ALAK SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

Hz. Peygamber (S)'E İnen İlk Âyetler. 2

Sûrede Yer Alan Konular. 3

Risaletin Başlangıcında Açıkça Davete Başlanması 4

Mekke Liderlerinin Karşı Tavrı 4

Namaz/Salât Kelimesine Dair. 5

Allah ‘In Görmesi 7

Ahiret Hayatı Üzerine. 7


ALAK SÛRESİ

 

Kur’an’daki  Sırası        : 96

Nüzul sırası                    : 2

Ayet Sırası                     : 19

İndiği Dönem                : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Rivayet edilen bütün nüzul sıraları bu sûreyi ilk nazil olan sûre sırasına koymaktadır. Çoğunluğa göre; sûrenin ilk beş ayetinin Kur'an'ın ilk nazil olan ayetleri olması bu görüşü yaygınlaştırmışîır. Çünkü, kalan ayetler ve bunların üslupları; sûrenin ilk beş ayetinden bir müddet sonra nazil olduklarını göstermektedir. Ancak bu müddet, sûre ayetlerinin de gös­terdiğine göre; pek uzun değildir.

İlk beş ayette, Hz. Peygamber fs}'e okuma emri ve Allah'ın insana verdiği ilmin gösteril­mesi; diğer ayetlerde ise Peygamber'e karşı koyarak, malı ve makamı ile gurura kapılan azgın kişiye hücum edilmesi; görevini yaparken, tavırlarında ve o kişiye aldırış etmeme ko­nusunda Peygamberin desteklenmesi konuları vardır. [1]

 

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

1) Yaratan Rabb’inin adıyla oku

2)  O insanı alaktan [2]yarattı.

3) Oku! Rabb’in en büyük kerem sahibidir.

4) O, kalemle (yazmayı) öğretti.

5) İnsana bilmediğini öğretti.

 

Buhari'nin Hz. Aişe (r)'den naklettiği ve bizim de biraz sonra bir hadiste zikredece­ğimiz gibi; bu ayctİer nüzûİ yönünden Kur'an'ın ilk ayetleridir. Bununla birlikle; Kalem, Müddessir, Müzzemmil gibi bazı sûrelerin ilk ayetlerinin, Fatiha ve Duha gibi sûrelerin ilk nazil olanlar olduğunu belirten başka rivayetler de vardır. Fakat Alak sûresinin ilk ayetlerinin, ilk kez nazil olduğunu belirten hadisler sened yönünden daha kuvvetlidir. Ayrıca ayetlerin içerikleri de bu ükliğin doğru olduğunu göstermektedir[3].

Ayetlerde, davetin emredildiğine dair açık bir ifade yoktur. Bunlar sadece dikkat çekmek ve hazırlık içindir. Müteakip ayetler, Peygamber (s) davet ve namazına başladı­ğı zaman, bazı azgınların O'na engel olmalarını gösteren bir sahneyi içermektedir. Ma­kul olan; bu ayetlerin yalnız nazil oldukları, sonra da davet ve bunun prensiplerinin yer aldığı diğer Kur'an ayet ve sûrelerinin nazil olduğu; bu sûrenin, ilk ayetlerinin, ilk nazil olan ayetler olduğundan dolayı nüzul sırasında birinci sıraya konmasıdır. [4]

 

Hz. Peygamber (S)'E İnen İlk Âyetler

 

Buharı ve Müslim'in, Aişe (r)'den naklen rivayet etliği bir hadisle geçtiğine göre; bu ayetler, Hz. Peygamber (s) Mekke dağlarından biri olan Hira'daki bir mağarada ibadete çekilmiş olduğu sırada, bir Ramazan gecesinde nazil olmuştur. (Hz.Aişe'nin anlattıkla­rı) §u şekilde geçmektedir:

"Rasulullah (s)'a vahiy uykuda, doğru rüya şeklinde başlamıştır. Gördüğü her rüya, sabah aydınlığı gibi apaçık çıkardı. Sonra kalbine yalnızlık sevgisi atıldı. Azığını alıp Hira'daki mağaraya çekilir, orada bir kaç gece yalnız başına (ibadet eder) sonra Hati­ce'nin yanına gelir, bir o kadar zaman için yine azık alır (mağaraya döner)di. Nihayet bir gece mağarada iken kendisine hak (vahy) geldi. Melek geldi ve "Oku" dedi. (Pey­gamber) "ben okuma bilmem" dedi. (Allah Rasulü anlatmaya devam ediyor:) "Meiek beni tuttu, gücüm tükeninceye dek beni sıktı, sonra bıraktı ve "Oku" dedi. "Ben okuma bilmem1' dedim. "İkinci kez beni tuttu gücüm tükeninceye dek beni sıktı, sonra bıraktı. Yine "Oku" dedi, "ben okuma bilmem" dedim. Üçüncü kez beni sıktı, bıraktı ve "Yara­tan Rabbinin adıyla oku...insana bilmediğini öğretti" diye okudu.

Ayetlerin, geceleyin ve Ramazan ayında inmiş olduğu başka Kur'an ayetleriyle des­teklenmiştir. Bunlardan birisi; "Ramazan ayı öyle bir aydır ki; insanlara yol gösterici; hidayeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırdcdip açıklayın olarak Kur'an. o ayda in­dirilmiştir" (Bakara 2/185) ayeti, diğeri; "Biz onu mübarek bir gecede indirdik; kuşku­suz biz uyarıcılarız" (Diıhan 4413) ayeti, bir diğeri de; "Biz O'nu Kadir gecesinde in­dirdik" (Kadir 97/1) ayetidir.

Ayetlerden anlaşıldığına göre; okuma emri ile; kendisine vahyedilen şeyleri okuma, Hz. Peygambcr'in, seçilmiş olduğu büyük göreve dikkatinin çekilmesi, bu görevin, p-nun zihnini kuşatması gerekli temel düşünce olması ve işlerinde başkasını değil her an O'nu hatırlamasının öğretilmesi amaçlanmıştır.

Bu türden ayetler, okumaya, yazmaya, ilme ve bu nimetlere ait kabiliyetin sadece kendisine tahsis edildiği insana değer verildiğini ani atın aktadır. Kur'an'ın bu şekilde başlaması, değer vermenin dozajını arttırmaktadır. Bu nimetlerin sanki Allah'ın bahşet­miş olduğu ve insanların bunlardan dolayı şükretmesi ve elde etmek için gayret etmesi gereken nimetlerin başında olması istenilmiştir. Kur'an, bu kıymet verme bakımından; ilme, okuma ve yazmaya en büyük ve en güçlü ilk dini davetçi /yönlendiricidir. '"İnsan" ifadesi eşit olarak erkek ve kadını kapsamakla; böylece Kur'an daveti iki insan cinsini de kuşatmış bulunmakladır.

