TEVBE SÛRESİ 3

Sûreyi Takdim.. 3

Sûrenin İsimlendirilmesi 4

Kelimelerin İzahı 5

Nüzul Sebebi 5

Ayetlerin Tefsiri 5

Edebî Sanatlar. 9

Faydalı Bilgiler. 10

Bir Nükte. 10

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 10

Kelimelerin İzahı 11

Nüzul Sebebi 11

Âyetlerin Tefsiri 11

Edebî Sanatlar. 13

Bir Nükte. 14

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti 14

Kelimelerin İzahı 14

Nüzul Sebebi 15

Âyetlerin Tefsiri 15

Edebi Sanatlar. 18

Faydalı Bilgiler. 18

Bir Uyarı 18

Bir Nükte. 18

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 19

Kelimelerin İzahı 19

Nüzul Sebebi 19

Âyetlerin Tefsiri 20

Edebî Sanatlar. 22

Bir Nükte. 22

Bir Uyarı 22

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 23

Kelimelerin İzahı 23

Nüzul Sebebi 24

Âyetlerin Tefsiri 24

Edebî Sanatlar. 26

Faydalı Bilgiler. 27

Bir Nükte. 27

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 28

Kelimelerin İzahı 28

Nüzul Sebebi 28

Âyetlerin Tefsiri 29

Edebi Sanatlar. 31

Faydalı Bilgiler. 32

Bir Uyarı 32

Bir Nükte. 32

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 33

Kelimelerin İzahı 33

Nüzul Sebebi 33

Âyetlerin Tefsiri 34

Edebî Sanatlar. 36

Bir Uyarı 37

Bir Nükte. 37

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti 38

Kelimelerin İzahı 38

Nüzul Sebebi 38

Âyetlerin Tefsiri 39

Edebî Sanatlar. 42


TEVBE SÛRESİ

 

Medine'de inmiştir. 129 âyettir,

 

Sûreyi Takdim

 

Bu mübarek sûre, ahkâm yönü ağır basan Medenî sûrelerden olup Ra­sûlullah (s.a.v.)'a inen son sûrelerdendir. Buhârî, Berâ b. Azib'ten son inen sûrenin Berâe sûresi olduğunu rivayet etmiştir.[1]  Hafız İbn Kesir şöyle riva­yet eder: Bu sûrenin ilk âyetleri, Rasûlullah (s.a.v.)'a, Tebûk seferinden dö­nüşü esnasında indi. Rasûlullah (s.a.v.) o sene, insanlara hac ibadetini yap­tırmak için Hz. Ebubekir (r.a.)'i hac em iri tayin etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) Tebük'ten dönünce, bu âyetlerdeki ahkâmı kendi adına tebliğ etmek üzere Hz. Ali'yi Hz. Ebubekir'in ardından gönderdi.[2]  Bu sûre, hicretin 9. yılında inmiştir. O sene, Rasûlullah (s.a.v.)'m Bizans üzerine sefere çıktığı sene­dir. Rasûlullah (s.a.v.)'m bu seferi, onun yaptığı gazalar arasında Tebük ga­zası olarak bilinir. Bu sefer, şiddetli bir sıcakta vuku bulmuş ve uzun bir yolculuk yapılmıştır. Meyvelerin olgunlaştığı ve insanların hayat nimetle­rine kendilerini kaptırdıkları bir sırada olmuştur. Bu sefer, mü'minlerin imanlarını imtihan etmiş. Allah'ın dinindeki sadâkat ve ihlaslanni denemiş ve mü'minlerle münafıkları birbirinden ayırmıştır.

Bu mübarek sûrenin, diğer hükümler yanında iki esas hedefi vardır. Bunlar:

1. Müşrikler ve Ehl-i kitapla olan münasebetlerde Islamî kanunu açıklamak,

2. Peygamber (s.a.v.) Müslümanları Bizans'a karşı sefere çağırdığın­da, mü s lüm anların içinde bulundukları rûh halini açıklamakdır.

Birinci hedef gereğince, sûre, müşriklerle olan anlaşmaları ele aldı ve bu anlaşmanın sınırlarını çizdi. Müşriklerin, Ka'beyi tavaf etmelerini yasakladı. Müşriklerle müslümanlar arasındaki dostluğu kaldırdı. Arap ya­rımadasında bulunan Ehl-i kitabın orada kalmasının kabul edilmesi ve on­larla muamelenin mubah kılınması hususunda esaslar koydu. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ehl-i kitap arasında anlaşmalar olduğu gibi, onunla müşrikler arasında da anlaşma ve sözleşmeler vardı. Eakat müşrikler bu anlaşmaları bozdular ve müslümanlara karşı savaşmak üzere defalarca Yahudilerle bir­likte gizlice tuzaklar kurdular. Benî Nadîr, Benî Kureyza ve Benî Kaynuka gibi Yahudi kabileleri, Rasûlullah (s.a.v.) ile yapmış oldukları anlaşmalara ihanet ederek defalarca anlaşmalarını bozdular. Düşmanları ahitlerin! boz­dukları halde, müslümanların o ahitlere bağlı kalmaları akıl kârı değildir. Bu mübarek sûre, o anlaşmaları ortadan kaldırmak ve onları açık bir şekil­de ve herkesin bilgisi dahilinde düşmanlara atmak üzere indi. Çünkü ahdi bozan taraflar, fırsat buldukça hıyanet etmekten geri durmazlar. Bu sûrenin inişi ile Yüce Allah, müslümanlarla müşrikler arasındaki bağları ortadan kaldırdı. Ne bir anlaşma ne bir sözleşme, ne bir barış ve ne de bir eman kal­dı. Halbuki daha önce Allah onlara yeteri kadar fırsat vermişti. Bu fırsat, kendi durumları hakkında düşünüp tefekkür edebilmeleri ve kendilerine ya­rarlı gördükleri şeyleri tercih edebilmeleri için, yeryüzünde emniyet içinde dolaşabilecekleri[3] aylık bir seyahatti. Bu mübarek sûrenin baş tarafları bu konuda inmiştir: Allah ve Rasulünden, kendileriyle anlaşma yaptığınız müşrüklere bir ihtar.."

Bunun ardından, Ehl-i kitaptan anlaşmalarını bozanlarla savaşmayı emreden âyetler indi: Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlarla savaşın..[4]  Onlardan bahseden âyetler yirmiye ya­kındır. Yüce Allah bu âyetlerde, Ehl-i kitabın gizledikleri kötülüklerin üze­rindeki perdeyi açlı. Onların ruhlarında taşıdıkları kötülük, hilekarlık ve İslama ve müslümanlara karşı besledikleri kini ortaya çıkardı.

Sûre'nin ele aldığı hedef: Rasülullah (s.a.v.)'m, müslümanları Bi­zans'a karşı savaşa çağırdığı zamanki ruh hallerini açıklayıp ortaya çıkar­maktır. Âyetler, sefere çıkma hususunda ağır davranan ve seferden geri ka­lan müslümanlardan ve seferi kösteklemek isteyenlerden bahseder. Münafıkların İslama ve müslümanlara karşı karanlık emellerini anlatarak onların fitneleri üzerinden örtüyü kaldırır. Onların nifak yollarını, fitne şekillerini ve mü'minleri nasıl yardımsız bıraktıklarını açıklar. O şekilde açıklar ki yırtmadık hiçbir perde ve ortaya çıkarmadık hiçbir sır bırakmaz. Bu açıklama ve ifşaattan sonra onları, nerdeyse mü'minlerin elleriyle tuta­cakları bir hale getirir. Onlardan bahseden âyetler, sûrenin büyük bir kısmı­nı ihtiva eder. Bunlar, Eğer yakın bir dünya malı ve orta bir yolculuk olsaydı, mutlaka senin peşinden gelirlerdi..

âyetiyle başlar, Yaptıkları bina, kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerinde devamlı olarak bir şüphe sebebi olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir[5]  âyetiyle sona erer. İşte bunun içindir ki, Sahabeden bazıları bu sûreye Fadıha (ayıplan ortaya çıkaran)" ismini vermişlerdir. Çünkü bu sûre münafıkların ayıplarını ve gizli planlarını ortaya çıkarmıştır.

Said b. Cübeyr şöyle der: Berâe sûresini İbn Abbas'a sordum. Şöyle dedi: O, Fâdıha yani ayıpları ortaya çıkaran sûredir. O, durmadan on­lardan bazıları.. ve  onlardan bir kısmı" şeklinde iniyordu. Nihayet biz onlardan hiçbirini bırakmayacağından korktuk.[6]   Huzeyfe b. Yemân'm şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Siz bu sûreye, Tevbe sûresi ismini veri­yorsunuz. Halbuki o sadece azap süresidir. Allah'a andolsun ki o, münafıklardan rezil etmedik hiçbirini bırakmadı.[7] Bu sûrede Besmele'niıı bulun­mayışının sırrı da budur. İbn Abbas der ki: Hz. Ali'ye, niçin Berâe sûresinde yazılmadı diye sordum. Şöyle cevap verdi: Çünkü, bir güven verme ifadesidir. Halbuki Berâe sûresi, savaş emri ile inmiştir. Onda güven verme yoktur. Süfyan b. Uyeyne şöyle der: Bu sûrenin başında, şunun için besmele yazılmamıştır: Besmele rahmettir. Rahmet ise eman yani güven vermedir. Halbuki bu sûre münafıklar ve savaşla ilgili olarak inmiştir. Münafıklara ise eman yoktur.[8]

Özet olarak bu mübarek sûre, müslümanların safları arasına gizlen­miş olan"Beşinci kol" dan bahseder. Bunlar, müşriklerden daha çok tehlike­li olan münafıklardır. İşte bu sûre bunların sırlarını ve rezilliklerini ortaya koymuş ve açığı çıkarmıştır. Onlardan, bir tek kişi birakmayıncaya kadar onlara ateş etmiştir. İslama karşı tuzak kurmada işi o derece ileri götürdü­ler ki, İslami tahrip etmek, yıkmak ve müslümanların safları arasına fitne sokmak için Allah'ın evlerini nifak yuvası haline getirdiler. Bu tuzakları, Mescid-i Dırâr adiyle bilinen mescitlerinde kuruyorlardı. Bu mescit hakkında bu sûrede 4 âyet inmiştir. Bir de zarar vermek, inkâr etmek, mü'minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Rasulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir zarar mescidi kuranlar..[9] Rasülullah (s.a.v.) bu vahyi alır almaz Ashabına : "Bu, sahipleri zâlim olan mescide gidip yıkın ve yakın[10]  buyurdu. Bunun üzerine Ashab o mescidi hemen yıktılar. Onların kötülüklerine, tuzaklarına ve pisliklerine karşı, İslâm ve müslümanlara Allah yeter. Allah münafıkları kıyamet gününe ka­dar rezil edecektir.[11]

 

Sûrenin İsimlendirilmesi

 

Bu sûreye birçok isim verilir. Bazı tefsirciler bu isimleri ondörde ka­dar çıkarırlar. Büyük âlim Zemahşerî şöyle der: Bu sûrenin birkaç ismi var­dır. Bunlar Berâe, Tevbe, Mukaşkışe, Müba'sire, Müşerride, Muhziye, Fâ­dıha, Müsîra, Hâfira, Münekkile, Müdemdime ve Azâb isimleridir. Zemah­şerî der ki: Çünkü bu sûrede mü'minlerin tevbelerinin kabul edildiğinden söz edilir. Bu sûre nifaktan uzaklaştırır. Münafıkların sırlarını ortaya çıka­rır, onları inceleyip araştırır, münafıkları rezil eder, başkalarına ibret ola­cak şekilde onları rüsvay eder, onları dağıtır ve helak olacaklarını bildirir.[12]

 

1. Allah ve Rasulünden kendileriyle anlaşma yap­mış olduğunuz müşriklere bir ihtar!

2. Ey müşrikler! Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil edecektir.

3. Hacc-ı Ekber gününde Aljah ve Rasulünden in­sanlara bir bildiridir: Allah ve Rasulü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayır­lıdır. Ve eğer yüzçevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiziniz. O kâfirlere acıklı bir azabı müj­dele!

4. Ancak kendileriyle andlaşma yaptığınız müş­riklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar bu hükmün dışındadır. Onların andlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız. Şüphesiz Allah sakınan­ları sever.

5. Haram aylar çıkınca  müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve on­ları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah Gafur ve Rahîm'dir.

6. Ve eğer müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye kadar ona eman ver, sonra onu güven içinde bulanacağı yerine ulaştır. Bu,  onların,  bilmeyen  bir  kavim  olmalarından  do­layıdır.

7. Mescid-i Haram'ın yanında kendileriyle and­laşma yaptıklarınız hariç, diğer müşriklerin Allah ve Rasulü yanında nasıl sözleşmesi olabilir? Anlaşma sa­hipleri size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Allah sakınanları sever.

8. Onların nasıl anlaşmaları olabilir; onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de and­laşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sîzi Râzi ediyor­lar, halbuki kalbleri buna karşı çıkıyor. Onların çoğu fâsıklardır.

9. Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar da O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten on­ların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!

10. Bir mü'min hakkında ne ahid tanırlar ne de andlaşma. Çünkü onlar saldırganların kendileridir.

11. Fakat eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat ve­rirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.

12. Eğer andlaşmalanndan sonra yeminlerini bo­zarlar, ve dininize saldırırlarsa, küfrün önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlar­dır. Umulur ki küfre son verirler.

13. Yeminlerini bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başla­mış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; onlar­dan korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü'minler iseniz, Allah, kendisinden korkmanıza daha layıktır.

14. Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle on­ları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mü'min toplumun kalblerini ferahlatsın.

15. Ve onların kalblerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.

16. Yoksa, Allah, sizden, cihad edenlerle Allah, peygamber ve mü'minlerden başkasını kendilerine sır­daş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

17. Allah'a ortak koşanlar, kâfirliklerine bizzat kendileri   şahidlik  ederlerken,   Allah'ın   mescitlerini i'mar etme selahiyetleri yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî kalacaklardır.

18. Allah'ın mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler i'mâr eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.

19. Siz hacılara su veren ve Mescid-i Haram'ı ona­ran kimseyi, Allah'a ve âhiret gününe iman edip de Al­lah yolunda cihad edenlerle bir mi tutuyorsunuz? Hal­buki   onlar   Allah   katında   eşit   değillerdir.   Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.

20. İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa   erenler de işte onlardır.

21. Rableri  onlara,  tarafından  bir rahmet  ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.

22. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki, Allah katında büyük mükafat vardır.

 

Kelimelerin İzahı

 

Berâet, uzaklaşmak demektir. Sen, bir şeyle arandaki bağı kesip onu kendinden giderdiğinde, dersin. Zeccâc şöyle der: Birisin­den ve borçtan kurtulup uzaklaşan kimse der. Has­talıktan kurtulduğunda ise der.[13]

Seyahat ediniz. ticâret, veya ibâdet veya diğer maksat­larla yeryüzende gezip dolaşmaktır.

Ezan, bildiri demektir. Namaz ezanı da bu kabildendir.

Mersad, düşmanın gözetlediği zaman   kullandıkları sözünden alınmıştır. Şâir şöyle der: Ölüm, pusuda genci gözetlemektedir.[14]

Senden eman istedi.

İli, söz vermek ve yakınlık mânâlarına gelir. Ebu Ubeyde şu beyti söylemiştir: Daha sonra gelen hayırsız nesil insanları bozdu. Onlar akrabalığı ve akrabalık bağlarını kop­ardılar.[15]

Bozdular. Neks, bozmak demektir. Aslında bu kelime önce bükülüp sonra çözülen her şey için kullanılır.

Velîce, sırdaş demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: Bir şeyin ken­dinden olmayıp da onun içine soktuğun herşcye velîce denir. Aslı (girmek) kelimesindendir. Bir toplumdan olmadığı halde, dışardan o toplu­ma giren kimseye velîce denir.[16] Ferrâ şöyle der: Velîce, mü'minin, sırrını kendilerine açtığı ve durumunu kendilerine bildirdiği müşriklerden edindiği sırdaş, demektir. [17]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre, Bedir savaşında, Kureyş'in ileri gelenlerinden, içlerinde Abbas b. Abdulmuttalib'in de bulunduğu bazı kişiler esir edildi. Rasûlullah (s.a.v.)'in Ashabından bazıları onlara gelerek, şirklerinden dola­yı onları ayıpladı. Hz. Ali (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı savaştı ve akra­balık bağlarını kopardı diye Abbas'ı kınamaya başladı. Abbas dedi ki: "Ni­çin, kötülüklerimizi anıyor da, iyiliklerimizi gizliyorsunuz?" Hz. Ali (r.a.): Sizin iyilikleriniz de mi var? dedi. Abbas: "Evet, biz Mescid-i Haram'ı ta­mir eder, Ka'be'yi bekler, hacılara su verir ve esirleri serbest bırakırız" de­di. Bunun üzerine: Allah'a ortak koşanlar, kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik ederlerken Allah'ın mescitlerini imar etme selahiyetleri yoktur.[18]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

1. Bu A1lah ve Rasulünden müşriklere ve ahdi bozmalarına karşı bir ültimatomdur. Tefsirciler şöyle der: Araplar, Rasûlullah (s.a.v.) ile yaptıkları antlaşmaları bozmaya başladılar. Dolayısı ile Yüce Allah, Rasûlüne onların ahitlerini üzerlerine atmayı emretti. Rasûlullah    (s.a.v.), insanlara hac ibadetlerini yaptırmak üzere Hz. Ebubekir (r.a.)'i hac emîri olarak göndermişti. Sonra, bu ültimatomu halka duyurması için arkasından Hz. Ali (r.a.)'yi gönderdi. Hz. Ali gidip insanlara şu dört şeyi duyurdu: 1. Bu seneden sonra Ka'be'ye hiçbir müşrik yaklaşmayacak. 2. Çıplak hiçkimse Kabe'yi tavaf etmeyecek. 3. Cennete müslümanlardan başkası giremiyecek.4.Rasûlullah'la kimin arasında bir antlaşma varsa, bu, süresi bitene kadar devam edecek. Allah ve Rasûlü müşriklerden uzaktır. [19]

 

2. Ey müşrikler! Dört ay müddetle, emniyet içinde gezip dolaşın. Bizden size herhangi bir kötülük gelmez. Bu ibâha ifade eden bir emirdir. Zımnen tehdit mânâsı taşır. Bilin ki,  siz  Allah'ı  aciz bırakamazsınız.  Yani o  size bu müddet için mühlet verse de O'nun elinden kurtulamazsınız. Ve yine bilin ki: Allah, dünyada esaret ve kati olunmakla âhirette de şiddetli azap ile kâfirleri zelil kılıcıdır. [20]

 

3. Bu, Allah ve Rasûlünün müşriklerden uzak olduklarım bütün insanlara duyuran bir bildiridir. Hacc-ı Ekber gününde, yani hac ibadetinin en efdal günü olan Kurban kesme gününde duyurulmuştur. Zemahşerî şöyle der: Umre'ye hacc-ı asğar (küçük hacc) de-nildiği için, bu da hacc-ı ekber (büyük hacc) diye nitelenmiştir.[21]  Bu ilan onlara, Allah'ın müşriklerden ve onların ahitlerin-den uzak olduğunu, Rasûlullah (s.a.v.)'ın da aynı şekilde onlardan uzak olduğunu bildirir. İnkardan tevbe eder ve Allah'ı birleme­ye dönerseniz, bu sizin için dalâlette devam etmenizden daha iyidir. Eğer İslamdan yüzçevirir de dalâlet ve sapıklıkta devam etmekten başka birşey kabul etmezseniz biliniz ki siz Al­lah'ın elinden kurtulamaz ve kaçarak onu aciz bırakamazsınız. Kâfirlere, başlarına gelecek olan elem ve ağrı verici azabı müjdele. Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah burada onları uyarmayı alay yoluyla müjde saydı. Bunda onlar için büyük bir tehdit vardır.[22]

 

4. Ancak, kendileriyle antlaşma yaptığınız ve antlaşmayı bozmayan müşrikler hariç. Onların ahitlerini, müddeti dolun­caya kadar yerine getirin. Zemahşerî şöyle der: Bu, istidrak yani yanlış an­lamayı önlemek mânâsında bir istisnadır. Ahde vefa gösterip onu bozma-yanlarm ahitlereni, süresi bitinceye kadar tamamlayın. Onları diğerleriyle aynı muameleye tabi tutmayın. Sözünde duranla durmayanı bir tutmayın demektir.[23] Sonra size antlaşma şartlarından hiçbirini ek­siltmeyen, aleyhinize, düşmanlarızdan herhangi birine arka çıkıp yardım etmeyenler müstesna. Onların ahitlerini, müddeti doluncaya kadar tam olarak yerine getirin. Şüphesiz Allah, Rabbinden korkanları, ahitlerini yerine getirenleri sever. Beyzâvî şöyle der: Bu cümle, ahdi tamamlamanın gerekçesini gösteren ve bunun takva babından olduğuna dikkat çeken bir cümledir.[24]  İbn Abbas şöyle der: Kinâne kabilelerinden birinin, antlaşmasının bitme­sine 9 ay vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onlarla yaptığı anlaşmayı süresi bitince­ye  kadar devam ettirdi. [25]

 

5. Haram  aylar çıktığında,  yani  içersinde müşriklerle savaş etmenin haram kılındığı dört ay çıktığında, müşrikleri ister Hill ve ister Harem'de olsun, nerede veya ne zaman yakalarsanız öldürün. İbn Abbas şöyle der: Hill veya Harem'de ve Haram aylarda onları öldürün".[26]  Onları yakalayıp esir edin. Onları hapsedip ülkelerde dolaşmalarını engelleyin. İbn Abbas şöyle der: Kalelere sığınırlarsa, öldürülünceye veya müslüman olmaya mecbur oluncaya kadar onları kuşatın Onların girebilecekleri bütün yollan tutun. Yolculuklarında geçebilecekleri  her türlü  geçitleri gözetleyin. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, gerek savaş veya gerekse yok etme yoluyla,  her türlü  yoldan  onlara eziyet etmenin  kastedildiğine  dikkat çekmektedir.[27]  Eğer şirkten dönerler ve üzerlerine farz kılman namaz ve zekatı eda ederlerse, Onları serbest bırakın, engel olmayın. Tevbe edip kendisine dönen­ler için Allah'ın mağfireti geniş, rahmeti boldur. [28]

 

6. Herhangi bir müşrik senden eman diler ve himayeni isterse, Kur'an'ı dinleyip onun üzerinde dü­şününceye kadar ona eman ver. Zemahşerî şöyle der: Yani Haram aylar çıktıktan sonra, aranızda bir anlaşma bulunmayan müşriklerden herhangi birisi sana gelir de kendisine çağırdığın Kur'an ve Tevhidi dinlemek için senden eman dilerse, Allah kelamını dinleyip üzerinde düşününceye ve işin hakikatini anlayıncaya kadar ona eman ver.[29]  Ben derim ki: Bu son derece güzel bir muamele ve ahlâktır. Çünkü maksat kâfirlere ceza vermek değil, aksine hakkı anlayıp ona uyuncaya ve içinde bulundukları sapıklığı terke-dinceye kadar onları ikna ederek hidâyete iletmektir. Sonra, eğer İslâmı kabul etmezse, onu, zulme ve hiyanete uğramadan malından ve canından emin olacağı kendi kavminin topraklarına ulaştır. Müşriklere eman verme emri, onların, İslam dininin hakakatım bil­memelerinden dolayıdır. Bunun içindir ki, dinleyip tefekkür edene kadar onlara eman vermek lazımdır.

Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerle yapılan antlaşmanın bozul­masının hikmetini açıklayarak şöyle buyurur: [30]

 

7. Bu, inkâr ve uzak görme mânâsında bir sorudur. Yani onların, Allah ve Rasulü katında değeri olan bir ahitleri nasıl olur? Daha sonra Yüce Allah, yanlış anlaşılmayı önlemek için şöyle buyurdu: Ancak, müşriklerden Mescid-i Haram'm yanında kendileriyle yaptığınız anlaşmayı bozmamış olan­lar müstesna. İbn Abbas şöyle der: Bunlar Mekkelilerdir. İbn Tshak: "Bunlar, Bekıroğulları kabileleridir. Rasûlullah (s.a.v.) ile Kureyş arasında Hudeybiye'de tesbit edilmiş olan süreye bunlar da dahil idiler. Allah, onlar­dan anlaşmayı bozmamış olanlara karşı, süreyi tamamlamasını Rasûlullah (s.a.v.)'a emretti.[31] Onlar anlaşmayı bozmadıktan müddetçe, sizde onlarla yaptığınız anlaşmayı bozmayın Taberî şöyle der: Onlar sizinle yaptıkları ahdi bozmadıkları müddetçe, siz de onlara ver­diğiniz ahde, vefa gösetirin.[32]  Şüphesiz Allah, Rabbinin azabından sakınan, sözünde duran ve zulüm ve hiyaneti terkedenleri sever. [33]

 

8. Onların ahitlerinde durmaları uzak görüldüğü için tekrar edilmiştir. Yani, onların hali bu iken, onların nasıl anlaşmaları olabilir. Onlar size karşı zafer kazanırlarsa, sizin hakkınızda ne bir ahit, ne de bir sözleşme gözetirler. Çünkü onların hiçbir ahdi ve emanı yoktur. Ebu Hayyan şöyle der: Bütün bunlar onların kalple­rinde ahid duygusunun bulunmasının uzak olduğunu ifade eder.[34] Siz onlara karşı zafer elde ederseniz, sizi güzel sözlerle hoşnut ederler.Halbuki kalpleri, açığa vurdukları şeyleri anlamaya ve onlara vefa göstermeye yanaşmaz., Taberî şöyle der: Yani, onlar size içlerinde gizledikleri kin ve düşmanlığın aksini söylerler. Kalpleri, dille­riyle size açıkladıkları şeyleri tasdik ederek anlamak istemez.[35] Onların çoğu ahdi bozan ve Allah'a itaatten kaçanlardır. [36]

 

9. Onlar Kur'an'ı âdî dünya metâmdan az bir malla değiştirdiler. İnsanların İslam dinine girmelerine engel oldular, Onların yaptıkları bu çirkin iş ne kötüdür. [37]

 

10. Güçleri yeterse, onlar bir mü'mini öldürmede ne ahid tanırlar, ne de anlaşma. İşte bu kötü va­sıfları taşıyan o kimseler zulüm ve taşkınlıkta haddi aşanlardır. [38]

 

11. Eğer inkârdan dönerler, namazı kılar­lar ve zakatı verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Sizin lehinize ne varsa onların lehine de o var; aleyhinize ne varsa onların aleyhine de o vardır. İlim ve anlayış sahiplerine hüccet ve delilleri açıklıyoruz. Bu cümle, düşünme ve tefekküre teşvik için söylenen bir ara cümlesidir. [39]

 

12. Eğer onlar, yeminlerle desteklenmiş ahitlerini bozarlar kınamak ve kötülemek suretiyle İslamı ayıplarsa küfrün önderleri ve ileri gelenleri ile savaşın, Çünkü onların vefa gösterecekleri ne yeminleri, ne de ahitleri vardır, Onlarla savaşın ki, suç işlemekten ve İslamı kötülemek­ten  vazgeçsinler.  Beyzâvî şöyle  der:  fiili ile ilgilidir. Yani, savaştan maksadınız, eziyet verenlerin yaptığı gibi onlara eziyet etmek değil, onları, içinde bulundukları şeyden vazgeçirmek olsun.[40]

 

13. Bu âyet, mü'minleri kâfirlerle savaşmaya teşvik  eder. Yani, Ey   mü'minler   topluluğu!   Ahitleri   bozup   dininizi kötüleyen bir kavme karşı savaşmayacak mısınız? Onlar, peygamberi aranızdan çıkarmak üzere Dâru'n-nedve'de meşveret ettikleri zaman, onu Mekke'den sürgün etmeye kesin karar vermişlerdi, Savaşı başlatan onlardır. Zira sizin müttefikleriniz Huzâalılara karşı savaşmışlardır. Savaş başlatan daha zâlimdir. O halde onlarla savaş­maktan, sizi alıkoyan ne? Yoksa onlardan korku­yor da,  onlardan size bir zarar gelmesinden çekindiğiniz için, onlarla savaşmayı terk nü ediyorsunuz? Emrini terkettiğiniz takdirde, Allah'ın azabından korkmanız daha uygundur. Eğer onun azabına ve se­vabına inanıyorsanız.. Zemahşerî şöyle der: Sahih imanın hükmü, mü'minin Rabbinden başkasından korkmaması ve ondan başkasına aldırış etmemesi­dir.[41]

Yüce Allah mü'minleri savaşa teşvik ettikten sonra, anlara açıkça savaş emrini vererek şöyle buyurur: [42]

 

14. Ey mü'minler topluluğu! Onlarla savaşın. Sizin onlarla savaşmanız, onlar için, Allah'ın dostlarının eliyle yapılmış bir azap ve onlarla savaşanlar için bir cihattır. Allah onları, esir düşürmek ve mağlup etmekle zelil kılar. Onlara karşı size za­fer ve üstünlük nasip eder... Allah'ın dinini yüceltmek, kâfirleri cezalandırmak ve onları rezil etmek suretiyle rnü'minlerin kalple­rine şifa verir. İbn Abbas şöyle der: Onlar Yemen'li bir kavim idi. Mekke'ye gelip müslüman oldular. Mekke'lilerden birçok eziyet gördüler. Durumu Rasûlullah    (s.a.v.)'a şikâyet ettiler. Rasûlullah    (s.a.v.): Size müjde, bu sıkıntıdan kurtuluş yakındır" dedi.[43]

 

15. Onların kalplerindeki kin, keder ve sıkıntıyı gide­rir. Bu cümle, "mü'minlerin kalplerine şifa verir" cümlesinin tekididir. Al­lah'ın, mü'minlere düşmanlarını cezalandırmayı lütfetmesi sebebiyle onları aşırı derecede  sevindirdiğini ifade eder. Râzî şöyle  der: Yüce  Allah mü'minlere,  düşmanlarla  savaşmayı  emretti  ve   savaşta 5 türlü  fayda olduğunu bildirdi. Bunlardan herbiri tek başına büyük önem taşır. Öyleyse hepsi bir  araya geldiğinde nasıl olur?![44]  Bu,  yukarısı ile ilgili olmayan ayrı bir cümledir. Yani, Allah onlardan dilediğine, Ebu Süfyan gibi, tevbe etmeyi ve İslama girmeyi nasip eder. Allah sırları bilendir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. Hikmet sahibidir; yaptığı her işte bir hikmet ve yarar vardır. Ebussuûd şöyle der: Allah, vadettiklerinin hepsini en güzel bir şekilde yerine getirdi. Rasûlullah   (s.a.v.)'m bunları vu­kuundan önce haber vermişi ise büyük bir mucizedir.[45]

 

16. Buradaki edatı, munkatıadır. Yani ve mânâsı ifade eder. Buna- göre mânâ şöyle olur: Ey mü'minler! yoksa siz, dininde sadık olan ile yalancı alanın tanınacağı bin imtihan ve denemeye tabi tutulmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Sizden cihat edenler diğerlerinden ayrılmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Âyetteki bilgiden maksat, Allah'ın gizli bir şeyi bilmesi değil, bildiğinin ortaya çıkmasıdır. Çünkü Yüce Allah onu, gayb halinde iken de bilir. Yapılan işin karşılığını vermek için, bildiğini ortaya çıkarmayı murat etmiştir. Yani Allah yolunda cihat eden ve mü'minleri bırakarak müşriklerden dost ve sırdaş edinip onlara sırlarını açıklamayan ve onlara dostluk göstermeyenler ortaya çıkmadıkça bırakılacağnızı mı sandınız?! Âyetin maksadı şudur: Yüce Allah, iyiyi kötüden ayıracağı bir deneme yapmadan insanları bırakmaz, Allah bütün yaptıklarınızı bilir. Onlardan hiçbir şey ona gizli kal­maz. [46]

 

17. Müşriklerin, kâfirliklerini ikrar ede ede Allah'ın mescitlerinden herhangi birini imar etmeleri doğru ve uy­gun değildir. Onlar söz ve davranışlarıyla, kâfir ol­duklarını gösteriyorlar. Çünkü telbiye ederken şöyle diyorlar: "Emrine hazırım. Senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın var ki o da sana aittir. Sen ona da, onun sahip olduklarına da mâliksin". Bu sözleriyle putları kastedi­yorlardı. Onlar putlarını Beytullah'ın dışına dikmişlerdi ve onları çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Her tavafta putlara secde ederlerdi.[47]  Buna göre mânâ şöyledir: Onların iki zıt işi birlikte yapmaları doğru değildir. Yani, bir taraftan Allah'ı ve ona ibadeti inkâr etmeleri, diğer taraf­tan da Allah'ın mescitlerini imar etmeleri doğru değildir. Onlarm, şirkle beraber yapmış oldukları amelleri boşa gitti. Onlar cehen­nem ateşinde ebedî kalacaklardır. [48]

 

18. Mescitleri imar etmek, ancak Allah'ın birliğine ve âhiret gününe inanan, farz olan na­mazı tadil-i erkan ile kılan, farz olan zekatı şartlarına göre eda eden ve Allah'tan başka hiçkimseden korkmayan mü'minlere yaraşır ve bunu onların yapması doğru olur. İşte bunlar, kıyamet gününde, hidâyete ermiş kişilerin zümresi içindedir. İbn Abbas şöyle der Kur'an'da geçen ların hepsi kesinlik ifade eder. Yüce Allah peygamberlerine şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Rabbin seni övgüye layık bir makama gönderecektir.[49]  Bu makam, şefaat makamıdır. Ebu Hayyân şöyle der: fiili, Kur'an'm neresinde gelirse gel­sin, Allah için kullanılmışsa kesinlik ifade eder. Burada  fiilinin kullanılmış olması, müşriklerin hidâyete erenlerden olma ümidini tamamen ortadan kaldırır. Çünkü, kim de bu dört haslet bulunursa onun durumu, hidâyete ermesi ümit edilen kimsenin durumuna getirilmiştir. Bu haslet­lerden yoksun olanın durumu nasıl olur?! Bu âyet, korkunun ümide tercih edilmesini ve sâlih amellere aldanılmamasını ifade eder.[50]

 

19. Bu hitap müşrikleredir.[51]  Buradaki soru inkâr ve kınama ifade eder. Yani, Ey müşrikler topluluğu! Hacılara su vermeyi ve Beytullah'a hizmet etmeyi, Allah'a iman eden ve onun uğrunda cihat eden kimsenin imanı gibi mi sayıyorsunuz? Bu, Abbas'a verilmiş bir cevaptır. O şöyle demiştir: Eğer siz, bizden Önce müslüman oldunuz ve hicret ettiyseniz, şüphesiz biz de Mescid-i Haram'i imar ediyor ve hacılara su veriyorduk. Bunun üzerine bu âyet indi. Taberî şöyle der: Bu, Allah'ın hacılara su vermek ve Beyt-i Ha-ram'a hizmet etmekle iftihar eden bir topluluğu kınamasıdır. Yüce Allah onlara ancak Allah'a ve âhiret gününe iman etmek ve Allah yolunda cihat etmekle iftihar edilebileceğini bildirmiştir.[52]  Allah katında müşriklerle mü'minler ve onların amelleri ile bunların amelleri ve makam­ları eşit olmaz. Allah, zalifh topluluğu hidâyete erdir­mez. Bu kısım, bir Önceki kısmın sebebi mahiyetindedir. Yani Allah, za­limleri hakkı bilmeye muvaffak kılmaz. Ebu Hayyan şöyle der: âyet müşriklerin mü'minlere ve onların boş amellerinin de mü'minlerin kabul edilen  amellerine  benzemediğini  ifade   eder.   Yüce  Allah,  müşriklerle mü'minler arasında eşitlik olmadığını bildirdikten sonra, Allah'ı inkâr edenlerin zalimler olduğunu açıkladı. Zira onlar iman etmemekle kendile­rine zulmettikleri gibi, Mescid-i Haram'ı putlara tapmak kılmakla da ona zulmettiler. Ayrıca Yüce Allah önceki âyette mü'mînlerin hidâyete erme­diklerini bildirerek "Allah zalim kavmi hidâyete erdirmez" buyurdu.[53]

 

20. Bu âyet, cihat ve iman ehlinin durumunu biraz daha açıklığa kavuşturur. Yani iman etmek suretiyle kendilerini ve vatanlarından hicret ederek bedenleri­ni şirk kirinden arındıranlar ve Allah yolunda cihat için mallarını ve can­larını harcayanlar var ya,  işte bu yüce  sıfatlan taşıyanların  sevapları, hacıları  sulayanların ve Allah'a şirk koştukları halde Mescid-i Haram'ı imar edenlerin sevaplarından daha büyük, zikirleri daha yücedir. İşte naim cennetlerinde1 büyük kazançlar elde edenler sadece on­lardır. [54]

 

21. Rableri onlara büyük bir rahmeti ve kendisinin büyük rızasını müjdeler. Meyveleri sarkmış yüksek cennetleri bildirir. Onların bu cennetlerde yok olmayan daimî ni­metleri vardır. [55]

 

22.  Onlar burada sonsuza kadar kalırlar. Onların sevabı Allah katında o derece büyüktür ki, akıllar onu anlat­maktan aciz kalır. Ebu Hayyan.şöyle der: Yüce Allah mü'minleri üç sıfatla yani iman etmek, hicret etmek ve mal ve canla cihat etmek sıfatlarıyla tanıttıktan sonra, bunlara mukabil onlara şu Üç müjdeyi verdi: Rahmet, rıza ve cennetler. îmanın karşılığmdaki nimetlerin en kapsamlı olduğu için önce rahmeti zikretti, sonra ikinci olarak, cihadın karşılığında ihsanın son derecesi olan rızayı  anlattı,  üçüncü  olarak  da, hicretin ve  vatandan ayrılmanın karşılığı olan cennetleri anlattı.[56]  Âlûsî şöyle der: Cennetlerin, içinde mü'minler için ebedî nimetler olan yerler diye vasıflanması, son de­rece güzel ifade edilmiş olduğu açıktır. Çünkü hicrette, azabın bir parçası olan sefer vardır.[57]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Allah ve Rasulünden bir ihtar" Burada keli­mesinin tenvini, olayın büyüklüğünü ifade eder. "Allah ve Rasulünden" kaydı ise, bu büyüklüğü daha da artırmak içindir.

2. Kâfirlere elem verici' azabı müjdele" Edebiyatte buna "alaylı üslûb" denir. Çünkü bir kimseyi azap ile müjdelemek onunla alay etmek demektir.

3. Haram aylar çıkınca" Burada ayların sona erip çıkması, derinin soyulup hayvandan ayrılmasına benzetilmiştir. Bu da is­tiare babındandır.

4. Allah herşeyi bilir, hikmet sahibidir." Burada zamir yerine Allah lafzının gejmesi konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir.

5. Bu cümle hasr ifade eder. Yani kazananlar başkaları değil sadece onlardır.

6. Namazı kıldı ve zekatı verdi" Burada sadece namaz ile zekatın anılması onların şanının yüceliğini gösterir ve bunlara dikkat etmeye teşvik eder.

7. Kendisinden bir rahmet ve bir rıza" Burada rahmet ve rıdvan kelimelerinin nekre gelmesi, bunların büyüklük ve yüceliğini ifade eder. Yani hiçkimsenin anlatamıyacağı büyük bir rahmet ve rıza de­mektir. [58]

 

Faydalı Bilgiler

 

Mescitleri imar etmek, maddi ve manevi olmak üzere iki kısımdır. Maddî imar onları bina etmek ve yapmakla, manevî imar ise namaz ve Al­lah'ı zikirle olur. Yüce Allah burada imar ile imam birbirine bağlamıştır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kişinin sürekli olarak mescide gittiğini görürseniz, onun mü'min olduğuna şahitlik edin. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe iman edenler imar eder".[59]  Gerçek imar, namaz kılmak ve Allah'ı zik'retmekle olur. [60]

 

Bir Nükte

 

Kurtubî'nin rivayetine göre, bir bedevî Medine-i Münevvere'ye gele­rek şöyle dedi: Bana, Muhammed'e indirilenden bir miktar kim okutacak? Bir adam ona Berâe sûresini okuttu. Allah ve Rasulu müşriklerden uzaktır" âyetine geldiğinde, adam kelimesini, şeklinde kesre ile okudu. Bu durumda, "Allah, müşriklerden ve Rasulünden uzaktır, şeklinde bir mânâ ortaya çıktı. Bunun üzerine bedevî: "Öyleyse, ben de Allah'ın rasulünden uzağım" dedi. Halk bu durumu ya­dırgadı. Mesele Hz. Ömer'e ulaştı. Hz. Ömer bedeviyi çağırtarak ona şöyle dedi: "Ey bedevî! Sen Rasûlullah'tan uzak mısın?" Bedevî: "Ey mü'minlerin ernîri! Medine'ye geldim. Bir adam bana Berâe sûresini okuttu. Ben de: "Eğer Allah rasulünden uzak ise ben de uzağım" dedim. Bunun üzerine Hz.

Ömer: "Ey Bedevi! âyet bu şekilde değildir" dedi. Bedevi ; "Ey mü'minler emiri! peki nasıldır? diye sordu. Hz. Ömer de âyeti adama şeklinde damme (ötre) ile okudu. Bunun üzerine bedevi: Vallahi ben, Allah ve Ra-sulünün uzak olduğu şeyden uzağım" dedi. Bundan sonra Hz. Ömer, Arap dilini bilmeyenlerin halka Kur'an okutmamasını emretti.[61]

 

23. Ey iman edenler! Eğer küfrü imâna tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edin­meyin. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.

24. De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeş­leriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığını/ mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandı­ğınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yo­lunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emri­ni  getirinceye kadar bekleyin.  Allah  fasıklar  toplu­luğunu hidâyete erdirmez."

25. Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti, hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat size bir fayda sağla­mamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz.

26. Sonra Allah, Rasul'ü ile mü'minlere gönül ra­hatlığı  verdi.  Sizin  görmediğiniz  ordular  indirdi  de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.

27. Sonra Allah, bunun ardından yine diledeğinin tevbesini kabul eder. Zira Allah bağışlayan, merhamet edendir.

28. Ey iman edenler!  Müşrikler ancak bir pislik­tir. Onun  için  bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, biliniz ki, Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Çünkü Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.

29. Kendilerine  Kitap  verilenlerden  Allah'a  ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edin­meyen kimselerle, onlar cizyeyi boyun eğmiş ve mağlup olmuş bir halde verinceye kadar onlarla savaşın.

30. Yahudiler, "Üzeyir Allah'ın oğludur."  dedi­ler! Hıristiyanlar da, "Mesih Allah'ın oğludur"  dedi­ler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Söz­lerini  daha  önceki kâfirlerin  sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürüyorlar!

31. (Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını, ra­hiplerini ve  Meryem oğlu  Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâha kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.

32. Allah'ın nurunu  ağızlarıyla  söndürmek is­tiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nuru­nu tamamlamaktan başka bir şeyi istemez.

33. O, müşrikler hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulünü hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde müşriklerin çirkin davranışlarını an­lattı; Allah ve Rasûlü uğrunda ve vatanlarından hicret eden mü'min muhacirleri övdü. Bu âyetlerde de kâfirlerle dost olmaktan sakındırdı ve kâfirlikleri sebebiyle babalardan ve akrabalardan ayrılmanın farz olduğunu anlattı. Bundan sonra, dinleri sayesinde izzet bulmaları için. birçok yerde mü'minlere yardım ettiğini kendilerine hatırlattı. Daha sonra, Ehl-i kitabı dost edinmekten sakındırmak için onların çirkin davranışlarından tekrar bahsetti ve onların da, müşrikler gibi, Allah'ın nurunu söndürmeye çalıştıkları bildirdi. [62]

 

Kelimelerin İzahı

 

Evliya, kelimesinin çoğuludur.  Velî, başkasının işlerini üstlenen, ona yardımcı ve destek olan demektir.

Aşiret, öyle bir topluluktur ki insan onunla şeref duyar ve korunur. Vahidî şöyle der: Kişinin aşireti, onun en yakın akrabalarıdır. Bu kelime, sohbet mânâsına gelen kökündendir. Çünkü sohbet akrabalığın şanındandır.

Durgunluğu. Bir malın satışı durgun olup sürümsüz olduğunda denir.

Ayle, fakirlik demektir. Bir kimse fakir düştüğünde de­nir. Muzârii, gelir. Şair şöyle der:

Fakir ne zaman zengin olacağını bilemez.  Zengin de, ne zaman fakir düşüceğini bilemez.[63]

Cizye, zimmîlerden alman vergidir. Onlara sağlanan emniyete karşılık olarak verdikleri için cizye adı verilmiştir.

Benziyorlar benzemek demektir.

Haktan çevriliyorlar. çevirmek, döndürmek demektir. Bir kimse berşeyden çevrilip döndürüldüğünde denilir. [64]

 

Nüzul Sebebi

 

Kelbî şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.)'a Medine'ye hicret etmesi emre­dilince Ashab, babalarına, kardeşlerine ve karılarına: "Bize hicret etmemiz emredildi" demeye başladılar. Bu iş, onlardan bir kısmının hoşuna gidiyor ve hemen hicrete başlıyordu. Bir kısmına da karısı ve çocukları ayak bağı olarak şöyle diyorlardı: "Allah aşkına gitme. Bizi burda yalnız bırakırsan helak oluruz.."Bunun üzerine o Sahabî acıyarak hicreti terkediyor ve onlar­la beraber kalıyordu. Bu sebeple onları kınayan şu âyet indi: Ey iman edenler! Babalarınızı ve kardeşleri­nizi dostlar edinmeyin.[65]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

23. Burada, "Ey iman eden­ler" diye nida edilmesi, mü'minlere değer verildiğini ve onların, Allah'ın emirlerine sarılma hususunda birbirleriyle yarışmaları için teşvik edildik­lerini gösterir. İbn Mesud şöyle der: "Yüce Allah'ın, "ey iman edenler" diye hitap ettiğini işittiğinde iyice dinle. Çünkü bu hitapta sana ya bir hayır em­redilir veya bir kötülük yasaklanır. Ayetin mânâsı şöyledir: Ey mü'minler! kâfir olan babalarınızı ve kardeşlerinizi, kendilerini sevdiğiniz ve saydı­ğınız dost ve yardımcılar edinmeyin. Onlar kâfirliği İmandan üstün tutup ona lercih ederler ve kâfirlikte ısrar ederlerse onları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edi­nirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. İbn Abbas şöyle der: O da onlar gibi müşriktir. Çünkü şirke razı olanın kendisi de müşriktir.[66]

 

24. De ki: Eğer şu akrabalarınız, yani babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz ve diğerleri kendilerinden yardım aldığınız aşiretiniz, kazandığınız mal­larınız, kesâda uğramasında korktuğunuz bir ticâret, ve içinde oturmaktan hoşlandığınız evler İşte bu anlatılan şeyler size, Allah ve Rasulüne hicret etmekten ve Allah'ın dinine yardım için cihâd etmekten daha sevgili ise... Bu cümle, nin cevabıdır. Artık, Allah dünyada veya âhirette sizi cezalandırmcaya kadar bekleyin. Bu şiddetli bir uyarı ve tehdittir. Allah, itaatinden çıkanları, mutluluk yoluna iletmez. Bu da çoluk çocuğunu veya malını veya vatanını hicrete ve cihâda tercih edenler için bir tehdittir.

Bundan sonra Yüce Allah savaş meydanlarında düşmanlarına karşı mü'minlere yardım ettiğini onlara hatırlatarak şöyle buyurur: [67]

 

25. Şüphesiz Allah size birçok savaşta yardım etti.  Çokluğunuzla gururlandığınız için, Huneyn gününde imtahan edildiğiniz mağlubiyetten sonra da size yardım etmişti. Hani o zaman sayınızın çokluğu sizi gururlandırmıştı da: "Bugün artık az olduğumuzdan dolayı mağlup olmayacağız" demiştiniz. Siz oniki bin kişi idiniz, düşmanlarınız ise dört bin idi. Çokluk size fayda vermedi ve sizden hiçbir şeyi savmadı. Yeryüzü, geniş olmasına rağmen, şiddetli kokudan dolayı size dar geldi. Sonra mağlup olarak gerisin geri döndünüz.

Taberî şöyle der: Yüce Allah mü'minlere, zaferin, kendi elinde ve kendi katından olduğunu, sayının çokluğuna bağlı olmadığını, dilediği za­man azı çoğa galip getireceğini, aza yardım edip çoğu mağlup edeceğini haber veriyor. Berâ b. Azib'e: "Huneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ı bırakıp kaçtınız mı" diye soruldu. Berâ şöyle cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.)'m kaçmadığına şahitlik ederim. Onu beyaz katırı üzerinde gördüm. Ebu Süf-yan onun yularından tutmuş çekiyordu. Müşrikler etrafını sarınca, indi ve şöyle demeye başladı:

Yalan yok, ben peygamberim. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bir avuç toprak olarak müşriklerin yüzlerine serpti. Ve: ''Yüzleri çirkin olasılar" dedi. Bunun üzerine hepsi kaçtı. Atılan topraktan, gözlerine isabet etmeyen hiç kimse kalmadı.[68]  Berâ şöyle der: Vallahi savaş şiddetlendiğinde, biz Rasûlullah (a.s)'ın arkasına sığınırdık. Bizim cesurumuz onunla omuz omuza savaşan idi. [69]

 

26. Bu hezimetten sonra Allah mü'minlere ve RasÜlüne emniyet ve sükûnet indirdi de rahatladılar. Ebus-suûd şöyle der: Kendisiyle kalplerin yatışıp rahatlayacağı rahmetini indir­di.[70]  Görmediğiniz ordular indirdi. İbn Abbas: Melekleri indirdi, der. Allah kâfirleri esaret ve öldürmekle, kadın ve çocukları da esir etmekle cezalandırdı. İşte bu, Allah'ı in­kâr edenlerin cezasıdır. [71]

 

27.  Bundan sonra Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder onu müsiüman olmaya muvaffak kılar. Bu âyet, Hevazin kabilesinin İslamı kabul edeceğine bir işarettir, Allah'ın mağfireti büyük, rahmeti geniştir. [72]

 

28. Ey inananlar! Müşrikler, içleri bo­zuk olduğu için ancak bir pisliktir. İbn Abbas şöyle der: onların, köpekler ve domuzlar gibi bizzat kendileri pisliktir. Hasan-ı Basrî: "Kim, bir müşrikle tokalaşırsa abdest alsın"  der.[73] Cumhur, bunun bir teşbih mahiyetinde söylendiği kanaatindedir. Yani Onlar, itikatları bozuk olduğu ve Allah'ı inkâr ettikleri için pislik yerindedirler veya pislik gibidirler. Bu vasıflarını iyice vurgulamak için sanki onlar pisliğin kendisi gibi sayılmışlardır. Bu Arapların: "Ali aslandır" yani "aslan gibidir" sözleri kabilindendir. Bu senelerinden sonra Mescid-i Haram'a girmesin­ler. Burada Meşcid-i Haram denilmiş, bununla bütün Harem bölgesi kastedilmiştir. Ebussuûd şöyle der: "Bir görüşe göre bundan maksat, müşriklere hac ve umreyi yasaklamaktır. Yani bu seneki haçtan sonra hac ve umre yapmasınlar. Bu sene hicretin dokuzuncu senesidir. Şu hadis de bu mânâyı te'kid etmektedir: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmeyecektir,[74]  Bu sene, Berâe sûresinin indiği senedir. Hz. Ali bu sûreyi, hac mevsiminde hacılara ilan etti. Ey mü'minler! Eğer on­ların Harem bölgesine girmelerinin veya haccetmelerinin yasaklanması sebebiyle fakir düşeceğinizden korkuyorsanız, bilin,ki Yüce Allah başka bir yoldan lütuf ve keremiyle, sizi onlara muhtaç olmaktan kurtaracaktır. Tef-sirciler şöyle der: Müşrikler hac mevsiminde müslümanlara yiyecekler ti­caret mallan getiryoıiardı. Müslümanların, müşriklerin Harem bölgesine girmelerien izin vermeleri yasaklanınca şeytan onların kalblerine hüzün verdi ve şöyle dedi: "Nereden yiyeceksiniz? Nasıl yaşayacaksınız. Rızıkla-nnıza ve kazançlarınıza mani olundu." Bunun üzerine Yüce Allah onlara fakirlik ve yoksulluğa karşı güvence verdi ganimet ve cizyelerle onları rızıklandırdı.[75] Eğer dilerse Allah, sizi kendi irade ve dilemesiyle zengin kılar. Allah her şeyi bilir, hikmet sahibidir. İbn Abbas şöyle der: Allah, sizin yararınıza olanı bilir, müşrikler hakkında verdiği hükümlerde de hikmet sahibidir. Yüce Allah müşrikler hakkındaki hükmü bildirdikten sonra, Ehl-i kitap hakkındaki hükmü bildirerek şöyle buyurdu: [76]

 

29. Her ne kadar, iman ettiklerini iddia etseler de, Allah'a ve âhiret gününe gerçek bir iman ile iman etme­yenlerle savaşınız. Çünkü Yahudiler, "Uzeyr, Allah'ın oğludur" diyorlar; hıristiyanlar da Hz. İsa'nın ilâh olduğuna inanıyor ve teslis iddiasında bulu­nuyorlardı. Onlar, Allah'ın, kitabında haram kıldı­ğını, Rasûlünün, sünnetinde haram saydığını haram kabul etmiyorlar. Ak­sine onlar hahamların ve rahiplerin onlar için koymuş olduğu kanunları ka­bul   ediyorlar.  Dolayısıyla şarabı domuzu ve  benzeri  şeyleri   helâl sayıyorlar. Onlar, hak din olan İslam dinine inanmıyorlar. Bu bölüm, yukarıda zikredilenlerin kimler olduğunu açıklamaktadır. Yani, bunlar kendilerine Tevrat ve İncîl inmiş olan Yahudi ve Hıristiyanlardan sapmış olanlardır, Onlar teslim olmuş, boyun eğmiş bir şekilde size cizye verinceye kadar onlarla savaşın. Onlar bu cizyeyi, İslam'ın kudretine mağlup olmuş, hakir ve zelil bir halde vereceklerdir.

