Bu Surenin İniş Keyfiyeti: Vahyin İnmeye Başlaması Hadisesi: |
İnsanın Yaratılması Ve Ona Okuma Yazma Öğretilmesinin Hikmeti: |
Azgınlığın Başka Türleri Ve Azgınların Tehdit Edilip Uyarılmaları: |
"Alâk" suresi, "İkra"' suresi veya
"Kalem" suresi olarak da adlandırılmıştır. Çünkü Allah Tealâ
"Yaratan Rabbinin adı ile oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku.
Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." sözü ile bu sureyi başlatmıştır.
"Alâk" pıhtılaşmış kan parçası demektir.
[1]
Allah Tealâ Tin suresinde, insanı en güzel bir şekilde yarattığını zikretmişti.
Bu, şeklin beyanı idi. Burada da "İnsanı bir kan pıhtısından
yarattı"ğını zikrediyor. Bu da maddenin beyanıdır.
Bu surede, geçen surede zikredilenlere ilâve bir açıklama olarak ahiret
durumlarından da söz etmiştir.
[2]
Mekke'de inen bu sure, Peygamber (s.a.)'in kalbine inmiş ilk suredir ve
şu üç şeyi açıklamaktadır:
1- Allah'ın insanı zaaftan
kuvvete çevirmesindeki hikmetin beyanı ve diğer mahlukâttan ayırt edilmesi için
ona "oku" diye emrettiği okumanın ve yazmanın (O, kalemle
öğretendir.) faziletine işaret: "Yaratan rabbinin adıyla oku..."
(1-5. ayetler).
2- İnsanın Allah'ın emirlerine
ne denli asi olduğu, inat ettiği, Allah'ın kendisine verdiği nimetlerini inkâr
edip, servet, mal ve zenginlik kendisinde toplandığı durumlarda hakikati
görmezden geldiğini haber vermiştir. Nimete nankörlükle karşılık vermiştir.
Lütfuna karşı Rabbine şükretmesi onun görevi iken, nimeti inkâr edip
zalimleşmiş, büyüklük taslamıştır. "Sakın! İnsan muhakkak azar..."
(6-8. ayetler).
3- Putlarına ve heykellerine
şeref kazandırmak için Rasulullah'ı (s.a.) namazdan alıkoyan bu ümmetin
Firavunu Ebu Cehl'in durumunu ortaya koyma; sapıklık, küfür ve azgınlığına
devamı halinde en şiddetli ceza ile karşılaşacağı tehditi; Rasulullah'a (s.a.)
da onun tehdit ve yıldırmalarına aldırmamasını tavsiye etmesi: "Bir kulu,
namaz kılarken, men edecek gördün mü sen?.." (9-19. ayetler).
[3]
Bu surenin baş kısmı Kur'an-ı Kerim'in ilk inen bölümüdür. Surenin
diğer kısmı ise, Peygamber (s.a.)'in daveti Kureyş arasında yayıldıktan ve ona
yönelik eziyetler başladıktan sonra inmiştir.
İmam Ahmed, Buhari ve Müslim, Aişe (r.a.)'den şöyle dediğini rivayet
ettiler: Rasulullah'a (s.a.) vahiy ilk olarak uykusunda sadık rüyalar şeklinde
geldi. Gördüğü bir rüya, muhakkak sabah aydınlığı gibi çıkıyordu. Sonra
yalnızlık kendisine sevdirildi. Hira'ya gidiyordu. Azığını alıp geceler boyu
orada ibadet ediyordu. Sonra Hatice'ye dönüyor ve azık alıyordu. Nihayet Hira
mağrasında iken vahiy geliverdi. Oradayken melek gelip "Oku!" dedi.
Rasulullah (s.a.) buyuruyor ki: "Ben okuma bilmem!" dedim.
Beni tuttu ve ezecekmiş gibi iyice sıkıptı, sonra da saldı. "Oku!"
dedi. "Ben okuma bilmem!" dedim. Beni ikinci defa iyice sıktı ve
saldı. "Oku" dedi. "Ben okuyucu değilim." dedim. Üçüncü
defa beni sıktı, sonra da saldı. Dedi ki: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O,
insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki
O, kalemle öğretendir."
Rasulullah (s.a.) bu vahiyle beraber evine döndü. Kendisinde bir korku
vardı. Hatice'nin yanına geldi ve: "Beni örtün, beni örtün!" buyurdu.
Onu örttüler. Korkusu gitti. "Hatice! Bana ne oluyor?" dedi ve durumu
anlattı. "Kendimden korkuyorum." dedi. Hatice şunları söyledi:
"Asla! Rahat ol. Vallahi Allah seni asla utandırmayacaktır. Çünkü
sen, sıla-ı rahimde bulunursun, doğru konuşursun. Güçsüzün yükünü taşırsın,
misafire ikram edersin. Zor durumlarında halka yardım edersin."
Sonra Hatice, onu Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdü'1-Uzza b.
Kusay"a götürdü. O zat, amcasının oğlu idi ve cahiliye döneminde Hristiyan
olmuştu. Arapça okuma yazma bilirdi. İncil'den Allah'ın yazmasını dilediği
kadar Arapça yazmıştı. Kör olmuş yaşlı birisi idi. Hatice ona:
"Amcaoğlu! Kardeşinin oğlunu dinle." dedi. Varaka
Rasulullah'a (s.a.): "Kardeşimin oğlu! Neler görüyorsun?" dedi.
