Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti
Medine'de inmiştir.
129 âyettir,
Bu mübarek sûre, ahkâm
yönü ağır basan Medenî sûrelerden olup Rasûlullah (s.a.v.)'a inen son
sûrelerdendir. Buhârî, Berâ b. Azib'ten son inen sûrenin Berâe sûresi olduğunu
rivayet etmiştir.[1] Hafız İbn Kesir şöyle rivayet eder: Bu
sûrenin ilk âyetleri, Rasûlullah (s.a.v.)'a, Tebûk seferinden dönüşü esnasında
indi. Rasûlullah (s.a.v.) o sene, insanlara hac ibadetini yaptırmak için Hz.
Ebubekir (r.a.)'i hac em iri tayin etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) Tebük'ten
dönünce, bu âyetlerdeki ahkâmı kendi adına tebliğ etmek üzere Hz. Ali'yi Hz.
Ebubekir'in ardından gönderdi.[2] Bu sûre, hicretin 9. yılında inmiştir. O sene,
Rasûlullah (s.a.v.)'m Bizans üzerine sefere çıktığı senedir. Rasûlullah
(s.a.v.)'m bu seferi, onun yaptığı gazalar arasında Tebük gazası olarak
bilinir. Bu sefer, şiddetli bir sıcakta vuku bulmuş ve uzun bir yolculuk
yapılmıştır. Meyvelerin olgunlaştığı ve insanların hayat nimetlerine
kendilerini kaptırdıkları bir sırada olmuştur. Bu sefer, mü'minlerin imanlarını
imtihan etmiş. Allah'ın dinindeki sadâkat ve ihlaslanni denemiş ve mü'minlerle
münafıkları birbirinden ayırmıştır.
Bu mübarek sûrenin,
diğer hükümler yanında iki esas hedefi vardır. Bunlar:
1. Müşrikler
ve Ehl-i kitapla olan münasebetlerde Islamî kanunu açıklamak,
2. Peygamber
(s.a.v.) Müslümanları Bizans'a karşı sefere çağırdığında, mü s lüm anların
içinde bulundukları rûh halini açıklamakdır.
Birinci hedef
gereğince, sûre, müşriklerle olan anlaşmaları ele aldı ve bu anlaşmanın
sınırlarını çizdi. Müşriklerin, Ka'beyi tavaf etmelerini yasakladı. Müşriklerle
müslümanlar arasındaki dostluğu kaldırdı. Arap yarımadasında bulunan Ehl-i
kitabın orada kalmasının kabul edilmesi ve onlarla muamelenin mubah kılınması
hususunda esaslar koydu. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ehl-i kitap arasında
anlaşmalar olduğu gibi, onunla müşrikler arasında da anlaşma ve sözleşmeler
vardı. Eakat müşrikler bu anlaşmaları bozdular ve müslümanlara karşı savaşmak
üzere defalarca Yahudilerle birlikte gizlice tuzaklar kurdular. Benî Nadîr,
Benî Kureyza ve Benî Kaynuka gibi Yahudi kabileleri, Rasûlullah (s.a.v.) ile
yapmış oldukları anlaşmalara ihanet ederek defalarca anlaşmalarını bozdular.
Düşmanları ahitlerin! bozdukları halde, müslümanların o ahitlere bağlı kalmaları
akıl kârı değildir. Bu mübarek sûre, o anlaşmaları ortadan kaldırmak ve onları
açık bir şekilde ve herkesin bilgisi dahilinde düşmanlara atmak üzere indi.
Çünkü ahdi bozan taraflar, fırsat buldukça hıyanet etmekten geri durmazlar. Bu
sûrenin inişi ile Yüce Allah, müslümanlarla müşrikler arasındaki bağları
ortadan kaldırdı. Ne bir anlaşma ne bir sözleşme, ne bir barış ve ne de bir
eman kaldı. Halbuki daha önce Allah onlara yeteri kadar fırsat vermişti. Bu
fırsat, kendi durumları hakkında düşünüp tefekkür edebilmeleri ve kendilerine
yararlı gördükleri şeyleri tercih edebilmeleri için, yeryüzünde emniyet içinde
dolaşabilecekleri[3] aylık bir seyahatti. Bu
mübarek sûrenin baş tarafları bu konuda inmiştir: Allah ve Rasulünden,
kendileriyle anlaşma yaptığınız müşrüklere bir ihtar.."
Bunun ardından, Ehl-i
kitaptan anlaşmalarını bozanlarla savaşmayı emreden âyetler indi: Allah'a ve
âhiret gününe inanmayanlarla savaşın..[4] Onlardan bahseden âyetler yirmiye yakındır.
Yüce Allah bu âyetlerde, Ehl-i kitabın gizledikleri kötülüklerin üzerindeki
perdeyi açlı. Onların ruhlarında taşıdıkları kötülük, hilekarlık ve İslama ve
müslümanlara karşı besledikleri kini ortaya çıkardı.
Sûre'nin ele aldığı
hedef: Rasülullah (s.a.v.)'m, müslümanları Bizans'a karşı savaşa çağırdığı
zamanki ruh hallerini açıklayıp ortaya çıkarmaktır. Âyetler, sefere çıkma
hususunda ağır davranan ve seferden geri kalan müslümanlardan ve seferi
kösteklemek isteyenlerden bahseder. Münafıkların İslama ve müslümanlara karşı
karanlık emellerini anlatarak onların fitneleri üzerinden örtüyü kaldırır.
Onların nifak yollarını, fitne şekillerini ve mü'minleri nasıl yardımsız
bıraktıklarını açıklar. O şekilde açıklar ki yırtmadık hiçbir perde ve ortaya
çıkarmadık hiçbir sır bırakmaz. Bu açıklama ve ifşaattan sonra onları, nerdeyse
mü'minlerin elleriyle tutacakları bir hale getirir. Onlardan bahseden âyetler,
sûrenin büyük bir kısmını ihtiva eder. Bunlar, Eğer yakın bir dünya malı ve
orta bir yolculuk olsaydı, mutlaka senin peşinden gelirlerdi..
âyetiyle başlar, Yaptıkları
bina, kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerinde devamlı olarak bir şüphe
sebebi olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir[5] âyetiyle sona erer. İşte bunun içindir ki,
Sahabeden bazıları bu sûreye Fadıha (ayıplan ortaya çıkaran)" ismini
vermişlerdir. Çünkü bu sûre münafıkların ayıplarını ve gizli planlarını ortaya
çıkarmıştır.
Said b. Cübeyr şöyle
der: Berâe sûresini İbn Abbas'a sordum. Şöyle dedi: O, Fâdıha yani ayıpları
ortaya çıkaran sûredir. O, durmadan onlardan bazıları.. ve onlardan bir kısmı" şeklinde iniyordu.
Nihayet biz onlardan hiçbirini bırakmayacağından korktuk.[6] Huzeyfe b. Yemân'm şöyle dediği rivayet
olunmuştur: "Siz bu sûreye, Tevbe sûresi ismini veriyorsunuz. Halbuki o
sadece azap süresidir. Allah'a andolsun ki o, münafıklardan rezil etmedik
hiçbirini bırakmadı.[7] Bu
sûrede Besmele'niıı bulunmayışının sırrı da budur. İbn Abbas der ki: Hz.
Ali'ye, niçin Berâe sûresinde yazılmadı diye sordum. Şöyle cevap verdi: Çünkü,
bir güven verme ifadesidir. Halbuki Berâe sûresi, savaş emri ile inmiştir. Onda
güven verme yoktur. Süfyan b. Uyeyne şöyle der: Bu sûrenin başında, şunun için
besmele yazılmamıştır: Besmele rahmettir. Rahmet ise eman yani güven vermedir.
Halbuki bu sûre münafıklar ve savaşla ilgili olarak inmiştir. Münafıklara ise
eman yoktur.[8]
Özet olarak bu mübarek
sûre, müslümanların safları arasına gizlenmiş olan"Beşinci kol" dan
bahseder. Bunlar, müşriklerden daha çok tehlikeli olan münafıklardır. İşte bu
sûre bunların sırlarını ve rezilliklerini ortaya koymuş ve açığı çıkarmıştır.
Onlardan, bir tek kişi birakmayıncaya kadar onlara ateş etmiştir. İslama karşı
tuzak kurmada işi o derece ileri götürdüler ki, İslami tahrip etmek, yıkmak ve
müslümanların safları arasına fitne sokmak için Allah'ın evlerini nifak yuvası
haline getirdiler. Bu tuzakları, Mescid-i Dırâr adiyle bilinen mescitlerinde
kuruyorlardı. Bu mescit hakkında bu sûrede 4 âyet inmiştir. Bir de zarar
vermek, inkâr etmek, mü'minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve
Rasulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir zarar mescidi kuranlar..[9]
Rasülullah (s.a.v.) bu vahyi alır almaz Ashabına : "Bu, sahipleri zâlim
olan mescide gidip yıkın ve yakın[10] buyurdu. Bunun üzerine Ashab o mescidi hemen
yıktılar. Onların kötülüklerine, tuzaklarına ve pisliklerine karşı, İslâm ve
müslümanlara Allah yeter. Allah münafıkları kıyamet gününe kadar rezil
edecektir.[11]
Bu sûreye birçok isim
verilir. Bazı tefsirciler bu isimleri ondörde kadar çıkarırlar. Büyük âlim
Zemahşerî şöyle der: Bu sûrenin birkaç ismi vardır. Bunlar Berâe, Tevbe,
Mukaşkışe, Müba'sire, Müşerride, Muhziye, Fâdıha, Müsîra, Hâfira, Münekkile,
Müdemdime ve Azâb isimleridir. Zemahşerî der ki: Çünkü bu sûrede mü'minlerin
tevbelerinin kabul edildiğinden söz edilir. Bu sûre nifaktan uzaklaştırır.
Münafıkların sırlarını ortaya çıkarır, onları inceleyip araştırır, münafıkları
rezil eder, başkalarına ibret olacak şekilde onları rüsvay eder, onları dağıtır
ve helak olacaklarını bildirir.[12]
1. Allah ve
Rasulünden kendileriyle anlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar!
2. Ey
müşrikler! Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz
bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil edecektir.
3. Hacc-ı
Ekber gününde Aljah ve Rasulünden insanlara bir bildiridir: Allah ve Rasulü
müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve
eğer yüzçevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiziniz. O
kâfirlere acıklı bir azabı müjdele!
4. Ancak
kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik
bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar bu hükmün
dışındadır. Onların andlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayınız.
Şüphesiz Allah sakınanları sever.
5. Haram
aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz
yerde öldürün, onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme
yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da
verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah Gafur ve Rahîm'dir.
6. Ve eğer
müşriklerden biri senden eman dilerse, Allah'ın kelamını işitip dinleyinceye
kadar ona eman ver, sonra onu güven içinde bulanacağı yerine ulaştır. Bu, onların,
bilmeyen bir kavim
olmalarından dolayıdır.
7. Mescid-i
Haram'ın yanında kendileriyle andlaşma yaptıklarınız hariç, diğer müşriklerin
Allah ve Rasulü yanında nasıl sözleşmesi olabilir? Anlaşma sahipleri size
karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de onlara dürüst davranın. Allah
sakınanları sever.
8. Onların
nasıl anlaşmaları olabilir; onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne
ahit, ne de andlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sîzi Râzi ediyorlar,
halbuki kalbleri buna karşı çıkıyor. Onların çoğu fâsıklardır.
9. Allah'ın
âyetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar da O'nun yolundan alıkoydular.
Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
10. Bir
mü'min hakkında ne ahid tanırlar ne de andlaşma. Çünkü onlar saldırganların
kendileridir.
11. Fakat
eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir.
Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.
12. Eğer
andlaşmalanndan sonra yeminlerini bozarlar, ve dininize saldırırlarsa, küfrün
önderlerine karşı savaşın. Çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır. Umulur ki
küfre son verirler.
13. Yeminlerini
bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa
başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; onlardan korkuyor
musunuz? Eğer gerçek mü'minler iseniz, Allah, kendisinden korkmanıza daha
layıktır.
14. Onlarla
savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin;
sizi onlara galip kılsın ve mü'min toplumun kalblerini ferahlatsın.
15. Ve
onların kalblerinden öfkeyi gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder.
Allah bilendir, hikmet sahibidir.
16. Yoksa,
Allah, sizden, cihad edenlerle Allah, peygamber ve mü'minlerden başkasını
kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı
sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
17. Allah'a
ortak koşanlar, kâfirliklerine bizzat kendileri şahidlik
ederlerken, Allah'ın mescitlerini i'mar etme selahiyetleri
yoktur. Onların bütün işleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte ebedî
kalacaklardır.
18. Allah'ın
mescitlerini ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan,
zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler i'mâr eder. İşte doğru
yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır.
19. Siz
hacılara su veren ve Mescid-i Haram'ı onaran kimseyi, Allah'a ve âhiret gününe
iman edip de Allah yolunda cihad edenlerle bir mi tutuyorsunuz? Halbuki onlar
Allah katında eşit
değillerdir. Allah zâlimler
topluluğunu hidâyete erdirmez.
20. İman
edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler
rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.
21. Rableri onlara,
tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile, kendileri için, içinde
tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler.
22. Onlar
orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki, Allah katında büyük mükafat vardır.
Berâet, uzaklaşmak
demektir. Sen, bir şeyle arandaki bağı kesip onu kendinden giderdiğinde,
dersin. Zeccâc şöyle der: Birisinden ve borçtan kurtulup uzaklaşan kimse der.
Hastalıktan kurtulduğunda ise der.[13]
Seyahat ediniz.
ticâret, veya ibâdet veya diğer maksatlarla yeryüzende gezip dolaşmaktır.
Ezan, bildiri
demektir. Namaz ezanı da bu kabildendir.
Mersad, düşmanın
gözetlediği zaman kullandıkları
sözünden alınmıştır. Şâir şöyle der: Ölüm, pusuda genci gözetlemektedir.[14]
Senden eman istedi.
İli, söz vermek ve
yakınlık mânâlarına gelir. Ebu Ubeyde şu beyti söylemiştir: Daha sonra gelen
hayırsız nesil insanları bozdu. Onlar akrabalığı ve akrabalık bağlarını kopardılar.[15]
Bozdular. Neks, bozmak
demektir. Aslında bu kelime önce bükülüp sonra çözülen her şey için kullanılır.
Velîce, sırdaş
demektir. Ebu Ubeyde şöyle der: Bir şeyin kendinden olmayıp da onun içine
soktuğun herşcye velîce denir. Aslı (girmek) kelimesindendir. Bir toplumdan
olmadığı halde, dışardan o topluma giren kimseye velîce denir.[16]
Ferrâ şöyle der: Velîce, mü'minin, sırrını kendilerine açtığı ve durumunu
kendilerine bildirdiği müşriklerden edindiği sırdaş, demektir. [17]
Rivayete göre, Bedir
savaşında, Kureyş'in ileri gelenlerinden, içlerinde Abbas b. Abdulmuttalib'in
de bulunduğu bazı kişiler esir edildi. Rasûlullah (s.a.v.)'in Ashabından
bazıları onlara gelerek, şirklerinden dolayı onları ayıpladı. Hz. Ali (r.a.),
Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı savaştı ve akrabalık bağlarını kopardı diye Abbas'ı
kınamaya başladı. Abbas dedi ki: "Niçin, kötülüklerimizi anıyor da,
iyiliklerimizi gizliyorsunuz?" Hz. Ali (r.a.): Sizin iyilikleriniz de mi
var? dedi. Abbas: "Evet, biz Mescid-i Haram'ı tamir eder, Ka'be'yi
bekler, hacılara su verir ve esirleri serbest bırakırız" dedi. Bunun
üzerine: Allah'a ortak koşanlar, kâfirliklerine bizzat kendileri şahitlik
ederlerken Allah'ın mescitlerini imar etme selahiyetleri yoktur.[18]
1. Bu A1lah
ve Rasulünden müşriklere ve ahdi bozmalarına karşı bir ültimatomdur.
Tefsirciler şöyle der: Araplar, Rasûlullah (s.a.v.) ile yaptıkları antlaşmaları
bozmaya başladılar. Dolayısı ile Yüce Allah, Rasûlüne onların ahitlerini
üzerlerine atmayı emretti. Rasûlullah
(s.a.v.), insanlara hac ibadetlerini yaptırmak üzere Hz. Ebubekir
(r.a.)'i hac emîri olarak göndermişti. Sonra, bu ültimatomu halka duyurması
için arkasından Hz. Ali (r.a.)'yi gönderdi. Hz. Ali gidip insanlara şu dört
şeyi duyurdu: 1. Bu seneden sonra Ka'be'ye hiçbir müşrik yaklaşmayacak. 2.
Çıplak hiçkimse Kabe'yi tavaf etmeyecek. 3. Cennete müslümanlardan başkası
giremiyecek.4.Rasûlullah'la kimin arasında bir antlaşma varsa, bu, süresi
bitene kadar devam edecek. Allah ve Rasûlü müşriklerden uzaktır. [19]
2. Ey
müşrikler! Dört ay müddetle, emniyet içinde gezip dolaşın. Bizden size herhangi
bir kötülük gelmez. Bu ibâha ifade eden bir emirdir. Zımnen tehdit mânâsı
taşır. Bilin ki, siz Allah'ı
aciz bırakamazsınız. Yani o size bu müddet için mühlet verse de O'nun
elinden kurtulamazsınız. Ve yine bilin ki: Allah, dünyada esaret ve kati
olunmakla âhirette de şiddetli azap ile kâfirleri zelil kılıcıdır. [20]
3. Bu, Allah
ve Rasûlünün müşriklerden uzak olduklarım bütün insanlara duyuran bir
bildiridir. Hacc-ı Ekber gününde, yani hac ibadetinin en efdal günü olan Kurban
kesme gününde duyurulmuştur. Zemahşerî şöyle der: Umre'ye hacc-ı asğar (küçük
hacc) de-nildiği için, bu da hacc-ı ekber (büyük hacc) diye nitelenmiştir.[21] Bu ilan onlara, Allah'ın müşriklerden ve
onların ahitlerin-den uzak olduğunu, Rasûlullah (s.a.v.)'ın da aynı şekilde
onlardan uzak olduğunu bildirir. İnkardan tevbe eder ve Allah'ı birlemeye
dönerseniz, bu sizin için dalâlette devam etmenizden daha iyidir. Eğer İslamdan
yüzçevirir de dalâlet ve sapıklıkta devam etmekten başka birşey kabul etmezseniz
biliniz ki siz Allah'ın elinden kurtulamaz ve kaçarak onu aciz bırakamazsınız.
Kâfirlere, başlarına gelecek olan elem ve ağrı verici azabı müjdele. Ebu Hayyan
şöyle der: Yüce Allah burada onları uyarmayı alay yoluyla müjde saydı. Bunda
onlar için büyük bir tehdit vardır.[22]
4. Ancak,
kendileriyle antlaşma yaptığınız ve antlaşmayı bozmayan müşrikler hariç.
Onların ahitlerini, müddeti doluncaya kadar yerine getirin. Zemahşerî şöyle
der: Bu, istidrak yani yanlış anlamayı önlemek mânâsında bir istisnadır. Ahde
vefa gösterip onu bozma-yanlarm ahitlereni, süresi bitinceye kadar tamamlayın.
Onları diğerleriyle aynı muameleye tabi tutmayın. Sözünde duranla durmayanı bir
tutmayın demektir.[23]
Sonra size antlaşma şartlarından hiçbirini eksiltmeyen, aleyhinize, düşmanlarızdan
herhangi birine arka çıkıp yardım etmeyenler müstesna. Onların ahitlerini,
müddeti doluncaya kadar tam olarak yerine getirin. Şüphesiz Allah, Rabbinden
korkanları, ahitlerini yerine getirenleri sever. Beyzâvî şöyle der: Bu cümle,
ahdi tamamlamanın gerekçesini gösteren ve bunun takva babından olduğuna dikkat
çeken bir cümledir.[24] İbn Abbas şöyle der: Kinâne kabilelerinden
birinin, antlaşmasının bitmesine 9 ay vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onlarla
yaptığı anlaşmayı süresi bitinceye
kadar devam ettirdi. [25]
5.
Haram aylar çıktığında, yani
içersinde müşriklerle savaş etmenin haram kılındığı dört ay çıktığında,
müşrikleri ister Hill ve ister Harem'de olsun, nerede veya ne zaman
yakalarsanız öldürün. İbn Abbas şöyle der: Hill veya Harem'de ve Haram aylarda
onları öldürün".[26] Onları yakalayıp esir edin. Onları hapsedip
ülkelerde dolaşmalarını engelleyin. İbn Abbas şöyle der: Kalelere sığınırlarsa,
öldürülünceye veya müslüman olmaya mecbur oluncaya kadar onları kuşatın Onların
girebilecekleri bütün yollan tutun. Yolculuklarında geçebilecekleri her türlü
geçitleri gözetleyin. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, gerek savaş veya gerekse
yok etme yoluyla, her türlü yoldan
onlara eziyet etmenin kastedildiğine dikkat çekmektedir.[27] Eğer şirkten dönerler ve üzerlerine farz
kılman namaz ve zekatı eda ederlerse, Onları serbest bırakın, engel olmayın.
Tevbe edip kendisine dönenler için Allah'ın mağfireti geniş, rahmeti boldur. [28]
6. Herhangi
bir müşrik senden eman diler ve himayeni isterse, Kur'an'ı dinleyip onun
üzerinde düşününceye kadar ona eman ver. Zemahşerî şöyle der: Yani Haram aylar
çıktıktan sonra, aranızda bir anlaşma bulunmayan müşriklerden herhangi birisi
sana gelir de kendisine çağırdığın Kur'an ve Tevhidi dinlemek için senden eman
dilerse, Allah kelamını dinleyip üzerinde düşününceye ve işin hakikatini anlayıncaya
kadar ona eman ver.[29] Ben derim ki: Bu son derece güzel bir muamele
ve ahlâktır. Çünkü maksat kâfirlere ceza vermek değil, aksine hakkı anlayıp ona
uyuncaya ve içinde bulundukları sapıklığı terke-dinceye kadar onları ikna
ederek hidâyete iletmektir. Sonra, eğer İslâmı kabul etmezse, onu, zulme ve
hiyanete uğramadan malından ve canından emin olacağı kendi kavminin
topraklarına ulaştır. Müşriklere eman verme emri, onların, İslam dininin hakakatım
bilmemelerinden dolayıdır. Bunun içindir ki, dinleyip tefekkür edene kadar onlara
eman vermek lazımdır.
Bundan sonra Yüce
Allah, müşriklerle yapılan antlaşmanın bozulmasının hikmetini açıklayarak
şöyle buyurur: [30]
7. Bu, inkâr
ve uzak görme mânâsında bir sorudur. Yani onların, Allah ve Rasulü katında
değeri olan bir ahitleri nasıl olur? Daha sonra Yüce Allah, yanlış anlaşılmayı
önlemek için şöyle buyurdu: Ancak, müşriklerden Mescid-i Haram'm yanında
kendileriyle yaptığınız anlaşmayı bozmamış olanlar müstesna. İbn Abbas şöyle
der: Bunlar Mekkelilerdir. İbn Tshak: "Bunlar, Bekıroğulları
kabileleridir. Rasûlullah (s.a.v.) ile Kureyş arasında Hudeybiye'de tesbit
edilmiş olan süreye bunlar da dahil idiler. Allah, onlardan anlaşmayı bozmamış
olanlara karşı, süreyi tamamlamasını Rasûlullah (s.a.v.)'a emretti.[31]
Onlar anlaşmayı bozmadıktan müddetçe, sizde onlarla yaptığınız anlaşmayı
bozmayın Taberî şöyle der: Onlar sizinle yaptıkları ahdi bozmadıkları müddetçe,
siz de onlara verdiğiniz ahde, vefa gösetirin.[32] Şüphesiz Allah, Rabbinin azabından sakınan,
sözünde duran ve zulüm ve hiyaneti terkedenleri sever. [33]
8. Onların
ahitlerinde durmaları uzak görüldüğü için tekrar edilmiştir. Yani, onların hali
bu iken, onların nasıl anlaşmaları olabilir. Onlar size karşı zafer
kazanırlarsa, sizin hakkınızda ne bir ahit, ne de bir sözleşme gözetirler.
Çünkü onların hiçbir ahdi ve emanı yoktur. Ebu Hayyan şöyle der: Bütün bunlar
onların kalplerinde ahid duygusunun bulunmasının uzak olduğunu ifade eder.[34] Siz
onlara karşı zafer elde ederseniz, sizi güzel sözlerle hoşnut ederler.Halbuki
kalpleri, açığa vurdukları şeyleri anlamaya ve onlara vefa göstermeye yanaşmaz.,
Taberî şöyle der: Yani, onlar size içlerinde gizledikleri kin ve düşmanlığın
aksini söylerler. Kalpleri, dilleriyle size açıkladıkları şeyleri tasdik
ederek anlamak istemez.[35]
Onların çoğu ahdi bozan ve Allah'a itaatten kaçanlardır. [36]
9. Onlar
Kur'an'ı âdî dünya metâmdan az bir malla değiştirdiler. İnsanların İslam dinine
girmelerine engel oldular, Onların yaptıkları bu çirkin iş ne kötüdür. [37]
10. Güçleri
yeterse, onlar bir mü'mini öldürmede ne ahid tanırlar, ne de anlaşma. İşte bu
kötü vasıfları taşıyan o kimseler zulüm ve taşkınlıkta haddi aşanlardır. [38]
11. Eğer
inkârdan dönerler, namazı kılarlar ve zakatı verirlerse artık onlar sizin din
kardeşlerinizdir. Sizin lehinize ne varsa onların lehine de o var; aleyhinize
ne varsa onların aleyhine de o vardır. İlim ve anlayış sahiplerine hüccet ve
delilleri açıklıyoruz. Bu cümle, düşünme ve tefekküre teşvik için söylenen bir
ara cümlesidir. [39]
12. Eğer
onlar, yeminlerle desteklenmiş ahitlerini bozarlar kınamak ve kötülemek
suretiyle İslamı ayıplarsa küfrün önderleri ve ileri gelenleri ile savaşın, Çünkü
onların vefa gösterecekleri ne yeminleri, ne de ahitleri vardır, Onlarla
savaşın ki, suç işlemekten ve İslamı kötülemekten vazgeçsinler.
Beyzâvî şöyle der: fiili ile ilgilidir. Yani, savaştan
maksadınız, eziyet verenlerin yaptığı gibi onlara eziyet etmek değil, onları,
içinde bulundukları şeyden vazgeçirmek olsun.[40]
13. Bu âyet,
mü'minleri kâfirlerle savaşmaya teşvik
eder. Yani, Ey mü'minler topluluğu!
