ALAK SÛRESİ

 

96

 

İndiği Yer :

 

Mekke

 

İniş Sırası :

 

1

 

Âyet sayısı :

 

19

 

Nüzulü

 

Mushaftaki sıralamada doksan altıncı, iniş sırasına göre birinci sûredir. Ka­lem sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Baştan beş âyeti Hz. Peygamber'e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan 14 âyetinin ise sonrala­rı Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı müfessirler ise ilk inen sûre­nin Müddesir, bazıları da Fatiha olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Buhârî ve Müslim'de Hz. Âişe'ye isnat edilen rivayete göre Hz. Peygamber, inzivaya çekilmeyi âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gece­si (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nurânî varlığın (Cebrail) ken­disine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: "Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarımn arası­na alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem' dedim. Beni tekrar kollarımn arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sık­tıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: 'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir"[1]

 

Adı

 

Sûre adını ikinci âyette geçen ve "asılıp tutunan" anlamına gelen "alak" ke­limesinden almıştır. Ayrıca "oku" anlamına gelen ilk kelimesinden dolayı "İkra"' ve "İkra' bi'smi rabbike" adlarıyla da anılmaktadır.[2]

 

Konusu

 

Sûrede "okumanın önemi vurgulanmakta, insanın neden yaratıldığına dikkat çekilmekte, kendini yeterli görüp nankörlük eden insanın taşkınlığı ve buna veri­lecek ceza anlatılmaktadır. [3]

 

Meali

 

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1- Yaratan rabbinin adıyla oku! 2- O, insanı ataktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. 3-4. Oku! Ka­lemle (yazmayı) öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. 5.0, insana bilme­diklerini öğretti. 6-7. Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek il­le de azgınlaşmaktadır! 8. Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O'na dönecektir). 9-10. Gördün mü, bir kulu namaz kılarken engelleyen o adamı? 11. Peki, düşündün mü (ey inkarcı), ya o kul doğru yolda ise! 12. Yahut gü­nahtan sakınmaya çağırıyorsa! 13. Düşündün mü (ey Resulüm), ya öteki hak­kı bıkar ediyor, sut çeviriyorsa! 14. Allah'ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu o? 15. Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse mutlaka onu perçeminden yaka­layıp sürükleriz! 16.0 yalancı, günahkâr perçeminden! 17.0 hemen kurul­tayını çağırsın. 18. Biz de zebanileri çağıracağız! 19. Sakın ona uyma! Secde­ye kapan ve Allah'a yakmlaş. [4]

 

Tefsiri

 

1-5. "Nüzulü" bölümünde açıklandığı üzere bu âyetler Hz. Peygamber'e inen ilk vahiy olup Peygamber'e ve onun şahsında tüm müslümanlara okumayı emret­miş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin "oku" emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve İlmin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kur'an'ın, canlılar arasında insanın farklı ve üstün yerini onun öğrenme özelliği ile tanımlaması son derece anlamlıdır[5] Âyette Hz. Pey-gamber'e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine in­dirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması ge­reken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir. Kuşku yok ki yaratanı tanımak, bilimin de dinin de temelini teşkil eder. Bu sebeple "Yaratan rabbinin adıyla oku" buyurularak Hz. Peygamber'in okuma faaliyetine veya her­hangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, yaratan rabbin adıyla başlaması ve O'ndan yardım istemesi emredilmiştir. Âyete "Yaratan rabbinin adına oku" şek­linde de mâna verilebilir. Sonuçta okumanın (veya herhangi bir faaliyetin) Al­lah'ın adıyla, Allah için ve Allah adına yapılması emredilmiştir. Âyette "Yaratan rabbinin adıyla oku" buyurularak özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneği ve imkânını hem de onun okuduğu, incele­diği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı objeleri, nesneleri yaratan Allah'tır, İnsan, bilgi edinme sürecinde Allah'ın verdiği imkân ve yetenekleri kullanmakta, O'nun yarattığı şartlarda ve onun yarattığı varlıklar üzerinde bilimsel inceleme ve araştır­malar yapmaktadır. Durum böyle iken, yani O'nun yarattığı yeteneklerle O'nun yarattığı varlık âlemini incelerken, bütün bu lütuflan görmezlikten gelerek Allah'a şükretmemek, O'nu tanımamak, üstelik bunu bilim adma yapmak büyük bir nan­körlüktür.