Burada, bütün seviyelerden yüce olan. Kur'an'ın söze güzel başlama özelliğine; İs­lam daveti, onun boyutlarının azametine ve ebediliğini sağlayan unsurlarının kuvvetine İşaret eden yüce ve eşsiz bir durum vardır.

Anlaşıldığı kadarıyla, insanın alaktan yaratılmasına işaret edilmesi ile anatomik bir gerçeğin anlatımı amaçlanmam ıştır ve diğer canlıların dışında, alaktan yaratılmanın sa­dece insana has kılınması da söz konusu değildir. Ancak, maddesel görüntüsü çok hakir bir şey (nıeni)den görüntü, uzuvlar ve duyu organları itibariyle; mükemmel bir (tür olan) insanın ortaya çıkartılmasında, Allah'ın ve O'nun koyduğu tabiat kanunlarının te­cellîlerinden birisine dikkat çekilmesi amaçlanmıştır. Ayette insan erkek cinsini ifade edecek şekilde geçmiştir. Çünkü ayetlerdeki hitabın konusunu bir erkek teşkil etmekte­dir'. Bu, Kur'an'ın umumi üslûbudur ki, insanların akıl ve hislerinin idrak etme kabiliyet­lerine uygun düşen ortamlarda, çeşitli sınıflara yöneltilmiş olan, öğüt vermek ve Hidayet etmek amacını taşıyan bir özelliğe sahiptir.

Hz. Pcygamber'e bazı işleri yapması ve bazı sözleri söylemesini cmretmesiylc başla­yan sûreler çoktur ki, bunların, sûre girişlerindeki Kur'an nazmının üsluplarından birisi sayılması mümkündür. [5]

 

6)Hayır, insan azar;[6]

7)Kendini zengin (müstağnİ-yeterli)[7] gördüğü zaman.

8) Ama dönüş Rabb'inedir.

9)  Gördün mü şu engelleyeni

10)  Namaz kılarken bir kulu (namazdan)?

11) Gördün mü, ya o (kul) doğru yolda olur,

12) Yahut takvayı[8] emrediyor ise?

13)  Gördün mü ya bu {engelleyen hakkı) yalanlıyor ve yüz çeviriyor' [9]İse?

14) Allah'ın, kendisini görmekte olduğunu bilmedi mi o?

15)Hayır'[10] eğer bundan vazgeçmez ise perçem(in)den'f [11] yakalarız'[12].

16)O yalancı günahkar perçem(den)!

17)Ozaman o gitsin de meclisini[13] çağırsın.

18)  Biz de zebanileri'[14] çağıracağız.

19) Hayır, ona boyun eğme; (Rabbine) secde et[15] ve yak­laş![16]

 

Sûrede Yer Alan Konular

 

1) Umumi bir şekilde, insan ahlâkında var olan bir gerçek vurgulanmıştır. İnsanlar­dan birçoğu kendilerini güçlü hissettiklerinde ve diğer insanlardan müstağni/zengin ol­duklarını düşündükleri zaman, kibirlenerek haddi aşmaktadırlar. Sûrede yeralan bu aye­tin üslûbu, bu ahlâki tutumu kınama tarzındadır.

2)  İnsanlar Allah'a dönecekleri ve O'nun huzura çıkarılacakları gerçeği ile öğütlenip uyarılmıştır.

3)  (Kendisi) hak ve hidayet üzere yürümesine rağmen Allah'ın kullarından birine saldıran ve namazına engel olan, Allah'ın davetini yalanlayıp ondan yüzçevircn kişi kı­nanmış; Allah'ın kendisini gözettiğine, günah ve kötü tutumlarını gördüğü şeklinde, bil­meyen ve dikkate almayan bu kişiye uyarı ve   istifaham-i inkari (olumsuz soru) üslûbu ile hatırlatmada bulunulmuştur.

4)  Bu inkarcı, saldırgan ve art niyetli şahıs; helak ve perişan edici bir üslupla tehdit edilmiş, ona meydan okunmuş ve uyanda bulunulmuştur. Kişi, azgın tutumundan vaz­geçmezse Allah onun yalancı ve günahkar perçeminden tutup, sürükleyecektir. Bu (adam), kavminin ileri gelenlerini, kendilerine yardım etmeleri için çağırdığında: Allah da onların defterini dinmek için azab vermekle görevli zebanileri çağıracaktır.

5)  Risalet görevi ile Hz.Peygamber (s) desteklenmiştir. Bu saldırgandan korkmanın bir mânâsının olmadığı; kişinin Allah'ın buyurduğuna icabet edip, önem vermesi ve O'-na secde edip yaklaşmasının gerektiği vurgulanmıştır.

Kur'an üslûbunda yaygın olarak geçtiği üzere, ilk üç ayel daha sonraki ayetler için bir giriş mahiyetindedir. Bunları izleyen ayeüer nebevi çağrının ilk aşamalarındaki sah­nelerden birini içermektedir. Şöyle ki; ayetler (müşriklerden) ileri gelen azgın bir kişi­nin; namaz kılarken, Allah'a ve takvaya çağimken, -daveti yalanlayıp yüz çevirmesi şöyle dursun- Hz. Peygamber (s)'e saldırmasını anlatmakladır. [17]

 

Risaletin Başlangıcında Açıkça Davete Başlanması

 

Alak süresindeki bu sahne, nebevi davetin gizli olarak başladığı[18] şeklinde nakledilen rivayetlerin aksini göstermekte ve davetin aşikâr olarak başladığını; Hz. Peygamber (s)'in bu yeni namazına açıkça devanı ettiğini ispatlamaktadır. Kalem. Müzzemmil. Müddessir, Tckasür, Maun ve Kafinin gibi, ilk nazil birçok sûrede anlatılmaya devam edilen benzer sahneler de bu fikri desteklemektedir. Rasûlullah'ın bazı ashabının sözle­rini nakleden hadislerde yer alan (aksi bilgi) karşısında söylenilmesi mümkün olanın hepsi şudur: Hz. Ömer'in İslam'ı kabulü kıssasında geçtiğine göre; niüsliîman olduktan sora ''Biz hak üzere miyiz yoksa batıl üzere mi?" diye sormuş; RasûluSlah (s) O'na; "Evet, biz hak üzereyiz" diye cevap vermiş; Ömer de, "O halde bu gizlilik niye" demiş­ti. Yine İbn Mcsud'dan rivayet edildiğine göre; O, "Ömer müslüman olduktan sonra güçlü hale geldik. Ömer İslam'ı kabul edinceye dek biz açıkça ve güven içerisinde Ka­be'de namaz kılamıyorduk" demiştir. (Buradan anlaşıldığı üzere) Peygamber -arkadaş­larını korumak amacıyla- namaz ve onlarla toplanma konularında uyanık ve temkinli ol­mayı gerekli görüyordu. Ancak. O'nun insanları daveti açık bir biçimde devam çimek­leydi. İşte bu (açıklık); davetin hedefi, Peygamber'in Allah'a ve risaletine imanı ile uy­gun düşen makul bir görüştür.