Bundan sonra Yüce Allah onların çirkin fiillerinden bir kısmını anla­tarak şöyle buyurur: [77]

 

30.  Yahudiler "Uzeyir Allah'ın oğludur" dediler. Me'lunlai", Allah'ın çocuğu olduğunu söylediler. Halbuki Allah birdir, tektir, emsalsizdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey ona muhtaçdır. Beyzâvî şöyle der: Buhtunnasr esaretinden sonra onların arasında Tevrat'ı koruyacak kimse kalmadığı için böyle dediler. Allah yüz sene sonra Uzeyr (a.s.)'i di­riltince, Uzeyr (a.s.) Tevrat'ı onlara ezberden yazdırdı. Buna şaşarak: "Bunu, ancak Allah'ın oğlu olduğu için yapabildi" dediler.[78]  Allah'ın düşmanı olan hıristiyanlar da, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettiler. Onlar şöyle dediler: "Çünkü İsa babasız doğdu. Ba­basız bir çocuğun olması mümkün değildir. O halde, Allah'ın oğlu olması gerekir" Yüce Allah onlara cevap olarak şöyle buyurdu: Bu çirkin söz, delilsiz ve huccetsiz, dil ile söylenmiş mücerret bir iddiadır. İbn Cüzey şöyle der: Bu cümle iki mânâ taşır. Birincisi, bu sözü sadece onların söylediğini ısrarla vurgulamak. İkincisi ise, bu hususta onların bir delili bu­lunmadığını, bunun sadece kuru bir iddia olduğunu ortaya koymaktır. Nite­kim, sen yalanladığın birine: "Bu, senin dilinle söylediğin bir sözdür" der­sin.[79] Onlar bu çirkin sözleriyle, daha önce, "Melekler Allah'ın kızlarıdır" diyen müşriklere benziyorlar. "Onların kalp­ler; birbirine benzedi.[80]  Bu cümle onların helak olmaları için bir bedduadır. Yani, Allah onları helak etsin. Bu açık delilden sonra, nasıl haktan bâtıla döndürülüyorlar da Allah'ın çocuğu olduğunu söylüyor­lar. Râzî şöyle der: Bu cümle hayret ifade eder. Hayret, Allah'a değil, Ara­pların birbirlerine hitaplanndaki âdetleri üzere insanlara aittir. Yüce Al­lah, onların hakkı bırakıp bâtılda ısrar ettiklerini bildirerek peygamberini hayrete düşürmüştür.[81]

 

31. Helal ve haram kılma hususun­da, Yahudiler hahamlarına ,Hıristiyanlar da rahiplerine itaat ettiler ve Al­lah'ın emrini bıraktılar. Sanki onlar Allah'ı bırakarak onlara ibadet ettiler. Yani: Her ne kadar onlara ibadet etmediyseler de, Allah'a itaat eder gibi onlara itaat ettiler. Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'tan gelen tefsirdir. Adîy b. Hatim şöyle der: Boynumda altın bir haç takılı olduğu halde Rasûlullab'a gel­dim. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ey Adîy! bu putu üzerinden at. Adîy şöyle devam eder: O, Berâe sûresinin "Allah'ı bırakıp haham ve rahiplerini Rab edindiler." âyetini okudu. Onu dinledim. Dedim ki: Ya Rasûlullah! Onlar hahamlara ve rahiplere ibadet etmiyorlardı." Rasûlullah (a.s.) şöyle buyurdu: Haham ve rahipler Allah'ın helal kıldığını haram kılıyorlar, onlar da bunu haram kabul etmiyorlar mıydı? Allah'ın haram kıldığını da helal sayıyorlar ve onlar da bunu helal saymıyorlar mıydı? Ben: "evet" dedim. Rasûlullah (s.a.v.): İşte bu onlara ibaret etmektir." buyurdu.[82]  Hıristiyanlar Hz. İsa'yı, kendisine ibadet edilen bir Rab kabul etliler. Halbuki, o kâfirlere peygamberlerin diliyle, sadece bir tek ilâha ibadet etmeleri emredildi. Ki o da âlemlerin Rabbi olan Allah' tır. Ondan başka gerçek mabud yoktur, Allah, müşriklerin söylediklerinden uzaktır ve son derce yücedir. [83]

 

32. Müşriklerden ve Ehli kitaptan olan o kâfirler, İslam nurunu ve Muhammcd'in (a.s.) şeriatını pis ağızlarıyla, sırf cedel ve iftiraları ile söndürmeye çalışıyorlar. Halubki o, Allah'ın, mahlukatına ışık kaynağı olarak verdiği bir nurdur. Onların bu husustaki durumu, güneşin ışığını veya ayın nurunu, ağzıyle üfürerek söndürmek isteyen kim­senin durumuna benzer. Bu ise, mümkün değildir. Kâfirler bundan hoşlanmasalar da, Allah, nurunu tamamlamak, onu yüceltmek ve s. ânını yükseltmekten başka bir şey istemez. [84]

 

33. O, Muhammcd'i (s.a.v.) tam bir hidâyetle ve kâmil bir din olan İslâm ile gönderdi. Müşrikler onun üstünlüğünü istemeseler de onu diğer dinlere üstün kılsınin cevabı mahzuftur. [85]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin." Fiilin siygası, emir olmakla birlikte tehdit ifade eder. Bu, iste­diğinizi yapın[86]   âyeti gibidir.

2. Huneyn gününde" Bu, hususî olanın umumî olan üzerine atfı  kabilindendir.  Yardımın  büyüklüğünü  ifade  eder. Çünkü  yardım ümitsizliğe   düşmelerinden   sonra   gelmiş   ve   sıkıntıda  iken   ferah­lan mışlardır.

3. Genişliğine rağmen yeryüzü size dar gel­di"  Onların başına gelen darlık, yenilgi  ve ruhî sıkıntı,  istiare yoluyla genişliğine rağmen arzın darlığına benzetildi.

4. Müşrikler ancak pisliktir" Bu cümle hasr ifade eder. Lafızdaki teşbih-i beliğ vardır. Yani, onlar içlerinin ve itikatlarımı bozukluğu hususunda pislik gibidirler.

Burada teşbih edatı ile vceh-i şebeh hazfedilmiş böylece teşbih-beliğ olmuştur. hahamlarının ve rahiplerini Rable: edindiler. " de bunun gibidir. Yani, helal ve haram kılma hususunda kendil erine itaat ve emirlerine sarılma konularında Rabler kabul eltiler.

5. Mescid'e yaklaşmasınlar" Mübalağa ifade etmek için "girmeyin" yerine, "yaklaşmayın" tabirini kullandı.

6. Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar" Allah, bu nur ile, İslam nurunu kastetti. Çünkü İslam, ışık saçan nuru ve kesin delille­riyle, nuru ve ziyası ile her tarafı aydınlatan güneşe benzer. Bu, istiare babındandır. Bu istiare, güzel istiarelerdendir. [87]

 

Bir Nükte

 

Allâme Kurtubî şöyle der: "....babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin" mealindeki âyet, gerçek akrabalığın, bedenî akrabalık değil, din akrabalığı olduğunu gösterir. Bu hususta şu beyitleri okumuşlardır.

Bana diyorlar ki: Dostların yurdu yaklaştı. Sen ise hâlâ üzgünsün. Bu, şüphesiz şaşılacak bir şeydir. Ben de: "Kalpler arasında bir yakınlık ol­madıkça, yakın yurt fayda vermez" dedim. [88]

 

34. Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve Allah yolundan engeller. Altın ve gümüşü yığıp da on­ları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı haber ver.

35. Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bun­larla onların  alınları, yanları  ve sırtları dağlanacağı gün  onlara  denilir  ki:   "İşte   kendiniz   için   biriktir­diğiniz  servettir.  Artık  yığmakta  olduğunuz  şeylerin azabım tadın."

36. Gökleri   ve   yeri   yarattığı   günde   Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların sayısı oniki olup, bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu dosdoğru din­dir.    O    aylar    içinde    kendinize    zulmetmeyin    ve müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla   karşı   topyekûn   savaşın   ve   bilin   ki   Allah sakınanlarla beraberdir.

37. Haranı ayları ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir olanlar saptırılır. Al­lah'ın haram kıldığının sayısına uygun düşmeleri ve O'nun haram kılıdığını helâl kılmaları için haram ayını bir yıl helâl sayarlar, bir yıl da haram sayarlar. On­ların kötü- işleri kendilerine güzel gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.

38. Ey iman edenler! size ne oldu ki, "Allah yolun­da savaşa çıkın" denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? Dünya hayatını âhirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası âhiretin yanında pek azdır.

39. Eğer çıkmazsanız,  Allah sizi  pek  acıklı bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir ka­vim getirir; siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.

40. Eğer siz Rasulullalı'a yardım etmezseniz bile siniz ki Allah ona yardım etmiştir: Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; onlar mağaraday­dı; o, arkadışana "üzülme, çünkü Allah bizimle bera­berdir" diyordu. Bunun üzerine Allah ona gönül rahat­lığı verdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile destekle­di ve kâfir olanların sözünü alçattı. Allah'ın sözü ise za­ten yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.

41. Gerek hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.

42. Eğer yakın bir dünya malı ve orta bir yolculuk olsaydı onlar mutlaka sana uyup peşinden gelrlerdi. Fa­kat meşakkatli  lyol  onlara  uzak  geldi.  Gerçi  onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık" diye yemin edecekler. Onlar kendilerini helak ediyor­lar.  Halbuki Allah onuların mutlaka yalancı olduk­larını biliyor.

43. Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?

44. Allah'a ve ahiret gününe imaün edenler, mal­larıyla canlarıyla savaşmaktan geri kalmak için senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini pek iyi bilir.

45. Ancak Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp, kuşkular içinde bocalayanlar senden izin isterler.

 

Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde yahudi ve hıristiyanlann ileri gelenleri­nin kibir ve zorbalıklarını ve ilâhlık iddialarını anlattı. Burada da, onların durumlarını küçük düşürmek ve beyinsizce hayaller kurduklarını ifade et­mek için, onların, insanların mallarını yemeye düşkün, aç gözlü ve ta-mahkâr olduklarını anlattı. Çünkü onlar, dünya malını elde etmek için dini bir vasıta edindiler. Bu da, zillet ve alçaklığın son dercesidir. Bundan sonra da Yüce Allah, yahudi, hıristiyan ve müşriklerin çirkin fiillerinden bahse­der. Daha sonra da genel s'eferberliğe davet eder ve cihaddan geri bırakılan münafıkların durumunu açıklar. [89]

 

Kelimelerin İzahı

 

Ahbâr, yahudi âlimleri.

Ruhban, hıristiyan âlimleri. İbn Mübarek şöyle der:

Dini; krallar, kötü'hahamlar ve ruhbanlardan başkası mı bozdu.[90]

Biriktiriyorlar. Kenz, lügatte toplamak ve elde etmek demek­tir. Şu hadiste de bu manada kullanılmıştır: "Kişinin elde ettiği şeylerin en hayırlısını size haber vereyim mi? Bu sâiiha kadındır." Buna göre keli­mesinin manası: "Onu elde eder. Kendine çeker ve biriktirir." demektir. Daha sonra bu kelimenin, saklanmış altın ve gümüş için kullanılması ağır bastı. Taberî şöyle der: İster yer altında olsun, ister yer üstünde olsun, bir bir üzerine toplanmış herşeye kenz denir.[91]

Dağlanır kızdırılmış demir ve benzen bir şeyi, cilt par­çalanacak şekilde uzva" yapıştırmaktır. Darb-ı mesellerde: Son ilaç dağlamaktır." denilmiştir.

Nesî', ertelemek demektir. Bir kimse bir şeyi ertelediğinde denir. Şu hadiste de bu manada kullanılmıştır. Onun için müddetini erteler[92]  Zemahşerî şöyle der: Nesî' bir ayın haram ayı olma özelliğini, başka bir aya ertelemektir.

Denk düşürmek için. denk düşürmek demektir. Bir top­luluk, gizli bir işte ittifak ettiklerinde denilir

Savaşa çıkınız. Nefr, hızla çıkmaktır hızla geri döndüler.[93]  âyetinde de bu manadadır.

Ağır aldınız. Bu kelimenin dir. Ağır aldınız, çabuk çıkmadınız" demektir.

Araz, dünya menfaatlerinden insanın eline sonradan geçen şeydir. Devamlı olmadığı için buna araz denmiştir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Dünya, sunulmuş hazır bir şeydir. Ondan iyi de yer, kötü de yer.[94]

Şukka, zorlukla katedilen uzak mesafe demektir. Cevheri şöyle der: "Şükka, uzak sefer" manasmadır.[95]  Sanki bu, meşakkat kelimesinden alınmıştır. Araplar,, meşakkatle yapılan sefere, derler. [96]

 

Nüzul Sebebi

 

Rasulullah (s.a.v.) Tâif ve Huneyn savaşından döndükten sonra, Bi­zanslılarla savaşmak için müslümanlara cihadı emretti. Bu, sıkıntıların şiddetli, ülkelerin kurak ve havanın çok sıcak olduğu bir zamana rastlar. Bu zaman, hurmaların meyve verdiği, meyvelerin olgunlaştığı bir zamandı. Müslümanlar, Bizansla savaşmayı gözlerinde büyütüyorlar. Gölgelerde oturmak, evlerinde kalmak ve' .malların başında bulunmak istiyorlardı. Savaşa gitmek onlara zor geliyordu. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indi. Ey iman edenler! Size ne oldu ki,"Allah yolunda savaşa çıkın" denildiği zaman yere çakılıp kaldınız.[97]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

34. Ey, AUah ve Rasulünü tas­dik edenler! Yahudi âlimlerinden ve hıristiyan rahiplerinden bir çoğu, mutlaka insanların mallarını haram yol­larla ele geçirirler, onların İslam dinine girmelerine mani olurlar. İbn Kesir şöyle der: Bundan maksat, kötü âlimlerden ve sapık âbitlerden sakındır­ın aktır. İbn Uyeyne şöyle der: Bizim âlimlerimizden kim fesat çıkarırsa, onda yahudilere bir benzerlik vardır. Abidlerimizden kim fesat çıkarırsa, onda da h iristi yani ara bir benzerlik vardır.[98]  Malları toplayıp servetleri biriktirenler, sonra da onların ze­katını vermeyenler ve onlardan hayır yollarında harcamayanlar var ya, Onları elem verici bir azab ile müjdele. Yani, onlara ce­hennemdeki elem verici azabı haber ver. Bu, bir alay üslubudur. İbn Ömer der ki: Kenz, zekatı verilmeyen maldır. Zekatı verilen mal kenz değildir. Zcmahşerî şöyle der: Yüce Allah, yahudi ve hıristiyanlara sert davranmak ve onlardan haram yiyenlerle müslümanlardan malının iyisinden Allah yo­lunda harcamayanların, elem verici azap ile müjdelenmeye müstehak olma hususunda eşit olduklarını göstermek için mal biriktirenlere yahudi ve hıristiyanları beraber zikretti.[99]

 

35. O gün bu mallar, alevli ateşte dağlayacak dereceye gelinceye kadar kızdırılır. Alınlar, yanlar ve sırtlar onlarla dağlanarak yakılır. îbn Mesud şöyle der: Kendisin­den başka ilah olmaylan Allah'a andolsun ki, herhangi bir kul, biriktirdiği malla dağlanırken ne dinarlar en de dirhemler birbirlerine dokunmaz. Fa­kat adamın derisi genişletilir. Her bir dinar ve dirhem ayrı ayrı yerlere ko­nur. Bu, azaların dağlanacağının özellikle zikredilmesinin sebibi şudur: Cimri kimse fakirin karşıdan geldiğini görünce yüzünü ekşitir, yanma ge­lince Öbür tarafa döner, ondan bir yardım istediğinde de ona sırtını çevirir. Kurtubî şöye der: Yüzü dağlamak ise daha çok elem ve sızı verir. Bundan dolayı Yüce Allah, diğer azalar arasından özellikle bunları zikretti.[100]

Susturmak ve azarlamak için onlara şöyle denilir: İşte, kendiniz için biriktirdiğiniz mallar! Biriktirmiş olduğunuz malların vebalini tadın." Sahih-i Müslim'de şöyle rivayet edilmiştir: Ma­lının zekatını vermeyen hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet gününde onun için ateşten levhalar hazırlanmasın. Hazırlanan bu levhalarla, miktarı ellibin sene olan bir günde, o kişinin alnı, sırtı ve yanı dağlanır. Bu dağlama, kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Sonra o şahsa cennete veya cehenneme giden yol gösterilir. [101]

 

36. Allah katında, onun şeriatında ve hükmünde muteber olan ayların sayısı, ayın menzillerine göre onikidir. Bu hususta muteber olan kameri aylardır. Çünkü şer'i hükümler kamerî aylara göre ayarlanır. Levh-i Mahfuz' da bu böyledir.  Gökleri ve yeri yarattığı gün. İbn Abbas der ki: Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, onu, katındaki ana kitapta yazdı. Onlardan dört ayı, haram aylardır. Bunlar Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb ay­larıdır. Bu aylara hürmet ve saygı gösterildiği için "Haram" denilmiştir. Bu aylarda itaatlar kat kat yapılır. Bu aylarda savaş haramdır. Bu dosdoğru bir şeriattır.  Bu haram aylarda , onların hürmetini ihlal etmek ve Allah'ın haram kıldığı masiyet ve günahları işlemekle kendinize zulmetmeyiniz. Müşrikler nasıl size karşı toptan savaşıyorlarsa, siz de gruplara ayrılmadan toptan onlara karşı savaşınız. Bilin ki, Allah müttekîlerle beraberdir. Yani, Allah yardım ve desteği ile onlarla beraberdir. Bu, takva sahiplerine bir müjde ve garantidir. [102]

 

37. Bir ayın hürmetini bir başka aya ertelemek inkârda aşırılıktır. Çünkü böyle davranış, Allah'ın helal kıldığını haram kılmak, haram kıldığını da helal kılmaktır. Bu da, onların inkarlarına ilave edilmiş   başka  bir  inkardır.   Tefsirciler  şöyle der:  Araplar  savaşçı  ve yağmacı idiler. Haram aylarda savaşmak onlara kılınmıştı. Savaşırken har­am ayı gelince, savaşı bırakmak onlara zor geliyordu. O ayda savaşmayı helal kabul ediyorlar, onun yerine bir  başka ayı haram ay sayıyorlardı. San­ki onlar, bir ayın hürmetini başka bir ay için borç alıyrolarlardı. Bazen de Muharrem ayını helâl sayıyorlar, fakat bir yılda dört haram ayın tamamlan­ması için safer ayını haram sayıyorlardı. Bu yüzden Allah, kâfirleri sapıklık üstüne sapıklığa düşülür. Bir sene haram  ayı helal, helal ayı, haram  sayıyorlar.  Birisini diğerinin  yerine koyuyorlardı. Ertesi sene bunun tersini yapıyorlardı. Bunu, haram ayların sayısını dörde denk düşürmek için yapıyorlardı. Bununla, Allah'ın haram kıldığını helal sayıyorlardı. Mücâhid şöyle der: Her sene hac mevsiminde Kinâne oğullarından bir adam eşeği üzerinde gelir, şöyle derdi: Ey insanlar! Beni kimse ayıplayamaz ve bana cevap veremez. Sözüm geri çevrilmez. Biz Muharrem ayını haram ay saydık, safer ayını erteledik." Sonra ertesi yıl tekrar gelir ve şöyle derdi: Biz bu yıl Safer'i haram kıldık, Muharrem'i erteledik." İşte "Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını denkleştirmek için..." mealindeki âyet bunu ifade eder.[103]   Şeytan, çirkin amellerini onlara süsledi de, amel­ Allah, kâfirleri saadet yoluna iletmez. [104]

 

38. Buradaki soru kınama ve azarlama ifade eden bir somdur. Bu cihat terkediMiği için bir kınama ve Tebük Gazası'ndan geri kalanlar için bir azarlamadır. Yani: Ey mü'minler! Size ne oldu ki, "Allah'ın düşmanlarına kaşı cihat için çıkın denildiğinde ağır aldınız ve çakılıp kaldınız. Dünya ve onun şehvetlerine meylettiniz de seferin zorluğunu ve yorgunluğunu istemedi­niz Âhiretin nimetleri ve ebedî sevapları yerine, dünya nimetleri ve onun fânî metâına mı razı oldunuz? Dünya nimetlerinden faydalanmak, âhiretin yanında çok de­ğersiz ve kıymetsiz az bir şeydir. Sonra Yüce Allah cihadın terkedilmcsi sebebiyle onları tehdit ederek şöyle buyurdu: [105]

 

39. Eğer Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte cihâda çıkmazsanız, Allah sizi elem ve acı verici bir azap ile cezalandırır. Dünyada sizi düşman istilasına uğratır, âhirette de yakıcı ateş ile yakar. İbn Abbas: "Bu ceza, Allah'ın onlara yağmur yağdırmamasıdır.[106]  der. Allah sizi yok eder ve yerinize sizden daha hayırlı başka bir kavim getirir. Onlar, Allah'ın rasülünün davetine daha süratle icabet eder ve ona daha çok itaat ederler, Ve siz, cihattan geri kal­makla, Allah'a hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü onun, âlemlere ihtiyacı yoktur, Allah, dilediği her şeye kadirdir. Siz olmadan düşmana galip gelmek de onun kadir olduğu şeylerdendir. Râzî şöyle der: "Bu, azarlamanın şiddetine dikkat çekmektedir. Çünkü Yüce Allah herşeye kadirdir. Onun için acizlik caiz değildir. Azapla tehdit ettiğinde, mutlaka yapar.[107]

 

40. Eğer siz Allah'ın Rasûlüne yardım etmezse­niz, bilin ki Allah onun yardımcısı ve koruyucusudur. Bu şartın cevabı mahzuftur. Takdiri: "Allah ona yardım edecek" şeklindedir. Nitekim bundan sonra gelen cümlesi bunun göstermektedir. Yani: Eğer siz ona yardım etmezseniz, bilin ki Rasulullah (s.a.v.) iki kişiden biri iken ona yardım eden Allah yine ona yardım edecektir. Çünkü o zaman onun yanında ne yardımcıları ne de destekçileri vardı. Onu kâfirler çıkardığı zaman. Yani Muhacir olarak Mekke'den çıkıp Medine'ye gittiği zaman. "Kâfirler onu çıkardığı zaman" denilmesinin sebebi şudur: Onlar peygamberi çıkmaya zorladılar, onu öldürmek için tuzaklar kurdular, nihayet o da hicret etmeye mecbur kaldı. Onların ikisi mağarada bulundukları zaman peygamber iki kişiden biri idi. Diğeri de Ebubekir es-Sıddık (r.a.) idi. Üçüncü bir kişi yoktu. Yani Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebubekir Sıddîk(r.a.) ile birlikte., Sevr dağındaki mağarada gizlen­dikleri zaman Allah ona yardım etti. O zaman o, arkadaşı Ebubekir Sıddîk (r.a.)'i yatıştırmak ve gönlünü hoş etmek için "korkma, Allah'ın yardım ve zaferi bizimle beraberdir" duyordu. Taberî. Enes (r.a.)'ten Ebubekir es-Sıddîk'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Rasu­lullah (s.a.v.) ile birlikte mağarada, müşriklerin ayakları da başımızın üstünde iken: "Ya Rasulullah!" dedim. "Olardan biri ayağını kaldırırsa mut­laka bizi görecek" Rasulullah (s.a.v) : "Ya Ebubekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun? dedi.[108]  Hz. Ebubekir'in üzüntüsünün sebebi, Rasulullah (s.a.v.)'ın başına bir şey gelmesinden korkması idi. Kalbini te­skin etmek için Rasulullah (s.a.v.) ona: "Sen üzülme..," dedi. Allah, rasûlü üzerine huzur ve sükûn indirdi. katından melekler ordusu ile destekledi. Melekler onu mağarada koruyor­lardı. Siz onları görmediniz. Allah, şirk kelime­sini alçak , adî ve hakîr kıldı. O melek ordusu ile şirki ve müşrikleri zelil etli. Kelime-i tevhid, yani "lâ ilahe illallah" ise, işte galip ve üstün gelen odur. Allah, onunla müslümanlan aziz kıldı, şirki ve müşrikleri ise zelil etti. Allah kudret sahibi ve galiptir; mağlup olmaz. Yaptığı her şeyde   hikmet ve menfaat vardır. [109]

 

41. Ey mü'minler toplululğu! Genç, ihtiyar, binekli, yaya, her türlü ahvâl ve şeraitte, kolaylık ve zorluk anlarında, isteyerek veya istemeyerek savaşa çıkınız. Kelime-i tevhidi yüceltmek için, mallarınızla ve canlarınızla cihat ediniz. Eğer bilirseniz, bu sefer ve cihat, yere çakılıp orada kal­maktan ve dünya metamdan az bir şeye razı olmaktan daha hayırlıdır. Ebu Hayyan şöyle der: Dünyada hayırlılık düşmana galip gelmek ve yeryüzüne vâris olmakla olur. Âhirette ise, büyük sevaba ve   Allah'ın rıza- sına nail olmakla olur[110]  Bundan sonra yüce Allah, Tebuk gazasından geri kalanların hallerini ve bu gazadan geri bırakılan münafıkların durumlarını anlatarak şöyle buyurdu: [111]

 

42. Eğer, çağrıldıkları şey hemen kolayca elde edilir bir ganimet gidecekleri sefer de uzak olmayan orta bir sefer ol­saydı, dyJi y Allah rızası için değil de ganimet arzusuyla mutlaka seninle beraber çıkarlardı. Fakat yol onlara uzak ve meşakkatli geldi. Kalplerinde nifak bulunmasından   dolayı, sefere çıkmamak için mazaret ileri sürdüler. Yalan mazaretler ileri sürerek, sizinle sefere çıkabilseydik, kesinlikle geri kalmazdık, diye size yemin edecekler[112]  Eğer maddî imkanınız veya bedenî kuvvetimiz olsaydı mutlaka sizinle birlikte cihada çıkardık diyecekler. Yüce Allah onları ya­lanlayarak ve sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Yalan yere yemin ederek kendilerim helâka atıyorlar. Allah biliyor ki, onlar iddialarında elbette yalancıdırlar. Çünkü onların çıkmaya takatleri vardı, fakat çıkmadılar. [113]

 

43. Ey Muhammedi Allah sana müsamaha gös­terdi. O münafıkları kuru bir mazeret ileri sürmekle, seninle birlikte sefere çıkmayıp  geri  kalmalarına niçin  izin  verdin?! Yüce  Allah  Rasulullah (s.a.v.)'a siteni ederken ona lütuf I a muamele etti. Zira ona bir lütuf olarak, kendisine sitem etmeden önce affedildiğini bildirmiştir.[114]    Onları kendi hallerine bıraksaydın da, onlardan gerçek özür sahibi olanlarla, münafık yalancılar ortaya çıksaydı. Mücâhid şöyle der: Bu âyet münafıklar hakkında inmiştir. Onlardan bir grup: "Rasulul-1 ah'tan izin isteyin, eğer size izin verirse oturun. İzin vermezse gene otu­run." dediler.[115]  Peygamber (s.a.v.) onlara izin vermese de, onlar savaşa git­memekte ısrarlı idiler. İşte bunun içindir ki Yüce Allah, mü'minlerin izin istemeyeceklerini bildirerek şöyle buyurdu: [116]

 

44. Ey Muhammedi Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, gaza ve cihattan geri kalmak İçin izin istemezler. Mallarıyla canlarıyla cihat etmekten kaçınmazlar. Çünkü onlar Allah'ın, iyi mücahitler için hazırlamış olduğu bol sevabı bi­liyorlar. Ondan nasıl geri dururlar? Allah onları bilir. Onlar imanlarında in aslı ve Allah'tan korkan kimselerdir. [117]

 

45. Ey Muhammedi Senden an­cak, kalplerinde iman yerleşmemiş olan münafıklar izin ister. Onların kalpleri  Allah ve Allah'ın vereceği sevap hakkında şüpheye düştü. Onlar şaşkın şaşkın bocalıyorlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar. [118]

 

Edebi Sanatlar

 

1. Onu bir sene helâl, bir sene haram kılıyorlar." Burada fiilleri arasında tıbak sanatı vardır. Bu, edebî sanatlardandır.

