1- Allah ve Elçisinden,
andlaşma yaptığınız müşriklere
ihtardır.
2- Dört ay daha
yeryüzünde dolaşın, bilin
ki siz, Allah’ı aciz
bırakamazsınız ve Allah,
kâfirleri rezil edecektir!
3- En Büyük Hac günü, Allah ve Rasûlünden
insanlara duyurudur: Allah
ve Rasûlü
puta tapanlardan uzaktır.
Eğer tevbe ederseniz, bu
sizin için daha
iyidir. Ve eğer
dönerseniz bilin ki siz Allah’ı aciz
bırakacak değilsiniz. Ey Muhammedi
Kâfirleri acı bir azap ile
müjdele.
4- Ancak andlaşma yaptığınız
müşriklerden, andlaşma şartlarından hiçbir
şeyi size karşı
eksik tutmayan ve
size karşı hiç kimseye
arka çıkmayanların andlaşmalarını, kendilerine
tanıdığınız süreye kadar
tamamlayın. Çünkü Allah korunanları
sever.
Beri
olmak. Bu bir uyarıdır. İlişkileri kesme, uzaklaşma, ayrılma
ültimatomudur.Anlaştınız. Andlaşma imzaladıklarınız.Yeryüzünde dolaşın. Bir
kurtuluş yolu bulmak için yeryüzünde seyahat edin, dolaşın.
Kâfirleri
alçaltir. Onları hor ve zelil kılar.Allah’tan bir duyuru Hacc-i ekber günü,
kurban kesim günü.
Sizden
bir şey eksiltmediler. Andlaşmanm şartlarından birşey eksiltmeyenler.Size karşı kimseye yardım
etmeyenler. Yani sizin aleyhinize
başkalarıyla yardımlaşmayanlar. [1]
Kur’an-ı
Kerim’de başında besmele bulunmayan tek sûre budur. Çünkü sûre azap içeren
âyetlerle başlıyor. Bu ise, rahmetten sözedilmeyecek bir husustur. Aynı
zamanda en son inen sûrelerden biridir...
Rasûlüllah
Efendimiz (s.a.v.) hicri dokuzuncu yılda, Hz. Ali’yi (r.a.) ve bir grup
sahabeyi, hacc mevsiminde bu âyetleri okumak üzere Mekke’ye gönderdi. Bu
sûrede, müşriklere şu hususlar duyuruluyordu: Kendileriyle, yıl veya ay gibi
sınırlandırmalar olmaksızın mutlak olarak andlaşma yapılanlar, dört aydan daha
az veya daha çok bir süre için antlaşma imzalayanlar, ama bu antlaşmalarının
gereklerini yerine getirmeyenler.. Yeryüzünde tam bir güvenlik içinde dört
aylık bir süre için dolaşın, eğer müslüman olursanız, bu, sizin için daha
hayırlıdır. Yok, İslâmî ölçülerin hakim olduğu Arap yarımadasının dışına
çıkmayı yeğlerseniz, bu da sizin hakkınızdır. Ama müşrik olarak Islâmla savaş
halinde iken Arap yarımadasında kalırsanız, Mekke’nin fethi ve Taif halkının
müslüman olması ile birlikte artık bir İslâm yurdu haline gelen Arap
yarımadasının hangi bölgesinde olsanız, yakalanıp öldürüleceksiniz... Bu, “Allah’tan
ve Rasûlünden kesin bir uyarıdır” ve “müşriklerden kendileriyle andlaşma
imzaladıklarınıza” yöneliktir. “Bundan böyle yeryüzünde dört ay dolaşın.” Bu
süre, kurban bayramının ilk gününden itibareçdir.
“Ve
bilin ki Allah’ı, aciz bırakacak değilsiniz.” Onu bir şekilde atlata-mazsımz;
Allah’ın üzerinizdeki karşı konulmaz hakimiyetinden, otoritesinden
kaçamazsınız; bu bir. İkincisi: “Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık
kılıcıdır.” Onları alçaltır, burunlarını sürter.
“Allah’tan
ve Rasûlünden insanlara bir duyuru.” Bu, müşriklere “büyük hacc günü,” Kurban
bayramı gününden itibaren Allah’tan ve Rasûlünden insanlara yönelik bir ilân,
bir bildirgedir. O gün hacılar memleketlerine dönmeden önce Mina’da istirahat
ve hazırlık amacı ile toplanırlar. Bu duyurunun mahiyeti ise şöyledir: “Kesin
olarak Allah, müşriklerden uzaktır; O’nun Rasûlü de...” müşriklerden uzak ve
beridir. “Eğer tevbe ederseniz.” Ey müşrikler! Eğer Allah’ın birliğini kabul
etmek, Rasûlüne iman etmek, O’na ve Rasûlüne itaat etmek suretiyle tevbe
ederseniz “bu sizin için daha hayırlıdır.” Şirkte, küfürde ve günahta ısrar
etmenizden daha iyidir. “Yok eğer yüz çevirirseniz..” iman ve itaate
yanaşmazsanız., “bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz...” Hiç bir
şekilde O’nu ati atamazsınız; karşı konulmaz otoritesinden kurtulamaz, O’ndan
kaçamazsınız. Çünkü hiç kimse Allah’a karşı üstünlük sağlayamaz. Hiç kimse O’nun
hakimiyetinden, otoritesinden kaçıp kurtulamaz.
Ardından
Yüce Allah Rasûlüne şu emri veriyor: “İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.”
Tevbe etmezlerse, kesin olarak azaba çarptırılacaklarını haber ver. “Ancak
müşriklerden kendileriyle andlaşma imzaladıklarınızdan bir şeyi eksiltmeyenler”
andlaşmanm şartlarını çiğnemeyenler “ve size karşı kimseye yardım etmeyenler
başka.” Düşmanlarınıza adam ve silah yardımı veya görüş belirtme şeklinde
destek sağlamayanlar hariç. Allah ve Rasûlü andlaşmalarına bağlı olan bu
insanlarla ilişkiyi kesmiyorlar: “Artık andlaş-malarını süresi bitene kadar
tamamlayın.” Andlaşmanm geçerli olacağı. Önceden belirlenen sürenin sonunu
bekleyin. Andlaşmaya bağlı kaim; onlar and-laşmayı bozmadıkça, siz bozan taraf
olmayın. Süre bitince de ya müslüman olurlar, ya da kendilerine savaş açılır.
Çünkü İslâm yurdunda ve İslâm’ın çatısı altında şirkin varlığını sürdürmesi
mümkün değildir. [2]
1- Müslümanlara kesin olarak gelebilecek bir zararı bertaraf etme veya
İslâm ve müslümanlara yönelik kesin bir menfaati sağlama amacına yönelik olduğu
sürece müslümanların kâfirlerle andlaşma imzalamaları caizdir.
2- Andlaşmaya ihanet etmek ve ahdi bozmak haramdır. Bu yüzden
and-laşmanın feshedildiği açıkça duyurulmahdır. Karşı tarafa genel bir kaide
gibi sunulmuş senenin üçte biri kadar bir süre tanıyıp, kendileri için en uygun
olan tutumu belirlemelerine fırsat tanınmalıdır.
3- Süresi belli olan andlaşmalara, sürelerinin bitimine kadar bağlı kalmak
farzdır; karşı taraf andlaşmanın şartlarını çiğnemediği müddetçe.
4- Takva üstün bir meziyettir. Muttakiler de Allah katında üstün derecelere
sahiptirler. Takva ise, Allah’ın hoşnut olduğu şeyleri yapmak; hoşnut olmadığı
şeyleri de yapmamak suretiyle O’nun azabından korkup sakınmak demektir. [3]
5- Haram ayları (kendisinde
savaşılması yasaklanan aylar) Çıkınca Allah’a ortak
koşanları nerede bulursanız
öldürün; onları yakalayın, hapsedin
ve her gözetleme
yerinde oturup onları
bekleyîn. Eğer tevbe
ederler, namazı kılarlar,
zekâtı verirlerse yollarını
serbest bırakın. Çünkü
Allah bağışlayan, esirgeyendir.
6- Ve eğer ortak
koşanlardan biri güvence
(eman) dileyip yanına gelmek
isterse, onu yanına
al ki, Allah’ın
sözünü işitsin; sonra onu güven
içinde bulunacağı yere ulaştır.
Böyle yap, çünkü onlar, bilmez bir topluluktur.
7- Ortak koşanların, Allah’ın
yanında ve Elçisinin
yanında nasıl andlaşması olabilir?
Ancak Mescid-i Haram1 da
andlaştık-larınız hariç. Onlar
size dürüst davrandıkça
siz de onlara
dürüst davranın; çünkü
Allah, günahlardan korunanları sever.
8- Evet, Allah ve Elçisi yanında onların
nasıl ahdi olabilir? Eğer onlar size galib gelselerdi, sizin hakkınızda
ne and ne de and-laşma gözetmezlerdi. Ağızlarıyla
sizi razı ederler;
fakat kalpleri sizi
istemez. Çokları da yoldan
çıkmışlardır.
Haram
aylar tamamlanınca. Müşriklerle saldırmazlık andlaşması imzaladığınız bu dört
ay sona erince. Onları nerede bulursanız; nerede karşılaşırsanız; Mescid-i Haram
sınırları içinde veya dışında fitneyi ortadan kaldırmak için savaş etmek
gerekiyorsa savaşılır.Onları tutun. Esir alın, tutuklayın.Onları kuşatın. Kendi
istekleriyle teslim olana kadar, onları kuşatma altında tutun.Onlar için her
geçit yerlerinde oturun. Onların, hareketlerini gözetleyin. Nöbet tutun.Eğer
tevbe ederlerse; Allah ve Rasûlüne inanırlarsa.Yollarını açıverin. Artık
bulundukları yerleri kuşatmayın, takibat altına almayın, onlarla
savaşmayın.Senden “eman”, sığınma güvenliği, talep ederse. Güvenlik içinde
olacağı yer.Size karşı doğru bir tutum takındıkça; ahitlerini bozmadıkça;
uzlaşma şartlarını çiğnemedikçe.Eğer size
karşı galip gelirlerse. Yani kâfirler size galip geldiklerinde hiç bir zaman
andlaşmalara niyet etmezler. Size karşı gözetmezler; sizinle olan akrabalık
bağı ve andlaşma şartlarını gözetmezler, size saygı göstermezler. Ne akrabalık
bağı, ne de andlaşma şartları[4]
Sûrenin
akışı, müşriklere yönelik topyekün bir savaş ilânı ile devam ediyor.Buradaki
amaç bir İslâm yurdu ve İslâm’ın merkez üssü konumuna gelen Arap yarımadasını
müşrik artıklarından temizlemektir. Bu meyanda Yüce Allah, Rasûlüne ve mü’minlere
şu buyruğu veriyor: “Haram aylar sıyrılıp bitince..” kendileri ile andlaşma
imzalamadan ‘eman (güvence)’ verdiğiniz veya dört aydan daha az, ya da daha
fazla bir süre için andlaşma imzaladığınız müşriklerle ilgili olarak, dört
aylık süre tamamlanınca “..müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün..” Mescid-i
Haram sınırları içinde veya dışında “..onları tu-tuklayın..” esir alın., “kuşatın..”
teslim olana kadar yerleşim birimlerini kuşatma altında tutun “..ve onların
bütün geçit yerlerini kesip tutun..” yollarını, başka bölgelerle bağlantılarını
kesin ki, müslüman olsunlar veya teslim olsunlar. “Eğer tevbe ederlerse..”
şirkten tevbe edip, sizinle savaşmaktan vazgeçerlerse., “namaz kılarlarsa ve
zekâtı verirlerse, yollarım açıverin.” Çünkü artık sizin gibi müslüman
olmuşlardır. “Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” Allah onları bağışlayacaktır.
Müslüman olmalarından dolayı onlara merhamet edecektir. O, gafurdur,
rahimdir.Bundan sonraki âyet-i kerimede ise, Yüce Allah Rasûlüne, kendisinden
sığınma hakkı talep eden müşriklere bu hakkı tanımasını, eman vermesini
emrediyor; ki, Allah’ın kelâmını dinlesinler, İslâm duyurusunu anlasınlar. Bundan
sonra serbesttirler. Dilerlerse müslüman olurlar ve bu, onlar için daha
hayırlıdır. Eğer müslüman olmazlarsa, Rasûlüllah onları güvenlik içinde
yaşayabilecekleri bir yere gönderecek, müslümanların onları öldürmemelerini
sağlayacaktır. “Eğer müşriklerden biri, senden kendisinin himaye edilmesini
isterse, onu himaye et; öyle ki Allah’ın sözünü dinleme imkânı bulsun; sonra
onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbet bilmeyen bir topluluk
olmaları nedeniyledir.” Bu yüzden Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) müşriklerin ‘eman’
dilemelerini kabul etmiştir ki, Allah’ın kelâmını dinlemiş olsunlar. Zira eğer
bilmiş olsalardı, tevhidi bırakıp şirke sapmazlardı...
Ardından
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Müşriklerin Allah ve Rasülü-nün katında nasıl bir
sözleşmesi olabilir?” Bu soru, olumsuzluk ve hayret ifade eder. Yani onlar
andlaşmalara ihanet eden kâfirler olarak kaldıkları sürece, Allah ve Rasûlü
katında bir ahitleri olmaz; ancak “Mescid-i Haram yanında kendileriyle
andlaştıklarınız dışında. Şu halde onlar (Mescid-i Haram yanında
anlaştıklarınız) size karşı doğru bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı
doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, itaat edenleri sever.” Burada Bekir
bin Kenane oğullarının bir koluna işaret ediliyor. Bunlar Hudeybiye
Andlaşmasınm imzalandığı yıl, Rasûlüllah Efendimizle saldırmazlık and-laşması
imzalamışlardı. Yerleşim mıntıkaları da Mescid-i Haram’ın yakınıydı. İşte
bunlar, andlaşmayı bozmadıkları sürece, doğru bir tavır sergiledikleri sürece
ahit ve zimmet ehli (korunan, dokunulmayan kitab ehli) kabul edileceklerdi.
Onlar doğru tutum sergiledikçe, müslümanlar da doğru tutum sergileyecek,
onları öldürmeyecek, andlaşmalarına bağlı kalacak. Çünkü Allah andlaşmaya
ihanet edeni sevmez; kendisinden korkup sakınanları sever.
“Nasıl
olabilir ki? Eğer galip gelirlerse size karşı ne akrabalık bağlarını ne de
sözleşme hükümlerini gözetip tanırlar.” Bu hayret üslûbunda olumsuzluk
ifadesidir. Yani, müşrikler için sizinle imzaladıkları andlaşmaya bağlı kalmak
olacak şey mi? Eğer savaşta sizi yenilgiye uğratırlarsa, size karşı akrabalık
bağlarını ve sözleşme hükümlerini gözetmezler. Sizi kılıçtan geçirirler.
“Sizi
ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar.” Burada Yüce Allah,
ahitlerini bozan, andlaşmalarının hükümlerine ihanet eden bu müşriklerin, yalan
sözlerle mü’minleri hoşnut kılmaya çalıştıklarını, ama kalplerinin kâfir
olduğunu, dillerinin söylediğine kalplerinin karşı çıktığını, buna inanmadığını,
bunu onaylamadığını haber veriyor. “Onların çoğu fasık kimselerdir.” Bir dîne,
bir andlaşmaya bağlı kalmak, sözleşmelere uymak nedir bilmezler. Bu ifade bir
açıdan, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) vefatından önce Arap yarımadasını şirk
kırıntılarından temizleme amacına yönelik olarak müslüman-ları müşriklerle
savaşmaya, mahallerini kuşatma altında tutmaya, onları esir almaya teşvik
ediyor. [5]
1- Karşı taraf andlaşmayı ihlal etmediği sürece bağlılığı sürdürmek farzdır.
2- Savaşta kararlı olmak; ölümcül darbeler indirmek gerekir.
3- Öncelikle Arap yarımadasını her türlü şirkten ve küfürden temizlemek
gerekir. Çünkü orası İslâm’ın yurdu ve merkez üssüdür. Daha sonra da İslâm’ın
adaletini bütün dünyaya yaygınlaştırmalıyız.
4- İmanın sahih olması için namaz kılmak şarttır. Namazı terkeden
kâfirdir; mü’min değüdir.[6]
5- Em an dileyenlere dokunulmaz. Bu hak onlara verilmelidir. Kâfir bir
devletin elçileri ve temsilcileri de dokunulmazlık hakkına sahiptirler.
Bunların can güvenliklerini sağlamak gerekir.
6- İslâm dinini öğrenmek için İslâm ülkesine giriş izni isteyen her
kâfirin, bu isteğini olumlu karşılamak gerekir.
7- Kur’an, harfleriyle ve manasıyla Allah kelâmıdır. Bunun delili de
Rasûlüllah Efendimizin okuduğu âyetler için Yüce Allah’ın: “...Öyle ki Allah’ın
sözünü dinlemiş olsun.” buyurmasıdır[7]
8- Allah’ı düşünmek, akrabalık bağlarına saygı ve andlaşmalara bağlı
kalmaya özen göstermek farzdır. [8]
9- Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar da O’nun yoluna engel oldular.
Onların yaptıkları, gerçekten
ne kötüdür.
10- Bir mü’mine karşı ne and, ne de andlaşma gözetmezler. İşte saldırganlar
onlardır.
11- Eğer tevbe ederler,
namazı kılarlar ve
zekâtı verirlerse, dinde sizin
kardeslerinizdir. Biz, bilen
bir topluma âyetleri
böyle uzun uzun açıklıyoruz.
12- Eğer andlaşma yaptıktan
sonra andlarını bozarlar
ve dininize dil
uzatırlarsa, o küfür
önderleriyle savaşın. Çünkü
onların andları yoktur; belki
böylece küfürden vazgeçerler.
Allah’ın
âyetlerini sattılar (Bunun karşılığında küfrü satın aldılar).Yola set çektiler.
Allah’ın yolu olan İslâm’dan yüz çevirdikleri gibi başkalarının da bu yola
girmelerine engel oldular.Ne kötü.Gözetmezler.Yeminler. Bağlar. İlişkiler.
Allah bu ayetlerde, kâfirlerin ne akrabalık bağlarını ne de andlaşma
hükümlerini gözetmedikleri bildirilmiştir.Eğer tevbe ederlerse. Şirkten ve
müslümanlara karşı savaşmaktan vazgeçerlerse.Bozdular, çiğnediler. Ahitlerini
bozar ve andlaşmalannı çiğnerlerse.Dininize iftira ettiler. İslâm’m inanç
sistemini, ibadet biçimini ve insanlar arası ilişkileri düzenleyen hükümlerini
eleştirirlerse Küfrü izlenen liderler. Küfrün elebaşları. Küfrün önderleri.
Şirk, kötülük ve bozgunculukta taklit edilen, [9]
Sûrenin
akışı, müşriklerin durumlarını, onlara karşı takınılacak tavırları beyan ederek
sürüyor: “Allah’ın âyetlerine karşılık az bir değeri satın aldılaT.” Yani ifnam
satıp karşılığında küfrü aldılar; mutluluk ve erdeme ulaştıran biricik hayat
sistemi olan İslâmdan kendileri yüz çevirdikleri gibi izleyicilerinin de İslâm
dinine girmelerine engel oldular. Bu yüzden Yüce Allah onların bu
davranışlarını şu şekilde yeriyor: “Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.”
Yine
Yüce Allah’ın bize haber verdiğine göre, bir mü’minin aleyhine onların eline
fırsat geçerse, akrabalık bağlarını, aralarındaki sözleşme hükümlerini
gözetmezler. Hiç bir andlaşmamn onlar nezdinde geçerliliği yoktur. “Onlar bir
mü’mine karşı ne akrabalık bağlarını, ne de sözleşme hükümlerini
gözetip-tamrlar. îşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.” Yüce Allah’ın onları
haddi aşanlar şeklinde nitelendirmesi gösteriyor ki, herhangi bir andlaşmaya
saygı duymazlar; hiç bir hususta Allah’tan korkup sakınmazlar. Çünkü içinde
yaşadıkları küfür ve günah dolu hayat biçimi kalplerini karartmıştır. Bu yüzden
müslümanlar her nerede karşılaşırlarsa onları öldürmeli, tutsak almalı,
yerleşim birimlerini kuşatma altında tutmalı, dış dünya ile bağlantılarını
kesmeliler. Belki böylece silahlarını bırakıp Allah’a veya mü’minlere teslim
olurlar; iman etmek ve İslâm’a girmek suretiyle tevbe ederler.
“Eğer
onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin
dinde kardeşlerinizdir.” ... “Bilen bir toplum için âyetleri böyle birer birer
açıklarız.” Bu âyetler, Allah’ın birliğine ilişkin kesin deliller içerir ve
Rasûlüllah’ın (s.a.v.) peygamberliğini isbat eder. Şeriatın savaş ve barışla ilgili
hükümlerini kapsarlar. “Bilen bir toplum için.” Çünkü cehalet ehli bu
âyetlerden yararlanamaz, kalpleri koyu bir karanlık içindedir, onların akılları
şirkin saptırmasıyla bozulmuştur. Gösteriş ve tutkularının esiridirler.
“Ve
eğer andlaşmalarından sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dininize hınç
besleyip s aldırırlar s a...” Kendileriyle andlaşma imzaladığınız bu müşrikler
yeminlerini bozarlarsa, sözleşme ve andlaşmamn hükümlerini çiğnerlerse, İslâm’a
kusur bulup hınçla eleştiri odağı haline getirirlerse, bu durumda onlar küfrün
önderleri, kâfirlerin başkanlarıdırlar. O zaman hiç vakit kaybetmeden onlara
karşı savaş ilan edin; sizin yanınızda ettikleri yeminlere itibar etmeyin.
Çünkü onlar yeminleri olmayan kimselerdir. Belki küfre, ihanete ve dönekliğe
son verirler; Allah’ı tanır, müslüman olur ve tıpkı sizin gibi Allah’ın
düşmanları değil, dostları olurlar. [10]
1- Kâfirlerin hayat biçimleri, çarpık uygulamaları, hakka karşılık
batılı, hidayete karşılık sapıklığı satın almaları yeriliyor.
2- Her kim “haddi aşan,” aşırılık niteliğine sahipse, hiç bir şeyde ona
güvenilmez; sözlerine itibar ve itimad edilmez. Çünkü böyle birinin kişilik
onuru kalmamıştır.
3- İslâm kardeşliği iman esasına dayanır.
4- Dini eleştirmek küfürdür; dinden dönmedir. Böyle yapan kimse Allah’a
ve mü’minlere savaş açtığında onları öldürmek, onlara savaş açmak farzdır. [11]
13- Analarını bozan, Elçiyi
Mekke’den çıkarmaya yeltenen ve
ilk önce kendileri
sizinle savaşa başlamış
olan bir kavimle savaşmayacak mısınız?
Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Eğer gerçekten inanan
insanlar iseniz, kendisinden korkmanıza
en lâyık olan Allah’tır.
14- Onlarla savaşın ki
Allah sizin ellerinizle
onlara azap etsin, onları
rezil etsin; sizi
onlara üstün getirsin
ve inananlar toplumunun göğüslerine
şifa versin;
15- Yüreklerinin öfkesini gidersin.
Allah, dilediğinin tevbe-sini kabul eder. Allah bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
16- Yoksa siz, Allah
içinizden cihad eden
ve Allah’tan, Elçisinden
ve mü’minlerden başkasını
kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden,
bırakılacağınızı mı sandınız?
Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.
Dikkat
edin. Teşvik edatıdır. Yani sevindirmek ve teşvik etmek
manasındadır.Yeminlerini bozdular, yeminlerinin gereklerini yerine getirmediler.Peygamberi
çıkarmaya kalkıştılar. Daru’n-Nedve’de toplanmış ve onu tutuklama, sürgün etme veya Öldürme
seçeneklerinden birini gerçekleştirmeye karar vermişlerdi.önce. Bedir’de ve
Hecir’de ilk önce size savaş açanlar onlardır. Hecir denilen bölgede
Kureyşliler Huzaa kabilesine karşı Benu Bekir kabilesine yardım
etmişlerdi. Onları aşağılık kılar,
alçaltır. Kalplere şifa verir. Kalplerindeki zalim müşriklere yönelik kini
dindirir. Eğer terkederseniz. Cihad gibi zorluklar aracılığı ile sınavdan
geçirilmeden bırakılacağınızı mı sandınız?Casus. Onlardan olmadığı halde, bir
kavmin arasına karışan,sırlarını ve gizli İşlerini öğrenen kimse. [12]
Sûrenin
akışı müşriklerden ve onlara karşı takınılacak tavırlardan söz ederek devam
ediyor. Müşriklere yukarıda sözü edilen dört aylık durum değerlendirme süresi
tanındıktan sonra, değişen bir şey olmadı. Bu yüzden geriye, müşriklere savaş
açmak, onları tutsak almak, birlikteliklerini dağıtmak, Allah’ın hakimiyeti
altındaki İslâm diyarlarında şirke savaş açmaktan başka seçenek kalmamıştı. Bu
yönde, Yüce Allah mü’minleri teşvik edici, heyecan-landırıcı mahiyette şu
âyetleri indirdi: “Yeminlerini bozan bir toplulukla savaşmayacak mısınız?” Bu
suçu işlemiş olmaları, Öldürülmeleri için yeterli bir
gerekçedir.Müşriklerin ikinci çabaları
da Rasûlüllah’ı aralarından, Mekke’dençıkarmaktır.Üçüncüsü, Bedir’de ilk defa
size savaş açanlar onlardır. Çünkü kervanları kurtulmuştu, ama onlar sizinle
savaşmaktan vazgeçmemişlerdi. Öyleyse niye onlarla savaşmıyorsunuz? Yoksa
onlardan korkuyor musunuz? Bu yüzden mi onlarla savaşmaktan kaçmıyorsunuz? Eğer
savaşmamanızın gerekçesi buysa, biliniz ki “eğer inanıyorsanız, kendisinden
korkmanıza Allah daha layıktır.” Çünkü Allah’ın katındaki azap, müşriklerde
yoktur. Şu halde kendisinden korkulmaya Allah daha layıktır. “Yeminlerini bozan,
elçiyi yurdundan sürmeye kalkışan ve sizinle ilk defa savaşa başlayan bir
toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız,
kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır.”
Bundan
sonraki âyette İse, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlarla çarpışın.” Açık bir
savaş emridir bu. Kâfirlere savaş açmanın onlar için bir ceza olduğu da
vurgulanıyor: “Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın, hor ve aşağılık
kılsın ve onlara karşı size zafer versin; mü’minler topluluğunun göğsünü şifaya
kavuştursun.” Burada kastedilenler Huzaa kabilesidir ki, Kureyş destekli Benu
bekir oğullarına karşı besledikleri kin dinsin. Bunlar Hudeybiye barış
andlaşmasından sonra Huzaa kabilesine savaş ilân etmişlerdi.[13]
“Allah
dilediğinin tevbesini kabul eder.” Bu, şayet savaşa ilişkin emrin işaret ettiği
ceza değilse de, ilâhî evrensel yasalar sisteminin bir kuralıdır. Bütün
savaşlarda, insanlar düşmanlarının kendilerine üstünlük sağladıklarını görünce
onlara meyleder, dinlerini kabul eder ve onların sahip oldukları niteliklere
bürünürler. Nitekim mü’minlerin kâfirlere savaş açmaları ve onları yenilgiye
uğratmaları bir çok kâfire müslüman olma fırsatını doğurur. “Allah dilediğinin
tevbesini kabul eder,” âyeti ile kastedilen anlam budur. “Allah bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir.” Savaş emrini ve olumlu sonuçlarını pekiştirici bir
ifadedir bu. Sonuçlardan biri de Yüce Allah’ın dilediği kimsenin tevbesini
kabul buyurmasidır.
“Yoksa
siz, birakılıvereceğinizi mi sandınız?” Hiç bir sınavdan geçirilmeden, doğru sözlü
mü’minlerle, yalancı münafıklar birbirlerinden ayrılmadan öylece
bırakılacağınızı mı sandınız? Bu ifadeden anladığımız kadarıyla münafıklar
savaşmak istemiyorlardı. Mekke fethedildi, İslâm bölgede egemenlik kurdu; artık
müşriklerin kırıntılarını kovalamanın bir anlamı yoktur, diyorlardı. Aslında
onlar, müslümanlar İçin gerçekleşmiş her zaferin neticesiz kalması temennisi
içindeydiler. Bu anlamı âyet-i kerimenin akışından anlamak münıkündür: “Yoksa
siz,” içinizden cihad edenleri; Allah’tan ve Rasûlünden ve mü’minlerden
başkasını dost ve sırdaş edinmeyenleri Allah bilip ortaya çıkarmadan “birakıhvereceğinizi
mi sandınız?” Allah Rasûlü ve mü’minleri bir yana bırakarak başkalarını sırdaş
edinenler vardı. Böylece onları müslümanların çalışmalarından haberdar
ediyorlardı. Bu dostluklarını aralarında gizliyorlardı. Bunu âyetin son cümlesi
de vurguluyor: “Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” [14]
1- İnsanların cihada çıkmaları için heyecanlandrrıcı, teşvik edici konuşma
yapmak ve şiirler okumak güzeldir.
2- Allah’a itaat etmek ve günahları terk etmek suretiyle Allah’tan korkmak
farzdır.
3- Cesur olmak imanın gereğidir. Cesareti zayıf olanın imanı da zayıftır.
4- Savaşın sonuçlarından biri de, insanların Allah’ın dinine girmelerine
uygun bir ortam oluşturmasıdır.
5- Cihad mü’minlerin saflarını ve kalplerini tasfiye etmeye ve temizlemeye
dönük bir eylemdir. [15]
17- Allah’a ortak koşanlar
nefislerinin küfrünü göre
göre Allah’ın mescidlerini şenle ndiremezler. Onların
yaptıkları işler boşa çıkmıştır.
Ve onlar, ateşte
sürekli kalacaklardır.
18- Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a
ve ahiret gününe i-nanan,
namazı kılan, zekatı
veren ve Allah’tan
başka kimseden korkmayanlar şenlendirirler. Onların,
doğru yolu bulanlardan olacakları umulur.
Müşrikler
için olmadı. Müşriklerin yapacağı iş değildir. Onlara yaraşmaz..Amelleri boşa
gitmiştir. Bu amellerine karşılık sevap kazanmazlar, hiç bir başarı elde
etmezler.Allah’ın mescidlerini yenileyip güzelleştirirler, kalkmdırırlar.