Anlaşılan o ki, bu ayetler ilk beş ayetten bir müddet sonra; davet emri, davetin pren­sip ve bedellerinden bir bölümünü içeren Kur'an cümlelerinin inişinden ve Peyuam-ber'in, davetinde bir iki adım ileri gitmesinin akabinde nazil olmuştur. Zira o insanlarla ilişki kurmaya, onları davel etmeye, müjdelemeye, uyarmaya, Kur'an'in ayet ve sûrele­rinden kendisine vahyedilenleri onlara okumaya ve açıkça namaz kılmaya başlamış, sonra (sûrede işaret edilen) "azgın kişi" O'na engel olmuş; sonuçta ayetler uyarıcı, kına-yıcı, hatırlatıcı ve sert bir üslupla inmiştir.

Sûre oluşacak biçimde buradaki ayetlerin ilk beş ayete katılması; Kur'an sûrelerinin baştan itibaren toplandığını ve sûrenin ihtiva ettiği olayın çok sonra meydana gelmedi­ğini göstermektedir. Belki bu sahne davete düşmanlık gösterme ve davet sahibine saldır­ma olaylarının ilklerindendir ki (söz konusu) sahneyle alâkalı ayetlerin, daha önce na?i! olan ayetlere katılması bunu kanıtlamakladır. [19]

 

Mekke Liderlerinin Karşı Tavrı

 

(Alak'ta anlatılan) azgın kişi, çok kuvvetli ve şiddetli bir üslupla tehdid edilmiş, ona meydan okunmuş, uyarılmış ve kınanmıştır. Kendisine yardım edip yanında yer alabile­cek hiç bir kimsenin Peygamber (s)'e iman etmediği düşünüldüğünde, bu şiddetin mahi­yeti daha iyi anlaşılmaktadır. İnsan; Peygamber (s)'i'n şimşek çakması gibi, avazı çıktığı kadar "hayır, hayır (kellâ, kellâ)'1 diye haykırdığım, müşriklerin ileri gelenlerine ve bun­ların güçlerine aldırış elmeden, Kur'an'da yer alan ateşli kınama, lehdid. meydan okuma ve uyarı sözcükleri ile seslendiğini, dahası O'nun hiç bir kuşkuya kapılmadan Rasûlul­lah'ın kuşanmış olduğu ve edindiği bu cesaretin. O'nun hislerini (benliğini) kaplayan kuvvetli, derin bir imandan kaynakladığını idrak edecektir. (Öyle ki o iman). Allah için olmadığı takdirde; Peygamber'in hiç bir azamet, kuvvet ve otoriteyi, kabul elmemesine, Allah'ın dışındaki herşeyi; korkulmayacak kadar zayıf, kendisine herhangi bir fayda ya da zarar veremeyecek veya Allah'ın dini önünde durup O'na davete engel olamayacak şeylcr olarak görmesine sebep olmuştur. Böylece, ahlâk yüceliği, yürek kuvveti ve iman derinliği yönünden Rasûlullah'ın kuşandığı nitelikler daha iyi anlaşılmaktadır. Nitekim bu husus Kalem süresindeki "Sen yüce bir ahlâk üzerindesin" ayetinde Allah'ın Övgü­süne konu olmuştur.

Ayetlerin korkunç şiddet ve kuvvetinden anlaşıldığına göre rabbânî hikmcl: Pcy-gamber'i ve O'na iman eden az sayıdaki arkadaşlarını desteklemek ve ansızın kendisini çarpan bir şiddet ve kuvvetle, güçlü (müşrik) lidere karşı koymak için: Pcygamber'e karşı koyan güçlü liderlerden ilkine bu üslupla cevap vermeyi gerekli bulınuşiur. Kus­kusuz Peygamber (s) ayetleri arkadaşlarına okumuş, ayetler de onların ruhlarını kuvvet­lendirmiş ve imanlarını arttırmıştı. Bu ayetler muhatabına ve onun meclisine (nâdiy) ulaşmış, şiddeti ile onları perişan etmiş: Peygamber'in beslendiği ruhsal kuvven hisselmelerini sağlamıştı. (Engelleyici) güçlü lidere ve onun meclisine aldırış etmeden; bu şe­kilde Pcygambcr'in görevine devam etmedeki kuvvet ve kararlılığı artmıştı. Taberî'nin rivayet ettiğine göre; ayetlerin kasdettiği kişi; İslâm Tarihi'nde "Ebû Cehil'' olarak tanı­nan Amr b. Hişâm el—Mahzûmî'dir. Bu adam, müşriklerin büyük liderlerinden. Pey­gamber (s) ve O'nun asaletinin en şiddetli düşmanlarından ve O'na karşı müşrikleri provoke edenlerdendi. Rivayete göre; (Ebû Cehil) Peygamber (s)'e engel olunca, Pey­gamber (s) O'nu azarlamış, kınamış ve tehdit etmiş; Ebû Cehil de "Bu vadide en çok nâdîsi (taraftan) olan kişi olduğum halde beni nasıl tehdid ediyorsun?" demiştir. Bir başka rivayete göre ise (bu adam) "Eğer O'nu tekrar namaz kılarken görürsem; boynu­nu çiğneyeceğim" demiş, Peygamber (s) Kabe'nin avlusunda namaza devam etmiş, ni­hayet O'nu Ebu Cehil görmüş (dediğini yapmaya yönelince) sanki kendisini korumak için ellerini kaldırarak birdenbire geri dönmüştür. "Ne oldu sana" diye sorulunca, ^Be­nim İle O'nun arasında ateşlen bir hendek vardı ve aramızdaki bölükler karardı'1 demiş­tir.

''Fe'l-yed'u nâdiyeh" (Meclisini çağırsın) cümlesinde geçtiğine göre; Ebu Cehil, Peygamber (s)'e karşı tutum/tavrında yalnız başına değildi. Buradaki ayetlerden sonra değişik münasebetlerle ük kez inen ayetler bunu kanıtlamaktadır.

"Nâdiyeh" ifadesi İle; Mekke'deki önde gelen Kurcyş ailelerinin reisleri olan lider tabakast (Ehlu'1-hall ve'l Akd: Danışma kurulu)nın toplandıkları "Dâru'n-Nedve"nin kastedilmiş olması uzak bir ihtimal değildir. Bu yer Kabe'nin yakınındaydı. Bilgiler doğru ise şunları söylemek uygun düşmektedir: Resmi makamlar, Peygamber (s)'in açıkça, insanların daha önce alışık olmadıkları tarzda namaz kıldığını: insanları, takip edegeldikieri şeylere ters düşen yeni çıkmış bir dine açıkça davet ettiğini gördüler ve O'nun durdurulması kararım aldılar; bu görevi uygulamayı üyelerinden birine havale et­tiler veya bu üye diğerlerine göre davete daha şiddetli düşman (olduğundan) engelleyi­ci/karşı koyucu diye, özellikle belirtildi. [20]

 

Namaz/Salât Kelimesine Dair

 

Namaz (salâl) kelimesinin ilk kez yer alması (geçmesi) dolayısıyla diyoruz ki: Na­maz, dil yönünden dua ve bereket anlamlarına gelmektedir. Şu ayetlerden de anlaşılaca­ğı üzere; salât kelimesi bu iki anlamda Kur'an'da yer almıştır:

"O (Allâh)dur ki; sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet (sa-laî) etmekte melekleri de (dua etmektedir)" (Ahzah 33/43).