Ahitleri bozup dininizi kötüleyen bir kavme karşı
savaşmayacak mısınız? Onlar, peygamberi aranızdan çıkarmak üzere
Dâru'n-nedve'de meşveret ettikleri zaman, onu Mekke'den sürgün etmeye kesin
karar vermişlerdi, Savaşı başlatan onlardır. Zira sizin müttefikleriniz
Huzâalılara karşı savaşmışlardır. Savaş başlatan daha zâlimdir. O halde onlarla
savaşmaktan, sizi alıkoyan ne? Yoksa onlardan korkuyor da, onlardan size bir zarar gelmesinden
çekindiğiniz için, onlarla savaşmayı terk nü ediyorsunuz? Emrini terkettiğiniz
takdirde, Allah'ın azabından korkmanız daha uygundur. Eğer onun azabına ve sevabına
inanıyorsanız.. Zemahşerî şöyle der: Sahih imanın hükmü, mü'minin Rabbinden
başkasından korkmaması ve ondan başkasına aldırış etmemesidir.[41]
Yüce Allah mü'minleri
savaşa teşvik ettikten sonra, anlara açıkça savaş emrini vererek şöyle buyurur: [42]
14. Ey
mü'minler topluluğu! Onlarla savaşın. Sizin onlarla savaşmanız, onlar için,
Allah'ın dostlarının eliyle yapılmış bir azap ve onlarla savaşanlar için bir
cihattır. Allah onları, esir düşürmek ve mağlup etmekle zelil kılar. Onlara
karşı size zafer ve üstünlük nasip eder... Allah'ın dinini yüceltmek,
kâfirleri cezalandırmak ve onları rezil etmek suretiyle rnü'minlerin kalplerine
şifa verir. İbn Abbas şöyle der: Onlar Yemen'li bir kavim idi. Mekke'ye gelip
müslüman oldular. Mekke'lilerden birçok eziyet gördüler. Durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a şikâyet ettiler. Rasûlullah (s.a.v.): Size müjde, bu sıkıntıdan kurtuluş
yakındır" dedi.[43]
15. Onların
kalplerindeki kin, keder ve sıkıntıyı giderir. Bu cümle, "mü'minlerin
kalplerine şifa verir" cümlesinin tekididir. Allah'ın, mü'minlere düşmanlarını
cezalandırmayı lütfetmesi sebebiyle onları aşırı derecede sevindirdiğini ifade eder. Râzî şöyle der: Yüce
Allah mü'minlere,
düşmanlarla savaşmayı emretti
ve savaşta 5 türlü fayda olduğunu bildirdi. Bunlardan herbiri
tek başına büyük önem taşır. Öyleyse hepsi bir
araya geldiğinde nasıl olur?![44] Bu,
yukarısı ile ilgili olmayan ayrı bir cümledir. Yani, Allah onlardan
dilediğine, Ebu Süfyan gibi, tevbe etmeyi ve İslama girmeyi nasip eder. Allah
sırları bilendir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. Hikmet sahibidir; yaptığı her
işte bir hikmet ve yarar vardır. Ebussuûd şöyle der: Allah, vadettiklerinin
hepsini en güzel bir şekilde yerine getirdi. Rasûlullah (s.a.v.)'m bunları vukuundan önce haber vermişi
ise büyük bir mucizedir.[45]
16. Buradaki
edatı, munkatıadır. Yani ve mânâsı ifade eder. Buna- göre mânâ şöyle olur: Ey
mü'minler! yoksa siz, dininde sadık olan ile yalancı alanın tanınacağı bin
imtihan ve denemeye tabi tutulmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Sizden cihat
edenler diğerlerinden ayrılmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Âyetteki
bilgiden maksat, Allah'ın gizli bir şeyi bilmesi değil, bildiğinin ortaya
çıkmasıdır. Çünkü Yüce Allah onu, gayb halinde iken de bilir. Yapılan işin
karşılığını vermek için, bildiğini ortaya çıkarmayı murat etmiştir. Yani Allah
yolunda cihat eden ve mü'minleri bırakarak müşriklerden dost ve sırdaş edinip
onlara sırlarını açıklamayan ve onlara dostluk göstermeyenler ortaya çıkmadıkça
bırakılacağnızı mı sandınız?! Âyetin maksadı şudur: Yüce Allah, iyiyi kötüden
ayıracağı bir deneme yapmadan insanları bırakmaz, Allah bütün yaptıklarınızı
bilir. Onlardan hiçbir şey ona gizli kalmaz. [46]
17.
Müşriklerin, kâfirliklerini ikrar ede ede Allah'ın mescitlerinden herhangi
birini imar etmeleri doğru ve uygun değildir. Onlar söz ve davranışlarıyla,
kâfir olduklarını gösteriyorlar. Çünkü telbiye ederken şöyle diyorlar:
"Emrine hazırım. Senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın var ki o da sana
aittir. Sen ona da, onun sahip olduklarına da mâliksin". Bu sözleriyle
putları kastediyorlardı. Onlar putlarını Beytullah'ın dışına dikmişlerdi ve
onları çıplak olarak tavaf ediyorlardı. Her tavafta putlara secde ederlerdi.[47] Buna göre mânâ şöyledir: Onların iki zıt işi
birlikte yapmaları doğru değildir. Yani, bir taraftan Allah'ı ve ona ibadeti
inkâr etmeleri, diğer taraftan da Allah'ın mescitlerini imar etmeleri doğru
değildir. Onlarm, şirkle beraber yapmış oldukları amelleri boşa gitti. Onlar
cehennem ateşinde ebedî kalacaklardır. [48]
18. Mescitleri
imar etmek, ancak Allah'ın birliğine ve âhiret gününe inanan, farz olan namazı
tadil-i erkan ile kılan, farz olan zekatı şartlarına göre eda eden ve Allah'tan
başka hiçkimseden korkmayan mü'minlere yaraşır ve bunu onların yapması doğru
olur. İşte bunlar, kıyamet gününde, hidâyete ermiş kişilerin zümresi içindedir.
İbn Abbas şöyle der Kur'an'da geçen ların hepsi kesinlik ifade eder. Yüce Allah
peygamberlerine şöyle buyurmuştur: Şüphesiz Rabbin seni övgüye layık bir makama
gönderecektir.[49] Bu makam, şefaat makamıdır. Ebu Hayyân şöyle
der: fiili, Kur'an'm neresinde gelirse gelsin, Allah için kullanılmışsa
kesinlik ifade eder. Burada fiilinin kullanılmış
olması, müşriklerin hidâyete erenlerden olma ümidini tamamen ortadan kaldırır.
Çünkü, kim de bu dört haslet bulunursa onun durumu, hidâyete ermesi ümit edilen
kimsenin durumuna getirilmiştir. Bu hasletlerden yoksun olanın durumu nasıl
olur?! Bu âyet, korkunun ümide tercih edilmesini ve sâlih amellere
aldanılmamasını ifade eder.[50]
19. Bu hitap
müşrikleredir.[51] Buradaki soru inkâr ve kınama ifade eder.
Yani, Ey müşrikler topluluğu! Hacılara su vermeyi ve Beytullah'a hizmet etmeyi,
Allah'a iman eden ve onun uğrunda cihat eden kimsenin imanı gibi mi
sayıyorsunuz? Bu, Abbas'a verilmiş bir cevaptır. O şöyle demiştir: Eğer siz,
bizden Önce müslüman oldunuz ve hicret ettiyseniz, şüphesiz biz de Mescid-i
Haram'i imar ediyor ve hacılara su veriyorduk. Bunun üzerine bu âyet indi.
Taberî şöyle der: Bu, Allah'ın hacılara su vermek ve Beyt-i Ha-ram'a hizmet
etmekle iftihar eden bir topluluğu kınamasıdır. Yüce Allah onlara ancak Allah'a
ve âhiret gününe iman etmek ve Allah yolunda cihat etmekle iftihar edilebileceğini
bildirmiştir.[52] Allah katında müşriklerle mü'minler ve onların
amelleri ile bunların amelleri ve makamları eşit olmaz. Allah, zalifh
topluluğu hidâyete erdirmez. Bu kısım, bir Önceki kısmın sebebi
mahiyetindedir. Yani Allah, zalimleri hakkı bilmeye muvaffak kılmaz. Ebu
Hayyan şöyle der: âyet müşriklerin mü'minlere ve onların boş amellerinin de
mü'minlerin kabul edilen amellerine benzemediğini
ifade eder. Yüce
Allah, müşriklerle mü'minler
arasında eşitlik olmadığını bildirdikten sonra, Allah'ı inkâr edenlerin
zalimler olduğunu açıkladı. Zira onlar iman etmemekle kendilerine
zulmettikleri gibi, Mescid-i Haram'ı putlara tapmak kılmakla da ona
zulmettiler. Ayrıca Yüce Allah önceki âyette mü'mînlerin hidâyete ermediklerini
bildirerek "Allah zalim kavmi hidâyete erdirmez" buyurdu.[53]
20. Bu âyet,
cihat ve iman ehlinin durumunu biraz daha açıklığa kavuşturur. Yani iman etmek
suretiyle kendilerini ve vatanlarından hicret ederek bedenlerini şirk kirinden
arındıranlar ve Allah yolunda cihat için mallarını ve canlarını harcayanlar
var ya, işte bu yüce sıfatlan taşıyanların sevapları, hacıları sulayanların ve Allah'a şirk koştukları halde
Mescid-i Haram'ı imar edenlerin sevaplarından daha büyük, zikirleri daha
yücedir. İşte naim cennetlerinde1 büyük kazançlar elde edenler sadece onlardır. [54]
21. Rableri
onlara büyük bir rahmeti ve kendisinin büyük rızasını müjdeler. Meyveleri
sarkmış yüksek cennetleri bildirir. Onların bu cennetlerde yok olmayan daimî nimetleri
vardır. [55]
22. Onlar burada sonsuza kadar kalırlar. Onların
sevabı Allah katında o derece büyüktür ki, akıllar onu anlatmaktan aciz kalır.
Ebu Hayyan.şöyle der: Yüce Allah mü'minleri üç sıfatla yani iman etmek, hicret
etmek ve mal ve canla cihat etmek sıfatlarıyla tanıttıktan sonra, bunlara
mukabil onlara şu Üç müjdeyi verdi: Rahmet, rıza ve cennetler. îmanın
karşılığmdaki nimetlerin en kapsamlı olduğu için önce rahmeti zikretti, sonra
ikinci olarak, cihadın karşılığında ihsanın son derecesi olan rızayı anlattı,
üçüncü olarak da, hicretin ve vatandan ayrılmanın karşılığı olan cennetleri
anlattı.[56] Âlûsî şöyle der: Cennetlerin, içinde mü'minler
için ebedî nimetler olan yerler diye vasıflanması, son derece güzel ifade
edilmiş olduğu açıktır. Çünkü hicrette, azabın bir parçası olan sefer vardır.[57]
1. Allah ve
Rasulünden bir ihtar" Burada kelimesinin tenvini, olayın büyüklüğünü
ifade eder. "Allah ve Rasulünden" kaydı ise, bu büyüklüğü daha da
artırmak içindir.
2. Kâfirlere
elem verici' azabı müjdele" Edebiyatte buna "alaylı üslûb"
denir. Çünkü bir kimseyi azap ile müjdelemek onunla alay etmek demektir.
3. Haram
aylar çıkınca" Burada ayların sona erip çıkması, derinin soyulup hayvandan
ayrılmasına benzetilmiştir. Bu da istiare babındandır.
4. Allah
herşeyi bilir, hikmet sahibidir." Burada zamir yerine Allah lafzının
gejmesi konunun heybetini artırmak ve kalplere korku salmak içindir.
5. Bu cümle
hasr ifade eder. Yani kazananlar başkaları değil sadece onlardır.
6. Namazı
kıldı ve zekatı verdi" Burada sadece namaz ile zekatın anılması onların
şanının yüceliğini gösterir ve bunlara dikkat etmeye teşvik eder.
7. Kendisinden
bir rahmet ve bir rıza" Burada rahmet ve rıdvan kelimelerinin nekre
gelmesi, bunların büyüklük ve yüceliğini ifade eder. Yani hiçkimsenin
anlatamıyacağı büyük bir rahmet ve rıza demektir. [58]
Mescitleri imar etmek,
maddi ve manevi olmak üzere iki kısımdır. Maddî imar onları bina etmek ve
yapmakla, manevî imar ise namaz ve Allah'ı zikirle olur. Yüce Allah burada
imar ile imam birbirine bağlamıştır. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Kişinin
sürekli olarak mescide gittiğini görürseniz, onun mü'min olduğuna şahitlik
edin. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın mescitlerini, ancak
Allah'a ve âhiret gününe iman edenler imar eder".[59] Gerçek imar, namaz kılmak ve Allah'ı
zik'retmekle olur. [60]
Kurtubî'nin rivayetine
göre, bir bedevî Medine-i Münevvere'ye gelerek şöyle dedi: Bana, Muhammed'e
indirilenden bir miktar kim okutacak? Bir adam ona Berâe sûresini okuttu. Allah
ve Rasulu müşriklerden uzaktır" âyetine geldiğinde, adam kelimesini,
şeklinde kesre ile okudu. Bu durumda, "Allah, müşriklerden ve Rasulünden
uzaktır, şeklinde bir mânâ ortaya çıktı. Bunun üzerine bedevî: "Öyleyse,
ben de Allah'ın rasulünden uzağım" dedi. Halk bu durumu yadırgadı. Mesele
Hz. Ömer'e ulaştı. Hz. Ömer bedeviyi çağırtarak ona şöyle dedi: "Ey
bedevî! Sen Rasûlullah'tan uzak mısın?" Bedevî: "Ey mü'minlerin
ernîri! Medine'ye geldim. Bir adam bana Berâe sûresini okuttu. Ben de:
"Eğer Allah rasulünden uzak ise ben de uzağım" dedim. Bunun üzerine
Hz.
Ömer: "Ey Bedevi!
âyet bu şekilde değildir" dedi. Bedevi ; "Ey mü'minler emiri! peki
nasıldır? diye sordu. Hz. Ömer de âyeti adama şeklinde damme (ötre) ile okudu.
Bunun üzerine bedevi: Vallahi ben, Allah ve Ra-sulünün uzak olduğu şeyden
uzağım" dedi. Bundan sonra Hz. Ömer, Arap dilini bilmeyenlerin halka
Kur'an okutmamasını emretti.[61]
23. Ey iman
edenler! Eğer küfrü imâna tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi
dostlar edinmeyin. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin
kendileridir.
24. De ki:
"Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım
akrabanız, kazandığını/ mallar, kesâda uğramasından korktuğunuz ticâret,
hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad
etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini
getirinceye kadar bekleyin.
Allah fasıklar topluluğunu hidâyete erdirmez."
25. Andolsun
ki Allah, birçok yerde ve Huneyn savaşında size yardım etmişti, hani çokluğunuz
size kendinizi beğendirmiş, fakat size bir fayda sağlamamıştı. Yeryüzü bütün
genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz.
26. Sonra
Allah, Rasul'ü ile mü'minlere gönül rahatlığı
verdi. Sizin görmediğiniz
ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin
cezasıdır.
27. Sonra
Allah, bunun ardından yine diledeğinin tevbesini kabul eder. Zira Allah
bağışlayan, merhamet edendir.
28. Ey iman
edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir.
Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.
Eğer yoksulluktan korkarsanız, biliniz ki, Allah dilerse sizi kendi lütfundan
zengin edecektir. Çünkü Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.
29. Kendilerine Kitap
verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve
Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen
kimselerle, onlar cizyeyi boyun eğmiş ve mağlup olmuş bir halde verinceye kadar
onlarla savaşın.
30.
Yahudiler, "Üzeyir Allah'ın oğludur."
dediler! Hıristiyanlar da, "Mesih Allah'ın oğludur" dediler. Bu onların ağızlarıyla
geveledikleri sözlerdir. Sözlerini
daha önceki kâfirlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin! Nasıl da döndürüyorlar!
31.
(Yahudiler) Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu
Mesih'i Rabler edindiler. Halbuki hepsine de tek ilâha kulluk etmekten
başka bir şey emrolunmadı. O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, bunların ortak
koştukları şeylerden uzaktır.
32. Allah'ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler
hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan başka bir şeyi istemez.
33. O,
müşrikler hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için Rasulünü
hidâyet ve Hak Din ile gönderendir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde müşriklerin çirkin davranışlarını anlattı; Allah ve Rasûlü uğrunda
ve vatanlarından hicret eden mü'min muhacirleri övdü. Bu âyetlerde de
kâfirlerle dost olmaktan sakındırdı ve kâfirlikleri sebebiyle babalardan ve
akrabalardan ayrılmanın farz olduğunu anlattı. Bundan sonra, dinleri sayesinde
izzet bulmaları için. birçok yerde mü'minlere yardım ettiğini kendilerine
hatırlattı. Daha sonra, Ehl-i kitabı dost edinmekten sakındırmak için onların
çirkin davranışlarından tekrar bahsetti ve onların da, müşrikler gibi, Allah'ın
nurunu söndürmeye çalıştıkları bildirdi. [62]
Evliya, kelimesinin
çoğuludur. Velî, başkasının işlerini
üstlenen, ona yardımcı ve destek olan demektir.
Aşiret, öyle bir
topluluktur ki insan onunla şeref duyar ve korunur. Vahidî şöyle der: Kişinin
aşireti, onun en yakın akrabalarıdır. Bu kelime, sohbet mânâsına gelen
kökündendir. Çünkü sohbet akrabalığın şanındandır.
Durgunluğu. Bir malın
satışı durgun olup sürümsüz olduğunda denir.
Ayle, fakirlik demektir.
Bir kimse fakir düştüğünde denir. Muzârii, gelir. Şair şöyle der:
Fakir ne zaman zengin
olacağını bilemez. Zengin de, ne zaman
fakir düşüceğini bilemez.[63]
Cizye, zimmîlerden
alman vergidir. Onlara sağlanan emniyete karşılık olarak verdikleri için cizye
adı verilmiştir.
Benziyorlar benzemek
demektir.
Haktan çevriliyorlar.
çevirmek, döndürmek demektir. Bir kimse berşeyden çevrilip döndürüldüğünde
denilir. [64]
Kelbî şöyle der:
Rasûlullah (s.a.v.)'a Medine'ye hicret etmesi emredilince Ashab, babalarına,
kardeşlerine ve karılarına: "Bize hicret etmemiz emredildi" demeye
başladılar. Bu iş, onlardan bir kısmının hoşuna gidiyor ve hemen hicrete
başlıyordu. Bir kısmına da karısı ve çocukları ayak bağı olarak şöyle
diyorlardı: "Allah aşkına gitme. Bizi burda yalnız bırakırsan helak
oluruz.."Bunun üzerine o Sahabî acıyarak hicreti terkediyor ve onlarla
beraber kalıyordu. Bu sebeple onları kınayan şu âyet indi: Ey iman edenler!
Babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin.[65]
23. Burada,
"Ey iman edenler" diye nida edilmesi, mü'minlere değer verildiğini
ve onların, Allah'ın emirlerine sarılma hususunda birbirleriyle yarışmaları
için teşvik edildiklerini gösterir. İbn Mesud şöyle der: "Yüce Allah'ın,
"ey iman edenler" diye hitap ettiğini işittiğinde iyice dinle. Çünkü
bu hitapta sana ya bir hayır emredilir veya bir kötülük yasaklanır. Ayetin
mânâsı şöyledir: Ey mü'minler! kâfir olan babalarınızı ve kardeşlerinizi,
kendilerini sevdiğiniz ve saydığınız dost ve yardımcılar edinmeyin. Onlar
kâfirliği İmandan üstün tutup ona lercih ederler ve kâfirlikte ısrar ederlerse
onları dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin
ta kendileridir. İbn Abbas şöyle der: O da onlar gibi müşriktir. Çünkü şirke razı
olanın kendisi de müşriktir.[66]
24. De ki:
Eğer şu akrabalarınız, yani babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz
ve diğerleri kendilerinden yardım aldığınız aşiretiniz, kazandığınız mallarınız,
kesâda uğramasında korktuğunuz bir ticâret, ve içinde oturmaktan hoşlandığınız
evler İşte bu anlatılan şeyler size, Allah ve Rasulüne hicret etmekten ve
Allah'ın dinine yardım için cihâd etmekten daha sevgili ise... Bu cümle, nin
cevabıdır. Artık, Allah dünyada veya âhirette sizi cezalandırmcaya kadar
bekleyin. Bu şiddetli bir uyarı ve tehdittir. Allah, itaatinden çıkanları,
mutluluk yoluna iletmez. Bu da çoluk çocuğunu veya malını veya vatanını hicrete
ve cihâda tercih edenler için bir tehdittir.
Bundan sonra Yüce
Allah savaş meydanlarında düşmanlarına karşı mü'minlere yardım ettiğini onlara
hatırlatarak şöyle buyurur: [67]
25. Şüphesiz
Allah size birçok savaşta yardım etti.
Çokluğunuzla gururlandığınız için, Huneyn gününde imtahan edildiğiniz
mağlubiyetten sonra da size yardım etmişti. Hani o zaman sayınızın çokluğu sizi
gururlandırmıştı da: "Bugün artık az olduğumuzdan dolayı mağlup
olmayacağız" demiştiniz. Siz oniki bin kişi idiniz, düşmanlarınız ise dört
bin idi. Çokluk size fayda vermedi ve sizden hiçbir şeyi savmadı. Yeryüzü,
geniş olmasına rağmen, şiddetli kokudan dolayı size dar geldi. Sonra mağlup
olarak gerisin geri döndünüz.
Taberî şöyle der: Yüce
Allah mü'minlere, zaferin, kendi elinde ve kendi katından olduğunu, sayının
çokluğuna bağlı olmadığını, dilediği zaman azı çoğa galip getireceğini, aza
yardım edip çoğu mağlup edeceğini haber veriyor. Berâ b. Azib'e: "Huneyn
gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ı bırakıp kaçtınız mı" diye soruldu. Berâ
şöyle cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.)'m kaçmadığına şahitlik ederim. Onu beyaz
katırı üzerinde gördüm. Ebu Süf-yan onun yularından tutmuş çekiyordu. Müşrikler
etrafını sarınca, indi ve şöyle demeye başladı:
Yalan yok, ben
peygamberim. Ben Abdulmuttalib'in oğluyum.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) bir avuç toprak olarak müşriklerin yüzlerine serpti. Ve: ''Yüzleri
çirkin olasılar" dedi. Bunun üzerine hepsi kaçtı. Atılan topraktan,
gözlerine isabet etmeyen hiç kimse kalmadı.[68] Berâ şöyle der: Vallahi savaş
şiddetlendiğinde, biz Rasûlullah (a.s)'ın arkasına sığınırdık. Bizim cesurumuz
onunla omuz omuza savaşan idi. [69]
26. Bu
hezimetten sonra Allah mü'minlere ve RasÜlüne emniyet ve sükûnet indirdi de
rahatladılar. Ebus-suûd şöyle der: Kendisiyle kalplerin yatışıp rahatlayacağı
rahmetini indirdi.[70] Görmediğiniz ordular indirdi. İbn Abbas:
Melekleri indirdi, der. Allah kâfirleri esaret ve öldürmekle, kadın ve
çocukları da esir etmekle cezalandırdı. İşte bu, Allah'ı inkâr edenlerin
cezasıdır. [71]
27. Bundan sonra Allah, dilediğinin tevbesini
kabul eder onu müsiüman olmaya muvaffak kılar. Bu âyet, Hevazin kabilesinin
İslamı kabul edeceğine bir işarettir, Allah'ın mağfireti büyük, rahmeti
geniştir. [72]
28. Ey
inananlar! Müşrikler, içleri bozuk olduğu için ancak bir pisliktir. İbn Abbas
şöyle der: onların, köpekler ve domuzlar gibi bizzat kendileri pisliktir.
Hasan-ı Basrî: "Kim, bir müşrikle tokalaşırsa abdest alsın" der.[73]
Cumhur, bunun bir teşbih mahiyetinde söylendiği kanaatindedir. Yani Onlar,
itikatları bozuk olduğu ve Allah'ı inkâr ettikleri için pislik yerindedirler
veya pislik gibidirler. Bu vasıflarını iyice vurgulamak için sanki onlar
pisliğin kendisi gibi sayılmışlardır. Bu Arapların: "Ali aslandır"
yani "aslan gibidir" sözleri kabilindendir. Bu senelerinden sonra
Mescid-i Haram'a girmesinler. Burada Meşcid-i Haram denilmiş, bununla bütün
Harem bölgesi kastedilmiştir. Ebussuûd şöyle der: "Bir görüşe göre bundan
maksat, müşriklere hac ve umreyi yasaklamaktır. Yani bu seneki haçtan sonra hac
ve umre yapmasınlar. Bu sene hicretin dokuzuncu senesidir. Şu hadis de bu
mânâyı te'kid etmektedir: "Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccetmeyecektir,[74] Bu sene, Berâe sûresinin indiği senedir. Hz.
Ali bu sûreyi, hac mevsiminde hacılara ilan etti. Ey mü'minler! Eğer onların
Harem bölgesine girmelerinin veya haccetmelerinin yasaklanması sebebiyle fakir
düşeceğinizden korkuyorsanız, bilin,ki Yüce Allah başka bir yoldan lütuf ve
keremiyle, sizi onlara muhtaç olmaktan kurtaracaktır. Tef-sirciler şöyle der:
Müşrikler hac mevsiminde müslümanlara yiyecekler ticaret mallan getiryoıiardı.
Müslümanların, müşriklerin Harem bölgesine girmelerien izin vermeleri
yasaklanınca şeytan onların kalblerine hüzün verdi ve şöyle dedi: "Nereden
yiyeceksiniz? Nasıl yaşayacaksınız. Rızıkla-nnıza ve kazançlarınıza mani
olundu." Bunun üzerine Yüce Allah onlara fakirlik ve yoksulluğa karşı
güvence verdi ganimet ve cizyelerle onları rızıklandırdı.[75] Eğer
dilerse Allah, sizi kendi irade ve dilemesiyle zengin kılar. Allah her şeyi
bilir, hikmet sahibidir. İbn Abbas şöyle der: Allah, sizin yararınıza olanı
bilir, müşrikler hakkında verdiği hükümlerde de hikmet sahibidir. Yüce Allah
müşrikler hakkındaki hükmü bildirdikten sonra, Ehl-i kitap hakkındaki hükmü
bildirerek şöyle buyurdu: [76]
29. Her ne
kadar, iman ettiklerini iddia etseler de, Allah'a ve âhiret gününe gerçek bir
iman ile iman etmeyenlerle savaşınız. Çünkü Yahudiler, "Uzeyr, Allah'ın
oğludur" diyorlar; hıristiyanlar da Hz. İsa'nın ilâh olduğuna inanıyor ve
teslis iddiasında bulunuyorlardı. Onlar, Allah'ın, kitabında haram kıldığını,
Rasûlünün, sünnetinde haram saydığını haram kabul etmiyorlar. Aksine onlar
hahamların ve rahiplerin onlar için koymuş olduğu kanunları kabul ediyorlar.
Dolayısıyla şarabı domuzu ve
benzeri şeyleri helâl sayıyorlar. Onlar, hak din olan İslam
dinine inanmıyorlar. Bu bölüm, yukarıda zikredilenlerin kimler olduğunu
açıklamaktadır. Yani, bunlar kendilerine Tevrat ve İncîl inmiş olan Yahudi ve
Hıristiyanlardan sapmış olanlardır, Onlar teslim olmuş, boyun eğmiş bir şekilde
size cizye verinceye kadar onlarla savaşın. Onlar bu cizyeyi, İslam'ın
kudretine mağlup olmuş, hakir ve zelil bir halde vereceklerdir.
Bundan sonra Yüce
Allah onların çirkin fiillerinden bir kısmını anlatarak şöyle buyurur: [77]
30. Yahudiler "Uzeyir Allah'ın oğludur"
dediler. Me'lunlai", Allah'ın çocuğu olduğunu söylediler. Halbuki Allah
birdir, tektir, emsalsizdir, hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey ona muhtaçdır.
Beyzâvî şöyle der: Buhtunnasr esaretinden sonra onların arasında Tevrat'ı
koruyacak kimse kalmadığı için böyle dediler. Allah yüz sene sonra Uzeyr
(a.s.)'i diriltince, Uzeyr (a.s.) Tevrat'ı onlara ezberden yazdırdı. Buna
şaşarak: "Bunu, ancak Allah'ın oğlu olduğu için yapabildi" dediler.[78] Allah'ın düşmanı olan hıristiyanlar da, Hz.
İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettiler. Onlar şöyle dediler: "Çünkü
İsa babasız doğdu. Babasız bir çocuğun olması mümkün değildir. O halde,
Allah'ın oğlu olması gerekir" Yüce Allah onlara cevap olarak şöyle
buyurdu: Bu çirkin söz, delilsiz ve huccetsiz, dil ile söylenmiş mücerret bir
iddiadır. İbn Cüzey şöyle der: Bu cümle iki mânâ taşır. Birincisi, bu sözü
sadece onların söylediğini ısrarla vurgulamak. İkincisi ise, bu hususta onların
bir delili bulunmadığını, bunun sadece kuru bir iddia olduğunu ortaya
koymaktır. Nitekim, sen yalanladığın birine: "Bu, senin dilinle söylediğin
bir sözdür" dersin.[79]
Onlar bu çirkin sözleriyle, daha önce, "Melekler Allah'ın kızlarıdır"
diyen müşriklere benziyorlar. "Onların kalpler; birbirine benzedi.[80] Bu cümle onların helak olmaları için bir
bedduadır. Yani, Allah onları helak etsin. Bu açık delilden sonra, nasıl haktan
bâtıla döndürülüyorlar da Allah'ın çocuğu olduğunu söylüyorlar. Râzî şöyle
der: Bu cümle hayret ifade eder. Hayret, Allah'a değil, Arapların birbirlerine
hitaplanndaki âdetleri üzere insanlara aittir. Yüce Allah, onların hakkı
bırakıp bâtılda ısrar ettiklerini bildirerek peygamberini hayrete düşürmüştür.[81]
31. Helal ve
haram kılma hususunda, Yahudiler hahamlarına ,Hıristiyanlar da rahiplerine
itaat ettiler ve Allah'ın emrini bıraktılar. Sanki onlar Allah'ı bırakarak
onlara ibadet ettiler. Yani: Her ne kadar onlara ibadet etmediyseler de,
Allah'a itaat eder gibi onlara itaat ettiler. Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'tan gelen
tefsirdir. Adîy b. Hatim şöyle der: Boynumda altın bir haç takılı olduğu halde
Rasûlullab'a geldim. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ey Adîy! bu putu
üzerinden at. Adîy şöyle devam eder: O, Berâe sûresinin "Allah'ı bırakıp
haham ve rahiplerini Rab edindiler." âyetini okudu. Onu dinledim. Dedim
ki: Ya Rasûlullah! Onlar hahamlara ve rahiplere ibadet etmiyorlardı."
Rasûlullah (a.s.) şöyle buyurdu: Haham ve rahipler Allah'ın helal kıldığını
haram kılıyorlar, onlar da bunu haram kabul etmiyorlar mıydı? Allah'ın haram
kıldığını da helal sayıyorlar ve onlar da bunu helal saymıyorlar mıydı? Ben:
"evet" dedim. Rasûlullah (s.a.v.): İşte bu onlara ibaret
etmektir." buyurdu.[82] Hıristiyanlar Hz. İsa'yı, kendisine ibadet
edilen bir Rab kabul etliler. Halbuki, o kâfirlere peygamberlerin diliyle,
sadece bir tek ilâha ibadet etmeleri emredildi. Ki o da âlemlerin Rabbi olan
Allah' tır. Ondan başka gerçek mabud yoktur, Allah, müşriklerin
söylediklerinden uzaktır ve son derce yücedir.
[83]
32.
Müşriklerden ve Ehli kitaptan olan o kâfirler, İslam nurunu ve Muhammcd'in
(a.s.) şeriatını pis ağızlarıyla, sırf cedel ve iftiraları ile söndürmeye
çalışıyorlar. Halubki o, Allah'ın, mahlukatına ışık kaynağı olarak verdiği bir
nurdur. Onların bu husustaki durumu, güneşin ışığını veya ayın nurunu, ağzıyle
üfürerek söndürmek isteyen kimsenin durumuna benzer. Bu ise, mümkün değildir. Kâfirler
bundan hoşlanmasalar da, Allah, nurunu tamamlamak, onu yüceltmek ve s. ânını
yükseltmekten başka bir şey istemez. [84]
33. O,
Muhammcd'i (s.a.v.) tam bir hidâyetle ve kâmil bir din olan İslâm ile gönderdi.
Müşrikler onun üstünlüğünü istemeseler de onu diğer dinlere üstün kılsınin
cevabı mahzuftur. [85]
1. Allah,
emrini getirinceye kadar bekleyin." Fiilin siygası, emir olmakla birlikte
tehdit ifade eder. Bu, istediğinizi yapın[86] âyeti
gibidir.
2. Huneyn
gününde" Bu, hususî olanın umumî olan üzerine atfı kabilindendir. Yardımın
büyüklüğünü ifade eder. Çünkü
yardım ümitsizliğe
düşmelerinden sonra gelmiş
ve sıkıntıda iken
ferahlan mışlardır.
3.
Genişliğine rağmen yeryüzü size dar geldi" Onların başına gelen darlık, yenilgi ve ruhî sıkıntı, istiare yoluyla genişliğine rağmen arzın darlığına
benzetildi.
4. Müşrikler
ancak pisliktir" Bu cümle hasr ifade eder. Lafızdaki teşbih-i beliğ
vardır. Yani, onlar içlerinin ve itikatlarımı bozukluğu hususunda pislik
gibidirler.
Burada teşbih edatı
ile vceh-i şebeh hazfedilmiş böylece teşbih-beliğ olmuştur. hahamlarının ve
rahiplerini Rable: edindiler. " de bunun gibidir. Yani, helal ve haram
kılma hususunda kendil erine itaat ve emirlerine sarılma konularında Rabler
kabul eltiler.
5. Mescid'e
yaklaşmasınlar" Mübalağa ifade etmek için "girmeyin" yerine,
"yaklaşmayın" tabirini kullandı.
6. Allah'ın
nurunu söndürmek istiyorlar" Allah, bu nur ile, İslam nurunu kastetti.
Çünkü İslam, ışık saçan nuru ve kesin delilleriyle, nuru ve ziyası ile her
tarafı aydınlatan güneşe benzer. Bu, istiare babındandır. Bu istiare, güzel
istiarelerdendir. [87]
Allâme Kurtubî şöyle
der: "....babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin" mealindeki
âyet, gerçek akrabalığın, bedenî akrabalık değil, din akrabalığı olduğunu
gösterir. Bu hususta şu beyitleri okumuşlardır.
Bana diyorlar ki:
Dostların yurdu yaklaştı. Sen ise hâlâ üzgünsün. Bu, şüphesiz şaşılacak bir
şeydir. Ben de: "Kalpler arasında bir yakınlık olmadıkça, yakın yurt
fayda vermez" dedim. [88]
34. Ey iman
edenler! Hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu insanların mallarını haksız
yollardan yerler ve Allah yolundan engeller. Altın ve gümüşü yığıp da onları
Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı haber
ver.
35. Bu
paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün onlara
denilir ki: "İşte
kendiniz için biriktirdiğiniz servettir.
Artık yığmakta olduğunuz
şeylerin azabım tadın."
36.
Gökleri ve yeri
yarattığı günde Allah'ın yazısına göre Allah katında ayların
sayısı oniki olup, bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu dosdoğru dindir. O
aylar içinde kendinize
zulmetmeyin ve müşrikler nasıl
sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla karşı
topyekûn savaşın ve
bilin ki Allah sakınanlarla beraberdir.
37. Haranı
ayları ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir. Çünkü onunla, kâfir
olanlar saptırılır. Allah'ın haram kıldığının sayısına uygun düşmeleri ve
O'nun haram kılıdığını helâl kılmaları için haram ayını bir yıl helâl sayarlar,
bir yıl da haram sayarlar. Onların kötü- işleri kendilerine güzel
gösterilmiştir. Allah kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.
38. Ey iman
edenler! size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" denildiği
zaman yere çakılıp kaldınız? Dünya hayatını âhirete tercih mi ediyorsunuz?
Fakat dünya hayatının faydası âhiretin yanında pek azdır.
39. Eğer
çıkmazsanız, Allah sizi pek
acıklı bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim
getirir; siz O'na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
40. Eğer siz
Rasulullalı'a yardım etmezseniz bile siniz ki Allah ona yardım etmiştir: Hani,
kâfirler onu, iki kişiden biri olarak çıkarmışlardı; onlar mağaradaydı; o,
arkadışana "üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir" diyordu. Bunun
üzerine Allah ona gönül rahatlığı verdi, onu sizin görmediğiniz bir ordu ile
destekledi ve kâfir olanların sözünü alçattı. Allah'ın sözü ise zaten
yücedir. Çünkü Allah üstündür, hikmet sahibidir.
41. Gerek
hafif, gerek ağır olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer anlıyorsanız, bu sizin için daha
hayırlıdır.
42. Eğer
yakın bir dünya malı ve orta bir yolculuk olsaydı onlar mutlaka sana uyup
peşinden gelrlerdi. Fakat meşakkatli
lyol onlara uzak
geldi. Gerçi onlar, "Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle
beraber çıkardık" diye yemin edecekler. Onlar kendilerini helak ediyorlar. Halbuki Allah onuların mutlaka yalancı olduklarını
biliyor.
43. Allah
seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana belli olup, sen yalancıları
bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?
44. Allah'a
ve ahiret gününe imaün edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan geri kalmak
için senden izin istemezler. Allah takva sahiplerini pek iyi bilir.
45. Ancak
Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp, kuşkular içinde
bocalayanlar senden izin isterler.
Yüce Allah önceki
âyetlerde yahudi ve hıristiyanlann ileri gelenlerinin kibir ve zorbalıklarını
ve ilâhlık iddialarını anlattı. Burada da, onların durumlarını küçük düşürmek
ve beyinsizce hayaller kurduklarını ifade etmek için, onların, insanların
mallarını yemeye düşkün, aç gözlü ve ta-mahkâr olduklarını anlattı. Çünkü
onlar, dünya malını elde etmek için dini bir vasıta edindiler. Bu da, zillet ve
alçaklığın son dercesidir. Bundan sonra da Yüce Allah, yahudi, hıristiyan ve
müşriklerin çirkin fiillerinden bahseder. Daha sonra da genel s'eferberliğe
davet eder ve cihaddan geri bırakılan münafıkların durumunu açıklar. [89]
Ahbâr, yahudi
âlimleri.
Ruhban, hıristiyan
âlimleri. İbn Mübarek şöyle der:
Dini; krallar,
kötü'hahamlar ve ruhbanlardan başkası mı bozdu.[90]
Biriktiriyorlar. Kenz,
lügatte toplamak ve elde etmek demektir. Şu hadiste de bu manada
kullanılmıştır: "Kişinin elde ettiği şeylerin en hayırlısını size haber
vereyim mi? Bu sâiiha kadındır." Buna göre kelimesinin manası: "Onu
elde eder. Kendine çeker ve biriktirir." demektir. Daha sonra bu
kelimenin, saklanmış altın ve gümüş için kullanılması ağır bastı. Taberî şöyle
der: İster yer altında olsun, ister yer üstünde olsun, bir bir üzerine
toplanmış herşeye kenz denir.[91]
Dağlanır kızdırılmış
demir ve benzen bir şeyi, cilt parçalanacak şekilde uzva" yapıştırmaktır.
Darb-ı mesellerde: Son ilaç dağlamaktır." denilmiştir.
Nesî', ertelemek
demektir. Bir kimse bir şeyi ertelediğinde denir. Şu hadiste de bu manada
kullanılmıştır. Onun için müddetini erteler[92] Zemahşerî şöyle der: Nesî' bir ayın haram ayı
olma özelliğini, başka bir aya ertelemektir.
Denk düşürmek için.
denk düşürmek demektir. Bir topluluk, gizli bir işte ittifak ettiklerinde
denilir
Savaşa çıkınız. Nefr,
hızla çıkmaktır hızla geri döndüler.[93] âyetinde de bu manadadır.
Ağır aldınız. Bu
kelimenin dir. Ağır aldınız, çabuk çıkmadınız" demektir.
Araz, dünya
menfaatlerinden insanın eline sonradan geçen şeydir. Devamlı olmadığı için buna
araz denmiştir. Hadiste şöyle buyurulmuştur: "Dünya, sunulmuş hazır bir
şeydir. Ondan iyi de yer, kötü de yer.[94]
Şukka, zorlukla
katedilen uzak mesafe demektir. Cevheri şöyle der: "Şükka, uzak sefer"
manasmadır.[95] Sanki bu, meşakkat kelimesinden alınmıştır.
Araplar,, meşakkatle yapılan sefere, derler. [96]
Rasulullah (s.a.v.)
Tâif ve Huneyn savaşından döndükten sonra, Bizanslılarla savaşmak için
müslümanlara cihadı emretti. Bu, sıkıntıların şiddetli, ülkelerin kurak ve
havanın çok sıcak olduğu bir zamana rastlar. Bu zaman, hurmaların meyve verdiği,
meyvelerin olgunlaştığı bir zamandı. Müslümanlar, Bizansla savaşmayı gözlerinde
büyütüyorlar. Gölgelerde oturmak, evlerinde kalmak ve' .malların başında
bulunmak istiyorlardı. Savaşa gitmek onlara zor geliyordu. Bunun üzerine Yüce
Allah şu âyeti indi. Ey iman edenler! Size ne oldu ki,"Allah yolunda
savaşa çıkın" denildiği zaman yere çakılıp kaldınız.[97]
34. Ey, AUah
ve Rasulünü tasdik edenler! Yahudi âlimlerinden ve hıristiyan rahiplerinden
bir çoğu, mutlaka insanların mallarını haram yollarla ele geçirirler, onların
İslam dinine girmelerine mani olurlar. İbn Kesir şöyle der: Bundan maksat, kötü
âlimlerden ve sapık âbitlerden sakındırın aktır. İbn Uyeyne şöyle der: Bizim
âlimlerimizden kim fesat çıkarırsa, onda yahudilere bir benzerlik vardır.
Abidlerimizden kim fesat çıkarırsa, onda da h iristi yani ara bir benzerlik
vardır.[98] Malları toplayıp servetleri biriktirenler, sonra
da onların zekatını vermeyenler ve onlardan hayır yollarında harcamayanlar var
ya, Onları elem verici bir azab ile müjdele. Yani, onlara cehennemdeki elem
verici azabı haber ver. Bu, bir alay üslubudur. İbn Ömer der ki: Kenz, zekatı
verilmeyen maldır. Zekatı verilen mal kenz değildir. Zcmahşerî şöyle der: Yüce
Allah, yahudi ve hıristiyanlara sert davranmak ve onlardan haram yiyenlerle
müslümanlardan malının iyisinden Allah yolunda harcamayanların, elem verici
azap ile müjdelenmeye müstehak olma hususunda eşit olduklarını göstermek için
mal biriktirenlere yahudi ve hıristiyanları beraber zikretti.[99]
35. O gün bu
mallar, alevli ateşte dağlayacak dereceye gelinceye kadar kızdırılır. Alınlar,
yanlar ve sırtlar onlarla dağlanarak yakılır. îbn Mesud şöyle der: Kendisinden
başka ilah olmaylan Allah'a andolsun ki, herhangi bir kul, biriktirdiği malla
dağlanırken ne dinarlar en de dirhemler birbirlerine dokunmaz. Fakat adamın
derisi genişletilir. Her bir dinar ve dirhem ayrı ayrı yerlere konur. Bu,
azaların dağlanacağının özellikle zikredilmesinin sebibi şudur: Cimri kimse
fakirin karşıdan geldiğini görünce yüzünü ekşitir, yanma gelince Öbür tarafa
döner, ondan bir yardım istediğinde de ona sırtını çevirir. Kurtubî şöye der:
Yüzü dağlamak ise daha çok elem ve sızı verir. Bundan dolayı Yüce Allah, diğer
azalar arasından özellikle bunları zikretti.[100]
Susturmak ve azarlamak
için onlara şöyle denilir: İşte, kendiniz için biriktirdiğiniz mallar!
Biriktirmiş olduğunuz malların vebalini tadın." Sahih-i Müslim'de şöyle
rivayet edilmiştir: Malının zekatını vermeyen hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet
gününde onun için ateşten levhalar hazırlanmasın. Hazırlanan bu levhalarla,
miktarı ellibin sene olan bir günde, o kişinin alnı, sırtı ve yanı dağlanır. Bu
dağlama, kullar arasında hüküm verilinceye kadar devam eder. Sonra o şahsa
cennete veya cehenneme giden yol gösterilir. [101]
36. Allah
katında, onun şeriatında ve hükmünde muteber olan ayların sayısı, ayın
menzillerine göre onikidir. Bu hususta muteber olan kameri aylardır. Çünkü
şer'i hükümler kamerî aylara göre ayarlanır. Levh-i Mahfuz' da bu
böyledir. Gökleri ve yeri yarattığı gün.
İbn Abbas der ki: Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, onu, katındaki ana
kitapta yazdı. Onlardan dört ayı, haram aylardır. Bunlar Zilkade, Zilhicce,
Muharrem ve Receb aylarıdır. Bu aylara hürmet ve saygı gösterildiği için
"Haram" denilmiştir. Bu aylarda itaatlar kat kat yapılır. Bu aylarda
savaş haramdır. Bu dosdoğru bir şeriattır. Bu haram aylarda , onların hürmetini ihlal
etmek ve Allah'ın haram kıldığı masiyet ve günahları işlemekle kendinize
zulmetmeyiniz. Müşrikler nasıl size karşı toptan savaşıyorlarsa, siz de
gruplara ayrılmadan toptan onlara karşı savaşınız. Bilin ki, Allah müttekîlerle
beraberdir. Yani, Allah yardım ve desteği ile onlarla beraberdir. Bu, takva
sahiplerine bir müjde ve garantidir. [102]
37. Bir ayın
hürmetini bir başka aya ertelemek inkârda aşırılıktır. Çünkü böyle davranış,
Allah'ın helal kıldığını haram kılmak, haram kıldığını da helal kılmaktır. Bu
da, onların inkarlarına ilave edilmiş
başka bir inkardır.
Tefsirciler şöyle der: Araplar
savaşçı ve yağmacı idiler. Haram
aylarda savaşmak onlara kılınmıştı. Savaşırken haram ayı gelince, savaşı
bırakmak onlara zor geliyordu. O ayda savaşmayı helal kabul ediyorlar, onun
yerine bir başka ayı haram ay
sayıyorlardı. Sanki onlar, bir ayın hürmetini başka bir ay için borç
alıyrolarlardı. Bazen de Muharrem ayını helâl sayıyorlar, fakat bir yılda dört
haram ayın tamamlanması için safer ayını haram sayıyorlardı. Bu yüzden Allah,
kâfirleri sapıklık üstüne sapıklığa düşülür. Bir sene haram ayı helal, helal ayı, haram sayıyorlar.
Birisini diğerinin yerine
koyuyorlardı. Ertesi sene bunun tersini yapıyorlardı. Bunu, haram ayların
sayısını dörde denk düşürmek için yapıyorlardı. Bununla, Allah'ın haram
kıldığını helal sayıyorlardı. Mücâhid şöyle der: Her sene hac mevsiminde Kinâne
oğullarından bir adam eşeği üzerinde gelir, şöyle derdi: Ey insanlar! Beni
kimse ayıplayamaz ve bana cevap veremez. Sözüm geri çevrilmez. Biz Muharrem
ayını haram ay saydık, safer ayını erteledik." Sonra ertesi yıl tekrar
gelir ve şöyle derdi: Biz bu yıl Safer'i haram kıldık, Muharrem'i
erteledik." İşte "Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını
denkleştirmek için..." mealindeki âyet bunu ifade eder.[103] Şeytan,
çirkin amellerini onlara süsledi de, amel Allah, kâfirleri saadet yoluna
iletmez. [104]
38. Buradaki
soru kınama ve azarlama ifade eden bir somdur. Bu cihat terkediMiği için bir
kınama ve Tebük Gazası'ndan geri kalanlar için bir azarlamadır. Yani: Ey
mü'minler! Size ne oldu ki, "Allah'ın düşmanlarına kaşı cihat için çıkın
denildiğinde ağır aldınız ve çakılıp kaldınız. Dünya ve onun şehvetlerine
meylettiniz de seferin zorluğunu ve yorgunluğunu istemediniz Âhiretin
nimetleri ve ebedî sevapları yerine, dünya nimetleri ve onun fânî metâına mı
razı oldunuz? Dünya nimetlerinden faydalanmak, âhiretin yanında çok değersiz
ve kıymetsiz az bir şeydir. Sonra Yüce Allah cihadın terkedilmcsi sebebiyle
onları tehdit ederek şöyle buyurdu: [105]
39. Eğer
Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte cihâda çıkmazsanız, Allah sizi elem ve acı
verici bir azap ile cezalandırır. Dünyada sizi düşman istilasına uğratır,
âhirette de yakıcı ateş ile yakar. İbn Abbas: "Bu ceza, Allah'ın onlara
yağmur yağdırmamasıdır.[106] der. Allah sizi yok eder ve yerinize sizden
daha hayırlı başka bir kavim getirir. Onlar, Allah'ın rasülünün davetine daha
süratle icabet eder ve ona daha çok itaat ederler, Ve siz, cihattan geri kalmakla,
Allah'a hiçbir zarar veremezsiniz. Çünkü onun, âlemlere ihtiyacı yoktur, Allah,
dilediği her şeye kadirdir. Siz olmadan düşmana galip gelmek de onun kadir
olduğu şeylerdendir. Râzî şöyle der: "Bu, azarlamanın şiddetine dikkat
çekmektedir. Çünkü Yüce Allah herşeye kadirdir. Onun için acizlik caiz
değildir. Azapla tehdit ettiğinde, mutlaka yapar.[107]
40. Eğer siz
Allah'ın Rasûlüne yardım etmezseniz, bilin ki Allah onun yardımcısı ve koruyucusudur.
Bu şartın cevabı mahzuftur. Takdiri: "Allah ona yardım edecek"
şeklindedir. Nitekim bundan sonra gelen cümlesi bunun göstermektedir. Yani:
Eğer siz ona yardım etmezseniz, bilin ki Rasulullah (s.a.v.) iki kişiden biri
iken ona yardım eden Allah yine ona yardım edecektir. Çünkü o zaman onun
yanında ne yardımcıları ne de destekçileri vardı. Onu kâfirler çıkardığı zaman.
Yani Muhacir olarak Mekke'den çıkıp Medine'ye gittiği zaman. "Kâfirler onu
çıkardığı zaman" denilmesinin sebebi şudur: Onlar peygamberi çıkmaya zorladılar,
onu öldürmek için tuzaklar kurdular, nihayet o da hicret etmeye mecbur kaldı.
Onların ikisi mağarada bulundukları zaman peygamber iki kişiden biri idi.
Diğeri de Ebubekir es-Sıddık (r.a.) idi. Üçüncü bir kişi yoktu. Yani Hz.
Peygamber (s.a.v.), Ebubekir Sıddîk(r.a.) ile birlikte., Sevr dağındaki
mağarada gizlendikleri zaman Allah ona yardım etti. O zaman o, arkadaşı Ebubekir
Sıddîk (r.a.)'i yatıştırmak ve gönlünü hoş etmek için "korkma, Allah'ın
yardım ve zaferi bizimle beraberdir" duyordu. Taberî. Enes (r.a.)'ten
Ebubekir es-Sıddîk'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben Rasulullah (s.a.v.) ile
birlikte mağarada, müşriklerin ayakları da başımızın üstünde iken: "Ya
Rasulullah!" dedim. "Olardan biri ayağını kaldırırsa mutlaka bizi
görecek" Rasulullah (s.a.v) : "Ya Ebubekir! Üçüncüleri Allah olan iki
kişiyi sen ne zannediyorsun? dedi.[108] Hz. Ebubekir'in üzüntüsünün sebebi, Rasulullah
(s.a.v.)'ın başına bir şey gelmesinden korkması idi. Kalbini teskin etmek için
Rasulullah (s.a.v.) ona: "Sen üzülme..," dedi. Allah, rasûlü üzerine
huzur ve sükûn indirdi. katından melekler ordusu ile destekledi. Melekler onu
mağarada koruyorlardı. Siz onları görmediniz. Allah, şirk kelimesini alçak ,
adî ve hakîr kıldı. O melek ordusu ile şirki ve müşrikleri zelil etli. Kelime-i
tevhid, yani "lâ ilahe illallah" ise, işte galip ve üstün gelen odur.
Allah, onunla müslümanlan aziz kıldı, şirki ve müşrikleri ise zelil etti. Allah
kudret sahibi ve galiptir; mağlup olmaz. Yaptığı her şeyde hikmet ve menfaat vardır. [109]
41. Ey
mü'minler toplululğu! Genç, ihtiyar, binekli, yaya, her türlü ahvâl ve
şeraitte, kolaylık ve zorluk anlarında, isteyerek veya istemeyerek savaşa
çıkınız. Kelime-i tevhidi yüceltmek için, mallarınızla ve canlarınızla cihat
ediniz. Eğer bilirseniz, bu sefer ve cihat, yere çakılıp orada kalmaktan ve
dünya metamdan az bir şeye razı olmaktan daha hayırlıdır. Ebu Hayyan şöyle der:
Dünyada hayırlılık düşmana galip gelmek ve yeryüzüne vâris olmakla olur.
Âhirette ise, büyük sevaba ve Allah'ın
rıza- sına nail olmakla olur[110] Bundan sonra yüce Allah, Tebuk gazasından geri
kalanların hallerini ve bu gazadan geri bırakılan münafıkların durumlarını
anlatarak şöyle buyurdu: [111]
42. Eğer,
çağrıldıkları şey hemen kolayca elde edilir bir ganimet gidecekleri sefer de
uzak olmayan orta bir sefer olsaydı, dyJi y Allah rızası için değil de ganimet
arzusuyla mutlaka seninle beraber çıkarlardı. Fakat yol onlara uzak ve
meşakkatli geldi. Kalplerinde nifak bulunmasından dolayı, sefere çıkmamak için mazaret ileri
sürdüler. Yalan mazaretler ileri sürerek, sizinle sefere çıkabilseydik,
kesinlikle geri kalmazdık, diye size yemin edecekler[112] Eğer maddî imkanınız veya bedenî kuvvetimiz
olsaydı mutlaka sizinle birlikte cihada çıkardık diyecekler. Yüce Allah onları
yalanlayarak ve sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Yalan yere yemin ederek
kendilerim helâka atıyorlar. Allah biliyor ki, onlar iddialarında elbette yalancıdırlar.
Çünkü onların çıkmaya takatleri vardı, fakat çıkmadılar. [113]
43. Ey
Muhammedi Allah sana müsamaha gösterdi. O münafıkları kuru bir mazeret ileri
sürmekle, seninle birlikte sefere çıkmayıp
geri kalmalarına niçin izin
verdin?! Yüce Allah Rasulullah (s.a.v.)'a siteni ederken ona
lütuf I a muamele etti. Zira ona bir lütuf olarak, kendisine sitem etmeden önce
affedildiğini bildirmiştir.[114] Onları kendi hallerine bıraksaydın da,
onlardan gerçek özür sahibi olanlarla, münafık yalancılar ortaya çıksaydı.
Mücâhid şöyle der: Bu âyet münafıklar hakkında inmiştir. Onlardan bir grup:
"Rasulul-1 ah'tan izin isteyin, eğer size izin verirse oturun. İzin vermezse
gene oturun." dediler.[115] Peygamber (s.a.v.) onlara izin vermese de,
onlar savaşa gitmemekte ısrarlı idiler. İşte bunun içindir ki Yüce Allah,
mü'minlerin izin istemeyeceklerini bildirerek şöyle buyurdu: [116]
44. Ey
Muhammedi Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, gaza ve cihattan geri kalmak
İçin izin istemezler. Mallarıyla canlarıyla cihat etmekten kaçınmazlar. Çünkü
onlar Allah'ın, iyi mücahitler için hazırlamış olduğu bol sevabı biliyorlar.
Ondan nasıl geri dururlar? Allah onları bilir. Onlar imanlarında in aslı ve
Allah'tan korkan kimselerdir. [117]
45. Ey
Muhammedi Senden ancak, kalplerinde iman yerleşmemiş olan münafıklar izin
ister. Onların kalpleri Allah ve
Allah'ın vereceği sevap hakkında şüpheye düştü. Onlar şaşkın şaşkın
bocalıyorlar, ne yapacaklarını bilmiyorlar. [118]
1. Onu bir
sene helâl, bir sene haram kılıyorlar." Burada fiilleri arasında tıbak
sanatı vardır. Bu, edebî sanatlardandır.