İçlerinde namaz kılarak, onları koruyarak ve temizleyerek süslerler.Allah’tan
başka kimseden korkmadı. Yalnız Allah’tan korkanlar.Umulur. ‘Asa’ kelimesi,
Yüce Allah ile ilgili olarak kullanıldığı zaman kesinlik bildirir. Buna göre onların
doğru yola erişmeleri muhakkaktır.Hidayete erenler. Hüsrana uğramaktan
kurtulup kalpleri ile doğruyu bulan kimseler. [16]
Bazı
müşrikler, bakımını yapmak, örtüsünü yenilemek, ziyaretçilere su dağıtmak
suretiyle Mescid-i Haram’ı kazındırdıklarını, güzelleştirdiklerini iddia
ediyorlardı. Bunlardan biri de Bedir savaşında müslümanların eline tutsak düşen
peygamberimizin amcası ve sonradan müslüman olan Hz. Abbas’tı.[17] Fakat
Yüce Allah müşriklerin bu iddialarını reddetti: “Şirk koşanların Allah’ın
mescidlerini mâmur etmeye hak ve yetkileri yoktur.” Böyle bir şey onlara yaraşmadığı
gibi, yapmaları da beklenemez. Hem nasıl olsun ki; onlar kâfirdirler ve kendi
küfürlerine bizzat kendileri şahittirler. Allah’ı inkâr eden, O’nun evini mâmur
eder mi? Hem nasıl mamur hale getirecek? Bir yahudiye “sen nesin?” diye
sorulduğunda “Ben yahudiyim” der. Bîr hristiyana “sen nesin?” diye sorulduğunda
“ben hristiyanım” der. Bir putpereste “sen nesin?” diye sorulduğunda “putperestim”,
der. İşte bu, bizzat kendilerinin kâfir olduklarına tanıklık etmeleridir. “İşte
bunlar” koyu bir küfür ve sapıklık içinde olan bu insanlar “yaptıkları boşa
gitmiş olanlardır.” Amelleri, ihlâstan, samimiyetten yoksun olduğu için
geçersiz olmuştur, zayi olmuştur. “Ve bunlar ateşte süresiz kalacak
olanlardır.” Oraya girdikten sonra, artık ebediyen çıkamazlar. Çünkü kendilerinin
ateşten çıkmalarını sağlayacak, şefaatçilik edecek bir amelleri olmaz.
Ardından
Yüce Allah bir gerçeği vurguluyor: Mescidleri gerçekten ve samimi olarak mamur
edenler, Allah’ı bir ve ortaksız bilen, namaz kılan, zekât veren, Allah’tan
korkan ve O’ndan başkasından korkmayan mü’minlerdir. Mescidleri namazla,
zikirle, eğitim ve öğretimle mâmur edip güzelleştirmek, şenlendirmek onlara
yaraşır. Kuşkusuz mescidlere ek binalar yapmak, onları temizlemek ve korumak da
mâmur etmenin kapsamına girer. İşte her türlü erdeme ve hayra ulaşmak bunların
özelliğidir. Bunlardır hidayete layık olanlar. Şu ifade bunun tanığıdır: “İşte,
hidayete erenlerden oldukları umulanlar bunlardır.” Bunların hakka ve doğruya
ulaşmaları, ateşten kurtulup cennete kavuşmaları umulur. [18]
1- Kâfirlerin zarar vermek için mescidlere girmeleri haramdır. Ancak bir
ihtiyaçtan dolayı ya da bir müslümanın izin vermesi durumunda girebilirler.
2- İçlerinde ibadet etmek, onları temiz tutmak ve korumak suretiyle
mescidleri yenileyip mâmur hale getirmek, güzelleştirmek büyük bir fazilettir.
3- Müslümanın, Allah katında üstün bir yeri, onurlu bir makamı vardır.
Çünkü onun dışında, her kimden dini sorulsa, kendi küfrünü itiraf anlamına gelen
bir cevap verir. Ama müslümanın bu soruya verdiği cevap “ben müslüma-nım” yani “Allah’a
teslim olmuşum” şeklindedir. Şu halde sadece o, mü’min-dir; onun dışındakiler
kâfirdir.
4- Allah’a ve ahiret gününe iman etmek, namaz kılmak, zekât vermek ve
Allah’tan korkmak gerekir.
5- Ateşe karşı güvencede olmayı hakedenler, âyette işaret edilen bu dört
niteliğe sahip olanlardır. [19]
19- Ey müşrikler! Siz,
hacılara su verme
ve Mescid-i Ha-ram’ı
şenlendirmeyi Allah’a, ahiret gününe inanan
ve Allah yolunda
cihad edenin eylemiyle
bir mi tuttunuz?
Bunlar, Allah katında bir
olmazlar. Allah, zalimler
topluluğuna yol göstermez.
20- inanan, hicret eden
ve Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla savaşanların, Allah
katında dereceleri daima
büyüktür, işte kurtuluşa erenler onlardır.
21- Rableri onlara, kendisinden
bir rahmet, rıza
ve içinde sürekli kalacakları
nimeti bol cennetleri
müjdeler.
22- Orada ebedi kalacaklardır. Şüphesiz,
büyük mükâfat Allah katındadır.
Hacılara
su dağıtılması. Mescid-i Haram içinde, üzerine su kabı konulan ve hacıların hiç
bir karşılık ödemeksizin su içtikleri yer.Mescid-i Haram’ı yenilemek,
güzelleştirmek, tehlikelere ve âfetlere
karşı korumak, içinde hizmet etmek.Allah katında bir olmazlar. Çünkü şirk ve
küfürle birlikte Mescid-i Haram’ı onarmak, hayır açısından bir değer ifade
etmez.Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez. Allah, müşrikleri ke-ıİmal ve mutluluk
verici bir akibete ulaştırmaz. Razı
olmak. Yüce Allah’ın hoşnutluğu.Devamlı nimetler. Daimi, sonu gelmez, kesintiye
uğramaz. [20]
Âyetlerin
akışı, hacılara bedava su dağıtmak ve Kabe içinde ziyaretçilere hizmet etmek
suretiyle Mescid-i Haram’m bakım ve hizmetini yaparak mâmur hale getirmeyi
imandan, hicretten ve cihaddan daha üstün görenlerin bu iddialarının
yersizliğini vurguluyor ve iddia sahiplerini kınayarak devam ediyor: “Hacılara
su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı mâmur etmeyi Allah’a ve ahiret gününe iman
eden ve Allah yolunda cihad edenin yaptıkları gibi mi saydınız? Bunlar Allah
katında bir olmazlar.” Hiçbir şekilde Allah’ın hüküm ve yargı sisteminde aynı
derecede olmazlar. Müşrikler zalim kimselerdir. Onların Mescid-i Haram’a hizmetlerinin
bir ağırlığı, sözü edilecek bir kıymeti olabilir mi? “Allah zulmeden bir
topluluğa hidayet nasib etmez.”
Bu
kmayıcı ve meseleyi olanca netliğiyle ortaya koyucu değerlendirmeden sonra
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, Allah katında” iman etmekle beraber bu
dört sıfatı taşımayanlardan daha “büyük derecelere sahiptirler.” Yüce Allah,
onlarm cehennemden kurtulup cennete girmekle büyük bir ödül elde ettiklerini
haber veriyor. Bunda daha büyük bir Ödül de şu ifade içinde dile getiriliyor: “Rableri
onlara katından bir rahmet” yani cenneti “bir hoşnutluğu” ödüllerin en büyüğünü
“ve cennetleri” yüce melekût âleminin bahçelerini “müjdeler.”... “onlar için
sürekli bir nimet var.” Bu nimetler tükenmez, yok olmaz. Ebediyen çıkmamak
üzere, cennette bu nimetler içinde kalırlar. “Şüphesiz Allah, büyük mükâfat
katında olandır.” Bu ödülün değerini Ölçmeye beşerin akıl ve hayal gücü
yetmez. Allah bizi bu ödüle lâyık kullardan eylesin; bizi bu mutlu kimselerle
birlikte hasretsin. Amin... [21]
1- Mü’minin en mükemmeli, en üstün derecelisi ve makam olarak Allah’a en
yakın olanı 20. âyette işaret edilen “iman, hicret ve Allah yolunda mal ve
canla cihad” niteliklerine sahip olanıdır.
2- İslâmi hayat tarzında hicret ve cihadın büyük bir yeri ve üstünlüğü
vardır.
3- Cennet ehli, dereceler bakımından birbirlerinden farklılık
gösterirler.
4- Zulümde aşırı giden zalimler, Allah’ın hidayetinden yoksun kalırlar[22]
23- Ey inananlar! Eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi dost
edinmeyin.Sizden kim onları
veli tanır, dost tutarsa işte
zalimler onlardır.
24- De ki: “Eğer
babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
hısım akrabanız, kazandığınız mallar,
düşmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız konutlar,
size Allah’tan, Elçisinden
ve O’nun yolunda cihad etmekten daha
sevgili ise, o halde Allah
emrini getirinceye kadar
gözetleyin başınıza gelecekleri,
göreceksiniz! Allah, yoldan
çıkmış topluluğu doğru
yola iletmez. “
Veli’nin
çoğuludur. Dostlar. Yardımcılar. Sevgi beslemek ve yardım etmek suretiyle dost
edindiğin ve sana karşı aynı duygu ve tavır içinde olan kimse.
Tercih
ettiler. Küfrü imandan çok sevip tercih ediyorlarsa. Zalimler. Zulüm, birşeyi
kendisine ait olmayan, lâyık olmadığı bir yere koymaktır. Sevilmesi uygun
olmayan birini seven kimse de, bir şeyi lâyık olmadığı bir yere koymuş olur; dolayısıyla,
o zalimdir.
Aşiretiniz.
Amcalar ve çocukları gibi, aranızda kan bağı bulunan uzak-yakm akrabanız.
Kazandığınız.
Az
kâr getirmesinden, zarara uğramasından. Bekleyin. Şu halde bekleyedurun.
Allah
emrini getirinceye kadar. Allah bu günahınıza ilişkin a-zabın gerçekleşmesi
emrini verinceye kadar. Burada Özelde işaret edilen, Mekke’nin fethi
dolayısıyla müşriklerin uğradıkları azaptır. [23]
Bu,
Yüce Allah’tan mü’minlere yönelik bir uyandır. Mü’minlerin kâfir babalarını ve
kardeşlerini dost edinmelerini, sevmelerini, yardım etmelerini, müslümanlann
sırlarından ve gizli işlerinden haberdar etmelerini yasaklıyor. Yüce Allah
buyuruyor ki: “Ey iman edenler!” Allah’a, Rasûlüne, Allah ile buluşmaya, müjde
ve tehditlerine inananlar! “Eğer İmana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa,
babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin...”
Sonra
Yüce Allah, emrine uymamaları, küfrü sevip İmana tercih eden babaları ve
kardeşleri ile ilişkilerini kesmemeleri durumunda, başlarına neler geleceği
hususunda onları tehdit ediyor: “Sizden kim onları dost edinirse, işte bunlar
zulmeden kimselerdir.”[24]Bu
husustaki zulmün niteliği açıktır; sevgiyi buğzun yerine, yardımı yardım
etmemenin yerine koymak... Zulüm de, bir şeyi başka bir şeyin yerine koymaktır.
Sonra
Yüce Allah, Rasûlüne onlara seslenmesini emrediyor (Yüce Allah’ın doğrudan
onları muhatab almayıp mesajını Rasûlü aracılığı ile duyurması,
hoşnutsuzluğunun, öfkesinin, azap ve
tehdidinin ifadesidir): “De ki; Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar,
az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere
Allah’tan, O’nun Rasûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise,
(bu yüzden hicret etmekten kaçmıyor, cihad görevini terk ediyorsanız) artık
Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.” Allah’ın emrini bekleyin, Mekke’nin
fethini, dolayısıyla tepenize bir azabın inmesini bekleyin. “Allah fasıklar
topluluğuna hidayet etmez.” Onları kurtuluş ve mutluluk yollarına iletmez. [25]
1- Baba, oğul ve kardeş gibi en yakın akrabalar da olsa kâfirleije sevgi
beslemek onları dost edinmek haramdır.
2- Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere düşmanlık besleyenleri dost edinmek
korkunç bir zulümdür.
3- Allah’., Rasûlünü ve O’nun yolunda cihad etmey, Allah m sevd«. diğer
hususlan gevmek ve Allah* sevmediğ, inanç, amel, durum, k1Ş1 ve m-telikleri
sevmemek farzdır.
4- Aşırı giden fasıklar hidayetten yoksun olurlar. Yüce Allah onları erdem
ve mutluluk yollarına iletmez. [26]
25- Andolsun Allah size
birçok yerde, Huneyn gününde
de yardım etmişti. Hani o
gün çok kalabalık oluşunuz sizi
böbürlendirmiş, fakat size hiçbir yarar
da sağlamamıştı. Bütün
genişliğine rağmen yeryüzü
başınıza dar gelmişti;
nihayet bozularak arkanızı
dönmüş kaçmaya başlamıştınız...
26- Sonra Allah, Rasûlünün ve
müzminlerin üzerine sükûnetini,
güven veren rahmetini
indirdi; sizin görmediğiniz askerler indirdi ve
kâfirlere azab etti,
onları bozguna uğrattı:
İşte kâfirlerin cezası
budur
Vatan’in
çoğuludur. Vatanlar. Yani, insanın yaşadığı yer, demektir.Huneyn, Taife bir kaç
mil uzaklıktaki bir vadi,Kalabalık oluşunuz sizi hayrette bıraktı. Sayınızın
çokluğu sizi böbürlendirmişti. Öyle ki içinizden bazıları, bu gün şu az
sayıdaki orduya kesinlikle yenilmeyiz, diyordu. Sizden hiç bir şeyi gidermedi.
Sizin açınızdan hiç bir olumlu sonuç sağlamadı. Çünkü çatışmanın başlangıcında
hezimete uğradınız.Yer size dar geldi. Nereye gideceğinizi bilemediniz. Daracık
bir yerde kıstırılmış gibi nasıl da dönüp duruyordunuz!Bunca genişliğine ve
açıklığına rağmen.Allah, huzurunu indirdi. Allah, gönüllerine güven duygusu indirdi.
Korku, sıkıntı ve kararsızlık bir anda kayboluverdi. Ve ordular indirdi. Yani
melekler indirdi. Pisliktir. Çünkü
müşriklerin ruhları şirk ile kirlenmiştir.
Bu yıllardan sonra; yani hicretin dokuzuncu yılından sonra. Yoksulluk.
Muhtaç duruma düşmekten korkarsamz. [28]
Bundan
önce Yüce Allah mü’minlere, akrabaları da olsa kâfirleri dost edinmelerini
yasaklamış, hicret ve cihad yükümlülüğünden kaçınmamalarını emretmişti. Cihad
ve hicretten kaçınanlar büyük ölçüde korkaklıktan dolayı böyle davranırlar.
İşte bu âyetlerde Yüce Allah kendilerini destekleyeceğini, yardım edeceğini
vurgulayarak, korkaklıktan dolayı hicret ve cihad yükümlülüklerinden geri
durmamaları gerektiğini belirtiyor: “And olsun, Allah birçok yerde (Bedir’de,
Nadir ve Kureyze oğulları seferlerinde ve Mekke fethinde) ve Huneyn gününde
size yardım etti.”O sırada mü’minler Havazin kabilesiyle çarpışıyordu. Yüce
Allah burada, bazılarının hatası dolayısıyla mü’minlerin uğradıkları hezimeti
hatırlatıyor. Bazı mü’minler sayısal çoğunluğa sahip oluşlarıyla övünerek, “Bu
gün şu az sayıdaki orduya kesinlikle yenilmeyiz.” demişlerdi. Çünkü İslâm
ordusunun sayısı on iki bin, düşman ise sadece dört bindi. Müslümanlar henüz
vadinin iki yamacının ortasına girmemişken, düşman onları korkunç bir ok ve
mızrak yağmuruna tuttu. Nereye gideceklerini bilemez hale geldiler. Bunca
genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar geldi. Çok geçmeden dağılıp kaçmaya
başladılar. Sadece Rasûlüllah (s.a.v.) düşman karşısında sebat gösterdi. “Düldül”
isimli beyaz atının sırtında savaşmaya devam etti. Yanında da Hz. Abbas ve
amcasının oğlu, Abdulmuttalib oğlu Haris’in oğlu Ebû Süfyan yemliyordu. Sonra
Rasûlüllah’ın görevlendirdiği birisi şöyle seslendi: “Ey Bakara Suresi ashabı,
yani Bakara Süresindeki âyetlerin inmesine sebep olan sahabeler koşun gelin! Ey
ağacın altında Peygambere biat ettiklerinde Allah’ın kendilerinden razı
olduklarını bildirdiği kimseler koşun, gelin!” Bunun üzerine mü’minler yeniden
toparlanıp savaşa başladılar; böylece savaşın seyri de değişti. “Sonra Allah,
Rasûlü ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirdi, sizin
görmediğiniz orduları indirdi.” Melekler mü’minlerin kalplerini okşuyor, onlara
cesaret, sabır ve direnç ruhunu aşılıyorlardı. Böylece mü’minler savaşın
zorluklarına karşı sabrettiler; kahramanca çarpıştılar. Bir saat geçmemişti ki,
tüm düşman ordusu esir olarak ellerindeydi. Bu kadar çok ganimet elde ettikleri
başka bir gün olmamıştı. Ganimet aldıkları deve sayısı on iki bindi.
Koyunlarınsa haddi, hesabı yoktu. İşte âyet-i kerimede vurgulanmak istenen nokta
budur. “Ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi
böbürlendirip gururlandırmıştı; fakat (bu gurur) size bir şey sağlayamamıştı.
Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti; sonra arkanıza dönüp
gerisin geri gitmiştiniz! (Düşmandan kaçmıştınız.) Sonra Allah, Rasûlü ile mü’minlerin
üzerine ‘güven duygusu ve huzur indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi!
(Melekleri yardımınıza gönderdi.) İnkâr edenleri azaplandırdı. (Sizinle savaşan
müşrikleri Öldürmenizi, tutsak almanızı sağladı.) Bu, (Allah ve Rasûlüne
inanmayan) inkarcıların cezasıdır.”“Bunun ardından Allah dilediği kimsenin
tevbesini kabul eder.” Kâfirlerle savaşıp, bir kısmım öldürmenizden sonra,
Allah, geride kalanlardan dilediği kimsenin tevbesini kabul eder. “Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.” Tev-be eden müşriklerin geçmişte işledikleri şirk
ve benzeri günahlarını bağışlar, onlara merhamet eder; sadık, içi dışı bir mü’minlerle
birlikte cennetine koyar.“Ey İman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler:
Öyleyse bu yıldan sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” Bu âyet-i
kerimede yüce Allah mü’minlerin, müşrik erkek ve kadınlarının, Mescid-i Haram’a
girişlerini yasaklamalarını emrediyor. Çünkü müşrikler manen temiz sayılmazlar.
Mescid-i Haram’a, Mekke ve çevresine girişleri helâl değildir.[29]O
günden sonra hiç bir müşrik Mekke’ye giremedi. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan
korkarsanız, yani, bu Mekke yasağı yüzünden onlardan sağlanan ticaret gelirinin
kesilmesi yüzünden yoksullaşmak endişesi içindeyseniz, bilmelisiniz ki: Allah
sizi kendi fazlından zengin ediverir. Şu halde müşrikleri Mekke’ye sokmayın ve
bu yüzden yoksul düşeceğinizden sakın korkmayın. “Eğer Allah dilerse sizi
zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Yukarıda
“eğer dilerse” şeklinde bir istisnaya yer veriliyor. Bu, mü’minlerin
kalplerinin umut ve korkuyla karışık olarak Allah’a bağlı kalmasını sağlamaya,
kendinden emin olup gaflete düşmesini önlemeye dönüktür. Yüce Allah’ın bilen
ve hüküm ve hikmet sahibi olması da söz konusu anlamı açıklayıcı bir
değerlendirme ifadesi olarak yer alıyor. Çünkü her şeyi bilen ve her yaptığı
bir hikmete dayanan, her şeyi yerli yerine koyar ve her yaptığı yerindedir.
Şu
halde Allah’ın rahmetini veya fazlını dileyen kimse, iman ile genel ve özel
nitelikli emir ve yasaklara uyma ile buna lâyık olmaya çalışmalıdır. [30]
1- Kendini beğenme, yaptıklarıyla böbürlenme haramdır. Çünkü kurtuluşa
ve başarıya ulaşmanın önündeki en büyük engellerden biri kendini beğenip
böbürlenmedir.
2- Yüce Allah mü’min kullarına büyük lütuflarda bulunur.
3- Âyetlerin akışı içinde, Allah yolunda cihadın hikmeti açıklanıyor.
4- Kâfirlerin manen pis oldukları belirtiliyor.
5- Kim olursa olsun bir müşrikin Mekke’deki Mescid-i Haram’a girmesi
yasaktır. Ama diğer mescidlerde, bir maslahat umuluyorsa, müslümanların izni
olması şartıyla kâfirler oralara girebilirler.[31]
6- Bir mü’min yoksul düşmek korkusuyla Allah’ın emirlerine uymazlık
etmemelidir. Çünkü Yüce Allah dilerse «zengin kılacağını vaadediyor. [32]
29- Kendilerine Kitab verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe inanmayan,
Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayan ve gerçek dini din
edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek
elleriyle cizye verecekleri
zamana kadar savaşın.
Allah’a
ve âhiret gününe inanmıyorlar. Hakka uygun olarak, sahih bir imanla inanıp da O’nu
hoşnut kılmıyorlar.Allah ve Rasûlünün haram ettiklerini haram saymıyorlar.
İçki, faiz ve benzeri haramları haram saymayanlar.Hak din olarak kabul
etmiyorlar. Hak din olan İslâm’ı din edin-meyenler. Çünkü Allah İslâm’dan başka
dini kabul etmeyecektir.Kendilerine kitap verilenlerden. Yahudi ve
hristiyanlardan.Cizye. Zimmilerin yılda bir kere İslâm idaresine ödedikleri, bilinen
bir çeşit vergi.Küçülmüş olarak,elden. Bu vergiyi kendi elleriyle sunarlar.
A-raya aracılar koymadan. Böylece küçük düşürülsünler. İslâm’ın hükmüne boyun
eğsinler. [33]
Bundan
önceki âyetler grubunda Yüce Allah, Rasûlüne ve mü’minlere, şirkten vazgeçene,
Allah’ı bir ve ortaksız bilene ve yalnız Allah’a kulluk yapana kadar
müşriklerle savaşmaları emrini vermişti. Şimdi ise ehli kitap (yahudi ve
hristiyanlar)la savaşmalarını emrediyor. Savaşın sona ermesinin tek koşulu,
aşağılanmışlar olarak kendi elleriyle cizye vermeleridir. Çünkü ehl-i kitaba
önce müslüman olmaları Önerisi götürülür. Kabul ederlerse herhangi bir
yaptırıma gerek yoktur. Bu öneriyi reddedecek olurlarsa, müslümanların zimmetine
cizye (vergi) ödemek suretiyle müslümanların himayesine girmeleri istenir.
Ehl-i kitab’m cizye vermesi, müslümanların himayesini ve Allah’ın ya-salarıyle
(şeriatıyle) yönetilmeyi kabul ettiklerinin sembolik ifadesidir. Yani İslâm
devletinde yaşayan müslüman olmayanlar, ister kendi inançlarına göre
yargılanırlar, isterlerse de İslâm hukukuna göre yargılanırlar. Bu durumda
kanlan ve mallan dokunulmazlık kazanır. Maddi ve manevi hayatları güvencede
olur. Şu âyet-i kerimeden bu bilgiyi öğreniyoruz: “Kendilerine kitap verilenlerden,
Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram
tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi
elleriyle verinceye kadar savaşın.”[34] Şayet,
Yahudi ve hristiyanlar Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, nasıl oluyor da
âyet-İ kerimede böyle bir inancın olmadığı ifade edilebiliyor? şeklinde bir
soru yöneltilecek olursa, şöyle bir cevap verebiliriz: Yahudilerin Allah
inancı, O’nu yaratıklara benzetme ve cisimlendirme şeklindedir. Yüce Allah’ı O’na
yaraşmayacak sıfatlarla nitelerler. Hristiyanlar ise Yüce Allah’ın Hz. İsa’nın
şekline girdiğine inanırlar. Ve, Allah üçün üçüncüsüdür, derler. Halbuki Yüce
Allah bu yakıştırmadan münezzehtir. Öyleyse yahudi ve hris-tiyanların gerçek
ilah olarak Allah’a inandıkları söylenemez. Buna göre inançları geçersizdir.
Eğer Allah’a inanmış olsalardı, hiç kuşkusuz O’nun elçisi Hz. Muhammed’e
(s.a.v.) de inanacaklardı. Eğer âhiret gününe inanmış olsalardı, Allah’a ve
Rasûlüne itaat edeceklerdi. Çünkü âhiret gününün dehşet verici azabından
kurtulmaları ve cennetin mutluluğuna erişmeleri buna bağlıdır. Gerçekten
inanmadıklarına göre ve gerçek inancın gereği salih ameller işlemediklerine
göre kâfirdirler. Mü’minler sınıfına giremezler. Dolayısıyla Yüce Allah,
onların Allah’a ve âhiret gününe İnanmadıklarını belirtirken gerçeği ifade
etmiştir. Allah yarattıklarının durumunu, ne tür özelliklere sahip olduklarını,
herkesten daha iyi bilir. [35]
1-
Müslüman olmayanlara
karşı tutumumuz temelde barış içerisinde yaşamaktır. Bu durumda müslüman
olmayanlar, İslâm devletine kendilerini koruma karşılığı vergi verirler. Bu
vergiden de kaçınarak müslümanlarla sava-şılırsa o zaman onlarla savaşırız.[36]
2-
Doğru olmayan bir
inanç, insanı azaptan kurtarıcı, mutluluğa eriştirici bir inanç olarak
değerlendirilemez.
3-
Yüce Allah’ın haram
kıldığı yiyecekleri, içecekleri ve nikâh türlerini mubah görmek, Allah’ın
yasağını nazarı itibara almamak, açık küfürdür.
4-
Ehl-i kitaptan cizye
almak şeriatın öngördüğü bir uygulamadır. Bunun miktarı fıkıh kitaplarında
açıklanmıştır. Burada esas olan zimminin ekonomik durumudur; yoksul veya
zengin oluşudur. Çünkü fakirden alınmaz. [37]
30-
Yahudiler: “Uzeyr Allah’ın oğludur.”
dediler; Hristiyan-lar da: “Mesih Allah’ın oğludur.”
dediler. Bu, onların
ağızlarıyla geveledikleri
sözleridir. Sözlerini, önceden
inkâr etmiş olan müşriklerin sözlerine
benzetiyorlar. Allah onları
kahretsin; nasıl da haktan
batıla çevriliyorlar!
31-
Hahamlarını ve
rahiplerini Allah’tan ayrı rabler
edindiler; Meryem oğlu
Mesih’i de öyle.
Oysa kendilerine yalnız
tek İlah olan Allah’a
ibadet etmeleri emredilmişti. O’ndan
başka İlah yoktur. O,
onların ortak koştukları
şeylerden münezzehtir.[38]
32-
Allah’ın nurunu
ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.
Halbuki, kâfirler hoşlanmasa
da Allah, mutlaka
nurunu tamamlamak ister; bundan
başka bir şeye
razı olmaz.
33-
O, Elçisini hidayetle ve hak
din ile
gönderdi ki Allah’a ortak koşanlar
hoşlanmasa da o hak dini,
bütün dinlerin üstüne çıkarsın.
Uzeyr
(a.s.)- Yüce Allah’ın canını alıp yüz yıl beklettikten sonra tekrar dirilttiği
zat. Yahudiler ona “Ezra” derler.Mesih (a.s.). Meryemoğlu İsa (selam ikisinin
üzerine olsun). Benziyorlar. Kâfirlerin sözü. Bundan önce inkâr eden kâfir
atalarının sözlerini Allah onları kahretsin. Kâfir oldukları için Allah onlara
lanet etsin.
Nasıl
da haktan çevriliyorlar! “Ahbar” “Habr”un
çoğuludur. Yahudi bilgini demektir. “Ruh- ban” ise, “Rahib”in çoğuludur ve
hrİstiyan zahidi demektir. Allah’tan
başka rabler. Kendileri için yasalar koyan ilâhlar „ edindiler. Onların helâl
ve harama ilişkin hükümlerini uyguladılar.Allah’ın nuru. İslâm dîni. Çünkü
İslâm, insanı dünya-âhiret mutluluğuna ve erdemliliğe ulaştırır. Ağızlarıyla.
Hakkında yalan söyleyerek, eleştirerek, insanları
ona
yönelmekten alıkoyarak.
Rasûlü.
Hz. Muhammed (s.a.v.) [39]
Bundan
önce Yüce Allah, müslümanlara, ehli- kitaba savaş açmaları emrini vermişti.
Çünkü onlar kâfirdirler; insanı ateşten kurtaran gerçek bir imana sahip
değildirler. Şimdi ele almakta olduğumuz bu üç âyette ise, küfürlerini ortaya
koyup, kesin olarak vurgulayan hususlara dikkat çekiyor. “Yahudiler: Üzeyr
Allah’ın oğludur, dediler.” Allah’a evlat yakıştırmak Allah’ın yüceliğini ve
noksansızlığını inkâr anlamına gelir. “Hristiyanlar da-: Mesih Allah’ın
oğludur, dediler.” Allah’a oğul isnad etmek, O’nu, hakimiyetini, yüceliğini ve
kemal sıfatlarını inkâr demektir. “Bu, onların ağızlarıyla söylemeleridir.”
Hakikatte bir geçerliliği yoktur. Çünkü Allah evlat edinmemiştir. Bu, sadece
ağızlarında geveledikleri, fakat gerçekle hiç ilgisi olmayan bir sözdür.
“Onlar
bundan önceki İnkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar.” Önceki inkarcılara
benziyorlar. Yahudileri ve başka sapık toplulukları taklit ediyorlar. “Allah
onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar!” Bu, lanete uğramalarına, Allah’ın
rahmetinden uzak kalmalarına ilişkin bir bedduadır. “Nasıl da çevriliyorlar!”
