TEVBE
SÛRESt
Bu
sûre-i celîle Kur'ân-ı Azimüşşân'ın 9. sûresi olup 129 âyettir. Hicretin 9.
yılı başında Medine'de nazil olmuştur. En son inen süredir, îbn Cevzî'ye göre
sürenin sonundaki iki (Fein tevellev...), Lekad câeküm...) âyet daha önce
Mekke'de nazil olmuştur. Bu sûrenin on ismi varsa da meşhurları «Tevbe» ve
*Berâe»dir, Mü'min-lerin tevbekâr olmaları emir ve tavsiye duyurulduğu için
«Tevbe» adını almış, mü'minlerin küfür ve nifak sahipleriyle alâkalarım
kesmeleri emredilği için de «Berae- ismi verilmiştir.
Bu
sûre-i celilenin başında besmele yoktur. Bu hususta bazı ri-vâyetür vardır: 1 —
Enfal sûresinin devamı mı, yoksa ayrı bir sûre mi olduğu sahabe arasında
ihtilaflıdır. 2 — Peygamberimiz sûrenin besmelesiz olarak yazılmasını
emretmiştir. 3 — Besmele rahmet ve emandır. Halbuki bu sûrede cihada ve riâyet
edilmeyen and-laşmaları feshe dair birçok âyetler bulunmaktadır. Rahmet ile
mihnet bir arada bulunmaz. Bu özelliklerden dolayı besmelesiz yazılmıştır.
AUahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
•Kendileriyle
andlasma yaptığınız müşriklere Allah'dan ve Peygamberinden bir ihtardır bu.»
52 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 3]
«Yeryüzünde
ejört ay daha dolaşın. Allah'ı aciz bırakamayacağınızı, Allah'ın kâfirleri
rezîl edeceğini bilin.»
Bu
âyet-i oelileler, sözlerinde durmayan müşriklerle yapılan andlasmalarm feshini
bildirmekte olup nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) müşfiklerle sulh
andlaşması yapar. Halbuki onlar sözlerinde durmazlar, daha süresi bitmeden
andlaşmayı bozarlar. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Ey
Mu-hammed, müşriklerle yapmış olduğun andlaşmanın müddeti dört aydır.» Halbuki
Peygamberimizin müşriklerle yapmış olduğu and-laşmanın müddeti daha uzundu.
Fakat onlar andlaşmayı tek taraflı bozunca, Yüce Aliah, Peygamberinin de
andlaşmayı bozmasını emreder. Allahü Teâlâ, ahidlerini bozanlar için şöyle
buyuruyor: -Kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah'dan ve
Peygamberinden bir ihtar bu. Yeryüzünde dört ay korkusuz ve emin olarak
dolaşın. Allah'ı âciz bırakamayacağınızı, Allah'ın kâfirleri rezil edeceğini
bilin.»
islâm'dan
önce müşrikler arasında yılın dört ayında -Zilkade, Zilhicce. Muharrem ve Receb
- savaş yapmak haramdı, islâm'ın Uk yıllarında da bu mahremiyet devam etmişti.
Müşrikler bu aylarda asla savaşmazlar, büyük panayırlar kurarlar, oralarda alış
veriş yaparlar ve istedikleri yerlerde gezip-dolaşırlardı. Bunun için Yüce
Aftan -Yeryüzünde dört ay daha dolaşın» buyurmuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde müşrikler hakkında şöyle buyuruyor :
«Allah
ile Peygamberi tarafından, Hacc-ı Ekber günü ma'lûm olsun ki Allah da,
Peygamberi de müşriklerden beridir. Eğer tevbe ederseniz hakkınızda hayırlı
olur. Yüz çevirirseniz bilin ki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Kâfirlere
acıklı azabı müjdele.»
Hacc-ı
Ekber günü ma'lûm olsun ki Allah da, Peygamberi de müşriklerden beridir. Hacc-ı
Ekber hakkında çeşitli görüşler vardır. Ancak bunların, Hacc-ı Ekber'in en
kuvvetlisi, Kurban Bayramı günü olduğudur. Çünkü hac ve haccın mühim menâsiki o
gün tamamlanır. I'lâm da o gün vaki olmuştur. Müşrikler andlaşmayı bozunca,
Peygamberimiz (s.a.v.) de bozduğunu onlara bildirmiştir.
Ebû
Hüreyre (r.a.) şöyle nakletmiştik «Peygamberimiz (s.a.v.l,
(Cûz:
10. Âyet: 4) Tevbe Sûresi 53
Hz.
Ali Ue beni müşriklerle aramızdaki andlaşmayı bozduğumuzu bildirmek için.
Mekke'ye gönderdi. Mekke'ye gelince Hz. Ali müşriklere "Ben size dört şeyi
bildirmek için geldim" dedi. ı — Mü'min-lerden başkası asla cennete
giremeyecektir. 2 — Bugünden itibaren, Beytullah çıplak olarak tavaf
edilmeyecek, ancak ihramlı olarak tavaf edilecektir. 3 — Bugünden sonra
kâfirlerin ve müşriklerin Beytullah'ı tavaf etmeleri yasaklanmıştır. 4 —
Peygamber ile müşrikler arasındaki andlaşmanın müddeti dört aydır. Dört ay
sonra andlaşmanm müddeti bitecektir. Ondan sonra Allah da, Peygamberi de
müşriklerden beridir.» Peygamberimiz, Ali'ye bu âyetleri müşriklere okumasını
buyurmuştu. O da, müşriklerin duyabileceği bir sesle bu âyetleri okudu.
Allah
ve Peygamberi müşriklerden beridir. Şayet onlar şirkten dönüp, iman ederlerse
kendileri için çok daha hayırlı olur. tman etmeyip, küfredenler bilsinler ki,
Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Allah, kâfirleri sonu olmayan bir azab ile
cezalandıracaktır. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin karşılığıdır, tman edenler
mükâfatlarını görecekleri gibi, iman etmeyip, küfredenler de mutlaka cezalarını
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yalnız,
andlasma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye
yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız andlaşmaya sonuna kadar riayet edin.
Allah sakınanları sever.»
Allahü
Teâlâ yapılan ahidlere sonuna kadar riayet edilmesini emrediyor, ve şöyle
buyuruyor-. «Ey iman edenler, yalnız, andlaş-ma hükümlerinde size karşı bir
eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız
andlaşmaya sonuna kadar riayet edin.» Âyette de belirtildiği gibi,
Müslümanların andlasma yapmış oldukları milletler andlaşmayı bozmadıkça veya
Müslümanların aleyhine bir faaliyette bulunmadıkça andlaşmayı tek taraflı
bozmak caiz değildir. Ancak karşı tarafın andlaşmayı bozmasıyla Müslümanların
da andlaşmayı bozma hakkı doğar. Karşı taraf andlaşmayı bozmadığı surece
Müslümanların da andlaşmanın şartlarına, sonuna kadar riayet etmeleri
emredilmiştir. Bu, islâm'ın insan haklarına vermiş olduğu önemin en büyük bir
isba-tıdır. islâm yapılan anlaşmayı, Müslümanların tek taraflı bozması-
54 Tevbe Sûresi (Gûz: 10. Âyet: 5-6]
na
müsaade etmiyor. Çünkü ahde vefa göstermek İslâm'ın ana prensiplerindendir.
Bununla beraber, Müslümanların aleyhine olan en küçük şeyi bile değerlendirip
derhal tedbir almalarını da emrediyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Haram
aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin.
Her gözetleme yerinde onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekât
verirlerse peşlerini bırakın. Çünkü Allah çok yarhğayıcı, çok esirgeyicidir.»
Ey
iman edenler, haram aylar çıkınca, ahidlerini bozan müşrikleri bulduğunuz yerde
öldürün. Onlara aman vermeyin, yakaladıklarınızı esir edin, yakalamak için
yollarını kesip, gözetleyin. Kendilerini yakaladıktan sonra, küfürlerinden
dönüp, tevbe ederler, namazlarını kılarlar, zekâtlarını verirlerse kendilerini
serbest bırakın, yollarını açın. Çünkü onlar dinde sizin kardeşlerinizdir.
Allahü Teâlâ gafurdur, iman edenlerin şirk içinde işlemiş oldukları günahları
bağışlar, rahimdir, tevbe edip İslâm'a girenleri rahmetiyle esirger.
Hz.
Ali tr.a.) müşriklere bu âyetleri okuduktan sonra, onlardan biri «Yâ Ali, bu
müddet bittikten sonra bizden birisi, bir ihtiyaç için veya peygamberin
sözlerini dinlemek maksadıyla Muham-med'in yanına, giderse öldürülür mü?» diye
sorar. Hz. Ali «Hayır, öldürülmez» diye cevap verir. Bunun üzerine Yüce Allah
şu âyeti inzal buyurur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Şayet
müşriklerden bin sana sığınacak olursa, Allanın sözünü dinlemesi için ona aman
ver. Sonra onu güven içinde olacağı yere kadar ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz
bir topluluktur.»
Yâ
Muhammed, eğer müşriklerden biri sana sığınacak olursa Allah'ın sözünü
dinlemesi için ona aman ver. Ola ki Allah'ın kel A-
(Cüz:
10. Ayet: 7-8) Tevbe Sûresi 55
mim
işitir iman eder. Şayet iman etmez İslâm'dan yüz çevirirse, güven içinde
olacağı yere kadar onu ulaştır. Allah'ın bunu emret-mesindeki sebeb, onların
bilgisiz bir topluluk oluşudur. Eğer onlar gerçeği bilmiş olsalardı mutlaka
iman ederlerdi. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: -Şayet müşriklerden biri
sana sığınacak olursa Allah'ın sözünü dinlemesi için ona aman ver. Sonra onu
güven içinde olacağı yere kadar ulaştır. Çünkü onlar bilgisiz bir topluluktur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Mescid-i
Haram'ın yanında andlaştıklanrazın dışında, müşriklerin Allah katında ve
Peygamberi önünde nasıl bir andlaşmaları olur? Size karşı doğrulukla hareket ederlerse
siz de kendilerine doğrulukla muamele edin. Allah, sözleşmelerini bozmaktan
sakınanları sever.»
Allahü
Teâlâ, bu âyet-i celilede müşrikleri zemmediyor, onların Allah'ın katında ve
Peygamberin yanında bir andlaşmaları olamayacağın^ bildiriyor. Çünkü onlar
Allah'ın birliğini, âyetlerini ve Peygamberini inkâr etmişlerdir. Allah katında
ve Peygamberi yanında onlar için aman yoktur. Ancak Mescid-i Haram'ın yanında
Peygamber ile andlaşma yapıp, andlaşmalannı boznıayanlar müstesnadır. Zira
onlar ahidlerine sadık kalmışlardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
*Mescid-i Haram'ın yanında andlaştıklannızın dışında, müşriklerin Allah katında
ve Peygamberi önünde nasıl bir* andlaşmaları olabilir? Size karşı doğrulukla
hareket ederlerse, sız de kendilerine doğrulukla muamele edin. Allah,
sözleşmelerini bozmaktan sakınanları sever.*
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde mü'minlere şöyle buyuruyor:
«Nasıl
ahidleri olabilir ki, fırsat bulup galip gelselerdi size karşı ne akrabalık
bağlarına, ne de muahede hükümlerine aldırmazlardı. Kalbleriyle istemezlerken
sizi ağızlarıyla hosnud etmeye uğraşırlar, onların pek çoğu fâsıktırlar.»
5(1 Tevbe Sûresi (Cûzr 10. Ayet: 9)
Ey
iman edenler, müşriklerin sizinle asla bir ahidleri yoktur. Eğer onlar fırsat
bulup savaşta galip gelselerdi, aranızda ne akrabalık, ne de muahede kalırdı.
Onların hepsini hiçe sayarak size ellerinden gelen kötülüğü yaparlardı. Bunu
yapamadıkları için, dilleriyle güzel sözler söyleyerek, sizi aldatmaya
çalışıyorlar. Halbuki kalben sizi asla sevmezler* dillerinin söylediklerini
kalbleri inkar eder. Zira onların çoğu fâsıktır, sözlerinde durmazlar. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Nasıl ahidleri olabilir ki, fırsat bulup galip
gelselerdi size karşı ne akrabalık bağlarına, ne de muahede hükümlerine aldırmazlardı.
Kalbleriyle İstemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnud etmeye uğraşırlar, onların
pek çoğu fâsıktırlar.» İman etmeyenlerin özelliği budur. Fırsat buldukları
zaman iman edenleri bir kaşık suda boğarlar. Çünkü onlarda Allah korkusu
yoktur. Allah korkusu olmayanlarda acıma hissi de olmaz. Eğer acıma hissi
olsaydı, iman edenlere en ağır işkenceleri yapmazlardı. Bunun için Allahü Teâlâ
Müslümanların kâfirlerle dost olmalarını yasaklamıştır.
Allahü
Teâlâ âyeM celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Allah'ın
âyetlerini az bir değere değişip, insanları O'nun yolundan alıkoydular. Onların
işledikleri gerçekten ne kötüdür.»
Yahudiler
ve müşrikler, Allah'ın âyetlerini dünya menfaatleri için, az bir değer ile
değiştirmişler, insanları da Allah yolundan alıkoymuşlardır. Onların yapmış
oldukları gerçekten ne kötüdür. Onların benzeri, altın ile pulu satın alan adam
gibidir. Altını verir pulu alır, sonunda onu da kayıp eder, her İkisinden de
olur. Elde ne altm kalır, ne pul. Ahireti bırakıp dünyayı satın alanların hali
de böyledir. Onlar da eli boş kalacaklardır. Aklı olanlar, ibret almalı,
dünyanın geçici menfaatlarına aldanmamalı, âhiret nimetlerini unutmamalıdır.
Dünya fani, âhiret ise ebedidir.
Bu
âyet-i celile, Ebû Süfyan hakkında nazil olmuştur: Ebû Süf-yan, iman edenleri
Allah yolundan alıkoymak için, kendilerine dünyalık vaad eder, hatta birçoğuna
çeşitli hediyeler verirdi. Böylece iman etmek isteyenleri Allah yolundan
ahkoyardı. Allahü Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: •İmanlarını dünya
menfaati için satanlar ve insanları' Allah yolundan alıkoyanlar iki cihan
saadetinden mahrum oldular. Onların işledikleri gerçekten ne kötüdür.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde iman etmeyenler hakkında şöyle buyuruyor:
tCûz:
10. Âyet: 10-12) Tevbe Sûresi 57
«Onlar
bir mü'min hakkında ne akrabalık bağlarına, ne de and-laşma hükümlerine riayet
ederler. Onlar taşkınların ta kendileridir.»
-Eğer
tevbe eder, namaz lalar ve zekât verirlerse sizin din kardeşiniz olurlar. Biz
ayetleri bilecek insanlar İçin açıklarız.»
Ey
iman edenler, müşrikler mü'minler hakkında akrabalık bağlarını tanımadıkları
gibi, andlaşma hükümlerini de dinlemezler. Fırsat buldukları zaman size
ellerinden gelen kötülüğü yaparlar. Zira onlar inkarcı bir toplumdur. Onların
şerrinden ve zararından kur-tutmak için bulduğunuz yerde öldürün veya esir
edin. Eğer küfürden dönüp tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekâtlarım
verirlerse, işte o zaman sizin din kardeşiniz olurlar. Din kardeşlerinize
dokunmayın ve asla haksızlık yapmayın.
Kâfirlerin
ve müşriklerin bulundukları yerde öldürülmesi Müslümanlara zararlarından
dolayıdır. Bu tehlike ortadan kalktığı zaman, Müslümanlar onların kılına bile
dokunmazlar.
j*llahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Şayet
ahidlerlnden sonra yeminlerini bozar da dininize dil uzatırlarsa küfrün önderlerini
hemen öldürün, belki vazgeçerler. Çünkü onların andlan, ahidleri yoktur.»
Ey
iman edenler, müşrikler ahidlerinden sonra yeminlerini bozarlar da dininize dil
uzatıp, saldınrlarsa, onların elebaşlarını, önderlerini hemen öldürün.
Diğerleri korkarlar da dininize saldırmaktan vazgeçerler. Çünkü onların
yeminleri ve ahidleri yoktur. İman etmeyenler sözlerinde durmazlar, ahidlerini
ve yeminlerini, yerine getirmezler. Daima, Müslümanların zayıf taraflarını
ararlar, buldukları zaman derhal saldırırlar. Bunun için Yüce Allah «Onların
yeminleri ve ahidleri yoktur* buyuruyor. Görülüyor ki, Müslümanların dine
saldıranlara müsamaha etmemeği, onlara önderlik yapanların öldürülmesi
emrediliyor. Dine saldıranlar, fırsat buldukla-
58 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 13)
rı
zaman mensuplarına da saldıracaklardır, bu bakımdan onların öldürülmesi
emredilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yeminlerini
bozup Peygamberi yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden, düşmanlık göstermekte ilk
olan kavm ile harbetmez misiniz? Onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçek
mü'minseniz bilin ki asıl korkmanız gereken AUah'dır.»
Ey
iman edenler, yeminlerini bozup Peygamberi yurdundan çıkarmaya teşebbüs eden,
ona düşmanlık yapan bir kavm ile har-betmek istemez inisiniz? Yoksa onlarla savaşmaktan
korkuyor musunuz? Eğer gerçek mü'minseniz Allah'ın emirlerini yerine getirin,
yasaklarından sakının, Peygambere tabî olun, bilin ki asıl korkmanız gereken
AUah'dır, Allah'ın va'di haktır, mutlaka vukuu bulacaktır. O, va'dinden asla
dönmez. Kafirleri zelil, mü'minleri ise aziz kılacaktır.
Jkrime
(r.a.) şöyle rivayet etmiştir: «Peygamberimiz <s.a.v.) Mekkeli müşriklerle
Hudeybiye muahedesini yapar. Yine Mekke'de bulunan Benî Huzâa kabilesiyle de
bir andlaşma imzalar. Müşrikler de Beni Bekir kabilesiyle anlaşırlar. Böylece
Beni Huzâalılar, Müslümanların, Benî Bekirliler de müşriklerin himayesine
girerler. Daha sonra bu iki kabile arasında savaş başlar, müşrikler kendi
himayelerinde olan Benî Bekirlilere silâh ve yiyecek yardımında bulunurlar.
Halbuki andlaşma gereği, Müslümanların himayesinde olanların aleyhine başkasına
yardımda bulunmayacaklardı. Kendi himayelerinde olanlara yardımda bulununca,
şartlarına riayet etmedikleri için, andlaşma doğrudan doğruya bozulmuş olur.
Hatalarını anlayan müşrikler muahedenin yenilenmesi için, Ebû Süfyan'ı
Peygamberimiz (s.a.v.)'e elçi olarak gönderirler. Ebû Süfyan daha Medine'ye
gelmeden peygamberimiz sahabesine onun gelmekte olduğunu ve isteğinin yerine
getirilmeyeceğini bildirir. Süfyan Medine'ye gelir, ilk önce,Ebû Bekir (r.a.)'e
uğrar, durumu anlatır, muahedenin yenilenmesini ister, Ebû Bekir (r.a.) «Hüküm
Allah'ın ve Re-sülünündür» diyerek çok veciz bir cevap verir. Ebû Süfyan, Ebû
Bekir (r.a.)'den bir netice alamayınca Hz. Ömer'e gider. Ondan da aynısını ister.
Hz. Ömer, şöyle der: «Eğer ahdinizi bozdunuzsa es-
(Cûz:
10, Âyet: 13] Tevbe Sûresi 59
kiye
dönülmez, yeniden bir muahede yapılması gerekir. Ne kadar sağlam ahid
yaparsanız yapın, AHahü Teâlâ onu bozar. Müslüman olmadıkça size bu ahidlerden
hiçbir fayda yoktur.» Ebû Süfyan, Hz. Ömer'den bu hakikatleri duyunca şaşırır,
ne yapacağını bilmez, kızar ve *Senin gibi, kavminin helakini isteyen kimse
görmedim» der yanından ayrılır, doğru Hz. Fâtıma'nm yanına gider, durumu
anlatır, medet umar, o da, Ebû Bekir gibi «Hüküm Allah'ın ve Resû-lünündür»
der. Hz. Fâtıma'dan da bir netice alamayan Süfyan, Hz. Ali'ye gider, muahedenin
yenilenmesini ister. Hz. Ali «Ben senden daha asil kimse göremiyorum, sen
reissin, halkın arasında muahedeyi yeniler, onları ıslah edersin» der. Hz.
Ali'nin bu sözleri üzerine Süfyan sağ elini sol elinin üzerine koyarak «Ben, bu
iki kavmin birbirlerini öldürmemeleri için onları savaştan men ettim» der ve
eli boş olarak geri döner. Mekke'ye gelince müşrikler ne yaptığını sorarlar,
Süfyan hiçbir şey yapamadığını, Hz. Ali'nin tavsiyesi üzerine geri döndüğünü
söyler. Müşrikler «Senin gibi elçi görmedik, bize bir sulh andlaşması
getirmedin ki emin olalım, savaş haberi getirmedin ki hazırlıklı olalım»
derler.
Bu
sırada Huzâa kabilesinden kırk kişilik bir hey'et Peygamberimiz (s.a.v.)'e
gelir, durumu arz eder, müşriklerden şikâyetçi olurlar ve Peygamberimizden
yardım talebinde bulunurlar. Peygamberimiz Cs.a.v.) Huzâa kabilesinden
gelenleri dinledikten sonra müşriklerin yaptıklarına çok kızar, Huzâalılan
müşriklere karşı koruyacağına yemin eder ve Mekke üzerine yürünmesini emreder.
Peygamberimiz kısa zamanda on bin kişilik bir ordu hazırlar, Mekke üzerine
yürür, şehre hemen girmez, Remel mevkiinde konaklar. Müşrikler îslâm ordusunun
Mekke üzerine'geldiğini öğrenirler, bilgi toplamak için Ebû Süfyan'ı
gönderirler. Süfyan Remel mevkiine geldiği zaman Peygamber ordusunu görür.
Ordunun haşmeti karşısında donakalır, ne yapacağını şaşırır, kim olduğunu
gizler, kendisinin Abbas ile görüştürülmesini ister. Hz. Abbas'a götürülür,
Abbas, Süfyan'ı alır, doğru Peygamberimize götürür. Peygamberimiz Cs.a.v.l onun
selâmeti için «Yâ Ebâ Süfyan, Müslüman ol selâmete kavuş* der, Müslüman
olmasını ister. Süfyan, âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberin sözüne şu
karşılığı verir: «Lât ve Uzzâ hakkı için, Müslüman olmam». Lât ve Uzzâ
müşriklerin en büyük putlarıydı. Müşrikler yemin ederken onların adını
anarlardı. Süfyan, Peygamberimizle bu şekilde konuşurken, Hz. Ömer de, elinde
Hz. Peygamber'İn kılıcı olduğu halde çadırın kapısında bekliyordu. Süfyan'm
sözlerini duyunca hiddetlenir ve «Sen Lât ve Uzzâ'yi necasetle kirlet. Eğer
kapıda olsaydın, sana onların adını
60 Tevhe Sûresi (Cûz: 10. Ayet: 14] ■
andırmazdım»
der. Süfyan kapıdakinin kim olduğunu sorar, Hz. Ömer olduğunu söylerler. Bunun
üzerine Süfyan derhal Müslüman olur. Ebû Süfyan'm İslâm'a girişi Peygamberimizi
ve Abbas"ı sevindirir. Hz. Abbas, Süfyan'ı alır, kendi çadırına götürür,
geceyi orada geçirir. Sabah olunca bütün askerin abdest aldığını görür, kendisi
de abdest alır, Hz. Abbas'a bunların ne yaptığım sorar, Abbas namaz kılmak için
abdest aldıklarını söyler ve hep birlikte Pey-gamtsrin peşinde sabah namazını
kılarlar. Namazdan sonra Süfyan «Ey Abbas, bugüne kadar başkanlarına bu derece
itaat eden bir kavm görmedim, demek ki kardeşinin oğlu padişah oldu» der. Abbas
«Hayır, o padişah değil, Peygamberdir. Allah onu bütün âlemlere Peygamber
olarak gönderdi- cevabını verir. O zaman Süfyan ' «Demek ki, o Peygamberdir,
Öyleyse yazıklar olsun Kureyşlilere» der.
Hz.
Abbas, Mekke halkını İslâm'a davet etmek için Peygamberimizden izin ister.
İstediği izin kendisine verilen Hz. Abbas, Peygamberimizin bineği ile Mekke'ye
gider. Ve «Ey Mekke halkı, İs- ; lâm'a girin, selâmete erin. İslâm'a giren
selâmet bulur. Müslüman olanlar her şeyden emindirler. Peygamber ordusu
Mekke'yi işgal edecektir. Silâhını elinden bırakanlar, Müslüman olanlar, evinin
kapısını kapatanlar, Ebû Süfyan'm evine girenler, teslim olanlar em-niyşt
içindedirler, onlara dokunulmayacaktır» diyerek İslâm'ın küfre meydan okuyan
nutkunu söyler. Peygamber ordusu bir müddet ! sonra Mekke'ye girer. Müşrikler
Hz. Abbas'ın verdiği talimata uyar- ; lar. önemli bir olay meydana gelmeden
şehir 11 Ocak 63O'da Müs- î lümanların eline geçer. Mekkeliler büyük bir
heyecan içinde Pey- \ gamber'in vereceği kararı beklerler. Bu ara,da
halk büyük bir em- i niyet içindedir. Kimsenin burnu bile kanamaz. Ancak Beni
Bekir \ kabilesi Huzaahlara yapmış oldukları haksızlığın cezasını çekmek
için Peygamberimizin emriyle fetih günü öğleye kadar, Beni Be- \ kirlilerle
savaşırlar, birçoğunu katlederler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celllesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
■Onlarla
savaşın ki, Allah sizin elinizle onları azablandırsın, rezil etsin ve sizi
üstün getirsin de mü'minlerin gönüllerini ferahlandırsın.»
Ey
iman edenler, ahidlerini bozan müşriklerle savaşın ki, Allah sizin ellerinizle
onları azablandrrsın, hezimete uğratarak rezil
(Cüz:
İO. Âyet: 141 Tevbe Sûresi 61
etsin.
Sizi onlara galip kılarak mü'minlerin kalblerini ferahlandırsın. Allahü Teâlâ
bunu iman edenlere vaad ediyor.
Mus'ab
b. Said (r.a.) şöyle nakletmiştik Mekke fethedüdiği gün halkın tamamı iman
ettiği için Peygamberimiz tarafından afvedile-rek emniyet altına alınır. Ancak
içlerinden şu altı kişi İman etmedikleri için umumi aftan istifade edemezler.
Çünkü umumî af sadece iman edenlere mahsustur. İman etmeyenlerin ise
yakalandıkları yerde katledilmek suretiyle cezalandırılmaları gerekiyordu.
îman
etmedikleri için afdan istifade edemeyen altı kişi şunlardır :
—
Ebû Cehil'in oğlu Ikrime,
—
Abdullah b. Ahtal,
—
Mukayıs b. Dubabe,
—
Abdullah b. Said ve iki karısı.
Abdullah
b. Said, Hz. Osman'ın süt kardeşi olup daha Önce Peygamberimizin vahiy
kâtipliğini yapmış, bilâhare irtidat etmiştir. Mekke'nin fethi esnasında Hz.
Osman (r.a.) süt kardeşi olan Abdullah b. Said'in afvedilmesini
Peygamberimizden talep eder. Ancak Resûlüllah, Hz. Osman'ın bu talebini kabul
etmez ve «İman etmeyenler Beytullah'ın içinde olsalar bile öldürün,» buyurur.