2. Size...
denildiğinde, size ne oluyor?.. Bu, kendisiyle inkâr ve kınama kastedilen bir
sorudur.
3. Ahiret
yerine dünya hayatına razı mı oldunuz?" Burada hazif yoluyla icaz vardır.
Yani, âhiret nimetleri yerine dünya
nimetlerine ve lezzetlerine razı mı oldunuz? demektir.
4. Dünya
hayatının nimeti.... değildir. " Burada, ahirete nisbetle dünyanın
değersizlik ve adiliğini daha iyi açıklamak için zamir yerine, açık isim
getirildi.
5. Size, elem
verici bir azap ile ceza verir." Bu iki kelime arasında iştikak vardır.
6. İnkar
edenlerin sözünü, "en alçak" kıldı. Burada, "inkar edenlerin
sözü" şirkten istiaredir. Nitekim, "Allah'ın kelimesi" de, iman
ve levhidden istiaredir.
7. gerek
hafif, gerek ağır olarak..." Bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır.
8. yol
onlara uzak geldi. " Burada "HJul\ meşakkat" kelimesi, nefse
meşakkat veren uzun ve uzak yol için istiare edildi.
9. Allah
seni affetti." Bu, sevinç vesilesini üzüntü vesilesinden önce getirmek
maksadıyla verilen bir haberdir. "Allah'ın, siteminden önce affı
bildirmesi, onun peygamberine lûtuflarındandır." diyen ne güzel
söylemiştir. [119]
Rivayete göre, bir
bedevî Abdullah b. Ömer'e: Bana, yüce Allah'ın altın ve gümüşü biriktirenler..."
sözünü anlat dedi. İbn Ömer şöyle cevap verdi: Onları kim biriktirir de
zekatını vermezse, ona yazıklar olsun. Bu, zekat âyeti inmeden önce idi. Zikat
âyeti indirilince Allah zekatı malları temizleme vesilesi kıldı. Zekatını
verdikten ve o nimetin içinde Allah'a itaat ettikten sonra, benim Uhud dağı
kadar altınım olsa aldırış etmem.[120]
Hani arkadaşına
"üzülme" diyordu. Bu âyet-i kerime Hz. Ebubekir es-Sıddik (r.a.)'ın
faziletinin büyüklüğünü ve kadrinin yüceliğini gösterir. Çünkü, Yüce Allah onu
mağarada Rasulullah'a arkadaş, hicret esnasında da ona yoldaş kıldı. Bunun
içindir ki, âlimler şöyle der: Kim, Hz. Ebubckir'in Rasulullah'ın sahabisi
olduğunu inkâr ederse kâfir olur. Çünkü bu inkâr, yüce Allah'ın kitabını
reddetmek demektir. [121]
Hayyan b. Zeyd'in
şöyle dediği rivayet olunur: Biz, Safvan b. Amr ile sefere çıktık. Savaşçılar
arasında, Dımeşk halkından, bineği üzerinde çok yaşlı, kaşları gözleri üzerine
dökülmüş bir adamı gördüm. Ona dönerek şöyle dedim: Ey amca! Allah seni mazur
görmüştür. Hayyan diyor ki: İhtiyar, kaşlarını kaldırdı ve şöyle dedi: Ey
kardeşimin oğlu! Biz, genç ve ihtiyar Allah yolunda sefere çıktık. Dikkat edin,
bilin ki, Allah kimi severse onu imtihan eder. Sonra onu tekrar eski haline
çevirir ve onu o halde bırakır. Allah, kullarından ancak şükredeni, sabredeni,
zikredeni ve Allah'tan başkasına ibadet etmeyeni imtihan eder.[122]
Ben derim ki: Allah, o
temiz nefislere rahmet etsin. Onlar, Allah rızası uğrunda canlarını verdiler. [123]
46. Eğer
onlar çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat
Allah onların çıkmalarını uygun bulmadı ve onları geri koydu, onlara "oturanlarla
beraber oturun!" denildi.
47. Eğer
içinizde onlar da savaşa çiksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları
olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak
isteyerek aranızda koşarlardı.
İçinizde, onlara iyice kulak vercekler de vardır. Allah zâlimleri
gayet iyi bilir.
48. Andolsun
onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi.
Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri galip geldi.
49. Onlardan
öylesi de var ki, "bana izin ver, beni fitneye düşürme" der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem,
kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.
50. Eğer sen
bir iyilik elde edersen, bu durum onları
üzer. Ve eğer
sana bir musibet
erişirse, "Biz önceden işimizi sağlama almıştık." derler ve
böbürlenerek dönüp giderler.
51. De ki:
"Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim
mevlâmızdır. Onun için mü'minler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler."
52. De ki:
"İki güzellikten başka bir şeyin başımıza gelmesini mi bekliyorsunuz? Biz
de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini
bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber
bekleyenleriz."
53. De ki:
"İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden asla kabul olunmayacaktır.
Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."
54. Onların
sadakalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Rasûlunu inkâr
etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek sadaka vermelerinden
başka bir şey değildir.
55. Onların
malları ya da çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya
hayatında onların azaplarını çoğaltmayı
ve onların canlarının kâfir olarak
güçlükle çıkmasını istiyor.
56. Onlar,
mutlaka sizden olduklarına dâir Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden
değillerdir, fakat onlar korkan bîr toplumdur.
57. Eğer
sığınacak bir yer, yahut mağaralar veya bir delik bulsalardı, koşarak oraya
yönelip giderlerdi.
58. Onlardan
sadakalar hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da
verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.
59. Eğer
onlar Allah ve Rasûlünün kendilerine verdiğine razı olup, "Allah bize
yeter, yakında bize Allah da lütfundan verecek, Rasûlü de. Biz yalnız Allah'a
rağbet edenleriz" deselerdi.
60. Zekâtlar
Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, memurlara, gönülleri
ısındırılacak olanlara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp ci-had
edenlere, yolculara mahsustur. Allah alimdir, hakimdir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde münafıkları ve onların cihada çıkmaktan geri kalışlarım anlattı.
Burada da onların hile, tuzak, müslümanlar arasında fitne çıkarma ve onların
eziyete uğramalarına sevinme gibi çirkin a-mellerini açıkladı. Ayrıca, onlar
müslümanlarla birlikte çıkmış olsalardı, cemaatı bölmeleri ve beraberliklerini
bozmaları sebebiyle orduya zaaf ve çöküntü vermekten başka bir şey
yapmayacaklarını bildirdi. Onların birçok âdî cürümlerini de açıkladı. [124]
Onların gidişatı.
İnbiâs, bir şey hakkındaki davranış, gidişat demektir.
Onları geri bıraktı.
Tebsît, insanı, yapmaya niyet ettiği işten geri çevirmektir.
Habâl, her şeydeki
bozukluk ve kötülük, demektir. Aklı bozulmuş bunaklar için kullanılan kelimesi
bu köktendir.
Mutlaka koşarlardı.
süratli yürümek demektir. Şair şöyle der:
"Keşke orada benim
bir genç devem olsa da,
orada hızlı ve süratli yürüsem." Deve hızlı yürüdüğünde
denilir. Kişi kendi kendine hızlı yürüdüğü zaman denilir.[125]
Kaçıyorlar Süratle
kaçtı demektir. Bu kelime, Arapların, gem ile zaptedilemeyen ata verdikleri
serkeş" tabirinden alınmıştır.
Seni ayıplarlar. Lemz,
ayıp demektir. Bir kimse birini ayıpladığında
oji denilir. Cehverî şöyle der: Bunun aslı, göz ve benzeri şeylerle
işaret etmektir. Çok ayıplayan kimseye
denilir.[126]
Gârimîn, borçlular.
Gârim, borçlu demektir. Zeccâc şöyle der: Gurm'un asıl mânâsı, devamlı meşakkat
içinde olmak; meşakkat veren şeyin kişiden ayrılmaması demektir. Garâm,
meşekkatli ve devamlı azâb-tır. Aşk da, meşakkatli ve kişiden ayrılmayan bir
şey olduğu için ona garâm ismi verilir. Borç insana zor geldiği için ona da
"garâm" denmiştir.[127]
Rasûlullah (s.a.v.)
Tebük seferine çıkmak istediğinde Cidd b. Kays'a -münafık idi- şöyle dedi: Ey
Vehb'in babası! Benî Asfar'la yani Rumlarla savaşarak köle ve cariyeler edinmek
ister misin? Cidd şöyle dedi; Ya Rasûlullah! Kavmim, benim kadınlara düşkün
olduğumu bilir. Korkarım ki, Benî Asfar'ı gördüğüm de onların kızlarına
sabredemem. Beni fitneye düşürme. Bana savaşa gitmeme izin ver, malımla sana
yardım edeyim. Rasûlullah (s.a.v.) ondan yüzçevirip, "sana izin
verdim" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah, Onlardan öylesi de vardır ki,
"Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der.[128]
46. Eğer o
münafıklar seninle birlikte cihada çıkmak isteselerdi veya sefere niyetleri
olsaydı elbette silah ve erzak hazırlığı yaparlardı. Onların hazırlık
yapmaları, seferden geri kalmak istediklerine bir delildir, Fakat Allah, onların seninle beraber
çıkmalarını hoş görmedi de onların azimlerini kırdı ve kalplerine tembellik
verdi. Onlara, "savaştan geri kalan kadın, çocuk ve özürlülerle beraber
oturun" denildi. Bu ifade, evlerinde oturmayı cihada çıkmaya tercih
etmelerinden dolayı onlar için bir kınamadır. Bu âyet, münafıkların kendisiyle
birlikte cihada çıkmalaları dolalyısıyla Rasûlullab (s.a.v.)'ı teselli
etmektedir. Çünkü onların çıkmasında ne bir fayda ne de bir menfaat vardır.
Aksine bunda eziyet ve zarar vardır. Bunun içindir ki, Yüce Allah şöyle
buyurdu: [129]
47. Eğer
onlar sizinle beraber çıksalardı, sizin için kötülük ve bozgunculuktan başka
bir şey artırmazlardı. Aranızda süratle dedikodu yayarlardı, Onlar aranıza düşmanlık
sokmak suretiyle sizin fitneye uğramınızı isterler. İçinizde de, kalpleri zayıf
olup onların sözlerine kulak verecek ve onlara itaat edecekler vardır.[130]
Allah, münafıkların durumunu, onların içlerini ve dışlarını kuşatan bir ilimle
ile bilir. [131]
48. Onlar,
Tebük seferinden önce de arkadaşlarını dağıtmak ve durumunu bozmak suretiyle
sana kötülük yapmak istemişlerdi. Nitekim, Abdullah b. Ubeyy b. Selül Uhud
gününde arkadaşları ile birlikte ayrılıp gitmişti. Senin için hileler düşünmüş,
tuzaklar kurmuşlar ve dinini yok etmek için görüş teatisinde bulunmuşlardı.
Nihayet Allah'ın yardımı geldi ve onun dini diğer dinlere üstün ve galip geldi,
Halbuki onlar münafıklarından dolayı bunu istemiyorlardı. [132]
49. O
münafıklardan öylesi vardır ki sana "Ey Muhammedi Bana savaşa gitmeme izni
ver. Sefere çıkmayı bana emretmekle beni fitneye düşürme" der. İbn Abbas
şöyle der: Bu âyet Cidd b. Kays hakkında inmiştir. RasûluIIah onu Benî Asfar'la
savaşa çağırdığında o şöyle dedi: "Ya RasûluIIah! Bana, cihada gitmemek
için izin ver. Beni kadınlarla fitneye düşürme.[133] Biliniz kis onlar seferden kaçmak istemekle
fitnenin ta içine düşmüşlerdir. Hattâ daha da büyüğüne düşmüşlerdir. Bu da
cihâddan geri kalma, kâfirliklerinin ve münafıklarının ortaya çıkış
fitnesidir. Ebussuûd şöyle der: Burada fitne tabirinin kullanılması, fitnenin,
öldürücü ve onların aşağıların en aşağısı olan alçaklık derekelerinde ne kadar
alçaldıklarmı gösteren çukur mevkiinde kabul edildiğini gösterir.[134] onlar için cehennemden kaçış yoktur. Çünkü o, onları
her taraftan, bileziğin bileği kuşattığı gibi kuşatmıştır. Burada şiddetli bir
tehdit vardır. [135]
50. Bazı
savaşlarda, ister zafer ister ganimet olsun, sana bir iyilik gelirse, bu
onları üzer. Yok eğer sana bir musibet veya sıkıntı veya bir yenilgi ve hoşa
gitmeyen bir şey gelirse ona sevinir ve şöyle derler: Şüphesiz biz başımıza
bela gelmeden önce ihtiyatlı davrandık, tedbir aldık ve gözümüzü açtık da savaşa çıkmadık. Sevinçle, böbürlenerek toplantılarından dağılıp
giderler.[136]
51. De ki:
Allah katında yazılan ve bizim için takdir edilmiş olandan başka bize ne hayır
ne şer, ne korku ne ümit, ne sıkıntı ne
de bolluk gelmez. O bizim yardımcımız ve koruyucumuzdur. Mü'minler işlerini
Allah'a bıraksınlar, ondan başka hiçbir kimseye itimat etmesinler. [137]
52. Onlara
de ki: Ey münafıklar topluluğu!
Siz sadece başımıza
iki güzel sonuçtan
birinin ya zafer
veya şehitliğin gelmesini bekliyorsunuz. Bunların her ikisi de güzeldir,
Biz ise sizin için iki korkunç sonucun en kötüsünü bekliyoruz. Ya katından
kökünüzü kesecek bir azap ile sizi helak etmesini veya bizim elimizle sizi
öldürmesini bekliyoruz. Siz, bizim başımıza gelecek olanı bekleyin. Biz de
sizin başınıza gelecek olanı bekliyoruz. Bu, tehdit ve azap mânâsı içeren bir
sorudur. [138]
53. Onlara
de ki, "Ey münafıklar topluluğu! İster gönüllü, ister gönülsüz Allah
sizden onu kabul etmez. Taberî şöyle der: Bu, haber mânâsı ifade eden emir
siygasıdır. Nitekim, onlar için ister
mağfiret dile, ister dileme[139] âyetindeki emir siygası da bu mânâda
kullanılmıştır. Yani, ister gönüllü harcamış olun ister gönülsüz farketmez.
Sizin bu harcamanız asla kabul edilmez.[140] Bu cümle, onların yaptıkları harcamanın
reddediliş sebebini açıklar. Yani, çünkü siz Allah'a itaati terketmiş inatçı ve
kibirli kimselersiniz. Yüce Allah daha sonra şöyle buyurarak bu mânâyı
pekiştirir: [141]
54. Onların
yaptıkları harcamaların kabul edilmesini engelleyen, sadece onların Allah ve
Ra-sûlünü inkârlarıdır. Onlar namaza tembel tembel gelirler, Mallarını da
istemiyerek harcarlar. Yüce Allah, onların yaptıkları harcamanın kabulünü
engelleyen sebebin inkârları olduğunu açıkladı ve ardından bu inkârın
gerektirdiği şeyi bildirdi ki, o da namaza tembel tembel gelmeleri ve Allah
yolunda istemeyerek harcama yapmalarıdır Çünkü onlar bunlarla ne sevap
bekliyorlar, ne de azaptan korkuyorlar. Namaz, bedenî amellerin en şereflisi,
Allah yolunda infak ta malî işlerin en iyisi olduğu için, Allah (c.c) burada
iki yüce ameli zikretmiştir.[142]
55. Yani, ey
muhatab! Onlara verilen dünya süslerini ve onlara ihsan ettiğimiz mal ve
çocukları güzel görüp de o yüzden fitneye düşme. Onlar, görünüşte bir nimet,
hakikatte ise azaptır. Ancak Allah onları dünyada cezalandırmak için, onlar
farkına varmadan azaplarım artırmak istemektedir. Beyzâvî şöye der:
Onların dünyadaki
azapları, mallar için gördükleri belâ ve musibetlerdir.[143] Onlar âhireti düşünmeyi bırakıp dünya zîneti
ile faydalanmakla meşgul iken kâfir olarak ölürler. Böylece âhiretteki
azapları da şiddetlenir. [144]
56. Onlar,
sizin gibi mü'min olduklarına dâir size Allah adına yemin ederler. Halbuki
kalpleri inkâr ettiği için onlar mü'min değildir,Fakat onlar, müşrikleri
öldürdüğünüz gibi, kendilerini öldürmenizden korkuyorlar. Dolayısıyla gerçek
durumlarını gizleyerek müslüman olduklarını açıklarlar ve bunu yalan
yeminlerle destekliyorlar. [145]
57. Eğer
onlar sığınabilecekleri bir kale veya gizlenebilecekleri mağaralar, veya dar
da olsa girebilecekleri bir yer bulsalar, mutlaka o tarafa döner, serkeş at
gibi hızla koşarlar. Âyetten maksat mü'minlerin dikkatini şuna çekmektir:
Münafıklar en kötü ve en âdî yerde de olsa sizden kaçabilirlerse, size karşı
aşırı derecede kin besledikleri için mutlaka bunu yaparlar. Şu halde onların,
sizinle birlikte ve sizden olduklarına dâir yalan yere ettikleri yeminlere
aldanmayın. [146]
58.
Muhammedi Onlardan bazıları sadakaların taksimi hususunda seni ayıplar. O
sadakalardan onlara da verirsen, senin yaptığını beğenirler, Eğer onlara, o
maldan razı edecek kadar vermezsen sana kızar ve seni ayıplarlar. Tefsirciler
şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) Huneyn ganimetlerini taksim ediyordu.
Münafıklardan Zülhuveysıra denilen bir adam ona gelerek şöyle dedi: "Ey
Muhammedi Adaletli ol. Çünkü ganimeti âdilâne dağıtmadın. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu Yazıklar olsun
sana! Ben adaletli değilsem kim adaletlidir.[147]
59. Ey
Muhammedi Seni ayıplayan o kimseler, kendilerine verdiğin sadakalara razı
olsalar ve az da olsa bu taksime kanaat etselerdi" onlar için daha iyi
olurdu. Ebussuûd şöyle der: Âyette,
"Allah'ın ve Rasûlunun verdiği" denilerek Allah lafzının zikredilmesi
tazim ifade eder ve peygamberin yaptıklarının, Allah'ın emriyle olduğuna
dikkat çeker.[148] "Allah'ın lütuf ve ihsanı bize yeter.
"Allah bize rızık olarak, başka bir sadaka veya ganimet verecektir.
"Biz Allah'a itaat etmeye, onun lütuf ve ihsanına elbette
istekliyiz." deselerdi daha iyi olurdu. Edatının cevabı mahzuftur.
Takdiri; onlar için daha iyi olurdu mânâsına gelen dür. Râzi şöyle der: Bu
makamda cevabın terkedilmesi, tazim ve korkutmaya daha çok delâlet eder. Bu,
senin bir adama "eğer bize gelseydin" deyip de cevabını söylemediğin
bir söze benzer. Yani, "eğer bunu yapsaydın mühim bir durumla
karşılaşacaktın" demektir.[149]
Bundan sonra Yüce
Allah, zekâtların harcanacakları yeri bildirerek şöyle buyurur: [150]
60. Taberî
şöyle der: Zekâtlar sadece fakirlere ve düşkünlere verilir. Bir de Yüce
Allah'ın aşağıda zikrettiği kimselere verilir.[151] Bu âyet zekâtların sadece bu sekiz sınıfa
verilmesini gerektirir. Zekâtın, onlardan başkasına verilmesi caiz değildir.
Fakir, yaşayabilecek bir miktarda malı olan kimse demektir. Miskin, hiçbir şeyi
olmayan kimsedir. Yunus şöyle der: Bir bedeviye, "sen fakir misin?"
diye sordum. "Hayır vallahi, bilakis miskinim" dedi. Bir görüşe göre,
miskinin durumu fakirden daha iyidir. Bu, ihtilaflı bir meseledir, Zekâtı
toplayan memurlara, müellefe-i kulûba verilir. Bunlar, Arapların ileri gelenlerinden
bir topluluktur. Rasûlullah (s.a.v), kalplerini İslama ısındırmak için onlara
zekât vermiştir. Taberi, Safvan b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v) bana zekât verdi. Halbuki o ençok kızdığım kimseydi. Bana
vermeye devam etti. Neticede o benim için insanların en sevimlisi oldu.[152] Kölelikten kurtulmaları için kölelere, borç
altında ezilen borçlulara verilir. Mücahitlere ve sınır boylarında nöbet
bekleyenlere verilir. Muharebenin levazım âtından olan silah ve mühimmata
harcanır. Yolda kalmış yolcuya verilir, Bunları Allah farz kıldı ve sınırlarını
O belirtti. Allah, kullarının menfaatlerini pek iyi bilir. Hikmet sahibidir,
hikmetinin gerektirdiğinden başkasını yapmaz. İbn Cüzey şöyle der: Yüce Allah,
münafıkların zekâta olan tamahkarlıklarını kesmek için, zekâtın sadece bu
sınıflara verileceğini bildirdi. Mânâ bakımından bu âyet, münafıkların
sadakalar hususunda Hz. Peygamberi (s.a.v) ayıpladıklarını ifade eden âyet ile
irtibatlıdır.[153]
1. Onun için
hazırlık yaparlardı." Burada, ile kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır. oturanlarla beraber oturun" cümlesinde de aynı sanat vardır.
2. aranızda
koşarlardı." Tîybî şöyle der: Bunda istiare-i tebeıyye vardır. Onların
koğuculuk yapmak suretiyle ara bozmalarının sür'ati, binicinin yürüyüş
sür'atine benzetildi. Sonra bu sür'ati ifade etmek için, deve için kullanılan
kelimesi istiare edildi. Bunun aslı şöyledir. "Onlar, koğuculuk
bineklerini aranızda koştururlar.[154]
3. Cehennem
kafirleri, mutlaka kuşatacaktır." Burada da istiare vardır. Zira onların
cehenneme düşüşü, düşmanın orduyu kuşatmasına veya bileziğin bileği kuşatmasına
benzetilmiştir. İsim cümlesinin tercih edilmesi, kuşatma olmayanın sabit ve
devamlı olduğunu göstermek içindir.
4. Sana bir
iyilik gelirse onları üzer, eğer sana bir kötülük gelirse..." Burada,
edebî sanatlardan mukabele denilen sanat vardır.
5. Mü'minler
işlerini sadece Allah'a bıraksın." Burada kasr ifade etmek için, harf-i
çerle mecruru fiilden önce getirilmiştir. Zamir yerine Allah lafzının
getirilmesi ise korku ve heybeti artırmak içindir.
6. İsteyerek
veya istemeyerek" bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır. Aynı
şekilde, razı olurlardı. Sadakadan onlara verilmeyince, hemen kızarlar."
cümlesinde de, ve kelimeleri arasında da tıbak sanatı vardır.
7. Burada
vezni mübalağa ifade eder. Yani Allah'ın ilmi ve hikmeti büyüktür. [155]
Zemahşerî, "Oturanlarla
beraber oturun" mealindeki âyetin tefsirinde şöyle der: Bu; onları kınama,
acizliklerini bildirme ve evlerde oturma ve yatma durumunda kalan kadın, çocuk
ve kötürümlerle bir tutmaktır.[156] Nitekim şâir şöyle der:
İyi meziyetleri bırak.
Onları aramak için dolaşma. Otur. çünkü sen yiyici ve giyicisin. [157]
İbn Kesir şöyle der:
Rasülullah (s.a.v.) Medine'ye gelince bütün Araplar ona karşı savaşta ittifak
ettiler. Medine'nin yahudi ve münafıkları da ona cephe aldılar. Allah onu Bedir
günü muzaffer kılıp dinini yüceltince Abdullah b. Übeyy ve arkadaşları şöyle
dedi: Bu, gelişmekte olan olaydır. "Bunun üzerine görünüşte İslâm'a
girdiler. Sonra da Allah İslâm'ı ve müslümanları güçlendirdikçe bu durum onları
kızdırdı ve üzdü. İşte bunun içindir ki, Yüce Allah; Onlar İstemedikleri halde,
Al-lah'in emri galip geldi." buyurdu.[158]
61.
Münafıklardan, "O peygamber, bir kulaktır." diyerek peygamberi
incitenler de vardır. De ki: "O, sîzin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o
Allah'a inanır, mü'minlere güvenir ve o sizden iman edenler için de bir rahmettir.
Allah'ın Rasûlüne eziyet edenler
için acıklı bir azap vardır."
62. Sizin
rızanızı almak için size gelip Allah'a
andiçerler. Eğer mü'nıin iseler Allah ve Rasûlünü razı etmeleri daha doğrudur.
63. Bilmediler
mi ki: Kim Allah ve Rasûl'üne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedî
kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük rüsvayliktır.
64.
Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek
bir sûrenin mü'minlere
indirilmesinden çekinirler. De ki: "Siz alay edin! Allah o
çekindiğimiz şeyi ortaya çıkaracaktır."
65. Eğer
onlara, sorarsan, elbette: "Biz sâdece lâfa dalmış şakalaşıyorduk."
derler. De ki: "Allah ile, O1-nun âyetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi
alay ediyordunuz?"
66. Özür dilemeyin,
çünkü siz îman ettikten sonra tekrar kâfir oldunuz. Sizden bir gurubu
bağışlasak bile bir guruba da suçlu olduklarından dolayı azap edeceğiz.
67. Münafık
erkekler ve münafık kadınlar birbir-lerindendir. Çünkü onlar kötülüğü emreder,
iyilikten alıkorlar. Ve onlar ellerini sıkı tutarlar. Onlar Allah'ı unuttular.
Allah da onları unuttu! münafıklar fasikların kendileridir.
68. Allah
erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları
cehennem ateşini va'detti. O, onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir! Onlar
için devamlı bir azap vardır.
69. Siz de,
sizden öncekiler gibisiniz. Onlar sizden kuvvetçe daha üstün, mal ve evlâtça
daha çok idiler. Onlar paylarına
düşenden faydalandılar. İşte
sizden öncekiler nasıl paylarına düşenden
faydalandıysalar Siz de payınıza düşenden faydalandınız ve bâtıla dalanlar
gibi siz de daldınız. İşte bunların amelleri dünyada da âhirette de boşa
gitmiştir. Ve onlar ziyana uğrayanların kendileridir.
70. Onlara
kendilerinden evvelkilerin, Nûh, Âd ve Semûd
kavimlerinin, İbrahim kavminin,
Medyen halkının ve altüst olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı?
Peygamberleri onlara apaçık mu'cizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek
değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.
71. Mü'min
erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar iyiliği emreder,
kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve
Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Allah hikmet
sahibidir.
72. Allah,
mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebedî kalmak üzere altından
ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler va'detti.
Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kazanç da budur.
73. Ey
peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran.
Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir!
74.
Söylemediklerine dâir Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü elbette
söylediler ve müslü-man olduktan sonra kâfir oldular. Başaramadıkları bir şeye
de yeltendiler. Ve sırf Allah ve Resulü kendi lütufIar onları
zenginleştirdiği için ayıpla almaya kalkıştılar. Eğer tevbe ederlerse onlar
için daha hayırlı olur. Eğer yüzçevirirlerse Allah onları dünyada da, âhi-rette
de acıklı bir azaba çarptıracaktır. Yeryüzünde onların ne dostu ne de
yardımcısı vardır.
Bu âyet-i kerimeler
münafıkların tehlikelerini açıklamak ve mü1-minleri onların tuzaklarından
sakındırmak için onlardan bahsetmeye devam ediyor. Yüce Allah bu âyetlerde
onların çirkin davranışlarından başka bir türü sergilemektedir. O da,
münafıkların Rasûlullah (s.a.v)'a eziyet etmeleri, yalan yere yemine cüret
etmeleri, Allah'ın âyetleri ve temiz şeriatiyle alay etmeleri ve yerinde
zikredilen benzeri kötü ameller ve çirkin fiillerdir. [159]
Üzün, kulak demektir.