"Allah ve melekleri Peygamber'e salât etmektedir. Ey inananlar siz de O'na salâl ve içtenlikle selam edin. (Ahzah 33/56)

"Bedevi Arap/ardan kimi de var ki, Allah'a ve Ahiret gününe inanır, verdiğini Allah katında yakın dereceler kazanmağa ve Elçi'nin dualarını (salavât) almaya vesile sa­yar" . (Tevhe 9/99)

Aynı şekilde kulun, mabuduna ibadet etliği (bilinen) hususi şekil de kastedilmekte­dir. Nitekim bu anlam Alak ve diğer sûrelerde de vardır. Buradaki iki anlam birbirine yakındır. Belki de aslolan biricisi (dua)dır; özel olarak ise mabuda yönclip dua etmek olan ibadet anlamında kulanıimıştır.

"Salât" kelimesine, mutlak olarak İbadete ail hususi şekil anlamı verilmesi İs­lam'dan sonra ortaya çıkmış bir durum değil; aksine bu bi'seüen önce de var olan bir kavramdı. Nitekim Enfal sûresi 35. ayet bunu göstermekledir. "Onların Be\fııllah ya­nındaki namazları ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir"?[21] . Burada müşriklerin Ka­be etrafında eda ettikleri dinsel ayinler "salât" kelimesiyle ifade edilmiştir.

Buna rağmen rivayetler; bilinen İslarni saiât (namaz) şeklinin, meleğin emriyle Pey­gamber (s)'ifı edâ ettiği ilk namazdaki şeklin aynısı olduğunu belirtmektedir[22] .

Zira rükû, secde ve kıyam tabiilerinin Kur'aıfda geçmesi, müşriklere bir yerde secde başka bir yerde rükû etmelerinin emredİlmesi; namaza ait bu şekillerin, bi'sellen önce de bir ibadet ve namaz şekli, Allah'a ya da sair mabudlara boyun eğmenin bir göstergesi olarak bilinip tekrar tekrar yapıldığını göstermektedir. Nitekim bu husus şu ayetlerde geçmiştir:

"ibrahim ve ismail'e: Tavaf eden/er, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temizleyin!" diye emretmiştik." (Bakara 2/125)

"Bir zamanlar ibrahim'e Kabe'nin yerini açıklamış (ve ona şöyle enırctmiş)tik: "Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve tavaf edenler, ayakta duranlar, rükû ve secde edenler için evimi temizle." (Hacc 22/26)

"Onlara Rahman'a secde edin! dendiği zaman : "Rahman nedir? Senin bize emret­tiğine secde eder miyiz hiç " derler. Ve (bu), onların nefretini arttırır." (Furkan 25/60)

"Onlara rükû edin denildiği zaman rükû etmezler." (Mürselal 77/48)

Rivayetlerde geçtiğine göre; beş vakit namaz ilk başta ikişer rekat olarak farz kılın­mış sonra ikamet (hazar) halinde dörder rekata tamamlanmış, seferde ise ilk farz kılındı­ğı (ikişer rekatlik) durumda kalmıştır. Cebrail (a), namazın farzltğmı bildirdiği zaman, Peygamber (s)'e abdest almasını ve bilinen İslarni şekillerle namaz kılmasını öğretmiş. O'na beş vakit namazı kıldırın ıştır. Rivayetin ravİsi bunun için bir zaman belirtmemiş­tir.[23]

Buhari ve Müslim'in, Enes (r)'den naklen rivayet ettiği bir hadise göffe; beş vakii ha maz îsrâ gecesi nazil olmuştur. Önce elli vakii iken sonra beş vakile düşürülmüş I ür. Oy­sa İsra olayı Peygamber (s)'in bisetinden dört veya daha fazla yıl sonra meydana gel­miştir. Şu an ele aldığımız ayet ise davetinin İlk dönemlerindeki Peygamber (s)'in na­mazına işaret etmektedir. Ayrıca; İsrâ olayının anlatıldığı, îsrâ sûresinin nüzulünden önce inmiş olan bazı .sûreler namazdan bahsetmiş ve namaz kılan miTminlcri çokça Öv­müştür, Hatta bu sûrelerden bir bölümü Ük dönemlerde İnmiştir. Mesela; A'lâ sinesinde "Kendini arındıran, Rahbi'nin adını zikredip namaz kılan mutluluğa ermiştir" (A'lâ 87114-15) ayeti yer almış; Kevser sûresinde "Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" (Kevser 108/2) buyurulmuş; Falır sûresinde "Sen ancak »örmeden Rabh' Serinden kor­kanları ve namaz kılanları uyarırsın" ve "Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz nzıktan gizli ve açık sarfedenlcr. asla batmayacak hır ticaret umarlar." ayetleri (Fatır 35/18 ve 29) geçmiş; Nemi sûresinde, "(Kur'an ayetleri) mü­minlere yol gösterici ve müjdecidir. Onlar ki, namazları kılarlar,zekatı verirler ve Ahi-rete de kesin olarak inanırlar."(Nemi 27/2-3) ayetleri yer almış; dahası bizzat Alak sü­resindeki ayetler Peygamber(s)i engelleyen azgın kişiyi uyardıktan sonra Pcygambcr'c "Hayır, ona itaat etme, (Allah'a) secde et ve yak/aş" buyurmuştur. (Alak 96/19).

Aynı şekilde İsra sûresinden önce nazil olan Kâf ve Tâha sûrelerinde bazı ayetler vardır ki, müfessirler bu ayetlerde beş vakii namaz ve bunların vakitlerinin anlatıldığını söylemişlerdir[24]''. Bunlar: "Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an; güneş doğ­madan ve batmadan önce; gecenin bir kısmında ve secde aralarında O'fiti teshili et. "fTCaf 50/39-40)

"Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabh'ini överek teşbih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da teşbih et ki memnun olasın." (Taha 20/130) ayetleridir.

Buna göre; Enes (r) hadisi sahihse; ya İsra sûresinin nüzulünden önce. namazların oturmuş bir farz olarak emredilmeden; rekat ve vakit sınırlaması olmaksızın eda ediliyor olması[25] veya ayetlerin esas alınmasıyla bu hadisin bırakılması ve Peygamber'in hi'seti­nin ilk dönemlerinde, vakit ve rekatları belirli bir farz olarak sürekli eda edildiğinin söy­lenilmesi gerekir. Enes (r) hadisi Peygamber'in miraç olayı ile bağlantılıdır. Çünkü ha­disler namazın elli vakit olarak farz kılındığını ve miraç anında beşer beşer düşürüldü­ğünü anlatmaktadır. Miraç hadisleri İçerisinde çok tuhaf şeyler vardır. Bu konuya Necin sûresinin tefsirinde döneceğiz.