Seldir
fethedildikten sonra müşrikler Harem-i Şerifin avlusunda toplanırlar,
Peygamberimizin kendi haklarında vereceği kararı beklerler. Zira onlar daha
önce Peygamber'e büyük kötülükler yapmışlar, Mekke'den çıkarmışlardı. Önceki
kötülükleri akıllarına geliyor, Peygamber'in kendileri hakkında vereceği kararı
merak ve heyecan içinde bekliyorlardı. Şehirde sükûnet hâsıl olduktan sonra
Peygamberimiz Beytullah'ı tayâf eder, iki rekat namaz kılar, kalkar ve Harem-i
Şerifin kapısının iki yanından tutar ve şöyle der: «Ey milletim, bugün siz
benden ne bekliyorsunuz?» Onlar hep bir ağızdan: «Sen bizim kerîm
kardeşimizsin. Merhametli ve cömertsin, afvı seversin, bizi afvet* derler.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz, iman ettikleri için onları
çoktan afvetmiş-ti. Onlar afvedüdiklerini bizzat Peygamber'in ağzından duymak
istiyorlardı. Peygamberimiz onlara şöyle den «Ben de bugün size Yûsuf'un
kardeşlerine dediği gibi derim ki, size tevbih yoktur, Allah günahlarınızı
afvetsin.» Peygamber'den kurtuluş müjdesini alan Mekkeliler sevinç çığlıkları
atarlar, sanki o âna kadar ölü gibi idiler, yeni dirilmiş gibi olurlar ve hep
bir ağızdan Kelime-i Şehâdet getirerek İslâm'ı kabul ederler. Artık küfrün sonu
gelmişti, bâtıl yok olmuş, hak gelmişti. Sekiz yıl önce yurdundan çıkardıkları
Pny-
Tevbe
Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 15-16]
gamber'lerine
çimdi iman etmişlerdi. Peygamberimiz onların iman ettiğini görünce Rabbine
şükretmek için Harem-i Şerifin Safa tarafındaki kapısından çıkar ve Safa
tepesine gider, orada Rabbinin kendisine ihsan ettiği nimetleri ve lûtufları
zikrederek şükreder. Peygamberimiz şükür ile meşgul iken Medineliler aralarında
toplanırlar »Peygamber, kavmine acıyarak onları afvetti. Bundan sonra onlarla
beraber kalır» derler. Medinelilerin bu şekilde konuşmasına üzülen
Peygamberimiz «Ben Allahü Teâlâ'nm hepinize gönderdiği peygamberiyim, hayatım
da, ölümüm de sizinle beraberdir» der. Peygamberin kendilerinden
ayrılmayacağını öğrenince çok sevinirler ve «Ey Allah'ın Resulü, aramızdan
ayrılıp kavmine döneceğinden korktuğumuz için böyle konuştuk» derler. Peygamberimiz
onların kalbinden şüpheyi gidermek için «Siz Allah katında sadık kimselersiniz»
buyurur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ve
kalblerindeki öfkeyi gidersin, Allah kimi dilerse ona tevbe nasip eder. Allah
hakkıyle bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir O.*
Yüce
Allah'ın afvı boldur, kullarından dilediğine iman nasip eder» ve hidâyete
erdirir. Allah alimdir, kimin iman edeceğini bilir, hakimdir, dilediğine
yardımıyla hükmeder, aziz kılar, dilediğinin de hezimetine hükmeder ve zelil kılar.
Kimse O'nun hükmüne karışamaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah,
içinizden cihad edenleri AJlah'dan, Peygamberinden ve mü'minlerden , başka ,
sırdaş , edinmeyenleri belirtmeden sizi kendi halinize bırakacak mı
zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Allahü Teâlâ mü'minle-
re,
kâfirlerle savaşmalarını emredince, onlardan bazısına bu emir ağır gelir,
savaşmak istemezler. Bunun üzerine Yüce Allah mezkûr âyeti inzal ederek şöyle
buyurur: «Ey iman edenler, siz savaş ile denenmeden hemen emniyet içinde
olacağınızı mı zannediyorsa-
(Cûz:
10. Âyet: 17) Tevbe Sûresi 63
nuz?
Ailah yolunda cihad etmeden, zahmet çekmeden ve nefsinizi temizlemeden hemen
cennete gideceğinizi mi umuyorsunuz? Allah, hanginizin mücahede ettiğini,
hanginizin etmediğini, içinizden Allah'dan, Peygamber'den ve mü'minlerden başka
dost edinenleri belirtmeden sizi kendi hâlinize bırakacağını mı
zannediyorsunuz? Allah, bunları açığa çıkarmadan sizi kendi hâlinize bırakmaz.
Çünkü O, işlediklerinizden haberdardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah, içinizden cihad edenleri Allah'dan Peygamberinden ve mü'minlerden başka
sırdaş edinmeyenleri belirtmeden sizi kendi hâlinize bırakacak mı
zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Müşriklerin,
Allah'ın mescidlerini ziyaret ve mamur etmeğe hakları yoktur. Onlar kendi
küfürlerine kendileri şahiddirler. Onların bütün yaptıkları beyhudedir ve onlar
ateşte ebedi kalıcıdırlar.»
Ey
iman edenler, müşrikler Allah'ın mescidlerini ziyaret ve imar edenuteler, buna
hakları yoktur. Çünkü onlar Allah'a şirk koşup, âyetlerini ve peygamberlerini
yalanlıyorlardı. Böylece de kendi küfürlerine kendileri şahid oluyorlardı. Allah'a
şirk koşanların yapmış oldukları bütün ameller, beyhudedir ve onlar cehennemde
ebedî kalıcıdırlar. Bu, onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır.
Bir
kısım tefsircilere göre bu' âyet-i celîle, Peygamberimizin amcası Abbas
hakkında nazil olmuştur. Yukarda da izah edildiği gibi Abbas Bedir savaşında
esir düşmüş, Müslümanlar da müşrik olduğu ve akrabasıyla münasebeti kestiği
için ayıplamışlardır. Halta Hz. Ali daha ağır sözler söylemişti. Abbas «Siz hep
bizim kötülüklerimizi söylüyorsunuz, iyiliklerimizden hiç bahsetmiyorsunuz?»
der. Hz. Ali «Sizin iyilikleriniz var mı ki, onlardan bahsedelim» der. Abbas
«Biz Mescid-i HaranVı imar eder, onu perdeleriz. Hac ederiz ve gelen hacılara
su veririz, esirleri serbest bırakırız, bize sığınanlara dokunmayız, fakirleri,
yoksulları yediririz* cevabını verir. Bunun üzerine Allahü Trâlâ yukardaki
âyeti inzal eder, şöyle buyurur: «Müşriklerin, Allah'ın mescidlerini ziyaret ve
mamur etmeye hakları yoktur. Onlar kendi küfürlerine kendileri şahiddirler.
Onların bütün yaptıkları beyhudedir ve onlar ateşte ebedi kalıcı-
64 Tevbe Sûresi [Cûz: 10. Âyet: 18-19)
dırlar.»
îmanı olmayanların yapmış oldukları bütün ameller boşadır. Allah katında
ameller, ancak iman ile değer kazanır.
AHahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ın
mescidlerİni ancak Allah'a ve âhiret gününe İman «den, namazı kılan, zekatı
veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola
erişmişlerden olmaları umulanlar bunlardır.»
AUahü
Teâlâ bu âyet-i celîlede mescîdleri kimlerin inşa ve imar edeceğini bildiriyor.
Allah'ın mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe iman edip, namazını
kılanlar, zekâtını verenler, AUah'dan başkasından korkmayanlar imar ederler.
Mescidlerin imar ve inşası ibadet içindir. Allah'a şirk koşanlar mescidlerde
asla ibadet edemezler. Bunun için de iman etmeyenler, mescidlerin imar ve
inşasını yapamazlar. Çünkü mescidler imanın alâmetidir ve sadece Allah rızası
için yapılır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın mescidlerini ancak
Allah'a vs âhiret gününe iman eden, na-maşj kılan, zekâtı veren ve Allah'dan
başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola erişmişlerden
olmaları umulanlar bunlardır.» Âyette belirtildiği gibi, bütün ibadetler ve
hayırlar iman üzerine inşa edilir.
Allahü
Teâlâ âyet-İ celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Hacca
gelenlere su vermeyi, Mescİd-i Haram'ı imar etmeyi, Allah'a ve âhiret gününe
inanmak, Allah yolunda cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında bir
olmazlar. Allah zulmedenleri doğru yola eriştirmez.»
Ey
müşrikler,. siz hacılara su vermeyi ve Harem-i Şerifi imar etmeyi, Allah'a ve
âhiret gününe iman ile bir mi tutuyorsunuz? Hacıları sulamak ve Harem-i Şerifi
imar etmek elbette Allah'a ve âhiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad
etmek gibi olamaz. Çünkü bütün ameller iman İle degor k »sanır, imanı olmayanın
(Cûz:
10. Âyet: 20-22) Tevbfs Sûresi 65
amelleri
boşadır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hacca gelenlere su yermeyi,
Mescid-i Haram'ı imar etmeyi, Allah'a ve âhiret gününe inanmak, Allah yolunda
cihad etmekle bir mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında bir olmazlar. Allah
zulmedenleri doğru yola eriştirmez.» İman edenler mükâfatlarını görecekleri
gibi, iman etmeyenler de cezalarını bulacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde, iman edonler için şöyle, buyuru-
«tman
edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin
Allah yanındaki mertebeleri pek büyüktür. İşte kurtulanlar onlardır.*
«Rableti
onlara rahmetini, rızasını ve İçinde tükenmez nimetler bulunan ebedî cennetleri
müjdeler.»
«Orada
ebedi kalırlar. Doğrusu büyük mük&Cat Allah kalındadır.»
AllSh'a
iman edip, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad
edenlerin Allah katında çok büyük dereceleri ve mertebeleri vardır. Rableri
onlara rahmetini, rızasını ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedi
cennetlerini müjdeler. Onlar, Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından
sakınan, namazlarını dosdoğru kılıp, zekâtlarını veren, camileri imar
edenlerdir îşte onlar, dünya ve âhirette ebedî saadete kavuşanlardır. Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «îman edip hicret eden ve Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanındaki mertebeleri pek
büyüktür, îşte kurtulanlar onlardır. Rableri onlara rahmetini, rızasını ve
içinde tükenmez nimetler bulunan ebedi cennetlerini müjdeler. Orada ebedî
kalırlar. Doğrusu büyük mükâfat Allah katodadır.» Bütün bu nimetler iman edip,
Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad edenlerindir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
■Ey
İman edenler, babalarınızı, kardeşlerinizi eğor küfrü sevip, onu imana tercih
ediyorlarsa dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, doğrusu kendine
yazık etmiş olur.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) mü'minlere
Mekke'den Medine'ye hicret emrini bildirince, onlar iman etmeyen babalarına*
analarına, kardeşlerine, eşlerine, çocuklarına, hısım ve akrabalarına haber
verirler. îman etmeyenler, mü'-minlerin hicret etmesine karşı çıkarlar. «Bizi
kime bırakıp gideceksiniz?, Siz giderseniz bizim halimiz ne olacaktır?» diye
dert yanmaya başlarlar ve onların Mekke'den ayrılmamaları için her tarafa
başvururlar. Durumlarına acıyan mü'minlerden bazıları, hicreti terk eder,
Peygmber'in emrine muhalefette bulunurlar. Allahü Teâlâ mezkûr âyeti inzal
ederek, onlar hakkında şöyle buyurur: «Ey iman. edenler, babalarınızı,
kardeşlerinizi eğer küfrü sevip, onu imana tercih ediyorlarsa dost edinmeyin,
içinizden kim onları dost edinirse, doğrusu kendine yazık etmiş olur.» Âyet-i
celilede ifâde edildiği gibi, yakınlık derecesi ne olursa olsun mü'minin iman
etmeyenlerle dostluk kurması yasaklanmıştır. Hatta İslâm ülkelerine hicret etme
imkânı olanların, gayr-i muslimlerin içinde oturmalarına da müsaade yoktur.
Eğer gayr-i muslimlerin içinde oturmayı tercih ederlerse o zaman bunlarla olan
bütün irtibatın kesilmesi de emredilmiştir.
Allanü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki; Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz alış verişler, hoşlandığınız
meskenler sizin için Allah ile Peygam-ber'inden, Allah yolunda savaşmaktan daha
değerli, daha sevimli ise, o halde Allah, emrini gönderinceye kadar bekleyin.
Allah fâ-sıklar güruhunu hidâyete erdirmez..
Ey
iman edenler, babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız,
akrabalarınız, kazandığınız mallar, eksilmesinden korktu-
(Cûz:
10. Âyet:25) Tevbe Sûresi 67
«unuz
alış verişler, hoşlandığınız evleriniz, köşkleriniz, bağ vo bahçeleriniz sizin
için Allah ile Peygamber'den ve Allah yolunda savaşmaktan daha değerli ise,
Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Yani ölüm gelene kadar bekleyin ki, o
zaman gözünüz açılır, Allah'a ve Resûl'üne muhalefet etmenin cezasını
görürsünüz. Ey iman edenler, Allah'ın ve Peygamber'inin emirlerine itaat edin. Onların
emirlerine muhalefet ederek âsi olmayın. Allah, isyan edenleri asla hidâyete
erdirmez, ancak tevbe edip itaat edenleri hidâyete erdirir ve günahlarını
bağışlar.
Bu
âyet-i celile, mü'minlerin kâfir ve fâsık olan akrabalarıyla bütün ilgilerini
kesmelerine delâlet etmektedir. Eğer bir şehirde küfür ve isyan çoğalır,
mü'minler ona mani olamazlarsa, dinlerinin selâmeti için o beldeyi terk
etmeleri gerekir. Bu âyet, Allah'ın rızasını kazanmak isteyenlerin, küfrün ve
nifakın yaygın olduğu bir beldeyi terk etmelerine işaret etmektedir. Çünkü
bunda Allah'ın ve Peygamber'inin rızası vardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: *Yâ Muhammed, de ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz,
eşleriniz, aşiretleriniz, kazandığınız mallar, durgunluğa uğramasından korktuğunuz
alış verişler, hoşlandığınız meskenler sizin için Allah ile Peygamberinden,
Allah yolunda savaşmaktan daha değerli, daha sevimli ise, o halde Allah, emrini
gönderinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«And
olsun ki, Allah size birçok savaş yerlerinde, sayınızın çokluğundan hoşlanıp
övündüğünüz, fakat çokluğunuz size bir fayda vermediği, yeryüzü bütün genişliği
ile sizlere dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn gününde
de size yardım
etti.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'nin fethi, İslâm'ı kabul etmeyen
müşriklere ağır gelir. Hele Mekke'de yaşayan He-vâzin kabilesi daha çok
rahatsız olur. Bu kabilenin başkanı Mâlik bin Avf, Sâkıf kabilesini de
kandırarak yanma alır. iki kabils 20 bin kişilik bir kuvvet hazırlarlar.
Başlarına da Mâlik geçer. Niyetleri İslâm'ı yok etmek, putperestliği tekrar
diriltmekti. Bunun için de Müslümanları dağıtmak gerekiyordu. Hevâzin kabilesi
ok atmada mahirdi, bu bakımdan kendilerine çok güveniyorlardı. Mâlik
68 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Ayet: 25}
şair
ruhlu olduğu için şiirleriyle halkı savaşa teşvik eder ve galeyana getirir.
Onlara göre en uygun savaş yeri Huneyn vadisiydi. Mâlik bütün hazırlıklarını
tamamladıktan sonra ordusu ile gelip adı geçen vadinin savaşa elverişli olan
yerinde karargâh kurar. Bütün kadınlarını, çocuklarını ve sürülerini de
birlikte getirirler.
Peygamberimizin
bu gelişmelere seyirci kalması mümkün değildi. Ona lâyık olduğu dersi vermesi
gerekiyordu. Mâlik'in durumunu tetkik etmesi için, Benî Selim kabilesinden
Abdullah bin Ebü Hudarî'yi gönderir. Hudarî Huneyn vadisine gelir
Hevâzinlilerin içine girer ve Mâlik'in onlara şöyle dediğini işitir: «Ey
Hevâzinliler, sizler dörtbin kişisiniz, kılıçlarınızı çekip düşmana
saldırdığınız zaman dörtbin kişiyi birden katledersiniz, sizin karşınızda kimse
duramaz.»' Hudarî döner, durumu olduğu gibi Peygamberimize nakleder, orada
bulunan sahabelerden birisi -Ey Allah'ın Resulü, yemin ederim ki, bizim gücümüz
ve çokluğumuz herkesi mağlûp eder, bugünden sonra artık kimse bize galip
gelemez» der. Peygamberimiz bu söze çok üzülür. Çünkü Peygamberimiz, çokluğuna
değil, Allah'a güveniyordu. Peygamberimiz on iki bin kişilik büyük bir ordu
hazırlar. Bu ordu, bugüne kadar hazırlanan islâm ordularının en büyüğü idi. iki
bini, Mekke'nin fethinde Müslüman olanlardan mü-< teşekkildi. Peygamber,
ordusu ile Huneyn vadisine vanr, karargah kurarken düşman ordusunun ani
baskınına uğrarlar, islâm ordusu berulur ve dağılmaya başlar, Peygamber'in
yanında 80-100 civarında asker kalır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
-And olsun ki, Allah size Bedir'de, Benî Kureyza savaşında, Hayber'in fethinde,
Hendek muharebesinde ve Mekke'nin fethinde yardım etti. Huneyn gününde
sayınızın çokluğundan hoşlanıp övündünüz, düşmanı hakir görüp, bizim
kudretimizi unuttunuz. Fakat çokluğunuz size bir fayda yermediği, yeryüzü bütün
genişliği ile size dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp gittiğiniz Huneyn
gününde de size yardım etti.»
Bu
âyet-i celilede bir kişinin şerrinin büyük bir topluluğa zararı dokunacağına
işaret vardır. Bundan kurtulmak için şerli kimselerden uzak durmak gerekir.
Enes
(r.a.i bu olayı şöyle nakleder: «Peygamber, ordusu ile Huneyn vadisine gelir.
Orası Mekke ile Tâif arasında, yolları dar, vadileri derin, yamaçları sarp olan
bir yerdi. Bizden önce Malik bin Avf in ordusu gelip vadinin üst kısmına
karargâh kurmuştu. Ben bugüne kadar böyle bir kalabalık görmedim, bütün
mallarım, eşlerini, çocuklarını ve sürülerini de alıp gelmişlerdi. Erkekler
Önde saf tutmuş, kadınları arkalarında yer almış, çocukları ve sürüleri
(Cûz:
10. Âyet: 25} Tevbe Sûresi 69
de
daha arkadaydı. Bundan maksatları, erkeklerin kadınları ve mallarını bırakıp
kaçmamasıydı. Biz de vadinin dibindeki dereye indik, karargâhımın kurmaya
çalışıyorduk ki, o anda Mâlik'in ordusu birden üzerimize saldırdı. İslâm
ordusunda bir panik başladı, bu kargaşa esnasında, Mekke'nin fethinde yeni
Müslüman olanlar kaçmaya başladılar. Halbuki onlar savaşa iştirak için,
Peygamber'-den izin istemişler, Peygamber de hiçbir cevap vermemişti. Onlar
kendiliklerinden savaşa iştirak etmişlerdi. Düşmanın ani saldırısı karşısında
kaçmaya başladılar, kendilerini gören diğer Müslümanlar da hiçbir faaliyet
göstermeden kaçtılar. Peygamberimizin yanında ancak 80-100 kadar insan kalır.
Resûlüllah, sağına ve soluna bakarak «Ey Allah'ın ve Resulünün yardımcıları,
neredesiniz? Ben Allah'ın kulu ve Peygamberiyim, bugün sabır günüdür» diyerek
harbisini alır, düşman askerinin karşısına dikilir ve yerden, bir avuç toprak
alarak yüzlerine doğru atar. Mâlik'in ordusunun başı döner, sarhoş gibi
olurlar.» En eş «Allah'a yemin ederim ki, biz bir ok atmadan ve süngü çekmeden
Allahü Teâlâ onları hezimete uğrattı. Ailelerini, çocuklarını ve sürülerini
bırakıp kaçtılar. İslâm ordusu, Peygamber'in yanına tekrar toplandı,
yaptıklarına pişman olup, tevbe etti.» Peygamber, ordusuna yakaladıkları
düşmanı Öldürmesini emretti. Bu savaşta Müslümanlardan dört kişi şehid olmuş,
müşriklerden ise yetmiş kişi ölmüş, birçoğu da esir alınmıştı. Ümmü Selim o gün
karnı üzerine sürünerek savaşmıştı, savaştan kaçan Müslümanlara çok kızıyordu.
Onlar hakkında Peygamberimize «Ey Allah'ın Resulü, seni bırakıp kaçanları
afvetme, müşrikleri katlettiğin gibi, onları da katlet* der. Peygamberimiz •Ey
Ümmü Selim, Allah'ın afvı boldur* der gönlünü alır.
Peygamber
ordusu dağılınca Allahü Teâlâ beş bin melek göndererek Peygamber'ine yardım
eder, müşrik ordusunu hezimete uğratır. Başlangıçta galip gibi gözüken düşman
ordusu mağlûp olur, her şeyini savaş alanında bırakarak kaçar, kimi ölür, kimi
esir düşer. Dağılmakta olan Peygamber ordusu- ise bir anda toplanıp zafere
ulaşır. Böylece Allah mü'minlere yardım eder. Müslümanlar bundan ibret almalı
ve bilmelidirler ki, her şey Ancak Allah'ın yardımıyla -meydana gelir. Allah'ın
yardımı olmadan hiçbir şey olmaz.
Çokluklarına
güvenenler aldanır, azlığına üzülenler yanılırlar. Allahü Teâlâ bunu şöyle
beyan ediyor: «And olsun ki, size birçok savaş yerlerinde, sayınızın
çokluğundan hoşlanıp övündüğünüz, fakat çokluğunuz size bir fayda vermediği,
yeryüzü bütün genişliği İle size dar geldiği, nihayet arka çevirerek dönüp
gittiğiniz Huneyn K ününde de size yardım etti.»
70 TevbB Sûresi (Cûz: 10, Âyet: 25-27)
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
•Bozgundan
sonra Allah, Peygamberine, müminlere sükûnet Terdi ve görmedikleri ordular
indirdi, kâfirleri azaba uğrattı. Kâfirlerin cezası budur.»
«Sonra
Allah, bunun arasından kimi dilerse onun tevbesîni ka-bui eder. Allah çok
yarlığayıa. çok esirgeyicidir.»
İslâm
ordusu Huneyn savaşında düşmanın ani saldırısına uğrayınca, ne yapacağını
şaşırmış, kaçmaya başlamıştı. On iki bin kişilik ordudan Peygamber'in yanında
sadece 80-100 kişi kalmıştı. Allahü Teâlâ o zaman Peygamber'e ve mü'minlere
sükûnet verip, üzerlerine beş bin melek göndermişti. Halbuki ordu onları
göremiyor, ancak onlar düşman ordusunu dağıtıyorlar, kimisini de
öldürüyorlardı. Düşman ordusu neye uğradığını bilmiyordu. Bu, kâfirlerin
dünyadaki cezalarıydı, âhiretteki cezaları ise içinde ebedi kalacakları cehennemdir.
Allahü Teâlâ. bunu şöyle beyan ediyor: «Bozgundan sonra Allah, Peygamberine,
mü'minlere sükûnet verdi ve görmedikleri ordular indirdi, kâfirleri azaba
uğrattı. Kâfirlerin cezası budur. Sonra Allah bunun ardından kimi dilerse, onun
tev-besini kabul eder. Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.»
Bu
âyet-i celîle, büyük günah işleyenlerin kâfir olmadığına delâlet eder. Eğer
büyük günah işleyenler kâfir olsaydılar, Yüce Allah harbten kaçanlara «Ey
mü'minler» diye hitap etmez, «Ey kâfirler- derdi. Allah kimi dilerse, onu doğru
yola. hidâyet eder.
Muhammed
bin Kâ'b bu olayı şöyle nakleder: «Mâlik bin Avf, Huneyn'de hezimete uğrayınca,
üç bin kişilik ordusu ile savaş alanından kaçar. Yolda giderken arkadaşlarına
«Muhammed'in himayesine girip mal sahibi olmak ister misiniz- der. Arkadaşları
derhal kabul ederler. Olumlu cevap alan Mâlik, Peygamberimiz (s.a. v.)'e bir
elçi göndererek Müslüman olacağını, ancak karşılık olarak kendisine ne
vereceğini sordurur. Peygamberimiz, bakıcılarıyla birlikte yüz deve vereceğini
bildirir. Bunun üzerine Mâlik, döner, Peygamberimizin yanına gelir, islâm'ı
kabul eder. Uç-dört gün Müslümanların içinde kalır, onların birbirlerine karşı
sevgi, saygı, itaat
(Cûz:
10. Âyet: 28) Tevbe Sûresi 71
ve
bağlılıklarım görür ve çok etkilenir, kalbi yumuşar. İslâm'a tam manâsıyla
bağlanır. Onun durumundan haberdar olan Peygamberimiz, «Ey Mâlik, seninle
yapmış olduğumuz ahde sadık ol» buyurur. Mâlik «Ey Allah'ın Resulü, ücret
karşılığı Müslüman mı olunur? Ben Hak dini kabul ettim, karşılık olarak hiçbir
şey istemiyorum» der. Malik Müslüman olduktan sonra büyük hizmetlerde bulunur,
Şam'ı fetheder ve Allah'ın rahmetine mazhar olur.
Allah,
gafurdur, müşriklerin İslâm'dan Önceki şirklerini ve gü-günahlarını afveder.
Rahimdir, iman edenlerin işledikleri günahları tevbe ile yok eder. Kullarının
amellerine göre mükâfat ve mü-câzat verir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Ey
İman edenler, müşrikler murdar insanlardır. Artık bu yıldan sonra Mescid-1
Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten kor-karsanız bilin ki, Allah dilerse
sizi bol nimetiyle zenginleştirir. Çünkü Allah gerçek bilicidir, tam hüküm ve
hikmet sahibidir.»
Bu
âyet-i celile de, Hz. Ali (r.a.)'nin Mekkeli müşriklere okumuş olduğu
âyetlerdendir. Yüce Allah müşriklerin necis olduğunu ve Mescid-i Haram'a
yaklaştınlmamasrnı "bildiriyor. Ey iman edenler, müşrikler necistirler,
murdardırlar, pistirler. Bundan sonra Mescid-i Haram'a girmesinler ve tavaf
etmesinler. Böylece Allahü Teâlâ iman etmeyenlerin necis olduğunu ve Allah'ın mescidlerine
giremeyeceklerini bildiriyor. Necaset maddi ve mânevi olmak üzere ikiye
ayrılır. Maddi necaset gözle görülen gazûrat ve benzeri pisliklerdir. Mânevi
necaset ise gözle görülmeyen, fakat gerçekte pis olandır. Kâfirler her ne kadar
maddeten temiz iseler de, manen pistirler. İnsanı manen temizleyen imandır.
Onun içindir ki, Yüce Allah iman etmeyenlerin necis olduğunu bildiriyor ve
şöyle buyuruyor: «Ey iman edenler, müşrikler murdar insanlardır. Artık bu
yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar.»
Mâlik
bin Enes «Kâfirlerin mescidlere, camilere girmesi caiz değildir. Çünkü onlar
necistirler, nitekim cünüp olanların mescidlere girmelerinin caiz olmadığı
gibi» demiştir. İmamı Şafiî (r.a.), kâfirlerin Mescid-i Haram'dan başka
camilere girmesini caiz görmüştür. Çünkü âyetteki yasak sadece Mescid-i Haram'a
mahsustur.
72 Tevbe Sûresi (Cûz: 10, Âyet: 29)
îmam-ı
A'zam'm talebeleri de aynı görüştedirler. Zira Peygamberimizin zamanında gelen
müşrik elçiler Mescid-i Nebevi'de kabul edilirlerdi. Bu olay, kâfirlerin
Mescid-i Haram'dan başka mescidlere girebileceklerine delâlet etmektedir.
Mescid-i Haram'm ise ayrı bir hususiyeti vardır. Mescid-i Haram, Müslümanların
kıblegâhıdır ve İslâm'ın beş şartından biri O'nunla kaimdir, yeryüzünde ilk
yapılan mabeddir. Diğer mescidlenle ise bu Özellikler yoktur.
Allahü
Teâlâ müşrikleri Mescid-i Haram'a girmekten men edince, müşriklerin tacirleri
Müslümanlara gözdağı vermek için «Biz bundan sonra Mekke'ye gelmeyeceğiz,
bakalım size kim yiyecek-giyecek getirecektir» derler. Kafirlerin böyle
söylemeleri Müslümanları kuşkulandırır. Yüce Allah onların gönüllerini
ferahlandırmak için mezkûr âyeti inzal ederek, şöyle buyurur: -Eğer fakirlikten
kor-karsanız bilin ki, Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirir. Çünkü
Allah, gerçek bilicidir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.» Bu müjdeden sonra
Cidde halkı topluca İslâm'ı kabul ederler. Yemenliler, bu âyetin nüzulüne
kadar, Mekke'ye karadan ve denizden yiyecek ve diğer ihtiyaç malları
getiriyorlardı. Ayet nazil olduktan sonra Mekkelilerin bunlara ihtiyacı
kalmamıştı. Zira Allahü Teâlâ, alimdir, kullarının ihtiyacını bilir, hakimdir
hükmüyle arzularım yerine getirir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kendilerine
kltab verilenlerden olup da, Allah ve ahiret günü ne İman etmeyen, Allah İle
Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dini kabul etmeyen kimselerle
ta boyun eğip size İtaat ederek cizyeyi verinceye kadar savaşın.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celllede iman edenlere kimlerle savaşmalarının gerektiğini
bildiriyor. Ey iman edenler, Allah'ın birliğine ve öldükten sonra dirilmeye
iman etmeyenlerle, Allah ile Peygamberinin haram saydığını haram saymayanlarla
ve hak dini kabul etmeyen kimselerle, Müslüman oluncaya kadar veya size boyun
eğip itaat ederek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Kafirlerin
Müslümanlara cizye vermesi, onların üstünlüğünü kabul edip
(Cûz:
10. Âyet: 30) Tevbe Sûresi 73
boyun
eğmelerinden ileri gelir. Bu da, kâfirler için zillet, mü'minler için izzettir.
Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerine ki-tab verilenlerden olup da.
Allah ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah ile Peygamberinin haram kıldığını
haram saymayan, hak dini kabul etmeyen kimselerle ta boyun eğip, size itaat
ederek cizyeyi verinceye kadar savaşın.»
tmam-ı
Fakih (r.a.) kâfirlerle savaş üç şeyden dolayı yapılır demiştir: l — Müslüman
olmaları için, bunlar Arap müşriklerdir, kendilerinden cizye alınmaz. 2 —
Müslüman olmaları veya cizye vermeleri için savaşılır. Bunlar Yahudiler,
Hıristiyanlar ve Mecusi-lerdir. Yahudilerin ve Hıristiyanların hükmü bu âyet
ile sabittir. Mecusilerin hükmü ise (Sünnetün ehlül kitabî) «Bunlara da
Kitabilere tatbik ettiğiniz hükmü tatbik edin» hadisi ile sabittir. 3 — Arap
müşriklerin ve Ehl-i kitabın dışında olanlarla Müslüman olmaları için savaşılır.
Bunlardan cizye almak caiz değildir. Ya Müslüman olurlar veya öldürülürler.
Fakat tmam-ı A'zam ve arkadaşlarına göre bunlardan da cizye alınır, nitekim
mecusilerden de alınmak-tadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
.Yahudiler.
"Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar: «Mesih, Allah'ın
oğludur" dediler. Bu, daha evvel kafir olanların sözlerine benzeterek
ağızlarında geveledikleri süzdür. Allah'dan bulsunlar. Nasıl da uyduruyorlar.»
Yahudiler
vo Hıristiyanlar Allah'a iftira ettiler. Yahudiler Üze-yir (r.a.)'i,
Hıristiyanlar da îsa (a.s.)'yı Allah'ın oğlu kabul ederler. Halbuki onlar da
Allah'ın her şeyden müstağni olduğunu biliyorlardı. Fakat kendilerinden önce
geçen müşriklerin -Ntelekler Allah'ın kızlarıdır» dedikleri gibi, Onlar da
Üzeyir ile tsa (a-s.) Allah'ın oğludur derler.
Yahudilerin
Üzeyir'e Allah'ın oğlu demelerinin sebebi şudur: Üzeyir (a.s.)
îsrailoğullanndandır ve peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Kudüs
Buhtü'n-Nasr tarafından işgal edildiği zartian şehir halkı esir edilir ve
Babil'e sürülür. Hükümdar tarafından Tevrat toplatılır ve yakılır. Daha sonra
Babil tranlılar tarafından işgal edilince, Israiloğullan Kudüs'e gönderilir.
Üzeyir Ca.s.) toir gün
74 Tevbe Sûresi (Cüz: 10. Âyet: 31]
seyahat
ederken Cebrail (a.s.) gelir, nereye gittiğini sorar, o da, ilim tahsil etmeye
gittiğini söyler. Cebrail orada Üzeyir'e Tevrat'ı ezberletir. Tevrat'ı
ezberleyen Üzeyir, Yahudilere döner, ezberlediği Tevrat'ı okur, yazar ve
öğretir. Fakat Yahudiler Üzeyir'in yazdığı ve öğrettiği Tevrat'ın eskisinin
aynısı olup olmadığı hususunda tereddüt ederler. Yahudiler böyle bir şüphe
içinde iken bir küp bulurlar, küpün içinden eski bir Tevrat çıkar. Bu Tevrat
ile Üzeyir (a.s.)'in yazdığı Tevrat'ı karşılaştırırlar, aynısı olduğunu görürler.
Bundan sonra Üzeyir'in Allah'ın oğlu olduğunu söylerler.
Hıristiyanlar
da, Hz. îsa (a.s.)'ya; ölüleri diriltmesinden, körleri gördürmesinden, alaca
hastalığına yakalananları iyi etmesinden ve dilsizleri konuşturmasından dolayı
Allah'ın oğlu demişlerdi.
Denilmiştir
ki, bir şeyi haddinden fazla sevmek kötüdür. Yahudiler Üzeyir (a.s.) hakkında,
Hıristiyanlar da îsa (a.s.) hakkında ifrada kaçtılar ve haklarında mezmum söz
söylediler ve kâfir oldular. Oysa söylediklerinin aslı yoktur. Ve kendilerinden
önceki müşriklerin sözlerine benzer. Onlar da melekler «Allah'ın kızları»
demişlerdi. Allah, bunları helak etsin. Onlar ne de kötü yalan söylüyorlar.
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Yahudiler: "Üzeyir Allah'ın
oğludur" dediler. Hıristiyanlar: "Mesih, Allah'ın oğludur"
dediler. Bu, daha evvel kafir olanların sözlerine benzeterek ağızlarında
geveledikleri sözdür. Allah'dan bulsunlar. Nasıl da uyduruyorlar.»
Allahü
Teâlâ ayet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Bunlar,
Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini, Meryem'in oğlu Mesih'i Tanrılar
edindiler. Halbuki onlar da bir olan Allah'a ibadet etmelerinden başkasıyla emr
olunmamışlardır. O'ndan başka hiçbir Tann yoktur. O, bunların eş tutageldikleri
herşeyden mü-nezzehdir.»
Yahudiler
ve Hıristiyanlar âlimlerini, âbidlerini, din adamlarını ve Meryem'in oğlu
îsa'yı Tanrılar edinmişlerdir. Onları Allah'a eş tutmuşlardır. Halbuki onların
Tanrı edindikleri, Allah'a ibadetten başkasıyla emredilmemişlerdir. Allah
onların eş tuttukları herşeyden münezzehtir. Çünkü herşeyi yaratan O'dur.
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Bunlar, Allah'ı bırakıp bilginlerini,
rahip-
{Cûz:
10. Âyet: 32-33} Tevb© Sûresi 75
terini,
Meryem'in oğlu Mesih'i Taunlar edindiler. Halbuki onlar da bir olan Allah'a
ibadet etmelerinden başkasıyla emr olunmamışlardır. O'ndan başka hiçbir Tanrı
yoktur. O, bunların eş tutageldikleri herşeyden münezzehdir.»
Addi
bin Hatem (r.a.) şöyle nakletmiştik «Peygamberimiz (s. a.v.) bu âyeti okuduğu
zaman derdi ki: "Vallahi bunlar onlara tap-mazlardı. Fakat onlar bilginlerinin,
rahiplerinin helâl dediğine helâl, haram dediklerine de haram derlerdi. Onların
bütün söylediklerine itaat eder, boyun eğerlerdi. Böylece Allah'ın emirlerini
hiçe sayarlar onlarınkine itaat ederlerdi. Hz. îsa da onlara hiçbir zaman
Allah'dan başkasına tapıp, ibadet etmelerini söylememiştir. Benim de, sizin de
ilâhınız, ma'bûdunuz O'dur. O'na ibadet edin, O'ndan başka ma'bûd yoktur. O,
birdir, şeriki, benzeri yoktur, herşeyden münezzehdir. O, hiçbir şeye muhtaç
değildir, herşey O*na muhtaçtır".»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ın
nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu
mutlaka tamamlayacaktır.»
•Müşrikler
hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini doğru
yol ve hak din ile gönderen Allah'-
dır.»
Yahudiler
ve Hıristiyanlar halkı kandırmak için Kelime-i Tev-hid'i şirk sözlerle
karıştırarak, İslâm'ın hükümlerini değiştirmek ve Kur'ân-ı Kertm'i yalanlamak
istemişlerdir. Akıllarınca, islâm'ın hükümlerini değiştirip, Kur'an'ı
yalanlamak suretiyle İslâm nurunu söndürmek istemişlerdi. Halbuki onlar
Allah'ın nurunu asla sön-düremezler. Kâfirler istemeseler de Allah dinini
tamamlayacaktır. O, dinini bütün dinlerden üstün kılmak için peygamberini hak
din ile göndermiştir, insanlar Allah'ın dinine mani olamazlar, onun y&-.
yılmasını önleyemezler, islâm nurunu asla söndüremezler. Çünkü bu dinin
sahibi Allah'dır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'ın nurunu
ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka
tamamlayacaktır. Müşrikler hoşlanmasalar da, dinini bütün dinlerden üstün
kılmak üzere peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'dır.»
«Zamanımızda da islâm'a dil uzatanlar ve hükümlerini değiştirmek isteyenler
vardır. Bugüne ka-
76 Tevbe Sûresi (Cûz: ıo. Âyet: 34)
dar
hiç kimse buna muvaffak olamamış, aksine, inanmayanlar b" e Allah'ın
dininin yeryüzüne yayılmasına yardımcı olmuşlardır.
Allahü
Teala âyet-i oelîlesinde şöyle buyuruyor:
•Ey
iman edenler, hahamların ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını .haksızlıkla
yerler. Allah yolundan alıkoyurlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda
sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.»
Ey
iman edenler, Yahudilerin ve Hıristiyanların din adamlarının çoğu, insanların
mallarını haksızlıkla ve zulmederek yerler, onları Allah yolundan alıkoyarlar.
Allah'ın hükümlerine muhalif hükümlerde bulunurlar, halkı kandırmak için yalan
söylerler. Bunlar için ebedi olmak üzere çok elim bir azab vardır.
Ey
iman edenler, altın ve gümüş biriktirip de, zekatını vermeyenler için çok
şiddetli bir azab vardır. Mal biriktirip de zekatım vermeyenler için çok
şiddetli bir azab vardır. İslâm'ın beş şartından biri de zekâttır. Zekât
Allah'ın emridir, Allah'ın emrine muhalefet edenler, elbette cezalarını
göreceklerdir. Zekatın maddi ve mânevi pek çok faydaları vardır. Allahü Teâla
bunu şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, hahamların ve rahiplerin çoğu,
insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve
gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele,»
. Görülüyor ki, insanları Allah yolundan alıkoyanlarla, zekâtını vermeyenler
aynı âyette zikrediliyor ve cezaları belirtiliyor.
İbn
Abbas (r.a.) âyette geçen «kenz-i şöyle tarif etmiştir: «Zekâtı verilmeyen mala
«kenz» denir. Zekâtı verilen mal, ne kadar5 çok olursa olsun, ona
kenz denmez. Gömülü mala da kenz denmez.» Hz. Ali (r.a.) de kenzi şöyle tarif
etmiştir: «Dört bin dirheme kadar olana nafaka, ondan fazlasına kenz denir.»
Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor; «Malı biriktirip (kenz)
zekâtını vermeyenlere çok acıklı bir azabı müjdele.» Bu âyetin hükmü umumî olup
zekâtını vermeyenlerin elim bir azaba uğrayacaklarına delâlet etmektedir.
(Cûz:
10. Âyet: 35) Tevbe Sûresi 77
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde zekât vermeyenler hakkında şöyle buyuruyor:
«O
günde ki, bunların üstü cehennem ateşinin içinde kızdırılacak da o kimselerin
alınları, böğürleri ve sırtlan bunlarla dağlanacak, "İşte bu, nefisleriniz
için toplayıp sakladıklannızdır. Artık saklayıp biriktirdiğinizi tadın"
denecektir.»
Allahü
Teâlâ kullarına emir ve yasaklarını bildirerek, emirlerine itaat edenlere
mükafat, etmeyenlere de mücâzat vereceğini haber vermiştir. Yüce Allah
kudretinin eseri olarak insanları fiziki yönden farklı yarattığı gibi. maddî
yönden de farklı yaratmıştır. Dünyada'mal biriktirip, fakirleri bundan mahrum
edenler ve Allah'ın emrettiği zekâtı vermeyenler kınanmış ve elim bir azaba
uğrayacakları bildirilmiştir. Biriktirdikleri altın, gümüş ve paraları kıyamet
günü cehennem ateşinde kızdırılarak alınları, göğüsleri ve sırtları dağlanacak,
yakılacaktır. İslam dini servete karşı değildir. Ancak zenginlere, fakirin
hakkını vermeyi emretmiştir. Nefisleri için mal biriktirip de, fakirleri millî
servetten mahrum edenler içindir bu ceza. Azab melekleri onlara «Bu sizin
dünyada biriktirmiş olduğunuz mallarımzdır. Şimdi bunun azabını tadın. Dünyada
bunlara kıyıp Allah'ın emrettiği zekâtı vermezdiniz» diyeceklerdir. Haram
olarak kazanılan ve zekâtı verilmeyen mal, sahibi için ateştir, felâkettir.
Meşru yoldan, kazanılan ve zekâtı verilen mal, sahibi için kurtuluş ve
rahmettir.
tbn
Mes'ûd (r.a.)'dan şöyle rivayet edilmiştir: And olsun ki, Allah'dan başka
ma'bûd yoktur. Kıyamet günü mallarıyla azab olunanların vücudları altın ve
gümüşleri nisbetinde büyür, onlar yan-yana getirilerek vücudlarının her
tarafına yapıştırılır, böylece azab edilir. Çünkü onlar dünyada altın ve
gümüşlerinin çokluğundan hoşlanarak eksilir korkusuyla zekâtlarını vermezlerdi.
Bundan dolayı o biriktirmiş olduklarının hepsiyle cezalandırılırlar. İdrak
sahipleri bundan ibret alarak Allah'ın emirlerine itaat edip, yasaklarından
sakınarak helâl yoldan mal kazanıp zekâtlarını vermelidirler. Böylece
kendilerini cehennem azabından kurtarıp, Allah'ın rızasını kazanmış olurlar.
Allah'ın rızasını kazanmak da ancak emirlerine itaat edip, yasaklarından
sakınmakla olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor;
«Allah'ın
gökleri ve yeri yarattığı günden beri yanında, Allah'ın kitabında ayların
sayısı on ikidir. Onların dördü hürmetli aydır. Bu dosdoğru bir nizamdır.
Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin. Toplu olarak sizinle savaşan
müşriklerle siz de toplu olarak savaşın. Allah'ın sakınanlarla beraber olduğunu
bilin.»
Allahü
Teâlâ, gökleri, yeri, güneşi, ayı, yıldızları, geceyi, gündüzü, günleri, ayları
bir ahenk içinde ve "bir nizam dahilinde yaratmıştır. Bunların hiçbiri
gelişi güzel yaratılmamıştır. Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, ayların
sayısı ne ise bugün de odur. Gökler ve yer yaratıldığı zaman bir yıl da, on iki
ay olarak yaratılmıştır. Ne artmış ve ne de eksilmiştir. Bu, Allah'ın
nizamıdır, kimse değiştiremez. Allah insanların yeryüzünde rahat yaşamaları ve
ibadetlerini tam tekmil yapabilmeleri için bir yılı on iki aya taksim etmiştir.
Düşünebilenler için bunda büyük hikmetler vardır. Eğer bir yıl on iki ay
olmasaydı, oruç tam tutulamaz, zamanında hac yapılamaz, namaz vaktinde
kılınamaz, zekât gereği gibi verilemezdi. Daha doğrusu insanlar yaşadıklarından
bir tat alamazlardı. Allahü Teâlâ bütün mevcudatı insanların istifadesi için
yaratmıştır.
Bu
aylardan dördü haram aylardır, islâm'dan önce ve İslâm'ın bidayetinde Araplar
Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarına son derece saygı gösteriyor, bu
aylarda savaşmıyorlardı. Çünkü bunlar haram aylardı. Allahü Teâlâ şöyle
buyuruyor: «Siz bu aylar içinde günah işleyerek kimseye zulmetmeyin. Zira
zulmedenler ancak kendilerine zulmetmiş olurlar.» Bu demek değildir ki, diğer
aylarda günah işlemek mubahtır. Elbette bütün aylarda yapılan günahlar
haramdır. Fakat bu aylarda yapılan günahlar, diğer aylarda yapılan günahlardan
daha şiddetlidir. Çünkü işlenen günahlarla bu aylara hürmetsizlik edilmektedir.
îçki içmek ve zina etmek her zaman ve her yerde haramdır. Aynı cürüm
mescidlerde işlenirse, günah daha da fazlalaşır. Çünkü bu şekilde mescidlere
hürmetsizlik edilmiş olur. Halbuki mescidlere hürmet yaraşır, terbiyesizlik ve
saygısızlık yakışmaz. Aklı olanlar bundan birçok hüküm çıkarabilirler. Buna
göre hayatlarının her anında Allah'ın emirlerine itaat
(Cûz:
10. Âyet: 37) Tevbe Sûresi 79
edip,
yasaklarından sakınmalıdırlar. îtaat edenler mükâfatını, isyan edenler de
cezalarını mutlaka göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Hürmetli
ayların yerlerini değiştirip geciktirmek küfürde gerçekten ileri gitmektir.
Kâfirler böylece sapıtıyorlar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak
için, onu bir yıl haram, bir yıl helâl sayıyor, böylece Allah'ın haram kıldığım
helâl kılıyorlar. Bu suretle kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah o
kafirler güruhunu hidâyete erdirmez.»
Allahü
Teâlâ'nın haram kıldığı ayları müşrikler kendilerine göre değiştirerek helâl,
helâl kıldığı ayları da haram kılmışlar, böylece hürmetli aylara yer
değiştirtmişlerdir.
lmam-ı
Mücâhid tr.a.) bunu şöyle nakletmiştik «İslâm'dan önce kâfirler yılın her
ayında ikişer yıl hac yapıyorlardı. Şöyle ki: iki yıl Zilhicce ayında, sonra
iki yıl Muharrem ayında, arkasından iki yıl Sefer ayında hac ederlerdi. Böylece
yılın her ayında iki sene üst üste hac etmiş oluyorlardı. Ta ki Ebû Bekir
(r.a.)'in Zilkade ayında yapılan haccın ikinci yılında hac edinceye kadar böyle
devam etmiştir, Ebû Bekir'in haccmı takip eden yıl Peygamberimiz (s.a.v.)
Zilhicce ayında hac ederek şöyle buyurmuştur :
«Elâ
innezzemane kadis'tedâre keheyetihi yevme halekallahü's-
semâvâti
ve'larda. = (Ey insanlar), Allahü Teâlâ'nın gökleri ve yeri yarattığı günden
beri aylar, yıllar böyle devran eder. Hac vakti de ayni minval üzeredir. Bunu
değiştirmemiz veya başka bir aya te'hir etmemiz yasaktır.»
tmam-ı
Süddî (r.a.)'nin rivayetine göre; Kenane kabilesinden Semâdî haram ayların
yerini değiştirir. Araplar bazan haram aylarda da savaşmadan duramazlardı.
Semâdî, Minâ'da halka hitap ederek «Ben size Muharrem ayında savaşmayı helâl
kıldım. Fakat bunun yerine Sefer,ayında savaşmayı haram kıldım, o ayda
savaşmayın» der. Semâdî'ye saygı duyan müşrikler sözüne itimat ederek Muharrem
ayında savaşırlar, Sefer ayında ise savaşı terk ederler. Sonraki yıl bunu
tekrar değiştirerek Muharrem ayında savaşmayı haram, Sefer'de ise helâl kılar. Müşrikler
de onun sözüne gö-
80 Tevbe Sûresi [Cüz: 10. Âyet: 38)
re
hareket ederler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Hürmetli ayların
yerlerini değiştirip geciktirmek küfürde gerçekten ileri gitmektir. Kâfirler
böylece sapıtıyorlar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısına uydurmak için,
onu bir yıl haram, bir yıl helal sayıyor. Böylece Allah'ın haram kıldığını
helâl kılıyorlar. Kötü işleri kendilerine güzel göründü. Allah kafirler
güruhunu hidayete erdirmez.» Allah, ancak küfürden dönüp iman edenleri hidâyete
erdirir, îman etmeyenleri hidâyete erdirmez.
Allahü
Teâlâ ayet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«Ey
iman edenler, size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği
zaman yere çöküp kaldınız? Yoksa âhİreÜ bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz?
Oysa dünya hayatının faideleri ahirete nisbetle pek azdır.»
Bu
ayet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) mü'minlere Tebük
gazvesine çıkmalarını söylemişti. Tebük, Medine ile Şam arasında bir yerin
adıdır. Bizanslılar Arap yarımadasını istilâ etmeyi düşünüyorlardı. Ve bu içi
Suriye'de yaşayan Gassanl-ler'e bırakmışlardı. Hicretin dokuzuncu yılında
Gassanller Bizans kralı Herakliyüs'e Peygamber'in öldüğünü, Hicaz'da büyük bir
kıtlık başladığını ve halkın ayaklandığını bildirerek yardım istemişlerdi.
Herakliyüs onlara 40 bin kişilik bir ordu göndermşiti. O gün için bu çok büyük
bir ordudur. Peygamberimiz durumdan haberdar olur, Bizanslıların böyle bir
hazırlık içinde olduğunu öğrenir, derhal umûmî seferberlik ilan eder. Kısa
zamanda 30 bin kişilik bir ordu toplar. Müslümanları orduya yardıma çağırır,
mü'minler orduya yardım hususunda yanşa girerler. Herkes birbirinden çok
vermeyi arzu eder. Hatta kadınlar bile küpelerini, kolyelerini çıkarır
verirler. Bu, Müslümanların Allah yolundaki fedakârlıklarının ifadesidir.
Böylece 30 bin kişilik ordunun istihkakı hazırlanmış olur. Ordu Peygamber'in
komutası altında Tebük mevkiine kadar gelir, orada konaklarlar. Münafıklar ve
Bedeviler çeşitli özürler beyan ederek Peygamber ordusuna iştirak etmezler,
evlerinde otururlar. Onların ileri sürdüğü özürler, mevsimin yaz olması
sebebiyle çok sıcak oluşu, hasad mevsiminin gelmesi, Suriye'ye kadar olan yo-
(Cûz:
10. Âyet: 39-40) Tevbe Sûresi 81
lun
uzunluğu, Bizans ordusunun çokluğu idi. Bütün bunlardan dolayı gazveye iştirak
etmezler, evlerinde çakılı kalırlar. Bunun üzerine Allahü Teala yukardaki âyeti
inzal eder, gazaya iştirak etmeyenleri zemmedip şöyle buyurur: -Ey iman
edenler, size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın" dendiği zaman
yere çöküp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa
dünya hayâtının faideleri âhirete nisbeüe pek azdır.> -Savaşa iştirak
etmeyenler, havanın çok sıcak oluşundan, Bizans ordusunun çokluğundan ve
mahsullerinin olgunlaştığından bahsederek dünya hayatını tercih edip, âhireti
bırakmışlardır. Halbuki dünya menfaati geçici ve pek azdır, ahiret menfaati ise
ebedi ve çoktur. Aklı olanlar ebedî olanı tercih eder, geçici olanı bırakırlar.
Allahü
Teala savaşa iştirak etmeyenleri tehdit edip şöyle buyurmuştur:
«Eğer
gazaya çıkmazsamz Allah sizi acıkh azaba uğratır. Yerinize sizden başka bir
kavmi getirir. O'na bir şey de yapamazsınız. Allah her şeye kadirdir.»
Ey
iman edenler, eğer siz Peygamberinizle gazaya çıkmazsanız, Allah düşmanlarınızı
üzerinize musallat kılar. Sizi onlarla azablan-dınr veya onlar vasıtasıyla sizi
helak ederek, yerinize sizden daha hayırlı, emirlerine itaatkâr bir kavm
getirir. Siz, Allah'ın ve Peygamberinin, emirlerine muhalefet etmekle, gazaya
gitmemekle, cihadı terk edip evlerinizde oturmakla Allah'a hiçbir zarar
veremezsiniz. Çünkü O, herşeye kadirdir, siz olmadan da peygamberine yardım
eder ve düşmanlarının üzerine galip kılar. Sizi yerlerinizden götürür ve
kendisine itaatkâr bir kavm getirir sizin yerinize. Kimse O'nun kudretinin
önüne geçemez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
(!.
: IH - P. : G
82 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 39-40)
«Peygamber'e
yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler O'nu Mekke'den çıkardıklarında mağarada
bulunan iki kişiden biri olarak Allah O'na yardım etmişti. Arkadaşına:
"Üzülme, Allah bizimledir" diyordu, Allah O'na güven vermiş,
görmediğiniz askerlerle O'nu desteklemiş, kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Ancak
Allah'ın sözü yücedir. Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet
sahibidir.»
Bu
âyet~i celîle Peygamberimiz (s.a.v.) 'in ilâhi yardıma daima mazhar olduğunu
bildiriyor ve hicret olayım anlatıyor. Ey iman edenler, eğer siz Peygamber'e
yardım etmez, O'nunla cihada çık-mazsanız Yüce Allah O'nu yalnız bırakmaz ve
yardımını esirgemez, O'na yardım eder. Nitekim Mekke'den Medine'ye hicret
ettiği zaman da yardım etmişti.
Hicretin
tarihi akışı şöyledir: Peygamberimiz (s.a.v.)'in peygamberliğinin on ikinci
yılı idi. Müşrikler, İslâm'ın yayılmasını ve Müslümanların sayısının artmasını
bir türlü hazmedemiyorlardı. İslâm dini Mekke'nin dışına taşmış, Medine
halkının çoğu Müslüman olmuş, Mekkeli Müslümanların birçoğu da oraya hicret
etmişti. Peygamberlerinin gelmesini de heyecanla bekliyorlardı. Fakat henüz
Peygamber'e hicret izni verilmemişti, onun için Mekke'de bekliyordu. Müşrikler
de olup biteni yakından izliyorlardı, ama İslâm'ın yayılmasına da mani
olamıyorlardı. Onlar, İslâm'ın yayılmasını çok tehlikeli görüyorlardı. Buna bir
çözüm bulmak gerekiyordu. Bu niyetle Ebû Gehil'in başkanlığında toplanırlar,
toplantı çok tartışmalı geçer. Neticede her kabileden birer delikanlı seçip
Peygamberi öldürtmeye karar verirler. Peygamberimiz (s.a.v,), onların böyle bir
karar aldıklarından haberdardır, o sırada hicret emri gelir. Allah'ın Eesûlü,
hicret emrinin geldiğini, yol arkadaşı, sadık dostu Ebû Bekir'e bildirir ve
beraber hicret edeceklerini söyler. Hicret hazırlıkları yapılır, gün
belirlenir. Binek için hazırladıkları iki deveyi Abdullah bin Uraykıt'a teslim
ederler, Ebû Bekir'in oğlu Abdullah'ı müşrikler hakkında, bilgi toplamak için
görevlendirirler, kızı Esma'-ya geceleri mağaraya yemek getirme görevini
verirler, azadlı köle Amir bin Fuhayra'ya da süt getirme vazifesi verilir.
Hicret planı bu şekilde hazırlanır. Hicret edecekleri akşam Peygamberimiz (s.
a.vJ'in evi kırk müşrik tarafından muhasara edilir. Niyetleri Pey-gamber'i
öldürmekti, evden çıkmasını beklerler. Peygamber evinden çıkınca hep birden
üzerine saldıracaklar, bir anda öldürecekler, böylece kim öldürdüye gidecekti.
Peygamberimiz, onları oyalamak için yatağına Hz. Ali'yi yatırır, eline bir avuç
toprak alır, gecenin karanlığında Yasin sûresini okuyarak yüzlerine atar,
aralarından geçip gider. Hiçbiri Peygamber'i göremezler. Peygamberimiz tayin
edl-
(Cûz:
10. Âyet: 40) Tevbe Sûresi 83
len
yere gelir, vefakâr ve samîmi dostu ile buluşur, birlikte Sevr tepesine doğru
yola koyulurlar, gecenin karanlığında. Sevr tepesindeki megaraya ulaşırlar.
Sevr, Mekke'den beş kilometre uzaklıktaydı. Müşrikler sabaha kadar Peygamber*ln
evinin etrafında beklerler, sabah olunca Peygamber'in yatağında Hz. Ali'yi
görürler, şaşkına dönerler, Allah Resûlü'nün evden çıkıp gittiğini öğrenirler,
yakalanması için her tarafa adamlar gönderirler ve büyük mükâfatlar vaad
ederler. Peygamber'i yakalayana mükafat verileceğini duyanlar yollara dökülürler.
Müdlicogullarından Süraka da iz takibinde çok mahirdi, yüz deve mükâfatını
duyunca derhal Peygamber'! aramaya koyulur, onların ayak izlerini Sevr tepesine
kadar takip eder ve tepenin üzerindeki mağaraya girdiklerine kanaat getirir.