Rasulullah (s.a.) gördüklerini anlattı. Varaka da:
"O, Musa'ya da inmiş olan melektir. Keşke ben genç olsaydım.
Kavmin seni yurdundan çıkardıklarında sağ olsaydım keşke." dedi. Rasulullah
(s.a.): "Onlar beni çıkaracaklar mı?" diye sorunca Varaka:
"Evet. Senin getirdiğini getiren hiçbir kimse yoktur ki ona husumet
edilmiş olmasın. O gününe kavuşursam sana elimden geldiğince yardım
ederim." dedi. Varaka çok geçmeden vefat etti. Vahiy de kesildi. Bize
belli olan haliyle Rasulullah (s.a.) çok üzüldü. Kaç defa dağların tepesine
çıkıp inmişti. Ne zaman, kendisini atmak için bir dağın tepesine çıksa, Cebrail
ona görünür ve: "Ey Muham-med! Sen gerçekten Allah'ın rasulüsün."
derdi. Bununla sıkıntısı gider, rahatlar ve dönerdi. Vahiy müddeti uzayınca da
tekrar aynısını yapardı; dağın tepesine çıkınca Cebrail görünür ve ona aynısını
derdi."
[4]
1- Yaratan Rabbinin adıyla oku.
2- O, insanı bir kan pıhtısından
yarattı.
3- Oku. Rabbin nihayetsiz kerem
sahibidir.
4- Ki O, kalemi (yazı yazmayı)
öğ-
5-insana bilmediğini O öğretti.
6- Sakın! Çünkü insan
muhakkak azar.
7- Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü için.
8- Dönüş muhakkak Rabbinedir.
"Yaratan Rabbinin adıyla oku. (halak)." ile O, insanı bir kan
pıhtısından yarattı (alâk)." ayetleri arasında seci vardır.
"Rabbinin adıyla oku." ve "Oku. Rabbin nihayetsiz kerem
sahibidir." Okuma ve ilimle daha çok ilgilenmenin önemini vurgulamak için
fiilin tekrarı ile söz uzatılarak ıtnab yapılmıştır.
"Bilmediği" ile "öğretti" arasında tezat vardır.
"Dönüş muhakkak Rabbinedir." Azgınlığın akibeti için tehdit
ve uyarı olsun diye, gaib sigasından muhatab sigasına geçiş (iltifat) vardır.
[5]
"Yaratan Rabbinin adıyla oku." Kur'an okumaya, her şeyi
yaratan Rabbinin ismi ile başlayarak veya O'ndan yardım dileyerek başla.
"O, insan" cinsin "i bir kan pıhtısından yarattı."
döllenmiş yumurtadan yarattı. "Oku. Rabbin nihayetsiz kerem
sahibidir." Hiçbir kerem sahibinin denk olmadığı, her türlü keremin
üstünde bir keremi olandır. Zira O, bir istek olmadan nimet verir. Bu ayetteki
okuma birincisinin tekididir. "Ki O, kalemi (yazı yazmayı)
öğretendir." Kalem kullanmayı, yani yazı yazmayı öğretti. Kalemle ilk defa
yazan da İdris (a.s.)'dir. "İnsana bilmediğini O öğretti." Kuvvetleri
yaratması, delilleri getirmesi, ayetler indirmesi ve muallim olmadan yazma,
sanat vb. şeyleri öğretmesi ile insana öğretti. İfade edilen şudur: O, okuyamasan
bile sana okumayı öğretiyor.
Bu ayetlerde, Allah'ın varlığını ve kudretini beyan eden, ilâhi vasıflara
delâlet eden insanın başlangıcı açıklanmıştır. Ardından da nakle ve yazıya
dayanan ilimlerin, yazılı kültürün ispatına, sonra da nübüvvetin ispatına
işaret edilmiştir.
"Sakın! Çünkü insan muhakkak azar." Bu ayetteki,
"sakın" şeklinde tercüme edilen "kella" bazı müfessirlere
göre "gerçekten" anlammadır. Çünkü, öncesinde veya sonrasında
kınamanın yönlendirilebileceği bir şey yoktur. Zemahşeri ise: "Allah'ın
nimetlerini inkâr eden ve azan kâfire kınamadır. Zikredilmemiş olsa bile,
sözün siyakından bu anlaşılmaktadır." demiştir. İnsanoğlu "insan
muhakkak azar." Kibirlenir ve isyanda haddi aşar. "Kendini" mal
ve benzeri ile "ihtiyaçtan uzak gördüğü için." Ayet, açıklanacağı
gibi Ebu Cehil hakkında inmiştir. Ey insan! Varılacak yer "dönüş ancak
Rabbinedir." İstenen, insanı kortkutmaktır. Muhakkak Allah azgını
hakettiği ile cezalandıracaktır.