Cevheri şöyle der: Bir kimse herkesin sözüne kulak verir, dinlerse ona, kulak
adam" denilir. Bu mânâda müfredi ve çoğulu birdir.[160]
Zemahşerî şöyle der: Üzün, işittiği her şeyi tasdik eden ve herkesin sözünü
kabul eden adam demektir. Kendisine, işitme âleti olan azanın ismi verilmiştir.[161] Şâir
şöyle der:
Ben jurnalcıların
işiten kulağı oldum. Herkes bana sövüyor. İstesem sövemezler.
Karşı koyarsa... karşı
koymak ve düşmanlık etmek demektir. gibi. Musakka, iki hasımdan herbirinin,
karşısındakinin bulunmadığı taraf ve şıkta olmasıdır.
Nasipleri nasip
demektir, Daha önce geçen Onun ahirette bir nasibi yoktur[162]
âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Daldınız. eğlence ve
boş işe girmek demektir. Suya dalmak yerine istiare edilmiştir.
Boşa gitti, sevabı yok
oldu.
Mü'tefikât, alt üst
olan şehirler. dJliusl alt üst olmak demektir. Bunlardan maksat Lût kavmidir.
Çünkü onların yurdu alt üst olmuştur. Bir görüşe göre, onların hallerinin hayırdan
şerre dönmesinden mecazdır. İbn Rumî'nin şu şiirinde de bu mânâda
kullanılmıştır.
Batmak, bir ülkedeki
alçakların yüksek kabul edilmesi değildir. Bilakis batmak rezillerin yönetici
olmasıdır. [163]
a.
Münafıklardan bir grup Rasûlullah (s.a.v.)'a eziyet ediyorlar ve onun hakkında
yakışıksız sözler söylüyorlardı. Bazıları: "Bunu yapmayın.
Söylediklerinizin ona ulaşmasından ve bizi cezalandırmasından korkuyoruz."
dediler. Cülâs b. Süveyd şöyle dedi: "Biz istediğimizi söyleriz. Sonra ona
geliriz, o bizim söylediklerimize inanır. O, sadece dinleyen bir kulaktır."
Bunun üzerine Yüce Allah " Münafıklardan, "O bir kulaktır"
diyerek peygamberi üzenler vardır" âyetini indirdi.[164]
b.
Mücâhid şöyle der:
"Münafıklar kendi aralarında
Rasûlullah (s.a.v.)'ı ayıplıyor, sonra da: "Umulur ki Allah
sırrımızı açığa vurmaz." diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah[165] Münafıklar kalplerinde olanı kendilerine
haber verecek bir sûrenin mü'minlere inmesinden çekinirler." âyetini
indirdi.[166]
61.
Münafıklardan bazıları, söz ve davranışları ile Rasûlullah (s.a.v.)'ı
üzüyorlar, O işittiği her haberi doğrulayan bir kulaktır." diyorlar. De
ki: O sizin, için bir hayır kulağıdır. Şer kulağı değildir. Hayrı dinler ve
onunla amel eder. Şerri dinlediğinde onunla amel etmez. Buyurduğu hususlarda Allah'ı taksdik eder,
samimiyetlerini bildiği için
haber verdiği hususlarda mü'mmleri tasdik eder. mü'minler
için bir rahmettir. Çünkü iman etmelerine sebep odur. Allah'ın rasûlünü ayıplayan ve onun yüce
zâtına yakışmayan sözleri söyleyenler var ya, işte onlar için ahirette elem
verici azap vardır. [167]
62. Yeminleriyle
sizi hoşnut etmek için peygamberde bir kusur bulunduğunu ifade eden bir söz
söylemediklerine dâir size yemin ederler, Halbuki Yüce Allah ve onun Rasûlü,
hoşnut edilmeye daha layıktır. Bu da ancak itaatla, ona uymakla ve onun emrine
saygı göstermekle olur. Eğer gerçekten inanıyorlarsa, Allah'ı ve Rasûlünü razı
etsinler. [168]
63. O
münafıklar bilmiyorlar mı ki, kim Allah ve Rasûlüne düşmanlık ve muhalefet
ederse onun cehenneme girmesi ve orada ebedî kalması muhakkaktır. Bu soru
kınama ifade eder. İşte bu büyük zillet, rüsvaylıkla birlikte büyük bir
bedbahtlıktır. Çünkü onlar, milletin gözü önünde rezil edileceklerdir. [169]
64. Münafıklar
haklarında, kalplerindeki nifakı açığa çıkaracak bir sûrenin inmesinden korkuyorlar.
De ki, Allah'ın dini ile istediğiniz gibi alay ediniz. Bu, tehdit ifade eden
bir emirdir. İstediğinizi yapın.[170] âyetindeki emre benzer, Şüphesiz Allah,
gizlediğiniz ve meydana çıkmasından
korktuğunuz nifakı açaklayacaktır. Zemahşerî şöyle der: "İslam ile alay
ediyorlar ve Allah'ın vahy ile kendilerini rezil etmesinden de sakınıyorlardı.
Hattâ bazıları şöyle diyordu: "Vallahi ben, bizi Allah'ın en kötü mahluğu
görüyorum. Hakkımızda birşey inip de bizi rezil etmektense, yüz sopa yemeyi tercih ederim.[171]
65.
Muhammed! O münafıklara, İslam'ın ve senin hakkında söyledikleri boş ve yalan
sözleri sorsan, mutlaka sana: "Biz ciddi değildi, sadece dinlenmek için
şakalaşıp oynuyorduk" derler. Taberî şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk
seferine giderken, yanında münafıklardan bir grup vardı. Onlar şöyle dediler:
"Şu adama bakın. Şam saraylarını ve kalelerini fethetmek istiyor. Bu,
olacak iş mi? Ne kadar uzak!" Allah, onların bu durumunu Rasûlüne
bildirdi. Rasûlullah (s.a.v.) onlara gelerek: "Siz şöyle şöyle
söylediniz." dedi. Münafıklar: "Ya Rasûlullah! Biz sadece oyun ve
eğlenceye dalmıştık." dediler. Bunun üzerine şu âyet indi.[172] Ya Muhammed! O münafıklara de ki: Allah'ın
dini, şeriatı, kitabı ve Resulü ile mi alay ediyorsunuz? Bu som kınama ifade
eder. Bundan sonra Yüce Allah onların durumlarını ortaya çıkarıp rezil ederek
şöyle buyurdu. [173]
66. Bu yalan
yeminlerle özür dilemeyin. Çünkü, durumunuz ortaya çıktıktan sonra o yeminler
size fayda vermez. Siz imanınızı açıkladıktan sonra, Rasûlullah'a (s.a.v.)
eziyet etmek suretiyle kâfirliğinizi ortaya koydunuz, Tevbe ve ihlasları sebebiyle
sizden bir grubu bağışlasak da başka bir gruba ceza vereceğiz. Çünkü onlar
münafıklıkta ve cürüm işlemede ısrar ettiler.
[174]
67. Münafık
erkeklerle münafık kadınlar bir tek sınıftır. Onlar bir şeyin cüzlerinin
birbirine benzediği gibi, nifakta ve imandan uzak olma hususunda birbirlerine
benzerler. Zemahşerî şöyle der:
"Ayette geçen, onlar birbirlerindendir."
sözü İle, münafıkların mü'minlerden
olmadığı ve mutlaka sizden olduklarına dâir yemin ederler.[175] âyetinde bildirilen yeminlerinde yalancı
oldukları gösterilmek istenmiştir.[176] Yüce Allah bundan sonra, onların
durumlarının mü'minlerin durumlarına muhalif olduğunu gösteren şeyleri anlatmak
üzere şöyle buyurdu. Onlar, inkâr etmeyi ve masiyet işlemeyi emrederler; iman
ve itaati yasaklarlar. Allah yolunda harcamaktan ellerini tutarlar. Allah'a
itaati bıraktılar, Allah da onları rahmetinden ve lütfundan uzaklaştırdı. Ve
onları unutulmuş kimseler haline getirdi. Çünkü münafıklar tam manâsıyla inat
ve isyan içindedirler ve Allah'a itaatten çıkmışlardır. Münafıklara engel olmak
için Allah yeter. [177]
68. Allah
münafıklara ve açıktan inkâr edenlere, kendilerini cehenneme sevkedeceğini
onlara vaadetti. Orada ebedî kalacaklardır. Azap hususunda ateş onlara yeter.
Çünkü orada ona denk gelecek hiçbir azap yoktur. Allah onları rahmetinden
uzaklaştırdı ve onları hor düşürdü, Onlar için kesilmeyen ebedî ateş vardır. [178]
69. münafıklar
topluluğu! Sizin durumunuz sizden önceki münafıkların durumu gibidir. Burada
üçüncü şahıs kipinden ikinci şahıs kipine dönüş vardır. Onlar vücutça sizden
daha güçlü, kuvvet bakımından sizden daha fazla idiler, onların malları daha
bol, evlatları daha çoktu. Buna rağmen Allah, onları helak etti. Onların başına
gelenin, sizin başınıza da gelmesiden sakının, Onlar, dünyanın lezzetli
nimetlerinden nasiplerini aldılar. Sizden öncekiler dünyanın lezzetli nimetlerinden
nasiplerini aldıkları gibi, siz de dünya lezzetlerinden ve şehvetlerinden
payınızı aldınız. Onların bâtıla ve sapıklığa daldıkları gibi, siz de bâtıla ve
sapıklığa daldınız. Taberî şöyle der: "Yani, ey münafıklar! Siz de
dünyadan faydalanma hususunda önceki milletlerin girdiği yola girdiniz. Önceki
milletlerin daldığı gibi, siz de Allah'a karşı yalan ve boş şeylere
daldınız. Şu halde Allah'ın azabından
ve. onların başına gelenlerin bir benzerinin
sizin de başınıza gelmesinden sakının.[179]
Bu anlatılan çirkin
vasıfları taşıyan o kimselerin amelleri boşa gitmiştir. O amellerin karşılığı
sadece ateştir. Onlar, tam manâsıyla ziyana uğrayanlardır. [180]
70. O
münafıklara geçmiş ümmetlerin haberi gelmedi mi? Onlar peygamberlere isyan
ettiklerinde, Allah'ın azabından onların başına neler geldi?
Onlar Tufanla helak
edilen Nuh kavmi, rüzgar ile helak edilen Ad (yani Hûd) kavmi, şiddetli gürültü
ile helak edilen Semûd (Salih'in) kavmi, nimetin ellerinden alınmasıyla helak
edilen İbrahim (a.s.)'in kavmi, gölge gününün azabıyla helak edilen Şuayb
kavmi, ve günahları yüzünden şehirleri altüst olan ve başlarına pişirilmiş taş
yağdırılar Lût kavminin şehirlerinde yaşayan insanlardır, Peygamberleri onlara
mucizeler getirdi, fakat onları yalanladılar. Allah onları zulmen helak etmedi,
onları sadece suçları yüzünden helak etti. Fakat onlar inkâr etmek ve masiyet
işlemekle kendilerine zulmettiler. O münafıklar, kendilerinden intikam
alınması hususunda, önceki suçlu yalancılara uygulanan cezanın kendilerine
uygulanmayacağından emin mi oldular?
Yüce Allah münafıkların
kötü sıfatlarını anlattıktan sonra mü'minlerin iyi sıfatlarını anlatır ve
şöyle buyurur:[181]
71. Mü'min
erkeklerle mü'min kadınlar birbirlerinin dostu yani din kardeşidirler.
Birbirlerine yardım eder ve birbirlerini destekti erler. İnsanlara, Allah'ın
razı olacağı her türlü hayır ve güzelliği emrederler; Allah'ın kızacağı her
türlü çirkin şeyden onları nehyederler. Onlar, kötülüğü emreden ve iyilikten
neh-yeden münafıkların aksidir. Namazı mükemmel bir şekilde kılarlar. Allah'ın
rızasını kazanmak için, zekâtı da hak sahiplerine verirler, Her emir ve yasak
hususunda Allah'a ve Rasû-lüne itaat ederler. dkîjl İşte onları Allah rahmetine
sokacak ve onlara yüce nimetlerini bolca verecektir, Allah azîzdir. Ona itaat
eden mağlup edilmez, ona isyan eden ise zelil olur. Hikmet sahibidir. Nimet
verme ve cezalandırma hususunda, hikmetine göre her şeyi yerli yerine koyar. [182]
72. Allah
mü'minlerin i-inanlarına karşılık onlara gölgeleri bol cennetler vaadetti.
Onların ağaçları altından ırmaklar akmaktadır. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Onlar için oranın nimetleri ne yok olacak ne de zeval bulacak. Allah onlara
ebediyen kalacakları cennetlerde mutlu bir hayat sürecekleri evler vaadetti.
Hasan-ı Basrî der ki: Bu evler inciden, kırmızı yakuttan ve zeberced'den yapılmış
köşklerdir.[183] Allah'ın az bir rızası, bunların hepsinden
daha büyüktür. Hadiste şöyle buyrul-muştur: "Yüce Allah, cennet ehline, ey
cennet ehli!" der. Onlar da, Ey Rabbimiz, icabet sana taatine tekrar
müsaade" derler. Allah: "Razı oldunuz mu? der. Onlar:
"Mahlukatından hiç kimseye vermediğin şeyi bize verdiğin halde, biz niye
razı olmayalım." derler. Allah şöyle buyurur: "Ben size bundan daha
üstününü vereceğim." Cennet ehli: "Hangi şey bundan daha
üstündür?" derler. Allah: "Size rızamı helal kılıyorum. Bundan sonra
asla size kızmayacağım. Der[184] İşte en büyük kurtuluş da budur. Bundan daha
büyük bir mutluluk yoktur. [185]
73. Ey
peygamber! kafirlere ve münafıklara
karşı cihad et. İbn Abbas şöyle der: "Yani, kafirlere karşı kılıçla,
münafıklara karşı da dil ile cihad et. Cihad, savaş ve korkutmak suretiyle
onlara karşı sert davran. Onların meskenleri ve barınakları cehennemdir.
Cehennem, kendisine varılacak ne kötü bir yerdir. [186]
74. Münafıklar
kendilerinden sana ulaşan küfürlü sözleri söylemediklerine dâir yemin
ediyorlar. Katâde şöyle der; "Bu âyet Abdullah b. Ubeyy hakkında indi.
Vakıa şöyle oldu: Cühenî kabilesinden bir adam ile Ensar'dan biri birbirleriyle
vuruştular. Cühenî, Ensardan olana galip geldi. İbn Selûl Ensara şöyle dedi:
Kardeşinize yardım etmeyecek misiniz? Vallahi, bizimle Muhammed'in durumu,
"Besle köpeğini, yesin seni" diyenin sözüne uymaktadır.
Müslümanlardan biri, bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdi. Rasûlullah
(s.a.v.) durumu ona sormak üzere bir adam gönderdi. Bunun üzerine İbn Selûl,
öyle bir şey söylemediğine dâir yemin etmeye başladı. İşte bu olay üzerine Yüce
Allah onun hakkında bu âyet-i kerimeyi indirdi[187] Halbuki o küfür sözünü elbette söylemişlerdi.
O da, İbn Selûl'ün şu sözüdür: Andolsun, eğer Medine'ye dönersek, en üstün olan
en alçak olanı mutlaka oradan çıkaracaktır.[188] Daha önce müslüman olduklarını açıkladıkları
halde, daha sonra kâfir olduklarını ortaya koydular. Başaramadıkları bir şeye
de yeltendiler. İbn Kesîr şöyle der: Bunlar, münafıklardan bir grup olup, Tebük
seferinden döndüğünde Rasûlullah (s.a.v.)'ı Öldürmek istemişlerdi. On küsur
kişi idiler.[189] Peygamber (s.a.v.)'in
onların nezdinde herhangi bir günahı olmadığı halde, sırf onun feyz ve
bereketiyle Allah'ın müslümanları zenginleştirmesinden dolayı, Rasûlullah'ı
ayıplamaya kalkıştılar. Bu ifade, suçsuz yere ayıplama yapılan yerlerde
kullanılır. Bundan sonra Yüce Allah onları tevbeye davet ederek şöyle buyurdu:
Eğer onlar nifaktan vazgeçerlerse, onların bu vazgeçişleri ve tevbeleri, kendileri
için daha hayırlı ve daha iyi olur. Yok eğer yüzçevirirler de nifakta ısrar
.ederlerse, Allah onları elem verici, şiddetli bir azap ile cezalandırır. Bu
ceza, dünyada öldürülmeleri ve esir edilmeleri, âhirette ise, ateşe atılmaları
ve Allah'ın gazabına uğramaları ile olur. Onları azaptan kurtaracak veya hesap
gününde onlara şefaat edecek herhangi
bir kimse yoktur. [190]
1. O bir
kulaktır." Bunun aslı "O, her söyleneni dinleyen kulak gibidir,"
şeklindedir. Bu ifadeden teşbinh edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiş ve teşbih-i
beliğ olmuştur, "Zeyd Aslandır" ifadesine benzer.
2. Allah'ın
rasûlüne eziyet ediyorlar." Burada Rasûlullah (s.a.v.)'in şanını
yüceltmek ve nübüvvet ve risâlet gibi iki büyük mertebeyi onda toplamak
maksadıyla ona eziyet ederler" şeklindeki zamir yerine kelimesi getirildi.
Kelimesinin lafzına izafeti ise, onun şeref ve itibarının yüksekliğini
gösterir.[191]
3. İşte
büyük rezillik budur." Bu rezillik ve rüsvaylığın korkunçluk ve şiddetinin
büyüklüğünü bildirmek için yakında olan bir şey, uzaklık ifade eden ismi
işaretle gösterilmiştir.
4. Ellerini
sıkı tutarlar." Eli sıkı tutmak, cimrilikten kinayedir. Nitkekim,
"eli açmak" da cömertlik ve iyilikten kinayedir.
5. Allah'ı
unuttular. Allah da onları unuttu." Bu ifade müşâkele bâbındandır. Çünkü
Allah unutmaz. Yani Onlar Allah'a itaati bıraktılar. Allah da onları
rahmetinden ayırdı.
6. Sizden
öncekiler gibi" burada daha fazla kınamak ve azarlamak için, üçüncü şahıs
kipinden, ikinci şahıs kipine dönüş vardır.
7. Kendi
paylarından istifade ettiler." Burada itnab vardır. Bundan maksat, nefis
şeyler yerine adi şeylerle meşgul olmalarını yerme ve kınamadır.
8. Münafıklar,
sırf Allah müslümanlan zengin kıldı diye onları ayıplarlar." Bu âyette,
zemme benzeyen bir şeyle, medhin te'kit edilmesi vardır. Bu, şöyle diyenin
sözüne benzer: "Onların bir kusuru yoktur. Ancak, çok vuruşmaktan
kılıçları eğrilmiştir. [192]
İbn kesir, Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.) dört kılıçla gönderildi.
Birincisi, müşrikler için Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde
öldürün.[193] İkincisi, Ehl-i kitab için: Kendilerine kitap
verilenlerden, Allah'a ve âhiret gününe inanmayanlara karşı savaşın.[194] Üçüncüsü münafıklar için: Kafirler ve
münafıklarla cihat et.[195] Dördüncüsü
âsiler için: Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar, âsilerle savaşın.[196]
İmam Fahreddin Râzî
şöyle der: "Yüce Allah mü'minlerin birbirlerinin dostu olduğunu
açıkladıktan sonra mü'mini münafıktan ayıran beş hususu zikretti: Münafık
kötülüğü emreder, iyilikten nehyeder. Namaza tembel tembel kalkar, zekâtı ve
diğer vazifelerinin ifası hususunda cimrilik yapar, cihada koşmaz,
emredildiğinde geri kalır ve başkalarını da geri bırakır. Mü'min bunun aksini
yapar. O iyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, namazı en mükemmel bir şekilde edâ
eder, zekâtı verir, Allah ve Rasûlüne itaata koşar. İşte bundan dolayı Yüce
Allah, mü'minlerin sıfatlarıyla münafıkların sıfatlarını şu sözü ile mukayese
etti: "Mü'min erkekler ile mü'min kadınlar birbirlerini dostudur. Onlar
iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler.
Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler.[197] Aynı şekilde Yüce Allah, ceza ve mükafat
hususunda da cehennem ateşi ile cennet arasında mukayese yaptı. Bu, çok güzel
bir karşılaştırmadır.[198]
75. Onlardan
kimi de, "Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka
vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!" diye Allah'a andiçti.
76. Fakat
Allah lütfundan onlara verince, onda cimrilik edip yüzçevirerek sözlerinden döndüler.
77. Nihayet,
Allah'a verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı
Allah, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak soktu.
78.
(Münafıklar), Allah'ın, onların sırrını da, fısıltılarını da bildiğini ve Allah'ın,
gaybları bilici olduğunu anlamadılar mı?
79.
Sadakalar hususunda, mü'minlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden
başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte
onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için acıklı azap vardır.
80. Onlar
için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş defa af dilesen de Allah
onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden
ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.
81. Allah'ın
Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar oturmaları ile sevindiler,
mallarıyla, canlarıyla Allah
yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar ve, "Bu sıcakta sefere çıkmayın"
dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır!" Keşke anlasalardı!
82. Artık
kazanmakta olduklarının cezası olarak, az gülsünler, çok ağlasınlar!
83. Eğer
Allah seni onlardan bir gurubun yanına döndürür de çıkmak için senden izin
isterlerse, de ki: "Benimle beraber asla çıkmayacaksınız ve düşmana karşı
benimle beraber asla savaşmayacaksınız! Çünkü siz ilk seferde yerinizde kalmaya
razı oldunuz. Şimdi de geri kalanlarla beraber oturun!
84. Onlardan
ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü
onlar, Allah ve Resulünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.
85. Onların
malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada
onlara azap etmeyi ve onların canlarının
kâfir olarak zorlukla çıkmasını istiyor.
86.
"Allah'a inanın, Resulü ile beraber cihâd edin." diye bir sûre
indirildiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin istediler ve
"Bizi bırak oturanlarla beraber olalım." dediler.
87. Geride
kalan kadınlarla beraber olmağa razı oldular, onların kalblerine mühür vuruldu.
Bu yüzden onlar anlamazlar.
88. Fakat
Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihâd ettiler.
İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.
89. Allah,
onlar için, içinde ebedî kalacakları ve zemininden ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. İşte bu, büyük bir zaferdir.
90.
Bedevilerden, özür bahane edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler.
Allah ve Resulüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara
acıklı bir azap erişecektir.
91. Allah ve
Resulü için öğüt verdikleri takdirde, zayıflara, hastalara ve harcayacak bir
şey bulamayanlara günah yoktur. Zira iyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur.
Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
92.
Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde, "Sizi bindirecek bir
binek bulamıyorum." deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı
ü-züntüden gözleri yaş dökerek dönen kimseler aleyhine de bir şey yoktur.
93.
Sorumluluk ancak, zengin oldukları halde senden izin isteyenleredir. Çünkü
onlar geri kalan kadınlarla beraber olmaya razı oldular. Allah da onların
kal-blerini mühürledi, artık onlar bilmezler.
Bu mübarek âyetler
İslama ve müslümanlara karşı olan korkunç tehlikelerini dikkate alarak
münafıklardan bahsetmeye, sırlarım ortaya çıkarıp onları rezîl etmeye ve
hallerini açıklamaya devam eder. [199]
Sonunda Allah onların
kalplerine nifak verdi. Leys şöyle der: Bir kimsenin işinin sonu pişmanlık
olursa, denilir. Bir kimseye, yediği bir şey sebebiyle bir hastalık gelirse,
denilir. Hûzelî şöyle der:
Oğullarım öldü.
Mutluluktan sonra bana dinmeyen gözyaşı ve hasret bıraktılar.[200]
Sırrahüm, sırları.
Sır, kalpte saklanan şeydir. Necvâhum, fısıltıları. Necvâ, iki veya daha çok
kişi arasında geçen konuşma. Gizli söz mânâsına gelen necve'den alınmıştır.
Gizli konuşan iki kişi, sanki kendilerinden başkasını aralarına sokmayı
engellerler. Ayıplıyorlar. Lemz, ayıp demektir.
Muhallefûn, geri
bırakılanlar demektir, cihattan geri kalması sebebiyle "terkedilen
kişi" manasınadır. Tavl, zenginlik.
Muazzirûn, Özür beyan
edenler. Bu, veznindeki kelimesinin çoğuludur. Muazzir, özrü olmadığı halde
özür beyan eden demektir. Cevheri şöyle der: "O, yalan mazeret ileri
süren kimsedir.[201] Bunun aslı kökündendir. Darb-ı meselde
denilmiştir. Yani, sona gelip de seni uyaran, başına gelecekler hususunda son
derece mazurdur.[202]
a) Rivayet
olunduğuna göre Sa'lebe adında bir adam Rasûlullah (s.a.v.)' gelerek: "Ya
Rasûlullah! dedi. Bana mal verilmesi için Allah'a dua et." Rasûlullah
(s.a.v.): "Ey Selebe! Vah sana! Şükrünü edâ ettiğin az mal,
şükredemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır." buyurdu. Sa'lebe şöyle dedi:
Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, eğer bana mal vermesi için
Allah'a dua edersen, bütün hak sahiplerinin hakkını mutlaka vereceğim."
Sa'lebe sürekli olarak Rasûlullah'a baş vurdu. Sonunda Rasûlullah (s.a.v.) onun
için dua etti. Sa'lebe koyunculuğa başladı. Koyun, organik maddelerdeki kurt
gibi üredi. Medine ona dar geldi. Oradan dışarı çıkıp, Medine vadilerinden bir
vadiye indi. Nihayet Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılmaya diğerlerini
terketmeye başladı. Daha sonra koyun o kadar arttı ve çoğaldı ki, Sa'lebe cuma
namazını ve cemaatı terketti. Rasûlullah (s.a.v.) onun durumunu sordu. Ashab
onun hakkında Rasûlullah (s.a.v.)'a bilgi verdi. Rasûlullah (s.a.v.), üç defa:
"Vah Sa'lebe!." dedi. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi.
Onlardan kimi de, "Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka
sadaka vereceğiz" diye Allah'a and içti.[203] Sa'lebe Hz. Osman'ın halifeliği zamanında
öldü.
b) Abdullah
b. Ömer'in radıyallâhu anhumâ şöyle dediği rivayet edilir: "Münafıkların
reisi Abdullah b. Übeyy ölünce, oğlu Rasûlullah'a gelerek, babasını kefenlemek
için, gömleğini ona vermesini istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da gömleğini ona verdi.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'tan, babasının cenaze namazını kılmasını istedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da, onun namazım kılmak için kalktı. Hz. Ömer (r.a.) kalkıp
dedi ki: "Ya Rasûlullah! Allah'ın düşmanının cenaze namazım mı
kılıyorsun?" Rasûlullah (s.a.v.): "Beni serbest bırak, yâ Ömer! Çünkü
ben serbest bırakıldım da bunu seçtim. Zira bana Onlar için ister istiğfar et,
ister istiğfar etme[204] denildi. Eğer yetmişden fazla af dilediğim
takdirde affedileceğini bilsem, elbette daha fazla af dilerim." Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) onun namazını kıldı, cenazesi ile beraber yürüdü ve kabri başında
durdu: Az geçmeden Yüce Allah şu âyeti indirdi.[205] Onlardan ölmüş olan hiçbir kimsenin asla
namazını kılma.[206]
75. Münafıklardan
Allah'a şu şekilde söz verenler var. Eğer Allah bize lütfundan verir, rızkımızı
genişletirse mutlaka fakir ve yoksullara sadaka vereceğiz, o nimet içinde
yaşarken, hayır ve hasenat ehli kişilerin yaptığı ameli biz de yapacağız[207]
76. Fakat
Allah lütfundan rızık verip onları zengin kılınca, Allah yolunda harcamada
cimrilik gösterdiler, verdikleri sözde durmadılar, Allah ve Rasülüne itaatten
yüzçevirdiler. [208]
77. Neticede
Allah, kendisiyle karşılacakları güne kadar onların kalbine nifakı iyice
yerleştirdi. Çünkü onlar, sadaka vereceklerine, hayır ve hasenatta bulunacaklarına
dâir Allah'a verdikleri sözden döndüler. Bir de iman ve ihsan hususundaki
iddialarında yalan söylediler. [209]
78. Bu soru
kınama ve azarlama ifade eder. Yani o münafıklar bilmiyorlar mı ki, Allah onların sırlarını ve hallerini
kalplerinde gizlediklerini ve aralarında konuştuklarını biliyor? Bilmiyorlar mı ki, gözlerin görmediği,
kulakların işitmediği, duyu organlarının
hissetmediği şeyler bile Allah'a gizli kalmaz?
