Medine'de inmiştir, 8
âyettir.
Zelzele sûresi Medine'de
inmiştir. Ancak üslûp bakımından Mekke' de inen sûrelere benzer. Zira bu
sûrede, kıyamet günü olacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılır. Bu
sûre, kıyamet kopmadan önce meydana gelecek şiddetli sarsıntıyı anlatır. Şöyle
ki, bütün yüksek köşk ve saraylar yerle bir olur. Bütün oturmuş büyük dağlar
yıkılır. İnsanın dehşete kapılacağı enteresan ve garip olaylar meydana gelir.
Meselâ, yerin, içindeki ölüleri dışarı çıkarması, altın ve gümüş gibi kıymetli
hazîneleri dışarı atması ve her insana, "Falan gün şöyle yaptın, falan gün
böyle yaptın" diyerek, üzerinde yaptıklarını haber vermesi. Bütün bunlar,
o dehşetli gün olacak olan hayret verici şeylerdir. Sûre aynı zamanda,
insanların mahşerde, cennet veya cehenneme gideceklerini, mutlu ve mutsuzlar
olarak sınıflara bölüneceklerini anlatır. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5.
Yerküre sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı, insan,
"ne oluyor buna!" dediği vakit, (durum nice olur bir bilsen!). İşte o
gün yer Rabbinin ona vahiy etmesiyle bütün haberlerini anlatır.
6. O gün
insanlar amellerini görmeleri için darmadağınık geri dönüp gelirler.
7. Kim zerre
miktarı hayır yapmışsa onu görür.
8. Kim de
zerre miktarı şer işlemişse onu görür.
Şiddetli bir şekilde
sarsıldı.
Eskâlehâ, "içinde bulunan ölüleri" demektir. Bu
kelime, "ağır ey" mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.
"Hayvanlar ğırlıklarmızı taşır"[2] mealindeki
âyette de bu mânâda kullanılmıştır. Ahş şöyle der.
"Ölü, yerin içinde olduğunda, bu onun ağırlığı olur. Üstünde ilursa ona ağırlık olur.[3]
Ayrılıp çıkar. Gelmek
mânâsına gelen un zıddıdır. e!en", ise "giden"dir.
Eştât, in çoğulu olup, "Dağınık olarak" demektir.
Dağınık ılarak gittiler mânâsında denir. [4]
1. Yer' Şiddetn' bir şekilde sarsıldığı ve hareket ettirilip
üzerindeki1eri, kalpleri korkutacak ve yürekleri hoplatacak şekilde
sarstığında... Nitekim Yüce Allah meâlen, "Ey
insanlar! Rabbinizden kor-kun. Kuşkusuz, kıyametin
sarsıntısı büyük bir şeydir"[5]
buyurmuştur. Tefsir-ciler şöyle der: Yüce Allah, bu
olayın dehşetini ifade etmek için, "Onun sarsantısı"
diyerek, sarsıntıyı yere izafe etmiştir. Sanki o şöyle buyurmaktadır: Yer,
kütlesinin büyüklüğüne rağmen, kendisine uygun bir sarsıntıyla sarsıldığında...
Bu, kıyamet koparken olur. Yer, ardarda devamlı bir
şekilde sallanır ve üzerindekileri sarsar. Üzerinde bulunan dağ, ağaç, bina ve
kalelerden ne varsa hepsim yıkmadıkça durup sakinleşmez.[6]
2. Yer
içindeki hazine ve ölüleri dışarı attığında... İbn Abbâs, "İçindeki ölüleri çıkardığında...." der. Münzir b. Saîd de: "Hazine
ve ölülerini çıkardığında..." diye tefsir eder.[7]
Hadiste şöyle Duyurulmuştur: "Yer,
altın ve gümüş sütunlar gibi,
ciğerparelerini yani kıymetli şeylerini atar. Katil gelir ve,
"Bunun için katil oldum" der. Akraba ziyaretini kesen gelir ve,
"Bunun için akraba ziyaretini kestim" der. Hırsız gelir, "Bunun
için elim kesildi" der. Sonra bir şey almadan onu bırakırlar.»[8]
3. İnsan,
"Niçin bu yeryüzü böyle büyük bir sarsıntıyla sarsıldı da içindekileri
attı?" der. İnsan bunu o dehşetli durumdan duyduğu korku ve hayretten
dolayı söyler. [9]
4. O zor
günde, yani kıyamet gününde, yer konuşacak ve üzerinde yapılan hayır veya şerri
haber verecek; her insana, üzerinde yaptığını bildirecektir. Ebû Hureyre'den (r.a.) şöyle
rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (a.s.) âyetini
okudu ve "Yerin ne haber vereceğini biliyor musunuz?" dedi. Ashâb (r.anhum): "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dediler. Rasulullah
(s.a.v) buyurdu ki: "Yerin vereceği haberler, her köle veya câriye
hakkında, "şu gün şöyle şöyle yaptı"
diyerek, üzerinde yaptıklarını haber vermesidir. İşte bunlar, yerin vereceği
haberlerdir."[10] Başka
bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: "Yerden
sakınınız. Çünkü o (sizi içinde taşıyan) anneniz (gibi)dir.