Nasıl da haktan çevriliyorlar. İnsanı hayrete düşürecek bir ahmaklık örneği
sergileyerek doğru yoldan uzaklaşıyorlar.
“Onlar,
Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler edindiler.”[40] Bu
da yahudi ve hristiyanlann küfrüne ve şirkine ilişkin bir diğer delildir. Çünkü
bilginlerinin ve rahiplerinin sözlerini kabul etmeleri, boyun eğmeleri ve
teslim olmaları, yani haramı helâl, helâli de haram kılacak olsalar buna
tereddütsüz uymaları şirktir, küfürdür. Allah bizi böyle bir sapıklıktan
korusun.
“Ve
Meryemoğlu mesihi de...” Hıristiyanlar onu rab ve ilah edindiler. “Oysa onlar,
tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolun-madılar.” Musa, İsa
gibi peygamberler onlara, sadece tek olan Allah’a ibadet etmelerini
emretmişlerdi. Çünkü Allah’tan başka ilah, O’nun dışında rab yoktur. “O,
bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” Yüce Allah şirkten münezzeh
olduğunu kesin bir ifadeyle vurguluyor. “Ağızlarlarıyla Allah’ın nurunu
söndürmek istiyorlar.” Yahudi ve hristiyanlar, Allah’ın nuru olan İslâm’ı
yalanlarıyla, iftiralarıyla, ayıplamalanyla, eksiklik yakıştırmasıyla söndürmek
istiyorlar. “Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan
başkasını istemiyor.” Gerçekten de Yüce Allah nurunu tamamladı. O’na ham-du
senalar olsun. İslâm bütün batıl dinlere üstünlük sağladı.
Bundan
sonraki (33.) âyette İse, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Rasû-lünü (Muhammedi)
hidayetle (Kur’an’la) ve hak dinle (İslâm’la) gönderen O’dur. Müşrikler
istemese de o dini (hak din İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için.” Nitekim
Yüce Allah bu vaadini gerçekleştirdi. Bütün dünyada İslâm açık ve belirgindir.
Yeryüzünün doğusu da, batısı da İslâm’ı duydu. Doğudan batıdan yüz milyonlarca
insan İslâm’a bağlandı, onu benimsedi ve Allah’ın izniyle bir gün gelecek
müslümanlar bütün dünyaya egemen olacaklardır. [41]
1-
Bu âyetlerde, yahudi ve
hristiyanların sapık inançları gündeme getirilerek kâfir oldukları
vurgulanıyor.
2-
Alimlere, din
adamlarına körü körüne itaat etmek, bir şeyi helâl veya haram kılacak olsalar,
buna uymak şirktir; küfürdür.
3-
Yahudi ve hristiyanlar
İslâm’ın amansız düşmanlarıdır. İslâm’ı ve müslümanları bozup ziyana uğratma
hususunda birbirlerine destek olurlar.
4-
Bu âyetlerde
müslümanların bir gün dünyaya liderlik edecekleri, dünyada tek hayat ve ibadet
sisteminin İslâm olacağı müjdesi veriliyor. “Din bütünüyle Allah’ın oluncaya
kadar,” ifadesi bunun delilidir. Yüce Allah bunun gerçekleşmemesini dileseydi,
bir hedef olarak sunmaz ve insanlardan bu hedefe ulaşmalarını istemezdi. [42]
34-
Ey inananlar! Hahamlardan
ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve insanları
Allah yolundan çevirirler. Altın ve
gümüşü yığıp da onları
Allah yolunda harca-
mayanlar
var ya, iste onlara acı bir azabı
müjdele.
35-
O gün cehennem ateşinde
bunların üzeri ısıtılıp pullanır; bunlarla onların alınları, yanları ve
sırtları dağlanır: “İşte nefisleriniz
için yığdıklarınız,
yığdıklarınızı tadın!” denilir.
Batıl.
Haksız yere. Yemeleri mubah olmaksızın.Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Hem kendilerini,
hem de başkalarını, insanı Allardın hoşnutluğuna ulaştıran İslâm dinini
benimsemekten alıkoyuyorlar.Biriktiriyor. Koruyup çoğaltmak amacı ile
biriktiriyor ve bu konuda yapmaları gereken infak görevini yerine
getirmiyorlar.Altın ve gümüş.Allah yolunda. Fakirler ve yoksulları doyurma gibi
Allah’ın rızasını elde etmeye dönük ameller.Onları müjdele! Onlara elem verici
bir azabı haber ver. Buradaki müjde onlarla alay için kullanılmıştır.Üzerleri
dağlanır. Biriktirip yığdıkları altın, gümüş v.b. cehennem ateşinde
kızdırılacak ve onların alınları bunlarla dağlana-caktır.İşte bunlar
biriktirdikleriniz. Dağlandıkları sırada, bunlar sizin kendiniz için yığıp
sakladıklarınızda, diye azarlanırlar; rencide edilirler. [43]
Yahudi
ve hristiyanların İslâm’a ve müslümanlara yönelik amansız düşmanlıkları,
ebediyen Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürme çabası içinde olacakları gündeme
getirilmişken, Yüce Allah açık bir işaretle onların maddepe-rest olduklarını,
tek düşüncelerinin mal ve liderlik tutkusu olduğunu vurguluyor. Onların bu
belirleyici özelliklerini müslümanlara şu şekilde haber veriyor: “Ey iman
edenler! Gerçek şu ki, yahudi bilginlerinden ve hristiyan rahiplerinden çoğu,
insanların mallarını haksızlıkla yerler.” Rüşvet alırlar; toplumlarının bilgisiz
ve cahil kesiminden olanlara “Allah tarafından bağışlanmışlık vesikası” vererek
karşılığında para alırlar. Din adına bunun gibi daha bir sürü dolap
çevirirler. “Ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.” Bu ifade yahudi ve hristiyan
topluluklarının üzerinde bir egemenlik aracı olarak kullandıkları dinî konumlarını
korumak için her zaman İslâm’a savaş açtıklarının kesin kanıtıdır; delilidir.
“Altın
ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar...” Bu ifade geneldir;
yahudi bilginleri ve hristiyan rahipleri ile birlikte, müslüman olan ve olmayan
herkesi kapsar. Şu kadarı var ki, ifade, öncelikle yahudi bilginleriyle
hristiyan rahiplerini kapsar. Çünkü insanların mallarını haksız yere yiyen, insanları
Allah’ın yolundan alıkoyan bir kimse, altın ve gümüşü Allah yolunda infak
etmeksizin yığıp-saklamaya, karakter olarak, diğer insanlara nazaran daha
yakındır. Ardından Yüce Allah, Rasûlüne şu buyruğu veriyor: “Onlara acı bir
azabı müjdele!” Bu azap haberini, bir müjde şeklinde bir an önce onlara
ulaştır; azabın acı olduğunu da belirt. Altın ve gümüşün “üzerlerinin cehennem
ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla
dağlanacak.” Dört bir yanları cehennem ateşinde kızdırılmış altın ve gümüşlerle
dağlanacak ve psikolojik bir işkence türü olarak: “İşte bu, kendiniz için
yığıp-sakladıklarınızda; yığıp sakladıklarınızı tadın, denilecek.” [44]
1-
Bu âyetler grubunda Kur’an,
yahudi bilginleri ile hristiyan rahiplerinin iç yüzlerini açıklıyor. Buna göre
yahudi ve hristiyan din adamları maddecidirler; âhireti satıp karşılığında
dünyayı almışlardır. Liderliklerini korumak ve İslâm düşmanlığı kampanyası ile
ceplerini doldurmak için sürekli İslâm’la savaş halinde olurlar; insanların
müslüman olmalarına engel olurlar.
2-
İnsanların mallarını
haksız yere yemek haramdır.
3-
Malının zekatını
vermemek haramdır.
4-
Her yıl zekâtı verilen
bir mal için, yığılıp saklanmış denilemez; bu mal yer altına gömülmüş olsa
bile.
5-
Allah yolunda infak
etmeksizin mal yığıp saklayan kimseyi korkunç bir akibet beklemektedir. [45]
36-
Gökleri ve
yeri yarattığı gündeki
yazısına göre Allah’ın katında ayların
sayısı onikidir. Bunlardan
dördü haram aylarıdır. İşte doğru
din budur. O
aylar içinde konulmuş yasağı çiğneyerek kendinize zulmetmeyin
ve Allah’a ortak
koşanlar nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa, siz
de onlarla topyekün
savaşın ve bilin
ki Allah günahlardan korunanlarla beraberdir.
37-
Haram ayı
içinde savaşmak yasaklanmıştır. Bu ayda
savaşmak için haram
ayını başka bir
aya ertelemek, küfürde
daha ileri gitmektir. İnkâr
edenler, onuAla saptırılır.
O haram ayını bir yıl
helal sayarlar; bir yıl
haram sayarlar ki,
Allah’ın haram kıldığının sayısını
denk getirip, Allah’ın
haram kıldığını helal yapsınlar. Yaptıkları
işin kötülüğü, kendilerine
süslü gösterildi.Allah, kâfirler
toplumuna yol göstermez.[46]
Sayı.Aylar.
“eş-şehr”in çoğulu. Bir Kameri ayı, yirmi dokuz veya otuz gündür.Allah’ın
kitabında. Kaderler kitabında, yani levh-İ mahfuz’da.(Aylardan) dört tanesi
haramdı. Bunlar Recep, Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem. Tekil “haram,” çoğul da
“hurum”dur.Dosdoğru din. içinde eğrilik ve çarpıklık bulunmayan dos-doğru şeriat, yasa.Bu aylarda kendinize
zulmetmeyin. Günah işlemeyin. Çünkü bu aylarda günah işlemek şiddetle
haramdır.Topluca. Bu durum haram-helal tüm aylar için geçerlidir. Takva
sahipleriyle birlikte. Allah takva sahipleriyle beraberdir. Desteği ve
yardımıyla onların yanındadır. Muttakİler, günah işlemeyen, Allah’a isyan
etmeyen kimselerdir.Ancak ertelemek. Meselâ, Muharrem ayının haramlık niteliğini
Safer ayına devretme.Ertelemeyi bir yıl helal, bir yıl da haram kılıyorlar.
Allah’ın haram kıldığı dört aya, sayı bakımından uymak için.Yaptıklarının
kötülüğü kendilerine süslü gösterilmiştir. Şeytan, haram ayı erteleme işini
onlara çekici göstermiştir. Oysa bu kötü bir uygulamadır. Kanun koyucunun
iradesini alaya almadır. Haramı helal kılmaya yönelik bir düzenbazlıktır. [47]
Sûrenin
akışı içinde, ehl-i kitaba yönelik bir parantez açıldıktan sonra,söz yeniden
müşriklere dönüyor.”Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı on ikidir.” Bu
sayı ne eksilir, ne de artar. Levh-i Mahfuz’da da böyle kayıtlıdır. Bu durum Allah’ın
“gökleri ve yeri yarattığı günden beri” böyledir. On iki ayın dördü haramdır.
Bunlar, Recep, Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Yüce Allah bu aylarda
savaşmayı haram kılmıştır ki, araplar hiç kimseden korkmadan ticaret, hacc ve
umre amaçlı seferler düzenleyebilsinler. İslâm gelip mü s lü manlar m egemenliği
pekişince, Yüce Allah bu aylardaki savaş yasağına ilişkin hükmü yürürlükten
kaldırdı. “İşte dosdoğru olan din budur.” Bu ayların haram nitelikli oluşları,
bu aylarda savaşmanın yasaklanması, dosdoğru bir düzenlemedir. “Öyleyse
bunlarda kendinize zulmetmeyin.” Haram aylarda günah işlemeyin; Allah’ın emir
ve yasaklarına muhalefet etmeyin. Çünkü bu, Allah’ın Öfkesini ve azabını
gerektirir. Öyleyse kendinizi böylesine dehşet verici bir duruma maruz
bırakmayın.
“Müşriklerle
savaşın” Burada Yüce Allah mü’minlere, müşriklere karşı savaş ilan etmelerini
emrediyor. Ama bu emir, müşriklere tanınan dört aylık değerlendirme süresinin
sona ermesinden itibaren geçerlidir. “Topluca” savaşın; hiç kimse bu savaştan
geri durmasın. Çünkü onlar sizinle savaşmak için yediden yetmişe birleşiyorlar.
Siz de onlara karşı genel seferberlik ilân edin.
“Ve
bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.” Onlar ki, şirk ve günahtan
sakınırlar. Bu demektir ki, Allah, günahkâr müşriklere karşı size yardım
edecektir.
“Haram
aylan ertelemek ancak inkârda artıştır.” Cahiliye döneminde müşriklerin, haram
ayda savaş yasağını kaldırmak için, şeytani bir fetvayla, Muharrem ayının
haramlık niteliğini Safer ayına ertelemeleri, kâfirin inkârını arttırıcı bir
uygulamadır. Çünkü bu, Allah’ın koyduğu kanuna savaş açmak demektir. Bu ise,
kesin olarak küfürdür. “Bununla kâfirler şaşırtılıp, saptırılır.” Haram ayın,
haramlığını erteleme ile kâfirlerin sapıklığı arttırılıp pekiştirilir. “Onu bîr
yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar.” Savaşma imkanı doğsun diye, haram ayı
veya haramlık niteliğini ertelemeyi bir yıl helal, bir yıl da haram sayıyorlar.
Böylece haram ayların sayısında bir arttırmaya veya eksiltmeye gitmemiş
oluyorlar! Bu şeytani fetva ile günahlarını gizlediklerini sanıyorlar! “Yaptıklarının
kötülüğü kendilerine çekici ve süslü gösterilmiştir.” Bâtılı çekici ve süslü
gösteren kesinlikle şeytandır.
“Allah,
inkarcı bir topluluğa hidayet vermez.” Yüce Allah kâfir bir topluluğu hak ve
hayır olan bir şeye iletmeyeceğini vurguluyor. Bu, onların Allah’ı
ve
Rasûlünü inkâr etmelerinin ve bu fikirlerinde ısrar etmelerinin cezasıdır. [48]
1-
Kameri yılın aylarının
sayısı onikidir. Kameri yılın gün sayısı da üçyüz elli beştir.
2-
Haram aylar dörttür.
Bunları Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz açıklamıştır: Recep, Zilkaade, Zilhicce
ve Muharrem.
3-
Haram aylar
dokunulmazdır. Mecbur kalınmadıkça bu aylarda savaş yapılmaz.
4-
Allah’ın beraber olma
sıfatı, takva sahiplerini destekleme, onlara yardım etme şeklinde özel bir
beraberliktir.
5-
Haramı helâl kılmak
için bâtıl fetvalarla hile-i serîye yapmak haramdır. Bu davranış sadece günahı
arttırır.
6-
Bâtılın çekici ve süslü
görünmesi şeytanın bir hilesidir.
7-
Yüce Allah kâfirlere ve
fasıklara azgınlıklarına devam ettikleri sürece hidayeti haram kılmıştır.
Onları, durum ve akıbet olarak hakka ve hayra ulaştırmaz. [49]
38-
Ey inananlar!
Size ne oldu
ki, “Allah yolunda
topluca savaşa çıkın!” dendiği
zaman yere çakılıp
kaldınız? Ahirettense dünya hayatına
mı razı oldunuz?
Ama dünya hayatının
geçimi, âhiretin yanında pek azdır.
39-
Eğer topluca
savaşa çıkmazsanız, Allah
size acı bir şekilde
azabeder ve yerinize
sizden başka bir
topluluk getirir; O’na hiçbir
zarar veremezsiniz; Allah
herşeyi yapabilendir.
40-
Eğer siz o Hak
Elçisine yardım etmezseniz, iyi
bilin ki, Allah ona
yardım etmiştir: Hani
yalnız iki kişiden
biri olduğu halde, inkâr
edenler kendisini Mekke’den çıkardıkları
sırada ikisi mağarada iken
arkadaşına: “Üzülme, Allah
bizimle beraberdir.”
diyordu. İşte o
zaman Allah ona yardım
etti onun üzerine
sükûnet, huzur ve güven duygusunu
indirdi ve onu,
sizin görmediğiniz askerlerle
destekledi; inanmayanların sözünü
alç alttı. Yüce olan, yalnız
Allah’ın sözüdür. Allah
daima üstündür; hüküm
ve hikmet sahibidir.
Size
ne oldu? Ne gibi bir mazeretiniz var?Aceleyle kuşanıp savaşa koşun.Ağırlaştınız.
Ağır bir yük taşıyormuş gibi yavaşladınız. ^Eğer ona, yani Allah’ın elçisi
Muhammed’e (s.a.v.) yardım etmezseniz.
İkiden biri. Yani Hz. Ebûbekir (r.a.)Mağarada. Mekke’deki Sevr dağında
bulunan bir mağarada.Arkadaşına, Ebûbekir es-Sıddik’a (r.a.)Sükûnetini.
Huzurunu. Güvenlik duygusunuKâfirlerin sözü dediği. Şirk çağrısı.şağı. Bayağı.
Yenilmiş ve alçalmış. Sesi duyulmaz olmuş.Allah’ın sözü dediği ise yücedir.
Yani tevhid çağrısı olan: “La-ilahe illallah Muhammedurrasûlüllah: Allah’tan
başka ilahyoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir” sözü en yüce, galip ve
belirgin olandır. [50]
Bu
âyetler Tebük seferi hakkında nazil olmuştur. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.),
Roma kralı Herakliyus’un ordusunu toplayıp kendisiyle savaşmak üzere yola
çıktığını haber aldı. Bunun üzerine Peygamberimiz genel seferberlik ilân etti.
Mevsim yaz idi. Kavurucu bir sıcaklık, kuraklık ve açlık hüküm sürüyordu. Tarih
hicretin dokuzuncu yılının Şevval ayını gösteriyordu. Bu sefere ‘çetin sefer’
adı verildi. Yüce Allah mü’min kullarını, Peygamberin çağrısını özyurdunda
boğmak üzere harekete geçen düşmana karşı elçisi ile birlikte savaşa çıkmaları
hususunda teşvik ediyordu: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda
savaşa kuşanın denildiği zaman...” Peygamber size: “Allah yolunda savaşa
kuşanın,” cihada çıkın dediği zaman... Allah rızasını ve katındaki sonsuz
nimetleri elde etmek için savaşa hazırlanın çağrısında ou-lunduğu zaman “size
ne oldu ki” kuşanıp savaşa çıkmıyorsunuz?! Oysa siz dünya-âhiret mutluluğunu
isteyen müminlersiniz. “Yerinizde ağırlaşıp kaldınız.” Evlerinizde ve
memleketinizde kalmaya razı olup, cihada çıkma hususunda ağır davrandınız. “Âhiretten
vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz?!” Yüce Allah böyle bir şeyin olmaması
gerektiğini vurguluyor. Sonra şu gerçeğe dikkat çekiyor: “Âhirettekine göre,”
oradaki kalıcı nimetlere göre “bu dünya hayatının yararı,” çeşitli dünya
nimetleri, “pek azdır,” değersizdir; geçicidir. Nasıl oluyor da azı çoğa,
geçiciyi kalıcıya tercih edebiliyorsunuz?! Ardından Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Eğer savaşa kuşanıp çıkmazsanız,” ona yardım etmekten vazgeçerseniz,
kafirlerle savaşında onu yalnız bırakırsanız “O sizi pek acıklı bir azapla
cezalandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirecektir. Sİz O’na hiç bir
şeyle zarar veremezsiniz. Allah, herşeye güç yetirendir.” Bu ifadede mü’minlerin
kalplerini titreten bir tehdit vardır.
“Siz
O’na yardım etmezseniz...” Eğer siz ondan desteğinizi çekerseniz ve bu zor
zamanda onunla birlikte sefere çıkmazsanız, ne olacak ki!... Yardımsız mı
kalacak? Allah bundan daha zor zamanlarda ona yardım etmiştir. Kâfirlerin onu “ikiden
biri” olarak, Ebûbekir’le birlikte Mekke’den çıkardıkları zaman da Allah ona
yardım etti. “İkisi mağaradayken” Sevr dağındaki mağarada gizleniyorken “arkadaşına
şöyle diyordu:” “Şayet biri ayaklarının dibine bakacak olsa bizi göreceklerdir
ya Rasûlüllah!” diyen Ebubekir’e şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah
bizimle beraberdir! Böylece Allah ona huzur ve güvenlik duygusunu indirmişti. “Nefsi
sükûnete kavuştu, huzur ve güven duygusu kalbine egemen oldu, içindeki korku
uçup gitti. “Onu sizin görmediğiniz ordularla destekleyip, inkâr edenlerin
çağrısını,” şirk davetini “al-çaltmıştı,” yenilmiş, hezimete uğramışlardan
kılmıştı. “Oysa Allah’ın sözü, (Lailahe illallah, Muhammedurrasûlüllah: Allah’tan
başka ilah yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir) çağrısı en “yüce olandır.”
Galip ve egemendir. “Allah üstün ve güçlüdür,” yenilmez galiptir; “hüküm ve
hikmet sahibidir.” tasarruf ve tedbirleri bir hikmete dayanır. Dilediğine
yardım eder; hiç kimse buna engel olamaz. Dilediğini de hezimete uğratır; hiç
kimse bu yenilgiyi önleyemez. [51]
1-
İslâm devletinin
başkanı genel çağrı yaptığı zaman cihada çıkmak farzdır. Buna, genel
seferberlik ilânı, denir.
2-
Genel seferberlik
ilânı, Allah yolunda cihad için olmalıdır. Başkasının yolunda, başka amaçlar
uğruna savaşa çıkmak şeriata uygun değildir.
3-
Âhiretin nimetleri
karşısında dünya hayatı ve dünya varlığı basit ve önemsizdir.
4-
Dinine, ümmetine ve
sünnetine destek olmak suretiyle Rasûlüllah’a ve ondan olan emir sahiplerine
yardım etmek farzdır.
5-
Ebûbekir (r.a.)’a büyük
bir şeref ve fazilet bahşedilmiştir.
6-
İslâm çağrısı, en yüce
çağrıdır. Hiç bir çağrı ondan yüce değildir. Eninde sonunda üstünlük İslâm’ındır. [52]
41-
Gerek hafif,
gerek ağır olarak
silahlı, silahsız; binekti, bineksiz; kolay,
zor hangi halde
olursa olsun topluca
savaşa çıkın; mallarınızla ve canlarınızla
Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır.
42-
Yakın bir dünya
menfaati (kısa bir zamanda
elde edilecek geçici
bir dünya menfaati)
ve orta bir
yolculuk olsaydı savaşa katılmayan
o münafıklar,
elbette sana tâbi
olurlardı. Fakat güç, aşılacak
mesafe, kendilerine uzak geldi.
Bir de, “Gücümüz yetseydi,
sizinle beraber çıkardık!”
diye Allah’a yemin
edecekler. Boşuna kendilerini
mahvediyorlar. Allah, onların
yalancı olduklarını biliyor.
43-
Allah seni affetsin;
doğru söyleyenler sana iyice belli olup,
yalan söyleyenleri bilmezden
önce niçin onlara
izin verdin?
Hafif
ve ağırlıklı. “Hifaf’ “Hafifin çoğuludur. Güçlü, iyi donanımlı, binekli,
savaşçı genç demektir.Yaşlı, hasta ve savaş donanımı olmayan yoksul
demektir.Bu. Bu mal ve can ile cihad, yere yapışıp kalmaktan ve cihadı
terketmekten sonuç itibariyle daha hayırlıdır.Yakın bir yer Normal bir
yolculuk. Zorluk. Meşakkatle aşılabilen uzun yol Allah seni affetsin; seni
sorumlu tutmasın. [53]
Sûrenin
akışı içinde, Romalılarla savaşmak üzere Şam’a yapılan seferle ilgili konu
devam ediyor. Burada Yüce Allah, şartlar ne olursa olsun, her halükarda,
zayıflıkta, güçlülükte mü’minlerin cihada çıkmaları gerektiğini vurguluyor;
zengin-fakir, yaşh-genç herkes sefere katılmalı... “Hafif ve ağır, savaşa
kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin.” Allah’ı
ve Rasûlünü inkâr eden Allah düşmanlarıyla, onlar İslâm’a girene veya İslâm’ın
egemenliğini kabul edip kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.
“Eğer
bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” Cihad için kuşanıp sefere çıkmanız,
kâfirlerle savaşmanız, iki hedeften birini gerçekleştirmek Üzere cihad etmeniz
sizin için yere çakılıp kalmaktan, az bir yararlanmadan ibaret olan dünya
hayatına razı olmaktan daha hayırlıdır; keşke bunu bilebilseniz.
“Eğer
yakın bir menfaat ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi.
Ama zorluk onlara uzak geldi.” Yüce Allah Rasûlüne buyuruyor ki: Şu cihaddan
geri kalan münafıkları ve zayıf imanlıları yakın bir menfaate, zahmetsizce
elde edilecek bir ganimete ve orta bir sefere davet etseydİn, kesinlikle sana
uyacaklardı. Oysa sen onları sıcak bir mevsimde, sıkıntılı bir dönemde Tebük
Savaşı’na davet ettin. Bu yüzden zorluk onlara uzak geldi. Bunun için çeşitli
bahaneler ileri sürerek sefere katılmaktan kaçındılar.
“Allah
adına yemin edecekler (size gelip yemin edecek ve diyeceklerdir) ki: Eğer güç
yetirseydik muhakkak seninle bitlikte savaşa çıkardık! Kendi nefislerini helâka
sürüklüyorlar.” Allah’ın öfkesini ve azabım üzerlerine çekiyorlar. “Allah
onların gerçekte yalan söylediklerini biliyor.” Savaşa katılmamak için ileri
sürdükleri tüm mazeretler yalandır.
Bundan
sonraki âyette ise, Yüce Allah, sefere katılmaktan ve Tebük Savaşı’na gitmekten
geri duranlara izin veren Peygamberini azarlıyor. Sağlam bir liderliğin ve
doğru bir kumandanlığın gereği, kimseye izin vermemekti. Çünkü yalancılarla
doğrular böyle durumlarda belli olur.
“Allah
seni affetsin.” Hatanı bağışlasın; seni sorumlu tutmasın. Yüce Allah bu ifadeyi
Peygamberine yönelttiği azarın başına koyuyor: “Niye onlara izin verdin?!” Onu
bağışladığını ifadenin başına koyması Peygamber Efendimizi bir an önce
sevindirmeye yöneliktir. Eğer bu ifadeyi cümlenin sonuna bıraksaydı,
Efendimizde bir korku, bir hüzün oluşacaktı. “Doğru söyleyenler sana açıkça
belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?”
Tebük seferine katılmayan münafıklara verilen iznin azarı gerektiren bir husus
olduğunun gerekçesi de böylece belirtilmiş oluyor. [54]
1 -
İslâm devletinin
başkanı genel seferberlik ilan ettiği zaman cihaddan kaçmak, geri durmak
haramdır. Ama bir sebep varsa ve bu sebepten dolayı katılmama izni verilirse,
bu da caizdir.
2-
Cihad can ile olduğu
gibi mal ile de olur. Cihada katılmak, sonuç ve gidişat bakımından cihadı terk
etmekten daha hayırlıdır.
3-
Hakkı geçersiz kılıp
bâtılı etkinleştirmeye yönelik göstermelik iman, Allah’ın öfkesini ve gazabını
gerektirir.
4-
Sevilen bir kimseyi
azarlamak meşru bir eğitim yöntemidir.
5-
Allah’ın henüz
kendisine bildirmediği bir hususta, ilk adımda Rasû-lüllah’a muhalefet etmek
caizdir. [55]
44-
Allah’a ve âhiret
gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad etmekten geri kalmaları için
senden izin istemezler. Allah korunanları bilir.
45-
Ancak Allah’a
ve ahir e t gününe
inanmayan, kalpleri kuşkuya düşmüş
ve şüpheleri içinde
bocalayıp duranlar, geri
kalmak için senden
izin isterler.
46-
Eğer cihada
çıkmak isteselerdi, onun
için bir hazırlık yaparlardı. Fakat
Allah, onların davranışlarından hoşlanmadığı için onları
durdurdu: “Oturan kadın
ve çocuklarla beraber
oturun!” denildi.
Senden
izin almazlar. Cihaddan kaçınmak için senden izin istemezler Onların kalpleri
şüphe etti. Senin davet ettiğin hak dinin doğruluğu hakkında kalpleri kuşku
içine düşenler.Şüpheleri içinde.Tereddüt ediyorlar. Şaşkınlar. Bir türlü karar
veremezler.Onun için hazırlık yaparlardı. Onun İçin gerekli olan silah, azık ve
binek gibi teçhizatı hazırlarlardı.Savaşa çıkmadan. Sizinle birlikte savaşa
çıkmaları.Onları sabitleştirdi. Yüreklerine geride kalma duygusunu düşürdü.
Savaşa çıkmamayı onlara sevdirdi. Bu yüzden tembellik edip savaşa
katılmadılar. Yani onlar kendi nefislerine uyduklarından Allah da onları kendi
seçeneklerinde hür bıraktı. [56]
Sûrenin
akışı, Tebük seferi ile ilgili olarak devam ediyor. Seferberlik ilânına
muhatab olanların emre uymaları gereği vurgulanıyor. Başta, Rasûlül-lah’ın
geride kalmak için izin isteyenlere izin vermesi dolayısıyla işittiği azarın
ardından, gerçek mü’minlerin, canları ve malları ile cihad etme yükümlüğünden
kaçınmak için izin istemedikleri dile getiriliyor. “Senden, yalnızca Allah’a ve
ahiret gününe inanmayan,” Allah’a, Rasûlüne, müjde ve tehdidine inanma
hususunda “kalpleri kuşkuya kapılıp” şaşkınlar gibi “kuşkularında kararsızlığa
düşen,” nereye gideceğini bilmeyen kimseler “İzİn ister.” Bu, her münafığın
derinden yaşadığı bir inanç ve duygu tutarsızlığıdır. Bu arada Yüce Allah,
münafıkların ileri sürdükleri mazeretlerin tümüyle yalan olduğunu haber
veriyor. Çünkü cihada çıkma niyetinde olsalardı, bunun için önceden hazırlık
yaparlardı; silah, azık ve binek gibi gerekli donanımı temin ederlerdi. Ama
onlar kesinlikle cihada çıkmama kararındaydılar. Sen onlara izin verme-seydin,
bu sefer sana muhalefet edip geride kalacaklardı; emrine uymayacaklardı. Bunun
altında yatan neden, Yüce Allah’ın onların cihada çıkmalarını kendi hür
iradelerine bırakmasıdır. Emrettiği halde zorlamamasıdır. Çünkü cihada
çıkmaları bir çok yönden zararlı ve tehlikeliydi. Bu yüzden yüreklerine
isteksizlik duygusunu attı. Ağır bir tembellik çöktürdü üzerlerine. Sanki onlara:
“Oturun oturanlarla beraber.” denildi. Âyet-i kerime bu durumu net biçimde
ortaya koymaktadır: “Eğer savaşa çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık
yaparlardı. Ancak Allah savaşa gitmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı;
ve onlara, siz de oturanlarla birlikte oturun, denildi.”
