Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Göğsün Açılıp Genişletilme Olayı
Sûrenin tamamı
Mekke'de inmiştir. Sûreye «şerh-i sadrsle başlanmış
ve bunun infial babından gelen «inşirah» mastarı sûreye isim olmuştur.[1]
Âyet sayısı
: 8
Kelime »
: 29
Harf » :
103[2]
1- Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in ilâhî inayete mazhariyeti konu
ediliyor.
2- Mekke'deki
sıkıntılı günlerin geride kalacağı haber veriliyor.
3- İslâm
dâvasının mutlaka başarıya erişeceği te'kîden
müjdeleniyor ve o günler gelince de ibâdet ve hayırlı işlere devam edilmesi ve
Cenâb-ı Hakk'a rağbetin
sürdürülmesi emir ve tavsiye anlamında hatırlatılıyor. [3]
«Cibril bana geldi ve
şöyle dedi: «Şüphesiz ki benim ve senin Rab-bımız
buyuruyor: «Senin namını nasıl yükselttim?» Peygamberimiz ona: «Allah daha iyi
bilir» diye cevap veriyor. Bunun üzerine Cibril, Allah'ın şöyle buyurduğunu
haber veriyor: «Ben anıldığım zaman sen de benimle beraber anılıyorsun..»[4]
«Rabbimden bir
meseleyi sordum ve isterdim ki onu O'ndan sormayayım. Dedim ki: «Benden önce
peygamberler bulunuyordu. Onlardan kimine rüzgârı baş eğdirdin, kimi ölüleri
diriltebiliyordu.» Bunun üzerine Rabbim şöyle buyurdu: «Ya
Muhammedi Seni yetim olarak bulup barındırmadım mı?» Ben de: «Evet Ya Rabbî!» dedim. Yine buyurdu ki: «Seni mü-tehayyir ve yol bilmez iken bulup doğru yola iletmedim mi?»
Ben de «Evet Ya
Rabbî!» dedim. O yine buyurdu ki: «Seni fakir bulup zengin kılmadım mı?» Ben
de: «Evet Ya Rabbî!» dedim. Sonra Rabbım
şöyle buyurdu : «Senin göğsünü açıp genişletmedik mi, namını yükseltmedik mi?»
Ben de: «Evet Ya Rabbî!» dedim.»[5]
«Rabbımın
göklerle yer hakkında bana emrettiğini alıp telakki ettikten sonra şöyle
dedim: «Ya Rabbî! Benden önce ne kadar bir peygamber
bulunduysa mutlaka ona tekrîmde bulundun; benim için
nasıl bir tekrîm hazırladın?» Bunun üzerine Rabbım şöyle buyurdu : «Onlara verdiğimden daha üstününü
sana vermedim mi? Ben ne kadar anılsam sen de benimle beraber anılmıyor musun?
Aynı zamanda senin ümmetinin göğüslerini ilim ve hikmetin kaynağı haline
getirdim; Kur'ân'ı (hafızalarına nakşedip) ezber
okuyorlar ki bu özelliği hiçbir ümmete vermedim. Ayrıca sana Arş'ımın
hazinelerinden bir hazine verdim : lâ havle velâ
kuvvete illâ billahi'l-aliyyi'lazîm.»[6]
Aynı hadîsin ikinci
tarikle rivayetinde şu cümleler de yer almaktadır: «İbrahim'i «halıI» Musa'yı «kelîm» edindin. Davud'a
dağları, Süleyman'a rüzgâr ve şeytanları musahhar
kıldın; İsa'dan yana ölüleri dirilttin. Benim için nasıl bir tekrîm hazırladın?...»
Açıklama :
Yukarıdaki hadîste:
«Ben ne kadar anılsam, sen de benimle beraber anılmıyor musun?» sözünden
maksadın ezan olduğunu ilim adamlarının çoğu belirtmiştir. Aynı zamanda Arş'ın
ön cephesine lâ ilahe illallah, muhammed'ün resûlüllah ibaresinin yazılması ve meleklerin her an bu
cümleyi okuması da bunun bir başka yorumu olabilir. [7]
1- Senin
göğsünü senden yana açıp genişletmedik mi?
2-3- Belini
(büküp) çatırdatan yükünü senden indirmedik mi?
4- Namını
yine senin için yükseltmedik mi?
5- Şüphesiz
ki zorluk ve sıkıntıyla beraber kolaylık vardır.
6- Evet, şüphesiz
zorluk ve sıkıntı ile beraber kolaylık vardır!
7- O halde
(bir iş ve ibâdetten) boşaldın mı (ikinci bir iş ve ibâdete) aşlayıp yorul!.
8- Ve yalnız
Rabbına rağbet et; hep O'na yönel.