Aslında namaz; Allah Teala'yi Övme, teşbih etme, O'na yakarma, O'nun hakkı olan ibadeti eda etme, O'ndan rahmet ve hidayet islemedir. İslâmi namaz en mükemmel un­surlardan oluşmuştur. Zira namaz müslümana, vücut ve elbise temizliği iie O'na hazırla-nılmasını zorunlu tutar. Sonra (müşlüman) "Allâhu Ekber" sözüyle sırf Allah için hcı-şeyden sıyrılarak namaza giriş yapar. Öyle ki bu söz başkalarından özgür/bağımsız ol­mak, yüceiik,.kudret ve kuvvetin sadece Allah'a ait olduğunu ifade etmek anlamına gclinektedir. (Kişi), kıyam, rüku, secde, celse (oturma) hareketlerinden herhangi birini ya­parken bu cümleyi tekrar eder, her rekatın başında, hamd'ın âlemlerin Rabbi Allah'a atî olduğunu beiirten, sadece kendisine boyun eğme. ibadet etme, rahmet, hidayet ve yardı­mı yalnız O'ndan istemeyi bildirmeyi öğreten Fatiha sûresini her rekatın girişinde okur. Her rükû ve secdede, Allah'ın büyük ve yüce ismini teşbih ederek rükû ve secde eder.

Kur'an namaza çok büyük önem vermiş, onu iman ve takvanın ayrılmaz unsurların­dan kabul etmiştir. Nitekim Bakara sûresinde Allah; "İşte o kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için yol göstericidir." (Bakara 2/2-3) buyurmuş; Mü'mİnüh sûresin­de, namazı ısrar ve huşu ile kıian mü'rninleri övmüştür: "Felaha ulaştı o mü'minler ki, onlar namazlarında saygılıdırlar." (Mü'm'ınun 23/1-2) "Onlar namazlarını korur­lar," (MiVm'muıt 23/9). Kur'an, namazı; cihad, savaş ve harp durumunda bile olunsa; her şart ve durumda, belli vakitlerde eda edilmesi zorunlu-bir görev ve farz olarak nitele­miştir.

Nitekim bu durum Nisa sûresinin şu ayetlerinde yenilmiştir: "Yeryüzünde sefere çık­tığınız zaman inkar edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kı­saltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Muhakkak ki kafirler, sizin açık düşmanımz-dır. Sende içlerinde bulunup onlara namazı başlattığın zaman onlardan bir bölük senin­le beraber namaza dursun ve silahlarını yanlarına alsınlar. (Namazda olanlar), secdeye vardıklarında arkanıza geçsinler; bu kez namaz kılmayan öteki bölük gelsin, seninle be­raber namaz kılsınlar, korunmaların! (tedbir) ve silahlarını da alsınlar. O inkar eden­ler istediler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gaflet etseniz de birden üzerinize bir baskın yapsınlar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silahlarınızı bı­rakmanızda size bir günah yoktur. Korunma tedbirinizi alın (uyanık bulunun). Şüphesiz Allah, kafirlere alçaltıcı bir azab hazırlamıştır. Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, otu­rarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allah'ı anın; güvene kavuştunuz mu namazı (tam) kılın. Çünkü namaz müzminlere vakitli olarak farz kılınmıştır." (Nisa 4/101 -.103}

Hem dünya hem de ahirele ilişkin Allah'ın emir ve nchiylerinde bulunan yararların açıklanması hakkındaki Kur'ani tarza uygun olarak birçok ayette; ahlâki, ruhi ve sosyal açıdan namazın yönelttiği büyük sonuçlara dikkat çekilmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:

"Ey inananlar, sabır ve namazla (Allah'tan) yardım isteyin, muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir." (Bakara 2/153)

"O Kitab'da sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden men eder. Elbette Allah'ı anmak, en büyük (ibadet)tür. Allah ne yaptığınızı bilir." (Ankebııt29/45)

"Doğrusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğunda sızlanır, ken­disine hayır dokunduğunda (ise) yardım etmez. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır. Onlar ki; Namazlarını sürekli kılarlar. Mallarında sâile ve mahruma (isteyene ve iffetinden dolayı istemeyip mahrum kalana) belli bir hisse vardır. Ceza gününü tasdik eder­ler, Rablerinin azabından korkarlar. Çünkü Rablerinin azabına güven olmaz. Irzlarım korurlar. Yalnız eslerine ya da ellerinin altında bulunanlara karşı (korunmazlar) Ama kim bundan ötesini ararsa, onlar (sınırı) aşanlardır. Emanetlerini ve ahidlerini gözetir­ler. Şahitliklerini yaparlar. Namazlarım muhafaza (kılmaya devam) ederler". (Mcaric 70/19-34)

Allah, Peygamber (s)'e, başına gelen sıkıntılara karsı, namazla mücadele etmesini cm re tm iştir. Şu an konumuzu teşkil eden Alak süresindeki son ayet de bu türdendir. Zi­ra ayet, O'nun "engelleyici azgına" boyun eğmemesini, Allah'a secde edip yaklaşmasını emretmiştir ki, O burada güven ve gönül huzuru bulabilirdi.

Kuşku yok ki iman, kalp, zikir ve huşu ile kılınan namaz; namaz kılanın ancak Al­lah'ı ve O'nun azametini düşünmesini sağlar. Sonuçta O'nun nefsi her lürlü korku ve endişeden kurtulur, gönül huzuru ve manevi kuvvet hisseder: böylece O'nun gözünde dünyanın bütün büyük işleri değersizlesin Allah'tan başka, büyük, güçlü, kendisine za­rar veya fayda veren bir kimseyi görmez. Sonra; içi ve dışı. sözü ve pratiği çeliştiğinde nifak ve yalana bulaşmaktan haya eder. An be an Allah'ın huzurunda durmak için hazır­landığında -Ankebut 45. ayetin belirttiği gibi- çirkin İş (fahşâ) ve yasak (miinkcr)lardan uzak durur, hırs ve cimrilik huylarından temizlenir, -Mcâric 19-34 ayetlerin belirttiği gi­bi- gerçekten saygıdeğer, erdemli niteliklerle süslenir.

Buna göre şöyle denilmesi uygun düşmektedir: Sahibini çirkin ve yasak işlerden alı­koymayan; O'nu erdemli ahlâkla süsleyip salih amel işlemeye yöneltmeyen namaz sa-hih/sağhkh olamaz. Bu durumu, Peygamber (s)'den rivayet edilen birçok hadis ifade et­mektedir: "Kimin namazı kendisini çirkin ve yasak işlerden alıkoymuyorsa O'nun na­mazı yoktur."