2. Size... denildiğinde, size ne oluyor?.. Bu, kendisiyle inkâr ve kınama kastedilen bir sorudur.

3. Ahiret yerine dünya hayatına razı mı oldu­nuz?" Burada hazif yoluyla icaz vardır. Yani, âhiret nimetleri yerine  dünya nimetlerine ve lezzetlerine razı mı oldunuz? demektir.

4. Dünya hayatının nimeti.... değildir. " Burada, ahirete nisbetle dünyanın değersizlik ve adiliğini daha iyi açıklamak için zamir yerine, açık isim getirildi.

5. Size, elem verici bir azap ile ceza verir." Bu iki ke­lime arasında iştikak vardır.

6. İnkar edenlerin sözünü, "en alçak" kıldı. Burada, "inkar edenlerin sözü" şirkten istiaredir. Nitekim, "Allah'ın keli­mesi" de, iman ve levhidden istiaredir.

7. gerek hafif, gerek ağır olarak..." Bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır.

8. yol onlara uzak geldi. " Burada "HJul\ meşakkat" kelimesi, nefse meşakkat veren uzun ve uzak yol için istiare edildi.

9. Allah seni affetti." Bu, sevinç vesilesini üzüntü vesile­sinden önce getirmek maksadıyla verilen bir haberdir. "Allah'ın, sitemin­den önce affı bildirmesi, onun peygamberine lûtuflarındandır." diyen ne güzel söylemiştir. [119]

 

Faydalı Bilgiler

 

Rivayete göre, bir bedevî Abdullah b. Ömer'e: Bana, yüce Allah'ın altın ve gümüşü biriktirenler..." sözünü anlat dedi. İbn Ömer şöyle cevap verdi: Onları kim biriktirir de zekatını vermezse, ona yazıklar olsun. Bu, zekat âyeti inmeden önce idi. Zikat âyeti indirilince Allah zekatı malları temizleme vesilesi kıldı. Zekatını verdikten ve o nimetin içinde Allah'a itaat ettikten sonra, benim Uhud dağı kadar altınım olsa aldırış etmem.[120]

 

Bir Uyarı

 

Hani arkadaşına "üzülme" diyordu. Bu âyet-i ke­rime Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.)'ın faziletinin büyüklüğünü ve kadrinin yüceliğini gösterir. Çünkü, Yüce Allah onu mağarada Rasulullah'a arkadaş, hicret esnasında da ona yoldaş kıldı. Bunun içindir ki, âlimler şöyle der: Kim, Hz. Ebubckir'in Rasulullah'ın sahabisi olduğunu inkâr ederse kâfir olur. Çünkü bu inkâr, yüce Allah'ın kitabını reddetmek demektir. [121]

 

Bir Nükte

 

Hayyan b. Zeyd'in şöyle dediği rivayet olunur: Biz, Safvan b. Amr ile sefere çıktık. Savaşçılar arasında, Dımeşk halkından, bineği üzerinde çok yaşlı, kaşları gözleri üzerine dökülmüş bir adamı gördüm. Ona dönerek şöyle dedim: Ey amca! Allah seni mazur görmüştür. Hayyan diyor ki: İhtiyar, kaşlarını kaldırdı ve şöyle dedi: Ey kardeşimin oğlu! Biz, genç ve ihtiyar Allah yolunda sefere çıktık. Dikkat edin, bilin ki, Allah kimi se­verse onu imtihan eder. Sonra onu tekrar eski haline çevirir ve onu o halde bırakır. Allah, kullarından ancak şükredeni, sabredeni, zikredeni ve Al­lah'tan başkasına ibadet etmeyeni imtihan eder.[122]

Ben derim ki: Allah, o temiz nefislere rahmet etsin. Onlar, Allah rızası uğrunda canlarını verdiler. [123]

 

46. Eğer onlar çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların çıkma­larını uygun bulmadı ve onları geri koydu, onlara "otu­ranlarla beraber oturun!" denildi.

47. Eğer içinizde onlar da savaşa çiksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak   isteyerek aranızda koşarlardı.   İçiniz­de, onlara iyice kulak vercekler de vardır. Allah zâ­limleri gayet iyi bilir.

48. Andolsun onlar önceden de fitne çıkarmak is­temişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri galip geldi.

49. Onlardan öylesi de var ki, "bana izin ver, beni fitneye düşürme"  der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir.   Cehennem,  kâfirleri   mutlaka  kuşatacaktır.

50. Eğer sen bir iyilik elde edersen, bu durum on­ları   üzer.   Ve   eğer   sana   bir   musibet   erişirse,   "Biz önceden   işimizi sağlama almıştık." derler ve böbürle­nerek dönüp giderler.

51. De ki: "Allah'ın bizim için yazdığından baş­kası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için mü'minler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler."

52. De ki: "İki güzellikten başka bir şeyin başı­mıza gelmesini mi bekliyorsunuz? Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap verme­sini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber bekleyenleriz."

53. De ki: "İster gönüllü verin ister gönülsüz, siz­den asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."

54. Onların sadakalarının kabul edilmesini en­gelleyen, onların Allah ve Rasûlunu inkâr etmeleri, na­maza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek sadaka vermelerinden başka bir şey değildir.

55. Onların malları ya da çocukları seni imrendir­mesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların  azaplarını çoğaltmayı ve onların     canlarının kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor.

56. Onlar, mutlaka sizden olduklarına dâir Al­lah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bîr toplumdur.

57. Eğer sığınacak bir yer, yahut mağaralar veya bir delik bulsalardı, koşarak oraya yönelip giderlerdi.

58. Onlardan sadakalar hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.

59. Eğer onlar Allah ve Rasûlünün kendilerine verdiğine razı olup, "Allah bize yeter, yakında bize Al­lah da lütfundan verecek, Rasûlü de. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi.

60. Zekâtlar Allah'tan bir farz olarak ancak, yok­sullara, düşkünlere, memurlara, gönülleri ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp ci-had edenlere, yolculara mahsustur. Allah alimdir, ha­kimdir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde münafıkları ve onların cihada çıkmak­tan geri kalışlarım anlattı. Burada da onların hile, tuzak, müslümanlar ara­sında fitne çıkarma ve onların eziyete uğramalarına sevinme gibi çirkin a-mellerini açıkladı. Ayrıca, onlar müslümanlarla birlikte çıkmış olsalardı, cemaatı bölmeleri ve beraberliklerini bozmaları sebebiyle orduya zaaf ve çöküntü vermekten başka bir şey yapmayacaklarını bildirdi. Onların birçok âdî cürümlerini de açıkladı. [124]

 

Kelimelerin İzahı

 

Onların gidişatı. İnbiâs, bir şey hakkındaki davranış, gidişat demektir.

Onları geri bıraktı. Tebsît, insanı, yapmaya niyet ettiği işten geri çevirmektir.

Habâl, her şeydeki bozukluk ve kötülük, demektir. Aklı bozul­muş bunaklar için kullanılan kelimesi bu köktendir.

Mutlaka koşarlardı. süratli yürümek demektir. Şair şöyle der:

"Keşke  orada benim  bir genç  devem  olsa da,  orada hızlı  ve  süratli yürüsem." Deve hızlı yürüdüğünde denilir. Kişi kendi kendine hızlı yürüdüğü zaman denilir.[125]

Kaçıyorlar Süratle kaçtı demektir. Bu kelime, Arap­ların, gem ile zaptedilemeyen ata verdikleri serkeş" tabirinden alın­mıştır.

Seni ayıplarlar. Lemz, ayıp demektir. Bir kimse birini ayıp­ladığında   oji denilir. Cehverî şöyle der: Bunun aslı, göz ve benzeri şeylerle işaret etmektir. Çok ayıplayan kimseye  denilir.[126]

Gârimîn, borçlular. Gârim, borçlu demektir. Zeccâc şöyle der: Gurm'un asıl mânâsı, devamlı meşakkat içinde olmak; meşakkat veren şeyin kişiden ayrılmaması demektir. Garâm, meşekkatli ve devamlı azâb-tır. Aşk da, meşakkatli ve kişiden ayrılmayan bir şey olduğu için ona garâm ismi verilir. Borç insana zor geldiği için ona da "garâm" denmiştir.[127]

 

Nüzul Sebebi

 

Rasûlullah (s.a.v.) Tebük seferine çıkmak istediğinde Cidd b. Kays'a -münafık idi- şöyle dedi: Ey Vehb'in babası! Benî Asfar'la yani Rumlarla savaşarak köle ve cariyeler edinmek ister misin? Cidd şöyle dedi; Ya Rasûlullah! Kavmim, benim kadınlara düşkün olduğumu bilir. Korkarım ki, Benî Asfar'ı gördüğüm de onların kızlarına sabredemem. Beni fitneye dü­şürme. Bana savaşa gitmeme izin ver, malımla sana yardım edeyim. Rasûlullah (s.a.v.) ondan yüzçevirip, "sana izin verdim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Onlardan öylesi de vardır ki, "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der.[128]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

46. Eğer o münafıklar seninle birlikte ciha­da çıkmak isteselerdi veya sefere niyetleri olsaydı elbette silah ve erzak hazırlığı yaparlardı. Onların hazırlık yapmaları, seferden geri kalmak istediklerine bir delildir,  Fakat Allah, onların seninle beraber çıkmalarını hoş görmedi de onların azimlerini kırdı ve kalplerine tembellik verdi. Onlara, "savaştan geri kalan kadın, çocuk ve özürlülerle beraber oturun" denildi. Bu ifade, evlerinde oturmayı cihada çıkmaya tercih etmelerinden dolayı onlar için bir kınamadır. Bu âyet, münafıkların kendisiyle birlikte cihada çıkmalaları dolalyısıyla Rasûlullab (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Çünkü onların çıkmasında ne bir fayda ne de bir menfaat vardır. Aksine bunda eziyet ve zarar vardır. Bunun içindir ki, Yüce Allah şöyle buyurdu: [129]

 

47. Eğer onlar sizinle beraber çıksalardı, sizin için kötülük ve bozgunculuktan başka bir şey artırmazlardı. Aranızda süratle dedikodu yayarlardı, Onlar aranıza düş­manlık sokmak suretiyle sizin fitneye uğramınızı isterler. İçinizde de, kalpleri zayıf olup onların sözlerine kulak verecek ve onlara itaat edecekler vardır.[130] Allah, münafıkların durumunu, on­ların içlerini ve dışlarını kuşatan bir ilimle ile bilir. [131]

 

48. Onlar, Tebük seferinden önce de arkadaşlarını dağıtmak ve durumunu bozmak suretiyle sana kötülük yapmak istemişlerdi. Nitekim, Abdullah b. Ubeyy b. Selül Uhud gününde arkadaşları ile birlikte ayrılıp gitmişti. Senin için hileler düşünmüş, tuzaklar kur­muşlar ve dinini yok etmek için görüş teatisinde bulunmuşlardı. Nihayet Allah'ın yardımı geldi ve onun dini diğer dinlere üstün ve galip geldi, Halbuki onlar münafıklarından dolayı bunu iste­miyorlardı. [132]

 

49. O münafıklardan öylesi vardır ki sana "Ey Muhammedi Bana savaşa gitmeme izni ver. Sefere çıkmayı bana em­retmekle beni fitneye düşürme" der. İbn Abbas şöyle der: Bu âyet Cidd b. Kays hakkında inmiştir. RasûluIIah onu Benî Asfar'la savaşa çağırdığında o şöyle dedi: "Ya RasûluIIah! Bana, cihada gitmemek için izin ver. Beni kadınlarla fitneye düşürme.[133]  Biliniz kis onlar seferden kaç­mak istemekle fitnenin ta içine düşmüşlerdir. Hattâ daha da büyüğüne düş­müşlerdir. Bu da cihâddan geri kalma, kâfirliklerinin ve münafıklarının or­taya çıkış fitnesidir. Ebussuûd şöyle der: Burada fitne tabirinin kul­lanılması, fitnenin, öldürücü ve onların aşağıların en aşağısı olan alçaklık derekelerinde ne kadar alçaldıklarmı gösteren çukur mevkiinde kabul edil­diğini gösterir.[134]     onlar için   cehennemden kaçış yoktur. Çünkü o, onları her taraftan, bileziğin bileği kuşattığı gibi kuşatmıştır. Burada şiddetli bir tehdit vardır. [135]

 

50. Bazı savaşlarda, ister zafer ister ganimet ol­sun, sana bir iyilik gelirse, bu onları üzer. Yok eğer sana bir musibet veya sıkıntı veya bir yenilgi ve hoşa git­meyen bir şey gelirse ona sevinir ve şöyle derler: Şüphesiz biz başımıza bela gelmeden önce ihtiyatlı davrandık, tedbir aldık ve gözümüzü açtık   da savaşa çıkmadık.  Sevinçle, böbürlenerek toplantılarından dağılıp giderler.[136]

 

51. De ki: Allah katında yazılan ve bizim için takdir edilmiş olandan başka bize ne hayır ne şer, ne korku   ne ümit, ne sıkıntı ne de bolluk gelmez. O bizim yardımcımız ve koruyucumuzdur. Mü'minler işlerini Allah'a bıraksınlar, ondan başka hiçbir kimseye itimat etmesinler. [137]

 

52. Onlara de ki: Ey münafıklar toplu­luğu!   Siz   sadece  başımıza  iki   güzel  sonuçtan  birinin  ya  zafer  veya şehitliğin gelmesini bekliyorsunuz. Bunların her ikisi de güzeldir, Biz ise sizin için iki korkunç sonucun en kötüsünü bekliyoruz. Ya katından kökünüzü kesecek bir azap ile sizi helak etmesini veya bizim elimizle sizi öldürmesini bekliyoruz. Siz, bizim başımıza gelecek olanı bekleyin. Biz de sizin başınıza gelecek olanı bekliyoruz. Bu, tehdit ve azap mânâsı içeren bir sorudur. [138]

 

53. Onlara de ki, "Ey münafıklar toplu­luğu! İster gönüllü, ister gönülsüz Allah sizden onu kabul etmez. Taberî şöyle der: Bu, haber mânâsı ifade eden emir siygasıdır. Nitekim,  onlar için ister mağfiret dile, ister dileme[139]  âyetindeki emir siygası da bu mânâda kullanılmıştır. Yani, ister gönüllü harcamış olun ister gönülsüz farketmez. Sizin bu harcamanız asla kabul edilmez.[140]  Bu cümle, onların yaptıkları harcamanın reddediliş sebebini açıklar. Yani, çünkü siz Allah'a itaati terketmiş inatçı ve kibirli kimselersiniz. Yü­ce Allah daha sonra şöyle buyurarak bu mânâyı pekiştirir: [141]

 

54. Onların yaptıkları harcamaların kabul edilmesini engelleyen, sadece onların Allah ve Ra-sûlünü inkârlarıdır. Onlar namaza tembel tembel gelirler, Mallarını da istemiyerek harcarlar. Yüce Al­lah, onların yaptıkları harcamanın kabulünü engelleyen sebebin inkârları olduğunu açıkladı ve ardından bu inkârın gerektirdiği şeyi bildirdi ki, o da namaza tembel tembel gelmeleri ve Allah yolunda istemeyerek harcama yapmalarıdır Çünkü onlar bunlarla ne sevap bekliyorlar, ne de azaptan kor­kuyorlar. Namaz, bedenî amellerin en şereflisi, Allah yolunda infak ta malî işlerin en iyisi olduğu için, Allah (c.c) burada iki yüce ameli zikretmiştir.[142]

 

55. Yani, ey muhatab! Onlara verilen dünya süslerini ve onlara ihsan ettiğimiz mal ve çocukları güzel görüp de o yüzden fitneye düşme. Onlar, görünüşte bir ni­met, hakikatte ise azaptır. Ancak Allah onları dünyada cezalandırmak için, onlar farkına varmadan azaplarım artırmak istemektedir. Beyzâvî şöye der:

Onların dünyadaki azapları, mallar için gördükleri belâ ve musibetlerdir.[143]  Onlar âhireti düşünmeyi bırakıp dünya zîneti ile fay­dalanmakla meşgul iken kâfir olarak ölürler. Böylece âhiretteki azapları da şiddetlenir. [144]

 

56. Onlar, sizin gibi mü'min olduklarına dâir size Allah adına yemin ederler. Halbuki kalpleri inkâr ettiği için onlar mü'min değildir,Fakat onlar, müşrikleri öldürdüğünüz gibi, kendilerini öldürmenizden korkuyorlar. Dolayısıyla gerçek durumlarını giz­leyerek müslüman olduklarını açıklarlar ve bunu yalan yeminlerle destekliyorlar. [145]

 

57. Eğer onlar sığınabilecekleri bir kale veya giz­lenebilecekleri mağaralar, veya dar da olsa girebilecekleri bir yer bulsalar, mutlaka o tarafa döner, serkeş at gibi hızla ko­şarlar. Âyetten maksat mü'minlerin dikkatini şuna çekmektir: Münafıklar en kötü ve en âdî yerde de olsa sizden kaçabilirlerse, size karşı aşırı dere­cede kin besledikleri için mutlaka bunu yaparlar. Şu halde onların, sizinle birlikte ve sizden olduklarına dâir yalan yere ettikleri yeminlere aldan­mayın. [146]

 

58. Muhammedi Onlardan bazıları sada­kaların taksimi hususunda seni ayıplar. O sadakalardan on­lara da verirsen, senin yaptığını beğenirler, Eğer onlara, o maldan razı edecek kadar vermezsen sana kızar ve seni ayıplarlar. Tefsirciler şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) Huneyn ganimetlerini taksim edi­yordu. Münafıklardan Zülhuveysıra denilen bir adam ona gelerek şöyle dedi: "Ey Muhammedi Adaletli ol. Çünkü ganimeti âdilâne dağıtmadın. Rasûlullah  (s.a.v.) şöyle buyurdu Yazıklar  olsun  sana!  Ben  adaletli değilsem kim adaletlidir.[147]

 

59. Ey Muhammedi Seni ayıplayan o kim­seler, kendilerine verdiğin sadakalara razı olsalar ve az da olsa bu taksime kanaat etselerdi" onlar için daha iyi olurdu. Ebussuûd   şöyle der: Âyette, "Allah'ın ve Rasûlunun verdiği" denilerek Allah lafzının zikredilmesi ta­zim ifade eder ve peygamberin yaptıklarının, Allah'ın emriyle olduğuna dikkat çeker.[148]  "Allah'ın lütuf ve ihsanı bize yeter. "Allah bize rızık olarak, başka bir sadaka veya ganimet vere­cektir. "Biz Allah'a itaat etmeye, onun lütuf ve ihsanına el­bette istekliyiz." deselerdi daha iyi olurdu. Edatının cevabı mahzuftur. Takdiri; onlar için daha iyi olurdu mânâsına gelen dür. Râzi şöyle der: Bu makamda cevabın terkedilmesi, tazim ve korkutmaya daha çok delâlet eder. Bu, senin bir adama "eğer bize gelseydin" deyip de ce­vabını söylemediğin bir söze benzer. Yani, "eğer bunu yapsaydın mühim bir durumla karşılaşacaktın" demektir.[149]

Bundan sonra Yüce Allah, zekâtların harcanacakları yeri bildirerek şöyle buyurur: [150]

 

60. Taberî şöyle der: Zekâtlar sadece fakirle­re ve düşkünlere verilir. Bir de Yüce Allah'ın aşağıda zikrettiği kimselere verilir.[151]  Bu âyet zekâtların sadece bu sekiz sınıfa verilmesini gerektirir. Zekâtın, onlardan başkasına verilmesi caiz değildir. Fakir, yaşayabilecek bir miktarda malı olan kimse demektir. Miskin, hiçbir şeyi olmayan kimse­dir. Yunus şöyle der: Bir bedeviye, "sen fakir misin?" diye sordum. "Hayır vallahi, bilakis miskinim" dedi. Bir görüşe göre, miskinin durumu fakirden daha iyidir. Bu, ihtilaflı bir meseledir, Zekâtı toplayan memur­lara, müellefe-i kulûba verilir. Bunlar, Arapların ileri gelenle­rinden bir topluluktur. Rasûlullah (s.a.v), kalplerini İslama ısındırmak için onlara zekât vermiştir. Taberi, Safvan b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v) bana zekât verdi. Halbuki o ençok kızdığım kim­seydi. Bana vermeye devam etti. Neticede o benim için insanların en sevimlisi oldu.[152]  Kölelikten kurtulmaları için kölelere, borç altında ezilen borçlulara verilir. Mücahitlere ve sınır boy­larında nöbet bekleyenlere verilir. Muharebenin levazım âtından olan silah ve mühimmata harcanır. Yolda kalmış yolcuya verilir, Bunları Allah farz kıldı ve sınırlarını O belirtti. Allah, kullarının menfaatlerini pek iyi bilir. Hikmet sahibidir, hikmetinin gerektir­diğinden başkasını yapmaz. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah, münafıkların zekâta olan tamahkarlıklarını kesmek için, zekâtın sadece bu sınıflara ver­ileceğini bildirdi. Mânâ bakımından bu âyet, münafıkların sadakalar husu­sunda Hz. Peygamberi (s.a.v) ayıpladıklarını ifade eden âyet ile irti­batlıdır.[153]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Onun için hazırlık yaparlardı." Burada, ile ke­limeleri arasında iştikak cinası vardır. oturanlarla beraber oturun" cümlesinde de aynı sanat vardır.

2. aranızda koşarlardı." Tîybî şöyle der: Bunda istiare-i tebeıyye vardır. Onların koğuculuk yapmak suretiyle ara bozmalarının sür'ati, binicinin yürüyüş sür'atine benzetildi. Sonra bu sür'ati ifade etmek için, deve için kullanılan kelimesi istiare edildi. Bunun aslı şöyledir. "Onlar, koğuculuk bineklerini aranızda koştururlar.[154]

3. Cehennem kafirleri, mutlaka kuşatacaktır." Burada da istiare vardır. Zira onların cehenneme düşüşü, düşmanın orduyu kuşatmasına veya bileziğin bileği kuşatmasına benzetilmiştir. İsim cümle­sinin tercih edilmesi, kuşatma olmayanın sabit ve devamlı olduğunu gös­termek içindir.

4. Sana bir iyilik gelirse onları üzer, eğer sana bir kötülük gelirse..." Burada, edebî sanatlardan mukabele denilen sanat vardır.

5. Mü'minler işlerini sadece Allah'a bıraksın." Burada kasr ifade etmek için, harf-i çerle mecruru fiilden önce getirilmiştir. Zamir yerine Allah lafzının getirilmesi ise korku ve heybeti artırmak içindir.

6. İsteyerek veya istemeyerek" bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır. Aynı şekilde, razı olur­lardı. Sadakadan onlara verilmeyince, hemen kızarlar." cümlesinde de, ve kelimeleri arasında da tıbak sanatı vardır.

7. Burada vezni mübalağa ifade eder. Yani Allah'ın ilmi ve hikmeti büyüktür. [155]

 

Bir Nükte

 

Zemahşerî, "Oturanlarla beraber oturun" mealindeki âyetin tefsirinde şöyle der: Bu; onları kınama, acizliklerini bildirme ve evlerde oturma ve yatma durumunda kalan kadın, çocuk ve kötürümlerle bir tutmaktır.[156]  Nite­kim şâir şöyle der:

İyi meziyetleri bırak. Onları aramak için dolaşma. Otur. çünkü sen yiyici ve giyicisin. [157]

 

Bir Uyarı

 

İbn Kesir şöyle der: Rasülullah (s.a.v.) Medine'ye gelince bütün Ara­plar ona karşı savaşta ittifak ettiler. Medine'nin yahudi ve münafıkları da ona cephe aldılar. Allah onu Bedir günü muzaffer kılıp dinini yüceltince Abdullah b. Übeyy ve arkadaşları şöyle dedi: Bu, gelişmekte olan olaydır. "Bunun üzerine görünüşte İslâm'a girdiler. Sonra da Allah İslâm'ı ve müslümanları güçlendirdikçe bu durum onları kızdırdı ve üzdü. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah; Onlar İstemedikleri halde, Al-lah'in emri galip geldi." buyurdu.[158]

 

61. Münafıklardan, "O peygamber, bir kulaktır." diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: "O, sî­zin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, mü'minlere güvenir ve o sizden iman edenler için de bir  rahmettir.  Allah'ın  Rasûlüne eziyet  edenler  için acıklı bir azap vardır."

62. Sizin rızanızı almak için  size gelip Allah'a andiçerler. Eğer mü'nıin iseler Allah ve Rasûlünü razı etmeleri daha doğrudur.

63. Bilmediler mi ki: Kim Allah ve Rasûl'üne kar­şı koyarsa elbette onun için, içinde ebedî kalacağı ce­hennem ateşi vardır. İşte bu büyük rüsvayliktır.

64. Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine ha­ber  verecek  bir  sûrenin  mü'minlere  indirilmesinden çekinirler. De ki: "Siz alay edin! Allah o çekindiğimiz şeyi ortaya çıkaracaktır."

65. Eğer onlara, sorarsan, elbette: "Biz sâdece lâfa dalmış şakalaşıyorduk." derler. De ki: "Allah ile, O1-nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyor­dunuz?"

66. Özür dilemeyin, çünkü siz îman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden bir gurubu bağışlasak bile bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edece­ğiz.

67. Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbir-lerindendir. Çünkü onlar kötülüğü emreder, iyilikten alıkorlar. Ve onlar ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu! münafıklar fasikların kendileridir.

68. Allah erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini va'detti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir! Onlar için devamlı bir azap vardır.

69. Siz de, sizden öncekiler gibisiniz. Onlar siz­den kuvvetçe daha üstün, mal ve evlâtça daha çok idiler. Onlar paylarına  düşenden  faydalandılar.  İşte  sizden öncekiler nasıl paylarına  düşenden faydalandıysalar Siz de payınıza düşenden faydalandınız ve bâtıla dalan­lar gibi siz de daldınız. İşte bunların amelleri dünyada da âhirette de boşa gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayan­ların kendileridir.

70. Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd   kavimlerinin,   İbrahim   kavminin,   Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mu'cizeler getirmişti. Al­lah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi ken­dilerine zulmetmekte idiler.

71. Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbir­lerinin dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Al­lah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah hikmet sahibidir.

72. Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından ırmaklar akan cen­netler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'detti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük ka­zanç da budur.

73. Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!