Fakat bir de bakar ki, mağaranın ağzı bir örümcek tarafından ağla örülmüş, iki
güvercin gelip yuvalarını yapmışlar, yumurtalarım koymuşlar. Bu manzarayı gören
müşrikler oraya insan girmediği kanaatlim varırlar. Şayet eğilip mağaranın
içine baksalardı onları göreceklerdi. Hiç bakmadan geri dönüp giderler, başka
yerleri aramaya koyulurlar. Bir anda güvercinlerin oraya yuva yapması,
örümceğin ağı ile örmesi Allah'ın kudretidir. Peygamberimiz mağaraya girdikleri
zaman Ebû Bekir sırtından hırkasını çıkarır, yırtar mağaranın bütün deliklerini
tıkar. Sadece iki delik açık kalır, oraya da ayaklarını koyar. O, bunu yapmakla
kendi nefsini düşünmüyor, aziz dostunu düşünüyordu. Bu, Peygamber'e karşı olan
sevginin ve bağlılığın ifadesiydi. Ayağını koyduğu deliklerin birinden yılan ayağını
ısırır, Ebü Bekir ızdıraptan göz yaşı döker, Allah Resulü sebebini sorar. Ebü
Bekir ayağını yılanın ısırdığını söyler, Peygamberimiz mübarek tükürükleriyle
yılanın ısırdığı yeri iyileştirir.
Müşrikler
mağaranın ağzına kadar yaklaşırlar, içerdekiler ayak seslerini duyar. Ebü
Bekir, Peygamber'i görecekler korkusuyla telâşlanır. Peygamberimiz «Korkma,
Allah bizimle beraberdir- buyurarak onu teselli eder. AUahü Teâlâ bunu şöyle
beyan ediyor: -Peygamber'e yardım etmezseniz, bilin ki kâfirler O'nu Mekke'den
çıkardıklarında mağarada bulunan iki kişiden biri olarak Allah O'na yardım
etmişti. Arkadaşına: "Üzülme, Allah bizimledir" diyordu. Allah O'na
güven vermiş, görmediğiniz askerlerle O'nu desteklemiş, kâfirlerin sözünü
alçaltmıştı. Ancak Allah'ın sözü yücedir.*
Mağarada
üç gün-üç gece kalmışlardı. Abdullah geceleri müşriklerin durumunu onlara
bildiriyor. Âmir bin Fuhayra da süt tadıyordu. Müşrikler her tarafı aramışlar,
bir ipucu elde edemeyince İşi biraz gevşetmişlerdi. Bunun üzerine Abdullah bin
Uraykıt be-
84 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 41)
lirlenen
zamanda develeri getirir, Peygamber ve arkadaşı mağaradan çıkarlar, develere
binerek Medine yolunu tutarlar, Abdullah onları herkesin bildiği bir yoldan
değil, sahil yolundan götürür. Allah Resulü v© arkadaşı giderlerken Süraka
yolda onlara yetişir, üzerlerine bir hamle yapar, tam o esnada atının ayağı
sürçer yere yuvarlanır, kalkar atına biner, tam onlara yetişeceği sırada atının
ön ayakları kuma gömülür. Hayvanın kurtulması için Peygamber'-den yardım talep eder
ve geri döneceğini söyler. Peygamberimiz dua eder atı kurtulur, af dileyerek
geri döner ve gelenleri de geri çevirir. Peygamber yoluna devam eder 24 saat
hiç dinlenmeden giderler, 13 günlük yolu 8 günde alırlar. 23 Eylül 622
tarihinde Medine'ye bir saat mesafede olan Küba köyüne ulagırlar. Peygamberimiz
burada 14 gün kalır, ilk mescid olan meşhur Kubâ mescidini inşa ettirir. 14 gün
sonra buradan Medine'ye hareket eden Peygamberimiz Ranunâ denen mevkide ilk
cuma namazını kıldırır. Muhteşem bir merasimle Medine'ye hareket eder ve şehre
girer. Bütün Müslümanlar Medine'ye şeref veren bu misafiri kendi evinde
ağırlamak ister. Fakat, Allah Resulü hiçbirini üzmemek için devesinin başını
boş bırakır, çöktüğü yerde misafir olacağını bildirir. O mübarek hayvan boş bir
arazide çöker, orası bugün Peygamber Mescididir. Yani Ravza-yı Mutahhara'dır.
Oradan kalkar Zeyd oğlu Halid'in evinin kapışma çöker.
Allahü
Teâlâ mü'minlere şöyle buyuruyor:
«İsteyen,
istemeyen hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cîhad
edin. Bilesiniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır.»
Ey
iman edenler, gençleriniz, ihtiyarlarınız, zenginleriniz, fakirleriniz, savaşı
isteyeniniz, istemeyeniniz birlikte savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla,
canlarınızla cihad edin. Şayet bilirseniz bu sizin hakkınızda çok daha
hayırlıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «isteyen, istemeyen hepiniz
savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilesiniz bu
sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır.-
Bu
âyetin hükmü umumîdir. Müslümanların düşmana karşı yekvücut mallarıyla,
canlarıyla savaşmalarına ve Allah yolunda cihad etmelerine delâlet eder.
(Cûz:
10. Âyet: 42-43) Tevbe Sûresi 85
Allahü
Teala âyet-i celüesinde münafıklar için şöyle buyuruyor:
•Eğer
kazanç kolay, yol yakın olsaydı, onlar hemen sana tâbi olurlardı. Fakat
zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi. Onları "Eğer gücümüz yetseydi
her halde biz de sizinle beraber çıkardık" diye Allah'a yemin
edeceklerdir. Bunlar kendilerini helak ediyorlar. Allah, onların yalancı
olduklarını biliyor.»
Bu
âyet-i celîle münafıklar hakkında nazil olmuş, onların yalanlarını ortaya
çıkarmıştır. Münafıklar çeşitli bahaneler uydurarak Tebük seferine iştirak
etmemişlerdi. Allahü Teâla onları zemmederek şöyle buyurmuştur: "Yâ
Muhammed, eğer onlara yakın bir yerde ganimet olduğunu söyleseydin, hemen sana
tâbi olurlardı. Fakat zahmetle gidilecek yol onlara uzak geldi, bunun için de
evlerinden çıkmak istemediler. Sonra da yalanlarım gizlemek için «Eğer gücümüz
yetseydi, her halde biz de sizinle beraber çıkardık-diyerek yalandan Allah'a
yemin ettiler. Böyle yalan yere yemin ederek kendilerini helak ediyorlar.
Allah, onların yalancı olduğunu biliyor." Onların niyeti Peygamber'in
emrine muhalefet ederek savaşa iştirak etmemektir. Allah, kullarının
niyetlerini hakkıyla bilir, ona göre. mükâfat ve mücazat verir.
Allahü
Teâla âyet-i celüesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Hay
Allah afiyet veresice, şu sadık olanlar sana besbelli oluncaya ve sen o
yalancıları büinceye kadar, neden İzin verdin onlara?»
Münafıkların
bir kısmı Tebük seferine gitmemek için Peygamberimizden izin istemişler, özür
beyan ederek yalan, yere yemin etmişlerdi. Halbuki onların hiçbir özürleri
yoktu. Allah'ın Resulü, onların yalan yere yemin ettiklerini bilmiyordu. Yeminlerine
inanarak onlara izin vermişti. Münafıkların yeminlerinin doğruluğunu tetkik
etmeden izin verdiği için, Allahü Teâla sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Allah senin suçunu afvetti. Sen onların özürlerinin doğru olup olmadığını
bilmeden, neden onlara evlerinde oturmak için izin verdin? Onlar da seninle
savaşa gitselerdi ya.»
86 Tevbe Sûresi (Cüz: 10. Âyet: 44-45)
Denilmiştir
ki, Peygamber Cs.a.vJ, Allahü Tealâ'dan izinsiz iki iş yaptı. Allah da
bunlardan dolayı O'nu İtab etti. Fakat afvını îtab-dan önce zikretti. O zaman
mânâ «Allah sana afiyet versin, onlara neden izin verdin?» demektir. Eğer Yüce
Allah, Peygamberine doğrudan «Onlara niçin izin verdin?» diye hitap etseydi, bu
sözün heybetinden dolayı ödünün kopmasından korkulurdu. Fakat Cenâb-ı Hakk'm
lütfü olarak önce afvını bildirip kalbini teskin etmiş, sonra İtap ederek
(Hatta yetebeyyene leke) buyurmuştur. Biri Tebük gazvesine gitmeyen münafıklara
izin vermesi, diğeri de Bedir esirlerinden fidye alınmasıdır. Yüce Allah
ikisini de afvetmiştir. Bundan sonra gelen âyette Allahü Teâlâ mü'minler ile
münafıkların alâmetlerini beyan etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Allah'a
ve ahiret gününe iman etmekte olanlar mallarıyla, canlarıyla savaşmak
istediklerinden ötürü geri kalmak için senden İzin istemezler. Allah takva
sahiplerini çok iyi bilendir.»
«Senden
ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde
bocalayan, kimseler İzin isterler.»
Yâ
Muhammed, Allah'a ve ahiret gününe iman edip mallarıyla, canlarıyla savaşmak
isteyenler geri kalmak için senden asla izin istemezler. Çünkü onlar Allah'a ve
ahiret gününe hakkıyla iman etmişlerdir. Senden izm isteyenler Allah'a ve
ahiret gününe iman etmeyenlerdir. Onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri
gibi, kalbleri de şüphe ve nifakla doludur. Onlar Müslümanların galip geldiğini
asla istemezler, hep hezimete uğramalarını isterler. Bu hallerinden dolayı
tevbe ederek Allah'a ve ahiret gününe iman edip kurtuluşu hiç düşünmezler.
Allahü Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor: «Senden ancak Allah'a ve ahiret
gününe inanmayan, kalbleri şüpheye düşüp şüphelerinde bocalayan kimseler izin
isterler.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münafıklar için şöyle buyuruyor:
•Eğer
savaşa çıkmak isteselerdi, bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah davranışlarını
beğenmedi de onları alıkoydu. Onlaraı "Oturun, oturanlarla beraber"
denildi.»
Yâ
Muhammed, onlar eğer seninle savaşa gitmek isteselerdi, kendileri için silâh
tedarik ederler ve savaş hazırlıkları yaparlardı. Böyle bir hazırlıkta
bulunmayışları, seninle savaşa İştirak etmeyeceklerine delâlet eder. Hal
böyleyken özür beyan ederek yalan yere yemin ederler. Onların hıyanetlerinden
ve kötü niyetlerinden dolayı Allah, onları seninle savaşa gitmekten
alıkoymuştur. Bunun için de «Acizlerle beraber oturun» denilmiştir. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer savaşa çıkmak isteselerdi bir hazırlık
yaparlardı. Fakat Allah davranışlarını beğenmedi de onları alıkoydu. Onlara:
"Oturun, oturanlarla beraber1' denildi.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde göyle buyuruyor:
E* * .
t
-Eğer
aranızda savaşa çıkmış olsalardı, ancak sizi bozmaya çalışırlar ve fitneye
düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizde onlara kulak verenler var. Allah
zalimleri çok iyi bilendir.»
Yâ
Muhammed, eğer münafıklar sizinle savaşa çiksalardı, sizin aranızı bozmaya ve
fitneye düşürmeye çalışırlardı. Onlar ancak aranıza fitne sokarlardı, ondan
başka da bir faydaları olmazdı. Münafıkların her zaman görevi budur,
Müslümanlar arasına fitne sokarak, onları çeşitli güruhlara bölmektir.
Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Eğer aranızda savaşa çıkmış olsalardı, ancak
sizi bozmaya çalışırlar ve fitneye düşürmek için aranıza sokulurlardı. İçinizde
onlara kulak verenler var. Allah zâlimleri çok iyi bilendir.» Münafıklar,
Müslümanlar aleyhin* casusluk yaparlar, onların sırlarım başkalarına ifşa
ederlerdi. Peygamber zamanında olduğu gibi, onların durumu bugün de öyledir
Yüce Allah Müslümanların onlara güvenmemelerini ve her zamar. onlara karşı
tedbirli olmalarını muhtelif âyetlerde beyan ediyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münafıklar için şöyle buyuruyor
«And
olsun ki, daha önce de fitne koparmak İstemişlerdi. Sana karşı bir takım işler
çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde hak ortaya çıktı, Allah'ın
emri üstün geldi.»
Münafıklar
her zaman olduğu gibi, Tebük seferinden Önce Uhud muharebesinde de fitne
koparmak istemişlerdi. Bununla da kalmayarak kâfirlerin Peygamber'i katletmesi
için bir takım tuzaklar hazırlamışlardır. Onlar Müslümanların çoğalıp, Allah'ın
dininin yayılmasını istemezlerdi. Bunu istemedikleri halde hak ortaya çıktı,
Allah'ın emri üstün geldi. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: -And olsun ki,
daha önce de fitne koparmak istemişlerdi. Sana karşı bir takım işler
çeviriyorlardı. Sonunda onlar istemedikleri halde hak ortaya çıkfc, Allah'ın
emri üstün geldi.»
Allahü
Te&lâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlardan:
"Bana izin ver. beni fitneye düşürme" diyen vardır. Bilin kî onlar
zaten "fitneye düşmüşlerdi. Cehennem, kafirleri şüphesiz kuşatacaklar.»
Bu
âyet-i celüenin nüzul sebebi şudur: Ced bin Kays münafıklardan biri idi.
Peygamberimiz (s.av.) onu savaşa gitmeye ikna etmişti. Fakat o kavminin
arasında ahlâksızlığı ile tanınmıştı ve kadınlara karşı da büyük bir zaafı
vardı. Bunu bahane ederek Peygamberimiz tsjt.v.)"e -Ey Allah'ın Resulü,
kavmim benim kadınlara karşı ne kadar düşkün olduğumu bilir. Eğer savaşa
gider-.sam tahammül edemeyip. Benî Asfar kızlarıyla zina edebilirim. Beni
savaşa götürerek şehvet fitnesine düşürme» der.
Beni.
Asfar Habeşistanlı biri idi. Daha sonra Rum diyarına geçerek bir kasabanın
meliki olur ve beyaz bir kadınla evlenir. Bu izdivaçtan birkaç kızı olur.
Kendisinin siyah, hanımının beyaz oluşu kızlarında ayrı bir güzellik meydana
getirir. Onların güzelliği etrafa yayılır ve görenleri, büyüler. Kays da
bunları bahane ederek -Ben onları gördüğüm zaman dayanamam, elimi harama
sürerim,
(Cûz:
10. Ayet: 50-52) Tövbe Sûresi 89
bana
izin ver de savaşa gitmeyeyim, evimde oty*«ıtım» der. O zaman bu âyet nazil
olarak şöyle buyurulun «Ya Muhammed, onlardan: "Bana izin ver, beni
fitneye düşürme" diyen vardır. Bilin ki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdi.
Cehennem, kâfirleri şüphesiz ku-şatacaktır.» Münafıklar kendileri fitneye
düştükleri gibi, başkalarını da fitneye düşürmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîllesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Sana
bir İyilik gelince onların fenasına gider. Şayet sana bir kötülük gelirse;
"Biz önceden İhtiyatlı davrandık" derler ve sevinerek dönüp
giderler.»
Münafıklar
hiçbir zaman Müslümanların iyi olmasını istemezler. Onlar için daima kötülük
düşünürler. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Yâ Muhammed, eğer sana bir
iyilik gelirse onların zoruna gider, üzülürler. Şayet sana bir kötülük
dokunursa o zaman bundan çok hoşlanırlar, sevinirler ve "Biz işin böyle olacağını
biliyorduk, onun için ihtiyatlı davrandık" derler.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
,
* ^ t ^
«De
kİı "Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişmez. O, bizim
Mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdırlar".»
Yâ
Muhammed, münafıklara de ki: «Hayır da, şer de ancak Allah'dandır. Allah
dilemedikçe onların hiçbiri olmaz. O, bizim için neyi takdir etmişse o olur. O,
bizim Mevlâmız'dır. Mü'minler yalnız Allah'a güvenirler, O'ndan başkasına asla
güvenmezler. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Allah'ın bizim
için yazdığından başkası asla bize erişemez. O, bizim Mevlamızdır, Onun için
mü'minler yalnız Allah'a güvenip dayanmalıdırlar".»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
90 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 53-54)
•De
ki; "Bize iki iyiden, gazilik ve şehidlikten başka bir şeyin gelmesini mi
bekliyorsunuz? Oysa biz, Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir
azaba uğratmasını bekliyoruz. Haydi siz bekleye durun, doğrusu biz de sizinle
birlikte beklemekteyiz".»
Allahü
Teâlâ dünyevî ve uhrevî bütün nimetlerini kendisine iman edenler için
hazırlamıştır. Allah yolunda atılan her adım karşılıksız kalmayacak, mutlaka
mükâfatlandırılacaktır. Yüce Allah savaşta ölenlere makamların en yükseği olan
şehidlik makamı veriyor, geri kalanları ise gazilik unvanı ile taltif ediyor.
Bunlar Allah katındaki makamların en yücesidir. Bundan dolayı Allahü Teâlâ
sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, münafıklara de ki:
"Bize iki iyiden, gazilik ve şehidlikten başka bir şeyin gelmesini mi
bekliyorsunuz? Oysa Biz, Allah'ın kendi katından veya bizim elimizle sizi bir
azaba uğratmasını bekliyoruz. Haydi siz bekleyedurun, doğrusu biz de sizinle
birlikte beklemekteyiz"» Ey münafıklar, bizim bekleyişimizle sizin
bekleyişiniz arasındaki fark çok büyüktür. Siz bekleyedurun, bakalım hangimiz
kurtuluşa erecektir. Allah daima iman edenlerle beraberdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«De
ki: "Gerek gönül rızasıyla harcayın, gerek istemeyerek. Sizden hiçbiri
kat'iyyen kabul olunmayacaktır. Siz şüphesiz fasık bir güruhsunuz"..
Allah
yolunda münafıkların harcadıklarını Allah asla kabul etmez. Çünkü onlar
gerçekte iman etmemiş fâsık bir gürûhdur. Allah, iman etmeyip emirlerine
muhalefet edenlerin harcadıklarım kabul etmez. Ancak iman edip emirlerine itaat
edenlerin harcadıklarını kabul eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «De
ki: "Gerek gönül rızasıyla harcayın, gerek istemeyerek. Sizden hiçbiri
kat'iyyen kabul olunmayacaktır. Siz şüphesiz fasık bir güruhsunuz".»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münafıkların harcadıklarının niçin kabul olmadığını
şöyle beyan ediyor:
«Verdiklerinin
kabul olunmasına engel olan, Allah'ı ve Pey-
(Cûz:
10. Âyet: 55-56) Tevbe Sûresi 9t
gamberini
inkâr etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri, verdiklerini de istemeye
istemeye vermeleridir.»
Münafıkların
harcadıklarının Allah katında kabul olunmamasının sebebi, onların Allah'ı ve
Peygamberi inkâr etmeleri, namazı üşene üşene kılmaları, verdiklerini de
istemeyerek vermeleridir. Münafıklar zahirde iman etmiş gözükseler bile,
gerçekte iman etmemişlerdir. İman etmeyenlerin yapmış oldukları bütün ameller
boşadır. Yüce Allah bunu söyle beyan ediyor; «Verdiklerinin kabul olunmasına
engel olan, Allah'ı ve Peygamberini inkâr etmeleri, namaza tembel tembel
gelmeleri, verdiklerini de istemeye istemeye vermeleridir.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
•Artık
onların mallan ve çocukları seni imrendirmesin. Allah bunlar sebebiyle onlara
dünya hayatında azab etmek ve canlarının kafir olarak çıkmasını ister.»
Ey
iman edenler, münafıkların mallarının ve çocuklarının çokluğu sizi
imrendirmesin. Siz onların mallarına ve çokluğuna asla imrenmeyin. Allahü Teâlâ
bunlar vasıtasıyla onların dünyadaki azabını artıracak ve canlarını da kâfir
olarak alacaktır. Ey iman edenler, siz daima Allah/dan hayırlı mal ve hayırlı
evlât isteyin. Hayırsız mal, sahibi için yük ve cehennem ateşidir. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Artık onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.
Allah bunlar sebebiyle onlara dünya hayatında azab etmek ve canlarının kâfir
olarak çıkmasını ister.» Onların malı hayırsız maldır, hayırsız maldan sahibine
hayır olmadığı gibi, başkasına da hayır yoktur. Bundan dolayı Yüce Allah onları
mallarıyla cezalandıracaktır.
Allahü
Teâlâ âyeti celilesinde şöyle buyuruyor:
«Sizden
olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Oysa
onlar korkak bir kavimdir.»
Ey
mü'minler, münafıklar sizden olmadıkları halde, sizi kandırmak için sizden olduklarına
dair Allah'a yemin ederler. Onlar Öyle
92 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 57-58)
bir
topluluktur ki, korkularından sizden olduklarını söylerler. Halbuki onlar
sizden değildir, gerçekte de iman etmemişlerdir. Eğer gerçekten iman etmiş
olsalardı, Müslümanların arasında nifak çıkarıp, kötülüklerini İstemezlerdi.
Yüce Allah, münafıkların Müslümanlardan olmadığını bildiriyor ve şöyle
buyuruyor: «Sizden olmadıkları halde, sizinle beraber olduklarına dair Allah'a
yemin ederler. Oysa onlar korkak bir kavimdir.» Allah'a yemin ederek Müslüman
olduklarını söylemeleri yalandır.
AUahü
Teâlâ ayeti celîlesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Bir
sığınak veya bir mağara yahut girecek bir yer bulmuş olsalardı, çarçabuk oraya
yönelirlerdi.»
Ey
iman edenler, münafıkların sizden olmadığına bakınız ki, eğer onlar yeryüzünde
sığınacak bir yer bulsalardı derhal sizden kaçarlar oraya sığınırlardı. Onlar
Müslümanlarla asla beraber olmak istemezler. Bu âyette onların Müslümanlardan
uzak olmayı ne kadar istedikleri ifade edilmektedir. Yüce Allah onlar hakkında
şöyle buyuruyor: -Bir sığınak veya bir mağara yahut girecek bir yer bulmuş
olsalardı, çarçabuk oraya yönelirlerdi.»
Bu
âyet-i celîle münafıkların durumunu olduğu gibi ortaya koyuyor.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sadakalar
hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verirsen hoşnud olurlar, şayet
anlara vermezsen hemen öfkelenirler.»
Bu
âyet-i ceîflenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) Huneyn
ganimetlerini taksim ederken, Zül-Huveysire gelir, küstah bir tavırla: «Ey
Allah'ın Resulü, adaletle taksim et* der. Peygamberimiz onun bu sözüne üzülerek
«Ben adaletle taksim etmeyeceğim de kim taksim edecek?» buyurur.
O
anda Hz. Ömer de Peygamberimizin yanındadır. Huveysire'-nin sözüne çok üzülür
ve boynunu vurmak için Peygamberimizden izin ister. Peygamberimiz, Hz. Ömer'e
müsaade etmez ve şöyle bu-
(Cûz:
10. Âyet:59-60) Tevbe Sûresi 93
yurur:
«Onun yandaşları sizin namazlarınızı ve oruçlarınızı hakir görürler, kendi
namaz ve oruçlarını daha üstün kılarlar. Böylece ok yaydan çıktığı gibi dinden
çıkarlar. Onların içinde, göğsünün biri kadın göğsü gibi olan siyah biri
vardır, fetret zamanı insanların arasına çıkar.» Bu âyet Zül-Huveysire ve
hadiste zikredilenler hakkında nazil olmuştur. Yüce Allah onlar hakkında şöyle
buyuruyor: «Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verirsen
hoşnud olurlar, vermezsen hemen öfkelenirler.»
Ebû
Said Cr.a.), -Peygamber (s.a.v.) bu sözü söylerken Ali ile ben de yanındaydım.
Ali daha sonra onları katletti» demiştir. Peygamberimiz Huneyn gazvesinde elde
edilen ganimetleri taksim ederken Mekke'nin fethinden sonra, Müslüman olanlara
islâm'a ısınmaları için taksimde bir miktar daha fazla vermiştir. Peygamber'in
bu taksimi münafıkların hoşuna gitmemiştir. Fazlalığı kendileri almak
istemişler, bundan dolayı Peygamber'e dil uzatmışlardır.
Allahü
Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Halbuki
onlar, Allah ile Peygamberinin verdiğine kanaat ederek: "Allah bize yeter.
Allah bize lütuf ve kereminden daha fazlasını ihsan edecek. Peygamberi de
verecek" deselerdi, haklarında daha hayırlı olurdu.»
Eğer
onlar Allahü Teâlâ'nın verdiğine ve Peygamber'in taksimine razı olsalardı
kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah kanaat edenlere lütfundan, kereminden
çok daha fazlasını verir. Çünkü her şey Allah'ın kudretindedir, gökleri, yeri
ve bunların arasındaki herşeyi kulları için yaratmıştır. Allah'ın kendilerine
verdiğine razı olmayanlar, verilen nimetlere nankörlük yaptıkları için ceza
göreceklerdir. Yüce Allah söyle buyuruyor: -Halbuki onlar, Allah ile
Peygamberinin verdiğine kanaat ederek: "Allah bize yeter. Allah bize lütuf
ve kereminden daha fazlasını ihsan edecek, Peygamberi de verecek"
deselerdi, haklarında daha hayırlı olurdu.»
Allahü
TeAlâ ftyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
94 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 60)
«Zekâtlar
yalnız fakirlere, yoksullara, zekât toplamaya me'mur olanlara, yürekleri hakka
ısınanlara, azad edilecek esirlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda
kalanlara verilir. Allah'ın farzı bu. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve
hikmet sahibidir.»
İslâm'da
ibadet bedenî ve mali olmak üzere ikiye ayrılır. Zekât malî bir ibadet olup,
islâm'ın beş şartından biridir. Zekâtın kimlere verileceği âyet-i celilede
şöyle sıralanmıştır: l — Fakirler. Fakir: Elinde hiçbir şey olmayan kimsedir.
Böyle kimseler hayalarından ve edeblerinden ötürü kimseden bir şey
isteyemezler. 2 — Miskinler. Miskin: Az da olsa elinde bir şeyler olan
kimsedir. Miskin, fakire göre nisbeten iyi durumdadır. Onlar kendi imkânlarıyla
geçinmeye çalışırlar. 3 — Zekât toplayan memurlar. Zekât memurları zengin de
olsalar, mesailerini bu yolda harcadıkları için, toplamış oldukları zekâttan
kendilerine verilir. Ancak sadece mesailerinin karşılığı verilir, fazlası
verilmez. 4 — Müellefe-i kulûb. Müellefe-i ku-lûb: Gönülleri hakka ısınan
kimselerdir. Kendilerini îslâm'a ısındırmak için zekâttan bir hisse de onlara
verilir. Müellefe-i kulûb daha ziyade İslâm'a yeni girmiş kabile reisleri veya
ileri gelenleridir. Peygamberimiz vefat edene kadar bunlara zekâttan hisse
ayırmıştır. Peygamberimizin vefatından sonra da bunu almak istemişler ve bunun
için de Halife Ebû Bekir'e müracaat etmişlerdir. Büyük Ha-. life bu hususta tek
başına karar vermpmek için bir beraat yazarak kendilerine verir ve Hz. Ömer'e
gönderir. Aslında, Ebû Bekir buna tek basma karar verirdi. Ancak onların da
görüşünü alarak Isla-mın istişareye vermiş olduğu önemi ortaya koymuştur. Onlar
Hz. Ömer'e gelirler, beraatı verirler, Ömer ne olduğunu sorar, onlar zekâttan
nasiplerini istediklerini söylerler. Adaletin timsali olan Ömer beraatı yırtar,
öfkelenir ve onlara şöyle haykırır: «Peygamber, kalbinizin İslâm'a ısınması
için bunu size verdi. Şimdi İslâm yücedir, düşmanları üzerine galiptir. Eğer
siz İslâm Üzere olursanız ne âlâ, yok İslâm'dan yüz çevirirseniz, sizinle bizim
aramızı kılıç temizler, biz de sizin boyunlarınızı vururuz.» Ömer'den böylesine
bir azar işiten müellefe-i kulûb, tekrar Ebû Bekir'e dönerek «Halife sen misin,
yoksa Ömer mi» derler. Büyük Halife, Hz. Ömer'in İsabetli görüşüne iştirak ederek
«Ömer ne derse o olur» der onlara bir şey vermez. Böylece müellefe-i kulübün
zekât hissesi kaldırılmış olur. S — Azad edilecek esirler. Esir: Hürriyeti
elinden alınan kimsedir. Esirler bir meta' gibi alınır satılır. Kölelikten
kurtulmak için, efendileriyle muayyen bir para kargılığı anlaşırlar. O parayı
efendilerine verdikleri takdirde hürriyetlerine kavuşurlar. Mü-kâtebe adı
verilen bu köleleri hürriyetlerine kavuşturmak için, ken-
(Cûz:
10. Ayet: 61) Tevbe Sûresi 95
dilerine
zekât verilebilir. Borçlulara, borçlu olan insanlara da zekât verilir, Yalnız
bu borç içki, kumar ve israf borcu olmamalıdır.