[6]
Ahmed, Müslim, Nesai, İbni Münzir ve diğerleri Ebu Hureyre'den rivayet
ettiler: Ebu Cehil dedi ki: Muhammed (s.a.) sizin yanınızda yüzünü ekşitiyor
mu? Evet, dendi. Şöyle dedi: Lat ve Uzza'ya yemin olsun. Onu böyle yaparken
görürsem, boynuna basacağım. Yüzünü de toprağa sürteceğim. Bunun üzerine Allah
Tealâ: "Sakın! Çünkü insan muhakkak azar..." ayetini (6. ayet)
indirdi.
Sonra Rasulullah (s.a.)'ı namazda gördü. Gerisin geri ürkerek çekildi.
"Ebe'l-Hakem! Ne oluyor sana?" dediler. "Onunla aramda ateşten
bir hendek ve çok büyük bir engel var." dedi.
[7]
"Yaratan Rabbinin adıyla oku." Her şeyi var edip yaratan
Rabbinin adı ile başlayarak veya Rabbinin ismine sığınarak oku. Nimetlerin
ilkini ve en büyüğünü hatırlatmak için Allah Tealâ kendisini bize yaratıcı
olarak vasfediyor. Murad: Daha önce okur yazar olmadığı halde, onu yaratan Allah'ın
kudret ve iradesi ile Peygamberinin okumasını emretmesidir. Önceden okuma ve
yazmayı bilmese bile, evreni yoktan var eden Yüce Allah peygamberine okuma ve
yazmayı öğretmeye kadirdir.
"O, insanı bir kan pıhtısından yarattı." Ademoğullannı
pıhtılaşmış bir parça kandan, alakadan var etti. Bu da ceninin yaratılması
merhalelerinden bir merhaledir. Nutfe olarak başlayıp ardından da Allah'ın
kudreti ile kan pıhtısına dönüşür. Adeta bir parça donmuş kan gibidir. Sonra
mudğa olur. Bir et parçası gibidir.
Sonra kemik, et ve kâmil bir insan olarak yaratılmanın diğer merhaleleri gelir.
Burada şu husus dikkati çekmektedir: Allah Tealâ önce bütün mah-lukâtı
kapsaması için yaratmayı mutlak olarak kullandı. Sonra da şerefi veya hayat
veren yaratılışı ya da, ayet onun için getirildiğinden ötürü insanı hususi
olarak zikretti.
Besmelenin bilinen şekli olan "Bismillahirrahmanirrahim" deki
"Allah'ın adı ile" değil de, "Rabbinin adı ile" demiştir.
Çünkü Rabb fiilî sıfatlardandır. Allah lafzı ise, zat isimlerindendir. Burada
ibadeti emretmiştir. Zat sıfatı bir şey gerektirmemektedir. İbadeti fiilî
sıfatlar gerektirmektedir. Bu, taate teşvikte daha müessir olmaktadır. Özet
olarak: Rab lafzında "Seni terbiye eden, yararını gözeten" manası
bulunduğundan Allah adını kullanmamıştır. Hitap, ünsiyet ve ihtisasa delâlet
etmesi için gelmiştir. Yani, senin O'ndan başka Rabbin yoktur, demektedir.
"Rabbinin adıyla" diyerek zatını Resulü'ne izafe etmiştir.
Kulun taatı Allah için bir yarar sağlamaz. Ondan istediği bir taat veya tevbeyi
yaptığında, onu, ubudiyyet vasfı ile kendisine izafe eder. Nitekim
"Kulunu yürüttü." (İsra, 17/1) buyurmuştur.
"Rabbin" ifadesinden sonra "yaratan" sözünü,
Allah'ın onu terbiye ettiğine, onu Allah'ın icat ettiğine ve yokken var
olduğuna delil olsun diye zikretmiştir. Yaratma ve icat etme bir terbiyedir.
Halık=yaratıcı, yani alemi var eden sıfatını da böyle kullanmıştır. Putların
ortak olamıyacak-lan bir sıfatı zikrederek, böylece putları Rab olarak
adlandıran Arapların düşüncelerini red etmiştir.
"Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." Emredildiğin
okumayı yap. Sana okumayı emreden Rabbin her kerimden daha kerem sahibidir.
O'nun kereminden biri de, ümmi olduğun halde senin okumanı sağlamasıdır.
"Oku" kelimesi tekid için tekrar edilmiştir. Okuma da, ancak tekrar
ve iade ile tahakkuk eder. "Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir." sözü,
engelin kaldırılması ve Peygamber (s.a.)'in Cebrail'e "Oku" emrinden
sonra söylediği: "Ben okuma bilmem." sözü ile açıkladığı özrünün giderilmesi
içindir.
Daha uygun olan görüşe göre: Birinci "oku" sözü ile okumak,
ikincisiyle de Rabbinin ismine sığın, manası murad edilmiştir.
Bundan sonra da okumayı yazmayla bitiştirerek şöyle buyurdu:
"Ki O, kalemi (yazı yazmayı) öğretendir." İnsana kalemle
yazmayı öğretti. Bu ise, Allah azze ve celle'den büyük bir nimet ve dil ile
ifade gibi insanlar arasında anlaşma için bir vasıtadır. Yazı olmasaydı
ilimler kaybolur, bir dinin izi kalmaz, yaşam sürmez, nizam yerleşmezdi. Yazı,
ilim ve bilgilerin kaydı, öncekilerin haberlerinin zaptedilmesinin aracı,
ilimlerin milletler ve uluslar arasında taşınmasının aletidir. Bilgiler korunur
ve
üzerine de Allah'ın dilediği kadar ilâve yapılabilir. Uygarlıklar
gelişir fikirler oluşur, dinler korunur, hidayet yayılır. Eserde: "İlmi
yazı ile kay dediniz." Denmiştir.[8]
Bunun için de İslâm daveti, okuma ve yazmaya teşvik, onların Allah'ın
mahlukâtmdaki ayetlerinden ve rahmetinden olduğunu açıklayarak başlamıştır.