Mekkeli şaşkın
müşrikler, Müslümanları fakirlikle ayıplayıp küçümsemede çok ileri gidince,
ilgili sûre, .teselli ve tebşir manâ ve hikmetiyle indirildi.
Nitekim İbn Cerîr, ei-Hasan'dan
rivayetle diyor ki: «Bu sûre indiği zaman Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz ashabına «Size beşaret ve müjde veriyorum : Bir sıkıntı iki genişlik
ve kolaylığı alt edemez değil mi?» buyurarak yakında bu gibi sataşma ve
küçümsemelerin tesirini kaybedeceğine ve İslâm'ın izzet ve şerefle
yükseleceğine işarette bulundu.[8]
Ubey b. Kâb (R.A.)den yapılan
rivayete göre, şöyle dediği iesbit edilmiştir :
«Aramızda, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den
bazı şeyleri sormakta en cesaretlimiz Ebû Hüreyre (R.A.) idi. O bir gün Resûlüllah'a
(A.S.) şöyle sordu:
Ya Resûlellah! Peygamberlik
hususunda (belirti olarak) neler gördünüz?
Bunun üzerine
Efendimiz oturduğu yerde doğrularak buyurdu ki:
— Ya
Ebâ Hüreyre! Cidden (önemli
bir şeyden) sordun. Ben henüz on yaş ve birkaç aylık iken vahada bulunuyordum.
Derken baş tarafımdan bir ses geldi: Bir adam diğerine: «Bu o mudur?» diye
sordu ve ben, tanıyamadığım yüzlerle, hiçbir mahlûkta rastlayamadığım ruhlarla,
hiç kimsenin üzerinde göremediğim elbiselerle karşılaştım, bana doğru geldiler
ve herbiri bir kolumdan tuttu, ama hiçbirinin
dokunduğunu âdeta hissetmiyordum. Biri diğerine : «Onu yere yatır!» dedi ve
beni incitmeden, büküp hırpalamadan yere yatırdılar. Ötekisi yanındakine:
«Onun göğsünü aç!» dedi ve o da göğsümü kansız ve acısız açtı. Öbürü ona :
«İçinde kin, kıskançlık ve benzeri (duyguları) çıkar» dedi. O da kan pıhtısını
andıran bir şey çıkartıp attı. Ötekisi ona: «Oraya şefkat ve merhamet
yerleştir» dedi. O da gümüşe benzer bir şey çıkardı ve sonra sağ ayağımın paş parmağını tutup hareket ettirdi ve bana şöyle dedi:
«Geç ve selâmete eriş!»
Ben de küçüğe sevgi ve
şefkat, büyüğe rahmet duygusu taşıyarak geçip
gittim.»[9]
«Senin göğsünü senden
yana açıp genişletmedik mi?»
Bu anlatımdan dört
mâna anlaşılmaktadır:
1- Bu
sûrenin Mekke döneminin ilk yıllarında indiğine bakılırsa, Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin İslâm'ı teblîğe
çalışırken Mekke'nin ileri gelenlerinin muhalefetine maruz kaldığı ve o yüzden
sıkılıp göğsünün daraldığı söylenebilir. Cenâb-ı
Hak, Onun daha önce de birtakım sıkıntılı dönemler geçirdiğini, ama sonunda o
sıkıntıları bir bir gerilerde bıraktığını
hatırlatarak bu sıkıntının da geçici olduğuna ilgili âyetle işarette bulunuyor.
2- Yine
Mekke döneminin ilk yıllarında bu sûrenin indiğine bakılırsa, bir süre vahyin
kesilmesiyle Resûlüllah'ın (A.S.)
göğsünün daraldığı ve üzüldüğü söz konusu olabilir. Cenâb-ı
Hak, Duhâ Sûresi'yle Onu teselli edip kendisini terketmediğini beyânla, o sıkıntıdan dolayı göğsünü açıp genişlettiği,
feraha kavuşturduğu gibi, bu sıkıntıyı
da ondan gidereceğini bildiriyor.
3- İniş sebebinde
belirtildiği gibi, Hz. Peygamber (A.S.) henüz on yaşında
iken bir mu'cize anlamında göğsünün melekler
tarafından açılarak -manevî bir ayıklama yapıldığı ve içi feyiz, rahmet, sevgi
ve şefkatla doldurulduğu hatırlatılıyor; böylece
mevcut sıkıntıdan dolayı da yakın gelecekte kalbinin başarıdan kaynaklanacak
ferahlık ve sevinç havasıyla genişletileceği müjdesi veriliyor.
4- Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz, kendisine peygamberlik emaneti
gelmeden önce yaşadığı çağda «Tevhîd İnancı»nın bozulduğunu ve o sebeple şekillendirilmiş maddî
cisimlere ilâh diye tapıldığını; her türlü zulüm ve ahlâksızlığın fütursuzca
işlendiğini görüyor ve buna fazlasıyla üzülüyor; bir çare bulamadığından
dolayı da göğsü daralıyordu. Kırk yaşına girinceye kadar bu sıkıntı devam etti.