44.
âyetin sonunda yer alan değerlendirme cümleciğinde ise Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Allah takva sahiplerini bilir?” Bu ifade, Yüce Allah’ın kullarının
nefislerinin her türlü halini bildiğini ortaya koymaya yöneliktir. Buna göre O’nun
haber verdiği herşey, gerçeğin, doğrunun kendisidir. Şu halde, gerçek mü’minler,
inançlarının sağlamlığından ve kalplerinin derinliklerinde hissettikleri iman
duygusundan dolayı cihaddan kaçınmak için izin istemezler. Cihad
yükümlülüğünden kaçınmak için ancak münafıklar izin isteyebilirler.
Bunun
nedeni, içlerini yiyip bitiren kuşku ve günahkârlıktır. Allah onların durumunu
herkesten daha iyi bilir. Hiç kimse, herşeyden haberdar olan Allah gibi sana
gerçeği bildiremez. [57]
1-
İman ve Allah’ın
emirlerine göre hareket etme, bir kişide bulunması gereken büyük faziletlerdir.
Öyle ki, bu niteliklere sahip bulunan bir kimse, mal ile ve can ile cihaddan
kaçınma girişiminde bulunmaz.
2-
İnançta kuşku büyük bir
tehlikedir. Şaşkınlık ve ne yapacağını bilme-mezlik, kararsızlığın başlıca
sebebidir. Kuşkular içinde bocalayan bir kimse mal ve can ile cihad
yükümlülüğünü yerine getiremez.
3-
Kişinin geçmişte
işlediği kötülükler, onun hayırlı bir iş yapmasına engel değildir. [58]
47-
Sizin içinizde
sefere çıkmış olsalardı,
size bozgunculuktan başka
bir katkıları olmazdı. Sizi
birbirinize düşürmek için
hemen aranıza sokulurlardı; içinizde
de onlara kulak
verenler vardı. Allah zalimleri
bilir.
48-
Onlar önceden
de fitne çıkarmak istediler
ve sana nice işleri
ters çevirdiler. Nihayet
hak geldi, onlar
istemedikleri halde Allah’ın emri
galebe çaldı.[59]
Sizinle
birlikte çıksalar. Cihada çıkarlarsa.
Ancak bozgunculuk. Görüş ve taktik hususunda bozgunculuk
yaparlar.Aranızda
dolaşmazlar. Sadece aranızda laf götürüp getirme, kırıcı laflar yayarak sizi
birbirinize düşürme amacından başka bir amaçla aranızda dolaşmazlardı.Aranızda
onlara çokça kulak veren var. Onların bozguncu ve kışkırtıcı sözlerinden
etkilenen zayıf inançlı, zayıf karakterli kimseler vardır.Senin Medine’ye
hicret etmenden Önce.Senin hakkında işler çevirdiler. Sana karşı bir takım
işler çevirmişlerdi. Tuzaklar hazırlamış, komplolar kurmuşlardı. Yahudiler ve
müşriklerle işbirliği içine girerek onlara yardım etmişlerdi.Allah’ın emri
ortaya çıktı. Üstünlük sağladı. Mekke fethedildi. Bunun sonrasında insanlar
akın akın Allah’ın dinine girdi.Ve onlar nefret ederler. Hakkın gelmesini,
Allah’ın emrinin üstünlük sağlamasını, dininin zafere ulaşmasını istemiyorlar. [60]
Sûrenin
akışı içinde bu iki âyet, münafıkların niyetlerini açıkça göstermeye, gizli
yönlerini, ilişkilerini ortaya çıkarmaya ilişkindir. Bu yönde Yüce Allah şöyle
buyuruyor: “Sizinle birlikte çiksalardı...” Ey Rasûl ve Ey mü’min-ler! Eğer bu
münafıklar sizinle birlikte Tebük seferine katılsalardı “size kötülük ve
zarardan başka bir şey etmezlerdi.” Size zarar verirlerdi; bozgunculuk
yaparlardı. Mü’minlerin kafalarım karıştırıcı söylentiler yayarak, zehirli fikirler
taşıyarak saflarda bozulma ve dağılmaya yol açarlardı. “Aranıza,” saflarınız
arasına “fitne sokmak üzere,” maneviyat bozucu sözlerle “içinizde uğraşırlardı.”
Birliğinizi parçalar, aranıza düşmanlık tohumlarını serperlerdi. Bu da her
zaman ve mekandaki münafıkların hoşlandığı davranış biçimidir; onların
içlerindeki özelliktir.
“İçinizde
onlara kulak verenler var.” Aranızda zayıf imanlı ve zayıf tabiatlı kimseler
vardır. Sizden duydukları sözleri ve gizli sırlarınızı onlara aktarırlar. Yine
içinizde onları dinleyip emirlerine uyan kimseler de vardır. İşte bu ve benzeri
şeylerden dolayı onların sizinle birlikte gelmelerini Allah (c.c.) çirkin gördü
de kadınlarla, çocuklarla, düşkünlerle birlikte oturdular.
“Allah,
zulmedenleri bilir.” Dinini geçersiz kılmak ve dostlarını hezimete uğratmak
için çaba yürütenleri bilir. Bu yüzden Romalılardan ve hris-tiyanlaşmış Suriye
Araplanndan oluşan düşmanlarınıza karşı çıktığınız bu seferinizde onların
aranızda olmalarına izin vermedi. “Andolsun daha önce onlar fitne çıkartmak
istemişlerdi.” Senin Medine’ye hicret edip orada bir İslâm toplumunu
oluşturduğun günden beri, onlar senin ashabın arasına fitne tohumlarını
serpiyorlardı ki, amaçlarına ulaşsınlar. Nitekim Uhud savaşında İbn-i Selul, üç
kişilik Beni Seleme ve Beni Harise kabileleri mensuplarıyla birlikte bozuşarak,
savaştan çekildi. Allah sizi güvencede tutmasaydı, onların bu geriye
çekilişleri büyük zararlara yolaçacaktı. “Ve sana karşı bir takım işler
çevirmişlerdi.” Senin mesajını ortadan kaldırmak için türlü hile ve tuzaklara
giriştiler. Bir çok yerde yahudilere, müşriklere destek oldular. Bu onların
Özellikleridir; vazgeçilmez alışkanlıklarıdır.
“Sonunda
hak geldi,” Mekke’nin fethi ile birlikte “Allah’ın emri üstünlük sağladı.”
Arapların büyük çoğunluğu Allah’ın dinine girdi. “Onlar istemedikleri halde.”
Bu durum, onların üzülmelerine, hüzne kapılmalarına neden oldu. Bu yüzden ey mü’minler!
Sizinle birlikte sefere çıkmadılar diye üzülmeyin; çok da önemsemeyin. Yüce
Allah’ın onları sizinle birlikte sefere çıkmaktan alıkoyması, size yönelik
rahmetinin ve şefkatinin bir sonucudur. Zaferle dönmenizi istediğinin
ifadesidir. Şu halde O’na yaraşır biçimde O’na hamd edin.
Allah’a
hamd-u senalar olsun. [61]
1-Mü’minlerin saflarında münafık kimselerin bulunması büyük bir tehlikedir
ve zarar vericidir. Bu yüzden onları önemli bir işe katmamak gerekir.
Önemli
ve riskli konularda onlara başvurulmamalıdır.
2-
İslâm ve müslümanlar
açısından hayati etkinliğe ve öneme sahip meselelerde gerekli tedbiri alıp,
adımları büyük bir titizlikle atmak farzdır.
3-
Münafıklar, İslâm ve mü
slü mani arın üstünlük sağlamasını istemezler. Bu, onlar için büyük bir üzüntü
kaynağıdır.
4-
Yüce Allah’ın
dostlarına ilişkin plânı, her türlü tedbir ve plândan daha hayırlıdır. Bu
yüzden Allah’ın kader, kaza ve tavsiyelerine uymak, O’nun planlamasına teslim
olmak farzdır. [62]
49-
İçlerinden öylesi
var ki: “Bana
izin ver, beni fitneye düşürme.” der.
İyi bilin ki,
onlar zaten fitneye
düşmüşlerdir. Cehennem de
kâfirleri kuşatacaktır.
50-
Sana bir iyilik
ulaşsa, bu onların
hoşuna gitmez ve eğer sana
bir kötülük ulaşsa:
“Biz önceden sefere
katılmamakla başı-mızın çaresine
bakmışız-“ derler; sevinerek
döner giderler.
51-
De ‘ki: “Allah,
bizim için ne yazmış,
ne takdir etmiş ise ancak
o bize ulaşır;
bizim sahibimiz O’dur.
İnananlar Allah’a dayansınlar,”
52-
De ki: “Bize yalnız
iki iyilikten, ya
gazilik veya şehid-likten
birini beklemiyor musunuz?
Bundan başka ne
olabilir? Ama biz, Allah’ın
size ya kendi
tarafından veya bizim
ellerimizle bir azap ulaştırmasını gözetliyoruz. Haydi
gözetin, biz de
sizinle beraber gözetenleriz.”
Onlardan
bir kısmı. Ced b. Kays gibi olanlar.Bana izin ver. Cihaddan geri durma
hususunda bana izin ver, derler.Beni fitneye düşürme. Beni fitneye katma.
İddiası da şudur: “Bizans kadınlarını gördüğümde nefsime hakim olamıyorum.” İyilik onları kötü eder. Zafer, ganimet ve
afiyet gibi her türlü güzellik, onları fenalaştım-. Bundan dolayı hüzne
kapılırlar. Önceden işimizi aldık.
Önceden tedbirimizi aldık; bu yüzden
onlarla birlikte sefere çıkmadıkki güzellikten biri. Zafer ve cennete
varis olmak demek olan şehadet.Bekleyin. Bekleyedurun. Kuşkusuz biz de sizinle
birlikte bekleyenleriz. [63]
Sûrenin
akışı, Tebük seferine katılmayan münafıklarla ilgili olarak devam ediyor. Yüce
Allah şöyle buyuruyor: “Onlardan bir kısmı: Bana izin ver, der.” Cihada
gitmemek için bana izin ver “ve beni fitneye katma.” Beni sefere katılmak
zorunda bırakma.Rivayete göre, Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) yukarıdaki
gerekçeyi ileri süren şahsa şöyle demiştir: “Bizanslıların ülkesine sefer
düzenlemeye ne dersin?” Adam: “Ben kadınlara düşkün biriyim; Bizanslıların
kadınlarım gördüğümde, kendime hakim olamayıp fitneye düşmekten korkuyorum.”
diye cevap vermiştir. Bu sözü söyleyen şahıs Medine münafıklarının
liderlerinden Kays oğlu Ced’dir. Yüce Allah onun bu iddiasının gerçekle
ilgisinin olmadığını bildiriyor: “Haberin olsun, onlar fitnenin ta içine
düşmüşlerdir.” En büyük fitne olan şirk ve nifakın içine düşmüş bulunuyorlar. “Hiç
şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.” Cehennem,
bu ve benzeri kâfirleri ve münafıkları kuşatmıştır.50. âyette ise, münafıkların
bir özelliği ortaya konuyor: Bunlar içlerinde bazı fikirler kuruyorlardı.
Rasûlüllah’a ve mü’minlere herhangi bir iyilik, zafer ve ganimet gibi bir
kazanç isabet etse, onları üzer, hüzne kapılmalarına neden olur. Şayet mü’minler
yenilgiye uğrasalar, Öldürülüp şehid düşseler, derler ki: “Biz önceden
tedbirimizi almıştık.” Tedbirli davranarak onlarla birlikte sefere katılma
gafletine düşmedik, derler. Ve “dönüp giderler”. Gururla evlerine ve
ailelerine “sevinç içinde” dönüp giderler. Âyeti bir kez daha okuyacak olursak,
onların tavırlarını daha acık bir biçimde algılayabiliriz; “Sana iyilik
dokunursa, bu onları fenalaştırır. Bir zarar ve kayıp isabet edince ise, biz
önceden tedbirimizi almıştık, derler ve sevinç içinde dönüp giderler.”
51
ve 52. âyetlerde ise, Yüce Allah, Rasûlüne, bu münafıkların öfkelenmesine,
derin bir karamsarlığa kapılmasına neden olacak buyruklar veriyor: “De ki:
Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle” herhangi bir iyilik
veya kötülük “isabet etmez.” Rabbimizin bizim için yazdığı da, kesinlikle bizim
için hayırdır. Çünkü O, bizim koruyup gözetenimizdir. “Ve mü’minler, yalnızca
Allah’a tevekkül etmelidirler.” Biz mü’miniz ve sadece Rabbimize güvenip
dayanıyoruz. “De ki: Siz bizim için iki güzellikten [64]birinin
dışında başkasını mı bekliyorsunuz?” Bizim için, şirk, küfür ve nifak ehline
karşı zafer kazanmamızdan,
üstünlük sağlamamızdan veya Allah
yolunda şehid düşmemizden
başkasını mı bekliyorsunuz?.. Bu beklentiniz boşunadır. Biz ya sizi ağır bir
yenilgiye uğratıp zafere ulaşacağız, ya da şehid olup Yüce Allah katındaki
cennetin kalıcı nimetlerine kavuşacağız. “Öyleyse siz bekleyedu-run, kuşkusuz
biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.” İleride karşılaşacağımız akıbet,
kesinlikle bizi sevindirecek, sizi ise üzecektir. [65]
1-
Kays oğlu Ced’in
işlediği ayıp, laneti hakedişi ve cehennemle müjdelenişi(!) gündeme
getiriliyor.
2-
Mü’minlere zarar veren
bir şey kâfirleri ve münafıkları sevindirir. Müslümanları sevindiren bir şeyse
onların üzülmelerine neden olur. Bu, her münafığın belirgin ve değişmez
özelliğidir.
3-
Münafıkların sözlerine
önem vermemek ve yalnızca Allah’a güvenip dayanmak, farzdır.
4-
Cihada çıkan mü’minler
için iki güzel sonuç sözkonusudur: Zafer ya da şehadet.
5-
Gerektiğinde düşmanı
öfkelendirecek, hüzne kapılmasına yolaçacak sözler söylemek İslâm’a uygundur. [66]
53-De ki: “İster gönüllü, ister gönülsüz sadaka
verin; sizden kabul
edilmeyecektir. Çünkü siz
yoldan çıkan bir
kavimsinız.
54- Sadakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur: Onlar Allah’a
ve Elçisine karşı nankörlük ettiler; namaza da
üşene üşene gelirler
ve istemeye istemeye
sadaka verirler.
55-Onların ne malları, ne de evlâtları seni imrendirmesin. Allah bunlarla
onlara dünya hayatında azabetmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını
istiyor.
İsteyerek
veya istemeyerek.Muhakkak ki siz fasıklar (bozuk ve bozguncu) topluluğu
oldunuz. Yardımlarının kabul edilmeyişinin gerekçesini açıklayıcı bir ifadedir
bu.Ağırdan almak. İçlerinden namazın faydasına inanmadıkları için isteksizce ve
ağırdan alarak namaza gelirler. Onların mallan seni hayrete düşürmesin. Ey
müslümanlar! Münafıkların sahip oldukları şeylere imrenmeyin. Malları ve
evlatları size çekici gelmesin. Canları
zorlukla çıkar. Ölürken işkence çeke çeke ölürler. [67]
Yüce
Allah, Rasûlüne, münafıklara nasıl karşılık vereceğini öğretiyor ve şöyle
buyuruyor: “İsteyerek veya istemeyerek infak edin...” Gönüllü veya gönülsüzce
yardımlarda bulunun.,, “sizden kesin olarak kabul edilmeyecektir. “[68] Yüce
Allah Rasûlüne şunu bildirmiş oluyor: Onlara de ki: Tebük seferi için ve diğer
zamanlardaki kamu harcamaları* için yaptığınız harcamaları, gönüllü de?
gönülsüz de yapsanız, bu sizden kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, Allah’ı ve Rasûlünü
inkâr etmekle, onlara itaat etmemekle fasık bir topluluk oldunuz.
54.âyete
gelince, burada Yüce Allah, yardımlarının kabul edilmeyişinin başlıca
sebeplerini açıklıyor. Buna göre sebeplerin başta geleni, Allah’ı ve Rasûlünü
inkâr etmeleridir. İkincisi, istemeyerek ve gönülsüzce namaza kalkmalarıdır.
Üçüncü sebep, Allah yolunda yardım etmenin hoşlarına gitmemesi-dir. “İnfak
ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey Allah’ı ve Elçisini
tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri[69] ve
hoşlarına git-miyorken infak etmeleridir.”55.âyette ise, Yüce Allah, Elçisinin
ve mü’minlerin, güzellikte ve çoklukta hangi boyutlarda olursa olsun,
münafıkların mal ve çocuklarına imrenmelerini yasaklıyor: “Şu halde onların
mallan ve çocukları seni imrendirmesin.” Bunları imrenilecek bir durum olarak
algılamayın. Ardından Yüce Allah, Rasûlüne münafıklara bol evlad ve mal
bahsedişinin sebebini açıklıyor: “Allah bunlarla ancak onların dünya hayatında
azap çekmesinin çoğalmasını ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını
ister.” Dünyada çekecekleri azabın niteliğini şöylece tesbit edebiliriz: Zekât
verirken ve cihada mali destek amacı ile harcadıkları her maldan (kuruştan)
dolayı tarifsiz bir elem duyarlar. Çünkü bu harcamanın kendi lehlerine değil,
bilâkis aleyhlerine olduğunu düşünürler. Onlar İslâm’ın zafer kazanmasını,
üstünlük sağlamasını istemezler... Çocuklarının onlar için bir azap kaynağı
oluşuna gelince, bu münafıklar, çocuklarının İslâm’a girdiğini, onun emirlerini
yerine getirdiklerini görür, ama buna engel olamazlar. Bir insan İçin, öz
çocuğunun kalkıp babasının dinini ter-kederek bir başka dine bağlanmasından
daha acı ne olabilir? Üstelik o çocuğun kalkıp kâfir babasına, annesine,
kardeşine, kızkardeşine, en yakın akrabalarına düşman kesilmesinden daha
ıstırap verici birşey olur mu?.. Bütün bunların yanında bu adamlar, kâfir
olarak ölüyor ve dünyada çektikleri azaptan daha şiddetli bir azaba
çarptırılıyorlar...
Yüce
Allah işte bu şekilde, münafıklara bahşettiği mal ve evladın onlar için bir
azap unsuru olduğunu, mutlu olsunlar diye bunları bahşetmediğini vurgulayarak
Elçisini ve mü’minleri teselli ediyor. [70]
1-
Ameli boşa çıkaran şirk
gibi, riya da yani Allah rızasının dışında gösteriş için yapılan ameller de
yapılan ibadetin sevabını geçersiz kılan bir unsurdur.
2-
Burada kâfirler için “fasık”
sıfatı kullanılıyor. Buna göre, her kâfir kesin olarak fasıktır (Allah’ın
ölçülerinden dışarı çıkan). Bunun yanında her fasık da kafir değildir.
3-
Kul, Allah yolunda
zekat ve benzeri şekillerde harcamada bulunurken nefsi bundan hoşnut
olmalıdır.
4-
Namaz kılma hususunda
tembellik göstermek iyi değildir. Çünkü bu, münafıklığın alâmetlerinden
sayılmaktadır.
5-
Bir müslümanın fasık ve
münafıkların sahip oldukları mal ve eşyaya imrenmesi doğru değildir. [71]
56-
Sizden olduklarına Allah’a yemin ediyorlar.
Oysa onlar sizden değiller; fakat onlar korkak bir topluluktur.
57-
Eğer sizden korunmak
için sığınacak bir yer, yahut barınacak mağaralar, ya da girecek bir delik
bulsalardı, hemen oraya doğru
koşarlardı.
58-
Onlardan kimi
de sadakaların bölüştürülmesi hususunda sana dil
uzatır. Eğer o
sadakalardan kendilerine pay
verilirse hoşlanırlar,
verilmezse hemen kızarlar.
59-
Ne olur
onlar, Allah’ın ve
Elçisinin kendilerine verdiğine
razı olup: “Allah
bize yeter; yakında Allah
bize de bol lütfün’ dan verecek;
Peygamberi de. Biz
sadece Allah’a rağbet
ederiz; yalnız O’ndan umarız.”
deselerdi.
Onlar
sizden değildirler. Çünkü kâfirdirler, yüzleri ve kalpleri kâfirlere
dönüktür.Korkuyorlar. Sizden çok korkuyorlar.Sığınak. Sığınabilecekleri sağlam
bir yer.Mağaralar.Girilen yer. Korkup kaçan bir kimsenin gizlenebileceği
yer.Koşuyorlar. Durdurması, karşı konulması imkansız bir hızla koşarlardı. Sana
dil uzatıyorlar. Sadakaları dağıtman konusunda seni eleştiriyorlar.Onlar o
zaman öfkelenirler. Hoşnut olmazlar. Allah bize yeter. Her hususta, Allah bize
yeter ve kâfidir. Allah’a rağbet edenler. Bizler O’nun lûtfunu isteyenleriz. [72]
Sûrenin
akışı, münafıkların gizli-saklı yönlerini gözler önüne sermek suretiyle devam
ediyor. Bunda amaç: içlerinde Allah’ın lûtfuna mazhar olanlar hatalarını
anlayıp tevbe etsinler.
“Gerçekten
sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler.” Dininize ve ümmetinize
bağlı olduklarını ileri sürerler. “Oysa onlar sizden değildirler.” Gerçekte
onlar münafıklık eden kâfirlerdir. “Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.”
Sizden çok korkuyorlar. Bu yüzden, size karşı mallarını ve canlarını güvenceye
almak için, sizden olduklarına dair yemin ederler. Bu, aynı zamanda sizden ne
kadar korktuklarının da bir ifadesidir. “Eğer onlar bir
sığmak..”
sağlam bir kale, “veya mağaralar..” dağlarda kalacak mağaralar, “veya
girebilecekleri bir yer bulsalardı..” yerde bir sığınak bulsalardı, “hızla
oraya yönelip koşarlardı.” Sizden korunmak için can havliyle oraya atılırlardı.
58 ve 59. âyetlere gelince, burada Yüce Allah, bazı münafıkların Hz.
Peygamberin sadakaları dağıtış yöntemini eleştirdiklerini, onu adaletsizlikle
suçladıklarını haber veriyor. “Onlardan sadakalar konusunda seni yadırgayacaklar
vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar.” Rasûlüllah’tan ve paylaşım
yönteminden razı olurlar. “Kendilerine verilmediği zaman bu sefer Öfkelenirler.”
Ardından Yüce Allah, aslında nasıl davranmaları gerektiğini ifade buyuruyor: “Eğer
onlar, Allah’ın ve Elçisinin verdiklerine razı olsalardı...” kendilerine
sadakalardan verilen paya razı olsalardı “ ve: Allah bize yeter; Allah pek
yakında bize fazlından verecek; O’nun Elçisi de...” Allah bize bol bağışlarda
bulunacak; Elçisi de Allah’ın bahşettiği sadakaları aranızda bölüş-türecektir. “Biz
gerçekten ancak Allah’a yönelenleriz ve ona gönül verenleriz, deselerdi ya.”
Sadece Allah’ın lûtfunu umuyoruz, deselerdi; bu, kendileri için daha hayırlı
olurdu ve ihtiyaçları da giderilirdi [73]
1-
Sahte inanç,
münafıkların en büyük özelliğidir. Hadîste, münafıkların alâmetlerinin üç tane
olduğu belirtilir: “Konuştuğu zaman yalan söyler. Söz verince sözünü tutmaz.
Emanete ihanet eder.”
2-
Korkaklık, Ödleklik,
zayıflık ve pısırıklık küfrün ve münafıklığın gerekleridir.
3-
Salih kimseleri
ayıplamak, eleştirmek, bunu yapan kimsenin kalbinin ve niyetinin bozukluğunu
ortaya koyan bir delildir.
4-
İlâhi rahmetin bir
belirtisi de münafıklara nasihat ile yol göstermesi, kendilerini dünya ve
ahiret mutluluğuna ulaştıracak yola yöneltmesidir.
5-
İnsana sadece Allah
yeter. Başkasına değil sırf O’na yönelmek ve gönül vermek gerekir. [74]
60-
Sadakalar, zekâtlar
Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, .onlar üzerinde çalışan
zefyat toplayan “memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelik
altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya, mahsustur; toplanan
zekât, ancak bu sayılan yerlere verilir. Allah* bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
Sadakalar.
“Sadaka”nın çoğula. Burada kastedilen, mali bir yükümlülük olarak zekattır.
Fukara
için. “Fakir”in çoğulu ve fakirler demektir. Yeterli yiyeceği olmayan, buna
karşın insanlardan istemeyen kimseler.Ve miskinler. “Miskin”in çoğulu.
Yoksullar demektir. Yeterli yiyeceği olmayan, bu ihtiyacını gidermek için
insanlardan isteyen ve dilenmek suretiyle şahsiyeti kırılan kimse. Ve onun üzerinde çalışanlar. Zekat toplama
işinde çalışan görevliler. Ve kalpleri ısındırılanlar. Bunlar, müslüman
olmaları veya böyle kalmaları umulan kimselerdir. Toplumsal mevki olarak büyük
öneme sahiptirler. Müslüman olurlarsa, büyük yararlıklar gösterirler. Ve
kölelikte olanlar. Kölelikten kurtulmak için, efendileriyle özgürlük sözleşmesi
imzalayan kölelere, ihtiyaç duydukları malî yardım zekattan sağlanır. Ve Allah yolunda. Cihad için. Ordunun
hazırlanışı, mücahidlerin teçhizatı için gerekli destek sağlanır.Ve yolda
kalmış. Yöresinden uzak düşmüş bu kimse, zengin bile olsa, bu halinde ona
zekattan pay verilir.Allah’tan farzdır. Allah bunu mü’mİn kullarına farz
kılmıştır. [75]
Münafıkların
Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) eleştirmeleri, sadakaların paylaşım tarzını
adaletten yoksun olarak nitelemelerinden söz edilmişken Yüce Allah, zekât ve
benzeri mali gelirlerin dağıtılacağı grupları açıklıyor. Âyette geçen sadaka
kavramı ile zekâtın ve gönüllü bağışların kastedildiği unutulmamalıdır: “Sadakalar,
Allah’tan bir farz olarak” şu sekiz insan grubuna mahsus kılınmıştır:
1-
Fakirler: Yiyecek,
içecek, giyecek ve barınak gibi hususlardaki ihtiyaçlarını giderecek bir şey
bulamayan mü’minler.
2-
Miskinler: İhtiyacını
giderecek birşey bulamamakla beraber, insanlardan istemekten kaçınmayan,
dilenen, yoksullukları ve muhtaçlıkları hallerinden anlaşılan kimseler.
3-
Zekât işinde çalışan
toplayıcılar, zekat mallarının güvenliğini üstlenen kimseler, zekat mallarını
kayıtlara geçiren yazıcılar ve dağıtıcılar, bu çalışmalarına karşılık olarak
maaşları zekattan ödenebilir. Ücret belirlemede emsal devlet memurları ölçü
alınır.
4-
Kalpleri İslâm’a
ısındırılacak olanlar: Bunlar çevresinde etkinliğe sahip oldukları için İslâm’a
ve müslümanlara yararlı olacakları umulan kimselerdir. Bu gibi kimselerin
kalplerini İslâm’a ısındırmak, İslâm’ı onlara sevdirmek, İslâm ve müslümanların
zafere ulaşmasını sağlamak için bir miktar mal verilir. Bazen bunlardan biri
henüz müslüman olmamıştır, yine de onun İslâm’a yönelik eğilimini pekiştirmek,
veya müslüman olmuştur ama imanı zayıftır, bunun da inancını sağlamlaştırmak ve
dolayısıyla İslâm’ın etkinliğini güçlendirmek için zekâttan bunlara pay
ayırmak zorunluluk kazanır.
5-
Köleler: Efendisiyle
özgürlük sözleşmesi imzalayan kölelere, özgürlüklerini elde
etmeleri için zekattan pay ayırmak gerekir. Fakat zekât malıyla köle alıp
satmak caiz değildir. Çünkü sonuçta zekatı veren yararlanmış olur. Çünkü
kölelik sözleşmesi onun lehinedir.
6-
Borçlular: Allah’ın
kendisine ve ailesine getirdiği yükümlülükler hususunda Allah’a itaat etmesi
dolayisıyle borç altına giren ve borcunu ödemesi için gerekli olan mala, nakit
paraya ve eşyaya sahip olmayan kimselere zekattan pay ayırmak lazımdır.
7-
Allah yolunda: Allah
için cihada çıkan mücahidlerin silah, binek, azık ve giysi gibi donanımlarını
zekât malından temin etmek gerekir.
8-
Yolda kalmışlar: Bir
memlekete konuk olup da nafakaları tükenen, dolayısıyla muhtaç duruma düşen
kimseler. Bunlar memleketlerinde zengin de olsalar, zekâttan pay alabilirler.
“Allah’tan
bir farz olarak” sadakaların bu şekilde dağıtılması, Allah’ın mü’min kullarına
yüklediği bir farzdır. “Allah bilendir...” Yarattıklarını ve hallerini bilir. “Hüküm
ve hikmet sahibidir.” Koyduğu yasalar bir hikmete dayanır. Zekatın bu şekilde
dağıtılması da ilahi adaletin öngördüğü bir husustur. Bu yüzden, hiç bir zaman
bu paylaşım biçimine karşı çıkmamak gerekir. Bu âyette sözü edilmeyen herhangi
bir kimseye zekât verilmez. Ama zekâtı bu grupların tümüne birden vermek şart
değildir. Kişi tüm zekâtını cihad için harcayabilir veya fakir ve miskinlere
verebilir ya da borçlulara ve sözleşmeli kölelere dağıtabilir. Bununla beraber,
imkân varsa, zekâtı bu grupların tümüne birden vermek daha uygundur. Ancak bu
grupların tümünü her zaman bir arada bulmak mümkün olmayabilir. [76]
1- Zekât vermenin farz olduğu vurgulanıyor.