74. Söylemediklerine dâir Allah'a yemin ediyor­lar. Halbuki o küfür sözünü elbette söylediler ve müslü-man olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye de yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resulü kendi lütufIar   onları zenginleştirdiği için ayıpla almaya kal­kıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eğer yüzçevirirlerse Allah onları dünyada da, âhi-rette de acıklı bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de yardımcısı vardır.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Bu âyet-i kerimeler münafıkların tehlikelerini açıklamak ve mü1-minleri onların tuzaklarından sakındırmak için onlardan bahsetmeye de­vam ediyor. Yüce Allah bu âyetlerde onların çirkin davranışlarından başka bir türü sergilemektedir. O da, münafıkların Rasûlullah (s.a.v)'a eziyet et­meleri, yalan yere yemine cüret etmeleri, Allah'ın âyetleri ve temiz şeriatiyle alay etmeleri ve yerinde zikredilen benzeri kötü ameller ve çirkin fiillerdir. [159]

 

Kelimelerin İzahı

 

Üzün, kulak demektir. Cevheri şöyle der: Bir kimse herkesin sözüne kulak verir, dinlerse ona, kulak adam" denilir. Bu mânâda müfredi ve çoğulu birdir.[160] Zemahşerî şöyle der: Üzün, işittiği her şeyi tas­dik eden ve herkesin sözünü kabul eden adam demektir. Kendisine, işitme âleti olan azanın ismi verilmiştir.[161]   Şâir şöyle der:

Ben jurnalcıların işiten kulağı oldum. Herkes bana sövüyor. İstesem sövemezler.

Karşı koyarsa... karşı koymak ve düşmanlık etmek de­mektir. gibi. Musakka, iki hasımdan herbirinin, karşısındakinin bulun­madığı taraf ve şıkta olmasıdır.

Nasipleri nasip demektir, Daha önce geçen Onun ahirette bir nasibi yoktur[162] âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Daldınız. eğlence ve boş işe girmek demektir. Suya dal­mak yerine istiare edilmiştir.

Boşa gitti, sevabı yok oldu.

Mü'tefikât, alt üst olan şehirler. dJliusl alt üst olmak de­mektir. Bunlardan maksat Lût kavmidir. Çünkü onların yurdu alt üst olmuş­tur. Bir görüşe göre, onların hallerinin hayırdan şerre dönmesinden mecaz­dır. İbn Rumî'nin şu şiirinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Batmak, bir ülkedeki alçakların yüksek kabul edilmesi değildir. Bila­kis batmak rezillerin yönetici olmasıdır. [163]

 

Nüzul Sebebi

 

a. Münafıklardan bir grup Rasûlullah (s.a.v.)'a eziyet ediyorlar ve onun hakkında yakışıksız sözler söylüyorlardı. Bazıları: "Bunu yapmayın. Söylediklerinizin ona ulaşmasından ve bizi cezalandırmasından korkuyo­ruz." dediler. Cülâs b. Süveyd şöyle dedi: "Biz istediğimizi söyleriz. Sonra ona geliriz, o bizim söylediklerimize inanır. O, sadece dinleyen bir ku­laktır." Bunun üzerine Yüce Allah " Münafıklardan, "O bir kulaktır" diyerek peygamberi üzenler vardır" âyetini indirdi.[164]

b. Mücâhid  şöyle  der:   "Münafıklar  kendi   aralarında  Rasûlullah (s.a.v.)'ı ayıplıyor, sonra da: "Umulur ki Allah sırrımızı açığa vurmaz." di­yorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah[165]  Münafıklar kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü'minlere inmesinden çekinirler." âyetini indirdi.[166]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

61. Münafıklardan bazıları, söz ve davranışları ile Rasûlullah (s.a.v.)'ı üzüyorlar, O işittiği her haberi doğrulayan bir kulaktır." diyorlar. De ki: O sizin, için bir hayır kulağıdır. Şer kulağı değildir. Hayrı dinler ve onunla amel eder. Şerri dinlediğinde onunla amel etmez.  Buyurduğu hususlarda Allah'ı taksdik   eder,   samimiyetlerini   bildiği   için   haber   verdiği   hususlarda mü'mmleri tasdik eder. mü'minler için bir rahmettir. Çünkü iman etmelerine sebep odur.  Allah'ın rasûlünü ayıplayan ve onun yüce zâtına yakışmayan sözleri söyleyenler var ya, işte onlar için ahirette elem verici azap vardır. [167]

 

62. Yeminleriyle sizi hoşnut etmek için pey­gamberde bir kusur bulunduğunu ifade eden bir söz söylemediklerine dâir size yemin ederler, Halbuki Yüce Allah ve onun Rasûlü, hoşnut edilmeye daha layıktır. Bu da ancak itaatla, ona uymakla ve onun emrine saygı göstermekle olur. Eğer gerçekten inanıyor­larsa, Allah'ı ve Rasûlünü razı etsinler. [168]

 

63. O münafıklar bilmiyorlar mı ki, kim Allah ve Rasûlüne düşmanlık ve muhalefet ederse onun cehenneme girmesi ve orada ebedî kalması muhakkaktır. Bu soru kınama ifade eder. İşte bu büyük zillet, rüsvaylıkla birlikte büyük bir bedbahtlıktır. Çünkü onlar, milletin gözü önünde rezil edilecek­lerdir. [169]

 

64. Münafıklar hak­larında, kalplerindeki nifakı açığa çıkaracak bir sûrenin inmesinden kor­kuyorlar. De ki, Allah'ın dini ile istediğiniz gibi alay ediniz. Bu, tehdit ifade eden bir emirdir. İstediğinizi yapın.[170]  âyetindeki emre benzer, Şüphesiz Allah, gizlediğiniz ve meydana çıkmasından  korktuğunuz  nifakı  açaklayacaktır.   Zemahşerî şöyle der: "İslam ile alay ediyorlar ve Allah'ın vahy ile kendilerini rezil etmesinden de sakınıyorlardı. Hattâ bazıları şöyle diyordu: "Vallahi ben, bizi Allah'ın en kötü mahluğu görüyorum. Hakkımızda birşey inip de bizi rezil etmek­tense, yüz sopa  yemeyi tercih ederim.[171]

 

65. Muhammed! O münafıklara, İslam'ın ve senin hakkında söyledikleri boş ve yalan sözleri sorsan, mutlaka sana: "Biz ciddi değildi, sadece dinlenmek için şakalaşıp oynuyorduk" der­ler. Taberî şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk seferine giderken, yanında münafıklardan bir grup vardı. Onlar şöyle dediler: "Şu adama bakın. Şam saraylarını ve kalelerini fethetmek istiyor. Bu, olacak iş mi? Ne kadar uzak!" Allah, onların bu durumunu Rasûlüne bildirdi. Rasûlullah (s.a.v.) on­lara gelerek: "Siz şöyle şöyle söylediniz." dedi. Münafıklar: "Ya Rasûlullah! Biz sadece oyun ve eğlenceye dalmıştık." dediler. Bunun üzerine şu âyet indi.[172]  Ya Muhammed! O mü­nafıklara de ki: Allah'ın dini, şeriatı, kitabı ve Resulü ile mi alay ediyorsu­nuz? Bu som kınama ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah onların durum­larını ortaya çıkarıp rezil ederek şöyle buyurdu. [173]

 

66. Bu yalan yeminlerle özür dilemeyin. Çünkü, durumunuz ortaya çıktıktan sonra o yeminler size fayda vermez. Siz imanınızı açıkladıktan sonra, Rasûlullah'a (s.a.v.) eziyet etmek suretiy­le kâfirliğinizi ortaya koydunuz, Tevbe ve ihlasları sebe­biyle sizden bir grubu bağışlasak da başka bir gru­ba ceza vereceğiz. Çünkü onlar münafıklıkta ve cürüm işlemede ısrar ettil­er. [174]

 

67. Münafık erkeklerle münafık kadınlar bir tek sınıftır. Onlar bir şeyin cüzlerinin birbirine benzediği gibi, nifakta ve imandan uzak olma hususunda birbirlerine benzerler. Zemahşerî şöyle der:   "Ayette geçen,  onlar birbirlerindendir." sözü  İle, münafıkların mü'minlerden olmadığı ve mutlaka siz­den olduklarına dâir yemin ederler.[175]  âyetinde bildirilen yeminlerinde ya­lancı oldukları gösterilmek istenmiştir.[176]  Yüce Allah bundan sonra, on­ların durumlarının mü'minlerin durumlarına muhalif olduğunu gösteren şeyleri anlatmak üzere şöyle buyurdu. Onlar, inkâr etmeyi ve masiyet işlemeyi emrederler; iman ve itaati yasaklarlar. Allah yolunda harcamaktan ellerini tutarlar. Al­lah'a itaati bıraktılar, Allah da onları rahmetinden ve lütfundan uzak­laştırdı. Ve onları unutulmuş kimseler haline getirdi. Çünkü münafıklar tam manâsıyla inat ve isyan içindedirler ve Allah'a itaatten çıkmışlardır. Münafıklara engel olmak için Allah yeter. [177]

 

68. Allah münafıklara ve açıktan inkâr edenlere, kendilerini cehenneme sevkedeceğini onlara vaadetti. Orada ebedî kalacaklardır. Azap hususunda ateş onlara yeter. Çünkü orada ona denk gelecek hiçbir azap yoktur. Allah onları rah­metinden uzaklaştırdı ve onları hor düşürdü, Onlar için ke­silmeyen ebedî ateş vardır. [178]

 

69. münafıklar topluluğu! Sizin durumunuz sizden önceki münafıkların durumu gibidir. Burada üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs kipine dönüş vardır. Onlar vücutça sizden daha güçlü, kuvvet bakımından sizden daha fazla idiler, onların malları daha bol, evlatları daha çoktu. Buna rağmen Allah, onları helak etti. Onların başına gelenin, sizin başınıza da gelmesiden sakının, Onlar, dünyanın lezzetli nimetlerinden nasiplerini aldılar. Sizden öncekiler dünyanın lezzetli nimetle­rinden nasiplerini aldıkları gibi, siz de dünya lezzetlerinden ve şehvetlerinden payınızı aldınız. Onların bâtıla ve sapıklığa daldıkları gibi, siz de bâtıla ve sapıklığa daldınız. Taberî şöyle der: "Yani, ey münafıklar! Siz de dünyadan faydalanma hususunda önceki milletlerin girdiği yola girdiniz. Önceki milletlerin daldığı gibi, siz de Allah'a karşı yalan ve boş şeylere daldınız.  Şu halde Allah'ın azabından ve. onların başına gelenlerin bir   benzerinin sizin de başınıza gelmesinden sakının.[179]

Bu anlatılan çirkin vasıfları taşıyan o kim­selerin amelleri boşa gitmiştir. O amellerin karşılığı sadece ateştir. Onlar, tam manâsıyla ziyana uğrayanlardır. [180]

 

70. O münafıklara geçmiş ümmetlerin haberi gelmedi mi? Onlar peygamberlere isyan ettiklerinde, Allah'ın azabından onların başına neler geldi?

Onlar Tufanla helak edilen Nuh kavmi, rüzgar ile helak edilen Ad (yani Hûd) kavmi, şiddetli gürültü ile helak edilen Semûd (Salih'in) kavmi, nimetin ellerinden alınmasıyla helak edilen İbrahim (a.s.)'in kavmi, gölge gününün azabıyla helak edilen Şuayb kavmi, ve günahları yüzünden şehirleri altüst olan ve başlarına pişirilmiş taş yağdırılar Lût kavminin şehirlerinde yaşayan insan­lardır, Peygamberleri onlara mucizeler getirdi, fakat onları yalanladılar. Allah onları zulmen helak etmedi, onları sa­dece suçları yüzünden helak etti. Fakat onlar inkâr etmek ve masiyet işlemekle kendilerine zulmettiler. O münafıklar, kendi­lerinden intikam alınması hususunda, önceki suçlu yalancılara uygulanan cezanın kendilerine uygulanmayacağından emin mi oldular?

Yüce Allah münafıkların kötü sıfatlarını  anlattıktan   sonra mü'minlerin iyi sıfatlarını anlatır ve şöyle buyurur:[181]

 

71. Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin dostu yani din kardeşidirler. Birbirlerine yardım eder ve birbir­lerini destekti erler. İnsanlara, Allah'ın razı ola­cağı her türlü hayır ve güzelliği emrederler; Allah'ın kızacağı her türlü çirkin şeyden onları nehyederler. Onlar, kötülüğü emreden ve iyilikten neh-yeden münafıkların aksidir. Namazı mükemmel bir şekilde kı­larlar. Allah'ın rızasını kazanmak için, zekâtı da hak sahiple­rine verirler, Her emir ve yasak hususunda Allah'a ve Rasû-lüne itaat ederler. dkîjl İşte onları Allah rahmetine sokacak ve onlara yüce nimetlerini bolca verecektir, Allah azîzdir. Ona ita­at eden mağlup edilmez, ona isyan eden ise zelil olur. Hikmet sahibi­dir. Nimet verme ve cezalandırma hususunda, hikmetine göre her şeyi yerli yerine koyar. [182]

 

72. Allah mü'minlerin i-inanlarına karşılık onlara gölgeleri bol cennetler vaadetti. Onların ağaçları altından ırmaklar akmaktadır. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Onlar için oranın nimetleri ne yok olacak ne de zeval bulacak. Allah onlara ebediyen kalacakları cennetlerde mutlu bir hayat sürecekleri evler vaadetti. Hasan-ı Basrî der ki: Bu evler inciden, kırmızı yakuttan ve zeberced'den yapılmış köşklerdir.[183]  Allah'ın az bir rızası, bunların hepsinden daha büyüktür. Hadiste şöyle buyrul-muştur: "Yüce Allah, cennet ehline, ey cennet ehli!" der. Onlar da, Ey Rabbimiz, icabet sana taatine tekrar müsaade" derler. Allah: "Razı oldunuz mu? der. Onlar: "Mahlukatından hiç kimseye vermediğin şeyi bize verdiğin halde, biz niye razı olmayalım." derler. Allah şöyle buyurur: "Ben size bun­dan daha üstününü vereceğim." Cennet ehli: "Hangi şey bundan daha üstündür?" derler. Allah: "Size rızamı helal kılıyorum. Bundan sonra asla size kızmayacağım. Der[184]  İşte en büyük kurtuluş da budur. Bundan daha büyük bir mutluluk yoktur. [185]

 

73. Ey peygamber! kafirlere  ve münafıklara karşı cihad et. İbn Abbas şöyle der: "Yani, kafirlere karşı kılıçla, münafıklara karşı da dil ile cihad et. Cihad, savaş ve kor­kutmak suretiyle onlara karşı sert davran. Onların meskenleri ve barınakları cehennemdir. Cehennem, kendisine varılacak ne kötü bir yerdir. [186]

 

74. Münafıklar kendilerinden sana ulaşan küfürlü sözleri söylemediklerine dâir yemin ediyorlar. Katâde şöyle der; "Bu âyet Abdullah b. Ubeyy hakkında indi. Vakıa şöyle oldu: Cühenî kabilesinden bir adam ile Ensar'dan biri birbirleriyle vuruştular. Cühenî, Ensardan olana galip geldi. İbn Selûl Ensara şöyle dedi: Kardeşinize yardım etmeyecek misiniz? Vallahi, bizimle Muhammed'in durumu, "Besle köpeğini, yesin seni" diyenin sözüne uymaktadır. Müslümanlardan biri, bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.) durumu ona sormak üzere bir adam gönderdi. Bunun üzerine İbn Selûl, öyle bir şey söylemediğine dâir yemin etmeye başladı. İşte bu olay üzerine Yüce Allah onun hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi[187]  Halbuki o küfür sözünü elbette söylemişlerdi. O da, İbn Selûl'ün şu sözüdür: Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün olan en alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır.[188]  Daha önce müslüman ol­duklarını açıkladıkları halde, daha sonra kâfir olduklarını ortaya koydular. Başaramadıkları bir şeye de yeltendiler. İbn Kesîr şöyle der: Bunlar, münafıklardan bir grup olup, Tebük seferinden döndüğünde Ra­sûlullah (s.a.v.)'ı Öldürmek istemişlerdi. On küsur kişi idiler.[189] Peygamber (s.a.v.)'in onların nezdinde herhangi bir günahı olmadığı halde, sırf onun feyz ve bereketiyle Allah'ın müslümanları zenginleştirmesinden dolayı, Rasûlullah'ı ayıplamaya kalkıştılar. Bu ifade, suçsuz yere ayıplama yapılan yerlerde kullanılır. Bundan sonra Yüce Allah onları tevbeye davet ederek şöyle buyurdu: Eğer onlar nifaktan vazgeçerlerse, onların bu vazgeçişleri ve tevbeleri, kendileri için daha hayırlı ve daha iyi olur. Yok eğer yüzçevirirler de nifakta ısrar .ederlerse, Allah onları elem verici, şiddetli bir azap ile cezalandırır. Bu ceza, dünyada öldürülmeleri ve esir edilme­leri, âhirette ise, ateşe atılmaları ve Allah'ın gazabına uğramaları ile olur. Onları azaptan kurtaracak veya hesap gününde onlara şefaat edecek  herhangi bir kimse yoktur. [190]

 

Edebî Sanatlar

 

1. O bir kulaktır." Bunun aslı "O, her söyleneni dinleyen kulak gibidir," şeklindedir. Bu ifadeden teşbinh edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve teşbih-i beliğ olmuştur, "Zeyd Aslandır" ifadesine benzer.

2. Allah'ın rasûlüne eziyet ediyorlar." Burada Rasûlul­lah (s.a.v.)'in şanını yüceltmek ve nübüvvet ve risâlet gibi iki büyük merte­beyi onda toplamak maksadıyla ona eziyet ederler" şeklindeki zamir yerine kelimesi getirildi. Kelimesinin lafzına izafeti ise, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.[191]

3. İşte büyük rezillik budur." Bu rezillik ve rüsvaylığın korkunçluk ve şiddetinin büyüklüğünü bildirmek için yakında olan bir şey, uzaklık ifade eden ismi işaretle gösterilmiştir.

4. Ellerini sıkı tutarlar." Eli sıkı tutmak, cimrilikten kinayedir. Nitkekim, "eli açmak" da cömertlik ve iyilikten kinayedir.

5. Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu." Bu ifade müşâkele bâbındandır. Çünkü Allah unutmaz. Yani Onlar Allah'a itaati bı­raktılar. Allah da onları rahmetinden ayırdı.

6. Sizden öncekiler gibi" burada daha fazla kınamak ve azarlamak için, üçüncü şahıs kipinden, ikinci şahıs kipine dönüş vardır.

7. Kendi paylarından istifade ettiler." Burada itnab vardır. Bundan maksat, nefis şeyler yerine adi şeylerle meşgul olmalarını yerme ve kınamadır.

8. Münafıklar, sırf Allah müslümanlan zengin kıldı diye onları ayıplarlar." Bu âyette, zemme benzeyen bir şeyle, medhin te'kit edilmesi vardır. Bu, şöyle diyenin sözüne benzer: "Onların bir kusuru yoktur. Ancak, çok vuruşmaktan kılıçları eğrilmiştir. [192]

 

Faydalı Bilgiler

 

İbn kesir, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.) dört kılıçla gönderildi. Birincisi, müşrikler için Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.[193]  İkin­cisi, Ehl-i kitab için: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlara karşı savaşın.[194]  Üçün­cüsü münafıklar için: Kafirler ve münafıklarla cihat et.[195]   Dördüncüsü âsiler için: Allah'ın buy­ruğuna dönünceye kadar, âsilerle savaşın.[196]

 

Bir Nükte

 

İmam Fahreddin Râzî şöyle der: "Yüce Allah mü'minlerin birbirleri­nin dostu olduğunu açıkladıktan sonra mü'mini münafıktan ayıran beş husu­su zikretti: Münafık kötülüğü emreder, iyilikten nehyeder. Namaza tembel tembel kalkar, zekâtı ve diğer vazifelerinin ifası hususunda cimrilik yapar, cihada koşmaz, emredildiğinde geri kalır ve başkalarını da geri bırakır. Mü'min bunun aksini yapar. O iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, namazı en mükemmel bir şekilde edâ eder, zekâtı verir, Allah ve Rasûlüne itaata koşar. İşte bundan dolayı Yüce Allah, mü'minlerin sıfatlarıyla münafıkların sıfatlarını şu sözü ile mukayese etti: "Mü'min erkekler ile mü'min kadınlar birbirlerini dostudur. Onlar iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler.[197]  Aynı şekilde Yüce Allah, ceza ve mükafat hususunda da cehennem ateşi ile cen­net arasında mukayese yaptı. Bu, çok güzel bir karşılaştırmadır.[198]

 

75. Onlardan kimi de, "Eğer Allah lütuf ve kere­minden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve el­bette biz sâlihlerden olacağız!" diye Allah'a andiçti.

76. Fakat Allah lütfundan onlara verince, onda cimrilik edip yüzçevirerek sözlerinden döndüler.

77. Nihayet, Allah'a verdikleri sözden döndükle­rinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah, kendi­siyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak soktu.

78. (Münafıklar), Allah'ın, onların sırrını da, fı­sıltılarını da bildiğini ve Allah'ın, gaybları bilici oldu­ğunu anlamadılar mı?

79. Sadakalar hususunda, mü'minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulama­yanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için acıklı azap vardır.

80. Onlar için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah onları asla affetme­yecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerin­den ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete er­dirmez.

81. Allah'ın Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar oturmaları ile  sevindiler,  mallarıyla,  canla­rıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve, "Bu sıcakta sefere çıkmayın" dediler. De ki: "Cehen­nem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı!

82. Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar!

83. Eğer Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: "Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz ilk seferde yerinizde kalmaya razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!

84. Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kıl­ma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.

85. Onların malları ve çocukları seni imrendirme­sin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onlara azap etmeyi ve  onların  canlarının  kâfir  olarak  zorlukla çıkmasını istiyor.

86. "Allah'a inanın, Resulü ile beraber cihâd edin." diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve "Bizi bırak otu­ranlarla beraber olalım." dediler.

87. Geride kalan kadınlarla beraber olmağa razı oldular, onların kalblerine mühür vuruldu. Bu yüzden onlar anlamazlar.

88. Fakat Peygamber ve onunla beraber inanan­lar, mallarıyla, canlarıyla cihâd ettiler. İşte bütün ha­yırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendi­leridir.

89. Allah, onlar için, içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, büyük bir zaferdir.

90. Bedevilerden, özür bahane edenler, kendile­rine izin verilsin diye geldiler. Allah ve Resulüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara acıklı bir azap erişecektir.

91. Allah ve Resulü için öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve harcayacak bir şey bulamayanla­ra günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.

92. Kendilerine binek sağlaman için sana geldik­lerinde, "Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum." de­yince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı ü-züntüden gözleri yaş dökerek dönen kimseler aleyhine de bir şey yoktur.

93. Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde sen­den izin isteyenleredir. Çünkü onlar geri kalan kadın­larla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların kal-blerini mühürledi, artık onlar bilmezler.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Bu mübarek âyetler İslama ve müslümanlara karşı olan korkunç tehli­kelerini dikkate alarak münafıklardan bahsetmeye, sırlarım ortaya çıkarıp onları rezîl etmeye ve hallerini açıklamaya devam eder. [199]

 

Kelimelerin İzahı

 

Sonunda Allah onların kalplerine nifak verdi. Leys şöyle der: Bir kimsenin işinin sonu pişmanlık olursa, denilir. Bir kim­seye, yediği bir şey sebebiyle bir hastalık gelirse, denilir. Hûzelî şöyle der:

Oğullarım öldü. Mutluluktan sonra bana dinmeyen gözyaşı ve hasret bıraktılar.[200]

Sırrahüm, sırları. Sır, kalpte saklanan şeydir. Necvâhum, fısıltıları. Necvâ, iki veya daha çok kişi arasında geçen konuşma. Gizli söz mânâsına gelen necve'den alınmıştır. Gizli ko­nuşan iki kişi, sanki kendilerinden başkasını aralarına sokmayı engellerler. Ayıplıyorlar. Lemz, ayıp demektir.

Muhallefûn, geri bırakılanlar demektir, cihattan geri kalması sebebiyle "terkedilen kişi" manasınadır. Tavl, zenginlik.