Ümmi bir Arap olan Muhammed (s.a.)'in sonsuz mucizesi, okunan bir Kur"an
ve yazılan bir kitap olmuştur. Onunla ümmetini ümmilik ve cahillik seviyesinden
nur ve ilim ufkuna taşımıştır. Allah Tealâ da bunu hatırlatarak şöyle
buyuruyor: "O ümmiler içinde kendilerinden bir peygamber gönderendir ki,
onlara ayetlerini okur, onları temizler, onlara Kitab'ı, hikmeti öğretir.
Halbuki onlar daha evvel hakikaten apaçık bir sapıklık içinde idiler."
(Cuma, 62/2).
Bundan sonra da fazlının yaygınlığını ve nimetlerinin çokluğunu açıklayarak
şöyle buyurdu:
"İnsana bilmediğini O öğretti." Allah insana kalemle,
bilmediği işleri öğretti. Ey Peygamber! Allah'ın sana, ümmetinin yaran için
okumayı ve ilimlerden pek çoğunu öğretmesinde de şaşılacak bir şey yoktur. Bir
rivayette: "Bildiği ile amel edene Allah bilmediklerini de verir."
denmiştir.[9]
Daha sonra ise, zenginliği durumunda azan insanı kınayarak şöyle
buyurdu:
"Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü
için." Ey insan! Kendini mal, güç ve çevren ile müstağni görüp de,
Allah'ın sana olan nimetlerini inkârı ve isyanda haddi aşmayı bırak, kendine
gel.
İnsanın durumu hayret vericidir. Fakir ise güçsüzlüğünü hisseder,
ezilir. Eli genişler, gücü ve kudreti artarsa kibirlenir, isyan eder.
Müfessir-lerin ekseriyetine göre ise, burada insan ile kastedilen Ebu Cehil ve
emsalidir.
Sonra ahiretteki ceza ile uyarmıştır:
"Dönüş muhakkak Rabbinedir." dönüş ve varılacak yer,
başkasına değil yalnız Allah'adır. O, her insanı malını nereden toplayıp nereye
harcadığı konusunda hesaba çekecektir. Bu cümlenin, tehdit ve azmasının akıbeti
konusunda uyarmak için insana hitaba dönüşen üslubuna dikkat edilmelidir.
İbni Ebi Hatim, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti: İki tamahkâr doymaz:
Biri ilim sahibi, diğeri dünya sahibi. Bunlar denk de olmazlar. İlim sahibi
Rahman'ın rızasını artırır. Dünya sahibi ise, azgınlıkta devam eder. Abdullah
sonra: "Sakın! Çünkü insan muhakkak azar. Kendini ihtiyaçtan uzak gördüğü
için." ayetini okudu. Diğeri için de: "Allah'tan ancak alim kulları
korkar." ayetini okudu.
Bu söz, Rasulullah (s.a.)'dan merfu olarak da rivayet edilmiştir:
"İki tamahkâr doymaz: İlim isteklisi ve dünya isteklisi."
[10]
Ayetler aşağıdaki hususlara
işaret etmiştir:
1- Allah Tealâ'nın yaratmadaki
kudretinin beyanı: O yaratıcıdır. İn-sanın
bir kan pıhtısından yaratılmaya başlanmasına dikkat çekilen bu ayet-i
kerimeler, Kur'an'ın ilk inen bölümüdür. Onlar Allah'tan kullarına lütfettiği
ilk rahmet ve nimettir.
2- Allah Tealâ Rasulullah'a
(s.a.) Kur'an'ı yaratan Rabbinin adıyla ve insana bilmediklerini öğretenin
adıyla okumasını emretti.
3- Allah Tealâ okuma ve
yazmanın öğrenilmesini de emretti. Çünkü onlar din ve vahiy ilimlerini
bilmede, sosyal bilimlerin ispatı ve insanlar arasında yayılmasında alettirler.
Bilimlerin, kültürlerin, edebiyat ve sanatlarının ilerlemesinde, uygarlık ve
medeniyetlerin gelişmesinde esastırlar.
4-
Allah Tealâ'nın cehalet
karanlığından ilim aydınlığına çıkarmak için insana bilmediğini öğretmesi,
O'nun keremi ve fazlındandır. Onu ilimle şerefli ve onurlu yapmıştır.
İnsanlığın babası Âdem de meleklere onunla üstün gelmiştir. İlmin kaydedilmesi,
daha sonraki nesillere intikali yazı-ve kalem iledir. Katade: "Kalem Allah
Tealâ'dan büyük bir nimettir. O olmasaydı din olmazdı, hayat sürmezdi."
demiştir.
