getiriyordu. «Allahu ek-ber» diyordu. Sure'nin sonunda tekbir getirirdi. Fakat Sure'nin son harfini tekbirle birleştirmezdi. Araya bir sekte verir, ondan sonra tekbir getirirdi. Bunun nedeni sanki şudur: Vahy Rasûl-ü Ekrem'den birkaç gün tehir edilmişti. Müşriklerden bir grup «Rab-bi onu bıraktı ve ondan buğzetti» dedi ve bu sure nazil oldu. Hz. Peygamber de sevincinden «Allahu Ekber» dedi.

Mücahid, «İbn Abbas'm yanında okudum. Bana tekbir getir­memi emretti» diyor. Bana tekbirin var olduğunu Ubey de Rasû-lullah'tan nakletti. Diğer alimlerin nezdinde tekbir yoktur. Çünkü tekbir Kur'an'a ilaveye sebep olabilir.

Kurtubi bunları naklettikten sonra şunu söyler: «Kur'an su. re, sure, ayet ayet, harf harf mütevatir bir şekilde nakledilmiştir. Onda ne fazlalık ne de eksiklik vardır. Böyle bir tekbir getirmek ise Kur'an'dan değildir».[4]

DUHA SURESİNİN SONU

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/50.

[2] Kurtubî, Ahkam'ul-Kur'an, cilt: 20, sh: 99. (Krs. cilt: 16. sh: 55, vd)

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/51-62.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 16/62.