Vahiy inip Allah'ın son dinini tebliğ ile görevlendirilince, aradığı fakat bir
türlü bulamadığı çarenin tecelli ettiğini gördü ve içindeki sıkıntı kalktı.[10]
Zor günleri ve üzücü,
ezici sıkıntıları; tedirgin eden şiddetleri geride bırakabilmek, imân
selâmetini koruyup gelecek günlere ümitle bakmak ve
hepsinin üstünde Cenöb-ı
Hakk'ın mutlak anlamda hükümran bulunduğuna inanıp
O'nun adaletle tecelli edeceği zamanı beklemek şüphesiz ki kurtuluş ve selâmete
ermenin, başarılı olmanın en sağlam kıstası ve en emin yoludur. Bunun için İbn Abbas (R.A.): «Şüphesiz bir
zorluk ve sıkıntı iki kolaylık ve ferahlığı alt edemez» ,[11] demiştir.
Çünkü iki ferahlık arasında bir zorluk ve sıkıntı söz konusudur ki her iki
tarafı kolaylık ve ferahlıkla birleşmektedir.
Nitekim 5 ve 6. âyette
bu husus hem te'kiden belirtilmekte hem de «maâ» edatıyla ifade edilmektedir ki bu edat, çok yakınlık
ve beraberliğe delâlet eder.
Şüphesiz böyle bir
anlatım tarzı, sabredip dayanma gücünü ortaya koyarak ilâhî inayet ve nusratın tecellisini ümitle bekleyen Resûfüllah
(A.S.) Efendimiz ile ashabının pek yakında genişliğe ve başarıya kavuşacağına
açık bir işaret bulunuyordu.
Aynı zamanda bu iki
kolaylıktan biri dünya, diğeri âhiretle ilgili olabilir.
Nitekim Tevbe Sûresi 52. âyette şöyle
açıklanmaktadır: «De ki: Bizim hakkımızda bekleyedurduğunuz, gözetleyip
beklediğiniz iki iyilikten başkası mıdır? (Ya gazi, ya da şehit olmak)»
İbn Mes'ûd (R.A.)den yapılan
rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz konumuzu
oluşturan âyetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: «Eğer zorluk ve sıkıntı keler
deliğinde bile olsa, onu oradan çıkartmak için kolaylık onu elbette izler.
Doğrusu bîr zorluk ve sıkıntı iki kolaylığı yenemez.»[12]
Böylece Allah'ın
yüksek ve kalıcı nimeti olan İslâm'a sımsıkı sarılan mü'minler
hemen her çağda İslâm düşmanlarının saldırılarına mâruz kalabilirler. Çünkü
bâtılın en çok korkup endişe duyduğu hasmı, hakkın kendisidir. Hem bir dava,
amaç ve gaye ne kadar yüce ve kutsal olursa, onun külfeti de o nisbette büyük ve ağır olur. O bakımdan mü'minler,
sözü edilen hikmeti bilip içlerine sindirdikleri oranda rahat edebilir ve
başarı basamaklarını bir bir aşma şansına
erişebilirler. Zira «Bir şey sıkıştığı zaman genişlemeğe yüz tutar», «Nîmet
külfete göredir.»[13]
[1] Şevkani, Fethu’l-Kadir:
5/460.
[2] Alaeddin Ali, Lubabu’t-te’vil: 4/388; Nisaburi, Tefsiru Garaibu’l-Kur’an: 30/114.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6865.
[3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6865.
[4] İbn Ebu
Hatim, İbn Kesir: 4/525.
[5] İbn Ebu
Hatim, İbn Kesir: 4/525.
[6] Ebu Nuaym,
Delâilu’n-Nubuvve, İbn Kesir: 4/525.
[7] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6865-6866.
[8] Suyuti, Esbabu
Nüzuli’l-Kur’an: 121.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6867-6868.
[9] Abdullah b. İmam Ahmed,
Muhammed b. Abdirrahman tarikiyle İbn
Ubey b. Ka’b (r.a.)’den. İbn Kesir, Tefsiru Kur’ani’l-azim: 4/524.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6868.
[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6869.
[11] Az yukarıda naklettiğimiz gibi, bu sözün hadis
olduğunu rivayet edenler olmuştur.
[12] Bu hadisi Abdurrezzak, Cafer
b. Süleyman tarikiyle İbn Mesud’dan
(r.a.) rivayet etmiştir. Ayrıca hadisin mevkuf olduğunu söyleyenler de vardır.
Bilgi için bak: Tefsir-i Kurtubi: 20/107 ve Tefsir-i İbn Kesir: 4/525.
[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6869-6870..