Onun üzerinde hayır veya şer bir iş işleyen hiç kimse yoktur ki, yer, onun
yaptığını haber vermesin"[11]
5. Onun bu
haberleri vermesi, Yüce Allah'ın, bunu ona emretmesi ve üzerinde meydana gelen
bütün olayları anlatma izni vermesi sebebiyledir. Bu durumda yer, âsiden
şikayetçi olacak ve aleyhinde şahitlik ;decekir.
İtaatkâra da teşekkür edecek ve onu övecektir. Allah'ın her şeye gücü yeter. [12]
6. O gün
insanlar hesap yerinden döner ve gruplar halinde dağınık olarak giderler. Amel
defterini sağından alan cennete, solundan alan cehenneme gider ki, yaptıkları
hayır veya şerrin karşılığını alsınlar. [13]
7. Kim, bir
zerre toprak ağırlığında bir hayır yaparsa, kıyamet günü onu defterinde bulur
ve karşılığını alır. Kelbî der ki: Zerre, en küçük
karıncadır. İbn Abbâs da
der ki: Elini yere koyup kaldırdığında, ona yapışan her toprak bir zerredir.[14]
8. Kim, bir
zerre toprak ağırlığında bir şer işlerse, kıyamet günü onu defterinde bulur ve
karşılığını alır. Kurtubî der ki: Bu, Yüce Allah'ın,
Ademoğlunun küçük, büyük hiçbir amelinden gafil kalmadığına dâir getirdiği bir
misaldir. Bu, Yüce Allah'ın, "Kuşkusuz Allah, zerre ağırlığında haksızlık
etmez"[15] âyetine benzer.[16]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. "Onun
sarsıntısı" denilerek, sarsıntının yere nisbet
edilmesi, sarsıntının korkunçluğunu ve dehşetini ifade etmek içindir.
2. "Yer
çıkardı" denilerek, zamir yerine açık isim geti-•ilmesi,
olayı daha vurgulu bir şekilde anlatmak içindir.
3. "İnsan,
"Bu yere ne oluyor?" dediğinde" cümlesindeki soru, bu olayın
şaşılacak ve çok enteresan bir şey olarak görüldüğünü ifade eder.
4.
kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak vardır.
5. "Kim,
zerre ağırlığı bir hayır işlerse onu örür" âyeti
ile "Kim de zerre ağırlığı bir kötülük şlerse
onu görür" âyeti arasında mukabele vardır.
6. gibi âyet
sonlarında, süzülmüş ıltın veya inci ve yakuta
benzeyen parlak bir seci' vardır. Bu, güzelleştirici îdebî
sanatlardandır. [17]
Hz. Peygamber (s.a.v), kendisine eşeklerin zekâtı
sorulduğunda bu âyetini, "Geniş kapsamlı eşi bulunmaz bir âyet"
olarak isimlendirmiş ve: "Allah onlar hakkında şu tek ve kapsamlı âyetten
başka bir şey indirmemiştir" buyurarak bu âyetleri okumuştur.[18]
Yüce Allah'ın yardımı
ile "Zelzele Sûresi"nin tefsiri bitti. [19]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/387.
[2] Nahl sûresi, 16/7
[3] Tefsîr-i kebîr, 31/58
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/388.
[5] Hac sûresi, 22/1
[6] Teshil, 4/213; Hâzin, 4/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/389.
[7] Âlûsî, 30/209
[8] Tirmizî, Fiten,
36
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/389.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/389.
[10] Tirmizî, Kıyâme,
7. Tirmizî, bu hadîsin hasen
ve sahîh olduğunu söylemiştir.
[11] Taberânî, Mu'cem,
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/389.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/389-390.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/390.
[14] Tefsîr-i kebîr, 31/61
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/390.
[15] Nisa sûresi, 4/40
[16] Kurtubî, 20/150
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/390.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/390.
[18] Buhari, Menakıb,
28/; Tefsir-i sure 99, 1-2; Fusam,24.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/391.