Yazının faziletleri çoktur. Öyle ki Allah, yazı ve talimi insana ihsan
ederken zatını nihayetsiz kerem sahibi olmakla methetmiştir. "Rabbin
nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemi (yıza yazmayı) öğretendir." Yani
insana kalem vasıtası ile bilmediklerini, ilimleri öğretti. Ya da, kalemle ona
yazıyı öğretti.
Sahih bir hadiste şöyle rivayet edildi: "Allah'ın ilk yarattığı
kalemdir. Ona: "Yaz." dedi. Kıyamete kadar olacakları yazdı. O
Arş'ının üstünde, Zikirde kendi katındadır."[11]
Rasulullah (s.a.)'ın ümmi olup da sonradan Allah tarafından öğretilmesi,
ümmi Araplar arasında mucizesinin ispatı için daha elverişli ve hücceti için
de daha güçlü olmuştur.
5- Allah Tealâ insandaki basit
bir mizacı haber vermiştir: Kendisini müstağni ve çok zengin görürse şımarık,
kibirli ve azgın birisi olur.
Bu nedenle de Allah, dönüş ve varılacak yerin kendisine olduğunu, her
insanın malını nereden toplayıp nereye harcadığından hesaba çekileceğini haber
vererek onu tehdit edip, azgınlığını dizginlemesi ve sorumsuzluğunu durdurması
için nasihat etmiştir.
Müfessirlerin ekserisine göre ayetin asıl iniş sebebi Ebu Cehil 'dir.
Bununla birlikte hüküm bütün insanlara yöneliktir.
İbni Abbas diyor ki: Bu ayet inip de müşrikler onu duyunca, Ebu Cehil
gelip: "Ey Muhammedi Müstağni olanın azdığını iddia ediyorsun. Mekke
dağlarını bize altın yap. Ondan alıp azarız da, dinimizi terkedip senin dinine
uyarız." dedi. Cebrail (a.s.) gelip: "Ey Muhammedi Onları bu konuda
serbest bırak. İsterlerse dilediklerini yaparız. Müslüman olmazlarsa, Maide
ashabına yaptığımızı onlara da yaparız." dedi. Rasulullah (s.a.) da
onların bunu kabul etmeyeceklerini anladı ve onlardan el çekti.[12]
6- Surenin başı ilmin
övgüsüne, sonu da malın yergisine delâlet ediyor. Dine teşvik ve dünyadan,
maldan uzak durmak için bu yeterlidir.[13]
9- Gördün mü şu engelleyeni;
10- Bir kulu namaz kılarken.
11- Gördün mü? Ya o doğru yol
üzererinde ise,
12- Yahut takvayı emrettiyse.
13" Gördün mü? Ya yalan saydı, yü
çevirdi ise-
14- Muhakkak görüp durduğunu hiç de bilmemiş mi?
15- Hayır' Eğer vazgeçmezse,
andol- sun ki onun perçeminden tutup
16- O yalancı, günahkâr
perçemin-den!
17- O vakit meclisini davet etsin!
18- Biz de zebanileri çağıracağız.
19- Hayır. Sen ona boyun eğme. Secde et ve yaklaş.
"Gördün mü şu engelleyeni; bir kulu?" Kul kelimesi Rasulullah
(s.a.)'tan kinayedir. Mevkiinin önemi ve kadrinin tazimi için "seni engelleyen"
denmemiştir.
"Gördün mü? Ya o doğru yol üzerinde ise?" Nehyeden
yasaklayıcının haline hayret ifade eden bir sorudur.
"O yalancı, günahkâr perçeminden!" Akli mecazdır. Yalanı ve
hatayı mecazi olarak perçeme isnat etmiştir. Maksat ise sahibidir. Çünkü o
sebeptir.
"O vakit meclisini davet etsin!" Mecaz-ı mürsel olup alâkası
da mahal-dir, yani meclis arkadaşlarını.[14]
"Gördün mü?" Bana haber ver. Üç yerde de taaccüb içindir.
Haber sormadan maksat, haberi sorulanın durumunu inkâr ve kınamadır.
"Dini yalan sayanı gördün mü?" (Maun, 107/1) ayeti gibidir.
"Gördün mü şu engelleyeni; Bir kulu namaz kılarken." Engelleyen Ebu
Cehil, kul da Peygamber (s.a.)'dir. Mana: Allah'ın bazı kullarını namazdan
alıkoyanı "hiç düşündün mü?" şeklindedir. Bu engelleyen, Allah'a
ibadeti engellemede doğru bir iş mi yapmaktadır ya da o emrettiği putlara
ibadeti emrederken iyiliği ve takvayı mı emretmektedir? Yoksa o bizim dediğimiz
gibi, hakkı yalanlama ve doğru dinden kaçmada mıdır?
"Gördün mü? Ya o doğru yol üzerinde ise, yahut takvayı
emrettiyse." Buradaki "yahut" anlamına gelen "ev"
taksim içindir. "Gördün mü?" O Peygamberi engelleyen "ya yalan
saydı," imandan "yüz çevirdi ise?" "Allah'ın muhakkak görüp
durduğunu hiç de bilmemiş mi?" bilmedi mi ki Allah onun yaptıklarını görüp
müşahede ediyor ve ona karşılığını verecek?