2- Zekâtın dağıtılacağı gruplar sekiz ana başlıkla bildiriliyor.
3- Allah’ın açıkladığı zekât paylaşımına teslim olup bunun dışına çıkmamak
şarttır.
4- Burada Yüce Allah’ın “ilim” ve “hikmet” sıfatlarına dikkat çekiliyor.
Yüce Allah kullarının durumlarını ve ihtiyaçlarını herkesten daha iyi bildiğine
göre ve koyduğu yasalar ve tasarrufları bir hikmete dayalı olduğuna göre, emrine
teslim olmak, hükmüne boyun eğmek, itaat edip koyduğu yasayı uygulamak bir
zorunluluktur. [77]
61- İçlerinden bazıları
da Peygamberi incitirler: “O,
her söyleneni dinleyen bir
kulaktır.” derler. De
ki: “O, sizin
için hayır kulağıdır. Allah’a
inanır, mü’minlere inanır.
Sizden inananlar için de
bir rahmettir. Allah’ın
Elçisini incitenlere acı
bir azap vardır.”
62- Gönlünüzü hoş etmek
için size gelip
Allah’a yemin e-derler.
Halbuki inanmış olsalardı,
Allah’ı ve Elçisini
hoşnut etmeleri daha uygundu.
63- Bilmediler mi ki kim Allah’a
ve Elçisine karşı
koymaya kalkarsa onun için
sürekli kalacağı cehennem
ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur.
Nebiye
eziyet ediyorlar.
O
kulaktır. O söylenen her sözü dinleyen bir kulaktır. Bu, insana eziyet veren
bir sözdür.De ki: Sizin için hayırlı olan bir kulaktır. Kendisine söylenen herşeyi
dinler, büyüklenmez. Fakat sadece hakkı onaylar Ve mü’minlere inanıp onlara
güvenir. Muhacir ve ensar’dan olan sadık mü’minleri tasdik eder. Diğerlerine
gelince, onları dinlese bile tasdik etmez. Çünkü onlar günahkâr yalancılardır
Allah. Hoşnut kılınmaya lâyık olan Allah ve Rasûlüdür.
Kim
Allah ve Rasûlüne karşı sınırlamalar koymaya kalkışırsa. Onlara düşmanlık
ederse. [78]
Sûrenin
akışı münafıkların içyüzlerini gösterip kaypak tutumlarını sergilemeye devam
ediyor.”İçlerinden Peygamberi incitenler var.” Münafıklar arasında b&zı kimseler
vardır ki, bunlar Peygamberimize laf dokundurmalarla, onun uzak olduğu
kusurları isnat ederek, Efendimizi incitiyorlar. Burada Yüce Allah ona nasıl eziyet
ettiklerini açıklıyor: “O her sözü dinleyen bir kulaktır, diyorlar.” Her
söylenene kulak veriyor. Oysa Peygamberimiz bâtıl, şer ve fesad nitelikli
sözler dinlemekten uzaktır. Asıl olarak yalancı, ama s’Özü güzel olan bir münafık
söylese bile, o, ancak hayır nitelikli sözler dinler. Yüce Allah ifadenin bu
yerinde Rasûlüne, münafıklara şu- cevabı vermesini emrediyor: “De ki: O sizin
için bir hayır kulağıdır.” Sizin için hayırlı olan şeyleri dinler. Size
kötülüğü dokunacak sözleri dinlemez.Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) münafıkların
kötü davranışlarını, çirkin’iş-lerini yüzlerine vurmadığı halde, onlar bu soylu
davranışı, “o her sözü dinleyen bir kulaktır.” diyerek, dokundurucu biçimde,
onu inciterek karşıladılar.Yüce Allah, münafıkların bu çirkin tavırlarına bu
cevabı vermesini Rasûlüne emreder: O, rab ve ilâh olarak “Allah’a inanır, mü’minlere
inanıp, güvenir.” Müslümanların sözlerini doğrular. Bu, onun hayırlı bir kişi
olduğunun ifadesidir. “Sizden iman edenler için bir rahmettir.” Onun
hayırlılığının bir diğer göstergesi, bir diğer sonucu da içinizde iman eden,
getirdiği yolgösterici aydınlığa uyan, böylece iyi huylar edinip mutlu bir
hayat sürdüren kimseler için bir rahmet olmasıdır.”Allah’ın elçisine eziyet
edenler...” Az veya çok, herhangi bir şekilde Allah’ın Rasûlünü incitenler var
ya, “ohlar için acı bir azap vardır.” Bu azap kesinlikle tepelerine inecektir.
Onu tatmaları kaçınılmazdır.
Bundan
sonraki âyette ise, Yüce Allah, münafıkların gelip mü’minlere yemin
ettiklerini, Rasûlüllah’ı incitmediklerini belirttiklerini ifade buyuruyor.
Bununla güttükleri amaç, mü’minleri razı etmektir ki, Rasûlüllah’in saygınlığına
yönelik bu tavırlarından dolayı kendilerinden intikam almasınlar: “Sİzi hoşnut
kılmak için Allah’a yemin ederler; oysa mü’min iseler, hoşnut kılınmaya Allah
ve Elçisi daha layıktır.” Eğer mü’minlik iddiasında doğru idiyseler, mü’minleri
hoşnut kılmaya çalışacaklarına, tevbe etmek suretiyle ‘Allah’ı, iman edip,
Rasûlüllah’a da itaat ederek hoşnut kılmaları gerekirdi.
Bundan
sonraki âyette ise-, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilmiyorlar mı, kim Allah’a
ve Elçisine karşı koymaya çalışırsa...” Onlara düşman olur, muhalefet ederse,
onun düşmanlığının, Allah ve Rasûlüne savaş açmışhğımn cezası, sonsuza dek
cehennem ateşinde kalmaktır. “İşte en büyük aşağılanma budur.” Allah ve
Rasûlüne karşı koyanın, bir daha çıkmamak üzere cehenneme girmesi en büyük
aşağılanmadır. [79]
1- Her ne şekilde olursa olsun Rasûlüllah’a eziyet etmek haramdır.
2- Hz. Peygamber mü’minler için bir rahmettir; imana ve İslâm’a çağıran
bir davetçidir.
3- Yüce Allah’ın Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) incitenleri acı bir
azapla tehdit etmesi, Rasûlüllah’i incitenlerin kâfir olduklarının delilidir!
4- Münafıklar, Rasûlüllah’ı incitmediklerine mü’minler yanında yemin etmişler,
oysa fiilen incitmişlerdi. Mü’nıinlerin öfkelenip kendilerinden intikam
almalarından korktukları için yalan yemine başvurma gereğini duymuşlardı.
5- Yüce Allah’ın sevdiği şeyleri yapmak ve gazabını gerektirici şeylerden
kaçınmak suretiyle O’nun rızasını elde etmeye çalışmak gerekir .
6- Allah’a ve Rasûlüne karşı çıkanlar acı bir azaba çarptırılacaklardır. [80]
64- Münafıklar, kendileri hakkında,
kalplerinde bulunanı kendilerine haber
verecek bir sûrenin
indirileceğinden çekiniyorlar. De
ki: “Siz alay
edin, Allah çekindiğiniz
şeyi ortaya çıkaracaktır. “
65- Eğer onlara sorsan,
“Biz sadece lafa
dalmış, şakalaşıyorduk.”
derler. De ki: “Allah ile, O’nun Âyetlefiyle ve O’nun El-
‘çisi
ile mi alay ediyorsunuz?”
66- Hiç özür dilemeyin,
siz inandıktan sonra
inkâr ettiniz. Sizden bir
kısmını affetsek bile
suç işlediklerinden dolayı
bir kısmına azab edeceğiz.
Münafıklar
korkuyorlar, çekiniyorlar. Kin ve nefretlerini ortaya koyacak bir âyetin
inmesinden korkup çekiniyorlar. Üzerlerine bir sûrenin inmesi. İç yüzlerini
ortaya çıkaran bir sûrenin aleyhlerine inmesinden.Nefislerinde gizledikleri
şeyleri kendilerine haber verir.De ki: Alay edin. Bu ifade, tehdit
içermektedir.Çekindiklerinizi açığa çıkartıcıdır. Sakındığınız şeyi, içinizde
gizlediğiniz şeyi ortaya çıkarıp insanlara gösterir.alıyor ve oynuyoruz.
Adetimiz olduğu üzere lafa dalmış oyalanıyorduk. Amacımız sövmek ve laf
dokundurmak değildi.Alaya alıyorsunuz. Küçümsüyordunuz. [81]
Sûrenin
atışı münafıkların maskelerini düşürücü darbelerini indirmeye devam ediyor.
Açıklanan gerçekler kimlikleri üzerindeki perdeyi aralıyor ve iç yüzlerini
aydınlatıp, herkesin görebileceği şekilde sergiliyor. Ki, Yüce Allah’ın içlerinde
tevbelerini kabul edebileceği kimseler tevbe etsinler.
“Münafıklar,
kalplerinde oıanı kendilerine haber verecek bir sûrenin aleyhlerinde
indirilmesinden çekiniyorlar.” İçyüzlerini ortaya koyan bir sûrenin Rasûlüllah’a
ineceği endişesi içinde yaşıyorlar. “Kalplerinde olanı kendilerine haber
verecek bir sûre...” Kendilerine, içlerinde olanı haber verecek, kendilerini
asıl kimlikleriyle teşhir edecek bir sûrenin inmesinden korkuyorlar. Bu sûreye “el-Fadiha=teşhir
eden” adı da verilmektedir.
Ardından
Yüce Allah, Rasûlüne şöyle hitab ediyor: “De ki: Alay edin. Şüphesiz, Allah
kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.” Burada Yüce Allah, onların gizli
yerlerde Rasûlüllah ve İslâm aleyhine sarfettikleri sözleri, içlerinde
besledikleri duygulan açığa çıkarıp herkese duyuracağı tehdidinde bulunuyor. “Onlara
sorarsan,” neden bu sözleri söylediniz? diye. “Biz dalmış, oyalanıyorduk,”
sadece eğleniyorduk. Başka bir amacımız yoktu diyeceklerdir. Ey Rasûlüm!
Onlara de ki: “Allah ile, O’nun âyetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?”
Tebük
seferi sırasında bir grup münafık bir yerde oturmuş, aralarında şöyle
konuşuyorlardı: “Şu Kur’aıı okuyanlarımızdan (Kurralar) daha obur, daha yalancı
ve savaş anında daha korkak kimse görmedik...” Bu konuşma Efendimize ulaştı, bunun
üzerine yukarıdaki âyetler indi. Sonra münafıklar gelip Rasûlüllah’a Özür beyan
ettiler. Ardından şu âyet indi: “Özür belirtmeyin! Siz imanınızdan sonra
inkâra saptınız!” Bu tavrınızla ve sözlerinizle küfre- girdiniz. Çünkü Allah
ile, Rasûlüllah ile ve Allah’ın âyetleri ile alay etmek insanı dinden çıkarır,
küfürdür. “Sizden bir topluluğu bağışlasak da (Mahşi b. Himer gibi tevbe eden
bazılarınızı affetsek de), bir topluluğunuzu gerçekten azaplandıracağız (tevbe
etmeyenlerinizi azaba çarptıracağız), gerçekten suçlu günahkâr oldukları için.”
Azaba çarptırılmalarının sebebi, küfürleri ve mü’fninlerle alay etme suçunu
İşlemiş olmalarıdır.
Diğer
bir çirkin sözleri de şuydu: Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) işaret ederek: “Bu
adam Suriye kalelerini ve saraylarını fethedeceğini sanıyor!” diyorlardı. Yüce
Allah onların bu sözlerini Elçisine duyurdu, Rasûlüllah onları çağırdı ve olayı
açtı. Bunun üzerine mazeretler belirterek: “Biz zaman geçirmek için söze
dalmıştık. Bıkkınlığımızı, can sıkıntımızı gidermeye çalışıyorduk.” dediler.
Bunun üzerine: “Allah ile, âyetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?”
âyeti indi. [82]
1- İslâm toplumu içindeki münafıkların yaşadıkları korku ve telaşın boyutları
açıklanıyor.
2- Allah ile, O’nun âyetleriyle veya Elçisiyle alay etmenin küfür olduğu
vurgulanıyor.
3- Küfre girmiş bir insan tevbe ederek o küfürden kurtulmalıdır.
4- Yüce Allah’ın haber verdiği gibi onların bir kısmı azaba uğradılar. Bu
kişiler, sırt kısmında başlayan ağrısı göğse doğru yayılma gösteren, kişiyi kesinlikle
öldüren bir hastalıkla helak olup gittiler. [83]
67- Münafık erkekler ve
münafık kadınlar birbirlerindendir. Kötülüğü emreder,
iyilikten meneder ve
ellerini sıkı tutarlar.
Allah’ı unuttular; O da onları unuttu. Münafıklar; işte
yoldan çıkanlar onlardır.
68- Allah münafık erkeklere
ve münafık kadınlara
ve kâfirlere içinde
ebedi kalacakları cehennem
ateşini vaadetmiştir. O, onlara
yeter. Allah onları
lânetlemiştir. Onlar için
sürekli bir azap vardır.
69- Sız de, sizden
öncekiler gibi yaptınız.
Onlar kuvvetçe sizden daha yaman,
mal ve evlatça sizden daha çok
idiler. Onlar, dünya malından
kendi paylarına düşenle
zevklerine baktılar, işte, sizden
öncekilerin dünyadan
kendi paylarına düşenle zevklerine baktıkları gibi, siz de kendi
payınıza düşenle zevkinize baktınız ve sapık yollara dalanlar gibi siz de
sapıklığa daldınız. Onlar, eylemleri dünya ve ‘ ahir ette boşa gitmiş
kimselerdir ve ziyana uğrayanlar da
onlardır.
70- Onlara, kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim
kavminin, Medyen halkının ve başları üstüne ters dönen şehirlerin haberi
gelmedi mi? Elçileri, onlara açık deliller getirmişti. Ama inanmadılar; bundan
dolayı Allah’ın gazabına uğradılar. Allah onlara zulmedecek değildi, onlar
kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Münafıklar.
Dilleriyle iman ettiklerini söyleyen, içlerindeyse küfür inancını gizleyen iki
yüzlüler.Bazısı bazisındandır. Birbirlerindendir; birbirlerini tutarlar.
İnanışları, sözleri ve davranışları birbirinin aynısıdır. Tek bir tavır içinde
birlikte hareket ederler.Münkeri, kötüyü, inkârı, zararı. Zararlı veya pis
olduğu için şeriatın kötü olarak nitelediği. Burada işaret edilen, münafıkların
Allah’ı ve Rasûlünü inkâr etmeleridir.Maruftan. Hayırdan. Şeriatın yararlı
olarak tanımladığı ve u-yulmasını emrettiği iman ve salih amel.Ellerini
kaparlar. (Elisıkılık, cimrilik ederler.) Allah yolunda harcama yapmaktan
kaçınırlar.Allah’ı unuttular; O da onları unuttu. Allah’ı terkettiler; O’na ve
Rasûlüne inanmadılar. Bu yüzden Allah da onları terketti; onları yol
göstericiliğinden, hidayetinden yoksun bıraktı.Sürekli azap. Sonu gelmez, bitip
tükenmez azap.Dünyadan paylarına düşen.Ve daldınız. Yalana ve bâtıla daldınız.Yerle
bir edilmiş, alt-üst olmuş yerleşim birimleri. Bunlar üç kenttir.[84]
Delillerle.
Kendilerine sundukları öğretinin doğruluğunu ortaya koyan açık belgelerle. [85]
Sûrenin,
münafıkların maskelerini düşürüşü ve belki tevbe ederler diye iç yüzlerini
teşhir edişi devam ediyor. “Münafık erkekler ve münafık kadınlar,
biribirlerinin tarafını tutarlar.” Bir bütünün parçaları gibidirler. Çünkü aralarında
amaç ve hareket birliği vardır. İnanç, konuşma ve tavır olarak birbirlerinden
ayrılmazlar. Yüce Allah, münafıkların içyüzlerini sergilemeye devam ediyor: “Kötülüğü
emrederler, iyilikten alıkoyarlar.” Bu onların kalp ve akıllarının bozulmuş
olduğunun besbelli ifadesidir. Çünkü onların bu tutumları, aklı başında olan
insanların tutumlarına tamamen zıttır. Onların emrettikleri, öna-yak oldukları
kötülük ise, küfür ve günahtır. Yasakladıkları, önünü kesmeye çalıştıkları
iyilikten maksat da, Allah’a ve Rasûlüne iman, ve itaate engel olmak.
“Ellerini
sımsıkı tutarlar.” Cimridirler. Allah yolunda hayır amaçlı harcamalarda
bulunmazlar.”Onlar Allah’ı unuttular.” Allah’a ve Rasûlüne inanmadılar; itaat
etmediler.”O da onları unuttu.” Onları her türlü rahmetten, hidayetten ve
lûtuftan yoksun bıraktı.”Şüphesiz, münafıklar sapık yollara sapanlardır,”
ifadesi, “Onlar Allah’ı unuttular; o da onları unuttu,” ifadesini pekiştirici
niteliktedir. Çünkü onları Allah’ın hidayetinden yoksun bırakan şey, Allah’ı ve
Rasûlünü inkâr etmeleridir. Böylece fıska saptılar, yoldan çıktılar. Bu yüzden
“fasıklar” denmeyi ha-kettiler. Fasıklığm en açık örnekleri oldular.”Allah,
erkek münafıklara, kadın münafıklara ve bütün kâfirlere, içinde ebedi kalmak
üzere cehennem ateşini vaadetti. Bu, onlara yeter.” ... “Allah onları
lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azap vardır.” Bu azap daimidir; sonu
gelmez, bitmez, tükenmez. Bu âyet-i kerime kâfirlere ve münafıklara yönelik en
sert tehdidi içermektedir. Yüce Allah her iki grubu cehennem ateşiyle-tehdit
ediyor. Burada sonsuza dek kalacaklardır. Bu, sürekli ve hiçbir zaman sonu
gelmeyen bir azaptır. Bir an bile onlardan ayrılmayacaktır. Bundan önce de
Allah onları lanetleyecek, rahmetinden uzaklaştırıp hayırdan yoksun
bırakacaktır.Bundan sonraki âyette Yüce Allah, Rasûlüne, Allah ile, O’nun
ayetleri ile ve Elçisi ile alay eden münafıklara şöyle demesi buyuruyor: Ey
münafıklar! Siz de tıpkı sizden önce mala ve evlâda kanarak Allah’ı inkâr eden,
rasûllerini yalanlayan topluluklar gibisiniz. Nihayet Allah’ın azabı onların
başına geldi; bu tür toplumların helak edilmesine ilişkin değişmez ve önlenemez
yasa yürürlüğe girdi. “Sizden önceki münafıklar ve kâfirler sizden kuvvet
bakımından daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi
paylarıyla zevklenmeye baktılar (dünyadaki paylarından istifade etmeye çalıştılar).
Siz de (bu dünya hayatında sizin için ayrılan) kendi paylarınızla zevklenmeye
baktınız.”
Tıpkı
sizden öncekilerin kendi paylarıyla zevklenmeye dalmaları gibi, siz de bâtıla,
kötülüğe, küfre, Allah’ın âyetlerini yalanlamaya, dünyaya ve zevke daldınız.
Aranızda hiç bir fark yoktur.
“İşte
onların dünyada ve âhirette bütün yapıp ettikleri boşa çıkmıştır.” Toz
zerrecikleri gibi uçuşup gitmiştir. Onlara hiç bir fayda sağlamamıştır. “Ve
işte onlar kayba uğrayanlardır.”
Ey
münafıklar! Küfür ve Allah’ın âyetlerini yalanlama hususunda, mal ve evlatla
böbürlenmede, bu kâfirlerin yolunda yürüdüğünüz için, sizin akibe-tiniz de onlarınki
gibi olacaktır: Apaçık hüsran, kesin bir yıkım...
“Onlara,
kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen
ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara Rasûlleri
apaçık deliller getirmişlerdi.”
Ey
münafıklar! Elçimiz Muhammed (s.a.v.) apaçık delillerle size geldiği gibi,
sizden öncekilere de peygamberler, Allah’ın birliğine, Rasûlünün doğruluğuna,
öğretisinin gerçekliğine ilişkin deliller getirmişlerdi. Siz bu delilleri
yalanladınız. Nitekim onlar da yalanlamışlardı. Bunun üzerine Allah’ın azabı
tepelerine indi. Nuh kavmi tufanla, Ad kavmi şiddetli bir kasırgayla, Semud kavmi
yıldırımla, İbrahim kavmi[86]
nimetlerden yoksun bırakılma ve türlü felâketlerle, Medyen halkı sarsıntı ve
karanlık azabıyla, yerle bir edilen kentleri[87]
yağmurla, (sel ile), alt-üst oluş azabıyla yokedildiler. Yüce Allah bu şekilde
onları cezalandırırken, zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine
zulmediyorlardı. Ve siz ey münafıklar! Rabbinize tevbe etmezseniz, sizden
öncekilerin
başına gelen sizin de başınıza gelecektir, veya daha ağır bir azaba
çarptırılacaksınız. Çünkü ş,iz, geçmişten ders almıyorsunuz. [88]
1- Bütün münafıkların hastalığı aynı olduğu, hepsi gizli küfür illetine
mübtelâ olduğu için, davranışları da birbirinin aynısıdır. Hastalık her yerde
aynı belirtileri gösterir.
2- Kötülüğü emredip iyiliği yasaklamak münafıklığın alameti, küfrün belirtisi
ve akıl ve duygu (kalp) bozulmuşluğunun ifadesidir.
3- Mal ve evlatla böbürlenme, hakkı kabul etmenin, hakka teslim olmanın
önündeki en büyük engeldir.
4- insanlar bâtıla, fesada ve kötülüğe uyma hususunda birbirlerine
benzer, ortak tavırlar sergilerler.
5- islâm’a zıt olan inanç ve ameller iyi amelleri boşa çıkarır. İslâm
dışı inançlara sahip olanlar tevbe etmedikleri müddetçe helak olmaları
kaçınılmaz bir gerçektir.
6- Geçmiştekilerin durumlarından ibret dersleri çıkarmak, kâfirlerin
uğradıkları azaptan öğüt almak bir zorunluluktur, vaciptir. [89]
71- İnanan erkekler ve
inanan kadınlar, birbirlerinin velisi-dirler. İyiliği
emrederler, kötülükten menederler;
namazı kılarlar, zekatı verirler,
Allah’a ve Elçisine
itaat ederler. İşte
onlara Allah rahmet edecektir.
Allah daima üstündür,
hüküm ve
hikmet sahibidir.
72- Allah inanan erkeklere
ve inanan kadınlara,
altlarından ırmaklar akan, içinde
sürekli kalacakları cennetler
ve Adn cennetlerinde güzel
meskenler vaadetmiştir. Allah’ın
onlardan razı olması ise hepsinden büyüktür.
İşte büyük başarı
(kurtuluş ve mutluluk başarısı)
budur.
Mü’minler.
Allah’a, Rasûlüne, Allah’ın vaad ve tehdidine ilişkin inançlarında samimi
olanlar.Birbirlerinin dostudurlar. Yardım, himaye, sevgi ve destek açısından
dayanışma içindedirler.Namazı kılarlar. Namazı huşu içinde, şartlarım,
rükünlerini, sünnet ve âdabını eksiksiz yerine getirmek suretiyle kılarlar.
Zekâtı verirler. Aynî ve nakdî mallarının, dirhem, dinar gibi değerlerinin,
deve, sığır ve koyun gibi hayvanların zekâtmı verirler.cennetlerinde. (Onlar
sürekli olarak orada kalırlar; hiçbir zaman oradan çıkarılmazlar.)Allah’ın
rızası ise daha büyüktür. Allah’ın kendilerine yönelik hoşnutluğu, cennetin tüm
nimetlerinden daha büyüktür. [90]
Münafıklardan,
benzer tavır ye davranışlarından, kendilerini bekleyen akibetten sözedilmişken,
Yüce Allah, mü’mini erden, tavır ve davranışlarından kendilerini bekleyen
mutluluk verici güzel akibetten de söz açıyor: “İmanlı erkekler ve imanlı
kadınlar (Allah’a, Rasûlüne, Allah’ın müjde ve tehdidine iman eden erkek ve
kadınlar) birbirlerinin velileridirler.” Birbirlerinin dostudurlar; sevgi ve
yardım hususunda dayanışma içindedirler, birbirlerine destek olurlar. “İyiliği
emreder...” Şeriatı hak ve hayır olarak, iman ve salih ameli emrederler. “..
kötülükten sakındırırlar.” Şeriatın bâtıl, zararlı ve bozguncu olarak nitelediği
şirk ve diğer fena işleri yasaklarlar.
Şu
halde imanlı erkek ve kadınlar, münafık erkek ve kadınların tam aksi bir tavır
içindedirler; “Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler.” Oysa münafıklar
namaza üşenerek kalkarlar. Onlar namazı dosdoğru kılmazlar, sadece
geçiştirirler. Elisıkilık eder, Allah yolunda harcamalarda bulunmazlar. Oysa
inananlar Allah’a ve Rasûlüne İtaat ederler. Münafıklar ise, Allah’a ve
Rasûlüne karşı çıkarlar. Allah ileride inananlara rahmet edecek, münafıkları
ise ağır bir azaba çarptıracaktır.
“Şüphesiz
Allah üstün ve güçlüdür.” Müjde ve tehdidini gerçekleştirecek güce ve üstün
iradeye sahiptir. “Hüküm ve hikmet sahibidir.” Her yaptığı yerindedir, tam da
lâyık olduğu yere koyar herşeyi. Dolayısıyla inanana azap edip münafığı
ödüllendirmez. Aksine inananı nimetlerle ödüllendirir, münafığı ise ağır bir
azaba çarptırır.
“Allah,
imanlı erkeklere ve imanlı kadınlara altından ırmaklar akan cennetler
vaadetmiştir.” Köşklerinin ve ağaçlarının arasında ırmaklar akar. “İçinde
ebedi kalırlar.” “Onlara güzel meskenler vaadetmiştir.” Tertemiz ve hoş kokulu
köşkler bahşedecektir. “Adn cennetlerinde” kalacaklardır. “Allah’tan olan hoşnutluk
ise, ne büyüktür.” onlar için Allah’ın hoşnutluğu cennetlerden, köşklerden ve
diğer nimetlerden daha büyük bir ödüldür, “İşte büyük kurtuluş ve mutluluk
budur.” İçindeki nimetlerle birlikte cennet ve Allah’ın hoşnutluğu en büyük
kurtuluştur.
Kurtuluş,
istenmeyenden kurtulup istenene ulaşmadır. Bu doğru ve gerçek vaad, imanlı
erkek ve kadınlara yöneliktir. Bunun tam karşısında da Yüce Allah’ın Önceki
âyetlerde, münafıklara ve kâfirlere yönelttiği tehdit yer alıyor: “Allah, erkek
münafıklara da, kadın münafıklara da ve bütün kâfirlere, içinde ebedi kalmak
üzere cehennem (ateşini) vaadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları
lanetlemiş,tir ve onlar için sürekli bir azap vardır.” [91]
1- İmanlı erkeklerle imanlı kadınların sıfatları açıklanıyor. Bu sıfatların
onların-imanlarının göstergeleri ve delilleri olduğu vurgulanıyor.
2- İman ehlinin sıfatlarının önemi dile getiriliyor. Bu sıfatlar
şunlardır: Birbirlerinin dostu olmak, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak,
namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmek.
3- İman ehlinin ahiretteki ödülleri, esenlik yurdu olan cennetteki kalıcı
ve bitimsiz nimetlerdir.
4- Allah’ın rızası, her türlü nimetten daha üstündür[92]
5- Kurtuluş, iman edip salih amellerle ateşten uzaklaşıp cennete kavuşmadır. [93]
73- Ey Peygamber! Kâfirlerle
ve münafıklarla cihad et, onlara
sert davran; onların varacakları yer cehennemdir.
Ne kötü bir gidiş yeridir o!
74- Senin aleyhinde söyledikleri yakışıksız
sözleri söylemediklerine Allah’a
yemin ediyorlar. Halbuki o
küfür sözünü söylediler. İslâm
olduktan sonra İnkâr
ettiler; başaramadıkları bir şeye
yeltendiler. Sırf Allah ve
Elçisi, Allah’ın lûtfuyla
kendilerini zengin etti
diye şimdi öc
almaya kalktılar. Allah
ve Elçisinin iyiliğine karşı
böyle nankörlük ettiler.
Eğer tevbe ederlerse
kendileri için daha
iyi olur. Yok
eğer inkâr yoluna
dönerlerse, Allah onlara dünyada
da, âhirette de
acı bir biçimde
azabedeçektir. Yeryüzünde
onların ne velisi,
ne de yardımcısı vardır.
Kâfirlerle
Cihad et. Kâfirler ve münafıklarla savaş yolunda elinden gelen çabayı son
noktasına kadar sarfet. Cilas’m şu sözü gibi: Eğer Muhammed’in getirdiği din
hak ise, biz eşekIerden daha kötüyüz.Beceremedikleri Onlara sert ol. Onlara
karşı söz ve eylem olarak sertlik yolunu tut. Yumuşak davranma.Küfür sözü.
İnsanı küfre götüren söz. Süveyd oğlu bir şeye yeltenmişlerdi. Tebük seferi
dönüşü, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) öldürmek üzere aralarında sözleşmişlerdi.Sadece
onları zengin etti diye intikam aldılar. İslâm’ı ve Rasû- lüllah’ı inkâr
etmelerinin sebebi, Yüce Allah’ın yoksulluktan sonra onları zengin kılmasıdır.
Yoksa bunun için mİ Rasûlüllah’ı öldürmek istiyorlar? [94]
Yüce
Allah, elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kâfirlere ve münafıklara karşı fiili
cihad hareketi başlatması buyruğunu veriyor ve diyor ki: “Ey Peygamber!
Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et.” Kâfirlerle cihad söz ve silahla, münafıklarla
cihad ise sözle olur.[95]
“Onlara
karşı sert ve caydırıcı davran.” Tavırların ve sözlerin sert ve kararlı olsun.