[210]
79. Mü'minlerden
gönüllü olarak sadaka verip teberru da bulunanları ayıplayanlar, Aynı şekilde
güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları da ayıplayıp alay edenler var
ya, Allah onların cezasını verecektir. Taberi İbn Abbas'm şöyle dediğini
rivayet eder: Abdurrahman b. Avf (r.a.) Rasûlullah (s.a.v.)'a kırk ukiyye[211]
altın getirdi. Ensar'dan birisi de bir sa (bir Ölçek) hurma getirdi. Bunu gören
bazı münafıklar: Abdurrahman, getirdiklerini gösteriş için getirdi. Bu sa' bir
hurmaya ise, Allah ve Rasûlünün ihtiyaç:yoktur." dediler. Bunun üzerine bu
âyet indi.[212] Allah, onların alaylarının karşılığını verdi.
Bu, müşâkele bâbındandır.[213] Onlar için elem verici bir azap vardır. Bu da
ahiretteki ebedî azaptır. [214]
80. Bu iki
kelime emir kipi olup haber mânâsı ifade ederler. Yani ey Muhammed! Sen o
münafıklar için af dilemiş olsan da, olmasan da, Allah onları asla
affetmeyecektir. Zemahşerî şöyle der: 70
sayısı, Arap dilinde, bir şeyin çokluğunu ifade etmek için misal olarak
kullanılan bir kelimedir.[215]
Yani onlar için ne kadar çok af dilersen dile ve bu hususta ne kadar ileri
gidersen git, Allah onları asla affetmeyecek, Onların affedilmemeleri, Allah ve
Rasûlünü çirkin bir şekilde yalanlamaları yüzündendir. Zira onlar iman
ettiklerini açıkladılar ve inkârlarını gizlediler Allah, kendisine itaat
etmeyenleri, iman etmeye muvaffak kılmaz ve onları mutluluk yoluna iletmez. [216]
81. Rasûlullah
(s.a.v.) Tebük seferine çıktığında geride kalan münafıklar, geri kalmalarına
sevindiler. Bunu, sefere çıkarken Rasûlullah (s.a.v.)'e muhalefet için yaptılar
ve evlerinde oturdular. Kalplerinde
bulunan kâfirlik ve münafıklıktan dolayı rahatı tercih ettikleri, canlarının ve
mallarının telef olmasından korktukları için cihada çıkmaktan hoşlanmadılar.
Onlar birbirlerine, bu sıcak zamanda cihada çıkmayın" dediler. Bunu,
Rasûlullah (s.a.v.) onları şiddetli sıcak bir zamanda sefere çıkmaya
çağırdığında demişlerdi. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah'ını "Gazaya çıkmayı
hoş görmediler" yerine, "Allah yolunda canlarıyla mallanyle cihat etmeyi
hoş görmediler" demesinin sebebi: Allah yolunda cihat etmek en yüce
isteklerden ve insanların, uğrunda birbirleriyle yarışması gereken en şerefli
gayelerden olmasına rağmen ondan hoşlanmadıklarını bildirmektir.
Nitekim onlar
Rasûhıllah (s.a.v.)'a muhalefet için, gazadan geri kalmak gibi en çirkin davranışlarıyle
sevinmişlerdi. Onlar, kendi aralarında şer ve fesadı tavsiye ederek
kardeşlerine: "bu sıcakta gazaya çıkmayın" dediler. Böylece
kendilerinde inkâr ve sapıklıktan üç hasleti bir araya getirdiler. Bunlar
gazadan geri kalmaya sevinmek, cihattan hoşlanmamak ve başkalarını da bundan
alıkoymaktır.[217] Yüce Allah onların sözlerini reddederek şöyle
buyurdu: Ey Muhammedi Onlara de ki: Cihattan geri kalmanızdan dolayı
gideceğiniz cehennem ateşi, sakındığınız bu bilinen sıcaktan daha sıcaktır.
Çünkü dünyanın sıcağı geçicidir, ebedi değildir. Cehennemin sıcağı ise
daimîdir, hiç kesilmez. Niçin cehennem ateşinden sakınmıyorsunuz? Zemahşerî
şöyle der: Bu cümle onların câhil olduğunu ifade eder. Çünkü bir kimse bir
saatlik bir meşakkatten korunur da, bu yüzden ebedî meşakkate düşerse, o kimse
bütün câhillerden daha câhildir.[218] Onlar bunu anlasalardı, kat kat fazlası olan
cehennem azabından korunmak için bu sıcakta Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte
sefere çıkarlardı. Fakat onlar, yağmurdan kaçarken doluya yakalanan kimse
gibidir.[219]
82. Bunlar,
haber mânâsı kastedilen emir cümleleridir. Yani, onlar az gülecek ve çok
ağlayacaklardır. İbn Abbas şöyle der: Dünya azdır. Orada diledikleri kadar
gülsünler. Dünya sona erip de Allah'ın
huzuruna vardıklarında, sonsuza
kadar kesilmeyecek olan bir ağlamaya başlayacaklardır.[220] Bu onların işledikleri çeşitli masiyetlerine
karşılık bir ceza olacaktı. [221]
83. Allah
seni Tebük gazasından döndürüp mazeretsiz olarak gazadan geri kalan
münafıklardan bir grubun yanma götürdüğünde, seninle birlikte başka bir gazaya
çıkmak isterler, Onlara de ki:Benimle birlikte asla cihada çıkmayacaksınız.
Benimle birlikte Allah düşmanlarına karşı savaşma şerefi size asla nasip
olmayacak. Bu, nehy mânâsına gelen haber cümlesidir. Mübalağa ifade eder.
Nifaklarını ortaya çıkarmak için, onları kınama mahiyetinde söylenmiştir Çünkü
siz daha önce, benimle birlikte Tebük seferine çıkmayıp oturmaya razı oldunuz.
Öyleyse siz, gazaya
gidemeyen kadın ve çocuklarla birlikte oturun.
[222]
84. Muhammed
O münafıklardan herhangi biri öldüğünde onun namazını kılma. Çünkü senin
namazın rahmettir.
Onlar ise, rahmete
lâyık değillerdir. Göndermek, veya ziyaret ve dua için onun kabri başında
durma, Çünkü onlar hayatlarında münafık idiler. İman ettiklerini söylüyor,
kâfirliklerini gizliyorlardı. Onlar İslamdan çıkmış isyanda inatçılık eden
münafık olarak öldüler. Bu âyet İbn Selûl hakkında inmiştir.[223]
85. Onlara
lütfettiğimiz mallarına ve çocuklarına imrenme. Zira Allah onlar için hayır
murat etmiyor. O ancak onlar sebebiyle dünyada musibetlerle sıkıntılarla onlara
azap etmek istiyor, Onlar, akibetlerini düşünme ve tefekkür etme yerine, mal ve
evlatlardan yararlanma ile meşgul iken, canlarının çıkıp kâfir olarak
ölmelerini istiyor. [224]
86. Sânı
yüce bir sûre indiğinde... Bu kelimenin nekra getirilmesi tazim ifade eder. Bu
sûrede, "Allah'a kesin bir inançla iman edin ve hakkın zaferi ve dinin
üstün olması için, peygamberle birlikte cihat edin denildiğinde,zengin ve çok
malı olanlar, geri kalmak için senden izin istediler. "Bizi bırak, gazaya
çıkmayan ve mazeretleri sebebiyle geri kalanlarla beraber olalım"
dediler. Yüce Allah onları kınamak ve yermek için Şöyle buyurdu. [225]
87. Onlar,
evlerde kalan kadınlar, hastalar ve âcizlerle beraber olmaya razı oldular, Onların
kalpleri mühürlendi. Artık onlar cihatta ve Rasûle itaatta bulunan mutluluğu
ve ondan geri kalmadaki bedbahtlığı anlayamazlar. [226]
88. Bu
âyetin tefsirinde Râzi şöyle der: Yüce Allah, münafıkların durumlarını
açıkladıktan sonra, onların davranışlarının
aksine bir davranış
sergilemiş olan Peygamber
(s.a.v.) ve mü'minlerin durumunu açıkladı. Onlar Allah'ın rızasını elde etme
ve ona yaklaşma uğrunda mallarını ve canlarını harcadılar.[227]
Yani: Bu münafıklar geri kalıp cihat etmedilerse, bilinsin ki, onlardan daha
hayırlı, niyeti ve inancı daha hâlis olanlar cihat etmiştir. Onlar için, hem
dünyada hem de ahirette faydalanacakları şeyler vardır. Dünyada zafer ve
ganimet, ahirette ise cennet ve şeref vardır. İşte aradıklarını elde edenler
onlardır. [228]
89. Allah,
imanlarına ve cihatlarına karşılık, onlar için köşklerinin altından ırmaklar
akan cennetler hazırladı. O cennetlerde ebedî kalacaklardır. İşte büyük kazanç budur. Bundan daha üstün
kazanç yoktur. [229]
90. Özür
uydurup cihattan geri kalan bedevîlerden mazeret ileri sürenler gelip cihadı
terketme hususunda kendilerine izin verilmesini istediler. Medine'li
münafıkların durumları açıklandıktan sonra, bu âyette de bedevî münafıkların
durumları açıklanmaktadır. Beyzavî şöyle der: Bunlar Esed ve Gatafan kabileleridir.
Fakirliklerini ve aile fertlerinin çokluğunu mazeret göstererek gazadan geri
kalmak için izin istediler.[230] İman iddialarında Allah ve Rasûlüne yalan
söyleyenler de cihattan geri kaldılar. Bunlar cihat etmedikleri gibi, geri
kalmalarından dolayı mazeret de ileri sürmeyen bir kavimdir. Bu, onlar için
şiddetli bir tehdittir. Yani, gazadan geri kalan ve iman iddiasında yalancı
olan bu münafıklar dünyada, öldürülmek ve esir edilmek, ahirette de ateşe
atılmak suretiyle elem verici bir cezaya çarptırılacaklardır. [231]
91. Acizliklerinden
veya hastalıklarından dolayı cihada çıkamayacak yaşlı ihtiyarlar ve âciz hastalar
için bir günah yoktur, Cihad için harcayacak nafaka bulamayan fakirlere de. Cihattan
geri kalmada herhangi bir günah yoktur. Samimiyetle inandıkları, salih amel
işledikleri, yalan haberler çıkararak müslümanları kösteklemedikleri ve fitne
yaymadıkları takdirde, sefere çıkmazlarsa bunlar için bir günah yoktur. Çünkü
bunlar özürlüdürler. Güzel amel işleyenler için ne bir vebal ne de onların kınanması
için bir yol vardır. Onlar Allah ve Rasûlü için nasihat ettiklerinden dolayı,
Yüce Allah onları "güzel amel işleyenler" diye vasıflandırdı.
Onlardan azabı, azarlamayı ve kınamayı kaldırdı.[232] Bu beliğ sözlerdendir. Çünkü "onları
kınayacak kimse için hiçbir yol yoktur." manasınadır. Sözü darb-ı mesel
olarak kullanıldı. Allah'ın mağfireti büyük rahmeti geniştir. Dolayısı ile
özürlüleri de içine alır. [233]
92. Kendilerine
binek sağlamak için sana gelenlere de vebal yoktur. Bu âyet, Rasûlullah
(s.a.v.) ile beraber gazaya çıkmak isteyip de Rasûlullah'ın onları bindirecek
binek bulamaması sebebiyle gazadan geri kalan ve bunun için ağlayan kimseler
hakkında inmiştir. Beyzâvî şöyle der: Bu ağlayanlar, Ensardan yedi
kişidir. Rasûlullah (s.a.v.)'a gelerek
şöyle dediler: Biz gazaya çıkacağız diye adakta bulunduk. Bize binek temin et
de seninle birlikte savaşalım. Rasûlullah şöyle buyurdu: Sizi bindirecek bir
binek bulamıyorum. Bunun üzerine onlar ağlıyarak döndüler.[234] Sizi bindirecek hayvanım yok" dedin. Onlar,
şiddetli üzüntüden gözlerinden yaşlar akıtarak döndüler, Çünkü onlar, sefere
çıkmak için infak edecek bir şey bulamadılar, Peygamberin de onlan bindirecek
bir hayvanı yoktu. [235]
93. Günah ve
vebal ancak muktedir oldukları halde cihada çıkmamak ve harcamaya güçleri
yettiği halde cihattan geri kalmak için senden izin isteyenleredir. Onlar
kadınlar, hastalar ve âcizlerle beraber olmaya razı oldular. Allah onların
kalplerini mühürledi. Bundan dolayı on lar doğru yolu bulamazlar. [236]
1. Bilir, gayıpları
iyi bilen ." Burada ile kelimeleri
arasında iştikak cinası vardır.
2. Onlar
için elem verici bir azap vardır." kelime sindeki tenvin, azabın şiddetli
ve korkunç olduğunu ifade eder.
3. İster
onlar için af dile, ister dileme." Bu cümle arasında "tıbak-ı
selb" sanatı vardır. Burada emir kipi hakiki mânâ sından çıkıp
"eşitleme" mânâsında kullanılmıştır.
4. Az gülüp
çok ağlasmlar." Burada da edet sanatlardan "mukabele" denilen
sanat vardır.
5. Geriye
kalan kadınlarla beraber olmay razı oldular. Erkekler gittikten sonra evinde
kalan kadınlar demek tir. Burada istiare vardır. Kadınları, "evlerinin
sonlarında bulunan sütunlaı mânâsına gelen havâlife benzetmek için, kadınlara
havâlif denildi. Ki dınlar evde çok kaldıkları için, Allah onları evlerde
bulunan havâlife yaı direklere benzetti.[237]
6. Kendilerine
binek bulman için sar geldiklerinde, onlar üzerine de vebal yoktur". Bu,
husûsî olanın umumî ol; üzerine atfı babmdandır. Husûsî olanlara daha çok önem
verildiğini gösterir.[238]
Zemahşerî, Onlar için
yetmiş defa af dilesn. Âyetinin tefsirinde şöyle der: yetmiş" lafzı, Arap
dilinde bir şeyi çokluğunu ifade etmek için mesel olarak kullanılır. Ali b. Ebî
Tâlib şöy der:
Âs ve Âsî'nin oğlu
yetmiş bin defa suratlarını astılar.
O bunu, sayıyı tayin
için söylemedi. O bunu ancak, Arapların üslubuna uyarak mübalağa için söyledi.[239]
Rasûlullah (s.a.v.)'m,
münafıklar üzerine namaz kılmaktan men edilmesinin sebebi şudur: Ölünün
üzerine namaz, onun için bir dua, af ve şefaat dilemedir. Kâfir ise, buna lâyık
değildir. [240]
Huzeyfe b. Yeman,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırdaşı olarak şöhret bulmuştur. Rasûlullah (s.a.v.)
ona şöyle demişti: Ben sana bir sır söyleyeceğim, onu kimseye söyleme. Falan
ve falanın cenaze namazını kılmak bana yasaklandı. O bu sözü, sayıları epeyce
olan bir grup için söyledi. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a.) Huzeyfe'nin yanma
gelir ve şöyle derdi: Allah adına sana soruyorum. Rasûlullah (s.a.v.) beni
münafıklardan saydı mı? [241]
94. Onlara
döndüğünüz zaman size özür beyan edecekler. De ki: özür dilemeyin! Size asla
inanmayız; çünkü Allah, sizin
gerçek tutumlarınızı bize bildirmiştir. Amelinizi Allah da görecektir,
Resulü de. Sonra görüleni ve görülmeyeni Bilen'e döndürüleceksiniz de yapmakta
olduklarınızı size haber verecektir.
95. Onların
yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden vazgeçmeniz için Allah adına
andiçecekler. Artık onlardan yüzçevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta
olduklarına karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.
96. Onlardan
razı olasınız diye size yemin edecekler. Fakat siz onlardan razı olsanız bile
Allah fâsıklar topluluğundan asla razı olmaz.
97.
Bedeviler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah'ın
Rasûlü'ne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir,
hikmet sahibidir.
98.
Bedevilerden öylesi vardır ki, harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza
belâlar gelmesini bekler. O kötü belâ kendi başlarına gelmiştir. Allah pek iyi
işiten, çok iyi bilendir.
99.
Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah'a ve âhiret gününe inanır,
harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almaya vesile
edinir. Bilesiniz ki o onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine
koyacaktır. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir.
100. Öne
geçen ilk Muhacirler ve Ensâr ile onlara güzellikle tâbi olanlar var ya, işte
Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde
ebedî kalacakları, zemininden
ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kazançtır.
101.
Çevrenizdeki bedevi Araplardan ve Medine halkından birtakım münafıklar vardır
kî, münafıklıkta maharet kazanmışlardır! Sen onları bilmezsin, biz onları iyi
biliriz. Onlara iki kez azap edeceğiz, sonra da onlar daha büyük bir azaba
itileceklerdir.
102. Diğerleri
ise günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli diğer kötü bir amelle
karıştırdılar. Bunlar tevbe ederlerse umulur ki Allah onların tevbesini kabul
eder. Çünkü Allah çok bağışlayan, pek merhamet edendir.
103. Onların
mallarından sadaka al ki, bununla onları temizleyesin, onları artırıp
yüceltesin. Ve onlar için duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir rahmettir.
Allah işitendir, bilendir.
104.
Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakaları geri
çevirmeyeceğini ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek merhametli olduğunu
hâlâ bilmezler mi?
105. De ki:
"Yapacağınızı yapın! Amelinizi Allah da, Resulü de, mü'minler de
görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O
size yapmakta olduklarınızı haber verecektir."
106. Diğer
bir gurup da Allah'ın emrine bırakılmışlardır. O, bunlara ya azap eder veya
tevbelerini kabul eder. Allah çok bilendir, hikmet sahibidir.
107. Bîr de
zarar vermek, inkâr etmek, mü'minle-rin arasına ayrılık sokmak ve daha önce
Allah ve Resulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir Dirâr mescidi
kuranlar ve, "Bununla iyilikten başka bir şey niyet etmedik" diye
mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle
yalancı olduklarına şahitlik eder.
108. Onun
içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan mescid içinde namaz
kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah
da çok temizlenenleri sever.
109.
Binasını Allah korkusu ve rızâsı üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa
yapısını, yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp
cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zâlimler topluluğunu doğru yola
iletmez.
110.
Yaptıkları bina, kalbleri parçalanıncaya kadar yüreklerinde devamlı olarak bir
şüphe olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
Bu âyetler, cihattan
geri kalan ve yalan yere ettikleri yeminlerle Özürlerini pekiştiren
münafıklardan bahsetmeye devam ediyor. Yüce Allah bu âyetlerde münafıkların
tuzaklarından olan Mescid-i Dırâr'ı anlattı. Münafıklar onu İslama ve
müslümanlara tuzak hazırlamak için bir yuva olarak bina ettiler. Yüce Allah,
Peygamberini burada namaz kılmaktan sakındırdı. Çünkü burası takva temeli
üzerine kurulmadı. Bölücü ve münafıklara bir merkez olmak ve müslümanlarm
birliğini parçalamak için yapıldı. Burası, Mescid-i Dırâr adiyle tanınır. [242]
Döndünüz. Rics, pis
şey demektir. Bazan pisliğin kendisine de "rics" denir. Me'vâhûm,
onların barınakları. Cevherî şöyle der: Me'vâ, gece veya gündüz kendisine
sığınılan her yerdir.
A'rab, bedeviler
demektir. Bu kelime kelimesinin çoğuludur. Dilciler şöyle der: Bir kimse, Arap
soyundan ise ona denilir. Bunun çoğuludır. Bir kimse bedevi olup yağmurlu ve
otlu yerleri dolaşıyorsa buna da denilir. Bu adam ister Arap olsun, ister
mevâlî olsun. Arap şehir ve köylerine yerleşenler Arab, vadilerde dolaşanlar
ise A'râb'dır.[243]
Ecder, daha lâyık,
daha müstehak.
Mağrem, zarar ve ziyan
demektir. Bunun aslı, bir şeyin başka bir şeyden ayrılmaması mânâsına gelen
kökündendir.[244]
Sebat ve devam
ettiler. Kelime aslında yumuşak olmak, yapışmak ve ayrılmak manalarına gelir.
Onlar sanki münafıklık için ayrıl mışlardır. Bu kelimeden türetilerek üzerinde
bitki olmayan kuma yapraksızsız dala ve sakalı olmayan çocuğa da denilir,
Bırakılmışlardır. İrca
ertelemek demektir. Bir kimse bir şeyi ertelediğinde der. Bu kökten, ameli
erteledikleri için Mürcie'ye bu isim verilmiştir.
Dırar, karşılıklı
olarak birbirine zarar vermek demektir. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Zarar
vermek ve zararın karşılığın da zarar vermek yoktur.[245]
İrsâd, gözetlemek ve
beklemek demektir. Bir kimseyi gözetlemek için bir yer hazırladığın zaman,
dersin.
Şefâ, kenar demektir.
Bir kimse bir kenara yaklaştığı zaman dersin.
Cüruf sellerin
getirdiği ve kenarlarda biriktirdiği yıkılmak üzere olan çamur. Bu, bir şeyi
aslından sökmek manasına gelen cerf kökündendir.
Hâr, düşen, devrilen.
Bu kelimenin aslı dir. Bina çöktüğünde
denir. [246]
Rivayet olunduğuna
göre Ebu Âmir,[247] Câhiliyye döneminde hristiyan dinine girdi ve
râhib oldu. Rasulullah (s.a.v.) peygamber olunca, ona düşmanca davrandı. Çünkü
reisliği elden gitmişti. Şöyle diyordu: Sana karşı savaşan hangi topluluğu
bulursam, mutlaka onlarla beraber sana karşı savaşırım. Rasulullah (s.a.v.) ona
fâsık Ebû Âmr adını vermişti. Hevazin kabilesi, Huneyn savaşında yenilince
Şam'a kaçtı. Münafıklara şöyle haber gönderdi: Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve
silah hazırlayın. Benim için de bir mescit yapın. Ben Kayser'in yanına gidiyorum.
Bizans ordusunu getirip Muhammed ve arkadaşlarını oradan çıkaracağım. Bunun
üzerine münafıklar Küba Mescidi'nin yanında bir mescit yaptılar. Rasulullah
(s.a.v.)'a gelerek şöyle dediler: Biz hastalar, ihtiyaç sahipleri ve yağmurlu
geceler için bir mescit yaptık. Senin gelip de orada bize namaz kıldırmanı
istiyoruz. Rasulullah (s.a.v.) giyinip onların yanma gitmek için elbisesini
istedi. Bunun üzerine âyet indi. Yüce Allah Rasûlüne Mescid-i Dırâr'ı ve
onların niyetlerini haber verdi. Rasulullah (s.a.v.), Ashabtan bazılarını
çağırdı ve onlara şöyle dedi: Halkı zâlim olan o mescide gidin ve onu yakın.
Ashab oraya gitti, mescidi yıkıp yaktı. Böylece oranın halkı da dağıldı. Bu
konuda inen âyet' Bir de zarar vermek için bir mescit edinenler..." âyet-i
kerimesi idi.[248]
94. Tebük
gazasından geri kalanlar, cihat ve seferinizden onları yanma döndüğünüzde size
mazeret beyan edecekler. Onlara de ki: Özür beyan etmeyin. Söylediğiniz
şeylerde, size asla inanmayız. Şüphesiz Allah sizin davranışlarınızı ve
kalplerinizde bulunan pislik ve münafıklığı bize bildirdi. Allah ve Rasûlü,
bundan sonraki amellerinizi de görecektir. Münafıklığınızdan tevbe mi
edeceksiniz, yoksa öyle mi kalacaksınız? Öldükten sonra, gizliyi ve açığı
bilen ve hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Allah'a döndürüleceksiniz, Huzurunda durduğunuz zaman, bütün
yaptıklarınızı size haber verecek ve onların karşılığında sizi âdil bir ceza
ile cezalandıracaktır. [249]
95. Tebük'ten
onların yanma döndüğünüzde o münafıklar yalan mazeretler ileri sürerek Allah
adına size yemin edecekler. bunu kendilerini affetmeniz ve kınamaktan
vazgeçmeniz için yapacaklar. Onlardan nefret ederek ve sakınarak yüzçevi-rin.
Onları kendileri için tercih ettikleri inkâr ve nifakla başbaşa bırakın. İbn Abbas
şöyle der: Yüce Allah onlarla konuşmamayı ve selamlaşmamayı kastediyor.[250] Bundan sonra Yüce Allah, yüz çevirmenin
sebebini açıklayarak şöyle buyurdu: Zira onlar, içleri pis olduğu için pislik
gibidirler. Onların varacağı yer
cehennemdir. Cehennem onlann meskeni ve barınacakları yerdir, Bu, dünyadaki
münafıklıkla rina ve kazandıkları günahlara karşılık onlara bir ceza olarak
verilmiştir. [251]
96. Onların
yalancı olduklarını açıklamak ve yalan mazeretlerine aldanmaktan sakındırmak
için âyeti tekrarladı. Yani onlar rızanızı kazanmak için en kuvvetli yeminlerle size yemin ederler. onlardan razı olsanız da,
bilesiniz ki sizin rızanız onlara fayda sağlamaz. Çünkü Allah onlara kızıyor.
Ebus-suûd şöyle der: Burada zamir yerine şeklinde gelmesi, onların fâşıklıklarını
ve itaattan çıkmış olduklarını tescil içindir.[252]
97.
Bedeviler, şehirlilerden daha inkarcı ve daha münafıktırlar. Çünkü onlar kaba
ve kalpleri katı hayır ve salah ehli ile az görüşen insanlardır. Onlar,
Allah'ın ra-sulüne indirdiği hükümleri ve kanunlar tanımamaya daha yatkındır.
Ebu Hayyân şöyle der: Bedeviler kendilerini beğendikleri, pervasız oldukları,
yöneticisiz ve öğreticisiz büyüdükleri
için daha inkarcı
ve daha münafıktırlar. Onlar
diledikleri gibi yetişmişlerdir. Aynı zamanda alimlerle görüşmekten,
Allah'ın kitabını ve Rasulullah
(s.a.v.)'ın sünnetini öğrenmekten uzaktırlar. Dolayısıyle onlar, Medine
münafıklarından daha serbest inkarda bulunurlar.[253] Allah mahlukatını pek iyi bilir, yaptıklarında
hikmet sahibidir. [254]
98. O câhil
bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah yolunda harcadığım ve sadaka olarak
verdiğini angarya ve ziyan sayar. Çünkü o sonunu düşünerek harcama yapmaz,
bundan kendisi için sevap da beklemez. Allah yolunda harcama yükünden kurtulmak
için, başınıza dünya musibetlerinin gelmesini beklerler.
Bu bir muteriza
cümlesidir. Onlara beddua mahiyetindedir. Yani, azap ve helak onların basma
gelsin Allah onların sözlerini çok iyi işitir ve yaptıklarını çok iyi bilir. [255]
99.
Bedevilerden öylesi de vardır ki, bu münafıkların aksine Allah'ın birliğine ve
öldükten sonra dirilmeye inanır, Allah yolunda harcadığını, kendisini Allah'ın
sevgi ve rızasına yaklaştıracak bir vesile sayar. Ve onu, peygamberin,
kendisine dua ve istiğfarda bulunmasına vesile edinir. Buradaki başlangıç
edatıdır. Bir işe özen gösterildiğine dikkat çeker. Yani, dikkat edin, bu
harcama, onları Rablerinin rızasına
yaklaştıracak büyük bir sebeptir. Çünkü onlar samimiyetle harcadılar. Allah
onları, takva sahibi kişiler için hazırlamış olduğu cennetine koyacaktır.