"Gördün mü şu engelleyeni" ifadesinde de hitap taaccüb
yoluyla Rasulullah (s.a.)'adır. Rasulullah (s.a.), bu konuda: "Allahım!
İslâm'ı Ömer ya da Ebu Cehil b. Hişam ile güçlendir." diyordu. Allah Tealâ
ona adeta şu cevabı vermiş oldu: Ey Muhammed! Onunla İslâm'ın güçleneceğini
sanıyordun. O ise, İslâm'ın ilk rüknü olan namazı engelliyor. Ebu'l-Hakem diye
lakaplandırılmıştı. Buna göre de şöyle denmiş oldu: Bu lakaba nasıl lâyıkolur
ki? Kulu Rabbine ibadetten alıkoyup, O'nun cansız varlıklarına ibadeti emrediyor?
"Gördün mü? Ya o doğru yol üzerinde ise." cümlesinde şartın
cevabı zikredilmemiştir. Takdiri: Ya doğru yolda ise veya takvayı emrediyorsa?
Bilmedi mi ki Allah görüyor? Yani, Allah onu cezalandıracak, şeklindedir.
"Hayır." Engelleyene yönelik kınamadır. "Eğer"
yaptığı veya üzerinde bulunduğu küfürden "vazgeçmezse, andolsun ki onun
perçeminden tutup" ateşe "sürükleyeceğiz." Bununla yapılmak
istenen kahr ve azap çeşitleri ile horlamadır. "O yalancı, günahkâr perçeminden!"
O kişinin perçemi yalancılık ve günahkârlıkla vasfedilmiştir. Kastedilen
sahibi olup, mübalağa için mecazi isnat yapılmıştır.
"Biz de" ateşe sürüklemeleri için "zebanileri
çağıracağız." Zebaniler güçlü, şiddetli, sert meleklerdir. İbni Abbas:
"Meclisini çağıracak olsa zebaniler alenen onları yakalayacaktı." Ey
Muhammed! Namazı terketme konusunda "ona boyun eğme." Sen taatmda
sabit ol. "Secde et." Secdene devam et, Allah için namaz kıl.
"Yaklaş." Taat ile Rabbine yaklaş.
[15]
İbni Cerir İbni Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah
(s.a.) namaz kılıyordu. Ebu Cehil gelip onu engelledi. Allah Tealâ da
"Gördün mü şu engelleyeni; bir kulu namaz kılarken." ayetini (9.
ayet) indirdi.
Ahmed, Tirmizi, Nesai ve İbni Cerir, İbni Abbas'tan şöyle rivayet
ettiler: Peygamber (s.a.) namaz kılıyordu. Ebu Cehil gelip: "Seni bundan
engellemedim mi?" dedi. Peygamber (s.a.) onu azarladı. Ebu Cehil de:
"Mecliste benden daha fazlası olduğunu biliyorsun." dedi. Allah
Tealâ "O vakit meclisini davet etsin! Biz de zebanileri çağıracağız."
ayetini (17. ayet) indirdi.
[16]
Allah Tealâ surenin girişinde ilâhi kudretin şekillerini, nimetlerinin
adedini, okuma-yazma ve bilmediğini öğretmekle insana ne büyük bir ihsanda
bulunduğunu açıkladıktan sonra, insanın küfredip, azması ve Allah'ın
ayetlerine bakıp nimetlerine şükretmekten alıkoyan dünya sevgisini, servet ve
ona aldanmayı, haddi aşmayı zikretmiştir.
Sonra da insanın azmasının başka şekillerini zikretti: Namaz ve ibadeti
engelleme. Putlara tapmayı emrederken, marufu ve takvayı emrettiğini mi
sanıyor? Hakkı inkâr etmesi ve dinden imandan yüz çevirmesi.
Bunların yanında, hesap günü azaba karşı yardım edebilecek bir yardımcı
veya onu engelleyebilecek birisini bulamadan, şiddetli bir ceza ve acı bir
intikam ile tehdit edilip uyarılmaları uygun olmuştur.
Sure, Peygamber (s.a.)'e o azgına itaat etmemesi ve Rabbinin ibadetine
yönelmesi, taat ile O'na yaklaşması emri ile bitiyor.[17]
Allah Tealâ azgınların çok
çirkin durumlarından haber veriyor:
1- "Gördün mü şu
engelleyeni; Bir kulu namaz kılarken." şu mağrur azgın Ebu Cehil ve
beraberindeki benzerlerinin durumunu bana haber ver. Nasıl bir kulu, Muhammed
(s.a.)'i ve ona tabi olanları namazdan ve alemlerin Rabbine ibadetten
alıkoymaya cüret edebilir? Putlara ibadet edip, yaratan ve rızık verene ibadeti
terketmesini isteyebilir? Ayetle anlatılmak istenen şudur: Kullukta halkın en
iyisi olanı engelleyen ne kadar cahildir.