Allah’ı ve Rasûlünü inkâr edenlerle, mü’minlere ve Rasûle karşı iki yüzlü
davranan, görünüşte inanmış, esasta ise kâfir olan münafıklarla uzlaşma olmaz;
iyi ilişkiler, dostane tavırlar sergilenmez.
“Onların
barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır (gidip kalma yeridir) o!..”
Yüce Allah burada diyor ki:-Öldürme ve uslandırma amaçlı cihad alanında elinden
gelen çabayı sarfet. Bu, onların dünyadaki cezalarıdır. Âhirette ise, barınma
yerleri cehennemdir.
“Allah’a
and içiyorlar ki o sözü söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü
söylemişlerdir ve mü’min olduktan sonra inkâra sapmışlardır ve beceremedikleri
bir şeye yeltenmişlerdir.” Bu söz, cihad ve sert tavır içerikli buyruğun
gerekçesi niteliğindedir... Cilas b. Süveyd’in: “Eğer Muhammed’in getirdiği din
hak ise, biz eşeklerden daha kötüyüz!” şeklindeki sözünü bir müslüman duymuş ve
Rasûlüllah’a haber vermişti. Bunun üzerine Cilas gelmiş ve Allah adına yemin
ederek, böyle bir söz söylemediğini belirtmişti. Fakat Yüce Allah şu âyeti
indirerek onu yalanladı: “Allah’a yemin ediyorlar” ki o sözü söylemedik diye. “Oysa
andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir. Mü’min olduktan sonra inkâra
sapmışlardır.” Ayrıca âyet-i kerime, bu tür çirkin sözleri sık sık
tekrarladıklarını da ortaya koymaktadır.
“Ve
beceremedikleri bir şeye yeltenmişlerdir.” Münafıklar, Tebük seferi dönüşünde
yol üzerinde bulunan dar bir geçitte Rasûlüllah’ı öldürmeyi planlamışlardı.
Ancak Yüce Allah onları ve plânlarını ortaya çıkardı, tuzaklarım başlarına
geçirdi; Peygamberini bu tuzaktan kurtardı. Amaçları, devesinin sırtında
bulunan Rasûlüllah’ı sözkonusu dar geçitte sıkıştırıp uçuruma yuvarlanmasını
sağlamaktı. Ancak Rasûlüllah Efendimiz Yasir oğlu Ammar’ı üzerlerine
göndermiş, o da develerine vurarak onları birbirinden ayırıp kaçmalarını
sağlamıştı. Böylece Rasûlüllah’ı öldürme planları sonuçsuz kaldı. (Allah onları
kahretsin!)
Oysa
intikama kalkışmalarının, Rasûlüllah’tan ve İslâm’dan nefret etmelerinin
sebebi, Allah ve Rasûlünün onları zengin kılmalarıdır. Fakirlikten sonra zengin
olma, intikam almayı mı gerektirir? Hayır, ama küfür ve nifak, zevki, fıtratı
ve aklı bozar; harab ve hasta eder.
Bu
küfre, bu kötülüğe ve bu bozgunculuğa rağmen Rahim olan yüce Allah tevbe
kapısını yüzlerine açıyor: “Eğer tevbe ederlerse...” Bu küfürden, bu nifaktan,
bu bozgunculuktan, sana karşı tasarladıkları bu suikastten pişmanlık duyup
tevbe ederlerse, bu “..kendileri için hayırlı olur.” Gidişat ve sonuç bakımından
hem dünyada, hem de âhirette kendileri için daha iyi olur. “Eğer yüz
çevirirlerse,” Bu öneriyi reddederlerse, açılan tevbe kapısını ellerinin tersiyle
iterlerse, küfür ve nifak esaslı hayat biçimlerini ısrarla sürdürürlerse “..Allah
onları dünyada da, âhirette de acı bir azapla cezalandırır!” Dünyada öldürülme
ve aşağılanma acısını tattırır. Âhirette ağır bir azaba, ateş azabına
çarptırır. “Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.”
Kendilerine yardım edecek bir dost bulamazlar. Yüce Allah’ın kendileri için dilediği
azabı püskürtecek bir güç bulamazlar dünyada. Yüce Allah onları yardımsız
yüzüstü bıraktıktan sonra kimse onların elinden tutamaz. [96]
1- Savaş âyeti açıklanıyor: “Ey peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad
et.”
2- Bir müslüman küfür sözünü söylerse mürted (dinden dönmüş) olur: İslâm’ı
eleştirmek, Allah’a ve Rasûlüne küfretmek, Allah’ın emrettiği şeyleri
yalanlamak gibi.[97]
3- Her türlü günah için tevbe kapısı açıktır. Tevbe edenin tevbesi kabul
olunur.
4- Allah’ın en büyük azap tehdidi küfürde ısrar eden ve küfür üzere ölen
içindir. [98]
75- Onlardan kimi de: “Eğer
Allah, lûtfundan bize
verirse elbette sadaka vereceğiz
ve% yararlı insanlardan olacağız!”
diye Allah’a and içti.
76- Ne zaman ki Allah
lûtf undan onlara verdi,
O’nun verdiğinden cimrilik ettiler ve yüz
çevirerek sözlerinden döndüler.
77- Kendisine verdikleri sözden
döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı
Allah, kendisiyle karşılaşacakları gü.ıe kadar onların kalplerine
iki yüzlülük sokmuştur.
78- Bilmediler mi ki Allah,
onların sırlarını ve
gizli konuşmalarını bilir ve Allah gizlileri bilendir.
Onlardan,
yani münafıklardan.Eğer Djze kendi zenginliğinden verirse.Onda cimrilik
ettiler. Malı alıkoydular. Malda bulunan zekat ve benzeri hakları hak
sahiplerine vermediler.Sonunda nifakla cezalandırıldılar. Bu cimrilik onlara
nifak’ı miras bıraktı. Nifak (iki yüzlülük ve insanlarla aranın bozukluğu),
Allah ile karşılaşacakları güne kadar kalplerinin ayrılmaz bir özelliği
oldu.Allah’a hıyanetlik yaptıklarmdan. Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları
için.İçlerinde gizledikleri ve aralarında fısıldaştıkları..Gaypların bilicisi.
Yerde ve gökteki her türlü bilinemez gizliyi ‘[99].
Münafıklar
meselesi, sûrenin akışı İçindeki yerini koruyor ve biz çeşitli münafıklık
tipleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu âyetlerde sözü edilen münafık tipi,
Yüce Allah’a söz vermiştir:[100]
Eğer Allah onu bol dünyalık verip zenginleştirirse, çok mal ve servet sahibi
biri olursa, mutlaka malının bir kısmını sadaka olarak dağıtacaktır; hayır ve
iyilik yolunda infak edecektir. Ama, Allah istediği gibi bol mal verince de
cimrilik eder. Daha önce verdiği sözden cayar; uyanlara sırt çeviren biri
olarak, önceki takva niyetini kulak ardı eder. Bu cimrilikten, sözünü
tutmamazhktan ve yalancılıktan miras olarak Allah “kalplerinde nifakı yerleşik
kıldı.” Bu özellikleri, tevbe etmedikleri sürece, kıyamet günü Allah’ın
huzuruna çıkana kadar kendilerinden ayrılmaz. Ayet-i kerimeleri bir kez daha
okuduğumuzda bu gerçeği daha net kavrarız: “Onlardan kimi de: Andolsun, eğer
bize zenginliğinden verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve sahillerden
olacağız, diye Allah’a söz vermiştir. Allah onlara kendi zenginliğinden verince
bu sefer de, onunla cimrilik ettiler ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt
dönenlerdir. Böylece Allah da kendisine verdikleri sözü tutmamaları ve yalan
söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde
nifakı yerleşik kıldı.”
“Onlar
bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da,
fısıldaştıklarını da biliyor? Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.”
Bu ifade, Yüce Allah’tan münafıklara yönelik bir azar, bir tehdit niteliğindedir.
Yüce Allah’ın hem gizli tuttuklarım, hem de aralarında fısıldaştıklarını bildiğini
bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın tüm gaybı bildiğinden haberleri yokmuş gibi, Bu
münafıklar, Allah’a söz vermiş, sonra da sözlerinden dönmüşlerdi. Başka türlü,
O’na söz verip de sözlerini tutmamaları mümkün mü? Yoksa Allah’ın gizli
tuttukları ve aralarında fısıldaştıkları şeyleri duymadığını mı sanıyorlar? Bu
tutumları çok kötüdür. Yazıklar olsun onlara! Bu tutumları onlara çok kötü bir
miras bırakacaktır; münafıklık ölene kadar onların belirtici özellikleri
olacaktır. Böylece kendi tutumlarından dolayı tevbe kapısı yüzlerine
kapatılıyor ve ötekilerle birlikte helak olmalarına hükmediliyor. [101]
1- Verilen sözü tutmak, özellikle Allah ile yapılan ahde sıkı sıkıya
bağlı kalmak farzdır.
2- Cimrilik ve cimriler Allah’ın kitabında yerilmiştir.
3- Kötülükten kötülük doğar, kuralı bir kez daha vurgulanmıştır.
4- Bâtıl ehline sitemde bulunmak, onları ayıplamak caizdir.
5- Yüce Allah’ın rızasını her zaman gözetmek gerekir. Çünkü şu münafıklar
Allah’ın rızasını gözetmiş olsalardı, O’na yönelik itaatin çerçevesinin dışına
çıkmış olmazlardı. [102]
79- Sadakalar hususunda gönülden
veren mü’minleri çekiştiren
ve güçlerinin yettiğinden
başkasını bulamayanlarla alay edenler
yok mu, Allah
onlarla alay etmiştir.
Onlar için acı
bir azap vardır.
80- Onlar için ister
af dile, ister dileme;
onlar için yetmiş defa
af dilesen, yine Allah onları affetmez.
Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve
Elçisini tanımadılar; Allah,
yoldan çıkan kavmi
yola iletmez.
Dillerine
doluyoriar. Çekiştiriyorlar. Ayıplıyorlar, dil uzatıyorlar. Farz olan zekâtın
dışında mallarını Allah yolunda infak edenler. Ancak gayretleri. Emeklerini ve
başka neye güç yetiriyorlarsa onu getiriyorlar. Onlarla alay ediyorlar. Onları
küçümseyerek alay ediyorlar. Onlar için istiğfar et. Onlar için ister
bağışlanma dile, ister dileme.Fasık kavmi hidayete ulaştırmaz. Allah fasıklar
topluluğunu hayır ve mutluluk olan şeye
iletmez. Çünkü onlar günahta aşın giden ve sınır tanımayan kimselerdir. [103]
Sûrenin
münafıkları kınayıcı, maskelerini düşürücü akışı devam ediyor: “Sadakalar
hususunda gönülden veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden
başkasını bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onlarla alay etmiştir.
Onlar için acı bir azap vardır.” Yüce Allah, sadaka veren müslüman-larla alay
etmelerinin cezası olarak münafıkları alay konusu kılacağım bildiriyor ve
korkunç bir azabın kendilerini beklediğini haber veriyor.
Farz
zekâtın dışında, gönüllü infakta bulunanlarla alay etmeleri şu şekilde
gelişmişti: Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) insanları sadaka vermeye davet
etmişti. Her hangi bir müslüman çok mal infak etse, münafıklar onunla
alay
ediyor ve ‘gösteriş yapıyor’ diyorlardı. Biri de az mal bağışlasa, onu da alaya
alıyor ve ‘Allah’ın senin bir gramlık malına ihtiyacı yoktur.’ diyorlardı.
Bunun üzerine Yüce Allah onlar hakkında bu âyeti indirerek, bu iğrençliklerini
ifşa etti; onları alay konusu kıldı ve kendilerini acı bir azabın beklediğini
haber verdi. Bu arada elçisine de, kendisinin onlar hakkında bağışlanma
dilemesi ile, dilememe sinin hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini bildirdi: “Sen,
onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme; onlar için yetmiş kere
bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz.”
Yüce
Allah bu kesin kararının gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Bu, gerçekten onların
Allah’a ve Elçisine karşı nankörlük etmeleri dolayısıyladır.” Onların
bağışlanmamaları için bu yeterli bir gerekçedir. Çünkü bu tavır küfürdür. Kâfir
ise, ateşte sürekli kalır.
Bu
arada münafıkların kendi nefislerine zulmederek hidayete sırt çevirdiklerini,
âdeta hidayeti kendi kendilerine haram kıldıklarını, dolayısıyla, tev-be etmeyeceklerini
duyuruyor: “Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” Çünkü fasıklık, yoldan
çıkmışlık, artık onların ayrılmaz nitelikleri, belirgin özellikleri haline
gelmiştir. Bu yüzden tevbe etmezler. Sonuçta da Allah’ın yol göstericiliğinden,
hidayetinden yoksun kalırlar. [104]
1- İnançlı insanları ayıplamak, kusurlarını arayıp yüzüne vurmak ve onlara
suç isnad etmek haramdır.
2- Mü’minle alay etmek haramdır.
3- Yüce Allah dostlarım himaye eder; zekattan başka gönüllü infakta
bulunanları alaya alanları, kendisi alay konusu kılar.
4- Küfür üzere ölen biri hakkında
bağışlanma dilemek, bir yarar sağlamadığı gibi, caiz de olmaz.
5- Bozgunculukta, kâfirlikte veya
zalimlikte aşırı gidenler, kendi kendilerine hidayet yollarını kapatmış
olurlar. [105]
81-Allah’ın Elçisinin arkasından, oturmakla
sevindiler; mallarıyla ve canlarıyla
cihad etmekten hoşlanmadılar: “Sıcakta sefere çıkmayın.”
dediler. De ki: “Cehennemin ateşi
daha sıcaktır, “ Keşke
anlasalardı!
82- Artık kazandıkları
işlere karşılık az
gülsünler, çok ağlasınlar}
83- Eğer Allah, seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de onlar
savaşa çıkmak için senden izin isterlerse: “Asla benimle çıkmayacaksınız,
benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız! Siz ilk önce oturmaya razı
olmuştunuz. Öyle ise geri kalanlarla beraber oturun; kadınlar gibi evde durun.”
de.
Geride
kalanlar sevindi. Rasûlüllah’a muhalefet edip cihada katılmayanlar
sevindiler.Dediler ki: “Sıcakta savaşa çıkmayın.” Münafıklar birbirlerine:”Sıcakta
savaşa çıkmayın.” dediler.Keşke anlasaydılar. Keşke olayların sırrını,
akibetlerini ve sonuçlarını derinden kavrasalardı; o zaman, “Sıcakta savaşa
çıkmayın.” demezlerdi. Ne var ki, idraksiz bir topluluktur onlar.Az gülüp çok ağlasınlar.
Dünya için az gülsünler, âhiret için ]â çok ağlasınlar.Allah seni onlardan bir
gruba (münafık bir grubun yanına) döndürürse.Geri kalanlarla birlikte oturun.
Tebük seferine katılamayan kadınlar, çocuklar ve özürlü kimseler ile birlikte
oturun. [106]
Sûrenin
akışı içinde münafıklar asıl konuyu oluşturmaya devam ediyor. Burada Yüce Allah
onların bir diğer özelliklerine dikkatimizi çekiyor: Allah’ın Elçisine muhalif
olup geride kalanlar, bu oturup kalma durumlarına sevindiler. Rasûlüllah’m
çıkmasından sonra Medine’de oturmaları onları sevince boğdu. “Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi hoş olmayan bir yük, gereksiz bir eziyet
olarak gördüler.” Cihada çıkh.ayı kötü görmeleri, kâfirliklerinin, münafıklıklarının
semeresidir. Bir diğer etken de şudur: “Bu sıcakta savaşa çıkmayın, dediler.”Tebük
seferi, sıcaklığın en şiddetli olduğu bir dönemde gerçekleşmişti. Münafıklar
birbirlerine, “Bu sıcakta sefere çıkmayın.” demişlerdi. Burada Yüce Allah,
Rasûlüne şöyle buyuruyor: “De ki: Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir!”
Öyleyse neden bundan sakınıp da Allah yolunda cihada çıkmıyorlar?! “Bir
kavrayıp, anlasalardı.” O zaman cihaddan geri kalmazlardı. Çünkü cehennem
ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir. Ama onlar’ bunu kavrayacak firasetten
yoksundurlar. “Öyleyse, az gülsünler!” Şu halde, şu dünya hayatında,
sevindirici olaylar karşısında az gülsünler. “Çok ağlasınlar!” Kıyamet günü
karşılaşacakları yoksunluk ve azaptan dolayı da çok ağlasınlar. Bunun nedenine
gelince; bu: “Kazandıklarının cezasıdır.” Şer, fesat ve kötülüklerinin
karşılığıdır bu. “Bundan böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına
döndürür de: (Allah seni Tebük’ten selametle Medine’ye, münafıklardan bir
grubun yanına döndüriirse) yine savaşa çıkmak için senden izin isterlerse
(Cihada çıkmak istediklerini sana iletirlerse) de ki: Kesin olarak benimle hiç
bir zaman savaşa çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı
savaşamaz-sınız!” Bunun gerekçesine gelince; “Çünkü siz oturmayı önce hoş
gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte oturun!” Kadınlarla ve çocuklarla
birlikte oturmaya devam edin... Bu onların pişmanlıklarını arttıran, onları
daha utandıran bir tutumdur. Allah’ın Rasûlüne muhalefet etmenin, Allah
yolunda mal ile ve can ile cihad etmeyi nahoş bir yük gibi görmelerinin cezası
budur. [107]
1- Allah ve Rasûlüne itaat etmemiş olmaktan dolayı sevinmek münafıklık
ve küfürdür.
2- Allah ve Rasûlüne itaat etmeyi gereksiz görmek, hoş karşılamamak
münafıklık ve küfürdür.
3- Gülmek, özellikle çok gülmek mekruhtur; hoş karşılanmamıştır[108]
4- Allah ve Rasûlüne itaati reddederek terketmek küfürdür. [109]
84- Ve onlardan ölen
birinin üzerine asla
namaz kılma; onun kabri başında durma. Çünkü
onlar, Allah’ı ve. Elçisini tanımadılar ve yoldan
çıkmış olarak öldüler.
85- Onların malları ve
evlatları seni imrendirmesin; Allah onlara
dünyada, bunlarla azabetmeyi
ve kâfir olarak
canlarının çıkmasını istiyor.
Hiçbirinin
cenaze namazını kılma.Mezarının başında (yanıbaşında) durma. Gömülmesi işine
karışma;
kabrin başında dua etme. Fasık kimseler
olarak Öldüler. Allah’a ve Rasûlüne itaat etmenin dışına çıktılarCanları zorla
çıkar. Onlar kâfir oldukları için canlan zorlukla[110]
Bu
âyetlerde de konu, Tebük seferine katılmayan münafıklardır. Gerçi bu âyetler,
münafıkların elebaşı Abdullah bin Ubey bin Selui hakkında inmiştir. Bu adam
ölünce, Rasûlüllah Efendimizin “Abdullah” ismini verdiği oğlu Habbab gelip
şöyle demişti: “Ya Rasûlüllah, babam öldü; gömleğini ver ki, onunla babamı
kefenleyeyim; belki bereketine nail olur. Babamın cenaze namazını kıl ve ona
bağışlanma dile.” Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz gömleğini verdi ve,
işinizi bitirince beni çağırın, buyurdu. Rasûlüllah onun cenaze namazını
kılmak üzereyken, Hz. Ömer yaklaştı ve: “Allah, senin münafıkların cenaze
namazını kılmanı yasaklamadı mı?” dedi. Rasûlüllah: “Hayır, beni serbest
bıraktı ve ‘ister bağışlanma dile, ister dileme’ buyurdu.” şeklinde cevap
verdi. Ardından Rasûlüllah Abdullah b. Ubey b. Selul’un cenaze namazını kıldı.
Daha sonra şu âyet-i kerime indi. “Onlardan ölen birinin namazını hiçbir zaman
kılma; mezarı başında durma.” Defin işlemlerine karışma; kabir suali esnasında
şaşırmaması için dua etme. Yüce Allah bu yasağın gerekçesini de şöyle
açıklıyor: “Çünkü onlar, Allah’a ve Elçisine karşı inkâra saptılar ve fasık
kimseler olarak öldüler.”
“Onların
malları ve çocukları seni imrendirmesin.” Bunu onlara bir saygınlık unsuru,
bir üstünlük olarak vermedim; bilakis bununla onları azaplan-dırmak istiyorum;
mal ve evladı dünyada onlar için tasa ve hüzün nedeni kılmak diliyorum. “Ve
canlarının onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor”um. Sonunda
onlar, sonsuz azabın içine yuvarlanacaklardır ve oradan ebediyyen
çıkamayacaklardır. Allah’ı ve Rasûlünü inkâr edenin akibeti budur. [111]
1- Kâfirin cenaze namazını kılmak kesinlikle haramdır
2- Ölmüş bir kâfiri yıkamak, kabrinin başında durmak, defin işlerini
yürütmek ve onun için dua etmek haramdır.
3- Kâfir olmayıp da günaha sapmış olanların namazını kılmak caizdir.
4- Kâfirlerin maddi hallerine (zenginliklerine) imrenmek haramdır. [112]
86- “Allah’a inanın, Elçisiyle
beraber cihad edin!” diye
bir sûre indirildiği zaman
içlerinden servet sahibi
olanlar, senden izin istediler:
“Bizi bırak, oturanlarla beraber oturalım “ dediler.
87- Geride kalan kadınlarla
beraber olmaya razı
oldular. Kalpleri mühürlendi;
artık onlar anlamazlar.
88- Fakat Elçi ve onunla
beraber inananlar,
mallarıyla, canlarıyla cihad
ettiler. İşte bütün
hayırlar onlarındır ve
işte başarıya erenler onlardır.
89- Allah, onlar için
altlarından ırmaklar akan, içlerinde
e-bedi kalacakları cennetler
hazırlamıştır. İşte büyük
başarı budur.
90- Özür bahane eden
bedevi araplar, kendilerinin savaşa katılmamasına izin
verilmesi için geldiler;
Allah’a ve Elçisine yalan söyleyenler
oturdular. Onlardan inkâr
edenlere, acı bir azap
erişecektir.
Senden
izin istediler. Geride kalıp savaşa katılmamalarına
izin
vermeni istediler.Onlardan zengin ve servet sahibi olanlar.Bizi bırak
oturanlarla birlikte olalım. Bizi birakıver; düşkünhastalarla, çocuklarla ve
kadınlarla birlikte oturalım.Kadınlarla birlikte. “Halifa”nın çoğulu. Erkeğin yokluğunda,
onun yerine baktığı için kadına böyle denmiştir.Kalplerinin üzeri mühürlendi.
Günahlarının etkileri kalplerinin üzerinde katmerlesin iş ve onları
mühürlemiştir. Bilgiye karşı kilitli hale getirmiştir.Onlar için hayırlar
vardır. Dünyada zafer ve ganimet, ahirette ise cennet ve saygınlık elde
ederler.Onlar kurtulanlardır. Korkudan emin olmak ve istenene ulaş- nıak
suretiyle kurtuluşa erenler onlardır. Özür belirtenler.Allah ve Rasûlüne yalan
söyleyenler oturdular. Allah’a ve Rasûlüne yalan söyleyen münafıklar gelip izin
istemeden oturup kaldılar. İzinsiz olarak savaşa katılmadılar. [113]
Sûre-i
celile münafıkların maskelerini düşürmeye, tipik tutumlarını sergilemeye devam
ediyor. Allah’a iman etmeyi, Allah Rasûlü ile birlikte cihada çıkmayı emreden
bir veya bir kaç âyet vahiy yoluyla sana bildirildiği zaman, münafıkların
zenginleri savaşa katılmamak için senden izin isterler ve: Düşkünler, kadınlar
ve çocuklar gibi savaştan muaf olan kimselerle birlikte evlerimizde oturmamıza
izin ver, derler.
Bundan
sonraki ifade, onları kmayıcı, ayıplayıcı niteliktedir: “Savaştan geri
kalanlarla birlikte olmayı seçtiler.” Kadınlarla birlikte kalmayı tercih ettiler.
Korkaklığın, ruhsal hezimetin apaçık bir ifadesidir bu. “Onların kalpleri
mühürlenmiştir,” Kalpleri üzerinde yığılıp tortu bağlayan günahları yüzünden
Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Bu yüzden sözlerin anlamını kavramaktan
uzaktırlar. Yoksa, utanç damgasını yemeye razı olmazlardı. Kadınlarla birlikte
evlerde oturma utancını taşımazlardı[114]
İşte münafıkların hali budur; iman ve cihadı öngören âyetlerin indiği zamanki
telaşlan böyledir. Utanmadan, sıkılmadan, gelip Rasûlüllah’tan kadınlarla
birlikte kalmalarına izin vermesini isteyebiliyorlar!
“Ama
Rasûl ve onunla birlikte olan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad
ettiler.” Mü’minler, savaşa katılmamak için izin İstemediler; bu yüzden
kurtuluşa erdiler, dünya ve ahirette onurlu bir makama yükseldiler: “İşte bütün
hayırlar onlarındır.” Dünyada zafer ve ganimet kazanırlar, ahirette ise
cennete, sonsuz nimetlere ve Allah’ın hoşnutluğuna kavuşurlar. “Kurtuluşa
erenler onlardır.” Her türlü zarardan emin olan ve her türlü güzelliğe kavuşanlar
onlardır. Yüce Allah bu hayırları ve kurtuluşu şöyle açıklıyor: “Allah, onlar
için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı.” Bu
kalıcı nimetlerin büyük bir kurtuluş ve mutluluk olduğunu duyuruyor: “İşte
büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”
Bundan
sonraki âyete gelince, burada Yüce Allah bedevi münafıkların tavırlarına
değiniyor: “Bedevilerden (özür) belirtenler, kendilerine izin verilmesi için
geldiler.” Açlık ve bitkinliği ileri sürerek izin istediler. İçlerinde
gerçekten mazur olanlar olduğu gibi, hiç bir mazereti olmayanlar da vardı. “Allah’a
ve Rasûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldı.” Bunlar Allah’a ve Rasûlüne
inanma iddiasında samimi değildiler. İnanmamışlardı. Kâfirdiler ve münafıklık
ediyorlardı. Bu yüzden Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuruyor: “Onlardan
inkâr edenlere pek acı bir azap isabet edecektir.” Dünyada acı bir azaba, onur
kırıcı bir hayata mahkum olacaklardır; eğer küfür üzere ölürlerse, onlar
korkunç bir ateşin içinde olacaklardır. [115]
1- İlahi kuralları belirlemenin, hükümler çıkarmanın birinci kaynağı Kur’an,
ikinci kaynağı da sünnet (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı ve
söyledikleri -hadisler-)dir.
2- Haklı bir mazeret varsa, cihada çıkmamak için izin İstenebilir.
3- Bir kimsenin gücü ve imkânı olduğu halde, cihada katılmamak için izin
istemesi haramdır.
4- İslâm devletinin yetkili makamından (imamdan) izin almaksızın cihada
katılmamak haramdır.
5- Allah yolunda mal ile ve can ile cihad etmek büyük bir farziyettir.
6- İman ve cihad ehli olanların ecri ve mükâfatı büyük olur. [116]
91- Zayıflara, hastalara, harcayacak
bir şey bulamayanlara, Allah ve
Elçisi için bağlılık
beyan ve çağrısında
bulundukları takdirde
sefere katılmamalarından ötürü
bir günah yoktur.
İyilik edenlerin aleyhine bir
yol yoktur. Onlar
kınanmazlar. Allah,
bağışlayan, esirgeyendir.
92- Kendilerini binek sağlayıp
bindirmen için sana geldikleri zaman,
sen: “Sizi bindirecek
bir şey bulamıyorum,11 deyince harcayacak bir
şey bulamadıklarından dolayı
üzüntüden gözlerinden yaş
akarak dönen kimselerin
aleyhine de yol yoktur;
onlar da kınanmazlar.
Zayıfların
üzerine. Zayıf-güçsüzler, yaşlılar. Beri kaldıkları için bir günah yoktur
Hastaların üzerine de yc.ktur. Hastalara, kör ve yatalak hastalara. Allah ve
Rasûlü için öğüt verdiklerinde. Allah ve Rasûlüne bağk kalarak hayra
çağrdıkları sürece; Allah ve Rasûlüne itaat ettikleri sürece ve gevşeyip
sarsılmadıkları sürece, onlara bir sorumluluk yoktur.İyilik edenlerin
aleyhinde, onları sorumlu tutmak için bir yol
yoktur.Onları taşıman için. Savaşa katılacakları bir bineğe bindirmen
için.Döndüler. Evlerine dönerler.Yaşlar boşanır. Savaşa katılamamanın
üzüntüsüyle gözlerinden yaşlar boşanır. [117]
Bundan
önceki âyetlerde Yüce Allah, mazeretsiz olarak cihada katılmayanları
azarlayarak, acı bir azabın onları beklediğini vurgulamıştı. Burada ise,
mazeret sahibi güçsüz-zayıflar için bir sorumluluk olmadığını belirtiyor.
Yaşlıların, hastaların, körlerin, sakatların ve savaş teçhizatı için harcayacak
bir şey bulamayan yoksulların, sefere çıkmamalarının bir sakıncası olmadığını
haber veriyor. Ama bu saydığımız grupların bu süre içinde, Allah’a ve Rasûlüne
içten bağlı kalarak insanları İslâm’a davet etmeleri, nasihat görevini yerine
getirmeleri şartıyla... Bu yönde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah’a ve
Elçisine karşı içten bağlı kalıp hayra çağıranlar oldukları sürece, güçsüz
zayıflara, hastalara ve yardım etmek için birşey bulamayanlara bir sorumluluk”
bir günah “yoktur.” Hayra çağırma ifadesi, Allah’a ve Rasûlüne itaat etme, emir
ve yasaklarına uyma, Allah Rasûlü, mü’minler ve cihad aleyhinde konuşma
yapmama, insanlara iyilik yönünde nasihat etme anlamında kullanılmıştır. “İyilik
edenlerin aleyhinde bir yol yoktur.” İyilik edenlerin, muhsin-lerin cihada
katılmamalarının bir sakıncası yoktur. Çünkü onların öncelikle şer’i
mazeretleri vardır; ikincisi, onlar, Allah ve Rasûlüne itaatte kusur
işlemezler; üçüncüsü, bir mazeretten dolayı bedenen geri kalsalar da, kalpleri
ve yüzleri Allah’a ve Rasûlüne yöneliktir. Bunlara eziyet etmeye veya noksanlık
yakıştırmaya bir sebep yoktur.