Allah, kendisine itaat edenleri çokça bağışlayan, onlara merhamet edendir.
Zira onları itaat etmeye muvaffak kılmıştır. [256]
100.
Muhacirler ve Ensâr, yani ilk iman etmiş olan Sahâbiler.[257] Ve güzel yaşayışlarında onlara uyup, onların
yolunda gidenler, ki bunlar tabiîler ve kıyamete kadar onların yolundan
gidenlerdir, işte bunlar var ya, Allah onlardan razı olmuş ve onları razı
etmiştir. Bu bir bağışlama ve razı olma va'didir. Bu, mü'minlerin ulaşmaya
çalıştıkları ve Allah'ın kendilerinden razı olması ve kendilerini razı etmesi
için uğrunda birbirleriyle yarıştıkları mertebelerin en yükseğidir. Taberi
şöyle der: Onlar Allah'a itaat ettikleri ve Peygamberinin çağrısına uydukları
için Allah onlardan razı oldu. İman etmelerine ve itaatlarma karşılık onlara
bolca sevap verdiği için onlar da Allah'tan razı oldular, Onlar için âhirette,
ağaçlarının ve köşklerinin altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar
orada, ebedî olarak kalacaklardır. İşte bu öyle bir kazançtır ki, bundan öte
herhangi bir kazanç yoktur. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah mü'min bedevîlerin
faziletlerini anlatınca, ilk müslümanlarm durumlarını açıklamaya başladı. Fakat
bu iki övgü arasında fark vardır. O-rada, "Dikkat edin o infak onlar için
bir yakınlıktır" buyurdu, burada ise, "onlar için altlarından
ırmaklar akan cennetler vardır" buyurdu. Orada, âyetin sonunu "
Şüphesiz Allah bağışlayan ve merhamet edendir" şeklinde getirdi. Burada
ise, "İşte büyük kazanç budur" buyurdu.[258]
101. Ey
Medine halkı! Çevrenizde, evleri sizin evlerinize yakın olan bedevî münafıklar
vardır. Medine halkından da münafıklar vardır. Onlar münafıklığa dalıp onda
devam ettiler İbn Abbas şöyle der: Ona alıştılar ve o yolda sebat ettiler. İbn Selül,
Cülâs ve Ebu Âmir Rahip bunlardandır.[259] Ey Muhammed Sen onların münafıklıktaki
becerilerini bilemezsin. Zira çokları, onların münafıklığının farkına varamaz.
Fakat biz onları bilir ve sana onların durumlarını bildiririz, Onlara dünyada
öldürmek ve esir etmek, öldükten sonra da kabir azabı çektirmek suretiyle iki
defa ceza vereceğiz. Sonra onlar âhirette, Allah'ın kâfirler ve fâcir-ler için
hazırlamış olduğu cehennem azabına sevkedileceklerdir. [260]
102. Bir
başka topluluk da günahlarını itiraf etmiş ve geri kalmalarına sebeb olarak
yalan yere mazeretler ileri sürmemişlerdir. Râzi şöyle der: Bunlar, münafık
oldukları için değil de, tembelliklerinden dolayı Tebük gazasından geri
kalmış, sonra da yaptıklarına pişman olarak tevbe etmiş olan bir grup
müslümandir.[261] Bunlar geçmişteki
cihatlarına ve Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çıktıkları diğer gazalara kötü
amel karıştırdılar. Kötü amel, onların bu defa Tebük gazasına
katılmamalarıdır. Umulur ki, Allah onların tevbe-sini kabul eder. Taberî şöyle
der: Allah tarafından kendisi hakkında kullanılırsa kesinlik ifade eder. Yani,
Allah onların tevbesini kabul edecektir. Fakat bu kelime Arap dilinde daha
önce anlattığım gibi, "ummak" manasınadır.[262] Şüphesiz Allah, tevbe edenleri affedici, kendisine
dönenlere de çokça merhamet edicidir. [263]
103. Ey
Muhammed! O günahlarını itiraf edenlerden sadaka al. O sadaka ile onları
günahlardan ve kirlerden temizlersin. Bu sadaka sayesinde onların iyiliklerini
çoğaltırsın. Nihayet onlar bu sayede, iyi ve samimî mü'minler mertebelerine
yükselirler. Onların bağışlanması için dua et. Çünkü senin duan ve istiğfarın
onlar için bir huzur sebibidir. İbn Abbas: " Bu, onlar için bir rahmettir,
mânâsına gelir" der. Allah onların sözlerini işitir, niyetlerini bilir. [264]
104. Bu soru
takrir ifade eder. Yani, o tevbe edenler bilmiyorlar mı ki, Allah, tevbe eden
kullarının tevbesini kabul eder, samimi niyetle verenlerin sadakasını kabul
eder. Bilmiyorlar mı ki, Allah, tevbeyi kabul etme ve merhamet etmeyi sadece
kendisine tahsis etmiştir. günahı bağışlayan tevbeyi kabul edendir[265] âyeti
buna delildir. [266]
105. Bu,
tehdit ifade eden bir emir siygasıdır yani, istediğiniz ameli işleyin. Sizin
amelleriniz Allah'a gizli kalmaz. Onlar hesap gününde peygambere ve mü'minlere
arz olunacaklardır. Siz kendisine hiçbir şey gizli kalmayan Allah'a döndürüleceksiniz.
O size, iyilikse iyilik kötülükse kötülük olmak üzere amellerinizin karşılığını
verecektir. [267]
106. Geri
kalanlardan bir grubun durumu da, haklarında Allah'ın emri gelinceye kadar
ertelenmiştir. İbn Abbas şöyle der: Bunlar Ka'b b. Malik, Mirâre b. Rabi' ve
Hilâl b. Ümeyye'dir. Onlar hemen tevbe etmediler ve özür beyan etmediler. Bedir
Ashabından idiler Rasulul-lah (s.a.v.) onlarla konuşmayı ve onlara selam
vermeyi yasakladı. Böylece onlar, Allah günahlarını bağışlaymcaya kadar Allah'ın
emrini bekler oldular.[268]
Kulların tevbesini kabul eden başkası değil, sadece Yüce Allah'tır. Tevbe
etmezlerse Allah onlara ya azap eder veya onları tevbeye muvaffak kılar da
kendilerini bağışlar. Allah onların hallerini bilir, onlara yaptığı şeylerde
hikmet sahibidir. Anlatılan bu üç şahıs, Geri bırakılan üç kişinin de
tevbelerini kabul etti[269] âyetinde zikredilmişlerdir. Allah'ın onlar
hakkındaki emri elli gece ertelendi. Müslümanlar onlardan uzak durdular.
Sonunda, tevbelerinin kabul edildiğini bildiren âyet indi. [270]
107. Münafıklardan
bir grup da suç işlemede ileri gittiler. Hattâ mü'minlere zarar vermek için,
şer planları yapacakları bir toplantı yeri yaptılar ve ona "mescit"
ismini verdiler.[271] Bu
mescit "Mescid-i Dırâr" ismiyle tanınmıştır. Gizledikleri kâfirliğe
yardım için, ve onun vasıtasıyle mü'min cematım bölmek ve onları Küba
Mescidi'nden uzaklaştırmak için, ve daha önce Rasulullah (s.a.v.)'a:
"Seninle savaşan hangi toplumu bulursam, onlarla birlikte sana karış
savaşacağım" diyen fâsık Ebu Âmir'in gelmesini beklemek için bunu
yaptılar. Ebu Âmir, kendisine bir sığınak olsun, diye onlara bu mescidin
yapılmasını emreden şahıstır. Taberî, Dahhâk'ten gelen bir rivayette şöyle der:
Bunlar, münafıklardan bir gruptur. Rasulullah (s.a.v.)'a ve müslümanlara zarar
vermek üzere Küba'da bir mescit yaptılar. Şöyle diyorlardı: Ebu Âmir döndüğünde
orada namaz kılacak ve geldiğinde Muhammed'i yenecek ve ona üstün gelecek.[272] Onlar, mutlaka "mescidi iyilik ve
ihsandan başka bir maksatla yapmadık" diye yemin edecekler ve düşkünlere
acıdığımız için ve namaz kılanların yerini genişletmek için yaptık diyecekler.
Allah, bu yemin de onların yalancı olduklarını bilir. Yüce Allah, cümlenin
mânâsını daha fazla pekiştirmek için, onu te'kîd edatları olan ve ile getirdi.
Bundan sonra Yüce Allah, Mescid-i Dırâr'da namaz kılmayı yasaklıyarak şöyle
buyurdu. [273]
108. Ey
Muhammedi O mescitte asla namaz kılma. Çünkü
orası münafıklar için
sığınak olmaktan başka
bir gaye ile yapılmadı Yapılmaya
başlandığı ilk günden itibaren takva ve itaat üzerine bina edilmiş olan Kubâ
Mescidi, Andolsun ki, içinde namaz
kılmana, Mescid-i Dırâr'dan daha lâyık ve daha iyidir. Buradaki lam yemin
lamıdır, Kubâ Mescidi'nde
takva sahibi kişiler vardır. Bunlar Ensârdır. Günahlardan ve masiyetlerden temizlenmeyi
severler. Allah, içini ve dışını çok temizleyenleri sever. Yüce Allah, bundan
sonra Takva Mescidi'nin Dırâr Mescidi'nden üstün olduğuna işaret ederek şöyle
buyurdu. [274]
109. Bu sora
inkar içindir. Yani, binasını takva, Allah korkusu ve itaat ederek Allah
rızasını gözetmek üzerine bina eden mi, yoksa binasını bir vadinin çatlak ve
düşmeye yüz tutmuş kenarına bina eden mi daha hayırlıdır? O bina, yapıcısını
cehennem ateşine düşürdü. Allah zâlimleri doğraluğa muvaffak kılmaz ve onları
doğru yola iletmez. Bu âyet-i kerime teşbih ve temsîl yoluyla, ihlaslı ve
imanlı kimselerin ameli ile münafık ve sapık kimselerin amelini açıklamaktadır.
Yani, dininin binasını takva ve ihlas üzerine kuran kimse, dinini vâdî veya
dağın yıkılmak üzere olan kenarına yani nifak ve bâtıl üzerine bina eden kimse
gibi olur mu? [275]
110. Mescid-i
Dırâr'ı yapanların kalplerinde, onun yıkılması sebebiyle sürekli olarak şek,
nifak, kin ve şüphe vardır. Onu yapmakla iyi bir iş yaptıklarını zannederler.
Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (s.a.v.) bu mescidi yıkacak ve yakacak
kişiler gönderdi ve bu mescidi yapanlara hakaret için içine lâşe, pislik ve
çöp atmalarını emretti. Dolayısıyle münafıkların kin ve nefretleri daha da
arttı, Bunlar kalpleri çatlayıp Ölünceye kadar kin ve şüphe içinde devam
ederler. Allah münafıkların hallerini bilendir. Onları idarede ve kötü
niyetlerine karşılık cezalandırmada hikmet sahibidir. [276]
1. görülen
ve görülmeyen..." Bu iki kelime arasında tıbak sanatı vardır.
2. Allah
fâsık kavimden razı olmaz." Burada zamir yerine açık isim getirmesi,
onları daha çok kınamak ve yermek içindir. Bunun aslı Allah onlardan razı
olmaz" şeklindedir.
3. Allah
onlan rahmetine sokacak." Burada mecâz-ı mürsel vardır, yani onları,
rahmet mahalli olan cennetine sokacaktır. Bu zikr-i hâil, irade-i mahall
bâbındandır.
4. Salih
amel ile kötü ameli birbirine karıştırdılar". Burada ile arasında tıbak sanatı vardır.
5. Senin
duan, onlar için bîr huzurdur." Burada teşbih-i beliğ vardır. Çünkü,
mübalağa ifade etmek için Yüce Allah duayı, huzur ve sükunun kendisi kılmıştır.
Bunun aslı, huzur ve sükun gibidir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedildi
ve teşbih-i beliğ oldu.
6. Düşen ve
düşürdü." Bu iki kelime arasında cinâs-ı nakıs vardır. Bu da bedii
sanatlardandır.
7. Binasını
takva üzerine kuran." Bu sözde istiare-i mekniyye vardır. Zira takva ve
rıza, üzerine bina yapılan sağlam ve sert
bir yere benzetilmiştir. Müşebbehün
bih hazfedilmiş, onun
he-vazımından olan "te'sis" kelimesi ile onu işaret
edilmiştir.[277]
Kelimesi Allah
tarafından kendisi için kullanıldığında kesinlik ifade eder. İmam Râzi şöyle
der: Bu konuda söylenenlerden çıkan sonuç şudur: Kur'an, insanların dildeki
âdetlerine göre indi. Yüce Sultan'dan herhangi bir ihtiyaç sahibi bir şey
istediğinde o ancak, veya kelimelerini kullanarak ümit verme yoluyla onun
isteğine icabet eder. Bunu, hiç-kimsenin kendisini herhangi bir şeye
zorlayamıyacağına, bilakis, yapacağı her şeyin sadece lütufu insanıyla
olacağına dikkat çekmek için yapar. Bunda başka bir fayda daha vardır. O da
mükellefin korku ve ümit üzere olmasıdır. Çünkü bu hal, işi tamamen Allah'a
bırakmaktan ve ihmal etmekten uzaktır.[278]
A'meş'in rivayetine
göre bir bedevî Zeyd b. Sühan'ın meclisine oturdu. Zeyd arkadaşlarıyla sohbet
ediyordu. Nihavend Savaşında eli kesilmişti. Bedevî şöyle dedi: Senin sözün
benim hoşuma gidiyor, elin ise beni şüpheye düşürüyor. Zeyd şöyle dedi: Elim
seni niçin şüpheye düşürüyor, o sol eldir. Bedevî: Vallahi, sağ elimi keserler
yoksa sol eli mi? ben bilmem. Bunun üzerine Zeyd şöyle dedi: Yüce Allah doğru
söylemiş: "Bedeviler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter,
hem de Allah'ın, ra-sulüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır."
Bedevî'nin, "elin beni şüpheye düşürüyor" sözü, "hırsızlıktan
dolayı mı kesildi diye kalbime şüphe sokuyor" manasınadır. Hırsızlıkta
önce sağ elin kesileceğini bilmemesi, onun cehâletindendir.[279]
111. Allah
mü'mirilerden, mallarını ve canlarını, kendilerine verilecek cennet
karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler
ve öldürülürler. Bu, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir
vaaddir. Allah'tan daha iyi sözünü yerine getiren kim vardır? O halde O'nunla
yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte büyük kazanç budur.
112. Bunlar,
tevbe edenler, ibâdet edenler, hamde-denler, savaş veya ilim için dolaşanlar,
rükû' edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın
sınırlarını koruyanlardır. O
mü'minleri müjdele!
113.
Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar
Allah'a ortak koşanlar için af dilemek, ne Peygambere yaraşır ne de inananlara.
114.
İbrahim'in babası için af dilemesi, sâdece ona verdiği sözden dolayı idi. Yoksa
onun Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim
çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.
115. Allah
bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine
açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Şüphesiz, Allah her şeyi çok
iyi bilendir.
116.
Göklerin ve yerin mülkü yalnız Allah'ındır. O, diriltir ve öldürür. Sizin için
Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
117.
Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalbleri eğrilmeye yüztutuktan
sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan Muhacirlerle Ensâ-rı affetti.
Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli,
pek merhametlidir.
118. Ve geri
bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen
onlara dar geldi, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan
yine Allah'a sığınmaktan
başka çâre olmadığını
anlamışlardı. Sonra dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü
Allah tevbeyi çok kabul eden, pek merhametlidir.
119. Ey iman
edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.
120. Medine
halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara, Allah'ın Resûlün'den
geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını düşünmeleri yakışmaz. İşte
onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa duçar
olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve düşmana karşı bir
başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine sâlih bir amel
yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayî etmez.
121. Allah
onları, yapmakta olduklarının en güzeli ile mükâfatlandırmak için küçük büyük
yaptıkları her masraf, geçtikleri her
vadi mutlaka onların
lehine yazılır.
122. Mü'minlerin
hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir
gurup dinde geniş bilgi
elde etmek ve kavimleri döndüklerinde onları
ikaz etmek için
geride kalmalıdır. Umulur ki,
dikkatli olsunlar.
123. Ey îman
edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar sizde bir
sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir.
124. Herhangi
bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin
îmanını artırdı?" İman
edenlere gelince, bu
sûre onların îmanlarını artırır ve onlar sevinirler.
125.
Kalblerinde hastalık onlanlara gelince, bu sûre onların da münafıklıklarına
münafıklık katar. Onlar artık kâfir olarak ölürler.
126. Onlar,
her yıl bir veya iki kere imtihan edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da ne
tevbe ediyorlar ne de ibret alıyorlar.
127. Bir
sûre indirildiği zaman, birbirlerine bakar ve "sizi birisi görüyor
mu?" diye sorarlar, sonra da giderler. Anlamayan bir kavim oldukları için
Allah onların kalplerini çevirmiştir.
128.
Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya
uğramanız ona çok ağır gelir. Çünkü o, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok
şefkatlidir, merhametlidir.
129. Yüzçevirirlerse
de ki: "Allah bana yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben sâdece O'na güvenip
dayanırım. Çünkü O yüce Arş'ın sahibidir."
Yüce Allah önceki
âyetlerde cihattan geri kalan ve başkalarının gitmesini de engelleyen
münafıkların durumunu anlattıktan sonra bu âyetlerde de, canlarını Allah'a
satan mücâhit müminlerin sıfatlarını anlattı. Sonra da Tebük gazasından geri
kalan üç kişinin kıssasını ve Allah'ın, onların tevbelerini kabul ettiğini
bildirdi. Sonra şu büyük nimeti mü'minlere hatırlatarak sûreyi sona erdirdi. Bu
büyük nimet, nur saçan bir kandil gibi olan Arabî Peygamberin gönderilmesidir.
Allah onu, âlemlere rahmet olarak göndermiştir. [280]
Evvâh, çok yalvarıp
yakaran manasınadır. Bir kimse, acı ve ağrıdan şikayet ettiğinde denilir.
Mastarı dir. Şâir şöyle der.
Sevgilimi gece uğurladığım
zaman, kederli adamın inlemesi gibinler.[281]
Halım, hilmi çok. Bu
öyle bir kimsedir ki, kusuru affeder, eziyete sabreder.
Usre, bir işin zor ve
güç olması demektir. Tebük gazasına denilir. Çünkü bu gaza çok meşakkatli ve
zor geçmiştir.
Eğiliyor. Zeyğ,
meyletmek demektir. Bir kimse, hidâyet ve imanı bırakıp başka tarafa meyledince
denilir.
ûk : Zame', aşırı
susuzluk manasınadır.
Nasab, bitkinlik ve
yorgunluk demektir.
Mahmasa, karnın
zayıflığı anlaşılacak derecede şiddetli açlık.
Elde ediyorlar. Bir
kimse bir şeye kavuşup ona nail denilir.
Gılza; şiddet, kuvvet
ve kızgınlık.
Azîz; zor ve
meşakkatli.
Sıkıntıya düştünüz.
şiddet ve meşakkat demektir. [282]
a.
Ensar, Akabe gecesinde Rasulullah
(s.a.v.)'a bey'at edince - ki bunlar yetmiş kişi idiler. Abdullah b. Ravâha
şöyle dedi: Ya Rasulullah! Rab-bin için ve kendin için dilediğini şart koş.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Rabbim için, ona ibadet etmenizi ve hiçbir
şeyi ona ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için de kendinizi koruduğunuz
şeyden beni de korumanızı şart koşyuyorum. Ensar: Bunu yaptığımız takdirde
bizim için ne var? dediler. Rasulullah (s.a.v.): "Cennet" diye cevap
verdi. Ensar: "Bu alış veriş kârlı oldu. Ne bu alış verişi bozarız ne de
vazifeden affımızı isteriz." dediler. Bunun üzerine, Allah, müminlerden
canlarını satın aldı" âyeti indi.[283]
b. Ebû
Talib'in ölümü yaklaştığında Rasulullah (s.a.v.) onun yanına girdi. Ebû
Talib'in yanında Ebû Cehil ve Abdullah b. Ebî Ümeyye vardı. Rasulullah
(s.a.v.): Ey amca! dedi. Lâ ilahe illallah de onun sayesinde sana Allah katında
şahitlik edeceğim bu kelimeyi söyle. Ebû Cehil ile İbn Ebî Ümeyye de şöyle
dediler: Ey Ebû Talib! Abdulmuttalib'in dininden dönüyor musun? Rasulullah
(s.a.v.) ona sürekli olarak bu kelime-i tevhidi arzediyor ve tekrarlıyordu.
Nihayet Ebû Talib son sözünde onlara Abdulmuttalib'in dini üzerine olduğunu
söyledi, "lâ ilahe illallah" demekten kaçındı. Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Vallahi senin için istiğfar etmek bana
yasaklanmadığı sürece, senin affedilmeni dileyeceğim." Bundan dolayı Yüce
Allah şu âyetleri indirdi:[284]
Müşriklere af dilemek ne peygambere yaraşır, ne de inananlara[285] Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin...[286] [287]
111. Allah,
mü'minlerin mallarını ve canlarım cennet karşılığında satın aldı. Bu,
mücâhidlere verilecek ecri, en beliğ ve açık bir şekilde ifade eden bir
temsildir. Yüce Allah onların, kendi uğrunda mallarını ve canlarını
harcamalarına karşılık onlara cenneti vermesini, alış-veriş yaptı ve onlarm
lehine fazla fiat verdi.[288] Allah'ın
cömertliğine bakın ki, canlan o yarattı, mallan rızık olarak o verdi, sonra
onları mü'minlere hibe etti. Sonra da mü'minlerden bu yüksek fiatla onları
satın aldı. Şüphesiz bu kârlı bir ahş-veriştir. Bazıları şöyle der: Şu alış-veriş
sana yeter: Satıcı mü'min, satın alan izzet sahibi Allah, satılan şeyin
karşılığı Cennet, vesikası semavî
kitaplar, aracı ise Muhammed
(s.a.v.)'dir. Onlar Allah'ın dinini kuvvetlendirmek ve kelimesini yüceltmek
için cihat ederler. Onlar her iki halde, yani düşmanları öldürmek suretiyle
zafer elde etmek veya savaş meydanında Ölerek şehit olmak üzere cihat ederler.
Allah bunu onlara kesin olarak vadetmiştir.
Bu Tevrat, İncil ve Kur'an gibi mukaddes kitaplarda yazılı bir vaaddir.
Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? Bu soru inkâr ifade eder.
"Yoktur" demektir. Yani, Allah'tan daha iyi sözünü yerine getiren hiç
kimse yoktur. Zemahşerî şöyle der: Çünkü, sözünden dönmek çirkin bir şeydir.
Şerefli insanlar bunu yapmaz. O halde kendisinden çirkin bir şeyin sâdır olması
caiz olmayan Allah, nasıl sözünden döner. Cihada bundan daha güzel ve daha müessir
bir teşvik göremezsin.[289] Bu kârlı alış-verişten dolayı sevinin ve
bununla son derece mutlu olun. İşte büyük kazanç budur. Bundan daha büyük
kazanç yoktur. [290]
112. Bu,
müstakil bir cümledir, yukarı ile ilgisi yoktur. Zeccâc şöyle der: Bu, haberi
mahzûf bir mübtedadır. Yani, tevbe eden âbidler, cihat etmeseler bile
cennetliktir. Nitekim ayet-i kerimede, Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir.[291] buyurulmuştur. Yani, masiyetlerden tevbe
edenler, ihlasla ibadet edenler, bolluk ve darlık hallerinde Allah'a hamd
edenler, yeryüzünde cihat veya ilim öğrenmek için dolaşanlar bu kelime ibret ve
öğüt almak için şehir ve ıssız yerlerde gezmek mânâsına gelen seyahat
kökündendir,[292] namaz kılanlar, Allah'a
çağıranlar, yani insanları hidayete ve doğru yola çağıran, onları fesattan ve
kötülükten nehyedenler, Allah'ın emirlerini yapmaya devam edenler, O'nıın helal
ve haram kıldığı şeyleri yerine getirenler, Taberî şöyle der: Yani Allah'ın
farz kıldığı şeyleri eda edenler, onun emrini ve nehyini yerine getirenler;[293]
İşte bütün bunlar cennetliktir, Mü'minlere naim cennetlerini müjdele, burada
müjdelenen nimetin hazfedilmiş olması, onun smırlandırılamayacağma, bilakis
mü'minler için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir beşerin
aklına gelmeyen nimetleri olduğuna bir işarettir. [294]
113.
Müşrikler İçin Allah'tan af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü'minler için
doğru olur, isterse müşrikler onların akrabaları olsun Onlar kâfir olarak
öldükleri için cehennemlik oldukları mü'minlere bildirildikten sonra bu onlara
yaraşmaz. Âyet Ebu Tâlib hakkında inmiştir.[295]
114. Bu
âyet, İbrahim (a.s)'in babası Âzer için af dilemeye sevkeden sebebi açıklar.
Yani, İbrahim af dilemeye sadece, daha
önce, senin için Rabbinden af dileyeceğim" şeklinde verdiği sözünden
dolayı teşebbüs etti. Bu va'd, babasının şirk üzerinde ısrarı tahakkuk etmeden
önceydi. Tbrahim babasının inkarda ısrarlı olduğunu ve buna devam ettiğini
görünce, onun için af dilemek bir tarafa, babasından tamamen uzaklaştı. Bundan
sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim'i babası için af dilemeye sevkeden sebebin, onun
babasına karşı merhameti ve sabrı olduğunu açıklıyarak şöyle buyurdu, İbrahim,
aşırı merhamet ve yumuşak kalpliliğinden dolayı çok yalvarıp
yakarandır.
Kendisine yapıJan
eziyetlere karşı çok sabırlıdır. Bunun içindir ki, babası onu
Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım[296] sözüyle tehdit etmesine rağmen ona karış
sabırlı davrandı. Bu hususta başkalarının İbrahim'i örnek alması doğru değildir.
Ebu Hayyan şöyle der: İbrahim'in babası İçin af dilemiş olması, bu hususta
başkalarının da onun gibi yapmasının uygun olduğu vehmini vermemesi için Yüce
Allah, ibrahim'in babası için af dilemesinin sebebini açıkladı. Bu sebep de,
onun daha önce babasına verdiği sözdür. Zira babasının iman edeceğini ümit
ediyordu. Vahiy yoluyla, babasının Allah'ın düşmanı olduğunu ve onun kâfir
olarak öleceğini anlayıp da ümidi kesilince ondan uzaklaştı ve af dilemeye son
verdi.[297]
115. Bu âyet
müşrikler için af dilemiş olan ve bundan dolayı başlarına birşey geleceğinden
korkan müslümanlardan bir topluluk hakkında indi. Ayet, korkmuş olan bu
müslumanların gönlünü yatıştırmak için nazil olmuştur.[298] Yani, Allah bir topluluğa iman nasip ettikten
sonra, dalâlete düşürerek helak etmez, Onlara, sakınmaları gereken şeyi
açıklamadıkça bunu yapmaz. Yasakladıktan sonra da muhalefet ederlerse o zaman
cezaya hak kazanırlar. Allah, herşeyi bilendir. Kimin hidayete kimin de saptırılmaya
müstehak olduğu onun bildiği şeylerdendir. [299]
116.