Muazzirûn, Özür beyan edenler. Bu, veznindeki keli­mesinin çoğuludur. Muazzir, özrü olmadığı halde özür beyan eden demek­tir. Cevheri şöyle der: "O, yalan mazeret ileri süren kimsedir.[201]  Bunun aslı kökündendir. Darb-ı meselde denilmiştir. Yani, sona ge­lip de seni uyaran, başına gelecekler hususunda son derece mazurdur.[202]

 

Nüzul Sebebi

 

a) Rivayet olunduğuna göre Sa'lebe adında bir adam Rasûlullah (s.a.v.)' gelerek: "Ya Rasûlullah! dedi. Bana mal verilmesi için Allah'a dua et." Rasûlullah (s.a.v.): "Ey Selebe! Vah sana! Şükrünü edâ ettiğin az mal, şükredemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır." buyurdu. Sa'lebe şöyle dedi: Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, eğer bana mal vermesi için Allah'a dua edersen, bütün hak sahiplerinin hakkını mutlaka vere­ceğim." Sa'lebe sürekli olarak Rasûlullah'a baş vurdu. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.) onun için dua etti. Sa'lebe koyunculuğa başladı. Koyun, organik maddelerdeki kurt gibi üredi. Medine ona dar geldi. Oradan dışarı çıkıp, Medine vadilerinden bir vadiye indi. Nihayet Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılmaya diğerlerini terketmeye başladı. Daha sonra koyun o ka­dar arttı ve çoğaldı ki, Sa'lebe cuma namazını ve cemaatı terketti. Rasû­lullah (s.a.v.) onun durumunu sordu. Ashab onun hakkında Rasûlullah (s.a.v.)'a bilgi verdi. Rasûlullah (s.a.v.), üç defa: "Vah Sa'lebe!." dedi. Bu­nun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi. Onlardan kimi de, "Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz" diye Allah'a and içti.[203]  Sa'lebe Hz. Osman'ın ha­lifeliği zamanında öldü.

b) Abdullah b. Ömer'in radıyallâhu anhumâ şöyle dediği rivayet edi­lir: "Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy ölünce, oğlu Rasûlullah'a gele­rek, babasını kefenlemek için, gömleğini ona vermesini istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da gömleğini ona verdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'tan, babasının ce­naze namazını kılmasını istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da, onun namazım kılmak için kalktı. Hz. Ömer (r.a.) kalkıp dedi ki: "Ya Rasûlullah! Allah'ın düşmanının cenaze namazım mı kılıyorsun?" Rasûlullah (s.a.v.): "Beni serbest bırak, yâ Ömer! Çünkü ben serbest bırakıldım da bunu seçtim. Zira bana Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme[204]  denildi. Eğer yetmişden fazla af dilediğim takdirde affedileceğini bilsem, elbette daha fazla af dilerim." Sonra Rasûlullah (s.a.v.) onun namazını kıldı, cenazesi ile beraber yürüdü ve kabri başında durdu: Az geçmeden Yüce Allah şu âyeti indirdi.[205]  Onlardan ölmüş olan hiçbir kimsenin asla namazını kılma.[206]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

75. Münafıklardan Allah'a şu şekilde söz verenler var. Eğer Allah bize lütfundan verir, rızkımızı genişletirse mutlaka fakir ve yoksullara sadaka vereceğiz, o nimet içinde yaşarken, hayır ve hasenat ehli kişilerin yaptığı ameli biz de yapa­cağız[207]

 

76. Fakat Allah lütfundan rızık verip onları zengin kılınca, Allah yolunda harcamada cimrilik göster­diler, verdikleri sözde durmadılar, Allah ve Rasülüne itaatten yüzçevirdiler. [208]

 

77. Neticede Allah, kendisiyle karşılacakları güne kadar onların kalbine nifakı iyice yerleştirdi. Çünkü onlar, sadaka vereceklerine, hayır ve hasenatta bulunacak­larına dâir Allah'a verdikleri sözden döndüler. Bir de iman ve ihsan hususundaki iddialarında yalan söylediler. [209]

 

78. Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Yani o münafıklar bilmiyorlar mı ki,   Allah onların sırlarını ve halle­rini kalplerinde gizlediklerini ve aralarında konuştuklarını biliyor?  Bilmiyorlar mı ki, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği,  duyu organlarının hissetmediği şeyler bile Allah'a gizli kalmaz? [210]

 

79. Mü'minlerden gönüllü ola­rak sadaka verip teberru da bulunanları ayıplayanlar, Aynı şekilde güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları da ayıplayıp alay edenler var ya, Allah onların cezasını verecektir. Taberi İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)'a kırk ukiyye[211] altın getirdi. Ensar'dan birisi de bir sa (bir Ölçek) hurma getirdi. Bunu gören bazı münafıklar: Abdurrahman, getir­diklerini gösteriş için getirdi. Bu sa' bir hurmaya ise, Allah ve Rasûlünün ihtiyaç:yoktur." dediler. Bunun üzerine bu âyet indi.[212]  Allah, onların alaylarının karşılığını verdi. Bu, müşâkele bâbındandır.[213]  Onlar için elem verici bir azap vardır. Bu da ahiretteki ebedî azaptır. [214]

 

80. Bu iki kelime emir kipi olup haber mânâsı ifade ederler. Yani ey Muhammed! Sen o münafıklar için af dilemiş olsan da, olmasan da, Allah onları asla affetmeyecektir.  Zemahşerî şöyle der: 70 sayısı, Arap dilinde, bir şeyin çok­luğunu ifade etmek için misal olarak kullanılan bir kelimedir.[215] Yani on­lar için ne kadar çok af dilersen dile ve bu hususta ne kadar ileri gidersen git, Allah onları asla affetmeyecek, Onların affedilmemeleri, Allah ve Rasûlünü çirkin bir şekilde yalanlamaları yüzündendir. Zira onlar iman ettiklerini açıkladılar ve inkârlarını gizlediler Allah, kendisine itaat etmeyenleri, iman etmeye muvaffak kılmaz ve onları mutluluk yoluna iletmez. [216]

 

81. Rasûlullah (s.a.v.) Tebük seferine çıktığında geride kalan münafıklar, geri kalmalarına sevindiler. Bunu, sefere çıkarken Rasûlullah (s.a.v.)'e muhalefet için yaptılar ve evlerinde otur­dular.  Kalplerinde bulunan kâfirlik ve münafıklıktan dolayı rahatı tercih ettikleri, canlarının ve mallarının tel­ef olmasından korktukları için cihada çıkmaktan hoşlanmadılar. Onlar bir­birlerine, bu sıcak zamanda cihada çıkmayın" dediler. Bunu, Rasûlullah (s.a.v.) onları şiddetli sıcak bir zamanda sefere çıkmaya çağırdığında demişlerdi. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah'ını "Gazaya çık­mayı hoş görmediler" yerine, "Allah yolunda canlarıyla mallanyle cihat et­meyi hoş görmediler" demesinin sebebi: Allah yolunda cihat etmek en yüce isteklerden ve insanların, uğrunda birbirleriyle yarışması gereken en şerefli gayelerden olmasına rağmen ondan hoşlanmadıklarını bildirmektir.

Nitekim onlar Rasûhıllah (s.a.v.)'a muhalefet için, gazadan geri kalmak gibi en çirkin davranışlarıyle sevinmişlerdi. Onlar, kendi aralarında şer ve fesadı tavsiye ederek kardeşlerine: "bu sıcakta gazaya çıkmayın" dediler. Böylece kendilerinde inkâr ve sapıklıktan üç hasleti bir araya getirdiler. Bunlar gazadan geri kalmaya sevinmek, cihattan hoşlanmamak ve başkalarını da bundan alıkoymaktır.[217]  Yüce Allah onların sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Ey Muhammedi Onlara de ki: Ci­hattan geri kalmanızdan dolayı gideceğiniz cehennem ateşi, sakındığınız bu bilinen sıcaktan daha sıcaktır. Çünkü dünyanın sıcağı geçicidir, ebedi değildir. Cehennemin sıcağı ise daimîdir, hiç kesilmez. Niçin cehennem ateşinden sakınmıyorsunuz? Zemahşerî şöyle der: Bu cümle onların câhil olduğunu ifade eder. Çünkü bir kimse bir saatlik bir meşakkatten korunur da, bu yüzden ebedî meşakkate düşerse, o kimse bütün câhillerden daha câhildir.[218]  Onlar bunu anlasalardı, kat kat fazlası olan ce­hennem azabından korunmak için bu sıcakta Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte sefere çıkarlardı. Fakat onlar, yağmurdan kaçarken doluya yakalanan kimse gibidir.[219]

 

82. Bunlar, haber mânâsı kastedilen emir cüm­leleridir. Yani, onlar az gülecek ve çok ağlayacaklardır. İbn Abbas şöyle der: Dünya azdır. Orada diledikleri kadar gülsünler. Dünya sona erip de Al­lah'ın  huzuruna  vardıklarında,   sonsuza  kadar kesilmeyecek  olan  bir ağlamaya başlayacaklardır.[220]  Bu onların işledikleri çeşitli masiyetlerine karşılık bir ceza olacaktı. [221]

 

83. Allah seni Tebük gazasından döndürüp mazeretsiz olarak gazadan geri kalan münafıklardan bir grubun yanma götürdüğünde, seninle birlikte başka bir gazaya çıkmak is­terler, Onlara de ki:Benimle birlikte asla cihada çık­mayacaksınız. Benimle birlikte Allah düşmanlarına karşı savaşma şerefi size asla nasip olmayacak. Bu, nehy mânâsına gelen haber cümlesidir. Mübalağa ifade eder. Nifaklarını ortaya çıkarmak için, onları kınama mahiyetinde söylenmiştir Çünkü siz daha önce, benimle birlikte Tebük seferine çıkmayıp oturmaya razı oldunuz.

Öyleyse siz, gazaya gidemeyen kadın ve çocuklarla birlikte oturun. [222]

 

84. Muhammed O münafıklardan her­hangi biri öldüğünde onun namazını kılma. Çünkü senin namazın rahmettir.

Onlar ise, rahmete lâyık değillerdir. Göndermek, veya ziyaret ve dua için onun kabri başında durma, Çünkü onlar ha­yatlarında münafık idiler. İman ettiklerini söylüyor, kâfirliklerini gizliyor­lardı. Onlar İslamdan çıkmış isyanda inatçılık eden münafık olarak öldüler. Bu âyet İbn Selûl hakkında inmiştir.[223]

 

85. Onlara lütfettiğimiz mallarına ve çocukları­na imrenme. Zira Allah onlar için hayır murat etmiyor. O ancak onlar sebebiyle dünyada musibetlerle sıkıntılarla onlara azap etmek istiyor, Onlar, akibetlerini düşünme ve tefekkür etme yerine, mal ve evlatlardan yararlanma ile meşgul iken, can­larının çıkıp kâfir olarak ölmelerini istiyor. [224]

 

86. Sânı yüce bir sûre indiğinde... Bu kelimenin nekra getirilmesi tazim ifade eder. Bu sûrede, "Allah'a kesin bir inançla iman edin ve hakkın zaferi ve dinin üstün olması için, peygamberle birlikte cihat edin denildiğinde,zengin ve çok malı olanlar, geri kalmak için senden izin istediler. "Bizi bırak, gazaya çıkmayan ve mazeretleri sebebiyle geri kalan­larla beraber olalım" dediler. Yüce Allah onları kınamak ve yermek için Şöyle buyurdu. [225]

 

87. Onlar, evlerde kalan kadınlar, hastalar ve âcizlerle beraber olmaya razı oldular, Onların kalpleri mü­hürlendi. Artık onlar cihatta ve Rasûle itaatta bulunan mutlulu­ğu ve ondan geri kalmadaki bedbahtlığı anlayamazlar. [226]

 

88. Bu âyetin tefsirinde Râzi şöyle der: Yüce Allah, münafıkların durumlarını açıkladıktan sonra, onların davranışlarının  aksine bir davranış  sergilemiş  olan Peygamber (s.a.v.) ve mü'minlerin durumunu açıkladı. Onlar Allah'ın rızasını elde et­me ve ona yaklaşma uğrunda mallarını ve canlarını harcadılar.[227] Yani: Bu münafıklar geri kalıp cihat etmedilerse, bilinsin ki, onlardan daha hayırlı, niyeti ve inancı daha hâlis olanlar cihat etmiştir. Onlar için, hem dünyada hem de ahirette faydalanacakları şeyler vardır. Dünyada zafer ve ganimet, ahirette ise cennet ve şeref vardır. İşte ara­dıklarını elde edenler onlardır. [228]

 

89. Allah, imanlarına ve cihatlarına karşılık, onlar için köşklerinin altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. O cennetlerde ebedî kalacaklardır.   İşte büyük ka­zanç budur. Bundan daha üstün kazanç yoktur. [229]

 

90. Özür uydurup cihattan geri kalan bedevîlerden mazeret ileri sürenler gelip cihadı terketme hususunda kendilerine izin verilmesini istediler. Medine'li münafıkların durumları açık­landıktan sonra, bu âyette de bedevî münafıkların durumları açıklanmak­tadır. Beyzavî şöyle der: Bunlar Esed ve Gatafan kabileleridir. Fakirlikleri­ni ve aile fertlerinin çokluğunu mazeret göstererek gazadan geri kalmak için izin istediler.[230]  İman iddialarında Allah ve Rasûlüne yalan söyleyenler de cihattan geri kaldılar. Bunlar cihat etmedik­leri gibi, geri kalmalarından dolayı mazeret de ileri sürmeyen bir kavimdir. Bu, onlar için şiddetli bir tehdittir. Yani, ga­zadan geri kalan ve iman iddiasında yalancı olan bu münafıklar dünyada, öldürülmek ve esir edilmek, ahirette de ateşe atılmak suretiyle elem verici bir cezaya çarptırılacaklardır. [231]

 

91. Acizliklerinden veya hastalıklarından dolayı cihada çıkamayacak yaşlı ihtiyarlar ve âciz hastalar için bir günah yoktur, Cihad için harcayacak nafaka bulama­yan fakirlere de. Cihattan geri kalmada herhangi bir günah yoktur. Samimiyetle inandıkları, salih amel işledikleri, yalan ha­berler çıkararak müslümanları kösteklemedikleri ve fitne yaymadıkları takdirde, sefere çıkmazlarsa bunlar için bir günah yoktur. Çünkü bunlar özürlüdürler. Güzel amel işleyenler için ne bir vebal ne de onların kınanması için bir yol vardır. Onlar Allah ve Rasûlü için nasi­hat ettiklerinden dolayı, Yüce Allah onları "güzel amel işleyenler" diye vasıflandırdı. Onlardan azabı, azarlamayı ve kınamayı kaldırdı.[232]  Bu be­liğ sözlerdendir. Çünkü "onları kınayacak kimse için hiçbir yol yoktur." manasınadır. Sözü darb-ı mesel olarak kullanıldı. Allah'ın mağfireti büyük rahmeti geniştir. Dolayısı ile özürlüleri de içine alır. [233]

 

92. Kendilerine binek sağlamak için sana gelenlere de vebal yoktur. Bu âyet, Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber gazaya çıkmak isteyip de Rasûlullah'ın onları bindirecek binek bulamaması sebe­biyle gazadan geri kalan ve bunun için ağlayan kimseler hakkında inmiştir. Beyzâvî şöyle der: Bu ağlayanlar, Ensardan yedi kişidir.  Rasûlullah (s.a.v.)'a gelerek şöyle dediler: Biz gazaya çıkacağız diye adakta bulunduk. Bize binek temin et de seninle birlikte savaşalım. Rasûlullah şöyle buyur­du: Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum. Bunun üzerine onlar ağlıyarak döndüler.[234]  Sizi bindirecek hayvanım yok" dedin. Onlar, şiddetli üzüntüden gözlerinden yaşlar akıtarak döndüler, Çünkü onlar, sefere çıkmak için infak edecek bir şey bulamadılar, Peygamberin de onlan bindirecek bir hayvanı yoktu. [235]

 

93. Günah ve vebal ancak mukte­dir oldukları halde cihada çıkmamak ve harcamaya güçleri yettiği halde cihattan geri kalmak için senden izin isteyenleredir. Onlar kadınlar, hastalar ve âcizlerle beraber olmaya razı oldular. Allah onların kalplerini mühürledi. Bundan dolayı on lar doğru yolu bulamazlar. [236]

 

Edebi Sanatlar

 

1. Bilir, gayıpları iyi bilen ." Burada  ile kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.

2. Onlar için elem verici bir azap vardır." kelime sindeki tenvin, azabın şiddetli ve korkunç olduğunu ifade eder.

3. İster onlar için af dile, ister dileme." Bu cümle arasında "tıbak-ı selb" sanatı vardır. Burada emir kipi hakiki mânâ sından çıkıp "eşitleme" mânâsında kullanılmıştır.

4. Az gülüp çok ağlasmlar." Burada da edet sanatlardan "mukabele" denilen sanat vardır.

5. Geriye kalan kadınlarla beraber olmay razı oldular. Erkekler gittikten sonra evinde kalan kadınlar demek tir. Burada istiare vardır. Kadınları, "evlerinin sonlarında bulunan sütunlaı mânâsına gelen havâlife benzetmek için, kadınlara havâlif denildi. Ki dınlar evde çok kaldıkları için, Allah onları evlerde bulunan havâlife yaı direklere benzetti.[237]

6. Kendilerine binek bulman için sar geldiklerinde, onlar üzerine de vebal yoktur". Bu, husûsî olanın umumî ol; üzerine atfı babmdandır. Husûsî olanlara daha çok önem verildiğini gösterir.[238]

 

Faydalı Bilgiler

 

Zemahşerî, Onlar için yetmiş defa af dilesn. Âyetinin tefsirinde şöyle der: yetmiş" lafzı, Arap dilinde bir şeyi çokluğunu ifade etmek için mesel olarak kullanılır. Ali b. Ebî Tâlib şöy der:

Âs ve Âsî'nin oğlu yetmiş bin defa suratlarını astılar.

O bunu, sayıyı tayin için söylemedi. O bunu ancak, Arapların üslubu­na uyarak mübalağa için söyledi.[239]

 

Bir Uyarı

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m, münafıklar üzerine namaz kılmaktan men edil­mesinin sebebi şudur: Ölünün üzerine namaz, onun için bir dua, af ve şefaat dilemedir. Kâfir ise, buna lâyık değildir. [240]

 

Bir Nükte

 

Huzeyfe b. Yeman, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırdaşı olarak şöhret bul­muştur. Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle demişti: Ben sana bir sır söyleyece­ğim, onu kimseye söyleme. Falan ve falanın cenaze namazını kılmak ba­na yasaklandı. O bu sözü, sayıları epeyce olan bir grup için söyledi. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a.) Huzeyfe'nin yanma gelir ve şöyle derdi: Allah adına sana soruyorum. Rasûlullah (s.a.v.) beni münafıklardan saydı mı? [241]

 

94. Onlara döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: özür dilemeyin! Size asla inanmayız; çünkü  Allah,  sizin  gerçek  tutumlarınızı bize  bildir­miştir. Amelinizi Allah da görecektir, Resulü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta olduklarınızı size haber verecektir.

95. Onların yanına döndüğünüz zaman size, ken­dilerinden vazgeçmeniz için Allah adına andiçecekler. Artık onlardan yüzçevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına karşılık ceza olarak varacak­ları yer cehennemdir.

96. Onlardan razı olasınız diye size yemin edecek­ler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.

97. Bedeviler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın Rasûlü'ne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bi­lendir, hikmet sahibidir.

98. Bedevilerden öylesi vardır ki, harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belâlar gelmesini bek­ler. O kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi işiten, çok iyi bilendir.

99. Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve âhiret gününe inanır, harcayacağını Allah katında ya­kınlığa ve Peygamberin dualarını almaya vesile edinir. Bilesiniz ki o onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine koyacaktır. Çünkü Allah bağışlayan, mer­hamet edendir.

100. Öne geçen ilk Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah on­lara,  içinde  ebedî kalacakları, zemininden  ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kazançtır.

101. Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır kî, münafıklıkta maharet kazanmışlardır! Sen onları bilmezsin, biz on­ları iyi biliriz. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar daha büyük bir azaba itileceklerdir.

102. Diğerleri ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle karıştırdılar. Bunlar tevbe ederlerse umulur ki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir.

103. Onların mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyesin, onları artırıp yüceltesin. Ve onlar için duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir rahmettir. Allah işitendir, bilendir.

104. Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceği­ni, sadakaları geri çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek merhametli olduğunu hâlâ bil­mezler mi?

105. De ki: "Yapacağınızı yapın! Amelinizi Allah da, Resulü de, mü'minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."

106. Diğer bir gurup da Allah'ın emrine bırakıl­mışlardır. O, bunlara ya azap eder veya tevbelerini ka­bul eder. Allah çok bilendir, hikmet sahibidir.

107. Bîr de zarar vermek, inkâr etmek, mü'minle-rin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resu­lüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir Dirâr mescidi kuranlar ve, "Bununla iyilikten başka bir şey niyet etmedik" diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduk­larına şahitlik eder.

108. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescid içinde namaz kılman el­bette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven erkek­ler vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.

109. Binasını Allah korkusu ve rızâsı üzerine ku­ran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını, yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zâlim­ler topluluğunu doğru yola iletmez.

110. Yaptıkları bina, kalbleri parçalanıncaya ka­dar yüreklerinde devamlı olarak bir şüphe olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Bu âyetler, cihattan geri kalan ve yalan yere ettikleri yeminlerle Özürlerini pekiştiren münafıklardan bahsetmeye devam ediyor. Yüce Allah bu âyetlerde münafıkların tuzaklarından olan Mescid-i Dırâr'ı anlattı. Mü­nafıklar onu İslama ve müslümanlara tuzak hazırlamak için bir yuva olarak bina ettiler. Yüce Allah, Peygamberini burada namaz kılmaktan sakındırdı. Çünkü burası takva temeli üzerine kurulmadı. Bölücü ve münafıklara bir merkez olmak ve müslümanlarm birliğini parçalamak için yapıldı. Burası, Mescid-i Dırâr adiyle tanınır. [242]

 

Kelimelerin İzahı

 

Döndünüz. Rics, pis şey demektir. Bazan pisliğin kendisine de "rics" denir. Me'vâhûm, onların barınakları. Cevherî şöyle der: Me'vâ, gece veya gündüz kendisine sığınılan her yerdir.

A'rab, bedeviler demektir. Bu kelime kelimesinin çoğuludur. Dilciler şöyle der: Bir kimse, Arap soyundan ise ona denilir. Bunun çoğuludır. Bir kimse bedevi olup yağmurlu ve otlu yerleri dolaşıyorsa buna da denilir. Bu adam ister Arap olsun, is­ter mevâlî olsun. Arap şehir ve köylerine yerleşenler Arab, vadilerde dolaşanlar ise A'râb'dır.[243]

Ecder, daha lâyık, daha müstehak.

Mağrem, zarar ve ziyan demektir. Bunun aslı, bir şeyin başka bir şeyden ayrılmaması mânâsına gelen kökündendir.[244]

Sebat ve devam ettiler. Kelime aslında yumuşak olmak, ya­pışmak ve ayrılmak manalarına gelir. Onlar sanki münafıklık için ayrıl mışlardır. Bu kelimeden türetilerek üzerinde bitki olmayan kuma yapraksızsız dala ve sakalı olmayan çocuğa da denilir,

Bırakılmışlardır. İrca ertelemek demektir. Bir kimse bir şeyi ertelediğinde der. Bu kökten, ameli erteledikleri için Mürcie'ye bu isim verilmiştir.

Dırar, karşılıklı olarak birbirine zarar vermek demektir. Ha­diste şöyle buyrulmuştur: Zarar vermek ve zararın karşılığın da zarar vermek yoktur.[245]

İrsâd, gözetlemek ve beklemek demektir. Bir kimseyi gözet­lemek için bir yer hazırladığın zaman, dersin.

Şefâ, kenar demektir. Bir kimse bir kenara yaklaştığı zaman dersin.

Cüruf sellerin getirdiği ve kenarlarda biriktirdiği yıkılmak üzere olan çamur. Bu, bir şeyi aslından sökmek manasına gelen cerf kökündendir.

Hâr, düşen, devrilen. Bu kelimenin aslı  dir. Bina çöktüğün­de denir. [246]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayet olunduğuna göre Ebu Âmir,[247]  Câhiliyye döneminde hristiyan dinine girdi ve râhib oldu. Rasulullah (s.a.v.) peygamber olunca, ona düşmanca davrandı. Çünkü reisliği elden gitmişti. Şöyle diyordu: Sana karşı savaşan hangi topluluğu bulursam, mutlaka onlarla beraber sana karşı savaşırım. Rasulullah (s.a.v.) ona fâsık Ebû Âmr adını vermişti. Hevazin kabilesi, Huneyn savaşında yenilince Şam'a kaçtı. Münafıklara şöyle haber gönderdi: Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayın. Benim için de bir mescit yapın. Ben Kayser'in yanına gidiyorum. Bizans ordusunu getirip Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağım. Bunun üzerine münafık­lar Küba Mescidi'nin yanında bir mescit yaptılar. Rasulullah (s.a.v.)'a gele­rek şöyle dediler: Biz hastalar, ihtiyaç sahipleri ve yağmurlu geceler için bir mescit yaptık. Senin gelip de orada bize namaz kıldırmanı istiyoruz. Rasulullah (s.a.v.) giyinip onların yanma gitmek için elbisesini istedi. Bu­nun üzerine âyet indi. Yüce Allah Rasûlüne Mescid-i Dırâr'ı ve onların niy­etlerini haber verdi. Rasulullah (s.a.v.), Ashabtan bazılarını çağırdı ve onla­ra şöyle dedi: Halkı zâlim olan o mescide gidin ve onu yakın. Ashab oraya gitti, mescidi yıkıp yaktı. Böylece oranın halkı da dağıldı. Bu konuda inen âyet' Bir de zarar vermek için bir mescit edinen­ler..." âyet-i kerimesi idi.[248]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

94. Tebük gazasından geri kalanlar, cihat ve seferinizden onları yanma döndüğünüzde size mazeret beyan edecekler. Onlara de ki: Özür beyan etmeyin. Söylediğiniz şeylerde, size asla inanmayız. Şüphesiz Allah sizin davranışlarınızı ve kalplerinizde bulunan pislik ve münafıklığı bize bildir­di. Allah ve Rasûlü, bundan sonraki amellerinizi de görecektir. Münafıklığınızdan tevbe mi edeceksiniz, yoksa öyle mi kala­caksınız? Öldükten sonra, gizliyi ve açığı bilen ve hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Allah'a döndürüleceksiniz,  Huzurunda durduğunuz zaman, bütün yaptıklarınızı size haber verecek ve onların karşılığında sizi âdil bir ceza ile cezalandıracaktır. [249]

 

95. Tebük'ten onların yanma döndüğünüz­de o münafıklar yalan mazeretler ileri sürerek Allah adına size yemin ede­cekler. bunu kendilerini affetmeniz ve kınamaktan vazgeçmeniz için yapacaklar. Onlardan nefret ederek ve sakınarak yüzçevi-rin. Onları kendileri için tercih ettikleri inkâr ve nifakla başbaşa bırakın. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah onlarla konuşmamayı ve selamlaşmamayı kastediyor.[250]  Bundan sonra Yüce Allah, yüz çevirmenin sebebini açıklaya­rak şöyle buyurdu: Zira onlar, içleri pis olduğu için pislik gibidirl­er.  Onların varacağı yer cehennemdir. Cehennem onlann meske­ni ve barınacakları yerdir, Bu, dünyadaki münafıklıkla rina ve kazandıkları günahlara karşılık onlara bir ceza olarak verilmiştir. [251]

 

96. Onların yalancı olduklarını açıklamak ve ya­lan mazeretlerine aldanmaktan sakındırmak için âyeti tekrarladı. Yani on­lar  rızanızı kazanmak için  en kuvvetli yeminlerle size   yemin ederler. onlardan razı olsanız da, bilesiniz ki sizin rızanız onlara fayda sağlamaz. Çünkü Allah onlara kızıyor. Ebus-suûd şöyle der: Burada zamir yerine şeklinde gelmesi, onların fâşıklıklarını ve itaattan çıkmış olduklarını tescil içindir.[252]

 

97. Bedeviler, şehirlilerden daha inkarcı ve daha münafıktırlar. Çünkü onlar kaba ve kalpleri katı hayır ve salah ehli ile az görüşen insanlardır. Onlar, Allah'ın ra-sulüne indirdiği hükümleri ve kanunlar tanımamaya daha yatkındır. Ebu Hayyân şöyle der: Bedeviler kendilerini beğendikleri, pervasız oldukları, yöneticisiz ve   öğreticisiz   büyüdükleri   için  daha   inkarcı   ve   daha münafıktırlar. Onlar diledikleri gibi yetişmişlerdir. Aynı zamanda alim­lerle  görüşmekten,  Allah'ın kitabını ve Rasulullah  (s.a.v.)'ın sünnetini öğrenmekten uzaktırlar. Dolayısıyle onlar, Medine münafıklarından daha serbest inkarda bulunurlar.[253]  Allah mahlukatını pek iyi bilir, yaptıklarında hikmet sahibidir. [254]

 

98. O câhil bedevilerden öylesi de var­dır ki, Allah yolunda harcadığım ve sadaka olarak verdiğini angarya ve ziyan sayar. Çünkü o sonunu düşünerek harcama yapmaz, bundan kendisi için sevap da beklemez. Allah yolunda harcama yükünden kur­tulmak için, başınıza dünya musibetlerinin gelmesini beklerler.