İmam-ı
Mücâhid (r.aJ'e göre üç türlü borçlu vardır: 1 — Allah yolunda malının tamamını
harcayarak borçlu düşenler. 2 — Bir felâket neticesinde malı-mülkü yok olup
borçlananlar. 3 — Aile efradının çokluğundan dolayı fakir düşüp borçlananlar.
Bunların hepsine zekât verilir. Imam-ı Mücâhid. bu üç sınıfın dışındaki
borçluları borçlu olarak kabul etmiyor. Allah yolunda olanlara da zekât
verilir. Bunlar harbe gidenler, ilim tahsil edenlerdir. 6 — Misafirler.
Misafir: Memleketinden doksan kilometre uzak bir mesafede bulunanlara denir.
Misafirler namazlarını da seferi olarak kılarlar. Misafirler, memleketlerinde
zengin de olsalar, bulundukları yerde mağdur duruma düşerlerse, kendilerine
zekât verilir. Yüce Allah âyet-i celilesinde kendilerine zekât verilebilecek
olan sekiz sınıf insanı zikretmiştir.
Bazı
tefsirciler, âyette zikredilen sekiz sınıf insanın tamamına zekâtın
verilmesinin şart olduğunu söylemişlerdir. Fakat Hanefî imamları bu sekiz
sınıftan birine veya birkaçına verildiği takdirde farz olan zekât tamam olur
demişlerdir. Yani sekiz sınıfın hepsine zekâtı taksim etmeye gerek yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-İçlerinde
öyle kimseler vardır ki, Peygamber'e eza ederler ve "O, her söyleyeni
dinleyen bir kulaktır" derler. De kit "O, sizin için bir hayır
kulağıdır, Allah'a iman eden ve mü'minlere inanandır. O, içinizden iman edenler
için de bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenler için acıklı bir azab
vardır".»
Ibn
Abbas (r.a.) bu âyet-i celîlenin münafıklardan Callas bin Üveys, Menşer bin
Hüveylid ve Ebû Yaser bin Kays hakkında nazil olduğunu söylemiştir.
Hüveylid
ve Ebû Yaser bir gün Peygamberimizin gıybetini yaparlar. İçlerinden biri
«Bırakın böyle konuşmayı, Peygamber'in söz-lorimizi duymasından korkarım, bu
konuştuklarımız onun kulağına gider» der. Callas «Sen aldırma, biz ona ne
söylersek inanır, yanına gider istediğimizi söyleriz, o da inanır» der. Peygamber'i
kandırmak için aralarında plân hazırlaya dursunlar. Yüce Allah bu
96 Tevbe Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 62-63]
Âyeti
inzal ederek onların yalanlarını meydana çıkarır ve şöyle buyurur: -İçlerinde
öyle kimseler vardır ki, Peygamber'e eza ederler ve "O, her söyleyeni
dinleyen bir kulaktır" derler. De ki: "O, sizin için bir hayır
kulağıdır, Allah'a iman eden ve mü'minlere inanandır, O, içinizden iman edenler
için de bir rahmettir. Allah'ın Resulünü incitenler için en acıklı bir azab
vardır".» Münafıklar, Peygamberimiz hakkında ileri-geri konuşurlar, yanına
geldikleri zaman «Biz böyle bir şey söylemedik» diye de yalan yere yemin
ederlerdi.
Allahü
Teâlâ onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Sizi
hoşnud etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer mü'mln İseler Allah'ı ve Peygamberini
hoşnud etmeleri daha gereklidir.»
Ey
iman edenler, münafıklar sizi hoşnud etmek için, aleyhinizde söylediklerini
inkâr ederek yalan yere Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar bile bile
mü'minleri kandırmak için yalan yere yemin ederler. Eğer onlar gerçekten iman
etmiş olsalardı, Allah'ı ve Peygamberini hoşnud ederlerdi. Onlar nifakı bırakıp
gerçekten iman etmedikçe Allah ve Feygamber'i asla razı olmaz. Yüce Allah, iman
edip ihlâsla amel yapanlardan razı olur. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Sizi hoşnud etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer mü'min iseler Allah'ı ve
Peygamberini hoşnud etmeleri daha gereklidir.»
Allahü
Teâlâ münafıklar için şöyle buyuruyor:
•H&lft
şu hakikati anlamadılar mı kij kim Allah'a ve Peygamberine karşı yan çizerse
ona, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşi vardır. Bu ise en büyük
rusvayhktır.»
O
münafıklar hâlâ şu hakikati anlamıyorlar mı? Kim Allah'ın ve Peygamber'in
emirlerine muhalefet ederse ona, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır.
Bu onlar için en büyük rüsvaylıkür. Onlara verilen bu ceza amellerinin
karşılığıdır. Yüce Allah bunu
[Cüz:
10. Âyet: 64-66] Tevbe Sûresi 97
şöyle
beyan ediyor. -Hâlâ şu hakikati anlamadılar mı ki. kim Allah'a ve Peygamberine
karşı yan çizerse ona, içinde ebedî kalmak üzere, cehennem ateşi vardır. Bu ise
en büyük rüsvayhktir.»
Allahü
Teâlâ âvet-i celîleslnde söyle buyuruyor.
•îki
yüzlüler (münafıklar), kalblerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir
sûrenin tepelerine İndirilmesinden daima endişe ederler. De ki: "Siz alay
edin bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır".»
Allahü
Teâlâ münafıkların kalblerinde gizledikleri şeyleri Peygamberine inzal ettiği
âyetlerle açığa çıkarmıştır. Onlar kalblerinde gizledikleri nifakların
Peygamber tarafından bilinip açığa çıkmasından korkarlardı. Buna rağmen hakka
dönüp nifaktan kurtulmaz-lar ve kendilerinde bir üstünlük görerek Müslümanlarla
alay ederler, onları beğenmezlerdi. Halbuki iki yüzlülüklerinden dolayı
Allah'ın gazabına uğrayanlar da onlardır. Bundan dolayı ebedî içinde
kalacakları elim bir azaba uğrayacaklardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: «İki yüzlüler, kalblerinde olanı kendilerine açıkça haber verecek bir
sûrenin tepelerine indirilmesinden daima endişe ederler. De ki: «Siz alay edin
bakalım, Allah çekindiğiniz şeyi ortaya koyacaktır.»
Allahü
Tealâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«Şayet
onlara soracak olursam "Biz andolsun ki eğlenip oynuyorduk"
diyecekler, de kii "Allah'la, ayetleriyle, Peygamberiyle mi alay
ediyordunuz?"»
«özür
beyan etmeyin. Siz iman ettikten sonra kafir oldunuz. İçinizden bir gurubu
afvetsek bile. bir güruhunuz günahkar olduğundan onu azaba uğratacağız.»
C.:
in — F.: 7
98 Tııvbtt Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 67}
Bu
âyeti celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a,v.) Tebük seferinden döndükten
sonra münafıklardan dört süvari, Re-sûlüllah'ın gıybetini yapar, «Muhammed,
sefere iştirak etmeyen ve Medine'de kalan arkadaşlarımız hakkında âyet indiğini
söylüyor ve ayıplarını meydana çıkarıyor» derler. Böyle bir şey olmaz diyerek
gülerler ve Kur'anfla da alay ederler. O anda Cebrail,
Peygamberimize gelerek münafıkların aleyhinde konuştuklarını ve Kur'an
âyetleriyle alay ettiklerini bildirir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sa.v.),
Ammar bin Yasir'i onlara göndererek neye güldüklerini ve ne ile alay
ettiklerini sordurur. Onlar Ammar'a kendi aralarında şaka ettiklerini,
süvarilerin birbirleriyle böyle şakalar yaptıklarını söylerler. Ammar «Hayır,
yalan söylüyorsunuz. Allah'ın ve Peygamberinin sözü haktır, Allahü Teâlâ sizin
söylediklerinizi Peygamberine bildirdi ve bundan dolayı da size gazab etti»
der. Münafıklar Am-mar'dan bu sözleri duyunca yaptıklarına pişman olurlar,
derhal Peygamberimize koşup Özür dilerler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti
inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, şayet onlara ne konuştuklarını
soracak olursan: "Biz andolsun ki eğlenip oynuyorduk" diyecekler, de
ki: "Allah'la, âyetleriyle, Peygamberiyle mi alay ediyorsunuz? Özür beyan
etmeyin. Siz iman ettikten sonra kâfir oldunuz. İçinizden bir gurubu afvetsek
bile, bir güruhunuz günahkâr olduğundan onu azaba uğratacağız".»
Allahü
Teâlâ iman ettikten sonra günahkâr olanları afveder, bağışlar, iman etmeyenleri
ve imandan sonra tekrar küfre dönenleri asla bağışlamaz. Çünkü küfür afve
manidir. Küfredenler cezalarım mutlaka göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ münafıkların alâmetlerini haber vererek şöyle buyuruyor :
«Münafık
erkekler de, münafık kadınlar da hep birdirler. Onlar kötülüğü teşvik ederler,
iyiliğe engel olurlar. Elleri de sıkıdır, Allah'ı unuttular, bu yüzden Allah da
onları unuttu. Doğrusu İki yüzlüler fâsıklann tâ kendileridir.»
Ey
iman edenler, münafık erkekler ve münafık kadınlar Müslümanlara karşı nifak
çıkarmada hep birdirler. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkararak Allah'ın ve
Peygamberinin emirlerine muha-
[Cûz:
10. Âyet: 68-69) Tevbe Sûresi 99
lefet
ederler. Kötülüğü teşvik edip, iyiliğe mani olurlar. Hayırdan kaçarlar, Allah
yolunda tasaddukta bulunmazlar, Allah'ı unuturlar, emirlerini hiçe sayarlar,
nefsî arzulanılın peşinde koşarlar. Böylece Allah da onları unutur, küfürlerinin
içinde bırakıverir. Ey iman edenler, münafıklar doğrusu iki yüzlülerin,
bozguncuların, fâsıkla-rın tâ kendileridir. Bozgunculuklarının cezasını mutlaka
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ onların görecekleri azabı şöyle beyan ediyor:
«Allah,
münafık erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, ebedî kalacakları cehennem ateşini
hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip
tükenmeyen bir azab vardır.»
Allahü
Teâlâ iki yüzlü erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, içinde ebedi kalacakları cehennem
ateşini hazırlamıştır. Allah'ın bu azabı onlara yeter. Allah kâfirleri de,
nifakçıları da rahmetinden kovmuştur. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır.
Bu, onların inkâr ve nifaklarının cezasıdır. Kâfirler ve münafıklar ebedî
olarak küfür ve nifaklarının cezasını göreceklerdir. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Allah, münafık erkeklere, kadınlara ve kâfirlere, ebedî
kalacakları cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah onları
rahmetinden kovdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azab vardır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Ey
münafıklar, siz, sizden önce daha kuvvetli mallan ve çocuktan daha çok olup,
hisselerince bunlardan faydalanan kimseler gibisiniz. Sizden öncekiler
hisselerince faydalandıkları gibi, siz de hissenizce faydalandınız ve onların
bâtıla daldıkları gibi, siz de daldınız. Onların dünyada da, âhirette de
yaptıkları boşa gitti tste bunlar da ziyana uğrayanların ta kendileridir.»
l()ü Tevba Sûresi {Cûz: MI AvhI: 7(1)
Allahü
Teâlâ münafıkların ve kâfirlerin durumunu, kendilerinden önceki kâfirlere ve
münafıklara benzetiyor. Allah, iman etmeyenleri ve iki yüzlüleri rahmetinden
kovmuştur. Nitekim onlardan önce iman etmeyenleri rahmetinden kovup, helak
etmişti. Yüce Allah yaptıklarına karşılık olarak onları ebedi azaba
uğratacaktır. Ey kâfirler, onlar sizden daha güçlü-kuvvetlL, servetçe daha
zengin, sizden daha çoktur. Buna rağmen onları helak etti, mallarının ve
çocuklarının çokluğu onlara asla fayda vermedi. Güvendiğiniz mallar ve çocuklar
size asla fayda vermeyecek ve Allah'ın azabından kurtaramayacaktır. Onların
yaptıkları dünyada da, âhirette de boşa gittiği gibi, sizin yaptıklarınız da
boşa gidecektir, işte siz de onlar gibi ziyana uğrayanların tâ kendilerisiniz.
İman etmeyenlerin yaptıkları boşadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Onlardan
evvel gelen Nûh, Âd, Semüd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin,
yıkılmış kasabalar halkının haberlerini onlar almadılar mı? Onlara
peygamberleri apaşikâr delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar
kendilerine yazık etmişlerdir.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celilede kâfirlerin dikkatini çekerek, kendilerinden önce geçen
peygamberlerin kavimlerinin helak olduğu gibi, onların da helak olacaklarını
bildirmiştir. Ey kâfirler, sizden evvel gelen Nûh, Ad, Semüd, İbrahim, Medyen
ahalisinin ve yıkılmış kasabalar halkının haberi Kur'an'da size gelmedi mi?
Onlar da sizin gibi peygamberleri yalanlıyorlar ve Allah'ın âyetlerini inkâr
ediyorlardı. Bundan dolayı Allahü Teâlâ Nûh kavmini tufanla. Âd kavmini
rüzgârla, Semûd kavmini depremle, tbrahim (a.s.)'in kavmi Nemrud'u
sivrisinekle, Şuayb (a.s.)'ın kavmi Medyen halkını üzerlerine bulup indirerek,
Lût'un kavmini yere batırıp üzerlerine taş yağdırarak helak etmiştir.
Peygamberleri
onları hakka davet etmek için apaçık delillerle gelmiş, fakat onlar
peygamberlerini ve Allah'ın âyetlerini inkâr etmişlerdir îman yerine küfrü
tercih etmişlerdir. Bundan dolayı Yüce Allah onları çeşitli azablara uğratarak
helak etmiştir. Allahü Teâlâ onlara zulmetmedi, onlar kendilerine zulmettiler.
Onlar Allah'a iman etmedikleri gibi Peygamberini ve âyetlerini de
yalanlamışlar.
:
İO. Ayet: 71) Tevbe Sûresi 101
Bu
inkârlarından dolayı Allah'ın azabına uğradılar. İnkarcılar mutlaka cezalarını
göreceklerdir. Yüce Allah peygamberleri vasıtasıyla her topluma emir ve
yasaklarını, hakkı ve bâtılı, küfür ve imanı bildirmiştir. İman edip,
emirlerine itaat edenlere mükâfat, iman etmeyenlere de en ağır cezayı
yereceğini haber vermiştir. Buna göre iman edenler mükafatını, iman etmeyenler
de cezalarını göreceklerdir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Onlardan
evvel gelen Nûh, Ad, Semûd kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisi-rim,
yıkılmış kasabalar halkının haberlerini onlar almadılar mı? Onlara
peygamberleri apaşikâr delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmemiş, onlar
kendilerine yazık etmişlerdir.»
Allahü
Teâlâ âyeH celilesinde mü'minler hakkında şöyle buyuruyor ;
«Mü'min
erkekler ve mü'mJn kadınlar birbirlerinin vekilidirler. İyiliği emrederler,
kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâta verirler. Allah ve
Resulüne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz
azizdir, hakimdir»
Allahü
Tealâ bu âyet-i celîlede mü'minlerüı özelliklerini beyan ediyor. Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcıları ve
muhafızlarıdır. Onlar iyiliği emrederler, kötülüklerden vazgeçirmeye
çalışırlar. Allah'ın ve Peygamberinin emirlerine itaat ederler. Namazlarını
dosdoğru, kılarlar, zekâtlarını verirler. Daima hakkı tavsiye ederler, haramlardan
sakınırlar, fakirleri-yok-sulları gözetirler. Kimseye zulmetmezler. İşte Allah
bunlara rahmet edecek ve, cennet nimetleriyle mükâfatlandıracaktır. Çünkü
Allahü Teâlâ cennetini iman edenlere, cehennemini de kâfirlere hazırlamıştır.
Yüce Allah, azizdir, kâfirleri cehennem ateşinde cezalandırmakla onlardan
intikamını alır. Hakimdir, iman edenleri cennet nimetleriyle mükâfatlandırmakla
hükmeder.
Ebû
Saidi'l-Farabî (r.a.) 'den şöyle nakledilmiştir: «Allahü Teâlâ bu vasıfları
taşıyan mü'minlere beş yerde rahmet eder: 1 — ölüm anmda, mü'min can
çekiştirirken, Yüce Allah ona rahmet ederek ölüm acısı tatdırmaz. 2 — Mü'min
kullarına kabir azabı çektirmez. 3 — Kıyamet günü amel defterleri verildiği
zaman rahmet eder.
102 Tövbe
Sûresi (Cûz: 10. Âyet: 72-73)
—
Mizanda sevaplar ve günahlar tartıldığı zaman rahmet eder.
—
Allah'ın huzuruna hesap vermeye çıktığı zaman rahmet eder.» Yüce Allah bütün
nimetlerini iman eden kullan için yaratmıştır, iman etmeyenler için de elîm bir
azab hazırlamıştır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde iman edenler için şöyle buyuruyor :
«Allah
mümin erkeklere ve mümin kadınlara, ebedî kalacakları, altlarından ırmaklar
akan cennetler, Adn cennetlerinde gayet güzel meskenler vaadetmiştir. En büyük
şey Allah'ın rızasıdır. İşte büyük kurtuluş budur.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celîlede mü'minlere ihsan edeceği nimetleri bildiriyor. Yüce
Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebedî kalacakları ve
altlarından ırmaklar akan cennetler, Adn cennetleri içinde inciden ve yakuttan
yapılmış köşkler, meskenler vaadetmiştir. Ey mü'minler, en. büyük mükafat
Allah'ın rızasını kazanmaktır, îşte büyük kurtuluş budur. Allah'ın rızasını
kazananlar ebedi kurtuluş ve saadete kavuşmuşlardır. Mü'minler için bundan daha
büyük mükafat olamaz. Yüce Allah iman edip, emirlerine itaat edenlerden razı
olur. tman etmeyenlerden asla razı olmaz. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, ebedî kalacakları, altlarından
ırmaklar akan cennetler, Adn cennetlerinde gayet güzel meskenler vaadetmiştir.
En büyük şey Allah'ın rızasıdır. İşte büyük kurtuluş budur.»
Ömer
(r.a.) bir gün hutbe okurken şöyle der: -Ey mü'minler, siz And cennetinin ne
olduğunu biliyor musunuz? O, cennetin içinde altından yapılmış beşyüz bin
kapısı ve her kapıda yirmi beşbin nöbetçi melek bulunan bir şehirdir. Oraya
ancak peygamberler, şe-hidler ve peygamber dostları girer, onlardan başkası
giremez.» Burası cennette özel bir makamdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Ey
Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Karşılarında çetin ol. Onların yurdu cehennemdir. O, ne kötü bir
dönüş yeridir.»
[Cüz:
ıo. Âyet: 74) Tevbe Sûresi 103
Ey
Muhammed, kâfirlerle ve münafıklarla iman edinceye kadar savaş. Karşılarında
çetin ol, onlara boyun eğme. Onların ebedî yurdu cehennemdir. Orası ne kötü bir
dönüş yeridir. Yüce Allah iman etmeyenler için elim bir azab hazırlamıştır. Bu,
onların inkâr ve küfürlerinin cezasıdır. İman etmeyenler elbette cezalarım
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar için şöyle buyuruyor:
-Andolsun
ki, Müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken,
söylemediklerine Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler.
Allah ve Peygamber'! bol nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya
kalktılar. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz
çevirirlerse, Allah onları dünya ve âhirette can yakıcı azaba uğratır. Onların
yeryüzünde bir dost ve yardımcıları bulunmaz.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün Tebük'te
hutbe okuyup va'z eder. Münafıklardan bahseder. Onların necis olduğunu söyler.
Bunu duyan münafıklardan Callas bin Süveylid -Eğer Muhammed'in dedikleri doğru
ise, ben essek olayım ve ondan da daha aşağı olayım» der. Ona cevap veren Amr
bin Kays, «Vallahi Muhammed'in söyledikleri haktır, doğrudur. Sen eşşekten daha
kötüsün» der. Bunun üzerine birlikte Peygamberimizin huzuruna gelirler, Amr,
olup-bitenleri anlatır. Fakat Callas söylediklerini inkâr eder ve «Amr bana
iftira ediyor, ben böyle bir şey söylemedim» der. Bunun üzerine Peygamberimiz
hangisinin doğru konuştuğunu öğrenmek için minberin önünde kendilerine yemin
teklifinde bulunur. Callas böyle bir şey söylemediğine derhal yemin eder. Amr,
yalan söylemediğine, Callas'ın bu sözleri söylediğine ve ona iftira etmediğine
yemin eder ve ellerini kaldırarak «Ey Rabbim, Peygamberine hangimizin doğru
olduğunu bildir» diye duâ eder, Peygamberimiz de yanında bulunanlarla beraber
âmin der. Cemaat oradan dağılmadan Cebrail yukardaki âyeti getirir ve:
-Andolsun ki, Müslüman olduktan sonra inkâr edip küfür sözünü söylemişler iken,
söylemediklerine Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler.»
Münafıklar, Callas'ın suçunu Peygam-
104 Tevbe
Sûresi (Cûs: t (I A yel /n /»)
berimize
söylediği için Amr bin Kays'ı öldürmeye teşebbüs ederler, ancak başarılı
olamazlar.
Peygamberimiz
(s.a.v.) Medine'ye gelmeden ftnoe halk fakir ve yoksul idi. Efendimizin
teşrifiyle Allah lütfetti vb Medine halkı zenginleşti, mal-mülk sahibi oldular.
Bu zenginliğin Peygamber bereketi olduğunu onlar da biliyorlardı. Bu defa
münafıklar Peygamberimizin aleyhinde dedi-kodu etmeye başlarlar. Halbuki Allahü
Te-âlâ, Peygamber'i vasıtasıyla onları zengin kılmıştı. Bunu bilmezler,
bilmedikleri gibi de bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber'i
çekemezler. Çünkü küfür ve nifakları buna manidir. Şayet onlar küfür ve
nifaklarından dönüp tevbe etmlg olsalardı, kendileri için çok daha hayırlı
olurdu. Eğer bundan yüz çevirirlerse Allah onları dünya ve ahirette şiddetli
azaba uğratır. Allah'ın azabından onları kurtaracak hiçbir yardımcıları da
yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Andolsun ki, Müslüman olduktan
sonra inkâr edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemediklerine Allah'a yemin
ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler. Allah ve Peygamber'i bol
nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse
kendileri için hayırlı olur. Şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve
âhirette can yakıcı azaba uğratır. Onların yeryüzünde bir dost ve yardımcıları
bulunmaz.»
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Aralarında
"Allah bize bol nimetinden verecek olursa, andolsun ki, sadaka vereceğiz
ve İyilerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiş olanlar vardır.»
«Allah
onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz çevirdiler. Onlar zaten
dönektirler.»
Bu
ayet-i-twlîle Salebe hakkında nazil olmuştur. Salebe, Ensâr'-dandı ve çok fakir
biri idi. Peygamber'in müdavim cemaatı idi. Mescidden ayrılmazdı. Bir gün
Peygamberimize gelerek «Ey Allah'ın Resulü, benim için Allah'a dua et de, bana
bol rızık versin» der. Peygamberimiz (s.a.v.), Salebe'nin bu sözünden hoşlanmaz
*Yâ Salebe, şükrünü ödeyeceğin az mal, şükrünü Ödeyemeyeceğin çok maldan daha
hayırlıdır* buyurur. Salebe bundan bir şey anlamaz tekrar «JEy Allah'ın Resulü,
Allah'a dua et de bana bol rızık versin»
(Cûb:
10. Ayet:76) Tevbe Sûresi 105
der.
Bu defa Yüce Peygamber «Ey Salebe, Allah'ın Resulü ile olmaktan hoglanmaz mısm?
Eğer dileseydim, Allahü Teâlâ benim için bir dağı altın, bir dağı da gümüş
yapar akıtırdı. Fakat ben istemedim, buyurur. Aslında Salebe için Resûlüllah'ın
sözleri büyük bir öğüt ve kurtuluştu. Fakat Salebe'nin gözünü mal hırsı
bürümüştü, bütün arzusu mal biriktirip, zengin olmaktı. Biriktireceği mal kendisi
için hayırlı olur mu, olmaz mı orasını hiç düşünmüyor ve haline şükretmiyordu.
Haline şükredip, Mevlâ'dan hayırlısını istemiyordu. Sadece zengin olmak
istiyordu. Halbuki Peygamber tarafından iki defa ikaz edilmişti. Buna rağmen
yine ısrar ediyor ve şöyle diyordu: «Ey Allah'ın Resulü, benim için Allah'a duâ
et, eğer Allah bana mal verirse vallahi o malın zekâtını hakkıyla vereceğim,
kimsenin hakkını bırakmayacağım.* Salebe ısrarından vazgeçmeyince,
Peygamberimiz ellerini kaldırıp «Ey Rabbim, Salebe'ye bol nzık ihsan et» diye
duâ eder. Bundan sonra Salebe bir koyun alır, o koyun çoğaldıkça çoğalır,
Medine'nin otlaklarına sığmaz, dar gelir. Salebe koyunlanyla Medine'nin dışına
çıkmak zorunda kalır. Medine'nin dışına çıkınca cemaata zorlukla yetişmeye
başlar, Peygamber meclisinden de uzaklaşır. Koyunların sayısı arttıkça şehirden
biraz: daha uzaklaşma ihtiyacını hisseder ve bu defa cemaate hiç gelemez, öyle
bir an gelir ki. Salebe cuma namazını da terk eder, artık namaza gelemez olur.
Fakat arzusuna kavuşmuş, malı çoğalmıştı.
Günler,
haftalar, aylar geçiyor Peygamber meclisine uğramı-yor, sürüleriyle meşgul
oluyordu. Gelip-geçenlerden Peygamber'! soruyordu. Bu sırada zekât âyeti
gelmiş, Peygamberimiz biri Ensar'-dan, biri de Beni Selim kabilesinden iki
kişiyi zekât memuru tayin etmişti. Bu iki zat, Peygamber'in emriyle
zenginlerden zekât top-luyorlardı, sıra Salebe'ye gelmişti. Salebe, onları
oyalamak için «Gidin herkesten toplayın, en son bana gelin» der. O iki zat da
öyle yaparlar, herkesten toplarlar, en son ona gelirler. Salebe «Zekât memuru
olduğunuza dair beratınızı göreyim» der. Onlar beratlarım gösterirler, inanmaz
ve şöyle der: «Bu zekât toplamak için değil, kif firlerden cizye almak
içindir, halbuki ben Müslümanım, Müslüman cizye vermez.» Böylece Allah'ın ve
Peygamberinin emri olan zekâtı vermez, onların emrine karşı gelir. Zekât
memurları, Salebe'nin bu hareketi karşısında söyleyecek bir şey bulamazlar,
dönüp Peygamber'in yanına gelirler, o anda yukardaki âyet-i celfle nazil olur
ve şöyle buyurulur: «Aralarında "Allah bize bol nimetinden verecek olursa,
andolsun ki, sadaka vereceğiz ve iyilerden olacağız" diye Allah'a ahdetmiş
olanlar vardır. Allah onlara bol nimetinden verince, cimrilik ettiler, yüz
çevirdiler. Onlar zaten dönektirler.»
106 Tevbe
Sûresi [Cûz: 10. Âyet: 77-78)
Salebe,
hakkında âyet geldiğini öğrenince zekâtını vermek için Peygamberimize gelir,
Peygamberimiz zekâtını kabul etmez. Peygamberimizin vefatından sonra Ebû
Bekir'in halifeliği zamanında ona gelir, o da kabul etmez. Hz, Ömer'in halifeliği
zamanında ona gelir, o da kabul etmez. Çok geçmez Salebe'nin koyunları elinden
gider, hepsi yok olur, o debdebeli hayat biter, Ömer zamanında Medine'de fakr u
zaruret içinde ölür. Zekâtı verilmeyen mal bir gün mutlaka yok olacaktır. Çünkü
zekât Allah'ın emridir, Allah'ın emrine itaat edenler mükafatlarını, isyan
edenlerse cezalarını mutlaka göreceklerdir.
Allahû
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'a
verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O'nunla
karşılaşacakları güne kadar Allah münafıklığı kalblerine yerleştirdi.»