"Kimin namazı kendisini çirkin ve yasak işlerden alıkoymuyorsa O'nun ancak Al­lah'tan uzaklığını arttırır."

"Namaza itaat etmeyenin namazı yoktur. Namaza itaat etmek ise; namazın kişiyi çir­kin ve yasak işlerden alıkoymasıdır." [26]

 

Allah ‘In Görmesi

 

"Allah'ın kendisini gördüğünü bilmedi mi o" ayetindeki ifadenin ilk kez geçmesi do­layısıyla diyoruz ki; Kur'an görme ve işitme eylemlerinin Allah'a nispel edildiği birçok ayeti içermekledir. Bu eylemlerin, işitme ve duyma organlarında meydana geldiği ve Allah'ın bu tür organları olup olmadığı itibariyle bu konu etrafında Kelam alimleri ara­sında cedel ve tartışmalar olmuştur. Bu ve buna benzer konularda en doğru görüş, ilk İs-Iami dönemin (neslin) görüşüdür. Bu görüş; (Allah'a nispel edilen eylemlerin) nitcli-ği/keyfiyctİ hakkında derine dalmayıp, bu konu etrafında tartışma ve cedele girmemek; yaratmış olduğu varlıklara benzemekten Yüce Allah'ı tenzih etmek ve Şûra ! 1. ayetle yer alan "Hiç bir şey O'nun gibi değildir" ayetine dikkat çimektir. Kastedilenin böyle olması itibariyle aziz ve cclil Allah, (kendisini) sonsuz ilim. herşeyi kuşatma, her şeye güç yetirme, evren ve evrenin içerisindeki varlıklara tam hükümranlık, orada tam tasar­ruf etme ve sair bütün kemal sıfatlarıyla vasıflanmıştır. Şûra sûresinde belirtileri ayellcri düşünen/inceleyen bir kimse bu açıklamanın kuvvetli bir biçimde desteklendiğini göre­cektir:

"Gökleri ve yeri yoktan vare.de.ndir. Size kendinizden çiftler, hayvanlardan çiftler yaratmıştır. Bu(düzen içi)nda sizi üretiyor. O'na benzer hiç bir şey yoktur. O İşitendir, görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O'nundıır. Dilediğine rızkı açar ve kısar, O her şeyi bilendir." (Şûra 42/11-12) [27]

 

Ahiret Hayatı Üzerine

 

Buradaki ayetlerin ikincisi yani sûrenin sekizinci ayeti: insanların, Rabieri olan Al­lah'a dönecekleri ahiret hayatına kısaca işaret etmiştir. Bu ayet beiki de ahireie ilişkin ilk Kur'ani işarettir. Bu işaretin biçimi sözkonusu Önceliğin ipuçlarını vermekledir. Daha son­ra bu hayat hakkındaki ayetler birbirini izlemiş ve onun niteliklerini açıklamış ve sonunda ona inanmak, birçok ayetin ortaya koyduğu üzere. îslamın temcilerinden birisi olmuştur. Şu ayetler bu gruptandır:

"Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Ası! iyilik Allah'a, ahi­ret gününe, meleklere, Ki ta b'a ve peygamberlere inanan (kimsenin iyiliği )dir." (Bakara 21177)

"Ey inananlar! Allah'a, elçisine, indirdiği Kitaba ve daha önce indirmiş bulunduğu kitaba inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçi/erini ve ahiret gününü inkar ederse o, uzak bir sapıklığa düşmüştür". (Nisa 4/36}

Ahiret konusu Kur'an'ı ve özellikle Mekki sûrelerin büyük bir bölümünü kaplamış-tsr. O derecede ki, şöyle denilmesi mümkündür: Ahirctc iman hadisesi; davet, insanların dikkatlerinin çekilmesi, sadece Allah'a iman eimeleri ve salih amel işlemelerini teşvik, günahlar, yasaklar ve çirkin işlerden onların sakındırılması gibi hususlarda en kuvvetli vesilelerden birisi olmuştur.

Kur'an ayetleri bazı hedef ve amaçlara ilişkin birtakım açıklamaları içermektedir ki bunların şu şekilde özetlenmesi mümkündür: Allah'ın, evreni boş yere yanılmış olması imkansızdır. Allah'ın yeryüzünde yarattığı varlıkların en mükemmeli olan insanın haya­lına gelince, onun bu dünyada yaşadığı kısa zamanla kısıtlı olması da mümkün olamaz. Bu hayatın daha mükemmel, daha üstün ve daha ileri bir devamının da olması gerekir ki, bu (sonraki) hayatta iman, hak, adalet, iyilik ve onun taraftarları hakim olup; inkar, batıl, zulüm ve bunun taraftarları perişan olsun. Zira Allah'ın; çoğu kez dünyadaki aki-bctlerindcn ve Rabblcrinin nimetlerini inkar etmelerinin cezasından kurtulamayacağı günahları işleyen kötü insanın (şerir) yaptıklarını yanma bırakması: yine çoğu kez dünyada hiçbir karşılık elde edemeyen salih mü'min İnsanın yaptıklarını, hak ve hayır yo­lunda çektiği eziyet ve mahrumiyetleri yok sayması; iman edip salih amel işleyenin, yeryüzünde fesad çıkaranlar; müttakilerin de fücur ehli ile aynı kategoriye konulması imkansızdır. Bu, Allah'ın diğer hayat diye isimlendirilen ahirel hayalını gerekli görmüş­tür ki, insanlar burada Rabblerine dönecekler, iman ve ihsan sahipleri mükafaat göre­cek; inkarcı ve isyankarlar da cezalandırılacaklardır.

Allah'a iman etmiş kişi odur ki, evrenin sahnelerine ve onun kanunlarına dikkatlice bakar; orada, aklını başından alıp duygularını kendisine hakim kılan azameti, eşsiz ya­ratmayı, muhkemliği ve nizamı hisseder. Bu amaç ve hedeflerde tam bir tatmin/huzur ve hakikat bulur; ahiret hayatının bu evreni yaratıp düzene koyan Allah'ın kudreti çer­çevesinden çıkan bir şey olduğunu görür.

Söylediklerimize ek olarak şu hususu da belirtmek yerinde olacaktır: Ahirel hayatı, cezası ve sevabı düşüncesi hayra yoncltici, günahtan da uzaklaştırıcı bir Özellik taşı­maktadır. Ahiret ve hesap gününden korkmayan ve ona îman etmeyenler, birçok farklı sahada hak ve hayra pek dikkat etmezler, bu hususlarda dünyada bir bedel veya karşılık beklemeksizin kişisel ve vicdani olarak tavır gösterirler. Dünyada cezadan kurtulup emin olduklarına inandıklarında günah yasak ve çirkin işlerden pek uzak durmazlar.