Göklerin ve yerin mülkü ve idaresi yalnız Allah'a aittir. Oralarda bulunan her
şey onun kullan ve mülkleridir. Onların hayatı ve ölümü sadece onun elindedir,
Ey insanlar! Allah'tan başka sizin sığınacağınız veya dayanacağınız hiç
kimseniz yoktur. Âlûsî şöyle der: Yüce Allah akraba da olsa müşrikler için
istiğfar etmeyi yasaklayıp bu yasaklama emri de onlardan uzaklaşmayı
gerektirince, kendisinin, bütün varlıkların sahibi, işlerinin mütevellisi ve herşeye galip
olduğunu onlara açıkladı. Onlara Allah'tan başka hiç kimseden bir dostluk ve
yardım gelmeyeceğini bildirdi ki, kendisinden başka herşeyden uzaklaşmış
olarak ve sadece kendisine yönelerek tamamen ona dönsünler.[300]
117. Allah
peygamberin, münafıklara gazadan geri kalmalarına izin vermesinden dolayı
ettiği tevbesini kabul etti. Tebük gazasında Muhacirler ve Ensardan sadır olan
bazı hatalardan dolayı, onların da ettiği tevbeyi kabul etti. Zira onların
bazıları gazây; çıkmada ağır davrandı, diğer bazıları da katılmadılar. Bundan
maksat, Tebük gazasına katılmayan, sonra da tevbe edip Allah'a sığman
mü'minlerir tevbesini kabul ettiğini bildirmektir. Allah onların tevbelerinde
samimi olduklarım bildi ve tevbelerini kabul etti. Peygamber ve arkadaşlarının
yaralı gönüllerini sarmak, onların şanını yüceltmek ve tevbeye teşvik etmek
için, önce Rasulullah (s.a.v.) ve ileri gelen arkadaşlarının tevbelerini kabul
ettiğini haber verdi. Aynı zamanda, tevbe ve istiğfara muhtaç olmayan hiçbir
mü'minin bulunmadığını, hattâ Peygamber (s.a.v.), Muhacirler ve Ensarın dahi
tevbeye muhtaç olduklarım gösterdi.[301] O mü'minler Tebük gazasında zor bir zamanda
sıcağın şiddetli, azığın az ve sıkıntının çok olduğu bir vakitte Peygambere
(s.a.v.) uydular. Taberî, Hz. Ömer (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte çok şiddetli bir sıcakta Tebük'e çıktık. Bir
yerde konakladık. Orada çok susadık. O derece susadık ki, boyunlarımızın
kopacağını zannettik. Hattâ kişi deveyi kesiyor, sidiğini süzüp içiyordu.
Ebubekir (r.a.) şöyle dedi: "Şüphesiz Allah seni hayır dua etmeye
alıştırdı. Bizim için dua et" Rasulullah (s.a.v.): "Bunu istiyor
musun?" dedi. Ebubekir: "Evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah
ellerini kaldırdı. Yağmur yağıp da Ashab su kaplarını dolduruncaya kadar bir
daha indirmedi. Biz seyretmeye başladık, yağmurun askerden öteye geçtiğini
görmedik.[302] Çektikleri meşakkat ve
sıkıntıdan dolayı nerdeyse bazılarının kalbi haktan uzaklaşıp şüpheye düştükten
sonra Peygambere (s.a.v.) tâbi oldular Sonra Allah onları hak üzerinde sebat
etmeye muvaffak kıldı ve pişman oldukları için tevbelerini kabul etti.
Şüphesiz Allah mü'minlere çok lütufkâr ve merhametlidir. [303]
118. Aynı
şekilde, gazadan geri kalan üç kişinin tevbesini de kabul etti. Bunlar Ka'b, Hilâl
ve Mürare'dir.[304]
Yeryüzü genişliğine
rağmen onlara dar gelmişti. çektikleri üzüntü ve kederden dolayı canlan
sıkıldıkça sıkıldı.
Öyle sıkıldılar ki,
ruhları ne bir sevinç ne de bir ünsiyet duydular. Bunun sebebi şu idi:
Rasulullah (s.a.v.) Ashabın onlarla ilişkilerini kesmelerini emretti. Öyle ki,
onlardan birisi en yakın akrabasına selâm verdiğinde, akrabası onun selâmını
almıyordu. Kadınları ve aile fertleri onlardan uzaklaştı ve Allah tevbelerini
kabul edinceye kadar onlarla ilgilenmediler. Allah'a dönmek ve ona sığınmaktan
başka, kendileri için Allah'tan ve azabından sığınacakları bir sığınak
olmadığını kesin olarak anladılar, Sonra Allah onların tevbesini kabul edip onlara
acıdı ki, tevbeleri üzerinde dosdoğru devam etsinler Suçlar ne kadar çok ve
büyük olsa da Allah tevbeyi çok kabul eden ve kullarına, engin rahmetiyle
lütfedendir. [305]
119. Ey iman
edenler Bütün söz ve davranışlarınızda Allah'tan korkunuz
Dinde niyet, söz
ve amel bakımından samimi ve
ihlaslı olan kimselerle beraber olunuz. [306]
120. Bu âyet
Tebük gazasından geri kalanlar için bir azarlamadır. Yani, Medine halkının ve
çevresindeki çöl sâkinlerinin Peygamberle (s.a.v.) birlikte savaşa çıkmaktan
geri kalmaları doğru olmaz. Kötü şeyleri kendileri için hoş görmeyip Peygamber
(s.a.v.) için hoş görmek suretiyle, kendi nefislerini ondan üstün tutmaları
doğru olmaz. Bilakis onun uğrunda canlarını feda etmeleri ve onunla birlikte,
katlandığı sıkıntı ve belâlara katlanmaları gerekir. Zemahşerî şöyle der:
Ashâb-ı Kirâm'a zorlukta ve darlıkta Peygamberle (s.a.v.) birlikte olmaları ve
Peygamberin katlanmış olduğun sıkıntılara onların da katlanmaları emredildi.
Bunu da Peygamberin (s.a.v.) canını
cömertçe feda ettiği bir yerde kendilerini korumakla değil, onun Allah katında
en şerefli ve en değerli kimse olduğunu bilerek yapmaları emrolundu. Bu beliğ
bir yasaklama ve Peygambere (s.a.v.) tâbi olmaya teşviktir.[307] Bu savaştan geri kalmayı yasaklamanın sebebi
şudur: Cihat yolunda Onların başına
gelen her susuzluk, yorgunluk ve açlık için Allah katında sevapları vardır.
Onların kendi ayakları veya atlarının tırnaklarıyle düşman yurtlarından
herhangi bir yeri çiğnemeleri, bu kâfirleri kızdırır, ve az olsun, çok olsun çldürmek, esir etmek
veya hezimete uğratmak suretiyle düşmanlarına herhangi bir zarar vermeleri
Allah katında onlar için bir sevap ve yaklaşma vesilesi olur. Allah güzel amel işleyen kimsenin ecrini zayi
etmez. [308]
121. Onların
küçük-büyük yaptıkları her harcama, ki İbn Abbas, "bir hunna veya daha
fazlası olabilir" demiştir,
Gidiş olsun dönüş olsun, cihad için yürürken geçtikleri her yer
karşılığında onlar için sevap yazılır. Allah onların her ameline karşılık, yaptıkları
amellerin en güzelinin karşılığı kadar sevap vermek için cihadı emretti. Âlûsî
der ki: Bu, şu demektir: Onların amellerinin güzel sevabı olduğu gibi en güzel
sevabı da vardır.
Yüce Allah onlar için
en güzel olanını tercih etti.[309]
122.
Şehirleri boş bırakacak şekilde bütün mü'minlerin savaşa çıkmaları[310] doğru değildir. İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna
göre Yüce Allah, Tebük gazasından geri kalanlar hakkında şiddetli âyetler
indirince müslümanlar: "Artık bizden hiçbir kimse herhangi bir ordudan
veya seriyyeden asla geri kalmaz" dediler. Rasulullah (s.a.v.) Medine'ye
gelip de kâfirler üzerine seriyyeler gönderince bütün müslümanlar gazaya çıktı
ve Rasulullah (s.a.v.)'ı Medine'de yalnız bıraktılar. Bunun üzerine bu âyet
indi.[311] Herkesin savaşa çıkması mümkün olmadığına ve
bunda bir yarar da bulunmadığına göre, her büyük topluluktan az bir grup
çıkarak ilim yolunda meşakkate katlanıp ilim adamı olmalılar. Kavimleri
savaştan yanlarına döndüklerinde onları irşâd etsinler ve kötülüklerden sakındırsınlar.
Umulur ki, onlar da emirlerine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle
Allah'ın azabından korkmuş olurlar. Âlûsî şöyle der: Âyetin zahirine bakarsak
sakındırırlar" yerine öğretirler" ve sakınırlar yerine öğrenirler denilmesi
gerekirdi. Fakat nazmı celilde bu şekilde tercih edilmesi, öğretmenin gayesinin
irşâd ve uyarı, öğrencinin gayesinin de şişme ve kibirlenme değil, Allah
korkusu melekesi kazanmak olduğuna işaret içindir.[312]
123. Ey iman
edenler! Kâfirlerden size yakın olanlar ile savaşın ve çevrenizi müşriklerden
temizleyin de ondan sonra başkalarına gidin. Bundan maksat, müminlere en doğru
ve en faydalı yolu göstermektir. Bu da en yakından başlayıp derece derece en
uzağa gitmektir. O kafirler sizde, kendilerine karşı bir şiddet
bulmalılar. Bilin ki, kim Allah'tan
korkarsa, Allah yardım ve zaferi ile onunla beraberdir. [313]
124. Kur'an
sûrelerinden herhangi bir sûre indirildiğinde O münafıklardan bazıları alay
ederek şöyle der: "Bu âyet hanginizin imanını artırdı?" Bunu,
Kur'an'ı hafife alarak söylerler. Sanki onlar şöyle diyorlar: "Bunda
beğenilecek ne var? Bu hususta hangi delil var?" Bunlara cevaben Yüce
Allah şöyle buyurur: Müminlere gelince, o sûre onların imanlarını artırır.
Çünkü her indikçe onların delilleri ve burhanları da yenilenir Onlar bu sûrenin
inmesine sevinirler. Çünkü Kur'an'dan her ne zaman bir şey i-nerse onların
imanları artar. [314]
125.
Allah'ın dini hususunda kalplerin de şüphe ve nifak bulunan münafıklara
gelince, bu inen sûre onların nifak üstüne nifaklarını, inkar üstüne
inkarlarım artırır. Böylece daha önce içinde bulundukları pislik ve sapıklıktan
daha fazla pislik ve sapıklıkları artar. Onlar kâfir olarak ölürler. [315]
126. Soru
edatı olan baştaki hemze inkar ve kınama ifade eder. Yani o münafıkları
haklarında vahy inerek bir veya iki defa sırları ortaya çıkarılıp rezil
edildiklerini görmüyorlar mı? Sonra da, ne içinde bulundukları nifaktan dönüyorlar,
ne de ibret alıyorlar. [316]
127.
Münafıklar Peygamberin meclisinde iken Kur'an'dan, içinde kendilerinin
ayıplandığı bir sûre indirildiğinde, "müslümanlardan biri sizi görüyor mu,
bakın da gidelim" diye birbirlerine bakarlar. "Biz, o bizim
sırlarımızı açığa vurup dururken, onu dinlemeye tahammül edemeyiz." derler
sonra kalkıp giderler. Bu, bir dua cümlesidir. Yani, Allah onlara hidayet ve
iman nasip etmesin, Çünkü onlar hakkı anlamıyor ve düşünmüyorlar. Onlar gafil
ahmaklardır. [317]
128. Ey
kavim! Size kendi ırkınızdan Arap, Kureyşli, kadri yüce bir peygamber geldi.
Allah'ın risâletini size tebliğ ediyor. Sizin meşakkat çekmeniz ve zorluklara
katlanmanız ona ağır gelir. Sizin hidayete ermenizi çok ister. Mü'minlere
şefkatli ve günahkarlara merhametlidir. Onlara karşı şefkat ve merhameti
fazladır. İbn Abbas şöyle der: Yüce Allah, Peygamberi (s.a.v.) kendi
sıfatlarından iki sıfatla niteledi.[318]
129. Ey
Muhammedi Eğer onlar sana imandan yüzçevirirlerse, de ki: "Rabbim bana
yeter, Ondan başka mabud yoktur. Sadece ona güvenirim. Ondan başka hiç kimseden
ne korkarım, ne de bir şey beklerim. O, eşyanın en büyüğü olar ve her şeyi
kuşatan Arş'm Rabbidir. Arş'ın ne kadar büyük olduğunu "Allah'tan başka
kimse bilmez." [319]
1. Allah
satın aldı." Bu bir istiare-i tebaiyyedir. Müminlerin, canlarını ve
mallarını feda etmeleri ve buna karşılık olarak onlar: cennetin verilmesi
alış-verişe benzetildi.
2.
Öldürürler ve öldürülürler" Bu iki kelime, şekil bakımından birbirinden
farklı olduğu için burada cinas-i nakıs vardır. Bu d; edebî sanatlardandır.
3. Rüku ve
secde edenler", yani namaz kılanlar. Bu rada mecâz-ı mürsel vardır. Zikr-i
cüz, irade-i küll kabilindendir. Şerefle rinden dolayı burada rüku ve secde
özellikle zikredilmişlerdir. (Kulun, Rab bine en yakın olduğu ân secdedeki
ândır.[320]
4. Mü'minleri
müjdele." Mü'minlerin, önemlerine ve şereflerine binâen, burada zamir
yerine zahir isim getirilmiştir.
5. Verdiği
söz." Bu iki kelime arasında cinâs-ı istika vardır.
[1] Buhârî, Tefsir, IX/İ.
[2] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/123; Bazı kelime farklarıyla
bkz. Buhârî, Tefsir IX/2.
[3] Tevbe sûresi, 9/42
[4] Tevbe sûresi, 9/29
[5] Tevbe sûresi, 9/110. sûrenin genel durumu hemen hemen
nifak ve münafıklar hakkındadır.
[6] Kurtubî, 8/61
[7] Keşşaf, 2/241
[8] Kurtubî, 8/63
[9] Tevbe sûresi, 9/107
[10] Taberî XI/18, 1987 Baskısı; İbnu'l-cevzi,
Zadu'I-mesir, m/498-499 Fahreddin Râzî, Tefsir-i kebir, XVI/190 (Burada
"yıkın ve harab edin" şeklindedir.)
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/447-449.
[12] Keşşaf; 2/241
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/449.
[13] tbnu'l-Cevzi, Zadü'l-Mcsir, 3/392
[14] KurtubL8/73
[15] el-Bahrul-Muhu, 5/3
[16] Râzî, 16/5
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/454-455.
[18] Tevbe sûresi, 9/17. Zâdul-Mesîr, 3/407
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/455.
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/455-456.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/456.
[21] Keşşaf, 2/245
[22] el-Bahr, 5/8
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/456.
[23] Keşşaf, 2/246
[24] Beyzâvî, 218
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/456-457.
[26] Tbnu'l-Cevzi, Zâdu'l-mesîr, 3/397
[27] el-Bahr, 5/10
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/457.
[29] Keşşaf, 2/248
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/457-458.
[31] ei-Bahr, 5/12
[32] Taberî, 1/81
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/458.
[34] eI-Bahr, 5/13
[35] Taberî, 10/85
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/458.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/458.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/458.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/458-459.
[40] Beyzâvî, s. 219
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/459.
[41] Keşşaf, 2/252
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/459.
[43] Ebııssuûd, 2/258.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/459.
[44] F. Râzî, 16/2
[45] Ebussuûd. 2/258
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/460.
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/460.
[47] Sâvt 2/141
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/460-461.
[49] İsra sûresi, 17/79. Taberî, 10/94
[50] el-Bahr, 5/20
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/461,
[51] Âyetin nüzul sebebine bakınız.
[52] Taberî, 10/94
[53] el-Bahru'l-Muhît, 5/20
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/461-462.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/462.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/462.
[56] el-Bahru'l-Muhît, 5/21
[57] Rûhu'l-Meânî, 10/70
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/462.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/62-463.
[59] Tirmİzî, iman; 8
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/463.
[61] Kurtubî, 1/24
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/463-464.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/468.
[63] el-Bahru'1-Mulıît, 5/24
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/468.
[65] Esbabu'n-Nüzul, S.140
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/468-469.
[66] Kurtubî, S/94
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/469.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/469.
[68] Taberî, 10/103; Bühârî, Cihâd, 52, 61, 97. 167;
Müslim, Cihad. 78-80
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/469-470.
[70] Ebussuûd 2/263
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/470.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/470.
[73] Kıırmbi, 8/103. tbn Abbas ve Hasan-ı Basrî1 dan nakledilen
budur. Fabr-i Râzî ve Âlûsî de bunu tercih, etmişlerdir. Âyetin zahirî
mânâsı da budur. Cumhur, bunu bir
benzetme, kabul etmiştir.
[74] Ebussuûd, 2/264. Hadis için bkz. Buhârî, salat, 10:
Hacc 67; Ebu Davud, Menalik, 66.
[75] Taberî, 10/107
[76] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/470-471.
[77] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/471.
[78] Beyzâvî, s 222.
[79] Teshil, 2f1-
[80] Bakara stei, 2/118
[81] Râzi, 16/36
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/471-472.
[82] Tinnizî, Tefsir, IX/10 ; Âlûsî, 4/84
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/472-473.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/473.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/473.
[86] Fussilct, 41/40
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/473-474.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/474.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/478.
[90] Kurtubî, 8/120
[91] Taberi 10/121
[92] Buhari, buyu, 12,13; Müslim, birr, 20,21.
[93] İsra suresi, 17/46
[94] el-Ftatib eî-Tebrizi, Mişkatu'l-Mesabih, Hadis no:521Ğ
[95] Kurtubi, 8/154
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/478-479.
[97] Vahidî,-Esbâb-ı Nüzul, 141
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/479-480.
[98] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/138
[99] Keşşaf, 2/266
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/480.
[100] Kurtubî, 8/129
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/480-481.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/481.
[103] Taberî, 10/134
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/481-482.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/482.
[106] Taberî, 10/131
[107] Râzî,16/61
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/482.
[108] Taberî, 10/136
[109] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/482-483.
[110] el-Bahr, 5/44
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/483.
[112] Bu, bir gaybden haber vermedir. Sen Tebük seferinden
döndüğünde onlar, özür beyan ederek yalan yere yemin edeceklerdir. Bu olay
Kur'an'ın haber verdiği gibi çıkmıştır. Bu, en parlak Kur'anî mucizelerdendir.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/483-484.
[114] Tefsirciler şöyle der: Bu âyetlerden insan.
Rasulullah'm Allah katındaki yerini, kadrinin yüceliğini ve makamının
yüksekliğini anlar. Çünkü, günah işlediğini haber vermeden Önce, affedildiğini
müjdeledi. Eğer onu kınayarak: "Niçin onlara izin verdin?" deseydi.
Peygamberin, üzüntü ve kederden kalbinin yarılmasından korkulurdu. Avn şöyle
der: Bundan daha güzel bir sitem işittiniz mi? Sitem etmeden önce,
affedildiğini bildiriyor. Ben derim ki: Ze-mahşeri'nin söylediği, Rasulullah'ın
makamına karşı nezaketsizliktir.
[115] Taberî, 11/142"
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/484,
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/484.
[118] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/484.
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/485.
[120] İbn Mace, Zekât, 3
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/485.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/485-486.
[122] Taberi, 10/138
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/486.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/490.
[125] Râzi, 16/81'
[126] es-Sıhah, maddesi.
[127] el-Bahr, 5/3>5
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/490.
[128] Esbâbu'n-mızûl.s. 142
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/490-491.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/491.
[130] Mücahid şöye der: Yani içinizde casuslar vardır. Onlar
İçin haber toplarlar ve onlar taşırlar. Birinci mânâ daha açık ve daha
yaygındır. Katâde de bu görüştedir. İbn Kesir de bi rinci görüşü tercih
etmiştir.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/491.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/491.
[133] Bu konu Nüzul Sebebi'nde anlatıldı.
[134] Ebııssuûd, 2/275
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/491-492.
[136] Kurtubî şöyle der: Yani onlar, bu yaptıklarıyla
böbürlenerek imandan yüzçevirirler.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/492.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/492.
[138] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/492.
[139] Tevbe sûresi, 9/80
[140] Taberî, 10/152
[141] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/492-493.
[142] el-Bahru'1-Muhît, 5/53
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/493.
[143] Beyzâvî, 226
[144] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/493.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/493.
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/493-494.
[147] Rûhul-meânî 10/ 119; Buhârî, Edeb , 95
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/494.
[148] Ebussuûd, 2/277
[149] Râzî, 16/99
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/494.
[151] Taberî, 10/157
[152] Taberî, 10/162
[153] Teshil, 2/79
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/494-495.
[154] Rûhu'l-meânî, 10/112
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/495-496.
[156] Keşşaf, 2/376
[157] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/496.
[158] Muhtasar-i İbn Kesir, 2/147
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/496.
[159] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/500.
[160] Sıhâh, jjî maddesi
[161] Keşşaf, 2/284
[162] Bakara sûresi, 2/200
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/501.
[164] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 143
[165] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, 3/463
[166] Tevbc: 9/64
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/501-502.
[167] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/502.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/502.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/502.
[170] Fussilct sûresi, 41/40
[171] Keşşaf, 2/286
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/502-503.
[172] Bu, Katâde'nin rivayetidir. Taberî'de de böyledir.
[173] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/503.
[174] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/503.
[175] Tevbe, 9/56
[176] Keşşaf, 2/287
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/503.
[178] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/504.
[179] Taberî, 10/175
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/504.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/504-505.
[182] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/505.
[183] Keşşaf, 2/289
[184] Taberî, 10/182, Tirmizî, Cennet, 18
[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/505.
[186] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/505.
[187] Kâsımî, Mehasinu't-te'vîl, 8/3204
[188] Münâfıkûn sûresi, 63/8
[189] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/156
[190] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/505-506.
[191] Ebu Hayyân eJ-Bahr, 5/63
[192] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/506-507.
[193] Tevbe sûresi, 9/5
[194] Tevbe sûresi, 9/29
[195] Tevbe sûresi, 9/73
[196] Hucûrât sûresi, 49/9, Muhtasar-I İbn Kesir, 2/156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/507.
[197] Tevbe sûresi, 9/71
[198] Tefsir-i Kebir, 16/130 (Tasarruf yapılarak
alınmıştır.)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/507-508.
[199] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/512.
[200] Tefsir-i Kebir, 16/142
[201] Kurtubî, 8/225
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/513.
[203] Vahidi, Esbâbu'n-nuzûl, 145. Müfessirlerin anlattığı
bu Sa'lebe, Meşhur Sahabî Sa'lebe b. Ebi Hatim değildir. Bu, sadece
münafıklardan Sa'lebe, denilen biridir. Allah daha iyi bilir.
[204] Tevbe, 9/80
[205] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/161
[206] Tevbe Süresi, 9/84
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/513-514.
[207] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/514.
[208] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/514.
[209] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/514.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/514-515.
[211] Ukıyye, 12 dirhem. Beldelere göre değişik ağırlık
ölçüsüdür.
[212] Taberî, 10/194
[213] Müşâkele, iki kelimenin lafız bakımından aynı, mânâ
bakımından farkı, olması demektir.
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/515.
[215] Keşşaf, 2/295
[216] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/515.
[217] Ebussuûd, 2/286
[218] Keşşaf, 2/296
[219] Müfessir "çölün sıcağından ateşin sıcağına
sığınan gibidir," bunu yukarıdaki gibi ifade etmek mümkündür.
(Mütercimler)
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/515-516.
[220] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/160
[221] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/516.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/516.
[223] Nüzul sebebi bölümüne bakınız.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/516-517.
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517.
[226] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517.
[227] Tefsir-i Kebir, 16/157
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517.
[229] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517.
[230] Beyzâvî, 230.
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/517-518.
[232] Teshil, 2M3
[233] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/518.
[234] Beyzâvî, İ30
[235] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
2/518-519.
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/519.
[237] Şerif Râdî, Telhîsu'l-beyân, 148
[238] Âlûsî, Rûhu'I-meânî, 10/159
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/519.
[239] Keşşaf, 2/295
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/519-520.
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/520.
[241] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/520.
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/525.
[243] Râz,î 16/165
[244] Kurtubî, 8/234
[245] İbn Mace, Ahkam, 17; Malik b. Enes, el-Muvatta,
Akdiye, 31
[246] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/525-526
[247] Bu şahıs, meleklerin yıkamış olduğu Hanzale'nin
babasıdır.
[248] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûl, 149
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/526.
[249] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/526-527.
[250] Râzî, 16/164
[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/527.
[252] Ebussuûd, 2/290
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/527.
[253] el- Bahrul-Muhît, 5/91
[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/527.
[255] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/527-528.
[256] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/528.
[257] Şa'bi'den şöyle rivayet olundu: Bunlar, Bey'at-ı
Rıdvan'da bulunanlardır. Bir görüşe göre de bunlar, iki kıbleye yönelerek namaz
kılmış olan müslümanlardır. Bizim, bunlar sahabenin hepsidir. Hicretle ve
yardımda öne geçen onlardır" şeklindeki açıklamamız Taberî ve Fahr-i
Râzî'nin tercihidir.
[258] el-Bahni'1-Muhft, 5/92
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/528.
[259] İbnu'l-Cevzî Tefsiri, 3/491
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/528-529.
[261] Râzi, 16/174
[262] Taberî, 11/12
[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/529.
[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/529.
[265] Mü'min suresi, 40/3
[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/529.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/529-530.
[268] Ebussuûd, 2/295
[269] Tevbe sûresi, 9/118
[270] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/530.
[271] Nuzûl sebebi bölümüne bakınız.
[272] Taberî, 11/25
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/530.
[274] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/531.
[275] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/531.
[276] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/531.
[277] Bak, Şerif Râdî, TcMsıı'I-beyân, s.149. Burada güzel
açıklamalar vardır.
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/531-532.
[278] Râzi, 16/176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/532.
[279] Kâsımî, Mehâsinu't-te'vîl, 8/3239
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/532.
[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/537.
[281] Ebu Hayyân, el-Bahr, 5/88
[282] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/538.
[283] İbnu'l-Cevzî, Zâdü'l-mesîr, 3/504; Taberî, XI/27, 1987
Baskısı, Âyet: 9/111
[284] Müslim, İmân, 39.
[285] Tevbe sûresi, 9/113
[286] Kasas sûresi, 28/56
[287] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/538-539.
[288] Taberî, 11/35; Râzi, 16/199
[289] Keşşaf, 2/314
[290] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/539.
[291] Hadîd suresi, 57/10.
[292] Bazıları Kelimesini oruç tutanlar diye tefsir
etmiştir. Atâ şöyle der; onlar gazilerdir. Ibn Zeyd de onlar Muhacirlerdir,
der. Bizim tefsirimiz Fahri Râzî'nin tercih ettiği görüştür. Âyeı-i kerimenin
tefsirine uygun olan da budur. Yeryüzünde dolaşın, Tevbe, 9/2 âyeti buna
delildir. Allah daha iyi bilir.
[293] Taberî, 11/39
[294] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/539-540.
[295] Nüzül sebebi bölümüne bakınız.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/540.
[296] Meryem sûresi, 19/46
[297] el-Bahr, 5/105
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/540-541.
[298] tbnu'l-Cüzey, et-Teshîl, 2/86
[299] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/541.
[300] Rûhu'l-mcânt, 11/39
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/541.
[301] Keşşaf, 2/316
[302] Taberî 11/55
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/541-542.
[304] Taberî, ll/58;Buhârî
[305] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/542.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/542-543.
[307] Keşşaf, 2/321
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/543.
[309] Rühu'l-meânî, 11/47
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/543.
[310] Bir görüşe göre maksat, ilim öğrenmeye çıkmalarıdır.
[311] Râzî, 16/225
[312] Rûhu'l-meânî, 11/48
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/543-544
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/544.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/544.
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/544.
[316] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/544-545.
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/545.
[318] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-mesîr, 3/521
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/545.
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/545.
[320] Şerif Râdî, Telhîsu'l-beyân, 152