Sözlükte "yapışmak, asılmak, sevgi, İlgi, kan emen kurtçuk" gibi anlamlara gelen "alaka" kelimesinin çoğulu olan 2. âyetteki "alak" ile aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin (zigot) kastedildiği anlaşılmaktadır. Âyetler insanın kâmil bir varlık haline gelmesi için önce yaratanı, sonra da yaratı­lanı yani kendisini tanımasının gerekli olduğunu gösterir. [6]

"Nüzulü" bölümünde anlatıldığı üzere Cebrail Hz. Peygamber'e "Oku" dedi­ğinde o okuma işinin okuma-yazma bilenler tarafından yapılabileceğini düşünerek "Ben okuma bilmem" demişti. İşte 3. âyet, bir bakınma Resûl-i Ekrem'in bu do­laylı özür beyanına bir cevap olmaktadır. Buna göre Allah'ın keremi sonsuzdur; O, insanı "alak"tan yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren ve peygamberlik gibi yüce bir makama kadar erdiren kudretiyle, dilediği kullarına normal yollar­dan, yani kalemi ve diğer bilgi malzemesini kullanarak bir hocadan bilgi almasını sağlayarak okumayı öğretir, ama O, kullarından dilediğine, bir öğretici ve öğrenim aracılığı olmadan bilgi öğretmeye de kadirdir.

4 ve 5. âyetlerde kalemin önemi vurgulanmıştır; çünkü kalemde sayılamaya-cak kadar çok ve büyük faydalar vardır. Kalem vasıtasıyla ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kaydedilmiş, öncekilerle ilgili haberler, bilgiler zaptediîmiş, Allah tara­fından indirilmiş olan kutsal kitaplar yazılmıştır; kısaca uygarlıklar kalem sayesin­de süreklilik kazanmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış; Allah kalem vasıtasıyla insa­na bilmediklerini öğreterek onu cehalet karanlığından kurtarmış, ilmin aydınlığına kavuşturmuştur. Burada "kalem" kelimesinin, -işlevi ve amacı dikkate alındığın­da- bilinen kalemden bilgisayara kadar bütün okuma, yazma ve bilgi alıp verme araçlarını kapsadığını da belirtmek gerekir. [7]

 

6-7. Müfessirlerin çoğunluğu 6. âyette eleştirilen "insan" ile bilhassa İs­lâm'ın en azılı düşmanlarından olan Ebû Cehil'in kastedildiğini belirtirler. Riva­yete göre Ebû Cehil, "Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun, Muhammedi namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü toprağa sürteceğim!" diyerek onun na­maz kılmasını engellemeye karar vermişti. Hz. Peygamber'i namaz lalarken gör­düğünde yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve garip bir şe­kilde elleriyle kendini korumaya çalıştığı görülmüş; kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca, "Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi" demiştir. Hz. Peygamber, "Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi!" buyurmuş, bu olay üzerine 6-19. âyetler inmiştir. [8]

"Gerçek şu ki" diye çevirdiğimiz "kellâ" kelimesi olumsuzluk edatı olup kendisinden sonra anlatılanların aslında olmaması gerektiğini ifade eder. Bu bağ­lamda, zenginliğine güvenerek şımaran ve kendini yeterli görerek nankörlük eden, azgmlaşıp hakka sırt çeviren İnsanın böyle yapmaması gerektiğini vurgular. Zira gerçekte insan zayıf ve muhtaç bir varlıktır; sağlık, huzur, sükûn ve emniyet içe­risinde hayatını devam ettirebilmesi için öncelikle Allah'a ve kendisinin de üyesi bulunduğu toplumun diğer fertlerine ihtiyacı vardır. İnsanların ellerinde bulunan bütün imkânların gerçek sahibi ise kendileri değil, onu yaratan ve istediği anda el­lerinden alma gücüne sahip olan Allah Teâlâ'dır. Buna rağmen insanın sahip ol­duklarına aldanıp şımararak Allah'a itaatten uzaklaşması, kendini kendine yeterli ve başkalarından üstün görmesi, kaderinin kendi elinde olduğunu iddia etmesi vb. küstahça tutumları bilgi, iman ve basiret eksikliğinden kaynaklandığı için Yüce Allah tarafından kınanmıştır. [9]

 

8. Alak sûresini Kur'an'in ilk inen sûresi olarak kabul edenlere göre bu âyet de Kur'an'da âhiret hayatına dikkat çekmek üzere inmiş İlk âyet olup bir uyarı ola­rak dünya hayatının geçiciliğini, sonunda herkesin hesap için mutlaka Allah'ın hu­zuruna getirileceğini, bu nedenle azgınlık ve taşkınlıklardan sakınılması ve âhiret hayatı için hazırlık yapılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Daha sonra inen birçok âyette âhiret hayatının varlığı kesin ve net bîr şekilde açıklanarak iman esasların­dan biri olduğu ortaya konmuş, dünyada yapılan iyi veya kötü işlerin orada hesa­bının sorulup karşılığının verileceği, iyilerin ödüllendirileceği, kötülerin ise ceza­landırılacağı haber verilmiştir. [10]

Bizim tercih ettiğimiz meale göre 8. âyet, önceki iki âyetle bağlantılı olup, elindekini kendine ait sanan, Allah'ın gerçek sahip ve mâlik olduğu bilincinden yoksun bulunan, bu yüzden böbürlenen, azıp sapan İnsana karşı bir uyandır, [11]