Ali (r.a.)'den rivayet edilir: Bayram namazı kılman meydanda, bayram
namazından önce namaz kılan bir grubu gördüğünde: "Rasulullah (s.a.)'ı
bunu yaparken görmedim." demiş. "Onlara engel olmayacak mısm"
diye sorulduğunda da: "Gördün mü şu engelleyeni; Bir kulu namaz
kılarken" ayetine dahil olmaktan korkuyorum, diyerek namazı engellemekten
kaçınmıştır. Ebu Hanife de bu güzel edebi uygulamıştır. Ebu Yusuf: Namaz kılan
başını rükudan kaldırdığında "Allahümmağfirli der mi" şeklinde
sorunca: "Rabbenalekelhamd der ve secde eder" demiştir. Orada duayı
açıkça nehyetmemiştir.[18]
2-
"Gördün mü? Ya o doğru
yol üzerinde ise, yahut takvayı emrettiyse" Yine bana o engelleyen azgının
durumunu haber ver: Eğer o, Allah Tealâ'ya ibadetten alıkoymasında doğru bir
yolda mı? Ya da zannettiği gibi, putlara ibadeti emrederken takvayı rm
emrediyor?
Ekseriyete göre hitap, sözün aynı tertipte olması için yine Peygamber
(s.a.)'edir. Hitap kâfiredir de denmiştir. Mana ise: Gördün mü ey kâfir? O
nehyedilen kulun namazı hidayet ve din üzerinde ise daveti de takvayı emir ise,
yine de engel olacak mısın? şeklindedir. Takva: İhlâs, tevhid ve kendisiyle
ateşten korunulan salih ameldir.
3-
"Gördün mü? Ya yalan
saydı, yüz çevirdi ise?" Ey Muhammedi Şu kâfir Ebu Cehil, tevhidin açık
delillerini ve senin getirdiklerini yalanlayıp, davetine imandan yüz
çeviriyorsa onun durumu nice olur, bana haber ver. Cevap ise, daha sonra gelen
ayetlerin işaret ettikleridir: Aklı ile, Allah'ın onun bu çirkin amellerini
gördüğünü ve suçlarına karşı onu hesaba çekip cezalandıracağını o bilmiyor mu?
Alimler dediler ki: Bu ayet her ne kadar Ebu Cehil hakkında inmiş ise
de, Allah'a kulluğu engelleyen herkes Ebu Cehil'e yapılan tehdite ortaktır.
Bundan sonra, biri diğerinden daha ağır mübalağalı muhtelif üsluplarla
kınama, tehdit ve azarlama geliyor:
1- "Allah'ın muhakkak
görüp durduğunu hiç de bilmemiş mi?" Şu hidayet üzere olanı engelleyen
Allah'ın onu gördüğünü ve sözünü duyduğunu, durumuna vakıf olduğunu, müstahak
olduğu ile onu cezalandıracağını bilmiyor mu? O yaptığına nasıl cüret ediyor?
2-
"Hayır. Eğer
vazgeçmezse, andolsun ki onun perçeminden tutup sürükleyeceğiz. O yalancı,
günahkâr perçemden!" Şu, iyilik ve Allah Tealâ'ya ibadetten alıkoyan kimse
kötülüklerini bıraksın. Vallahi, eğer üzerinde bulunduğu şakiliği ve inadı
terketmezse perçeminden tutacağız ve onu ateşe sürükleyeceğiz. Perçem başın ön
kısmındaki saçtır.
Burada ağır bir tehdit ve bu azgının azmasına karşı kesin bir uyan
vardır.
"O vakit meclisini davet etsin! Biz de zebanileri
çağıracağız." O engelleyici, yardım talebi ve destek için meclis ehlini,
yani kavmini ve dostlarını çağırsın. Ayetteki meclis olarak tercüme edilen
"Nadi" topluluk, aile veya aşiretin toplandığı meclistir. Eğer onları
yardım için çağıracak olursa, Rab-binin gazabına ve şiddetli cezasına maruz
kalacaktır. Biz de o zaman onu tutup cehenneme atmaları için zebanileri yani güçlü,
şiddetli melekleri çağırırız. Burada üstün bir meydan okuma vardır.
Ebu Cehil'in Rasulullah (s.a)'a:" Beni tehdit mi ediyorsun? Ben
vadide en çok kalabalığı olanım." dediği ve bu ayetin indiği rivayet
edildi.
Buhari, Tirmizi, Nesai ve İbni Cerir, İbni Abbas'tan şöyle rivayet ettiler: Ebu Cehil: "Muhammed'i Ka'be'nin yanında namaz kılarken görürsem, boynuna basacağım." dedi. Peygamber'e (s.a.) bu söz ulaşınca: "Buna yeltenseydi melekler onu yakalardı." buyurdu.
4-"Hayır. Sen ona boyun
eğme. Secde et ve yaklaş." Sakın ey Muhammedi Bu azgına hiçbir konuda
güler yüzlü olmayasın. Ya da seni namazı terketmeye daveti konusunda ona itaat
etmeyesin. Nitekim ayette: "Yalan-layıcılara uyma." (Kalem, 68/8)
buyurulmuştur. Ona alâka göstermeden, tehditi veya yasaklamasına aldırmadan
Allah için namaz kıl. Taat ve ibadet ile Allah'a yaklaş. Bu sana kuvvet, izzet,
dayanıklılık ve düşmanların kalbinde heybet kazandırır. İbadet kurtuluş,
başarı ve zafer yoludur.