«Bunlar
bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli düşüncelerine, gizli toplantılarına,
vakıftır ve O'nun gizli şeyleri çok İyi bilen olduğu şüphesizdir .>
Allahü
Teâlâ münafıkların kalbine îman yerine nifakı yerleştirmiştir. Çünkü onlar
sözlerinde durmayarak, yalan söylemişlerdir. Zira onlar bir zamanlar -Eğer
Allah bize mal verirse, zekâtını mutlaka vereceğiz» demişlerdi. Yüce Allah,
onlara istedikleri malı vermiş, fakat onlar zekâtlarını vermeyerek ahidlerini
bozmuşlar, yalan söylemişlerdir, Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Allah'a
verdikleri sözden caydıkları ve yalancı oldukları için, O'nunla karşılaşacakları
güne kadar Allah münafıklığı kalblerine yerleştirdi. Bunlar bilmiyorlar mı ki,
Allah onların gizli düşüncelerine, gizli toplantılarına vâkıftır ve O'nun gizli
şeyleri çok iyi bilen olduğu şüphesizdir.» Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v.)
şu üç haslet kendisinde bulunan münafıktır buyurmuştur: «i — Yalan söyleyen, 2
Sözünden
dönen, 3 — Kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona ihanet eden.» Görülüyor
ki, yalan söyleyenler veya sözünden dönenler kendilerine yazık ediyorlar,
Allahü
Teâlâ âyeti celllesinde şöy'e buyuruyorı
(Cûz:
10. Âyet: 79) Tevbe Sûresi 107
•Sadaka
vermekte gönülden davranan mü'minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği
kadar verebilenlerle alay eden kimselere davranışlarının cezasına Allah verir.
Onlar için pek acıklı bir azab vardır.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur; Peygamberimiz (s.a.v.), Tebük seferine
çıkmadan önce, Müslümanları orduya yardıma davet etmişti. Sahabe orduya yardıma
adetâ yarışa girmişti. Kimi malının tamamını, kimi yarısını, kimi üçte birini
veriyordu. Abdurrah-man bin Avf da dört bin dirhem getirmiş orduya yardım
etmişti. (Bir dirhem 4.8 gr.dır). Peygamberimiz, ona *Ne çok getirdin?
Çc-luk-çocuguna da bir şey bıraktın mı?» der. Abdurrahman «Ey Allah'ın Resulü,
sekiz bin dirhemimiz vardı, bunun dört binini Allah'a ödünç verdim, geri
kalanını da kendim için bıraktım» diye cevap verir. Abdurrahman'ın samimiyetinden
ve cömertliğinden memnun olan Peygamberimiz «Allah senin bereketini artırsın»
diye duâ eder. Peygamber duası alan bir insanın sırtı asla yere gelmez, Yüce
Allah o kulunu hiçbir zaman mahcup etmez. Bundan sonra Abdur-rahraan bin Avf in
o kadar mah-mülkü olur ki, ölüm döşeğinde üç hanımından birini boşadığı zaman
ona mehir bedeli olarak iki yüz bin dirhemden daha fazla para vermiştir.
Asım
bin Addı de orduya yetmiş ölçek hurma bağışlamıştır. Sahabeden her biri güçleri
nisbetinde yardımda bulunuyorlardı. Ebû Akil bin Kays da bir ölçek hurma
getirmiş -Ben bu gece iki ölçek hurmaya çalıştım, birini Rabbime ödünç verdim,
bir ölçeğini de çocuklarıma bıraktım» demiştir. Peygamberimiz de onun hurmasını
diğer hurmalara karıştırmıştı. Münafıklardan bir topluluk onların bu
davranışlarını görürler, söylediklerini duyarlar ve aralarında onları alaya
alarak «Abdurrahman ve Asım, Allah'a sadaka veriyorlar, Allah'ın bunların
sadakasına ne ihtiyacı var? Ukayl de bir ölçek hurmasını Allah'a ödünç veriyor»
demişlerdir. Münafıklar alaylı alaylı aralarında böyle konuşurken, Yüce Allah
mezkûr ayeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Sadaka vermekte gönülden davranan
mü'minlere dil uzatan ve ancak ellerinden geldiği kadar verenlerle alay eden
kimselere davranışlarının cezasını Allah verir. Onlar için pek acıklı bir azab
vardır.» Bu âyet nazil olduktan sonra münafıklar hatâlarını anlamışlar,
Peygamberimize gelerek Ey Allah'ın Resulü, bizim için Allahü Teâla'dan mağfiret
dile» demişler-
108 Tevbe
Sûresi (Cüz: 10. Ayet: 80-82)
dir.
Lâkin Yüce Mevlâ, Peygamber'in onlar için mağfiret dilemesine müsaade etmez.
Allahü
Teâlâ onlar hakkında sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Onların
bağışlanmalarını ister dile, ister dileme. Yetmiş kere bağışlanmalarını dilesen
yine Allah onları bağışlamayacaklar. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü inkar
ederek kâfir oldular. Allah fâsıklar güruhuna hidâyet etmez.»
Allahü
Teâlâ kâfirlerin ve fâsıkların bağışlanmayacaklarını bildiriyor ve sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, münafıkların bağışlanmalarını ister
dile, ister dileme, yetmiş defa bağışlanmalarını dilesen de yine Allah onları
bağışlamayacaklar. Çünkü onlar kalben Allah'ı ve Resulünü inkâr etmişlerdir.
Allah inkarcıları asla bağışlayıp hidâyete erdirmez. Eğer onlar gerçekten iman
etmiş olsalardı, Yüce Allah elbette günahlarını afveder, kusurlarını
bağışlardı. Onlar gerçekten iman etmeyip, mü'minleri kandırmak için dil ile
iman ettiklerini söylemişlerdir. Halbuki dillerinin söylediğini kalbleri tasdik
etmemiştir.
Allahü
Teâlâ âyeti celilesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Allah'ın
Peygamberine muhalefet için savaşa gitmeyenler, oturup kalmalarına sevindiler.
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla^çi-had etmeyi çirkin gördüler ve-, "Bu
sıcakta harbe çıkmayın" dediler. De kiı "Cehennem ateşi daha
sıcaktır," Keşke buseydiler.»
-Artık
onlar,,yaptıklarının cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.»
Peygamber
(s.a.v.) ile Tebük seferine çıkmayan münafıklar, evlerinde oturup kaldıkları
için sevinmişler, savaşa iştirak etmemekle Peygamber'e muhalefet / etmişler,
Allah yolunda mallarıyla, can-
(Cûss:
10. Ayet: 83) Tevbe Sûresi 109
lanyla
cihad etmeyi çirkin görmüşlerdi. Bununla da kalmayarak savaşa iştirak edenlere
mani olmak için «Bu sıcakta harbe çıkmayın» demişlerdi. Halbuki Allah'ın ve Peygamberinin
emirlerine muhalefet edenler için cehennem ateşi daha sıcak, daha yakıcıdır.
Onlar nifak ve küfürlerinin cezası olarak ebedî olarak orada kalacaklardır.
Bundan dolayı az gülsünler, çok ağlasınlar. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Allah'ın Peygamberine muhalefet için savaşa gitmeyenler, oturup kalmalarına
sevindiler. Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad etmeyi çirkin gördüler
ve: "Bu sıcakta harbe çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi
daha sıcaktır," Keşke buseydiler. Artık onlar yaptıklarının cezası olarak
az gülsünler, çok ağlasınlar.»
Amr
bin Şûrahbil'den şöyle rivayet edilmiştir: -Peygamberimiz (s.a.v.) bir gün
Kureyş'den bir topluluğa uğrar, aralarında Ebû Cehil ve Utbe gibi Peygamber'in
azılı düşmanları da vardı. Ebû Cehil, Peygamberimizi görünce Utbe"ye «Ey
Abdi Menâfoğullan, bu sizin peygamberinizdir* der. Utbe de ona «Ey Ebâ Cehil,
sen neden bizim içimizden bir peygamber veya bir melik gelmesini kabul
etmiyorsun?» der. Peygamberimiz, aralarında bu şekilde konuştuklarım işitir ve
«Ey Utbe, sen bu sözleri yaptıklarına tevbe edip, Allah ve Resulünün rızası
için söylemedin. Sadece neseb yönünden söyledin. Ey Ebâ Cehil, şunu iyi bil ki,
senin yanına asla gelmem. Fakat üzerinize ibret alacak öyle hâller (musibetler)
gelecek ki, çok ağlayıp, az güleceksiniz. Sonra Kureyşlilere dönerek «Ey Kureyş
topluluğu, vallahi, bu zamanda size gelmezdim. Fakat bu inkâr ettiğiniz dine
girmezseniz başınıza çok musibetler gelecek» demişti. Ku-reyşliler Peygamber'e
hiç cevap vermemişler, sükût etmişlerdi.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Allah
seni onlardan bir topluluğa döndürdüğü zaman, senden savaşa çıkmak için izin
isterlerse de ki: "Benimle asla çıkmayacaksınız. Benim yanımda hiçbir
düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü daha evvelden, oturup kalmaya razı oldunuz.
Artık geri kalanlarla beraber oturun'*.*
Allahü
Teâlâ, Peygamberine Tebük seferine iştirak etmeyen mü-
110 Tevbe
Sûresi [Cüz: 10. Ayet: 84-85)
nâfıkların
kendisiyle birlikte başka bir savaşa gitmelerine müsaade etmemesini emrediyor
ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, Te-bük'ten döndüğün zaman münafıklar gelip
senden savaşa çıkmak için izin isterlerse de ki: "Benimle asla savaşa
çıkmayacaksınız ve benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmayacaksınız. Çünkü siz, benimle
daha evvel savaşa gitmeyi arzu etmediniz, evlerinizde oturmayı tercih ettiniz.
Artık geri kalanlarla beraber oturun".* Yüce Allah'ın, münafıkların
Peygamber ile savaşa çıkmasını yasaklaması, onların kalben iman etmemelerinden
dolayıdır. Onların kalbleri nifak ve küfürle doludur. Bu bakımdan Müslümanların
hiçbir zaman düşmana karşı galip gelmelerini istemezler.
Allahü
Teâlâ onlar hakkında sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«Onlardan
ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazını
kılma ve kabrinin üzerinde de durma.
Çünkü onlar Allah ile
Peygamberini inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.»
Allahü
Teâlâ, Peygamberine münafıkların cenaze namazını kılmamasını emrediyor ve şöyle
buyuruyor: *Yâ Muhammed, onlardan ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazım kûma
ve kabrinin üzerinde de durma. Çünkü onlar Allah ile Peygamberini inkâr ettiler
ve fâsık olarak öldüler.» Münafıkların cenaze namazının kılınmaması yukarda da
belirtildiği gibi, kalben iman etmediklerinden ve fâsık olarak öldüklerinden
dolayıdır.
îmara-ı
Mukatil (r.a.) bu olayı şöyle nakletmiştir: «Münafıkların restlerinden Abdullah
bin Ubey vefat etmişti. Oğlu, Peygamberimize gelerek "Ey Allah'ın Resulü,
sana and veriyorum, babamın namazını kıl da düşmanları bana güldürme" der.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber, Abdullah'ın oğlunun ısran üzerine
onun namazını kılmaya yönelir. Tam o sırada bu âyet nazil olarak "Onlardan
ölen hiçbir kimsenin kat'iyyen namazını kılma ve kabrinin üzerinde de
durma"» buyuruhnuştur. Bu emri alan Peygamber onun namazını kılmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Mallan ve çocukları steni hayrete düşürmesin. Allah, bunlarla
(Cüz:
10. Âyet: 86-88) Tevbe Sûresi 111
onlara
dünyada azab etmek, onların kâfir olarak canlarını almak İster.»
Ey
iman edenler, kafirlerin ve münafıkların mallarının ve çocuklarının çokluğu
sizi hayrete düşürmesin. Siz sakın onların mallarının çokluğuna ve çocuklarının
fazlalığına imrenmeyin. Yüce Allah, onları malları ve çocukları vasıtasıyla
dünyada da, âhirette de elim bir azaba uğratacaktır. Malları da, evlâtları da
asla onlara fayda vermeyecek ve Allah'ın azabından kendilerini
kurtaramayacaktır. Onlar ebedî olarak küfür ve nifaklarının cezasını
çekeceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«"Allah'a
iman edin ve Peygamberiyle beraber cihada gidin" diye bir sûre inmiş olsa,
içlerinden servet sahibi olanlar senden izin isteyip "Bizi bırak,
oturanlarla beraber kalalım" derler.»
«Onlar
geride kalanlarla beraber kalmaya razı oldular. Kalb-leri mühürlendi. Artık
onlar anlamazlar.»
Kâfirlere
ve münafıklara, -Allah'a iman edin ve Peygamberiyle beraber cihada gidin» diye
bir süre veya bir âyet inmiş olsa, içlerinden servet sahibi olanlar
Peygamber'den izin isteyip -Bizi bırak, geride kalanlarla beraber kalalım»
derler. Peygamberle savaşa çıkmayanlar kadınlar, çocuklar, hastalar, eli silâh
tutamayanlardır. Münafıklar da onlarla kalmaya razı olmuşlardır. Yani kadınlar
gibi evlerinde oturmayı arzu etmişlerdir. Onların kalbleri mühürlendiği için
Allah yolunda cihad etmenin hikmetini ve mükâfatını anlamazlar. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Onlar geride kalanlarla beraber kalmaya razı oldular.
Kalbleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Fakat
Peygamber ve onun maiyetinde bulunan mtt'mlnler, mal-
112 Tevbe
Sûresi [Cûz: 10. Ayet: 89-90)
larıyla
ve canlarıyla savaştılar. İşte bütün iyilikler onlarındır. Onlar umduklarına
kavuşanların da tâ kendileridir.»
Münafıklar
yalan yere Özür beyan ederek, Tebük seferine çıkmamışlar. Gerçek iman sahipleri
olan mü'minler ise peygamber-leriyle beraber Tebük seferine iştirak etmişler,
mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda, savaşmışlardı. Allah yolunda ancak İman
sahipleri cihad ederler. İşte ebedi mükâfata nail olanlar da bunlardır. Yüce
Allah onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Onlar orda
ebedî olarak kalıcıdırlar, tmam-ı Kelbl <r.a.) $öyle demiştir; «Allahü
Teâlâ, cennette her mü'mine, hurilerin efendisi olan bir "hayrat"
verir. O mü'mine tahsis edilen huriler kendisine hizmetkârdırlar. Her hayratın
da bir çadırı ve her çadırın dört kapısı vardır. Yüce Allah o kapılardan her
gün ona ikramda bulunur, bir sonraki verilen bir önceki verilene benzemez.
Bundan başka, kimsenin eli dokunmamış inci taneleri gibi güzel huriler de verilir.
Bunlar cennette mü'minlere verilecek ihsanlardan bazılarıdır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde cennette mü'minlere vereceği nimetleri şöyle
zikrediyor:
«Allah
onlara daimi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
Büyük kurtuluş budur.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celtlede, mü'min kullarına âhirette ihsan edeceği nimetleri ve
mükâfatlan bildiriyor. Yukarda geçen âyetlerde de ifade edildiği gibi, Yüce
Allah bütün nimetleri ve mükâfatları iman eden kulları için hazırlamıştır.
Âhirette onlara daimi kalacakları, köşklerinin altlarından ırmaklar akan
cennetler hazırlamıştır. Bu onlar için en büyük kurtuluştur. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Allah onlara daimî kalacakları, altlarından ırmaklar akan
cennetler hazırlamıştır. Büyük kurtuluş budur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bedevilerden
özür dileyenler kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve
Peygamber'ine yalan söyleyenler, özür bile beyan
(Cûz:
la. Ayet: 91-92) Tevbe Sûresi
etmeden
kaldılar. Onlardan kâfir olanlar can yakıcı azaba uğrayacaktır.»
Peygamber
(s.a.v.) ile Tebük seferine iştirak etmeyen köylüler (bedeviler) özür beyan
ederek yerlerinde kalmaları için Feygamber*-den izin istemişlerdir. Allah'a ve
Peygamber'e yalan söyleyenler, özür bile beyan etmeden evlerinde oturup
kalmışlardır. Onlardan kafir olanlar ebedi olarak can yakıcı azaba
uğrayacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Bedevilerden özür
dileyenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Peygamberine
yalan söyleyenler, Özür bile beyan etmeden kaldılar. Onlardan kafir olanlar can
yakıcı azaba uğrayacaktır.»
Allahü
Teala âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Zayıf
ve malûl olanlar, hastalar, harcayacak birşey bulamayanlar, Allah ile
Peygamberine sadık ve samimi kaldıkça, ayıplanmazlar. İyi hareket edenlere
Allah katında bir sorumluluk yoktur. Allah çok yarhgayıadır, çok
esirgeyicidir.»
Peygamber
Cs.a.v.) ile savaşa gitmediklerinden dolayı şunlar da ayıplanmazlar: Savaşa
gidemeyecek kadar zayıf olanlar, kör, topal, çolak olanlar, hastalar, savaşta
harcayacak birşey bulamayanlar. Allah ile Peygamber'in emrine muhalefet
etmeyerek sadık kalanlar. Bunlar savaşa iştirak etmedikleri için
cezalandırılmazlar. İyi hareket edenlere Allah katında büyük mükafatlar vardır.
Allah, iman edip emirlerine itaat eden ve Peygamber'ine tâbi olan kullarını
sever, onların günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. Çünkü Allah çok
yarhğayıcı, çok esirgeyicidir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
C.
: III — F. : 8
114 Tevbe
Sûresi (Cûz: 1(1. Ayıtl: <X\)
«Binek
vermen için sana geldiklerindet "Slzu binek bulamıyorum" dediğin
zaman savaş yolunda sarfedecek blrşey bulamadıkları için üzüntüden gözyaşı
dökerek geri dönenlere de sorumluluk
yoktur.»
Tebük
seferinde ve diğer savaşlarda eli silâh tutan Müslümanlar Peygamber'le beraber
savaşa çıkmışlardı. Hatta onlar içi i savaşa gitmek, bayrama gitmek gibi
birşeydi. Fakat bazıları Tebük seferine gitmek için binek bulamamışlar, alacak
paraları da olmadığı için Peygamber'den binek istemişlerdi. Peygamber (s.a.v.)
de kendilerine binek temin edemeyince savaşa iştirak edememişler,
üzüntülerinden ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bunlar Peygamber (s.a.v.1 ile
savaşa, çıkıp, Allah yolunda cihad edemediklerinden dolayı geri dönüp evlerinde
kalmışlardı. Bir binek bulup savaşa iştirak edemedikleri için kendilerine bir
sorumluluk yoktur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Binek vermen için sana
geldiklerinde; "Size binek bulamıyorum" dediğin zaman savaş yolunda
sarfedecek birşey bulamadıkları için Üzüntüden gözyaşı dökerek geri dönenlere
de sorumluluk yoktur.» Görülüyor ki, bir özür sebebiyle savaşa iştirak
etmeyenlere Allah katında bir sorumluluk yoktur. Sorumlu olanlar Özürsüz savaşa
iştirak etmeyenlerdir.
Muhammed
bin Kâ'b binek bulup savaşa iştirak edemeyenlerin sayısının yedi olduğunu
söylemiştir. Bazılarına göre de, binek bulup savaşa gidemeyenler Ensâr'dan
Abdullah bin Erzak ile Ebû Leylâ 'dır. Bunlar savaşa gitmek için
Peygamberimizden binek istemişler, Peygamberimiz de onlara binek te'min
edemeyince üzüntülerinden ağlayarak geri dönmüşlerdir.
Allahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Sorumluluk
ancak zengin oldukları halde senden izin isteyen, geride kalanlarla beraber
kalmaya razı olanlara ve Allah kalbleri-ni mühürlemiş olduğu İçin
bilmeyenleredir.»
Savaşa
çıkmadıklarından dolayı Allah katında sorumlu ve günahkâr olanlar şunlardır:
Kendilerine binit alacak durumda zengin olup, onu bahane ederek Peygamber'den
izin isteyen ve evlerinde eşleriyle oturmayı arzu edenlerdir. Allah onların
kalblerini muhür-lediği için cihaddaki dünyevî ve uhrevl faydalan bilmezler.
Yüce
(Cûz:
11. Âyet: 94-95) Tevbe Sûresi 115
Allah
bunu şöyle beyan ediyor: -Sorumluluk ancak zengin oldukları halde senden izin
isteyen, geride kalanlarla beraber kalmaya razı olanlara ve Allah kalblerini
mühürlemiş olduğu için bilmeyenleredir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Savaştan
döndüğünüzde size özür dileyecekler. Onlara de ki; "Özür beyan etmeyin.
Size asla inanmayacağız. Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da. Peygamberi
de, işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüleni bilen
Allah'a geri çevrileceksiniz, O, işlediklerinizi size haber verecektir.»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine, kendisiyle savaşa iştirak etmeyenlerin beyan
edecekleri özürleri kabul etmemesini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ
Muhammed, savaştan döndüğün zaman özürsüz olarak savaşa gitmeyenler size Özür
beyan edeceklerdir. Onlara de ki: "Kesinlikle özür beyan etmeyin, size
asla inanmayacağız. Çünkü Allahü Teâlâ sizin yalan yere özür beyan ettiğinizi
bize bildirdi. Siz özrünüzden dolayı savaşa gitmemezlik etmediniz, kalbinizdeki
küfür ve nifaktan dolayı savaşa iştirak etmediniz. Allah da, Peygamberi de,
mü'minler de sizin amellerinizi görecektir. Sonunda Allah'a döndürüleceksiniz. O,
sizin gizli ve aşikâr yaptıklarınızı bilir. Amellerinize göre mükafat ve
mücazâtınızı verir, hiç kimsenin ameli zayi olmaz ve karşılıksız kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde münafıklar hakkında şöyle buyuruyor :
«Döndüğünüzde
kendilerine çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz
çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Yaptıklarının karşılığa olarak varacakları
yer cehennemdir.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i ceülede münafıkların halini bildiriyor ve sevgili Peygamberine
şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, savaştan döndüğünüz zaman kendilerine
çıkışmamanız için münafıklar yalan
116 Tevbe
Sûresi (Cûz: 11. Âyet: 93-97)
yere
Allah'a, yemin edeceklerdir. Siz onların yeminine inanmayın ve kendilerinden
yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Dünyada yaptıklarının karşılığı olarak
âhirette varacakları yer cehennemdir. Bu, onların küfür ve nifaklarının
cezasıdır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor; «Döndüğünüzde kendilerine
çıkışmamanız için, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin. Çünkü
onlar murdardırlar. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer
cehennemdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceülesinde onlar hakkında sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Kendilerinden
hoşnut olmanız için size yemin edecekler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile,
Allah, o fâsık güruhundan razı olmaz.»
Ey
iman edenler, münafıklar, kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin
edeceklerdir. Siz onlardan hoşnut ve razı olsanız bile, Allah onlardan asla
razı olmaz. Yüce Allah ancak iman eden kullarından razı olur, iman etmeyenlerden
asla razı olmaz. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerinden hoşnut
olmanız için size yemin edecekler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, o
fâsık güruhundan razı olmaz.» İki yüzlülerin özelliği budur, Müslümanları
kandırmak ve onlara hoş görünmek için her türlü boyaya girerler. Bunun için.
Yüce Allah muhtelif âyetlerde onların vasıflarını ortaya koymuştur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bedeviler
küfür ve nifak bakımından daha beterdirler. Allah'ın Peygamberine gönderdiği
hükümleri bilmemek ve tanımamak daha çok onlara layıktır. Allah kemâliyle
bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.»
Ey
iman edenler, köylüler, cahiller, küfür ve nifak bakımından şehirde
yaşayanlardan daha beter, daha eşeddirler. Çünkü onlar Allah'ın Peygamberine
gönderdiği emir ve yasakları bilmezler, hak ile bâtılı birbirinden ayırt
edemezler. Bunun için onların küfür ve nifakları şehirde yaşayanlardan ve
bilginlerden daha eşeddir. Yüce
(Cûz:
11. Âyet: 98-99) Tevbe Sûresi 117
Allah
bunu şöyle beyan ediyor: «Bedeviler küfür ve nifak bakımından daha beterdirler.
Allah'ın Peygamberine gönderdiği hükümleri bilmemek ve tanımamak daha çok
onlara lâyıktır. Allah kemâliyle bilendir, .tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.*
Onlar çok câhil ve görgüsüz oldukları için Allah'ın göndermiş olduğu hükümleri
asla anlayamazlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
«Bedevilerden,
Allah yolunda sarfettiklertni angarya sayan ve sizin başınıza belâlar gelmesini
bekleyenler vardır. O belâlar kendi başlarına olsun. Allah hakkıyla işiten,
kemaliyle bilendir.»
Araplardan
öyle kimseler vardır ki, Allah yolunda harcadıklarını bir angarya kabul
ederler. Bundan dolayı da Allah yolunda ci-had için bir şey harcamak istemezler
ve harcadıklarını da istemeyerek harcarlar. Allah'ın emir ve yasaklarını
kendilerine bildiren Peygamber'den kurtulmak için, onun ölmesini ve başına bir
musibetin gelmesini isterler. Onların arzu ettikleri kendi başlarına olsun.
Allah, Peygamber'i hakkında onların söylediklerini işitir ve yaptıklarını
bilir.
Peygamber
devrinde Allah yolunda harcadıklarını bir angarya kabul edenler olduğu gibi,
bugün de îslâm toplumu içinde aynı zihniyete sahip olanlar vardır. O günün
cahilleri bunu yaparken, maalesef bugünün okumuşları bunu yapmaktadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde iman edenler için şöyle buyuruyor :
«Bedevilerden,
Allah'a ve ahiret gününe iman eden, sarfetügi-nl, Allah katında ibadet ve
Peygamber'in dualarına nail olmaya ve-Bİle sayanlar da vardır. Bilin ki,
verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir» Şüphesiz ki
Allah çok yarhğayıcıdır, çok esirgeyicidir.»
118 Tevbe
Sûresi (Cûz: 11. Ayet: 100)
Araplardan
öyle kimseler de vardır ki, onlar Allah'ı ve âhiret gününü tasdik edip,
Peygamber'e ve Kur'an'a iman etmişlerdir. O iman sahipleri Allah yolunda
harcadıklarını kendileri için ibadet ve Peygamber'in dualarına da nailiyete
sebeb saymışlardır. Çünkü, onlar harcadıklarını Allah rızası için
harcamışlardır. Ey iman edenler, bilin ki, onların harcadıkları kendileri için
ibadettir, fazilettir, rahmete ve kurtuluşa vesiledir. Allah, harcadıklarına
karşılık olarak onlara cennetini ihsan etmiştir. Şüphesiz ki, Allah çok
yarhğayıcı-dır, çok esirgeyicidir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor:
«Bedevilerden, Allah'a ve âhiret gününe iman eden, sarfettiğini, Allah katında
ibadet ve Peygamber'in dualarına nail olmaya vesile sayanlar da vardır. Biliniz
ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Şüphesiz
ki Allah çok yarlığayıcıdır, çok esirgeyicidir.»
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Birinci
dereceyi kazanan muhacirler ve Ensâr ile, onlara güzel güzel uyanlardan Allah
hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'dan hoş-nuddurlar. Allah onlara, içinde ebedî
kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en
büyük bahtiyarlıktır.»
İslâm'ın
bidayetinde Müslümanlığı hemen kabul eden Mekka-liler, dinleri uğruna
yerlerini-yurtlarını bırakarak, her türlü meşakkat ve zorluğa katlanmak
suretiyle düşmanların zulmünden kurtulmak için Medine'ye hicret etmek zorunda
kalmışlardı. Dinleri uğruna Mekke'den Medine'ye hicret eden, Allah ve Peygamber
dostları «Muhacir» unvanını almışlar, Medine'de bunlara kucaklarını açan ve
yerlerine-yurtlanna ortak edecek kadar hamiyetseverlik gösterenler de, yardımcı
anlamına gelen -Ensâr- adını almışlardır. Onlardan ve onlara tâbi olanlardan
Allah hoşnud olmuştur. Onlar da Allah'dan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde
ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
îmam-ı
SüddI (r.a.)'ye göre, hicret Mekke'nin fethinden öncedir. Mekke fethedildkiten
sonra yurtlarım terkedip Peygamber'in yanına gelenlere Muhacir denmez, tabî
denir. Bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.v.), Mücâ'şâ bin Mes'ud, kardeşinin
oğlunu alıp Peygamber'in yanına gelerek *Ey Allah'ın Resulü, sizinle hicret
etmek üzere bîat etmeye geldik» dediği zaman, -Hayır, bundan sonra, ya-
(Cüz:
11. Âyet: 101] Tevbe Sûresi 119
ni
Mekke'nin fethinden sonra hicret üzere biat yoktur, sadece îs-lâm üzere biat
vardır- buyurmuştur. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Birinci dereceyi
kazanan Muhacirler ve Ensâr ile, onlara güzel güzel uyanlardan Allah hoşnud
olmuştur, Onlar da Al-lah'dan hoşnuddurlar, Allah onlara, içinde ebedî
kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu, en
büyük bahtiyarlıktır.- Kullar için en büyük mutluluk, en büyült bahtiyarlık,
Allah'ın azabından kurtulup, rahmetine ve cennet nimetlerine kavuşmaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Çevrenizdeki
bedeviler içinde iki yüzlüler ve Medineliler içinde de iki yüzlülükte
direnenler vardır. Onlan siz değil, ancak biz biliriz. Kendilerine İki defa
azab edeceğiz. Sonra da daha büyük bir azaba uğratılacaklardır onlar.»