“Bir
de savaşa katılabilecekleri bir bineğe bindirmen için sana gelenler...”
seninle birlikte cihada çıkmak için, bir binek istediklerinde, sen onlara “sizi
bindirecek bir şey bulamıyorum, dediğin ve infak edecek birşey bulunmayıp
hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönenler...”
ağlayarak evlerine gidenler üzerinde de bir sorumluluk yoktur. Bunlar seninle
birlikte sefere çıkmak için gerekli teçhizatı temin edemedikleri için
üzülürler. (Bunlar, Urbas b. Sariye, Benu Makrun ve Muzeyne kabilelerinden bazı
kimselerdi. Allah tümünden razı olsun.) [118]
1- Özür
sahibi olan kimselerin cihada katılmamalarının bir sakıncası yoktur. Yüce Allah
bunlardan şöyle söz eder: “Kör olana sorumluluk yoktur, topal olana sorumluluk
yoktur, hasta olana da sorumluluk yoktur.” (Fetih, 17) Yukarıdaki (Tevbe) 92.
ayette, bunlara fakirleri ekler: “İnfak edecek bir şey bulamayanlar için de bir
sorumluluk yoktur.” Ancak mazeret sahibi olanların Allah’a ve Rasûlüne gönülden
bağlı olarak itaat etmeleri, söz ve amel olarak hayra davet etmeleri, şarttır.
Yani, İslâm ve müslümanlar aleyhine propaganda yapmamaları, cephe gerisinde
moral bozucu, yıkıcı faliyetlerde bulunmamaları lâzımdır.
2- Burada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) inananlara karşı ihsanının, iyiliğinin,
merhametinin ve mütevaziliğinin mükemmelliği gözler önüne seriliyor.
3- Ayrıca Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) Muhacir ve Ensardan oluşan
ashabının ne yüce bir imana, yakini inanca sahip oldukları, duydukları emirlere
tereddütsüz itaat ettikleri, sevgi, dostluk, incelik ve saflık örneği oldukları
belirtiliyor.
Allahım
biz onları seni sevmenin gereği olarak seviyoruz. Şu halde sen de onları
sevdiğin gibi bizi de sev. Bizi cennette, ikramlar yurdunda onlarla bir araya
getir! Amin... [119]
93- Ancak şu kimselerin
kınanmasına yol vardır ki,
zengin oldukları halde geri
kalmak için senden
izin isterler. Geri
kalan kadınlarla beraber
olmaya razı oldular,
Allah da onların
kalplerini mühürledi; artık onlar bilmezler.
94- Seferden geri dönüp
onların yanına geldiğiniz
zaman sizden özür dilerler. De
ki; “Hiç özür dilemeyin; size
inanmayız! Allah bize sizin
haberlerinizden, bize karşı
cvirdiğiniz entrikalardan birçok
şey bildirdi. Yaptığınızı
Allah da görecek,
Elçisi de. Sonra görülmeyeni
ve görüleni bilenin
huzuruna döndürüleceksiniz; O
size yaptıklarınızı haber
verecek.”
95- Siz yanlarına geldiğiniz
zaman kendilerinden vazgeçesiniz diye
Allah’a yemin edecekler.
Onlardan vazgeçin; çünkü onlar
murdardır. Kazandıkları işlerin
cezası olarak varacakları yer de cehennemdir.
Ancak
yol. Onları cezalandırmaya giden yol. Gerekçe.
Zenginler.
Bedensel bir Özürleri olmadığı gibi cihada harcayacak mallan da bulunanlar.
Geride
kalan kadınlar, çocuklar ve güçsüzler.
Onlara
döndüğünüz zaman. Tebük seferi sonrası, sayıları sek- seni bulan bu adamların
yanma geri döndüğünüz zaman.
Size
asla inanmıyoruz. Söylediklerinizi doğru bulmuyoruz. Sonra döndürüleceksiniz. Kıyamet günü
döndürüleceksiniz. Döndüğünüzde. Tebük’ten
geri geldiğiniz zaman. Onlardan
vazgeçmeniz için. Cezalandrrmamamz için.
Pislik.
İçleri şirkten dolayı pis olduğu için kendileri de pisliktirler. , [120]
Sûrenin
akışının bu aşamasında, münafık olanlardan ve olmayanlardan, savaşa
katılmayanların durumu ele alınıyor. “Yol, ancak...” Geride kalanları
cezalandırma yolu, ancak, zengin ve sağlam oldukları halde mazeretsiz olarak
sefere çıkmama hususunda senden izin isteyenler için sözkonusudur. “Bunlar
geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler.” Kadınlar gibi evlerde kalmayı
tercih ederler. “Allah, onların kalplerini miihürlemiştir.” Bu onların günahkâr
oluşlarının bir sonucudur. Bu yüzden, Rasûlüllah’la birlikte sefere çıkmamış
olmalarının kendilerine bir yarar sağlamayacağını, tam tersine güç
yetiremeyecekleri musibetlere neden olacağını bilmezler. Bu tür kimseleri sorumlu
tutabilir, cezalandırabilirsiniz. Yardım edecek bir şey bulamayanları, gelip
senden binek isteyen ve senin de size verecek binek yok dediğin ve üzüntüden
ağlayarak evlerine dönenleri ise kimse sorumlu tutup cezalandıramaz.
Bundan
sonraki âyette ise, Yüce Allah, savaşa mazeretsiz katılmayan münafıklardan
sözediyor: “Onlara (yanlarına) geri döndüğünüzde size özür belirttiler.” Tebük
seferinden sonra, Medine’ye geri döndüğünüzde, gelip size mazeretler ileri
sürerek, sefere katılmayışlarının haklı gerekçelere dayandığını söylemeye
başladılar. “De ki: özür belirtmeyin.” Çünkü biz “size kesin olarak
inanmıyoruz.” Sözlerinizi doğru bulmuyoruz. Çünkü Yüce Allah “bize
durumunuzu
haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O’nun elçisi de.1 Eğer
yaptığınızdan pişmanlık duyarsanız, Levbe ederseniz dininizi Allah1; has kılmış
olursunuz; yahut, küfrünüz ve münafıklığınızı ısrarla sürdürürsü nüz. Siz,
ölümünüzden sonra, gözle görülür ve görülmez âlemleri bilen Allah’;
döndürüleceksiniz. O, kıyamet günü, diriltildikten sonra yaptığınız iyilik vt
kötülükleri size haber verecektir. Sizi buna göre, adalet ilkesi doğrultusunda
yargılayacaktır.
“Onlara
geri döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz için Allah’a and içecekler.” Burada
Yüce Allah Elçisine ve mü’minlere şu haberi veriyor: Sefeı sonrası Medine’ye
geri döndüğünüzde, kendilerine ilişmeyesiniz diye, savaştan geri kalan bu adamlar
Allah adına yemin edeceklerdir. “Artık siz onlarc sırt çevirin.” Onlarla
irtibat kurmayın. Onlara ilişmeyin. Çünkü onlar pistir Kazandıklarının, küfür,
nifak ve günahlarının cezası olarak cehennem onların barınaklarıdır. “Size
yemin ederler.” Kendilerinden hoşnut kalasınız diye, türlü bahaneler,
mazeretler ileri sürerler. Siz onlardan hoşnut olsanız da, bu onlara bir yarar
sağlamayacaktır. Çünkü onlar fasıktirlar. Allah ise, fasıklai topluluğundan
hoşnut olmaz. Madem ki onlardan hoşnut değildir, şu halde onlara kızgındır.
Allah’ın kızdığı ise helak olmuş, azaba çarptırılmış demektir. Bu yüzden sizin
onlardan hoşnut olmanız veya olmamanız, akıbetlerinde bir değişikliğe yol
açmayacaktır. [121]
1- Sefere katılamayan samimi mü’minlere eziyet etmemek gerekir. Çünkü
onların mutlaka geçerli bir mazeretleri vardır. Ama sefere çıkacak bedensel ve
maddi güce sahip olduğu halde, içindeki nifak hastalığından dolayı sefere
çıkmayan zenginler sorumlu tutulurlar.
2- Kişi samimi olduğu sürece,
savaşa çıkmamak için mazeret belirtmesi meşru bir davranıştır.
3- Münafıklar da tıpkı müşrikler gibi pistirler. Çünkü iç dünyaları şirk
ve küfürle pislenmiştir. Gizli davranışları da pistir. Çünkü iç dünyaları,
müslü-manlar aleyhine komplolar kurma, onları tuzağa düşürme ve hile yapma üzerine
kuruludur.
4- Günahları açıkça belli olan günah ehlinden hoşnut olmak haramdır.
Böyle bîrine buğzetmek gerekir. Hoşnut olmak ve sevmek asla doğru olmaz. [122]
97- Bedevi Araplar, küfür ve iki
yüzlülükçe daha yaman ve Allah’ın
elçisine indirdiği şeylerin
sınırlarını tanımamaya daha müsaittirler. Allah
bilendir, hüküm ve
hikmet sahibidir.
98- Bedevi Araplardan kimi var ki,
verdiğini ağır yük sayar ve
sizin başınıza belalar
gelmesini gözetler. Kötü
bela onların başına gelsin. Allah
işitendir, bilendir.
99- Bedevi Araplardan kimi
de var ki
Allah’a ve ahiret gününe inanır;
verdiğini Allah ‘a yakın
dereceler kazanmaya ve Elçinin
dualarını almaya vesile
sayar. Gerçekten o
verdikleri, kendileri için yakın
derecelere vesiledir. A ilah
onları rahmetinin içine sokacaktır.
Muhakkak ki Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.
A’rabi’nin
çoğulu. Çöl sakinleri. Bedeviler.[123]Küfür
ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Şehirli münafık ve kâfirlerden daha
şiddetlidirler. Daha yatkın, daha lâyıktırlar.
Allah’ın
indirdiği sınırları. İslâm şeriatı. Bir kayıp ve hüsran. Bekler.
Musibetler.
“Daire”nin çoğulu. İnsanı sarıveren musibet veya felaket demektir.
Kötü
felaket, kendilerini sevindirmeyen, bilakis üzen helak. “Kurbet”in çoğulu.
Övülen makam, menzil. Peygamberin duaları. Peygamberin kendileri hakkındaki
hayır duası. [124]
Sûrenin
akışı, münafıkların hainliklerini birer birer gözler önüne sererek, onları ya
tevbe etmek ya da işlerini nihai olarak bitirmek şıklarıyla karşı karşıya
getiriyor. Tefsirini sunduğumuz bu âyetler grubunun ilk âyetinde Yüce Allah,
çöl bedevilerinin küfür ve nifak bakımından şehirli münafık ve kâfirlerden
daha şiddetli olduklarını ve Allah’ın indirdiği hudutlara, hüküm ve yasalara
uymamaya daha yatkın olduklarını haber veriyor. Çünkü yerleşim birimlerinden
uzak yaşamaları onlara böylesine olumsuz bir özellik kazandırmıştır. “Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yarattıklarını ve özelliklerini herkesten
daha iyi bilir; koyduğu yasalar bir hikmete dayanır. Bu yüzden O’nun haber
verdiği şey hakkın ta kendisidir; verdiği hüküm, gerekli ve âdildir. O’nun her
yaptığı yerindedir.
“Bedevilerden
öyleleri var ki, infak ettiğini bir yük sayar.” Bazı bedeviler, herhangi bir
şey infak etmek zorunda kaldıklarında bunu, bir cereme ve mallarına musallat
olmuş bir zarar olarak kabul eder. Çünkü bunların, âhi-retteki sevap ve azap
gerçeğine -inançları yoktur. Allah’a ve O’nunla buluşmaya inanmazlar. “Ve sizi
bir felaketin sarıvermesini bekler.” Ey müslü manlar! Bu nifak ve küfürde,
şehirlilere oranla çok daha ileride olan bedeviler sizi sarıverecek bir
felaketin beklentisi içindedirler. Böylece sizden kurtulmuş olacaklar ve bir
daha sîze infak etme durumunda kalmayacaklar. Âyetin orji-nalinde geçen “ed-devair”,
“ed-daire”nin çoğuludur ve insanın başına gelen felaket ve musibet demektir. “Kötü
felaket onları sarsın.” Bu onlara yönelik bir bedduadır. Mü’minler için felaket
beklentisi içinde olmalarının cezasıdır. “Allah işitendir, bilendir.” Onların
sözlerini işitir, niyetlerini bilir. Bu yüzden onlara hakettikleri karşılığı
verecektir.
“Bedevilerden
öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve infak
ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve Elçinin dua ve bağışlama
dileklerine bir vasıta sayar.” Burada Yüce Allah, bütün bedevilerin aynı
anlayış ve tutuma sahip olmadıklarını, içlerinde Allah’a ve âhiret gününe iman
edenlerin bulunduğunu haber veriyor. Bu yüzden bunlar, cihad için harcadıkları
malların Allah katında bir yakınlaşma aracı ve Elçinin hayır duasının vesilesi
sayarlar. Çünkü bir müslüman Rasûlüllah’a zekâtını ve sadakasını sunduğu
zaman, Rasûlüllah onun için dua ederdi. Söz gelimi Abdullah b. Ebu Ev-fa için
şöyle dua etmiştir: “Allahım Ebu Evfa’nın ehline, soyuna rahmet et.”
“Haberiniz
olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır.” Yüce Allah, sadakalarını
kabul ettiğini haber vererek, bunun bir yakınlaşma vesilesi olduğunu
vurguluyor. “Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır.” Cennete gireceklerine
ilişkin müjdedir bu. “Şüphesiz, Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” Burada
yüce Allah, kendilerini rahmetinin kapsamına alacağına, yani cennete koyacağına
ilişkin vaadini pekiştiriyor. Allah öncelikle günahlarını bağışlar, sonra
onları cennetine koyar. Bu, O’nun dostlarına ilişkin bir yasasıdır. Önce
onları arındırır, sonra katındaki yüce makamlara eriştirir. [125]
1- Çöl halkı bir çok görgü kuralından, davranış bilgisinden yoksun olur.
Bu yüzden fitne ve kargaşadan uzak durmaya çalışanları hariç, bedeviler pek
makbul sayılmazlar.
2- Tıpkı şehirliler gibi, bedeviler arasında da mü’minler, kâfirler,
iyiler, itaat edenler, isyankârlar ve günahkârlar vardır. Ancak bedevilerin
kâfirleri ve münafıkları daha şiddetli olur. Bunda çöl ortamının etkisi
büyüktür.
3- Allah yolunda, sırf O’nun rızasını gözeterek, içtenlikle, gönüllülükle
infakta bulunmak büyük bir fazilettir. [126]
100- Muhacirlerden ve Ensardan
İslâm’a girmekte öne geçenler ile bunlara
güzelce tâbi olanlar...
Allah onlardan razı olmuştur; onlar
da O’ndan razı
olmuşlardır. Allah onlara,
altlarından ırmaklar akan,
içinde ebedi kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte
büyük kurtuluş budur.
101- Çevrenizdeki bedevi
Araplardan ve Medine
halkından iki yüzlülüğe
iyice alışmış münafıklar
vardır. Sen onları
bilmezsin; onları biz
biliriz. Onlara iki kere
azabedeceğiz; sonra da onlar,
büyük azaba itileceklerdir.
102- Başka bir kısmı
da günahlarını itiraf ettiler; iyi
işle kötü işi birbirine
karıştırdılar. Belki Allah, onların
tevbesini kabul eder. Çünkü Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.
Önde
olanlar. İman, hicret, yardım ve cihad hususunda öne geçenler.
Salih
amelleriyle onları güzellikle izleyenler. Allah onlardan hoşnut olmuştur. Allah’a
itaat ettikleri, O’na yöneldikleri, O’ndan korktukları ve O’nun katındaki
nimetleri, arzuladıkları için Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan
hoşnut olmuşlardır. Göz kamaştırıcı nimetlerinden, görkemli lütuflarından
memnun kalmışlardır.
Ve
çevrenizdekilerden. Medine çevresinde ikamet eden Arap kabilelerinden.
İki
yüzlülük. Nifak. Münafıklığı bir uğraşı, bir alışkanlık edinmişlerdir.
Onları
iki kez azaplandıracağız. Birincisi, müslümanlar arasında teşhir edilmeleri;
ikincisi, kabirde görecekleri azap. [127]
“Öne
geçen Muhacirler ve Ensar...” Bunlar, herkesten önce iman eden, Mekke’den
Medine’ye hicret eden ve hicret edenlere yardım eden, hep birlikte Allah
yolunda cihad eden öncü müslümanlardır. “.. ve onlara güzellikle uyanlar,”
salih ameller işleyerek onları izleyenler... (Salih amel, Yüce Allah’ın
ya-salaştirdığı, Hz. Peygamberin de açıkladığı davranışlara, uygulamalara denir.)
Yüce Allah bunların tümünün imanlarından ve salih amellerinden hoşnut olmuştur.
Onlar da Allah’ın kendilerine bahşettiği nimet ve lütuflardan memnun
olmuşlardır. Onlar için Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
Orada ebediyen kalacaklardır. Kendileri için hazırlanan cennetleri onlara
müjdele...
“İşte
büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” Yüce Allah’ın kendilerinden, onların da
Allah’tan hoşnut olmaları ve kendileri için cennetin hazırlanmış olması büyük
kurtuluştur. İstenmeyenden kurtulup, istenene ulaşmadır; ateşten kendini
kurtarıp cennete girmedir. Asıl kurtuluş budur.
Bundan
sonraki’âyette ise Yüce Allah, Medine çevresinde ikamet eden Bedeviler arasında
ve Medineliler içinde bazı münafık tiplerin bulunduğunu haber veriyor. Ancak
Medine münafıkları, bu işte adeta ustalaştıkları için, ni-
fak
onların uzmanlık alanı olduğu için tanınmıyorlardı. Ama Yüce Allah onları
bilir. “Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da
nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin; biz onları
biliriz.” ... “Biz onları iki kere azaplandıracağız; sonra onlar büyük bir
azaba, cehennem azabına döndürüleceklerdir.” Bu tehdidi kaçınılmaz olarak
tadacaklardır. Allah onları dünyada iki kez cezalandıracak; Önce onları teşhir
edecek, sonra da kabirde onları azaplandıracaktı. Sonra kıyamette diriltip
onları büyük cehennem azabına mahkum edecektir.
“Diğerleri
günahlarını itiraf ettiler, onlar iyi bir ameli bir başka kötüyle
karıştırmışlardır.” Bunlar da cihaddan geri kalan bir başka gruptur. Cihaddan
geri kalışları ise, hiç bir mazerete dayanmıyordu. Bu kastedilenler Ebu Lu-babe
ve altı veya yedi arkadaşıdır. Bunlar, cihaddan geri kalanlar hakkında inen,
tehdit içerikli âyetleri duydukları zaman kendilerini mescidin direklerine
bağlamış ve: “Rasûlüllah bizi çözmedikçe biz kendimizi çözmeyeceğiz.”
demişlerdi. Salih bir ameli, imanı, cihadı ve İslâm’ı, kötü bir amele, özürsüz
Tebük seferine katılmama cürmüne karıştırmışlardı. “Umulur ki Allah
tevbele-rini kabul eder.” Bu, Yüce Allah’ın tevbelerini kabul ettiğinin
duyurusudur. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) gelmiş ve onları kendi elleriyle
çözmüştür. Onlar da: “Ya Rasûlüllah, işte bizi seninle sefere çıkmaktan
alıkoyan mallarımız, onları al ve Allah yolunda harca; bizim için bağışlanma
dile!” demişlerdir. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): “Sizin mallarınızdan
herhangi bir şeyi alma emrini almadım.” buyurmuştur. [128]
1- Hayırda Öne geçmek ve öncü olmanın mutluluğuna ve kurtuluşa nail olmak
büyük bir lütuftur.
2- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) ashabı, genel olarak kendilerinden
sonra gelen kuşaklardan takvaca üstündürler.
3- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) ashabına güzellikle uyanlar büyük bir
fazilete sahiptirler.
4- Kalplerde olanı bilme yetkisi Allah’a aittir. Hiç kimse gaybı bilemez.
Ancak Yüce Allah’ın bildirdiği kimseler, Allah’ın bildirdiği kadarım
bilebilirler.
5- Tevhid inancına bağlı olup da salih bir amele, bir başka kötü ameli
karıştıranların Yüce Allah tarafından bağışlanmaları, merhamet edilmeleri
umulur. [129]
103- Onların mallarından, kendilerini
temizleyeceğin, yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua
et; çünkü senin
duan, onlara huzur verir.
Allah işitendir, bilendir.
104- Bitmediler mi ki, kullarından
tevbeyi kabul eden, sadakaları
alan Allah’tır. Ve Allah,
tevbeyi çok kabul eden,
çok esirgeyendir.
105- De ki: “Yapın
yapacağınızı; yaptığınız işleri
Allah da görecek Elçisi
de, mü’minler de.
Sonra görülmeyeni ve
görüleni bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O
size yaptıklarınızı bir
bir haber verecek!”
106- Başka bir grup
da var ki
Allah’ın emrine bırakılmışlardır. Allah ya
onlara azabeder, ya da onları
affeder. Allah bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir.
Sadaka.
Allah’a yakınlaşmak amacı ile, O’nım yolunda sarfedi-len mal. Sadaka.
Onları
günahlarından arındırır ve duan sayesinde onları temiz- lersin.
Onlar
için hayır dua et,
Senin
duan onlar için rahmettir. Huzurdur. Sadakalarıdır. Yani kabul eder. Durumları
Allah’ın hükmüne ve kararına kadar ertelenmiştir.Yarattıklarının niyetlerini,
mali ve ameli eğilimlerini bilir; yargı ve şeriatı, yasaları bir hikmete
dayalıdır. [130]
Bundan
önceki âyetin tefsirini sunarken, cihaddan geri kalanların, Ra-sûlüllah’ın
yanma gelerek tüm mallarını sadaka olarak sunduklarını belirtmiş, ama
Rasûlüllah’ın: ‘Ben böyle bir emir almadım,’ diyerek mallarım kabul etmediğini
söylemiştik. Şimdi ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onların mallarından
sadaka al; bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et.
Doğrusu, senin duan, onlar için bir sükûnet ve huzurdur; Allah işitendir, bilendir.”Yüce
Allah, bu âyet-i kerimede Rasûlüne, işledikleri hatadan dolayı tevbe edenlerin
mallarından sadaka almasını emrediyor. Çünkü sadaka nefislerini günahlardan ve
cimrilik tortularından arındırır.Onlara dua et. Senin duan onlar için rahmet ve
huzurdur. Onları sükûnete kavuşturur. Hiç kuşkusuz onlar sadaka sunarlarken
Allah onların sözlerini işitir. Diyorlardı ki: “Ya Rasûlüllah, bu mallarımızı
sadaka olarak kabul et!” Aynı zamanda Allah, onların niyetlerini, onları bu
davranışa iten iç duygulan, gerçekten tevbe etme niyetine sahip olduklarını
bilir.“Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul
eder!” Buradaki soru, vurgulamaya dönüktür. Yani, onlar bunu kesin olarak
biliyorlar.
“Sadakalarını
alacaktır.” Sadakalarını kabul edecektir. “Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden,”
pişmanlık duyanların tevbelerini çokça kabul eden ve“esirgeyendir.” Mii’min
kullarını merhametinin altına alır.Ardından Yüce Allah, Rasûliine onları salih
ameller işlemeye teşvik etmesini, böylece onları günahlardan arındırıp
temizlemesini emrediyor. “De ki; Yapıp-edin. Allah sizin yapıp-ettiklerinizi
görecektir; Allah’ın Elçisi ve mü’minler de” sizin iyiliğinizi kabul edecek,
Rasûlüllah ve mü’minlerin övgüsüne mazhar olacaksınız. “Yakında açık ve
gizliyi bilene döndürüleceksiniz.” Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız. “Ve O,
size yaptıklarınızı haber verecektir.” İyiliğinizin karşılığını iyilik ve
kötülüğünüzün karşılığını da aynen ceza o-larak verecektir,“Diğer bir kısmı
Allah’ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azap-Iandiracak veya
tevbelerinİ kabul edecektir.” Bu da, Tebük seferinden geri kalan bir üçüncü
gruptur. Birinci grup münafıklardı; İkinci grup tevbe edenlerdi; üçüncü grup
ise, bu âyette özellikleri ve tavırları konu edinilen kimselerdir. Bunlar üç
kişiydiler. Ka’b b. Malik, Mevare b. Rebi ve Hilal b. Umeyye. Bunlar
samimiyetle tevbe eden ve mallarını tümden sadaka olarak sunan Ebu La-babe ve
arkadaşları gibi Rasûlüllah’a gelip Özür belirtmemişlerdi. Bu yüzden Rasûlüllah
bu üç kişiyle her türlü ilişkinin kesilmesini emretti. Haklarında Yüce Allah
bir hüküm verene kadar onları tecrit etti (dışladı, yapayalnız kaldılar). “Allah’ın
emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azaplandıracak veya tevbelerinİ
kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yüce Allah onlara
azabedecek veya onların tevbesini kabul edecek olursa, hiç kuşkusuz bu, O’nun
bilgisinden ve hikmetinden kaynaklanır. Nitekim onlara uygulanan boykot bir
süre devam etti. Öyle ki yeryüzü olanca genişliğiyle onlara dar gelmişti. Sonra
Yüce Allah tevbelerinİ kabul ettiğini duyurdu: “Çünkü Allah tevbelerİ kabul
eden ve esirgeyendir.” [131]
1- Sadaka günahları yok eder, ruhları cimrilik ve pintilik kirlerinden
arındırır.
2- Müslüman bir kimsenin verdiği sadakayı alanın şöyle dua etmesi hoştur:
“Aİlah verdiğinden dolayı seni ödüllendirsin ve geride bıraktığını da
bereketlendirsin.”
3- Büyük günahlardan tevbe eden bir kimsenin bundan böyle sadaka verme ve
salavat getirme gibi salih amelleri çokça işlemesi gerekir.
4- Sürekli korku ve ümit duygularım birlikte yaşamak büyük bir fazilettir.
Çünkü korku, insanı günahları terketmeye; ümit de, salih amel işlemeye
yöneltir. [132]
107- Seferden geri kalanlar arasında zarar vermek, nankörlük etmek, mü’minlerin
arasını açmak ve önceden Allah ve Elçi-siyle
savaşmış olan adamın
gelmesini gözetlemek için
bir mes~
cid
yapanlar da var. “İyilikten başka bir niyetimiz yoktu!” diye de yemin
edecekler. Oysa Allah onların yalan söylediklerine şahittir.
108- Orada asla namaza durma. Ta
ilk günden takva üzere kurulan mescid,
elbette içinde namaza
durmana daha uygundur Onda temizlenmeyi
seven erkekler
vardır. Allah da
temizlenen-leri sever.
109- Yapısını, Allah’tan korku
ve rızâ üzerine
kuran mı hayırlıdır; yoksa
yapısını bir yarın kenarına
kurup onunla birlikte cehennem ateşine
yuvarlanan mı? Allah zalimler
topluluğunu doğru yola iletmez.
110- Yaptıkları bina, kalpleri
parçalanıncaya dek yüreklerinde
bir kuşku olarak
kalacaktır; Allah bilendir,
hüküm ve hik-met sahibidir.
Zarar
vermek için.Ve gözetlemek için.Güzel halden başka.Orada hiç bir zaman namaz
kılmak için durma. Takva temeli üzerine bina edilmiş; Küba Mescidi. Orada
adamlar vardır. Burada kastedilenler, Amr. Avf oğulla-ndır.Allah’tan takva
üzere. Allah’ın ölçülerine göre hareket etmek.
Allah’ın hoşnutluğu.Göçecek bir yarın kenarı. (Mescid-i Dırar.)
İçlerinde bir şüphe olarak. Kalplerinin göğüslerinden ayrılıp
ölmelerinden başka. [133]
Sûrenin
akışı içinde münafıkların teşhir edilmeleri sürüyor ve münafıklık
edebilecekleri alanların kapıları birer birer yüzlerine kapanıyor. Dolayısıyle Önlerinde
iki seçenek kalıyor: Ya, tevbe edip Allah’a yönelecekler ya da kâfir olarak
öleceklerdir. Bu meyanda Yüce Allah içlerindeki bir grupla ilgili olarak şöyle
buyuruyor: “Zarar vermek, İnkârı pekiştirmek, mü’minlerin arasını açmak ve daha
önce Allah’a ve Elçisine karşı savaşanı [134]gözlemek
için mescid edinenler...”
İslâm’a
zarar vermek ve küfrü egemen kılmak amacı ile mescid edinenlerden maksat,
Medineli onikİ şahıstır. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Tebük seferine çıkmak
üzereydi. Bunlar gelip dediler ki: “Ya Rasûlüllah, biz, yağmurlu gecelerde
zayıflarımız ve hastalarımız için namaz kılabilecekleri bir mescid yaptık.
Orada bizim önümüzde namaz kıl.” Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Şu anda sefere
çıkmak üzereyim, inşallah dönüşte, orada sizin önünüzde namaz kılacağım.”
dedi. Tebük dönüşü Medine’ye yakın bir yere geldiklerinde, Zavavan adı verilen
bir yerde konakladı. Burası Medine’ye bir saatlik uzaklıktaydı. O sırada
Peygamberimize (s.a.v.) Mescid-i Dırar (zarar amaçlı mescid) ile ilgili vahiy
indi. Ardından Peygamberimiz Salim b. AvfoğuHarının akrabası Malik b. Dehşem
ile, Aclanoğulları’nın akrabası Muin b. Adiy veya kardeşi Asım’ı önceden Medine’ye
göndererek onlara şu buyruğu verdi: “Gidin şu zalimler topluluğunun mescidini
yıkın, ateşe verin!” Bunun üzerine ikisi hızla yola çıktılar. Malik b. Dehşem’in
akrabası olan Salim b. Avfoğu Harı’n in semtine geldiklerinde Malik, Muine: “Beni
bekle, gidip şunlardan ateş alayım.” dedi ve gidip hurma dallarından
tutuşturulmuş bir ateş getirdi. Sonra sözkonusu mescide gittiler. Bozguncular
da içinde bulunuyordu. Mescidi ateşe verip yıktılar. İçindekilerin herbiri bir
yana kaçtı. Ardından onlar hakkında bu ayet-i kerime indi.