Bu bir muteriza cümlesidir. Onlara beddua mahiyetindedir. Yani, azap ve helak onların basma gelsin Allah onların sözlerini çok iyi işitir ve yaptıklarını çok iyi bilir. [255]

 

99. Bedevilerden öylesi de vardır ki, bu münafıkların aksine Allah'ın birliğine ve öldükten sonra dirilmeye inanır, Allah yolunda harcadığını, kendisini Allah'ın sevgi ve rızasına yaklaştıracak bir vesile sayar. Ve onu, peygamberin, kendisine dua ve istiğfarda bulunmasına vesile edinir. Buradaki başlangıç edatıdır. Bir işe özen gösterildiğine dikkat çeker. Yani, dikkat edin, bu harcama, onları Rablerinin   rızasına yaklaştıracak bü­yük bir sebeptir. Çünkü onlar samimiyetle harcadılar. Allah onları, takva sahibi kişiler için hazırlamış olduğu cennetine koya­caktır. Allah, kendisine itaat edenleri çokça bağışlayan, on­lara merhamet edendir. Zira onları itaat etmeye muvaffak kılmıştır. [256]

 

100. Muhacirler ve Ensâr, yani ilk iman etmiş olan Sahâbiler.[257]  Ve güzel yaşayışlarında onlara uyup, onların yolunda gidenler, ki bunlar tabiîler ve kıyamete kadar onların yolundan gidenlerdir, işte bunlar var ya, Allah onlardan razı olmuş ve onları razı etmiştir. Bu bir bağışlama ve razı olma va'didir. Bu, mü'minlerin ulaşmaya çalıştıkları ve Allah'ın kendilerinden razı olması ve kendilerini razı etmesi için uğrunda birbirleriyle yarıştıkları mertebelerin en yükseğidir. Taberi şöyle der: Onlar Allah'a itaat ettikleri ve Peygamberinin çağrısına uydukları için Allah onlardan razı oldu. İman etmelerine ve itaatlarma karşılık onlara bolca sevap verdiği için onlar da Allah'tan razı oldular, Onlar için âhirette, ağaçlarının ve köşklerinin altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar orada, ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu öyle bir kazançtır ki, bundan öte herhangi bir kazanç yoktur. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah mü'min bedevîlerin faziletlerini anlatınca, ilk müslümanlarm durumlarını açıklamaya başladı. Fakat bu iki övgü arasında fark vardır. O-rada, "Dikkat edin o infak onlar için bir yakınlıktır" buyurdu, burada ise, "onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır" buyurdu. Orada, âye­tin sonunu " Şüphesiz Allah bağışlayan ve merhamet edendir" şeklinde ge­tirdi. Burada ise, "İşte büyük kazanç budur" buyurdu.[258]

 

101. Ey Medine halkı! Çevrenizde, evleri sizin evlerinize yakın olan bedevî münafıklar vardır. Medine halkından da münafıklar vardır. Onlar münafıklığa dalıp onda devam ettiler İbn Abbas şöyle der: Ona alıştılar ve o yolda sebat ettiler. İbn Selül, Cülâs ve Ebu Âmir Rahip bunlardandır.[259]  Ey Mu­hammed Sen onların münafıklıktaki becerilerini bilemezsin. Zira çokları, onların münafıklığının farkına varamaz. Fakat biz onları bilir ve sana onların durumlarını bildiririz, Onlara dünyada öldürmek ve esir etmek, öldükten sonra da kabir azabı çektirmek suretiyle iki defa ceza ve­receğiz. Sonra onlar âhirette, Allah'ın kâfirler ve fâcir-ler için hazırlamış olduğu cehennem azabına sevkedileceklerdir. [260]

 

102. Bir başka topluluk da günahlarını itiraf etmiş ve geri kalmalarına sebeb olarak yalan yere mazeretler ileri sürmemişler­dir. Râzi şöyle der: Bunlar, münafık oldukları için değil de, tembelliklerin­den dolayı Tebük gazasından geri kalmış, sonra da yaptıklarına pişman ola­rak tevbe etmiş olan bir grup müslümandir.[261] Bun­lar geçmişteki cihatlarına ve Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıktıkları diğer gazalara kötü amel karıştırdılar. Kötü amel, onların bu defa Tebük gaza­sına katılmamalarıdır. Umulur ki, Allah onların tevbe-sini kabul eder. Taberî şöyle der: Allah tarafından kendisi hakkında kullanılırsa kesinlik ifade eder. Yani, Allah onların tevbesini kabul edecek­tir. Fakat bu kelime Arap dilinde daha önce anlattığım gibi, "ummak" ma­nasınadır.[262]  Şüphesiz Allah, tevbe edenleri affedici, kendi­sine dönenlere de çokça merhamet edicidir. [263]

 

103. Ey Muhammed! O günahlarını itiraf edenlerden sadaka al. O sadaka ile onları günahlardan ve kirlerden te­mizlersin. Bu sadaka sayesinde onların iyiliklerini çoğaltırsın. Nihayet on­lar bu sayede, iyi ve samimî mü'minler mertebelerine yükselirler. Onların bağışlanması için dua et. Çünkü senin duan ve is­tiğfarın onlar için bir huzur sebibidir. İbn Abbas: " Bu, onlar için bir rahmettir, mânâsına gelir" der. Allah onların sözlerini işitir, niyetlerini bilir. [264]

 

104. Bu soru takrir ifade eder. Yani, o tevbe edenler bilmiyorlar mı ki, Allah, tevbe eden kullarının tevbesini kabul eder, samimi niyetle verenlerin sadakasını kabul eder. Bilmiyorlar mı ki, Allah, tevbeyi kabul etme ve mer­hamet etmeyi sadece kendisine tahsis etmiştir. günahı bağışlayan tevbeyi kabul edendir[265] âyeti buna delildir. [266]

 

105. Bu, tehdit ifade eden bir emir siygasıdır yani, istediğiniz ameli işleyin. Sizin amelleriniz Allah'a gizli kalmaz. Onlar hesap gününde peygambere ve mü'minlere arz olunacaklardır. Siz kendisine hiçbir şey gizli kalma­yan Allah'a döndürüleceksiniz. O size, iyilikse iyilik kötülükse kötülük olmak üzere amellerinizin karşılığını verecektir. [267]

 

106. Geri kalanlardan bir grubun durumu da, hak­larında Allah'ın emri gelinceye kadar ertelenmiştir. İbn Abbas şöyle der: Bunlar Ka'b b. Malik, Mirâre b. Rabi' ve Hilâl b. Ümeyye'dir. Onlar hemen tevbe etmediler ve özür beyan etmediler. Bedir Ashabından idiler Rasulul-lah (s.a.v.) onlarla konuşmayı ve onlara selam vermeyi yasakladı. Böylece onlar, Allah günahlarını bağışlaymcaya kadar Allah'ın emrini bekler oldu­lar.[268] Kulların tevbesini kabul eden başkası değil, sadece Yüce Allah'tır. Tevbe etmezlerse Allah onlara ya azap eder veya onları tevbeye muvaffak kılar da kendilerini bağışlar. Allah onların hallerini bilir, onlara yaptığı şeylerde hikmet sahibidir. Anlatılan bu üç şahıs, Geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti[269]  âyetinde zikredilmişlerdir. Allah'ın onlar hakkındaki emri elli gece ertelendi. Müslümanlar onlardan uzak durdular. Sonunda, tevbelerinin kabul edildiğini bildiren âyet indi. [270]

 

107. Münafıklardan bir grup da suç işlemede ileri gittiler. Hattâ mü'minlere zarar vermek için, şer planları yapacakları bir toplantı yeri yaptılar ve ona "mescit" ismini verdiler.[271] Bu mescit "Mescid-i Dırâr" ismiyle tanınmıştır. Gizledikleri kâfirliğe yardım için, ve onun vasıtasıyle mü'min cematım bölmek ve on­ları Küba Mescidi'nden uzaklaştırmak için, ve daha önce Rasulullah (s.a.v.)'a: "Seninle savaşan hangi toplumu bulur­sam, onlarla birlikte sana karış savaşacağım" diyen fâsık Ebu Âmir'in gel­mesini beklemek için bunu yaptılar. Ebu Âmir, kendisine bir sığınak olsun, diye onlara bu mescidin yapılmasını emreden şahıstır. Taberî, Dahhâk'ten gelen bir rivayette şöyle der: Bunlar, münafıklardan bir gruptur. Rasulullah (s.a.v.)'a ve müslümanlara zarar vermek üzere Küba'da bir mescit yaptılar. Şöyle diyorlardı: Ebu Âmir döndüğünde orada namaz kılacak ve geldiğinde Muhammed'i yenecek ve ona üstün gelecek.[272]  Onlar, mutlaka "mescidi iyilik ve ihsandan başka bir maksatla yapmadık" diye ye­min edecekler ve düşkünlere acıdığımız için ve namaz kılanların yerini genişletmek için yaptık diyecekler. Allah, bu yemin de onların yalancı olduklarını bilir. Yüce Allah, cümlenin mânâsını daha fazla pekiştirmek için, onu te'kîd edatları olan ve ile getirdi. Bundan sonra Yüce Allah, Mescid-i Dırâr'da namaz kılmayı yasaklıyarak şöyle buyurdu. [273]

 

108. Ey Muhammedi O mescitte asla namaz kılma. Çün­kü   orası   münafıklar   için   sığınak   olmaktan   başka   bir gaye   ile yapılmadı Yapılmaya başlandığı ilk günden itibaren takva ve itaat üzerine bina edilmiş olan Kubâ Mescidi, Andolsun ki,  içinde namaz kılmana, Mescid-i Dırâr'dan daha lâyık ve daha iyidir. Buradaki lam yemin

lamıdır, Kubâ Mescidi'nde takva sahibi kişiler vardır. Bunlar Ensârdır. Günahlardan ve masiyetlerden temizlenmeyi severler. Allah, içini ve dışını çok temizleyenleri sever. Yüce Allah, bundan sonra Takva Mescidi'nin Dırâr Mescidi'nden üstün olduğuna işaret ederek şöyle buyurdu. [274]

 

109. Bu sora inkar içindir. Yani, binasını takva, Allah korkusu ve itaat ederek Allah rızasını gözetmek üzerine bina eden mi, yoksa binasını bir vadinin çatlak ve düşmeye yüz tutmuş kenarına bina eden mi daha ha­yırlıdır? O bina, yapıcısını cehennem ateşine düşürdü. Allah zâlimleri doğraluğa muvaffak kılmaz ve onları doğru yola iletmez. Bu âyet-i kerime teşbih ve temsîl yoluyla, ihlaslı ve imanlı kimselerin ameli ile münafık ve sapık kimselerin amelini açıkla­maktadır. Yani, dininin binasını takva ve ihlas üzerine kuran kimse, dinini vâdî veya dağın yıkılmak üzere olan kenarına yani nifak ve bâtıl üzerine bi­na eden kimse gibi olur mu? [275]

 

110. Mescid-i Dırâr'ı yapanların kalplerinde, onun yıkılması sebebiyle sürekli olarak şek, nifak, kin ve şüphe vardır. Onu yapmakla iyi bir iş yaptıklarını zannederler. Rivayet olundu­ğuna göre Rasulullah (s.a.v.) bu mescidi yıkacak ve yakacak kişiler gönder­di ve bu mescidi yapanlara hakaret için içine lâşe, pislik ve çöp atmalarını emretti. Dolayısıyle münafıkların kin ve nefretleri daha da arttı, Bunlar kalpleri çatlayıp Ölünceye kadar kin ve şüphe içinde devam ederler. Allah münafıkların hallerini bilendir. Onları idarede ve kötü niyetlerine karşılık cezalandırmada hikmet sahibidir. [276]

 

Edebî Sanatlar

 

1. görülen ve görülmeyen..." Bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır.

2. Allah fâsık kavimden razı olmaz." Burada zamir yerine açık isim getirmesi, onları daha çok kınamak ve yermek içindir. Bunun aslı Allah onlardan razı olmaz" şeklindedir.

3. Allah onlan rahmetine sokacak." Burada mecâz-ı mürsel vardır, yani onları, rahmet mahalli olan cennetine sokacaktır. Bu zikr-i hâil, irade-i mahall bâbındandır.

4. Salih amel ile kötü ameli birbirine karıştır­dılar". Burada ile  arasında tıbak sanatı vardır.

5. Senin duan, onlar için bîr huzurdur." Burada teşbih-i beliğ vardır. Çünkü, mübalağa ifade etmek için Yüce Allah duayı, huzur ve sükunun kendisi kılmıştır. Bunun aslı, huzur ve sükun gibi­dir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedildi ve teşbih-i beliğ oldu.

6. Düşen ve düşürdü." Bu iki kelime arasında cinâs-ı nakıs vardır. Bu da bedii sanatlardandır.

7. Binasını takva üzerine kuran." Bu sözde istiare-i mekniyye vardır. Zira takva ve rıza, üzerine bina yapılan sağlam ve sert  bir  yere  benzetilmiştir.   Müşebbehün   bih  hazfedilmiş,   onun   he-vazımından olan "te'sis" kelimesi ile onu işaret edilmiştir.[277]

 

Bir Uyarı

 

Kelimesi Allah tarafından kendisi için kullanıldığında kesinlik ifade eder. İmam Râzi şöyle der: Bu konuda söylenenlerden çıkan sonuç şudur: Kur'an, insanların dildeki âdetlerine göre indi. Yüce Sultan'dan her­hangi bir ihtiyaç sahibi bir şey istediğinde o ancak, veya kelimele­rini kullanarak ümit verme yoluyla onun isteğine icabet eder. Bunu, hiç-kimsenin kendisini herhangi bir şeye zorlayamıyacağına, bilakis, yapacağı her şeyin sadece lütufu insanıyla olacağına dikkat çekmek için yapar. Bun­da başka bir fayda daha vardır. O da mükellefin korku ve ümit üzere ol­masıdır. Çünkü bu hal, işi tamamen Allah'a bırakmaktan ve ihmal etmek­ten uzaktır.[278]

 

Bir Nükte

 

A'meş'in rivayetine göre bir bedevî Zeyd b. Sühan'ın meclisine otur­du. Zeyd arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Nihavend Savaşında eli kesil­mişti. Bedevî şöyle dedi: Senin sözün benim hoşuma gidiyor, elin ise beni şüpheye düşürüyor. Zeyd şöyle dedi: Elim seni niçin şüpheye düşürüyor, o sol eldir. Bedevî: Vallahi, sağ elimi keserler yoksa sol eli mi? ben bilmem. Bunun üzerine Zeyd şöyle dedi: Yüce Allah doğru söylemiş: "Bedeviler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın, ra-sulüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır." Bedevî'nin, "elin beni şüpheye düşürüyor" sözü, "hırsızlıktan dolayı mı kesildi diye kalbime şüphe sokuyor" manasınadır. Hırsızlıkta önce sağ elin kesileceğini bilme­mesi, onun cehâletindendir.[279]

 

111. Allah mü'mirilerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet karşılığında satın almış­tır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha iyi sözü­nü yerine getiren kim vardır? O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bü­yük kazanç budur.

112. Bunlar, tevbe edenler, ibâdet edenler, hamde-denler, savaş veya ilim için dolaşanlar, rükû' edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve  Allah'ın   sınırlarını  koruyanlardır.  O  mü'minleri müjdele!

113. Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar Allah'a ortak ko­şanlar için af dilemek, ne Peygambere yaraşır ne de in­ananlara.

114. İbrahim'in babası için af dilemesi, sâdece ona verdiği sözden dolayı idi. Yoksa onun Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbra­him çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.

115. Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten son­ra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya ka­dar onları saptıracak değildir. Şüphesiz, Allah her şeyi çok iyi bilendir.

116. Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

117. Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gu­rubun kalbleri eğrilmeye yüztutuktan sonra, Peygam­beri ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensâ-rı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.

118. Ve geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gel­di, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Al­lah'tan yine  Allah'a  sığınmaktan  başka çâre  olma­dığını anlamışlardı. Sonra dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek merhametlidir.

119. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru­larla beraber olun.

120. Medine halkına ve onların çevresinde bulu­nan bedevi Araplara, Allah'ın Resûlün'den geri kalma­ları ve onun canından önce kendi canlarını düşünme­leri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa duçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında ken­dilerine sâlih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayî etmez.

121. Allah onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük yaptıkları her masraf,   geçtikleri  her  vadi  mutlaka  onların  lehine yazılır.

122. Mü'minlerin hepsinin toptan sefere çıkma­ları doğru değildir. Onların her kesiminden bir gurup dinde     geniş  bilgi  elde  etmek ve kavimleri döndüklerinde   onları   ikaz   etmek   için   geride   kal­malıdır. Umulur ki, dikkatli olsunlar.

123. Ey îman edenler! Kâfirlerden size yakın olan­lara karşı savaşın ve onlar sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.

124. Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin îmanını artırdı?" İman   edenlere  gelince,   bu   sûre  onların  îmanlarını artırır ve onlar sevinirler.

125. Kalblerinde hastalık onlanlara gelince, bu sûre onların da münafıklıklarına münafıklık katar. On­lar artık kâfir olarak ölürler.

126. Onlar, her yıl bir veya iki kere imtihan edil­diklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.

127. Bir sûre indirildiği zaman, birbirlerine ba­kar ve "sizi birisi görüyor mu?" diye sorarlar, sonra da giderler. Anlamayan bir kavim oldukları için Allah on­ların kalplerini çevirmiştir.

128. Andolsun size kendinizden öyle bir Peygam­ber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.

129. Yüzçevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sâdece O'na güvenip da­yanırım. Çünkü O yüce Arş'ın sahibidir."

 

Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde cihattan geri kalan ve başkalarının git­mesini de engelleyen münafıkların durumunu anlattıktan sonra bu âyetlerde de, canlarını Allah'a satan mücâhit müminlerin sıfatlarını anlattı. Sonra da Tebük gazasından geri kalan üç kişinin kıssasını ve Allah'ın, onların tev­belerini kabul ettiğini bildirdi. Sonra şu büyük nimeti mü'minlere hatırlatarak sûreyi sona erdirdi. Bu büyük nimet, nur saçan bir kandil gibi olan Arabî Peygamberin gönderilmesidir. Allah onu, âlemlere rahmet ola­rak göndermiştir. [280]

 

Kelimelerin İzahı

 

Evvâh, çok yalvarıp yakaran manasınadır. Bir kimse, acı ve ağ­rıdan şikayet ettiğinde denilir. Mastarı dir. Şâir şöyle der.

Sevgilimi gece uğurladığım zaman, kederli adamın inlemesi gibinler.[281]

Halım, hilmi çok. Bu öyle bir kimsedir ki, kusuru affeder, eziye­te sabreder.

Usre, bir işin zor ve güç olması demektir. Tebük gazasına denilir. Çünkü bu gaza çok meşakkatli ve zor geçmiştir.

Eğiliyor. Zeyğ, meyletmek demektir. Bir kimse, hidâyet ve imanı bırakıp başka tarafa meyledince denilir.

ûk : Zame', aşırı susuzluk manasınadır.

Nasab, bitkinlik ve yorgunluk demektir.

Mahmasa, karnın zayıflığı anlaşılacak derecede şiddetli aç­lık.

Elde ediyorlar. Bir kimse bir şeye kavuşup ona nail denilir.

Gılza; şiddet, kuvvet ve kızgınlık.

Azîz; zor ve meşakkatli.

Sıkıntıya düştünüz. şiddet ve meşakkat demektir. [282]

 

Nüzul Sebebi

 

a. Ensar,   Akabe gecesinde Rasulullah (s.a.v.)'a bey'at edince - ki bun­lar yetmiş kişi idiler. Abdullah b. Ravâha şöyle dedi: Ya Rasulullah! Rab-bin için ve kendin için dilediğini şart koş. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Rabbim için, ona ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi ona ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için de kendinizi koruduğunuz şeyden beni de ko­rumanızı şart koşyuyorum. Ensar: Bunu yaptığımız takdirde bizim için ne var? dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Cennet" diye cevap verdi. Ensar: "Bu alış veriş kârlı oldu. Ne bu alış verişi bozarız ne de vazifeden affımızı isteriz." dediler. Bunun üzerine, Allah, müminlerden canlarını satın aldı" âyeti indi.[283]

b. Ebû Talib'in ölümü yaklaştığında Rasulullah (s.a.v.) onun yanına girdi. Ebû Talib'in yanında Ebû Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye vardı. Rasulullah (s.a.v.): Ey amca! dedi. Lâ ilahe illallah de onun sayesinde sana Allah katında şahitlik edeceğim bu kelimeyi söyle. Ebû Cehil ile İbn Ebî Ümeyye de şöyle dediler: Ey Ebû Talib! Abdulmuttalib'in dininden dönüyor musun? Rasulullah (s.a.v.) ona sürekli olarak bu kelime-i tevhidi arzediyor ve tekrarlıyordu. Nihayet Ebû Talib son sözünde onlara Abdulmuttalib'in dini üzerine olduğunu söyledi, "lâ ilahe illallah" demekten kaçındı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Vallahi senin için istiğfar etmek bana yasaklanmadığı sürece, senin affedilmeni dileyeceğim." Bundan dolayı Yüce Allah şu âyetleri indirdi:[284] Müşriklere af dilemek ne peygambere yaraşır, ne de inananlara[285]  Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin...[286] [287]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

111. Allah, mü'minlerin mallarını ve canlarım cennet karşılığında satın aldı. Bu, mücâhidlere veri­lecek ecri, en beliğ ve açık bir şekilde ifade eden bir temsildir. Yüce Allah onların, kendi uğrunda mallarını ve canlarını harcamalarına karşılık onlara cenneti vermesini, alış-veriş yaptı ve onlarm lehine fazla fiat verdi.[288] Al­lah'ın cömertliğine bakın ki, canlan o yarattı, mallan rızık olarak o verdi, sonra onları mü'minlere hibe etti. Sonra da mü'minlerden bu yüksek fiatla onları satın aldı. Şüphesiz bu kârlı bir ahş-veriştir. Bazıları şöyle der: Şu alış-veriş sana yeter: Satıcı mü'min, satın alan izzet sahibi Allah, satılan şeyin karşılığı Cennet, vesikası  semavî kitaplar,  aracı ise Muhammed (s.a.v.)'dir. Onlar Allah'ın dinini kuvvetlendirmek ve ke­limesini yüceltmek için cihat ederler. Onlar her iki halde, yani düşmanları öldürmek suretiyle zafer elde etmek veya savaş mey­danında Ölerek şehit olmak üzere cihat ederler. Allah bunu on­lara kesin olarak vadetmiştir.  Bu Tevrat, İncil ve Kur'an gibi mukaddes kitaplarda yazılı bir vaaddir. Al­lah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? Bu soru inkâr ifade eder. "Yoktur" demektir. Yani, Allah'tan daha iyi sözünü yerine getiren hiç kim­se yoktur. Zemahşerî şöyle der: Çünkü, sözünden dönmek çirkin bir şeydir. Şerefli insanlar bunu yapmaz. O halde kendisinden çirkin bir şeyin sâdır ol­ması caiz olmayan Allah, nasıl sözünden döner. Cihada bundan daha güzel ve daha müessir bir teşvik göremezsin.[289]  Bu kârlı alış-verişten dolayı sevinin ve bununla son derece mutlu olun. İşte büyük kazanç budur. Bundan daha büyük kazanç yoktur. [290]

 

112. Bu, müstakil bir cümledir, yukarı ile ilgisi yoktur. Zeccâc şöyle der: Bu, haberi mahzûf bir mübtedadır. Yani, tevbe eden âbidler, cihat etmeseler bile cennetliktir. Nitekim ayet-i kerimede, Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir.[291]  buyurulmuştur. Yani, masiyetlerden tevbe edenler, ihlasla ibadet edenler, bolluk ve darlık hallerinde Allah'a hamd edenler, yeryüzünde cihat veya ilim öğrenmek için dolaşanlar bu kelime ibret ve öğüt almak için şehir ve ıssız yerlerde gezmek mânâsına gelen seyahat kökündendir,[292] namaz kılanlar, Allah'a çağıranlar, yani insanları hidayete ve doğru yola çağıran, onları fesattan ve kötülükten nehyedenler, Allah'ın emirlerini yapmaya devam edenler, O'nıın helal ve haram kıldığı şeyleri yerine getirenler, Taberî şöyle der: Yani Allah'ın farz kıldığı şeyleri eda edenler, onun emrini ve nehyini ye­rine getirenler;[293] İşte bütün bunlar cennetliktir, Mü'minlere naim cennetlerini müjdele, burada müjdelenen nimetin hazfedilmiş ol­ması, onun smırlandırılamayacağma, bilakis mü'minler için gözlerin gör­mediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin aklına gelmeyen nimetleri olduğuna bir işarettir. [294]

 

113. Müşrikler İçin Allah'tan af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü'minler için doğru olur, isterse müşrikler onların akrabaları olsun Onlar kâfir olarak öldükleri için cehennemlik oldukları mü'minlere bildirildikten sonra bu onlara yaraşmaz.  Âyet Ebu Tâlib hakkında in­miştir.[295]

 

114. Bu âyet, İbrahim (a.s)'in babası Âzer için af dilemeye sevkeden sebebi açıklar. Yani, İbrahim af dilemeye  sadece, daha önce, senin için Rabbinden af dileye­ceğim" şeklinde verdiği sözünden dolayı teşebbüs etti. Bu va'd, babasının şirk üzerinde ısrarı tahakkuk etmeden önceydi. Tbrahim babasının inkarda ısrarlı olduğunu ve buna devam ettiğini görünce, onun için af dilemek bir tarafa, babasından tamamen uzaklaştı. Bundan sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim'i babası için af dilemeye sevkeden sebebin, onun babasına karşı merhameti ve sabrı olduğunu açıklıyarak şöyle buyur­du, İbrahim, aşırı merhamet ve yumuşak kalpliliğinden dolayı çok  yalvarıp  yakarandır.  