Ey
iman edenler, Medine'nin etrafındaki kabileler arasında iki yüzlüler olduğu
gibi, Medine'nin içinde de Abdullah bin Übey ve arkadaşları gibi münafıklar
vardır. Bunlar, tevbe edip nifak ve iki yüzlülüklerinden vazgeçmezler. Zahirde
iman etmiş gözükürler, fakat gerçekte iman etmemişlerdir. Onların iman edip,
etmediklerini ancak Allah bilir ve Peygamberine de bildirir. Allah, bu
nifakları yüzünden onlara iki defa azab edecektir. Bu azablarm biri dünyada,
diğeri de âhirettedir. Bazılarına göre, biri ölüm anında, diğeri de kabre girip
Münker ve Nekir melekleri sual sorduğu zamandır. Onların en büyük azabları ise
ebedi olan cehennem azabıdır.
îbn
Abbas tr.a.) şöyle nakletmiştir: -Peygamberimiz (s.a.v.) bir cuma günü hutbe
okurken camide bulunanların bazılarına ismiyle hitap ederek -Ey falan, sen
münafıksın, camiden çık- diyerek, orada bulunan münafıkları bir bir camiden
çıkardı. Ömer (r.a.) de, bir iş dolayısıyle camiye gelmekte gecikmiş, henüz
daha gelmemişti. Münafıklar camiden çıkarken, o da camiye doğru geliyordu.
Camiden çıkanları görünce namaz kılındı zanniyle onlardan utanıp gizlenmişti.
Camiden çıkanlar da, Ömer bizim durumumuza vâkıf oldu endişesiyle utançlarından
saklanmışlardı. Bu arada Ömer camiye gelir, henüz namazın kılınmadığını görür.
Camidekiler -Ey Ömer, sana müjde, Allahü Teâlâ bugün camideki münafıkları ayırt
120 Tövbe
Sûresi (Cûz: 11. Âyet: 102)
edip,
Peygamberine bildirdi ve onları camiden dışarı çıkararak rüs-vay etti»
demişlerdir. Allahü Tealâ onlara iki defa azab edecektir.» Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor; -Çevrenizdeki bedeviler içinde iki yüzlüler ve Medineliler
içinde de iki yüzlülükte direnenler vardır. Onları siz değil, ancak biz
biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz. Sonra da daha büyük bir azaba
uğratılacaklardır onlar.»
Allahü
Tfiâlâ âyet~i celilesinde şöyle buyuruyor:
■Savaştan
geri kalanların bit* kısmı da, suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötüyle
karıştırmışlardı. Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Çünkü Allah hiç
şüphesiz çok yarlığayıcıdır, çok esir geylcidir.»
Peygamber
(s.a.v.) ile savaşa çıkmayanların bir kısmı suçlarını itiraf etmişlerdir.
Lübâbe, Evs bin Salebe, Rebîa bin Haram gibi. Bunlar iyi amellerini günahla
karıştırmışlar ve savaşa çıkmayarak Peygamber'e muhalefet etmişlerdi. Eğer bu
zatlar yaptıklarına pişman olup, tevbe ederlerse, belki Allah tevbelerini kabul
eder. Çünkü Allah bağışlayıcı ve afvedicidir. Kullarının tevbesini kabul eder,
günahlarını bağışlar.
Zühri
(r.a.) şöyle nakletmiştik -Ebû Lübâbe Tebük seferine çıkmayarak geri kalır.
Peygamber ordusu gittikten sonra yaptığına pişman olur ve ceza olarak kendisini
bir direğe bağlar, Tevbesi kabul oluncaya veya ölünceye kadar bu direkten
kendini çözmeyeceğine ve hiçbir şey yeyip içmeyeceğine de yemin eder. Bu
vaziyetteyedi gün devam eder, açlıktan baygınlık geçirir, fakat yeminini bozmaz.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ, tevbesini kabul ettiğini Peygamberine bildirir.
Lübâbe'ye «Allah tevbeni kabul buyurdu» diye müjdelerler. Bu müjdeyi alan Lübâbe
-Peygamber buradan beni çözmedikçe kendimi asla çözmem» der. Peygamberimiz
gelir Lübâbe'yi kendi mübarek elleriyle çözer. Lübâbe tövbesinin kabul olup, günahının
bağışlandığı için -Ey Allah'ın Resulü, tevbemin kabulü için beni günaha iten
kavmimin içinden çıkıp hicret edeceğim ve malımın tamamını Allah rızası için, O'nun
peygamberine tasadduk edeceğim» der. Lübabe'nin bu isteğine Peygamberimiz şöyle
karşılık verir: Allah rızası için
malının üçte birini tasadduk etmen senin İçin kâfidir.» )
(Cûz:
11. Ayet: 103-104) Tevbe Sûresi İZİ
Allahü
Teâlâ âyeM cslilesinde şöyle buyuruyor:
•Onların mallarından, kendilerini temizleyip
artıracak sadaka al. Onlara duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir teminatdır.
Allah hakkıyla işiten, çok İyi bilendir.»
Tevbeleri
kabul olanlar, mallarıyla Peygamberimiz (s.a.v.) 'e gelerek «Bunları
günahlarımızın keffareti olarak al, sadaka ver» derler. Yüce Allah onlar hakkında
sevgili Peygamberine şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, onların mallarından,
kendilerini temizleyip artıracak sadaka al. Onlara duâ et. Çünkü senin duan
onlar için bir teminattır. Allah hakkıyla işiten, çok iyi bilendir.» Allahü
Teâlâ. zekât ve sadaka verenlere Peygamberinin duâ etmesini emrediyor. Zekât ve
sadaka verenler Allah'ın rızasına ve Peygamber'in duasına mazhar olacaklardır.
Bir
kısım tefsircilere göre bu âyet zekât hakkında nazil olmuştur. Hükmü umumidir.
Allahü Teâlâ, sevgili Peygamberine -Yâ Muhammed, Müslümanların mallarından farz
olan zekâtı al ki, mallarını temizlemiş, bereketini artırmış olasın.
Zekâtlarıyla kendilerine duâ et. Çünkü senin duan onlar için bir güvence ve
rahmettir. Allah semidir/onların gizli ve aşikâr söylediklerini işitir. Alimdir,
bütün işlerini ve amellerini bilir, ona göre mükâfat ve mücâzatım verir.»
Zekât,
malı manevî kirden temizler, bereketini artırır, çoğalmasına vesile olur.
Zekâtı verilen mal, her türlü tehlikeden mahfuz olur, sahibini Allah'a
yaklaştırır. Allah'ın sevgisine ve Peygamber'in duasına mazhar eder. Zekâtı
verilmeyen mal ise, mânevi kirden temizlenmez, tehlikeden hâli olmaz, sahibini
Allah'ın gadabına uğratır, felâkete götürür. Zekâtı verilmeyen mal, sahibi için
bir yük ve ateştir. .
Allahü
Teâlâ tevbe edenler hakkında şöyle buyuruyor:
•Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah kullarının
tövbelerini kabul eder ve sadakalarını alır. Şüphesiz ki, Allah tevbeleri kabul
edicidir, bağışlayıcıdır.» '
122 Tevbe Süresi [Cûz: 11. Âyet: 105-106)
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celilede tevbe eden ve sadaka veren kullarının tevbelerini ve
sadakalarını kabul edeceğini bildiriyor. Tevbe edenler ve sadaka verenler
bilmiyorlar rai ki, Allah kullarının tevbelerini ve sadakalarını kabul eder.
Tevbeleri vasıtasıyla günahlarını afveder, kusurlarını bağışlar. Sadakaları ile
de mükâfatlarını artırır.
Ebû
Hüreyre (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir: -Allahü
Teâlâ ancak ihlâsla yapılan tevbeleri ve helâl maldan verilen sadakaları kabul
eder. O malın bereketini artırır, öyle ki bir lokma sadaka Uhud dağı kadar
olur.» Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah
kullarının tevbelerini kabul eder ve sadakalarını alır. Şüphesiz ki, Allah
tevbeleri kabul edicidir, bağışlayıcıdır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor: ı
•De
kit "İstediğinizi işleyin. Allah da. Peygamberi de, müminler de
İşlediklerinizi görecektir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a
döndürüleceksiniz. O size, işlediklerinizi bildirecektir.»
Allahü
Teâlâ kullarının gizli ve aşikâr yapmış olduğu bütün amelleri bilir, hiçbir
amel O'nun bilgisinden gizli kalmaz. Kullarının yapmış olduğu bütün amelleri
kıyamet günü kendilerine bildirir, ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Hiç
kimsenin ameli karşılıksız kalmaz, zerre kadar hayır yapan mükâfatım, zerre
kadar şer yapan da cezasını görür. Ey insanlar, hepiniz sonunda, görüleni ve
görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz. Allah da, Peygamberi de, mü'minler
de, işlediklerinizi görecektir. İstediğinizi işleyin. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «De ki; "istediğinizi işleyin. Allah da, Peygamberi de, mü'minler
de işlediklerinizi görecektir. Hepiniz, görülmeyeni ve görüleni bilen Allah'a
döndürüleceksiniz, O size, işlediklerinizi bildirecektir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Savaştan
geri kalanların bir kısmının işi de Allah'ın vereceği hükme kalmıştır. Allah
onlara ya azab eder, ya da tevbelerini kabul eder. Allah Alhn'dir, Hakîm'dir.»
(Cûz:
11, Âyet: 107) TevbB Sûresi 123
Bu
âyet-i kerime Kâ'b bin Mâlik, Hilâl bin Ümmiyye ve Mirâtü'b-ni Rebîa hakkında
nazil olmuştur. Bunlar Peygamberimiz (s.a.v.) ile Tebük seferine çıkmayarak
Allah'ın ve Peygamber'in emrine muhalefet etmişlerdir. Peygamber, ordusu ile
savaşa gidince, bunlar savaşa iştirak etmediklerine pişman olup tevbe
etmişlerdir. Her ne kadar tevbe etseler bile, savaşa iştirak etmemekle Allah'ın
ve Peygamber'in emrine muhalefet ettikleri için bunların işi Allah'ın vereceği
hükme kalmıştır. Allah onlara dilerse azab eder, dilerse tev-belerini kabul
edip günahlarım afveder. Allahü Teâlâ ancak ihlâs üzere yapılan tevbeleri kabul
eder. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Savaştan geri kalanların bir
kısmının işi de Allah'ın vereceği hükme kalmıştır. Allah onlara ya azab eder,
ya da tövbelerini kabul eder. Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Zarar
vermek, inkâr etmek, mü'minlerin arasını ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı
savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak için bir mescid kurup "Biz sadece
iyilik yapmak istedik" diye yemin edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz
ki Allah şâhiddir.»
Bu
âyet-i celile Benî Avf kabilesi münafıklarından on yedi kişi hakkında nazil
olmuştur. Bu zatlar, Müslümanlara zarar vermek, aralarına fitne sokup ikiye
bölmek ve durumlarını yakından takip etmek için, Peygamberimiz (s.a.v.)'in
yaptırmış olduğu Kûbâ Mes-cidi'nin yakınına bir mescid yaptırmaya karar
verirler. Nifak ve küfürlerini gizlemek için bu mescidi yaptırmaya
Peygamber'den izin isterler ve -Bu mescid bize uzak, geceleri ve yağmurlu
havalarda gelip namaz kılamıyoruz, geldiğimiz vakitlerde de cemaat,
kaçırıyoruz. Eğer biz buraya bir mescid yaparsak özürlülerimiz ve Kûbâ
mescidine gelemeyenler burada namazlarını kılarlar» derler. Peygamberimiz,
onların bu isteğine olumlu cevap verir, cami yapmalarına müsaade eder.
Münafıklar aslında bu camiyi daha önce kendisiyle anlaştıkları Ebû Âmir için
yaptırıyorlardı. Ebû Âmir, Evs kabilesinden Hıristiyan, bir rahipdi.
Müslümanlar için çok tehlikeli Diri idi. Daha önce Peygamberimize iki gün iman
etmiş, tekrar mür-ted olup Şam'a gitmişti. Peygamberimiz (s.a,v.) ona «fâsık»
lâkabım takmış ve rahip diyenlere «Siz ona rahip demeyin, fâsık deyin-
buyurarak beddua etmiştir. Bu fâsık bilâhare çok perişan bir
124 Tevbe
Sûresi (Cûz: 11. ÂyBt: 108)
vaziyette
kâfir olarak ölür. Münafıklar bütün plânlarını onun önderliğinde inşa ettikleri
bu mescidde yürüteceklerdi. Üstelik Peygamberimize gelip «Biz bu mescidi iyilik
olsun diye inşa ediyoruz* diyerek yemin etmişlerdi. Halbuki niyetleri, Ebû
Âmir'i oraya imam tayin etmek ve Müslümanlara her türlü kötülüğü yapmaktı.
Bunun için de yaptırmış oldukları mescide *Mescid-i Dırar» denmiştir.
Peygamberimiz (s.a.vj Tebük seferinden dönüp Zi Evan mevkiinde konakladığı bir
sırada münafıklar gelip yaptırdıkları Dırar mescidinde namaz kılmalarını
isterler. Peygamberimiz bu davete icabete hazırlanırken yukardaki âyet nazil
olur, Yüce Allah, Peygamberini bu mescidde namaz kılmaktan men eder. AUahü
Teâlâ onların nifaklarını, yalanlarını ve küfürlerini açığa çıkarır. Yüce Allah
bunu şöyle beyan ediyor: *Zarar vermek, inkâr etmek, mü'minlerin arasını
ayırmak, Allah ve Peygamberine karşı savaşanlara daha önceden gözcülük yapmak
için bir mescid kurup: "Biz sadece iyilik yapmak istedik" diye yemin
edenlerin yalancı olduklarına şüphesiz ki Allah şâhiddir.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor:
«Orda
asla durma, tik günden beri takva üzerine kurulan mescidde bulunman daha
uygundur. Orada, tertemiz olmayı arzulayan insanlar vardır. Allah, tertemiz
olanları sever.»
Münafıklar,
yaptırmış oldukları Dırar Mescidi'nde Peygamberimiz (s.a.v.) "in namaz
kılmasını isterler. Peygamber de, orada namaz kılmaya hazırlanırken yukardaki
âyet nazil olur; Dırar Mescidi'nde namaz kılmayı yasaklar ve şöyle buyurulur:
«Yâ Muham-med, münafıkların yaptırmış olduğu mescidde asla namaz kılma. Çünkü
o, küfür ve nifakı körüklemek, Müslümanlara zarar vererek İslâm'ı yıkmak için
inşâ edilmiştir. îlk temeli takva üzere atılan ve sadece Allah rızası için,
tekbir ve tehlillerle inşâ edilen, İslâm'ın şiarı, küfür ve şirkin yok olması
için kurulan mescidde kıl. Çünkü bu, takva üzere sadece Allah rızası için inşâ
edilmiştir. Onun içinde, kendilerini günahlardan temizlemeyi arzu edenler
vardır. Allahü Teâlâ tertemiz olanları sever. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: -Orada asla durma. îlk günden beri takva üzerine kurulan mescidde
bulunman daha uygundur. Orada, tertemiz olmayı arzulayanlar vardır. Allah,
tertemiz olanları sever.»
(Cûz:
11. Âyet: 109-110) Tevbe Sûresi 125
îlk
önce su ile taharetlenenler Kûbâ Mescidi'nin cemaati olmuştur. Rivayete göre
Peygamberimiz (s.a.v.) mescidin kapısından tutarak içindekilere «Ey mescid
içindekiler, Allahü Teâlâ size taharetinizden dolayı büyük mükâfat verdi, siz
ne ile taharet ediyorsunuz?» der. Mesciddekiler de cevaben su ile taharet ettiklerini
söylerler. Peygamberimiz (s.a.v.) daha sonra bu âyeti onlara okur ve bundan
sonra su üe taharet almalarını emreder. Takva üzere kurulan Kûbâ Mescid'i mi.
yoksa Medine'deki Peygamber mescidi mi olduğu hususunda tefsirciler arasında
görüş ayrılığı vardır. İbn Ab-bas'ın rivayetine göre bu mescid Kûbâ
Mescidi'dir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Binasını
Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa yapısını
yıkılacak bir yar'in kenarına kurup da onunla beraber cehennem ateşine göçen
kimse mi? Allah, «âlimler güruhuna hidâyet vermez.»
Kûbâ
Mescidi Peygamber mescidi olup, tevhid üzere ve sadece Allah rızası için inşâ
edilmiştir. Binasını Allah korkusu ve rızası üzere kuran kimse mi hayırlıdır,
yoksa yapısını yıkılacak bir yar'ın kenarına kurup da onunla beraber cehennem
ateşine göçen kimse mi hayırlıdır? Elbette binasını Allah rızası üzerine kuran,
küfür ve nifak üzerine binasını kurandan çok daha hayırlıdır. Münafıkların inşâ
etmiş oldukları Dırar Mescidi küfür ve nifak üzerine kurulmuştur. Halbuki
Peygamber'in inşâ etmiş olduğu Kûbâ Mescidi, sadece tevhid üzere ve Allah'ın
rızasını kazanmak için kurulmuştur. Allahü Teâlâ tevbe etmedikleri sürece
zâlimleri irşad edip hidâyete erdirmez. îhlâs ile tevbe edenlerin tevbesini
kabul eder, günahlarını bağışlar.
©
Allahü Teâlâ münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:
«Onların
yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdırap kaynağı olmakta, kalbleri
parçalanana kadar devam edecektir. Allah çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve
hikmet sahibidir.»
Münafıkların
yaptırmış oldukları Mescid-i Dırar kalblerinde bir şüphe ve ızdırap olarak
devam edecektir. Onlar bunu yaptırmakla
12
6 Tevbe Sûresi (Cûz: 11. Ayet: 111)
nifak
ve küfürleri açığa çıkmıştır. O mescid yıkılsa da, kalblerinde-ki şüphe ve
ızdırap yok olmayacak tâ ölene kadar devam edecektir. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdırap kaynağı
olmakta, kalbleri paralanana kadar devam edecektir. Allah çok iyi bilendir, tam
bir hüküm ve hikmet sahibidir,» Bu âyetin nüzulünden spnra Peygamberimiz Tebük
dönüşü iki kişi göndererek Dırar Mescidi'ni yıktırır ve yaktırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Şüphesiz
ki Allah, Allah yolunda savaştıp, Öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını ve
mallarını, Tevrat, İncil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak cennete
karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'dan daha çok tutan kim vardırî
Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu, en büyük saadettir.»
Allahü
Teâlâ, canlarını ve mallarını Allah yolunda feda edip, İslâm dinini yüceltmek,
küfür ve şirki yok etmek için savaşa gidenlere bir hak olarak cennetini
vermiştir. Bu hak, Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da mü'minlere söz verilmiş bir
haktır. Allah, mü'minlerin mallarını ve canlarını cennete karşılık
kendilerinden satın almıştır.
Ayette
geçen satın alma lâfzı bir temsil içindir. Zira kulların malı yoktur, kulun
neyi varsa hepsi Allah'ın mülküdür. O sadece bir bekçidir. Tıpkı bir kölenin
efendisinin malının bekçisi olduğu gibi. Efendi, köleye muayyen bir zaman
malını tasarruf yetkisi verir. Köle de, o mal benim zannederek istediği yere
sarfetmeye başlar. Neticede sahibi malı köleden alır ve onu azleder. Köle bir
hak iddia edemez, çünkü mal sahibinde hiçbir hakkı yoktur. Kul da böyledir. Allah'ın
mülkünde hiçbir hakkı yoktur ki, Allah'a neyi satsın? Bundan maksad, kul, Allah
rızası için harcamış olduğu şeyin karşılığını Allah katında fazlasıyla
bulacaktır. Mü'min malıyla, canıyla Allah yolunda yapmış olduğu cihada karşılık
cenneti kazanacak ve onu satın alacaktır. İşte bu, en büyük saadet ve en büyük
kurtuluştur. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Şüphesiz ki Allah, Allah
yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen mü'minlerin canlarını ve mallarını,
Tevrat, incil ve Kur'an'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın
almıştır. Verdiği sözü Allah'dan
(Cûz:
11. Ayet: 112-113] Tevbe Sûresi 127
daha
çok tutan kim vardır? Öyleyse yaptığınız alışverişe sevinin. Bu, en büyük
saadettir1.*
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'a
tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû' edenler,
secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve
Allah'ın hükümlerini hakkıyla gözetenler. İşte bu mü'minleri müjdele.*
Allahü
Teâlâ'nın, mallarını ve nefislerini cennete karşılık satın aldığı mü'minler on
sınıftır: 1 — Allah yolunda canlarıyla, mallarıyla cihad eden gaziler. 2 —
Şirk, küfür ve her türlü mâsiyetten tevbe edip, tevbesinden dönmeyenler. 3 —
Allah'ın emirlerine itaat edip, ihlâsla ibadetlerini yapanlar. 4 — Her
hallerinde Allah'a şük-redenler: 5 — Allah rızası için farz oruçlarını tutup,
kendilerini her türlü haramdan men edenler. 6 — TadiM erkân ile namazlarını
vaktinde kılanlar. 7 — İnsanları Allah'a imana davet edip, iyi ameller işlemeye
teşvik edenler. 8 — Mü'minleri Allah'ın yasaklarından alıkoyup, O'na itaata
davet edenler. 9 — Allahü Teâlâ'nın farzlarını ve hakkım muhafaza edenler. 10 —
Bu zikrolunan şartları muhafaza edip, onlarla amel edenler. îşte nefislerini ve
mallarını satıp cenneti satın alanlar bunlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Cehennemlik
oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için mağfiret
dilemek Peygamber'e ve mü'minlere yaraşmaz.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Hz. Ali (r.a.) bir gün sahabeden bir zatın
müşrik olan ana-babası için Allah'dan istiğfar talep ettiğini görür ve
ana-babasınm müşrik olduğunu, müşriklere ise mağfiret talep edilmesinin caiz
olmadığını söyler. O zat da «Hz.
128 Tevbe
Sûresi (Cûz: 11. Ayet: 114)
gamberimize
gelip olayı nakleder. O anda bu âyet-i celile nazil olarak şöyle buyurulur:
-Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, müşrikler için
mağfiret dilemek Peygamber'e ve mü'minlere yaraşmaz.»
Abdullah
bin Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir: -Bir gün Peygamberimiz (s.a.v.) Medine'den
çıktı, biz de kendisini takip ettik, anasının mezarına kadar yürüdü, orada
oturdu, biz de etrafında oturduk. Bir müddet münâcaat yaptıktan sonra ağladı,
biz de ağladık. Sonra ayağa kalktı bize baktı, o zaman Ömer yanma gitti ve -Ey
Allah'ın Resulü, seni ağlatan nedir?» dedi. Peygamberimiz, Ömer'in elini
tutarak bize doğru yöneldi, biz de ona doğru yürüdük ve -Beni ağlatanın ne
olduğunu size söyleyeyim mi?, dedi. Biz de söylemesini istedik. «Şu kabir
Vehb'in kızı anam Âmine'nin kabridir. Rabbimden ona mağfiret talep etmek için
izin istedim, izin vermedi ve bu âyeti inzal buyurarak mağfiret talep etmekten
beni men etti. Ben de onlara olan merhametim ve sevgimden dolayı ağladım.
Çocuklar ana-babaîarma karşı yufka kalbli ve merhametlidirler. Hele de ana-baba
onlardan ayn olunca bu merhamet ve şefkat daha da artar. Beni ağlatan onların
benden ayrı bir yerde oluşlarıdır.»
Bu
âyet-i celîle şuna delâlet etmektedir: Peygamberler iman etmeyen en yakınlarını
bile Allah'ın azabından kurtarma yetkisine sahip değildir. Peygamberler, Allahü
Teâlâ'nın müsaade ettiği insanlara şefaat edebilirler. Allah'ın izin
vermediğine asla şefaat edemezler. Aklı olanlar bundan ibret alarak şirk, küfür
ve isyandan sakınmalıdırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde İbrahim (a.s.) için şöyle buyuruyor :
«Babasının
mağfiret olunması için İbrahim'in yalvarması, babasına söz vermesinden ileri
gelmişti. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim
yumuşak kalbli, halim bir insandı.»
Hz.
İbrahim bir peygamberdir. Peygamber olduğu için babasına dua edip, Allah'dan
afvını dilemesi tabiîdir. Hz. İbrahim'in babasına mağfiret dilemesi <3aha
önce, ona vermiş olduğu sözden do-
(Cüz:
11. Âyet: 115] Tevbe Sûresi 129
layı
olup, hidâyete ermesini umduğu içindir. Babası kâfir olarak ölünce bir daha
onun için mağfiret talep etmemiştir. Çünkü kâfirler Allah'ın düşmanıdırlar, Allah'ın
düşmanları için asla mağfiret talep edilmez. Hz. İbrahim de babasının küfür
üzere öldüğünü öğrenince bir daha ona dua edip,; mağfiret talep
etmemiştir.
Said
bin Müseyyeb (r.a.) şöyle demiştir: «Hz. Ali'nin babası Ebû Talib ölüm
döşeğinde idi. Peygamberimiz (s.a.v.) onun yanına geldi, o zaman Ebû Talib'in
yanında Ebû Cehil ile Abdullah bin Übey de bulunuyordu. Peygamberimiz, Ebu
Talib'e «Ey amca, âhi-rette seni cehennem azabından kurtaracak olan ve benim de
sana şefaat etmeme vesile olacak olan şehadet kelimesini getir» buyurur. Ebû
Talib bir şey söylemeden, derhal Ebû Cehil «Ey Ebâ Talib. dininden yüz mü
çevireceksin?» der. Peygamberimiz ts.a.v.), amcasının iman etmesi için ne kadar
telkinde bulundu ise bir fayda vermedi. Çünkü iman nasip meselesidir, Allah
iman cevherini herkese nasip etmez. Peygamberimiz, amcasını imana davet ederken
Ebû Cehil de küfür üzere olması için ısrar ediyordu. Ebû Talib'in son sözü ise
«Ben Abdülmuttalib'in milletindenim» olmuştu. Ebû Talib kırk bir yıl
Peygamber'e hizmet etmesine rağmen, iman etmeden hayatını noktalar.
Allahü
Tealâ, İbrahim (a.s.)'i medh ü sena ederek hakkında «evvâhun halîm»
buyurmuştur.
Evvah:
Allah'ı çok zikreden, zayıfları koruyan, emirlerine tam manâsıyla itaat eden,
Müslümanlara hayrı öğreten, Allah korkusundan kalbi figan edendir.
Halim:
Cahillerin yaptıklarım yapmayan, alçak gönüllü olan, kimseden intikam almayı
düşünmeyen, her şeyi sadece Allah rızası için yapan, Allah'ın hükümlerine razı
olandır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Babasının mağfiret olunması için
İbrahim'in yalvarması, babasına söz vermesinden ileri gelmişti. Allah'ın
düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
C
■ III — P.: 9
130 Tevbe
Sûresi (Cûz: 11. Âyet: 116)
«Allah,
bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara
nelerden sakınacaklarını belli eder. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Allahü Teâlâ farzları bildirip mü'minlerin
onlarla amel etmesini emretmiş, daha sonra onlardan bir kısmım nesh etmiştir.
Kıblenin değişmesi, içkinin yasaklanması gibi. Müslümanlar Mekke devrinde
namazlarım Kabe'ye .doğru kılıyorlardı, Medine'ye hicret edince Yüce Allah'ın
emriyle Beyt-i Makdis'e doğru kılmaya başladılar. Yani Müslümanların kıb-legâhı
Beyt-i Makdİs (Kudüs) oldu. Beyt-i Makdis, Yahudilerin ve Hıristiyanların de
kıblegâhı idi. Müslümanların Beyt-i Makdis'e doğru yöneldiğini görünce alay
ediyorlar ve «Muhammed dinimize uymuyor ama, kıblemize uyuyor» diyorlardı.