 

9-14. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler Hz. Peygamber'e hitap ede­rek onun ve müminlerin Kabe Önünde namaz kılmalarını engellemeye kalkışan Ebû Cehil'e karşı bir eleştiri ve uyandır. Ancak bunları genel anlamda tüm insan­lık için bir uyan olarak değerlendirmek daha uygun olur. Zira âyetlerin İçeriği dik­kate alındığında burada, belli tarihsel kişi ve olaylann ötesine uzanılarak her dö­nemde görülen ve dinin sosyal hayatı iyilik, hak ve adalet ilkeleri yönünde şekil­lendirme işlevini engellemek isteyen bütün zorbaların eleştirildiği ve insanlığın onlara karşı uyarıldığı anlaşılmaktadır. 11-12. âyetler ise hem kendisi doğru yolda olan hem de başkalarına Allah'a saygılı olmayı ve sorumluluk şuuru içerisinde bu­lunmayı emreden bir kimsenin ibadetten veya dinin emirlerini yerine getirmekten engellenmesinin kesinlikle yanlış ve haksız olduğunu ifade eder. [12]

 

15-16. "Perçeminden yakalayacağız" sözü mecazî bir ifade olup "Onu tutup cehenneme atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız, alçaltaca-ğız" gibi değişik şekillerde açıklanmıştır. [13] Kendini kendine yeterli gördüğü için azgınlık eden ve Allah'ın kullarının ibadet etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre veya dünya hayatı boyunca serbest bırakılsa da sonunda bir gün gelip yakasına yapışı-lacağı, hak ettiği cezayı göreceği bildirilmektedir. Âyette bu cezanın dünyada mı yoksa âhirette mi verileceğine dair bir açıklama yapılmadığına göre her ikisini de kapsadığı düşünülebilir. Nitekim Ebû Cehil ve benzerleri müslümanlar karşısında­ki yenilgileri ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını görmüşlerdir; ayrıca âhirette de cezalandırılacaktan birçok âyette haber verilmektedir, [14]

 

17-19. "Kurultay" diye çevirdiğimiz "nâdî" kelimesi "bir konuda istişare et­mek üzere toplanmak" anlamına gelen "nedve" kökünden türemiş olup kurultay­da bir araya gelen heyeti ifade eder. Câhiliye döneminde Mekke'de bu tür toplan­tıların yapıldığı yere Dârunnedve denilirdi. "Zebaniler" diye çevirdiğimiz "zeba­niye" kelimesi ise "itmek, savmak" anlamına gelen "zeben" kelimesinden türemiş çoğul bir isim olup azap meleklerini ifade eder. Rivayete göre Resûlullah İbra- him'in makamında namaz kılarken Ebû Cehil "Ben sana namaz kılma demedim mi!" diyerek onu tehdit edip engellemek istemiş, Hz. Peygamber de ona sert bir şekilde karşılık vermişti. Ebû Cehil ise, "Sen beni ne ile tehdit ediyorsun? Vallahi ben bu vadide adamları en çok olan kimseyim" demiş, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. [15]  Allah Teâlâ, "O hemen kurultayını çağırsın, biz de zebanileri çağıracağız" buyurarak Hz. Peygamber'e meydan kuyan Ebû Ce­hil'in aczini ortaya koymak istemiştir. Nitekim Ebû Cehil bu âyetleri dinlediği hal­de kötü niyetini gerçekleştirme yönünde herhangi bir teşebbüste bulunmaya cesa­ret edememiştir. 19. âyette tekrarlanan "Hayır!" anlamındaki "kellâ" edatı da, o azgın insanın, Hz. Peygamber'e kötülük etmek üzere taraftarlarını çağırmaya asla cesaret edemeyeceğini gösterir. Burada Resûlullah'a, böyle azgın, Allah ve pey­gamber tanımaz kimseye boyun eğmemesi, namaz kılmaya ve secde ermeye de­vam ederek Allah'a yakınlaşma gayretlerini sürdürmesi emredilmiştir. Şüphe yok ki Allah'a yaklaşmak, O'nun emirlerine İtaat etmekle ve bu itaatin en anlamlı ifa­desi olan secde ile mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber, "Kulun rabbine en yakın olduğu an secdede bulunduğu andır" buyurmuştur. [16]



[1] bk. Buhârî," Bed'ü'I-vahy", 3; Müslim, "İmân", 252

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595-596.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/596.

[5] ayrıca bk. Bakara 2/31

[6] insanın yaratılış safha­ları hakkında bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/14

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/596-598.

[8] bk. Müslim, "Münâfikîn", 38; İbn Kesîr, VIIT, 461

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/598.

[10] bk. Bakara 2/177; Nisa 4/136

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/598-599.

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599.

[13] bk. Râzî, XXXII, 23

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599.

[15] bk. Kurtubî, XIX, 127

[16] Müslim, "Salât", 215

 Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599-560.