Buradaki "Hayır" sözü, Ebu Cehil'in durumu ve işlerindeki
çirkinliğe tepkidir. Peygamber (s.a.)'in Ebu Cehil'e itaatten nehyedilmesinden
maksat, onunla bütün bağlantı ve ilişkilerini kesmesidir. Secdeyi emretmedeki
maksat ise, kâfirin kininin artmasıdır.
Bu ise, o azgının tahkiri ve hafife alınması, Allah Tealâ'nm peygamberini koruyup gözetlediğinin hissettirilmesidir. [19]
Ayetler şu hususlara işaret
etmektedir:
1- Allah Tealâ Ebu Cehil ve
benzeri azgın şımarıkları, büyüklenenleri, Rasulullah (s.a.) ve bağlılarını
Allah Tealâ'ya ibadetten alıkoymakla nitelemiştir. Bunların istediği, yani
putlara ibadet ise doğru yol değildir, hidayet yolu değildir. Bu insanlar
iyiliğe yönlendirmezler, onlar Allah azze ve celle'nin kitabını yalanlayan ve
imandan kaçanlardır.
2-
Allah Tealâ bu azgını haşir
ve neşir ile tehdit etmiştir. Allah Tealâ bütün bilgileri bilen, ihmal etmeyen
bir hakim, ilminden yerde veya gökte bir zerre miktarı dahi kaçmayandır.
Muhakkak herkesi yaptığı ile cezalandıracaktır. Burada da asilere şiddetli bir
korkutma, taat ehline de güçlü bir teşvik vardır.
Bu ayet her ne kadar Ebu Cehil hakkında indi ise de, Allah'a taattan
alıkoyan herkes -daha önce belirtildiği gibi- bu tehditte Ebu Cehü'e ortaktır.
Gaspedilmiş bir yerde ve mekruh vakitlerde namazı menetmek buna muhalif
değildir. Çünkü bu durumda nehyedilen namaz değil, masiyettir.
Kadının makul bir sebep ile nafile ibadetten ve itikaftan menedilmesi
de buna muhalif gösterilemez. Çünkü bu da, Rabbine ibadetten nefrete değil,
Allah'ın izni ile eşin maslahatını tahakkuk ettirmeye yöneliktir.
3-
Allah Tealâ o azgın Ebu
Cehil ve emsalinin tehditini ve Muham-med'e eziyetten vazgeçmezse Allah'ın
onu perçeminden yakalayıp tutuşmuş
ateşe sürükleyip rezil edeceğini haber vermekle daha da artmıştır O perçemin
sahibi yani Ebu Cehil yalancı ve hatalıdır.
4- Allah Tealâ horlama ve
kınama ile beraber bu azgına dostlarını ona yardım etmeleri için çağırmasını
teklif etmek sureti ile meydan okumuştur. Eğer bunu yapacak olsa Allah Tealâ
güçlü zebanileri, şiddetli meleklerini onu tutuşmuş ateşe atmaları için hazır
edecekti.
5- Allah Tealâ bu kâfirin
kibrine karşı onu şiddetle kınamış ve teh-ditini yerine getirmeye gücü
olmadığını belirtmiştir. Onu tahkir edip, küçüklüğünü ve basitliğini beyan
etmiştir. İş, Ebu Cehil'in zannettiği gibi değildir. Ey Muhammedi Namazı
terketme konusundaki çağrısına uyma. Allah için kıl. Taat ve ibadetle O'nun
katına yaklaş.
Namazı "secde et" sözü ile dile getirmesinin sebebi, Atâ'nın
Ebu Hureyre'den yaptığı rivayetten anlaşılmaktadır. Rasulullah (s.a.) şöyle
buyurdu: "Kulun Rabbine en yakın ve en sevgili olan azası, Allah için
secde ederken yerde olan alnıdır." Müslim'de Ebu Hureyre'den şöyle rivayet
vardır: "Kulun Rabbine en yakın olduğu secde anıdır. O halde secdede
çokça dua edin."
Böyle olmasının nedeni şudur: Toprağa secde kulluğun ve zilletin
nihayetidir. Allah için de izzetin sonsuzluğu vardır. Kendi benliğinden,
kibirden uzaklaştıkça cennetine yakın olursun. Sahih bir hadiste şöyle rivayet
edilmiştir. Peygamber (s.a.) buyurdular ki: "Rükuya gelince orada
Rabbinizi tazim edin. Secdede ise, duaya gayret edin. O anınız duanızın kabul
edilmesine pek müsait bir andır.[20]
[1] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/561.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/561.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/561.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/562.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/563.
[6] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/563-564.
[7] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir,
Risale Yayınları: 15/564.
[8] Taberani ve Hakim, Abdullah
b. Amr'dan rivayet etti. Sahihtir.
[9] İbni Kesir, IV/528.
[10] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/564-567.
[11] Kurtubi, XX/121.
[12] a.g.e., XX/122.
[13] Razi, XXXII/21.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/567-568.
[14] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/569.
[15] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/569-570.
[16] Tirmizi'ye göre
hasen-sahihtir.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/570-571
[17] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/571.
[18] Razi, XXXII/21;
Garâibu'l-Kur'ân, XXX/136.
[19] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/571573.
[20] Kurtubi, XX/128.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/573-574.