Kur'an'da ahiret konusunu açık veya kapalı olarak ele alan birçok ayet vardır. Mese­la:

"Tanrınız bir tek tanadır. Ama ahirde inanmayanların kalpleri inkarcıdır, onlar büyüklük taslarlar." (Nah! 16122).

"Onlar ki, Rablerine saygıdan titrerler. Ve onlar ki, Rablerinİn ayetlerine inanırlar ve onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar. Verdiklerini, Rablerinİn huzuruna dönecekleri düşüncesiyle kalpleri korkudan ürpererek verirler. İşte onlar, hayır iş/erine koşarlar ve onlar hayır için önde giderler". (Müminûn 23/57-61).

"Ahirete inanmayanlar yoldan sapmaktadırlar" (Mii'minun 23174).

Biz, ahirete inanmayanlardan bazılarının şöyle diyeceklerini biliyoruz: "Ahiret dü­şüncesinin derin bir ahlâki etkisi yoktur, çünkü bu düşünce (kişinin) nefsinin varlığın­dan ve vicdanının derinliklerinden olmayan harici ve teorik bir etkendir. Buna vurulan en küçük bir darbe, onun gerçekleştireceği yönelime ve engelleme fiillerini yok eder. İnsanların köklü, derin bir ahlâki eğilimle eğitilmesi, bizzat (iyiye) yönellici ve (kötü­lükten) engelleyici olmayı sağlayabilir." Bu sözleri söyleyenler şu durumu unutuyorlar: -ki bunları müzakere kabilinden söylüyoruz- Bu eğitim ve onun kapsamına ilişkin du­yulan ümit, insanların hepsi ya da çoğunluğu açısından gerçekleştirilmesi imkansız olan bir durumdur. Bir takım insanlarda bu gerçekleşebilirse (dahi) bunlar, derece itibarıyla nadir ve az bir gurubu teşkil ederler ki, bu eğitimin, çoğunluğa yönelik hissedilir olumlu bir etkisi olmaz. Öte yandan küçük ve nadir sınıfla da bu (iyiliğe) şevketine ve (kötü­lükten) alıkoyma fiillerinin yok olduğu, bu sınıfın içgüdü ve hayvani duyguların hükmü altına girdiği toplumsal şartlar vardır. Bu yüzden toplumun büyük çoğunluğunun etkin bir yönelime ve engellemeden müstağni/uzak olması imkansızdır. Toplulukları yönelen kadroların ve toplumsal kurumların kanun, tahdid ve Örfler koymak zorunda olması bu İhtiyacın ıiöslergelcrindendir ve onu teyid etmektedir. Hiç bir kimse, insanların gü­nah/yasaklardan engellenmesi ve iyi İşlere yöneltilmesi için bu kanun ve sınırlamalara ihtiyaçları yoktur, dememiştir. Tecrübeler sürekli kanıtlıyor ki, insanların çoğunluğu ka­nun, gelenek ve bağlardan kurtulmaya çaba sarfctmektedirlcr. Bunun yansımalar!, in­sanlar sonuçtan emin olduklarında farklı tarzda cereyan etmektedir. Kınama, küçük gö­rülme, ve engellenmeyeceklerinden emin oldukları zaman, iyiliğe sırf iyilik olduğu için yönetmezler. (Kötülükten) engellenmeye duyulan ihtiyaç, kanun ve geleneklere göre; insanların nefislerinde etki bakımından daha kuvvetli ve derinlik yönünden daha iz bıra­kıcı olarak şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Bu iki fiil kişiyi, onun gizli ve açık dorumlarında, nefsi içinde ve derinliklerinde, üzerinde bir gözetleyici olmasa da kendisi üzerinde bir denetleyici kılıyor; günah ve kötülüklerden kaçınmasına, iyi iş ve hayra meyletmesine yöneltiyor.

Ahirete iman bu ihtiyaca cevap veren bir olgudur. Ahiret gününe inanan mü'minler-den bir çoğu günah ve kötülüğe meylediyor ve hayra yönelmiyor iseler; gayri müslimler de vicdan engeli; kanun ve gelenekierden sakınma engelinden kurtulmaya daha fazla eğilimlidirler. Çünkü mü'minlerin imanı ve uhrevi hesaptan korkmalarının (herhangi) bir izi onlarda devam etmektedir. Bu iman bir anda onları uyarır, pişman olmaları, levbe etmeleri ve ıslah olmalarını sağlar. Oysa kendilerini engelleyici ceza ya da yönellici bir çıkardan uzaklaştıkları müddetçe inkarcılarda hiç bir tesiri olmaz. Biz bunları sadece müzakere kabilinden söylüyoruz, demiştik.. Ne var ki ahiret düşüncesi ile evrenin muaz-zamlığı, eşsiz yaratılışı ve evrendeki kanunların, Vâcibu'I-Vücûd'un varlığı. O'nun yü­celik, hikmet ve adaletine derin ve köklü bir iman ile bağlantılıdır.

Ahiret fikrinden hiç bir kimse uzak kalmamaktadır. O kadar ki, bazen bolluk ve ra­hat içerisinde, farkında olmadan ahiret düşüncesine uzak durabilen kimseler; kendilerini felaketler .sarstığı ve tehlikelerle karşılaştıkları vakit bu fikrin tesiri allında kalmaktadır­lar. Kelam ilmi açısından ahiret hayatı, İslâm dininin esaslarından bir esas olarak, mü­minlerin inanması gerekli gaybî-imani hakikatlerden birisidir. Şuna da dikkat edilmeli­dir ki, ahirel gününde olacak olayların, Kur'an'da geçmiş olduğu üsluplarla anlatılma­sında; teşvik ve sakındırma, insanların Ailah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara ve ahiret gününe iman etmelerine yönlendirme; salih ameller işlemeye, aşikar veya gizh bazı çirkin iş ve günahlardan sakınmaya yöneltme hedeflenmiştir. Kur'an'da bu durumu açıklayan birçok ayet vardır.

"Biz sana onu böyle Arapça bir Kuran olarak indirdik ve onda tehditleri turlu bi­çimlere çevirip açıkladık ki korunsunlar. Yahut (Kuran) onlara bir hatırlatma yaptır­sın." (Taha 20/113)

"Yaptıkları işler başlarına inerken zalimlerin, korkudan titrediklerini görürsün. Fakat inanıp iyi işler yapanlar cennet bahçe/erindedirler. Rablerinİn yanında onla­ra diledikleri  her şey vardır. İşte büyük lütuf budur."

"işte bu, Allah' in, inanan ve iyi işler yapan kullarını müjdelediği büyük lütuftu r. De ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak yaklaşmayı'^ arzu ediyorum" (Şûra 42/22-23).

"De ki: "Ben, dinimi yalnız Allah'a halis kılarak O'na kulluk ediyorum." Şiz de. O'ndan başka dilediğinize kulluk edin. "De ki: "Ziyana uğrayan/ar kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyan edenlerdir. Dikkat edin, işte bu apaçık bir ziyandır". (Zümer 39/14-15).