Kendisine  yapıJan  eziyetlere  karşı   çok sabırlıdır. Bunun içindir ki, babası onu Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım[296]  sözüyle tehdit etmesine rağmen ona karış sabırlı davrandı. Bu hususta başkalarının İbrahim'i örnek alması doğru de­ğildir. Ebu Hayyan şöyle der: İbrahim'in babası İçin af dilemiş olması, bu hususta başkalarının da onun gibi yapmasının uygun olduğu vehmini verme­mesi için Yüce Allah, ibrahim'in babası için af dilemesinin sebebini açık­ladı. Bu sebep de, onun daha önce babasına verdiği sözdür. Zira babasının iman edeceğini ümit ediyordu. Vahiy yoluyla, babasının Allah'ın düşmanı olduğunu ve onun kâfir olarak öleceğini anlayıp da ümidi kesilince ondan uzaklaştı ve af dilemeye son verdi.[297]

 

115. Bu âyet müşrikler için af dilemiş olan ve bundan dolayı başlarına birşey geleceğinden korkan müslümanlardan bir topluluk hakkında indi. Ayet, korkmuş olan bu müslumanların gönlünü yatıştırmak için nazil olmuştur.[298]  Yani, Allah bir topluluğa iman nasip ettikten sonra, dalâlete düşürerek helak etmez, On­lara, sakınmaları gereken şeyi açıklamadıkça bunu yapmaz. Yasakladıktan sonra da muhalefet ederlerse o zaman cezaya hak kazanırlar. Allah, herşeyi bilendir. Kimin hidayete kimin de saptırılmaya müstehak olduğu onun bildiği şeylerdendir. [299]

 

116. Göklerin ve yerin mülkü ve idaresi yalnız Allah'a aittir. Oralarda bulunan her şey onun kullan ve mülkleridir. Onların hayatı ve ölümü sadece onun elindedir, Ey insanlar! Allah'tan başka sizin sığınacağınız veya daya­nacağınız hiç kimseniz yoktur. Âlûsî şöyle der: Yüce Allah akraba da olsa müşrikler için istiğfar etmeyi yasaklayıp bu yasaklama emri de onlardan uzaklaşmayı gerektirince, kendisinin, bütün varlıkların sahibi,  işlerinin mütevellisi ve herşeye galip olduğunu onlara açıkladı. Onlara Allah'tan başka hiç kimseden bir dostluk ve yardım gelmeyeceğini bildirdi ki, kendi­sinden başka herşeyden uzaklaşmış olarak ve sadece kendisine yönelerek tamamen ona dönsünler.[300]

 

117. Allah peygamberin, münafık­lara gazadan geri kalmalarına izin vermesinden dolayı ettiği tevbesini ka­bul etti. Tebük gazasında Muhacirler ve Ensardan sadır olan bazı hatalar­dan dolayı, onların da ettiği tevbeyi kabul etti. Zira onların bazıları gazây; çıkmada ağır davrandı, diğer bazıları da katılmadılar. Bundan maksat, Tebük gazasına katılmayan, sonra da tevbe edip Allah'a sığman mü'minlerir tevbesini kabul ettiğini bildirmektir. Allah onların tevbelerinde samimi olduklarım bildi ve tevbelerini kabul etti. Peygamber ve arkadaşlarının yaralı gönüllerini sarmak, onların şanını yüceltmek ve tevbeye teşvik etmek için, önce Rasulullah (s.a.v.) ve ileri gelen arkadaşlarının tevbelerini kabul ettiğini haber verdi. Aynı zamanda, tevbe ve istiğfara muhtaç olmayan hiç­bir mü'minin bulunmadığını, hattâ Peygamber (s.a.v.), Muhacirler ve Ensarın dahi tevbeye muhtaç olduklarım gösterdi.[301]  O mü'minler Tebük gazasında zor bir zamanda sıcağın şiddetli, azığın az ve sıkıntının çok olduğu bir vakitte Peygambere (s.a.v.) uydular. Taberî, Hz. Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çok şiddetli bir sıcakta Tebük'e çıktık. Bir yerde konakladık. Orada çok susadık. O derece susadık ki, boyunlarımızın kopacağını zannettik. Hattâ kişi deve­yi kesiyor, sidiğini süzüp içiyordu. Ebubekir (r.a.) şöyle dedi: "Şüphesiz Al­lah seni hayır dua etmeye alıştırdı. Bizim için dua et" Rasulullah (s.a.v.): "Bunu istiyor musun?" dedi. Ebubekir: "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasulul­lah ellerini kaldırdı. Yağmur yağıp da Ashab su kaplarını dolduruncaya ka­dar bir daha indirmedi. Biz seyretmeye başladık, yağmurun askerden öteye geçtiğini görmedik.[302] Çektikleri meşakkat ve sıkıntıdan dolayı nerdeyse bazılarının kalbi haktan uzaklaşıp şüpheye düştükten sonra Peygambere (s.a.v.) tâbi oldular Sonra Allah onları hak üzerinde sebat etmeye muvaffak kıldı ve pişman oldukları için tevbele­rini kabul etti. Şüphesiz Allah mü'minlere çok lütufkâr ve merhametlidir. [303]

 

118. Aynı şekilde, gazadan geri kalan üç kişinin tevbesini de kabul etti. Bunlar Ka'b, Hilâl ve Mürare'dir.[304]

Yeryüzü genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. çektikleri üzüntü ve kederden dolayı canlan sıkıldıkça sıkıldı.

Öyle sıkıldılar ki, ruhları ne bir sevinç ne de bir ünsiyet duydular. Bunun se­bebi şu idi: Rasulullah (s.a.v.) Ashabın onlarla ilişkilerini kesmelerini em­retti. Öyle ki, onlardan birisi en yakın akrabasına selâm verdiğinde, akra­bası onun selâmını almıyordu. Kadınları ve aile fertleri onlardan uzaklaştı ve Allah tevbelerini kabul edinceye kadar onlarla ilgilenmediler. Allah'a dönmek ve ona sığınmaktan başka, kendileri için Allah'tan ve azabından sığınacakları bir sığınak olmadığını kesin ola­rak anladılar, Sonra Allah onların tevbesini kabul edip on­lara acıdı ki, tevbeleri üzerinde dosdoğru devam etsinler Suçlar ne kadar çok ve büyük olsa da Allah tevbeyi çok kabul eden ve kul­larına, engin rahmetiyle lütfedendir. [305]

 

119. Ey iman edenler Bütün söz ve   davranışlarınızda   Allah'tan  korkunuz   Dinde   niyet,   söz   ve   amel bakımından samimi ve ihlaslı olan kimselerle beraber olunuz. [306]

 

120. Bu âyet Tebük gazasından geri kalanlar için bir azarlamadır. Yani, Medine halkının ve çevresindeki çöl sâkinlerinin Peygamberle (s.a.v.) birlikte savaşa çık­maktan geri kalmaları doğru olmaz. Kötü şeyleri kendileri için hoş görmeyip Peygamber (s.a.v.) için hoş görmek suretiyle, kendi nefislerini ondan üstün tutmaları doğru olmaz. Bilakis onun uğrunda canlarını feda etmeleri ve onunla birlikte, katlandığı sıkıntı ve belâlara katlanmaları gerekir. Zemahşerî şöyle der: Ashâb-ı Kirâm'a zorlukta ve darlıkta Peygamberle (s.a.v.) birlikte olmaları ve Peygamberin katlanmış olduğun sıkıntılara onların da katlanmaları emredildi. Bunu da Peygambe­rin   (s.a.v.) canını cömertçe feda ettiği bir yerde kendilerini korumakla de­ğil, onun Allah katında en şerefli ve en değerli kimse olduğunu bilerek yap­maları emrolundu. Bu beliğ bir yasaklama ve Peygambere (s.a.v.) tâbi ol­maya teşviktir.[307]  Bu sa­vaştan geri kalmayı yasaklamanın sebebi şudur:  Cihat yolunda Onların başına gelen her susuzluk, yorgunluk ve açlık için Allah katında sevapları vardır. Onların kendi ayakları veya atlarının tırnaklarıyle düşman yurtlarından herhangi bir yeri çiğnemeleri, bu kâfirleri kızdırır,  ve az olsun, çok olsun çldürmek, esir etmek veya hezimete uğratmak suretiyle düşmanlarına herhangi bir zarar verme­leri Allah katında onlar için bir sevap ve yaklaşma vesilesi olur.  Allah güzel amel işleyen kimsenin ecrini zayi etmez. [308]

 

121. Onların küçük-büyük yaptıkları her har­cama, ki İbn Abbas, "bir hunna veya daha fazlası olabilir" demiştir,         Gidiş olsun dönüş olsun, cihad için yürürken geçtikleri her yer karşılığında onlar için sevap yazılır.  Allah onların her ameline karşılık, yaptıkları amellerin en güzelinin kar­şılığı kadar sevap vermek için cihadı emretti. Âlûsî der ki: Bu, şu demek­tir: Onların amellerinin güzel sevabı olduğu gibi en güzel sevabı da vardır.

Yüce Allah onlar için en güzel olanını tercih etti.[309]

 

122. Şehirleri boş bırakacak şekilde bütün mü'minlerin savaşa çıkmaları[310]  doğru değildir. İbn Abbas'tan rivayet olun­duğuna göre Yüce Allah, Tebük gazasından geri kalanlar hakkında şiddetli âyetler indirince müslümanlar: "Artık bizden hiçbir kimse herhangi bir ordudan veya seriyyeden asla geri kalmaz" dediler. Rasulullah (s.a.v.) Me­dine'ye gelip de kâfirler üzerine seriyyeler gönderince bütün müslümanlar gazaya çıktı ve Rasulullah (s.a.v.)'ı Medine'de yalnız bıraktılar. Bunun üzerine bu âyet indi.[311]  Herkesin savaşa çıkması mümkün olmadığına ve bunda bir yarar da bulunmadığına göre, her büyük topluluktan az bir grup çıkarak ilim yolunda meşakkate katlanıp ilim adamı olmalılar. Kavimleri savaştan yanlarına döndüklerinde onları irşâd etsinler ve kötülüklerden sa­kındırsınlar. Umulur ki, onlar da emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'ın azabından korkmuş olurlar. Âlûsî şöyle der: Âyetin zahirine bakarsak sakındırırlar" yerine öğretirler" ve sakınırlar yerine öğrenirler denilmesi gerekirdi. Fakat nazmı celilde bu şekilde tercih edilmesi, öğretmenin gayesinin irşâd ve uyarı, öğrencinin gayesinin de şişme ve kibirlenme değil, Allah korkusu melekesi kazanmak olduğuna işaret içindir.[312]

 

123. Ey iman edenler! Kâfir­lerden size yakın olanlar ile savaşın ve çevrenizi müşriklerden temizleyin de ondan sonra başkalarına gidin. Bundan maksat, müminlere en doğru ve en faydalı yolu göstermektir. Bu da en yakından başlayıp derece derece en uzağa gitmektir. O kafirler sizde, kendilerine karşı bir şiddet bulmalılar.  Bilin ki, kim Allah'tan korkarsa, Allah yardım ve zaferi ile onunla beraberdir. [313]

 

124. Kur'an sûrelerinden herhangi bir sûre indirildi­ğinde O münafıklardan bazıları alay ederek şöyle der: "Bu âyet hanginizin imanını artırdı?" Bunu, Kur'an'ı hafife alarak söylerler. Sanki onlar şöyle diyorlar: "Bunda beğenilecek ne var? Bu husus­ta hangi delil var?" Bunlara cevaben Yüce Allah şöyle buyurur: Müminlere gelince, o sûre onların imanlarını artırır. Çünkü her indikçe onların delilleri ve burhanları da yenilenir Onlar bu sûrenin inmesine sevinirler. Çünkü Kur'an'dan her ne zaman bir şey i-nerse onların imanları artar. [314]

 

125. Allah'ın dini hususunda kalplerin de şüphe ve nifak bulunan münafıklara gelince, bu inen sûre on­ların nifak üstüne nifaklarını, inkar üstüne inkarlarım artırır. Böylece daha önce içinde bulundukları pislik ve sapıklıktan daha fazla pislik ve sa­pıklıkları artar. Onlar kâfir olarak ölürler. [315]

 

126. Soru edatı olan baştaki hemze inkar ve kınama ifade eder. Yani o münafıkları haklarında vahy ine­rek bir veya iki defa sırları ortaya çıkarılıp rezil edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da, ne içinde bulundukları nifaktan dönüyorlar, ne de ibret alıyorlar. [316]

 

127. Münafıklar Peygamberin meclisinde iken Kur'an'dan, içinde kendilerinin ayıplandığı bir sûre indirildiğinde, "müslümanlardan biri sizi görüyor mu, bakın da gidelim" diye birbirlerine bakarlar. "Biz, o bizim sırlarımızı açığa vurup dururken, onu dinlemeye tahammül edemeyiz." derler sonra kalkıp giderler. Bu, bir dua cümlesidir. Yani, Allah onlara hidayet ve iman nasip etmesin, Çünkü onlar hakkı anlamıyor ve düşünmüyorlar. Onlar gafil ahmaklardır. [317]

 

128. Ey kavim! Size kendi ırkınızdan Arap, Kureyşli, kadri yüce bir peygamber geldi. Allah'ın risâletini size tebliğ edi­yor. Sizin meşakkat çekmeniz ve zorluklara katlanmanız ona ağır gelir. Sizin hidayete ermenizi çok ister. Mü'minlere şefkatli ve günahkarlara merhametlidir. Onlara karşı şefkat ve merhameti fazladır. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, Peygamberi (s.a.v.) kendi sıfatlarından iki sıfatla niteledi.[318]

 

129. Ey Muhammedi Eğer onlar sana imandan yüzçevirirlerse, de ki: "Rabbim bana yeter, Ondan başka mabud yoktur. Sadece ona güvenirim. Ondan başka hiç kimseden ne kor­karım, ne de bir şey beklerim. O, eşyanın en büyüğü olar ve her şeyi kuşatan Arş'm Rabbidir. Arş'ın ne kadar büyük olduğunu "Al­lah'tan başka kimse bilmez." [319]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Allah satın aldı." Bu bir istiare-i tebaiyyedir. Mümin­lerin, canlarını ve mallarını feda etmeleri ve buna karşılık olarak onlar: cennetin verilmesi alış-verişe benzetildi.

2. Öldürürler ve öldürülürler" Bu iki kelime, şekil ba­kımından birbirinden farklı olduğu için burada cinas-i nakıs vardır. Bu d; edebî sanatlardandır.

3. Rüku ve secde edenler", yani namaz kılanlar. Bu rada mecâz-ı mürsel vardır. Zikr-i cüz, irade-i küll kabilindendir. Şerefle rinden dolayı burada rüku ve secde özellikle zikredilmişlerdir. (Kulun, Rab bine en yakın olduğu ân secdedeki ândır.[320]

4. Mü'minleri müjdele." Mü'minlerin, önemlerine ve şereflerine binâen, burada zamir yerine zahir isim getirilmiştir.

5. Verdiği söz." Bu iki kelime arasında cinâs-ı istika vardır.



[1] Buhârî, Tefsir, IX/İ.

[2] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/123; Bazı kelime farklarıyla bkz. Buhârî, Tefsir IX/2.

[3] Tevbe sûresi, 9/42

[4] Tevbe sûresi, 9/29

[5] Tevbe sûresi, 9/110. sûrenin genel durumu hemen hemen nifak ve münafıklar hakkındadır.

[6] Kurtubî, 8/61

[7] Keşşaf, 2/241

[8] Kurtubî, 8/63

[9] Tevbe sûresi, 9/107

[10] Taberî XI/18, 1987 Baskısı; İbnu'l-cevzi, Zadu'I-mesir, m/498-499 Fahreddin Râzî, Tefsir-i kebir, XVI/190 (Burada "yıkın ve harab edin" şeklindedir.)

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/447-449.

[12] Keşşaf; 2/241

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/449.

[13] tbnu'l-Cevzi, Zadü'l-Mcsir, 3/392

[14] KurtubL8/73

[15] el-Bahrul-Muhu, 5/3

[16] Râzî, 16/5

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/454-455.

[18] Tevbe sûresi, 9/17. Zâdul-Mesîr, 3/407

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/455.

[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/455-456.

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/456.

[21] Keşşaf, 2/245

[22] el-Bahr, 5/8

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/456.

[23] Keşşaf, 2/246

[24] Beyzâvî, 218

[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/456-457.

[26] Tbnu'l-Cevzi, Zâdu'l-mesîr, 3/397

[27] el-Bahr, 5/10

[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/457.

[29] Keşşaf, 2/248

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/457-458.

[31] ei-Bahr, 5/12

[32] Taberî, 1/81

[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/458.

[34] eI-Bahr, 5/13

[35] Taberî, 10/85

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/458.

[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/458.

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/458.

[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/458-459.

[40] Beyzâvî, s. 219

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/459.

[41] Keşşaf, 2/252

[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/459.

[43] Ebııssuûd, 2/258.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/459.

[44] F. Râzî, 16/2

[45] Ebussuûd. 2/258

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/460.

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/460.

[47] Sâvt 2/141

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/460-461.

[49] İsra sûresi, 17/79. Taberî, 10/94

[50] el-Bahr, 5/20

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/461,

[51] Âyetin nüzul sebebine bakınız.

[52] Taberî, 10/94

[53] el-Bahru'l-Muhît, 5/20

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/461-462.

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/462.

[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/462.

[56] el-Bahru'l-Muhît, 5/21

[57] Rûhu'l-Meânî, 10/70

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/462.

[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/62-463.

[59] Tirmİzî, iman; 8

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/463.

[61] Kurtubî, 1/24

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/463-464.

[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/468.

[63] el-Bahru'1-Mulıît, 5/24

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/468.

[65] Esbabu'n-Nüzul, S.140

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/468-469.

[66] Kurtubî, S/94

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/469.

[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/469.

[68] Taberî, 10/103; Bühârî, Cihâd, 52, 61, 97. 167; Müslim, Cihad. 78-80

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/469-470.

[70] Ebussuûd 2/263

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/470.

[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/470.

[73] Kıırmbi, 8/103. tbn Abbas ve Hasan-ı Basrî1 dan nakledilen budur. Fabr-i Râzî ve Âlûsî de bunu tercih, etmişlerdir. Âyetin zahirî mânâsı   da budur. Cumhur, bunu bir benzetme, kabul etmiştir.

[74] Ebussuûd, 2/264. Hadis için bkz. Buhârî, salat, 10: Hacc 67; Ebu Davud, Menalik, 66.

[75] Taberî, 10/107

[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/470-471.

[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/471.

[78] Beyzâvî, s 222.

[79] Teshil, 2f1-

[80] Bakara stei, 2/118

[81] Râzi, 16/36

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/471-472.

[82] Tinnizî, Tefsir, IX/10 ; Âlûsî, 4/84

[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/472-473.

[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/473.

[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/473.

[86] Fussilct, 41/40

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/473-474.

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/474.

[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/478.

[90] Kurtubî, 8/120

[91] Taberi 10/121

[92] Buhari, buyu, 12,13; Müslim, birr, 20,21.

[93] İsra suresi, 17/46

[94] el-Ftatib eî-Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih, Hadis no:521Ğ

[95] Kurtubi, 8/154

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/478-479.

[97] Vahidî,-Esbâb-ı Nüzul, 141

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/479-480.

[98] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/138

[99] Keşşaf, 2/266

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/480.

[100] Kurtubî, 8/129

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/480-481.

[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/481.

[103] Taberî, 10/134

[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/481-482.

[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/482.

[106] Taberî, 10/131

[107] Râzî,16/61

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/482.

[108] Taberî, 10/136

[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/482-483.

[110] el-Bahr, 5/44

[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/483.

[112] Bu, bir gaybden haber vermedir. Sen Tebük seferinden döndüğünde onlar, özür beyan ederek yalan yere yemin edeceklerdir. Bu olay Kur'an'ın haber verdiği gibi çıkmıştır. Bu, en parlak Kur'anî mucizelerdendir.

[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/483-484.

[114] Tefsirciler şöyle der: Bu âyetlerden insan. Rasulullah'm Allah katındaki yerini, kadrinin yüceliğini ve makamının yüksekliğini anlar. Çünkü, günah işlediğini haber vermeden Önce, affedildiğini müjdeledi. Eğer onu kınayarak: "Niçin onlara izin verdin?" deseydi. Peygambe­rin, üzüntü ve kederden kalbinin yarılmasından korkulurdu. Avn şöyle der: Bundan daha güzel bir sitem işittiniz mi? Sitem etmeden önce, affedildiğini bildiriyor. Ben derim ki: Ze-mahşeri'nin söylediği, Rasulullah'ın makamına karşı nezaketsizliktir.

[115] Taberî, 11/142"

[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/484,

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/484.

[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/484.

[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/485.

[120] İbn Mace, Zekât, 3

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/485.

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/485-486.

[122] Taberi, 10/138

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/486.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/490.

[125] Râzi, 16/81'

[126] es-Sıhah, maddesi.

[127] el-Bahr, 5/3>5

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/490.

[128] Esbâbu'n-mızûl.s. 142

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/490-491.

[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/491.

[130] Mücahid şöye der: Yani içinizde casuslar vardır. Onlar İçin haber toplarlar ve onlar taşırlar. Birinci mânâ daha açık ve daha yaygındır. Katâde de bu görüştedir. İbn Kesir de bi rinci görüşü tercih etmiştir.

[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/491.

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/491.

[133] Bu konu Nüzul Sebebi'nde anlatıldı.

[134] Ebııssuûd, 2/275

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/491-492.

[136] Kurtubî şöyle der: Yani onlar, bu yaptıklarıyla böbürlenerek imandan yüzçevirirler.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/492.

[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/492.

[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/492.

[139] Tevbe sûresi, 9/80

[140] Taberî, 10/152

[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/492-493.

[142] el-Bahru'1-Muhît, 5/53

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/493.

[143] Beyzâvî, 226

[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/493.

[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/493.

[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/493-494.

[147] Rûhul-meânî 10/ 119; Buhârî, Edeb , 95

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/494.

[148] Ebussuûd, 2/277

[149] Râzî, 16/99

[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/494.

[151] Taberî, 10/157

[152] Taberî, 10/162

[153] Teshil, 2/79

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/494-495.

[154] Rûhu'l-meânî, 10/112

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/495-496.

[156] Keşşaf, 2/376

[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/496.

[158] Muhtasar-i İbn Kesir, 2/147

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/496.

[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/500.

[160] Sıhâh, jjî maddesi

[161] Keşşaf, 2/284

[162] Bakara sûresi, 2/200

[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/501.

[164] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 143

[165] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, 3/463

[166] Tevbc: 9/64

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/501-502.

[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/502.

[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/502.

[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/502.

[170] Fussilct sûresi, 41/40

[171] Keşşaf, 2/286

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/502-503.

[172] Bu, Katâde'nin rivayetidir. Taberî'de de böyledir.

[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/503.

[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/503.

[175] Tevbe, 9/56

[176] Keşşaf, 2/287

[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/503.

[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/504.

[179] Taberî, 10/175

[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/504.

[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/504-505.

[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/505.

[183] Keşşaf, 2/289

[184] Taberî, 10/182, Tirmizî, Cennet, 18

[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/505.

[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/505.

[187] Kâsımî, Mehasinu't-te'vîl, 8/3204

[188] Münâfıkûn sûresi, 63/8

[189] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/156

[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/505-506.

[191] Ebu Hayyân eJ-Bahr, 5/63

[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/506-507.

[193] Tevbe sûresi, 9/5

[194] Tevbe sûresi, 9/29

[195] Tevbe sûresi, 9/73

[196] Hucûrât sûresi, 49/9, Muhtasar-I İbn Kesir, 2/156

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/507.

[197] Tevbe sûresi, 9/71

[198] Tefsir-i Kebir, 16/130 (Tasarruf yapılarak alınmıştır.)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/507-508.

[199] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/512.

[200] Tefsir-i Kebir, 16/142

[201] Kurtubî, 8/225

[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/513.

[203] Vahidi, Esbâbu'n-nuzûl, 145. Müfessirlerin anlattığı bu Sa'lebe, Meşhur Sahabî Sa'lebe b. Ebi Hatim değildir. Bu, sadece münafıklardan Sa'lebe, denilen biridir. Allah daha iyi bilir.

[204] Tevbe, 9/80

[205] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/161

[206] Tevbe Süresi, 9/84

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/513-514.

[207] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/514.

[208] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/514.

[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/514.

[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/514-515.

[211] Ukıyye, 12 dirhem. Beldelere göre değişik ağırlık ölçüsüdür.

[212] Taberî, 10/194

[213] Müşâkele, iki kelimenin lafız bakımından aynı, mânâ bakımından farkı, olması demek­tir.

[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/515.

[215] Keşşaf, 2/295

[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/515.

[217] Ebussuûd, 2/286

[218] Keşşaf, 2/296

[219] Müfessir "çölün sıcağından ateşin sıcağına sığınan gibidir," bunu yukarıdaki gibi ifade etmek mümkündür. (Mütercimler)

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/515-516.

[220] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/160

[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/516.

[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/516.

[223] Nüzul sebebi bölümüne bakınız.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/516-517.

[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517.

[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517.

[226] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517.

[227] Tefsir-i Kebir, 16/157

[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517.

[229] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517.

[230] Beyzâvî, 230.

[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/517-518.

[232] Teshil, 2M3

[233] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/518.

[234] Beyzâvî, İ30

[235] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/518-519.

[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/519.

[237] Şerif Râdî, Telhîsu'l-beyân, 148

[238] Âlûsî, Rûhu'I-meânî, 10/159

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/519.

[239] Keşşaf, 2/295

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/519-520.

[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/520.

[241] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/520.

[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/525.

[243] Râz,î 16/165

[244] Kurtubî, 8/234

[245] İbn Mace, Ahkam, 17; Malik b. Enes, el-Muvatta, Akdiye, 31

[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/525-526

[247] Bu şahıs, meleklerin yıkamış olduğu Hanzale'nin babasıdır.

[248] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 149

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/526.

[249] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/526-527.

[250] Râzî, 16/164

[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/527.

[252] Ebussuûd, 2/290

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/527.

[253] el- Bahrul-Muhît, 5/91

[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/527.

[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/527-528.

[256] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/528.

[257] Şa'bi'den şöyle rivayet olundu: Bunlar, Bey'at-ı Rıdvan'da bulunanlardır. Bir görüşe göre de bunlar, iki kıbleye yönelerek namaz kılmış olan müslümanlardır. Bizim, bunlar sahabenin hepsidir. Hicretle ve yardımda öne geçen onlardır" şeklindeki açıklamamız Taberî ve Fahr-i Râzî'nin tercihidir.

[258] el-Bahni'1-Muhft, 5/92

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/528.

[259] İbnu'l-Cevzî Tefsiri, 3/491

[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/528-529.

[261] Râzi, 16/174

[262] Taberî, 11/12

[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/529.

[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/529.

[265] Mü'min suresi, 40/3

[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/529.

[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/529-530.

[268] Ebussuûd, 2/295

[269] Tevbe sûresi, 9/118

[270] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/530.

[271] Nuzûl sebebi bölümüne bakınız.

[272] Taberî, 11/25

[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/530.

[274] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/531.

[275] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/531.

[276] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/531.

[277] Bak, Şerif Râdî, TcMsıı'I-beyân, s.149. Burada güzel açıklamalar vardır.      

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/531-532.

[278] Râzi, 16/176

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/532.

[279] Kâsımî, Mehâsinu't-te'vîl, 8/3239

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/532.

[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/537.

[281] Ebu Hayyân, el-Bahr, 5/88

[282] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/538.

[283] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, 3/504; Taberî, XI/27, 1987 Baskısı, Âyet: 9/111

[284] Müslim, İmân, 39.

[285] Tevbe sûresi, 9/113

[286] Kasas sûresi, 28/56

[287] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/538-539.

[288] Taberî, 11/35; Râzi, 16/199

[289] Keşşaf, 2/314

[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/539.

[291] Hadîd suresi, 57/10.

[292] Bazıları Kelimesini oruç tutanlar diye tefsir etmiştir. Atâ şöyle der; onlar gaziler­dir. Ibn Zeyd de onlar Muhacirlerdir, der. Bizim tefsirimiz Fahri Râzî'nin tercih ettiği gö­rüştür. Âyeı-i kerimenin tefsirine uygun olan da budur. Yeryüzünde dolaşın, Tev­be, 9/2 âyeti buna delildir. Allah daha iyi bilir.

[293] Taberî, 11/39

[294] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/539-540.

[295] Nüzül sebebi bölümüne bakınız.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/540.

[296] Meryem sûresi, 19/46

[297] el-Bahr, 5/105

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/540-541.

[298] tbnu'l-Cüzey, et-Teshîl, 2/86

[299] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/541.

[300] Rûhu'l-mcânt, 11/39

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/541.

[301] Keşşaf, 2/316

[302] Taberî 11/55

[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/541-542.

[304] Taberî, ll/58;Buhârî

[305] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/542.

[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/542-543.

[307] Keşşaf, 2/321

[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/543.

[309] Rühu'l-meânî, 11/47

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/543.

[310] Bir görüşe göre maksat, ilim öğrenmeye çıkmalarıdır.

[311] Râzî, 16/225

[312] Rûhu'l-meânî, 11/48

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/543-544

[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/544.

[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/544.

[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/544.

[316] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/544-545.

[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/545.

[318] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 3/521

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/545.

[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/545.

[320] Şerif Râdî, Telhîsu'l-beyân, 152