Onların bu hareketi Müslümanları üzüyordu, Peygamberimiz ise neticeyi sabırla
bekliyordu. Çok geçmedi hicretten on yedi ay sonra Allahü Teâla'nın emriyle
Müslümanların kıblesi yine Beytullah oldu.
Kıble
değiştiği zaman sahabeden bazıları sefere çıkmışlardı, dolayısıyla kıblenin
değiştiğinden haberleri yoktu. Onlar namazlarını Kudüs'e doğru kılıyorlardı.
Medine'ye döndükleri zaman kıblenin değiştiğini öğrendiler ve seferde iken
kıble değiştiği halde Kudüs'e doğru namaz kıldıklarına çok üzüldüler. Gelip
durumu Peygamberimize bildirdiler. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukarda-ki âyeti
inzal ederek şöyle buyurmuştur: *Allah, bir kavmi doğru yola ilettikten sonra,
onu yoldan çıkarmaz. Belki onlara nelerden sakınacaklarını belli eder. Allah,
her şeyi hakkıyla bilir.» Yüce Allah, kullarını bilmeyerek işlemiş oldukları
şeylerden dolayı muâhaze etmez. Onlara önce emir ve yasaklarını bildirir, daha
sonra emirlerine itaat edenlere mükafat, etmeyenlere ceza verir. Kıble
değiştiği halde bilmeyerek Kudüs'e doğru namaz kılanların kılmış oldukları
namazları kabul eder. Çünkü onlar Kudüs'e doğru namaz kılarken kıblenin
değiştiğinden habersiz idiler. Bundan dolayı namazları Allah katında makbuldür.
Zira Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Göklerin
ye yerin hükümranlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren O'dur. Allah'tan
başka dostunuz ve yardımcınız yoktur.»
Ey
insanlar, göklerin ve yerin hükümdarı, sahibi, mâliki, halikı Allahü Teâlâ'dır.
O, dilediğini hükmeder, kimse O'nun hükmüne müdahale edemez. Kulları için daima
iyi ve hayırlı olan »ey-
[Cüz:
11. Âyet: 117-116) Tevbe Sûresi
leri
emreder. Dirilten de, öldüren de O'dur. Ey iman edenler, siz cihada gitmeyip
evlerinizde kalmakla zannetmeyin ki, ölümden kurtulursunuz veya cihada gitmekle
ölürsünüz. Cihada çıksanız da. çıkmasanız da, ölüm size geldiği zaman ondan
asla kurtulamazsınız. Allah'dan başka sizi öldürecek veya diriltecek yoktur.
Allah'ın öldürdüğünü de kimse diriltemez, Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Göklerin ve yerin hükümranlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren O'dur.
Allah'dan başka dostunuz ve yardımcınız yoktur.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun
ki, Allah, Peygambere ve güçlü anında ona tâbi olan Muhacirler ile Ensar'a
tevbe nasip etti. Onlardan bir kısmının kalb-leri kaymak üzere iken tevbelerinl
kabul buyurdu. Şüphe yok ki, onlar hakkında O çok esirgeyicidir, çok
merhametlidir.»
Peygamberimiz
ts.a.v.) Tebük seferine hazırlanırken münafıklar savaşa çıkmamak için yalandan
özür beyan ederek izin isterler. Peygamberimiz de, onların beyan ettikleri
özrün doğruluğunu tetkik etmeden ve Allah'ın hükmünü beklemeden izin verir.
Halbuki onlar yalan yere özür beyan etmişlerdi. Peygamberimiz, Allah'ın hükmünü
beklemeyip onlara izin verdiğinden dolayı, işlemiş olduğu kusuru Yüce Allah
bağışlayıp, afveder. Savaş anında Peygamber'e tâbi olup, savaşa iştirak eden
Muhacir ve Ensâr'ın da günahlarını afvedip, bağışlar. Onların bir kısmı da,
yolun uzaklığını, düşmanın çokluğunu, hasad zamanının geldiğini ve mevsimin çok
sıcak oluğunu ileri sürerek savaşa gitmek istememişlerdir. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «Andolsun ki, Allah, Peygamber'e ve güçlük anında ona tâbi
olan Muhacirler ile Ensar'a tevbe nasip etti. Onlardan bir kısmının kalbleri
kaymak üzere iken tövbelerini kabul buyurdu. Şüphe yok ki, onlar hakkında O çok
esirgeyicidir, çok merhametlidir.» Allah, samimiyetle tevbe edenlerin tövbesini
kabul edip, günahlarını bağışlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlestnde şöyle buyuruyor:
132 Tevbe Sûresi [CÛz: 11. Ayet: 118)
«Bütün
genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp,
Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalmış üç
kişinin tevbesini de kabul etti. Allah tevbe ettikleri için onların tevbesini
kabul etmiştir. Çünkü O, tev-beleri en çok kabul eden, hakkıyla esirgeyendir.»
Kâ'b
bin Mâlik'ten şöyle rivayet edilmiştir: «Peygamberimiz (s.a.vJ ile Tebük seferi
hariç bütün savaşlara gittim. Tebük Peygam-ber'in son savaşı idi. Mevsim çok
sıcak ve hasad zamanı idi. Bu bakımdan harbe gitmek isteyen pek azdı,
Müslümanlar savaşın başka bir zamana bırakılmasını istiyorlardı. Savaşa gitmek
için durumum müsait idi, iki binek hayvanım vardı ve istihkakım da hazırdı. Buna
rağmen gönlümden savaşa gitmemek ve meyvelerin gölgesinde oturmak geçiyordu.
Peygamberimiz bir perşembe günü sabah namazından sonra ordusu ile yola
çıktılar. Resûlüllah, perşembe günü sefere çıkmayı severdi. Ben o gün, onlarla
sefere çıkmadım, yarın pazardan eksiklerimi tamamlar arkalarından yetişirim
diye geri kaldım. Pazara gittim, fakat eksiklerimi o gün tamamlayamadım, yarın
tamamlar da giderim diye yine geri kaldım, yarın da tamamlayamadım, bugün-yarın
derken günler geçti. Ve ben Tebük seferine gidemedim. Böylece Peygamber'e
muhalefet etmiş oldum. Artık Medine sokakları bana dar gelmeye başladı,
üzüntülü üzüntülü dolaşmaya başladım. O zaman gördüm ki, Peygamber ile savaşa
gitmeyenler münafıklardır. Münafık olmayanlar Allah'a ve Resulüne itaat ederek
Peygamber ile savaşa iştirak etmişlerdi. Tebük seferine iştirak etmeyenlerin
sayısı seksenden fazlaydı. Peygamberimiz Tebük'e gidene kadar beni hiç
sormamış, Tebük'de konaklayınca yanındakilere beni sormuş, bizim kabileden
birisi «Ey Allah'ın Resulü, meyve ağaçlarının altında gölgelenmek onu seninle
savaşa çıkmaktan alıkoydu» der. Muâz bin Cebel derhal müdahale eder ve şöyle
konuşur; «Onun hakkında ne kötü söz söyledin. Ey Allah'ın Resulü, biz Kâ'b'ı
biliriz, bu adamın dediği gibi değildir. Onun savaşa iştirak etmemesi size
muhalefetinden dolayı değildir, mutlaka önemli bir özründen dolayıdır. Eğer
önemli bir özrü olmasaydı, savaşa iştirak ederdi.»
Günler
geçer, Tebük'te savaş olmaz, nihayet Peygamber ordusu Medine'ye döner,
Peygamber'e suçumu nasıl afvettireceğim diye düşünmeye başladım ve bizim
kabilenin içinde ne kadar sözü dinlenir adam varsa hepsini kendime yardımcı
alıp yalanımı tasdik ettirmeye karar verdim. Fakat gerçekleri söylemeyince
kurtuluşa ulaşamayacağımı anladım. Peygamberimiz (s.a.vj kuşluk vakti şehre
girdi, her zaman yaptığı gibi mescide girdi, iki rekât namaz kıldı,
(Cûz:
11. Ayet: 118) Tevbe Sûresi 133
duâ
etti sonra oturdu. Savaşa iştirak etmeyenler gurublar halinde gelip özürler
beyan ederek andiçtiler. Fakat çoğu yalan yere yemin ediyorlardı. Peygamberimiz
sözlerine itimat ederek özürlerini kabul ediyor ve onlar için istiğfarda
bulunuyordu. Gizli hallerini de Allah'a havale ediyordu. Ben de mescide girdim
yanına yaklaştım, beni görünce tebessüm ederek ayağa kalkmak istedi, gittim önüne
oturdum. *Binek için hayvan satın alan sen değil misin?» dedi. Ben de -Evet
benim» dedim. «Seni bizden ayıran ve savaşa gitmene mani olan nedir?» dedi.
Dedim ki: -Ey Allah'ın Resulü, eğer senden başkasının önünde oturmuş olsaydım
vallahi onu iki kelime ile kandırır, özrümü kabul ettirir ve gadabından
kurtulurdum. Bende öyle bir kabiliyet var. Ey Allah'ın Resulü, sana
söyleyeceğim sözden dolayı belki bana kızarsın, fakat sözüm doğrudur, ben
onunla Allahü Teâlâ'dan afvımı umarım. Sana yalan söylesem belki, seni
kandırırım, sen de benden hoşnud olursun. Fakat Yüce Allah onun yalan olduğunu
meydana çıkarır, beni mahcup eder. Ey Allah'ın Resulü, vallahi bu insanlar
içinde, nafakası benden az ve aile efradı kalabalık başka kimse yoktur. Onların
nafakasından dolayı sizinle savaşa çıkamayıp geri kaldım.» Bunun üzerine
Peygamberimiz «Eğer bu söylediklerin doğru ise, git Allahü Teâlâ hakkında hüküm
indirene kadar bana gelme- buyurdu. Ben de Peygamberimizin bu sözü üzerine
yanından ayrıldım. Bizim kabileden bir gu-rub insan arkamdan gelip beni tenkit
ettiler ve «Biz bundan önce senin bir suç işlediğini bilmiyoruz, keşke sen bir
yalan uydurup da Peygamber'e söyleseydin, daha sonra da özür dileseydin, belki
seni afvederdi. Böyle yapman senin için daha iyi olmaz mıydı?» derler.
Peygamber'e yalan yere özür beyan etmem için beni çok zorladılar. Ben de,
onlara, sözünden dönüp Peygamber'e yalan söyleyenler var mı? diye sordum. Onlar
«Evet var» dediler. Kim olduklarını sordum. Hilâl bin Ümmiyye ile Mirâtübni
Rebla olduğunu söylediler. Halbuki onlar Bedir savaşma iştirak etmiş sâlih
kimselerdir. Vallahi ben, herkes gibi Peygamber'in huzuruna gidip kendimi
ya-lanlayamam, sözümden asla dönmem.
Peygamber
(s.a.v.) halka bizimle konuşmamalarını ve selâm vermemelerini emretti. Artık
kimse bizimle konuşmuyor, selâmlaşmı-yordu. Gezdiğimiz, gördüğümüz yerler sanki
bize yabancı geliyordu, âdeta halkın içinde bizi tanıyan yoktu. Kimse bizimle
konuşmuyor, hal hatır sormuyordu. Evimden çıkar çekine çekine mescide gelir,
Peygamberimize selâm verirdim, selâmı aldığı dudaklarının hareketinden
anlaşılırdı.. Direğin dibinde namaza durunca göz ucu ile bana bakardı, ben de'
ona baktığım zaman hemen kaf»Binı
134 Tevhe
Sûresi (Cüz: 11. Ayet: 118)
çevirirdi.
Fakat iki arkadaşım evlerinden çıkmayarak gece-gündüz ağlarlardı, hiçbir yere
çıkmazlardı. Bir gün pazarda gezerken Hı-ristiyanlardan biri beni sormuş,
göstermişler yanıma sokuldu ve Gassan melikinin mektubunu verdi. Mektubu
okudum, içinde şunlar yazılı idi: -Ey Mâlik, Muhammed sana ve arkadaşlarına eziyet
edip, hakaret etmiş. Siz hakaret edilecek ve eziyet çektirilecek insan
değilsiniz. Bize gelin size izzet ve ikramda bulunalım.» Mektubu okuduktan
sonra dedim ki «Benim için en büyük belâ ve felâket islâm'dan çıkıp küfre
dönmektir.» Gittim, mektubu ateşe atıp yaktım. Mektubu yaktıktan sonra aradan
kırk gün geçti. Peygamberimiz bana bir adam göndererek hanımımdan ayrılmamı
emretti. Ben de o zata «Boşanmamızı mı emretti?» dedim. -Hayır, onunla bir
arada bulunmamanızı emretti» dedi. Peygamberimizin bu emrini işiten Hilâl bin
Ümmiyye'nin hanımı huzuruna gelerek «Ey Allah'ın Resulü, Hilâl yaşlı ve
zayıftır, ona hizmet etmek için bana müsaade eder misiniz?» der. Peygamberimiz
«Git hizmet et, fakat sana yaklaşmasın» buyurur. O kadın «Ey Allah'ın elçisi,
gece-gündüz ağlamaktan onda hiçbir hareket kalmamıştır» der.
Kâ'b
şöyle devam ediyor-. «Peygamber'den bu kadar uzun zaman ayrı kalmamız bana çok
ağır geldi. Artık daha dayanamadım, bir gün amcamın oğlu Katâde'nin yanına
gittim, evinin avlusunda oturuyordu, selâm verdim almadı. Ey Katâde, benim
Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi bilir misin? diye üç defa tekrarladım. Üçüncüde
«Allah ve Resulü bilir* diye cevap verdi. Kendimi tutamadım ağlayarak yanından
ayrıldım. Peygamberimiz, halkı bizimle konuşmaktan men edeli elli iki gün
olmuştu, elli ikinci günün sabahında evimin üstünde sabah namazını kıldıktan
sonra oturdum derinden bir ses «Yâ Kâ'b bin Mâlik, sana müjdeler olsun» dedi.
Bu sesi duyunca hemen secdeye kapandım. Allahü Teâlâ'nın bizi bağışladığını
anladım. Arkadan bir atlının bana doğru geldiğini gördüm, daha kendi gelmeden
sesi bana ulaştı ve beni müjdeledi. Ben de mükâfat olarak elbisemin birini ona
verdim ve temiz elbisemi giyinerek Pey-gamber'in huzuruna geldim. Ensâr beni
gurub gurub karşılayıp tebrik ettiler, müjdelediler. Fakat Muhacirlerden sadece
Talhâ tebrik etti ve müjdeledi, ondan başka kimse tebrik etmedi. Talhâ'mn beni
tebrik edip, müjdelemesini hiç unutamam. Peygamberimiz (s. a.v.) mescidin
içinde oturmuş etrafına nur saçıyordu, Müslümanlar da etrafını sarmışlardı.
Peygamberimize Allah tarafından bir müjde geldiği zaman mübarek yüzü nurlamr
etrafına nur saçardı. Ben de
gelip mescide girdim ye Resûlüllah'ın önüne oturdum. Bana dedi ki: «Ey Kâ'b, bugün se'ni
müjdelerim. Anandan doğduğun gün-
[Cûz:
11. Âyet: 119-120) Tevbe Sûreai 135
den beri sana böyle bir müjde verilmedi.» Bunun
Üzerine «Ey Allah'ın Elçisi, bu müjde Allah tarafından mı, yoksa senden mi?»
dedim. «Hayır, Allah tarafından» buyurdu.» Yüce Allah onlar hakkında şöyle
buyurmuştu: «Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri
kendilerini .sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan,
savaştan geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah tevbe ettikleri
için onların tevbesini kabul etmiştir. Çünkü O, tövbeleri en çok kabul eden,
hakkıyla esirgeyendir.» Allahü Teâlâ samimiyetle tevbe edenlerin tevbesini
kabul eder ve günahlarım bağışlar.
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Ey iman edenler, Allah'dan korkun ve doğrularla
beraber olun.»
Ey iman edenler, Allah'ın emirlerine karşı asi
olmayın, Onun emirlerine itaat edin ve Allah'dan korkun. Niyetleri sadık ve
gönülleri hak üzere olanlarla beraber olun. Onlar, amellerini sadece Allah
rızası için yaparlar, Peygambere tabi olup, ona asla muhalefet etmezler. Onlar
Allah'ın seçkin kullarıdırlar. Yüce Allah, iman eden kullarının doğrularla
beraber olmasını emrediyor. îşte o zaman iman kemâl bulur, ameller makbul olur.
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere,
savaşta Allah'ın Peygamberinden geri kalmak, kendilerini O'na tercih etmek
yaraşmaz. Çünkü onlara Allah yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık, yahut
onların kafirleri kızdıracak şekilde bir yere ayak bas-maları veya bir düşmanı
yenmeleri gibi hal ve hareketlerin hiçbiri yoktur ki mukabilinde onlara İyi bir
amel yazılmasın. Doğrusu Allah İyilik yapanların ecrini zayi etmez.»
Medinelilere ve çevresinde bulunan bedevilere,
savaşa gitme-
136 Tevbe
Sûresi (Cüz; 11. Ayet: 121)
yip
AllaJı'.ın Peygamberinden geri kalmak ve kendilerini ona tercih etmek asla
yaraşmaz. Yani iman edenlere, kendilerini Peygamber'-den üstün tutup, ona olan
sevgi ve muhabbeti terk etmek asla yaraşmaz. Çünkü Peygamber (s.a.v.) onları
kurtuluşa ve hidâyete davet ediyor. Allahü Teâlâ onların savaşa gitmesini
şundan dolayı emretmiştir; Eğer savaşta onlara bir susuzluk, açlık, zorluk ve
bir musibet ulaşacak olursa, Yüce Allah bunlara karşılık onlara ebedi mükâfat
verecektir. Allah, kendi yolunda cihad edenlerin sevabını asla boşa çıkarmaz.
Onlara sonu gelmeyen ecir ve mükâfat verir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
ediyor: -Medinelilere ve çevrelerinde bulunan bedevilere, savaşta Allah'ın
Peygamberinden geri kalmak, kendilerini O'na tercih etmek yaraşmaz. Çünkü
onlara Allah yolunda erişecek susuzluk, yorgunluk, açlık, yahut onların
kâfirleri kızdıracak şekilde bir yere ayak basmaları veya bir düşmanı yenmeleri
gibi hâl ve hareketlerinin hiçbiri yoktur ki, mukabilinde onlara iyi bir amel
yazılmasın. Doğrusu Allah iyilik yapanların ecrini zayi etmez.»
Bu
âyet-i cellle dünyada Allah yolunda zahmet çekenlere âhiret-te mükâfatların en
büyüğü verileceğine delâlet etmektedir. Allah yolunda cihad edenler ve infakta
bulunanlar mutlaka mükâfatlarını göreceklerdir.
Allahü
Teâla âyet-İ celtlesinde şöyle buyuruyor:
«Az
veya çok sarfettikleri her şey, yürüdükleri her yol, Allah yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine
vermesi için hesaplarına yazılır.»
Ey
iman edenler, Allah yolunda az veya çok sarfettiğiniz her şe- j yin ve düşmanı
takip etmek için atmış olduğunuz her adımın mü- | kâfatmı Yüce Allah çok
fazlasıyla size verecektir. Allah, bir iyiliğe !İ en az on sevap
verdiği gibi, onu yediyüz misline kadar da artırır. O, herkese ameline göre
mükâfat ve mücâzat verir. Allah katında herkes amelinin karşılığını bulur. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Az veya1 çok sarfettikleri her şey,
yürüdükleri her yol, Allah yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde
kendilerine verilmesi için hesaplarına yazılır.»
Allahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
(Cûz:
11. Âyet: 122-123) Tevbe Sûresi 137
«Mü'minlerin
hepsi de savaşa çıkacak değillerdir. İçlerinde her sınıftan bir cemaat sefere
çıkmalı, bir kısmı da din hususunda fa-kîh olmak, dinin ahkamını ögrenmak için
çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini uyarmalıdırlar ki, onların da
yanlış hareketlerden çekinmeleri mümkün olsun.»
Bir
milletin candamarı ilimdir, ilimsiz hiçbir toplum yaşayamaz. Bu bakımdan tslâm
dini İlme ve ilim adamına son derece önem vermiştir. Hiçbir din tslâm dini
kadar İlme değer vermemiştir. Savaş anında bile ilim adamının savaşa gitmesini
caiz görmemiştir. Çünkü savaşta ilim adamlarının yok olması o toplumun
sapıklığa düşmesine sebeb olur. Bir milletten gerçek ilim adamları giderse,
meydan cahillere kalır onlar da istedikleri gibi fetva verirler. Böylece hem
kendilerini, hem de fetva verdiklerini sapıklığa düşürürler. Bunun için Yüce
Allah mü'minlerin hepsinin savaşa çıkmasına, müsaade etmiyor, içlerinden her
sınıftan bir gurubun çıkmasını ve bir kısmının dini ilimleri öğrenmesini,
savaştan dönenlere o ilimleri öğretmesini emrediyor. Böylece onlar
öğrendik-leriyle amel edip, Allah'ın emirlerine itaat ederek güzel güzel
ameller yapmış olsunlar.
îmam-ı
Süddî şöyle rivayet etmiştir: «Huzeyl kabilesinde bir sene büyük bir kıtlık
olur. Onlar Medine'nin hurmalarından istifade etmek için oraya gelirler ve
dilden Müslüman olduklarını söylerler. Halbuki onlar kalben iman etmemiş
münafıklardı. Onlar Medineli Müslümanlara *Biz sizden daha hayırlıyız, zira biz
kendi arzumuzla İslâm'ı kabul ettik, siz ise kılıç zoru ile kabul ettiniz*
derler. Bu sözleri ve hareketleriyle mü'minleri incitirler. Bunun üzerine
Al-lahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyururur: «Mü'minlerin hepsi
de savaşa çıkacak değillerdir, içlerinde her sınıftan bir cemaat sefere
çıkmalı, bir kısmı da din hususunda fakih olmak, dinin ahkâmını öğrenmek için
çalışmalı ve geri döndüklerinde kavimlerini uyarmalıdırlar ki, onların da
yanlış hareketlerden çekinmeleri mümkün olsun.»
Allahü
Teâlâ ayet-1 celllesinde şöyle buyuruyor:
«Ey İman edenler, kibirlerden size yakın olanlarla
savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah takva
sahipleriyle beraberdir.*
Ey iman edenler, kâfirlerle savaşın. Sizi
kendilerine karşı sert bulsunlar ve sizden çekinsirüer. Böylece yurtlarınıza ve
dininize saldırmasınlar. Bilin ki Allah daima itaat edenlerle beraberdir. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Ey iman edenler, kafirlerden size yakın
olanlarla- savaşın. Sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Bilin ki Allah takva
sahipleriyle beraberdir.»
Ebû Cafer Tahâvi şöyle demiştir: «Allahü Teâla
islâm'ın bidayetinde sevgili Peygamberine savaş izni vermemişti. Peygamber
Medine'ye hicret ettikten sonra yakın ve uzak bütün düşmanlarla savaşmasına
müsaade etmiştir.»
Allahü Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Bir sûre indirildiği zaman aralarında^ "Bu
sûre hangimizin İntanını artırdı?" diyen münafıklar vardır. Halbuki
mü'minlerln imanını artırmıştır. Onlar sevinçlerinden birbirleriyle
müjdeleşirler.»
«Kalblerinde hastalık olanların İse, bu sûre ile,
murdarlıklarına murdarlık katmışlar ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.»
Allah tarafından bir sûre indirildiği zaman
münafıklar birbirleriyle alay ederek «Bu sûre hangimizin imanını artırdı?»
derlerdi. Allah tarafından gönderilen sûre ve ayetler ancak mü'minlerin imanını
artırır. İmanı artanlar sevinçlerinden birbiriyle müjdeleşirler. Kalblerinde
hastalık olanlar ise, bu sûre ile, küfürlerine küfür katmışlar ve kâfir olarak
ölmüşlerdir. Allah'ın Ayetleri kalblerinde nifak ve küfür olanların imanlarını
asla artırmaz, bilakis kalblerin-deki küfür ve nifakı artırır. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «Bir sûre indirildiği zaman aralarında: "Bu sûre
hangimizin imanını artırdı?" diyen münafıklar vardır. Halbuki mü'minlerin
imanını artırmıştır. Onlar sevinçlerinden birbirleriyle müjdeleşirler.
(Cüz:
11. Âyet: 126-127) Tevbe Sûresi 139
Kalblerinde
hastalık olanlar ise, bu süre ile, murdarlıklarına murdarlık katmışlar ve onlar
kafir olarak ölmüşlerdir.»
Allahü
Teâla âyet-i celllesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar,
yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görmüyorlar mı?
Böyleyken yine tevbe etmiyorlar ve ibret de almıyorlar.»
Münafıklar,
yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana çekildiklerini görüp ibret
almıyorlar mı? Onlar «Eğer biz bu musibetten kurtulursak Rabbimize ihlâsla amel
eder, Peygamber'e de tabi oluruz» demişlerdi. Başlarına gelen musibetlerden
kurtuldukları zaman sözlerinden dönerler, tevbe edip Peygamber'e tabi olmazlar,
yine eskisi gibi bildiklerini yaparlar.
Bu
âyeti celilenin nüzul sebebi şudur: Münafıklar bir araya geldikleri zaman
Peygamberimizi ve mü'minleri zemmedip inkâr ederler. Daha sonra Peygamberimizin
yanına gelirlerdi. Peygamberimiz (s.a.v.) de aralarındaki bütün konuştuklarını
kendilerine haber verince, onun hak Peygamber olduğunu tasdik ederlerdi. Fakat
yanından ayrılıp tekrar bir araya geldikleri zaman şeytanın iğva-sıyla yine
eskisi gibi Peygamber'i ve mü'minleri zemmedip, inkâr ederlerdi. Yüce Allah
şöyle buyuruyor: «Onlar, yılda bir iki defa belâya uğratılıp imtihana
çekildiklerini görmüyorlar mı? Böyleyken yine tevbe etmiyorlar ve ibret de
almıyorlar.» Eğer onlar başlarına gelen musibetlerden ibret almış olsalardı
elbette tekrar eski hallerine dönmezlerdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Bir
sûre indirilince, onlar birbirlerine bakarlar veı "Acaba bizi bir gören
var mı?" derler, sonra giderler. Anlamaz bir kavim oldukları için Allah da
onların kalblerini İmandan çevirmiştir.»
Münafıkların
ayıbını açıklayan bir sûre indirildiği zaman birbirlerine bakışıp işaret
ederler. Eğer sahabeden kendilerini gören olursa mescidden çıkmazlar, onlarla
namaz kılarlardı. Şayet kendilerini gören olmazsa hemen mescidden çıkar
giderlerdi. Münafık-
140 Tevbe
Sûiesi (Cûz: 11. Ayet: 128-129)
ların
her zamanki hali budur, onlar namaz kılsalar bile istemeye istemeye ve gösteriş
için namaz kılarlar. Allah onların kalblerini imandan çevirmiştir. Onlar öyle
bir kavimdir ki, Allahü Teâlâ'nın varlığını anlayamazlar. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Bir sûre indirilince, onlar birbirlerine bakarlar ve:
"Acaba bizi bir gören var mı?" derler, sonra giderler. Anlamaz bir
kavim oldukları için Allah' da onların kalplerini imandan çevirmiştir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun,
size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, skin sıkıntıya uğramanız ona
çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Mü'minlere cidden şefkatli ve
merhametlidir O.»
Peygamberimiz
(s.a.v.) bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O, diğer peygamberler
gibi sadece bir millete veya bir topluma gönderilmemiştir. O, Hz. İbrahim'in
soyundan ve Kureyş kabilesinden olduğu için. Yüce Allah Araplara şöyle hitap
ediyor: «Ey Araplar, andolsun ki, size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir
ki, sıkıntıya uğramanız, imandan yüz çevirmeniz, Allah'ın emirlerine asi
olmanız ona çok ağır gelir. O, üstünüze çok düşkündür. Sizin sapıklıktan
kurtulup hidâyete ermenizi ister. Çünkü o, mü'-minleri cidden esirgeyici ve
bağışlayıcıdır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Şayet
onlar yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'na dayandım. O'na
güvendim. O, büyük arşın sahibidir".»
Allahü
Teâlâ, sevgili Peygamberine hitap edip şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, şayet
onlar iman etmeyip yüz çevirirlerse de ki: "Allah bana yeter. O'na
dayandım. O'na güvendim. O'ndan başka yardımcı, koruyucu ve muhafız yoktur. O,
büyük arşın sahibidir, O, iman edeni de, iman etmeyeni de bilir. Yüee
Allah-bunu* şöyle beyan ediyor: «Şayet onlar yüz çevirirlerse de ki:
"Allah bana yeter. O'na dayandım. O'na güvendim. O, büyük arşın
sahibidir".»
Tevbe
sûresinin sonu.