Şurası da açıktır ki, ahiret hayatının sahne ve tabloları, (ahirel günündeki hesap, se­vap ve ceza; insanların dünya hayatında alışkın oldukları şeylerdendir. Neredeyse sayı­lamayacak kadar çok olan ve burada belirtilmesi gereksiz birçok ayette aynı durum gö­rünmektedir.

Ahiret hayatının Kur'an'da yer alan vasıflar ve genişlik ile nitelenmesi Kuı'an'ın özclliklcrindcndir. Çünkü ahiret konusu, geniş bîr biçimde ve sarahatle yahudi ve hristi-yanların bilinen kutsal kitaplarında yer almamış hatta bu kitapların bazıları bu hayata hiç değinmemiştir. Bazı kitapların içerdiği malumat ise sadece kısa ve aynntisız İşaret-lcrdcn ibarettir.

Kur'an'daki birçok ayetin gösterdiği üzere ahiret hayatı, Peygamber (s) ve müşrikler arasında meydana gelen mücadele ve tartışma konularının en Önemlilerinden birisidir. Bciki de Peygamber'in çevresi ve yaşadığı dönemde açıkça ve teferruatına İnerek, yahu­di ve hristiyanlann nesilden nesile aktarageldikleri ve Peygamber'in çevresindeki insan­lara meçhul olmayan Yahudilik ve Hrisüyanhk dinlerinin kutsal kitaplarında ahirel ko­nusunun yer almaması, müşriklerin inkar ve inatlarının en Önemli nedcnlcrindcndir.

Evet, madem ki[28] ahiret hayatı, imani-gaybî bir meseledir ve Kur'an'da geçen ahiret sahneleri, çağrışım yaptırmak, teşvik etmek ve etkilemek için. dünyada insanların alış­kın oldukları şeylerden istifade edilmek suretiyle nitelenmiştir; o halde bu konuda Kur'an'ın sınırlarını ve amaçlarını aşacak şekilde fazla derine dalmaya gerek yoktur[29].

Alak sûresinin ayetleri hakkında dikkat edilecek son bir durum daha vardır. İlk beş ayet muhkemdir ve bunların içerisinde bazı prensip ve esaslar bulunmaktadır. Bununla birlikte sûrenin diğer ayetleri azgın/tağulun, Peygamber (s)'i engellemesi dolayısıyla na­zil olmuştur.

Bu şekliyle buradaki ayetleri (ilkeleri) destekleyici vasıta özelliği taşımaktadır. Zira. bunların içerisinde muhkem sayılacak şeyler de bulunmaktadır. Öyle ki, ayetlerde ahiret günü ve açıklamış olduğumuz toplumsal prensibe işaret edilmiştir. Böylece sûre, Kur'an'ın muhkem ve müteşabih veya prensip ve araçlar (vasıtalar) şeklindeki iki bölü­mün de özelliklerini barındırmaktadır. [30]

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/17.

[2] 'Alak Pıhtılaşmış kan

[3]Daha doğrusu döllenmiş yumurta ç.n."

1} Taberî, İbn Kesîr, Tabresî ve diğer tefsirlerden bu sûrenin tefsirine bkz. Aynı şekilde bkz: Sdyûtî, el-İtkân i/24 vd. (Daha önce belirtilen basım). Cilt, bölüm ve sayfa belirttneksizin sadece tefsir kitabı veya yazarının adın* zikretmekle yetiniyoruz. Çünkü tefsir kitaplarının birçok baskıları vardır. Bizim kendinden nakii yap­tığımız basım okuyucunun elinde olmayabilir. Bu metodumuz herhangi bir basımdaki ilgili bölüme başvur­masını kolaylaştırmaktadır. Nilekim bu daha açık bir yoldur.

[4] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/18.

[5] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/19-20.

[6] Yetğâ Düşmanlık ve azgınlıkla haddi aşıyor.

[7] İsteğnâ Kendisinin yeterli olduğunu zannetti veya kendisini zengin gördü.

[8] et-Takvâ Salih amel ile Allah'ın azabından korunmak.

[9] Tevcliâ Çağrıya kulak asmaksızın ve önem vermeksizin gitti.

[10] Keİlâ Reddetme sözcüğüdür. İltifat (aöz akışının değişmesi), reddetme, kınama, istidrak (hatayı doğru ile ıslah edip düzeltmek), tespit ve nehyetmek gibi amaçlarla kullanılmıştır. Bu kelime Kur'an'da çok yerde geç­miştir. Bu durum, bahsedilen edatın Arap dil/konuşma üslûbunda yaygın ola­rak kullanıldığını göstermektedir,

[11] en-Nâsiye Yüzün Ön kısmı veya alın. saçın ön tarafı (perçem).

[12] es-sefa Kuvvetle tutmak veya çekmek, şiddetli bir şekilde to­katlamak.

[13] Nâdiye Bİr toplumun meclisi, burada kastedilen; meclis ehli (toplumun ileri gelenleredir.

[14] ez-zebâniye Azap etmekle görevli (melek)ler.

[15] Uscud Allah'a secde etme emri. Secde; Allah'a ibadet elmek, tazim göstermek ve ona boyun eğmek anlamına gelmekledir.

[16] İkterih Secde ile Allah'a yaklaş.

[17] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/21-22.

[18]

Bkz: es-Sîreiu'l-HalebJyye, 1/330 vd

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/22-23.

[20] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/23-24.

[21] Zamahşerî'nin Keşşaf tefsirinde geçtiği üzere; "Mükâ" ıslık çalma; "Tasdiye" ise el çırpmak, alkış anla­mındadır.

[22] İbn-Hişam, i/229 vd., es-Siret'ul-Halebiyye, 1/263 vd.

[23] ibn Hişâm, a.y

[24] Âyetlerin tefsirleri hk.bkz., Tabresi, Beğavi, İbn Kesîr ve Hâzin tefsirleri.

[25] Kamer sûresinin biraz önce ele aldığımız ayeflerı hakkında İbn Kesîr tefsirinde bu görüşü destekleyen bir görüş vardır.

[26] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/24-28.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/28-29.

[28] Yani, "benimle sizin aranızdaki akrabalık bağına ait hakkı korumanızdan başka bu (risalet) görevim için sizden hiç bir karşılık istemiyorum. Davetten yüz çevirmeyin ve insanları ondan engellemeyin. Veya "Be­nimle sizin aranızdaki akrabalık sevgisi, sizin iyiliğiniz ve mutluluğunuz için daveti kabul etmeniz hakkında çok ısrarlı olmaya beni yöneltmiştir." demektir. Bkz., İbn Kesîr, ve Kâsımî'nin tefsirleri.

[29] Bkz.: "el-Kur'ânü'l-Mecîd" kitabımız, s.193-197.

[30] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/29-32.