“Zarar
vermek,” çevre sakinleri gelene kadar Mescid-i Nebevi’ye ve Küba Mescidine
zarar vermek “inkârı pekiştirmek,” Allah ve Rasûlünü inkâr etmek; “mü’minlerin
arasını ayırmak,” Mescid-i Dırar’m kuruluş amaçlarından üçüncüsü mü’minlerin
arasını ayırmaktı. Semt halkı, Küba mescidinde toplanırdı. Bunlar iki mescid
arasında halkı bölmeyi amaçlamışlardı. Böylece münafıklar kuşkularını yaymak,
yıkıcı eleştiriler yöneltmek ve “böl-yönet” ilkesini uygulamak için müsait bir
ortam bulacaklardı.
“Ve
daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler.”
Burada işaret edilen kişi, müslümanlar tarafından “fasık” olarak adlandırılan
Rahip Ebu Amir’dir. Münafıklara bu mescidi yapmalarını bu melun emretmişti.
Böylece İslâm karşıtı tuzakları için bu mescidi bir merkez olarak
kullanacaklardı. Bu fasık, Peygamberimize: “Nerede sana karşı savaşan bir
topluluk bulduysam, ben de onlarla birlikte sana karşı savaştım!” demişti. Gerçekten,
müşriklerin müslümanlara karşı başlattıkları tüm savaşlara katılmıştı.
Müşrikler Hevazin’de ağır bir yenilgiye uğrayınca, bu mel’un hayal kırıklığına
uğrayarak Bizans’a sığınmış, bu sefer onları RasûlüIIah’a karşı kışkırtmıştı.
İşte oradan münafıklara haber göndererek, Yüce Allah’ın işaret ettiği, kötü
amaçlara hizmet amacı ile Mescid-i Dırar’ı yapmalarını istemişti. Sonunda
kendisi de kışkırttığı Bizans orduları ile birlikte gelip oraya konacaktı. Ama
mel’un amacına ulaşamadan Şam’da öldü ve cehennemi boyladı. Orası ne kötü bir
barınaktır.
“Daha
önce Allah’a ve Elçisine karşı savaşanı gözlemek için” ifadesinde kastedilen
anlam budur. Yani bu adam, Mescid-i Dırar’ın yapımından önce Allah’a ve
Rasûlüne savaş açmıştı. O Mescid-i Dırar ki, müslümanlar tarafından yakıldı;
yıkıldı, içinde barınan kalleş münafıklar çil yavrusu gibi dağıtıldı. Dirar
Mescidi’nin yerinde yeller esiyor.
“Biz
iyilikten başka bir şey istemedik, diye yemin ederler.” Yaptıkları mescid
tepelerine yıkılıp ateşe verilince, gerçek niyetleri ortaya çıkarılınca, bu
mescidi yapmakla sadece iyilik yapmayı amaçladıklarına, kötülük yapmak
niyetinde olmadıklarına dair yemin etmişlerdi. Biz burayı, yağmurlu gecelerde
zayıflar ve hastalar namaz kılsınlar diye yaptık, demişlerdi.
“Allah
onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.” Sözlerinin
asılsızlığına şahitlik etmektedir. Yalancılar olduklarım ilân etmektedir.
“Sen
bunun içinde hiç bir zaman durma.” Burada Yüce Allah, Peygamber Efendimizin
(s.a.v.), Tebük’e giderken söz verdiği gibi gidip bu mescid içinde namaz
kılmasını yasaklıyor.
“Daha
ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin içinde durmana daha
uygundur.” Takva temeli üzerine kurulan Mescid-i Nebevi ve Küba Mescidi
kastediliyor. Bu iki mescid, daha ilk günden, Allah korkusu ve rızâsı temeli
üzerine kurulmuşlardı. Bunların temelim Allah korkusu ve rızâsı
oluşturmaktadır. “Onda, arınmayı içten arzulayan adamlar vardır; Allah
arınanları sever.” Bu ayette, Küba Mescidi ehlinden övgüyle sözediliyor. maddi
ve manevi kirlerden arınmak istedikleri vurgulanıyor. Küba halkı, def-i hacet
esnasında, taş ile istinca yapmayı ve su ile temizlenmeyi birlikte yaparlardı.
Bu yüzden Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olmuşlardı. “Binasınıntemelini Allah
korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır...1 yoksa “binasının
temelini göçecek bir uçurumun kenarına kuran kimse mi?’ Vadilerde, seller
tarafından altı oyulan ve göçmek üzere olan yarlardan birinin kenarına bina
kurup da “kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi?” Göçmek üzere
olan bu yarın kenarında kurulu bina ile birlikte cehenneme yuvarlanan kimse mi
daha hayırlıdır? (Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınırız.) İşte Mescid-i
Dırar’ı yapan münafıkların durumu tam da bu örneğe uygundur.
“Allah,
zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” Onları mutluluğa ve erdemliliğe giden
yola iletmez. Onları hidayetten yoksun bırakır. Hem dünyada, hem de âhirette
hüsrana uğrarlar. “Kurdukları bina kalplerinde bir şüphe olarak sürüp
gidecektir.” İçlerinde bir kuşku ve kararsızlık olarak kalacaktır. “Onların
kalpleri parçalanmadıkça...” içlerindeki bu şüpheyle ölmedikçe aynı durumları
devam eder. Çünkü bu zulüm amaçlı bina, nifak ve küfrün kalplerinde kök
salmasına neden olmuştur. Böylece kâfir olarak Ölmek durumundadırlar.
“Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu anlatılanları pekiştirici, onaylayıcı
ve kökleştirici bir değerlendirme ifadesidir. Buna göre, Yüce Allah’ın ‘bilen’
olması, şu zalim münafıkların hidayetten yoksun kalmalarını, kâfir olarak ölüp
cehenneme gitmelerini gerektirir. Bu zulüm, şer ve bozgunculukta aşırı
gitmelerinin cezasıdır. [135]
1- Fasık olarak bilinen Rahip Ebu Amir’in yol göstericiliği ile münafıkların
İslâm aleyhine kurdukları büyük bir tuzağın ortaya çıkarılışı gündeme
getiriliyor.
2- Üstünlük kurma ve şeref elde etme amaçlı mücadele, insanın büsbütün
yıkıma uğramasına, her türlü şerefi yitirmesine sebep olur. Abdullah b. Übeyy,
Medine’ye hakim olmak istediği için İslâm’a savaş açmıştı. Çünkü islâm onun
krallık şansını kaybetmesine neden olmuştu. Yine Rahib Ebu Amir de Medineliler
üzerinde manevi nüfuz elde etmek için ruhbanlığı seçmişti. Bu nüfuzunu
kaybettiği anda, kaybına sebep olan kişiye savaş açtı. Öyle ki Rasûlüllah’ın
(s.a.v.) yüzüne karşı: “Sana savaş açan her toplulukla birlikte sana karşı
mutlaka savaşacağım!” demişti. Nitekim, sonunda Bizans împara-torluğu’na
sığınmış, İmparatoru, RasûlüIIah’a karşı savaşmaya kışkırtmıştı.
Yahudilerin
İslâm’a savaş açmaları da bütünüyle İsrail memleketinde arzuladıkları
otoritelerini korumaya yönelik bir tepkidir.
3- Münafıkların sözlerine kanmamak gerekir. Çünkü onların sözleri
bütünüyle yalandan ibarettir.
4- Nerede zarar vermek ve müslümanlarm arasını açmak amacı ile bir mescid
kurulmuşsa, onu yıkmak ve içinde namaz kılınmasını yasaklamak farzdır.
5- Temizlenmek, bir fazilettir. Ruhsal ve bedensel arınmaya özen göstermek
gerekir.
6- Zulümden ve aşırı derecede zulme sapmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü bu
durum kişiyi Allah’ın hidayetinden mahrum bırakır. Dolayısıyla zalim olarak
öleceği için dünya ve ahirette hüsrana uğrar. [136]
111- Allah müzminlerden canlarını
ve mallarını karşılığında cennet kendilerinin olmak
üzere satın almıştır,
Allah yolunda savaşırlar; öldürürler
ve öldürülürler. Bu,
Allah’ın Tevrat’ta İncil’de ve
Kur’an’da üstlendiği gerçek bir
sözdür. Kim Allah’tan daha çok
sözünde durabilir? O
halde O’nunta yaptığınız
bu alışverişinizden ötürü sevinin;
Gerçekten bu, büyük
başarıdır.
112- Tevbe edenler, ibadet
edenler, hamdedenler, seyahat edenler, rüku
edenler, secde edenler,
iyiliği emredip kötülükten menedenler ve Allah’ın
sınırlarını koruyanlar... İşte
o mü’minleri müjdele; ne mutlu
onlara!
Cennet.
Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar için hazırladığı barış ve esenlik
yurdu.Savaşırlar. Kâfir ve müşriklere karşı savaşırlar.Vaadetmek. Onlara
verdiği bu vaad haktır, gerçeğin ifadesidir.
Tevrat’ta. İncil’de ve Kur’an’da bu vaadden sözedilmiştir.Hiç kimse Allah’tan
daha çok ahdine vefa gösteremez.işte bu büyük kurtuluş ve mutluluktur.Tevbe
edenler. Şirkten, münafıklıktan ve günahlardan tevbe edenler.İbadet edenler.
Allah’ı severek, O’nu yücelterek, derin saygı içinde boyun eğerek Allah’a itaat
edenler.I Seyahat edenler. Ayette seyahat edenler sıfatı, oruç tutanları
gösterdiği gibi, cihad edenler ve yeryüzünde Allah’ın güzel eserlerini görmek,
bilgi kazanmak veya gönlünce ibadet ve taatinî yapabilmek için seyahat edenler,
anlamına da gelir. İyiliği emredenler. Allah’a
ibadet etmeyi, O’nu bir ve ortaksız \ bilmeyi emredenler.Kötülükten alıkoyanlar.
Şirke ve günahlara engel olanlar.Allah’ın hükümlerini korurlar, onları
uygularlar Mü’minleri müjdele. Esenlik yurdu cennete gireceklerini müj dele. [137]
Yüce
Allah, cihaddan geri kalanların durumunu açıklayınca, bütünleyici bir açıklama
olarak ve cihada teşvik edici bir üslupla cihadm faziletini ve mücahitler için
hazırlanan ödülleri gündeme getiriyor: “Hiç şüphesiz Allah mü’minlerden,
karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın
almıştır.” Allah’ın bedel olarak cenneti verdiği alış-veriş konusu olan şey,
mü’minlerin canları ve mallarıdır. “Onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler.” Allah düşmanı müşrikleri öldürürler, “ve öldürülürler.” Savaş
meydanlarında müşriklerle savaşıp şehadet mertebesine erişirler. “Bu, Tevrat’ta,
İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir.” Bunu onlara söz
vermiştir. Hak olarak üç kitapta, yani Tevrat, İncil ve Kur’an’da zikretmiştir.
Bu hakkı pekiştirmiştir.
“Allah’tan
daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir?” Bu soru olumsuzluk bildirir
niteliktedir. Yani, hiç kimse söz verdiğinde, Allah’tan daha çok sözünde
duramaz. “Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip, müjdelesin!” Ey
mü’minler! Allah ile yaptığınız bu kârlı alış-verişten dolayı sevinin,
müjdelesin! İşte bu alış-veriş ve müjdeleşme büyük bir mutluluktur,
kurtuluştur. Ondan büyük iyilik düşünülemez.
“Tevbe
edenler...” diye başlayıp “Allah’ın sınırlarını koruyanlar” diye biten ifadede,
bu ahş-verişe taraf olanların niteliklerinden söz ediliyor. Alışverişin kârlı
tarafı olmaya kimlerin lâyık olacakları belirleniyor. Bunlar dokuz niteliğe
sahiptir: 1- Tevbe edenler: Şirkten ve günahlardan tevbe edenler. 2-İbadet
edenler: Allah’a itaat edenler. Bu itaatin itici gücü Allah’a yönelik büyük
sevgi ve O’na duyulan korku esaslı saygıdır. 3- Hamd edenler: Bollukta ve
darlıkta, her durumda Allah’ı övgüyle teşbih edenler. 4- Seyahat edenler:
Hadiste belirtildiği gibi, bu âyette oruç tutanlar kastedilmiştir.[138]
AyrıcaAllah yolunda ilim elde etmek ya da savaşmak veya ilim öğretmek yahut insanları
Allah’a kulluk etmeye, O’nu birlemeye, emir ve yasaklarına uymaya davet etmek
amacı ile yeryüzünde seyahate çıkanlar da bu niteliğin kapsamına girer. 5-
Rükû edenler; 6- Secde edenler: Namaz kılanlar. Sürekli rüku ve secde
halindeymişler gibi nafile namaz kılanlar. 7- İyiliği emredenler: Allah’a
inanmayı, Allah’ı bir ve ortaksız bilmeyi, O’na ve Rasûlüne itaat etmeyi
emredenler. 8- Kötülükten sakmdıranlar: Allah’ı inkâr etmeyi, O’na yönelik
olması gereken ibadete başkasını O’na ortak koşmayı yasaklayanlar. O’na ve
Rasûlüne karşı çıkma girişimlerini engelleyenler. 9- Allah’ın sınırlarını
koruyanlar: Allah’ın belirlediği sınırları gözetip, koyduğu hükümlere uyanlar.
Bilerek hükmüne tâbi olanlar.
“Sen
mü’minleri müjdele!” Bu niteliklere sahip olanlar eksiksiz ve doğru imana
sahiptirler. Rasûlüllah’ın dünyada zafer ve ahirette kurtuluş müjdesine
lâyıktırlar. Kıyamette ateşten kurtulup cennete gireceklerdir. (Ey âlemlerin
Rabbi olan Allah! Bizi kıyamette bu sadık mü’minlerin arasına kat.) [139]
1- Yüce Allah mü’min kullarına sayısız lütuflar ve nimetler bahsetmiştir.
Onlara can ve mallar vermiş, sonra da bunları sonsuz nimetler yurdu cennet
karşılığında onlardan satın almıştır.
2- Allah yolunda cihad etmenin ve şehadet mertebesine erişmenin fazileti
büyüktür.
3- Mü’min, bedeninin ve malının Allah’a ait olduğunun bilincinde olmalıdır.
Bunları gözetip korumak durumundadır ki, cihad bayrağı açıldığında, müslüm ani
arın imamı mal ve can ile cihad çağrısında bulunduğunda, canım ve malını derhal
bu uğurda feda edebilsin. Çünkü can ve mal Allah’ın ona teslim ettiği
emanetleridir. Emaneti asıl sahibinin isteği doğrultusunda kullanmak bir zorunluluktur.
4- Bir mü’min kendi canına ve malına zarar vermekten kaçınmalıdır. Çünkü
bunlar Allah’a aittir.
5- Bir mü’min, bu dokuz niteliğe sahip olup olmadığını sık-sık kontrol
etmelidir. Eğer bir eksiklik görürse tamamlaması, eksiklik görmezse Allah’a
hamd etmesi ve bu durumunu özenle koruması gerekir. [140]
113- Akraba bile
olsalar, cehennem halkı
oldukları belli olduktan
sonra Allah’a ortak
koşanlar için mağfiret
dilemek, ne Peygamberin, ne de
inananların yapacağı bir iş değildir.
114- İbrahim’in babası için
mağfiret dilemesi, sadece
ona verdiği bir sözden
ötürü idi. Senin
için Rabbimden mağfiret
dileyeceğim, diye söz
verdiği için ona
dua etmişti. Fakat onun,
bir Allah düşmanı olduğu
kendisine belli olunca
ondan uzak durdu. Gerçekten İbrahim, çok içli ve yumuşak huylu idi.
115- Allah, bir kavmi
doğru yola ilettikten
sonra, sakınmaları gereken
şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları
saptıracak değildir. Allah her şeyi bilendir.
116- Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Yaşatan, öldüren O’dur. Sizin,
Allah’tan başka ne bir dost, ne de yardımcınız vardır.
Müşrikler
için Yüce Allah’tan bağışlanma dilemeleri.Baba, oğul veya kardeş gibi yakın
kimseler dahi olsalar.Söz vermek. Verdiği bir söz.Ondan yüz çevirdi. Yani: “Ben
senden uzağım” dedi.Evvah; Allah’a çok dua eden, O’na şikayette bulunan. Halim
İse; Öfkelenmez, günahtan dolayı hemen cezalandırmaz.Allah için
korkup-sakınacakları şeyler. Yaparken veya yapmazken Allah korkusunu gözönünde
bulunduracakları şeyler.işleri üstlenen, koruyan ve yardım eden demektir. [141]
Rasülüllah
Efendimiz (s.a.v.) ölüm döşeğinde olan amcası Ebu Talib’e, tevhid kelimesini,
yani “Allah’tan başka ilah yoktur” demesini Önerdi. Ama o, bundan kaçındı ve
kendisi için: “O Abdulmuttalib’in dini üzerinedir.” dedi ve küfür üzere öldü.
Bunun üzerine Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.): “Engellenmediğim sürece senin
için Allah’tan bağışlanma dileyeceğim.” dedi. Bazı mü’min-ler de, şirk üzere
ölen akrabaları için bağışlanma diliyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, bu
âyet-i kerimeyi indirdi: “Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin
arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra, -yakınları dahi olsa- müşrikler
için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz.” Çünkü onların
şirk üzere öldükleri kesinleşmiştir. Şirk üzere ölen bir kimsenin de, ateşte
olduğuna Yüce Allah, hükmetmiştir. Peygambere ve mü’minle-re, ateş ehli
oldukları kesinleşen müşrikler için bağışlanma dilemek yaraşmaz; doğru da
olmaz.Bazıları: “Ama Hz. İbrahim’de müşrik babası için bağışlanma dilemişti.”
deyince, Yüce Allah, cevap olarak şu âyeti indirdi: “İbrahim’in babası için
bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi.” Bir ara İbrahim
babasına: “Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü O, bana pek
lütufkardır.[142]şeklinde bir söz
vermişti. Bununla, Hz. İbrahim’in (a.s.) babası için bağışlanma dilemesinin
gerekçesi açıklanıyor. Çünkü Hz. İbrahim, çok dua eden, çok yakaran, çok
duygulu, yumuşak huylu bir kimseydi. Bu yüzden babasına, kendisi için
bağışlanma dileyeceğine ilişkin bir söz vermişti.
“Bir
topluluğa Allah hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri
kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir.” Bu
âyet-i kerime, müslümanlar arasında yaşanan bazı dalgalanmalardan sonra
inmiştir. Diyorlardı ki: “Biz müşrik akrabalarımız için bağışlanma diledik.
Şimdi bizim halimiz ne olacak?” Allah tarafından bir azaba çarptırılmaktan
korkuyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara şu açıklamayı yaptı: Allah
korkup sakınacakları şeyleri açıklamadan, doğru yola ilettiği bir topluluğu
sapıklığa sürüklemez. Sİz, bunun haram olduğu size bildirilmeden, akrabalarınız
için bağışlanma dilediniz. Ancak Allah, bir kavmi saptırmak istediği zaman,
önce o kavme sakınması gereken şeyleri gösterir. Eğer sakın-mazla-rsa onları
sapıklığa sürükler.
“Şüphesiz
Allah, herşeyi bilendir.” Sadece hakedenleri saptırır. Yine sadece lâyık
olanları doğru yola eriştirir. Çünkü O, herşeyi bilir.
“Gerçek
şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.” Gökleri ve yeri yaratan, göklere
ve yere sahip olan, göklerin ve yerin egemenliği elinde olan O’dur. O,
dilediğini doğru yola eriştirir, dilediğini sapıklığa sürükler; yani hidayet
isteyene hidayet verir. Sapıtmak isteyeni de kendi iradesine bıkarıp asla
zorlamaz. Dilediğini diriltir; dilediğini öldürür. İmanla diriltir; küfürle
öldürür. Ölüleri diriltir; dirileri öldürür. Çünkü O, sonsuz bir kudrete,
olağanüstü bir egemenliğe sahiptir.
“Sizin
Allah’ın dışında veliniz ve yardımcınız yoktur.” Allah sizi yüzüstü bıraktığı
zaman kimse size dost olamaz; işlerinizi çekip-çeviremez, düzenleyemez. Sizi
ortada bırakırsa da, kimse size yardım edemez. Şu halde O’na itaat etmek, O’na
dayanıp güvenmek, O’ndan başkasına iltifat etmemek gerekir. [143]
1- Şirk üzere Ölen bir kimse için bağışlanma dilemek haramdır. Çünkü Allah,
kendisine şirk koşulmasını affetmez. Dolayısıyla, yapmayacağını bildirdiği bir
şey O’ndan istenmez.
2- Vaadlere ve ahitlere vefa göstermek farzdır.
3- Yapmaları ya da sakınmaları gereken şeyleri bildirmeden, kullarını
sapıklığa sürüklemesi Allah’ın adaletinden değildir.
4- Kulun Allah’tan başka dostu, işlerinin yönlendiricisi ve yardım edeni
yoktur. Bu yüzden, Allah’a itaat etmek ve tevekkül ile O’na sığınmak suretiyle
O’na dost olmak gerekir. [144]
117- Andolsun Allah, peygamberi ve o zor anda ona uyan muhacirleri ve
ensarı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalpleri kaymaya
yüz tutmuş iken
yine de onların
tevbesini kabul buyurdu. Çünkü
O, onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
118- Ve seferden geri bırakılan
o üç kişinin
de tevbesini kabul buyurdu.
Bütün genişliğiyle beraber dünya
başlarına dar gelmiş ve
canları sıkıldıkça sıkılmış
ve Allah’tan, yine kendisine
sığınmaktan başka çare
olmadığını anlamışlardı.
Allah, onların tevbesini
kabul buyurdu ki
tevbe etsinler. Çünkü Allah, tevbeyi
çok kabul eden, çok esirgeyendir.
119- Ey inananlar! Allah’tan
korkun ve doğrularla
beraber olun.
Muhacirler.
Mekke ve diğer beldelerden hicret edip Medine’de Rasûlüllah’a katılan kimseler.
Yardım
edenler. Medine’nin Evs ve Hazreç kabilelerine mensup yerli halkı. Allah
Rasûlüne inanmış, ona yardım ettikleri için Ensar adını almışlardı.Güçlük
saati. Tebük seferi sırasında, açlık, susuzluk ve kavu-rucu sıcakla iç-içe
geçen meşakkatli günler.Kalpler kayıyor. Durumun şiddetinden ve
konumun-dayanıl-mazlığmdan kalpleri haktan sapmak üzereyken.Geri kalan üç kişi.
Savaştan geri bırakılan üç kişi. (Malik oğlu
Ka’b, Rebi oğlu Merare ve Umeyye oğlu Hilâl.)Genişliğine ve rahatlığına
rağmen. Sığınacak, kaçıp saklanacak bir
yer yoktur. Sadıklar. Niyetleri, içleri
ve işleri doğru olanlar. [145]
Sûrenin
akışı, Tebük seferi sırasında yaşanan olayları anlatmaya devam ediyor. Bu üç
âyette, Rasûlüllah’ın, seçkin ashabının, Ensar ve Muhacirinin Allah katındaki
gözde konumlarına dikkat çekiliyor: “Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin
ve Ensarm üzerine, tevbe ihsan etti.” Tevbe etmelerini sağladı ve tevbelerini
kabul etti. “Ona güçlük saatinde tabi oldular.”Kavurucu bir sıcaklığın,
şiddetli bir sıkıntının hüküm sürdüğü Tebük seferi günlerinde Peygambere tâbi
oldular.“İçlerinden bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken...” Çünkü
yolculuk ağır koşullar altında devam ediyordu. Şiddetli bir susuzluğun hüküm
sürdüğü günlerden birini Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlatır: “İçimizden birisi devesini
keser, işkembesini sıkar, suyunu içer, bir kısmını da saklardı. O sırada bazı
insanların kafasında yanlış düşünceler, olumsuz yaklaşımlar belirdi. Neredeyse
kalpleri haktan sapacaktı. Fakat Allah yüreklerini ve inançlarını pekiştirdi
de, kötü bir şey söylemediler; yanlış bir tavır, bir amel sergilemediler.”
Bundan dolayı Yüce Allah bu âyet-i kerimede onların üstünlüklerini, makamlarının
yüceliğini dile getirmiş, tevbe etmelerini sağladıktan sonra, onların
tevbelerini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir.“Savaştan
geri bırakılan üç kişiyi de bağışladı.” Ka’b b. Malik’in, Merare b. Rebi’in ve
Hilal b. Ümeyye’nin de tevbelerini kabul etti. Ayette geçen “Hullifu”
kelimesinin anlamı, durumları daha sonraya bırakılanlar, demektir. Çünkü bunlar
evlerde yalnız bırakılıp bekletilmişlerdi. Bundan önce Yüce Allah: “Diğer bir
kısmı Allah’ın emri için ertelenmişlerdir.” buyurmuştu. Nitekim, tevbelerinin
kabulü elli gün ertelenmişti. “Öyle ki, bütün genişliğine rağmen yeryüzü
onlara dar gelmişti; nefisleri de kendilerine dar gelmişti ve O’nun dışında,
yani Allah’tan başka sığınacak hiçbir şeyin olmadığını iyice anladılar.”
Zorluklara sabrettiler. Rasûlüllah’ın, Allah’ın emri gelinceye kadar
kendilerine karşı uygulamaya koyduğu boykotun neden olduğu sıkıntılara katlandılar.
Çünkü mazeretsiz olarak, Rasûlüllah ile birlikte Tebük seferine çıkmaktan geri
kalmışlardı. Bu yüzden Rasûlüllah seferden dönünce, geride kalanlar gidip ona
özür beyan ettiler. Rasûlüllah da özürlerini kabul etti. Yüce Allah özür beyan
eden mü’minlerin tevbelerini kabul etti. Ama bu üçü, gidip özür beyan
etmediler; çünkü özürleri yoktu. Doğruyu söylemeyi tercih ettiler. Yüce Allah
onlara, sosyal boykotun acılarını tattırdı; sonra da tevbelerini kabul ederek,
onları doğruluğun numuneleri olarak gösterdi ve mü’minlere: “Onlarla beraber
olun,” çağrısında bulundu. “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğrularla
beraber olun.” Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak O’ndan sakının, niyeti, sözü
ve ameli doğru olanlarla birlikte olun. Böylece ahirette de doğrularla, Hz.
Peygamberle, Ebubekir ve Ömer’le, diğer peygamber, şehit ve salihlerle beraber
olursunuz. [146]
1- RasûlüIIah Efendimizin (s.a.v.) ashabının fazileti anlatılıyor.
2- Zor zamandaki zorlu seferlerin, diğer seferlere göre daha faziletli
olduğuna işaret ediliyor. Burada kastedilen ‘zorlu sefer,’ Tebük seferidir.
3- Zorluk ve şiddet anında, kalplerinin kaymasını önlemek suretiyle Yüce
Allah’ın mü’minlere büyük bir lütufta bulunduğuna işaret ediliyor.
4- Malik oğlu Ka’b ve iki arkadaşının sabırlarına, doğruluklarına ve Allah’a
sığınışlarına işaret edilerek, Allah katındaki faziletleri vurgulanıyor. Sonunda
Yüce Allah, içine düştükleri sıkıntıdan kurtarmış ve tevbelerini kabul
etmiştir. Onlar doğruluğun timsaliydiler.
5- Niyet, söz, durum ve tavırlarda Allah’tan korkup doğruluğu şiar edinmek
farzdır. [147]
120- Ne Medine halkının, ne de
onların çevresinde bulunan bedevi Arapların, Allah’ın
Elçisinden geri kalmaları
ve onun canından
Önce kendi canlarının
kaygısına düşmeleri, onlara
yakışmaz. Böyledir; çünkü
Allah yolunda uğrayacakları
hiç bir susuz-luk,
yorgunluk, açlık, kâfirleri
öfkelendirecek bir yeri
çiğneyip zaptetmeleri ve düşmana
karşı bir başarı
kazanmaları yoktur ki, mutlaka
bunlarla kendilerine iyi bir amel yazılmış olmasın.
Allah güzel davrananların ecrini
zayi etmez[148]
121- Küçük, büyük bir
masraf yapmaları, bir vadiyi geçmeleri, mutlaka
onların lehine yazılır ki, Allah
onları, yaptıklarının en güzeliyle
mükafatlandırsın.
122- İnanların hepsi toptan
sefere çıkacak değillerdi.
Ama her kabileden bir
cemaatin dini iyice
öğrenmeleri ve kavimleri dönüp geldiğinde,
sakınmaları umuduyla onları
uyarmaları için sefere çıkmaları
gerekmez miydi?[149]
Çevrelerindeki
bedeviler. Muzeyne, Cüheyne, Eşca, Gıfar ve Eşlem kabileleri.
Kendi
nefisleri için rahatlık, Rasûlüllah’m nefsi için de yorgunIuk ve meşakkat
istemeleri.
Susuzluk.Yorgunluk.Dayanılmaz
açlık.Kâfirlerin içlerinde öfkelenip üzülmelerine yolaçar.
Düşmanı
esir almaları, onları öldürmeleri, hezimete uğratmaları.Vadi. İki dağ veya
tepe arasındaki su yolu.Hep birlikte sefere, cihada çıkmaları.iç.Belli sayıda bir
topluluk. Dinin hükümlerini ve şeriatın sırlarını derinden kavramaları Allah’ın
şeriatı ile amel etmeyecek olurlarsa, cehenneme gire- çekleri hususunda
kavimlerini uyarsınlar.
Umulur
ki sakınırlar. İlim öğrenerek ve öğrendikleriyle amel ederek Allah’ın azabından
sakınırlar. [150]
Sûrenin
akışında yine Tebük seferi ile ilgili gelişmeler üzerinde duruluyor. Bu konuda
Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Medine halkına...” Medine’de yaşayan Ensar ve
Muhacirlere, “ve çevresindeki bedevilere... (Müzeyne, Cüheyne, Gıfar, Eşca ve
Eşlem gibi, Medine çevresine yerleşen bedevi kabileler) Allah’ın elçisinden geri
kalmaları...” Rasûlüllah cihada çıktığı, genel seferberlik ilan ettiği zaman
onların çağrıya olumlu karşılık vermeyip yerlerinde kalmaları yakışmaz. Bu
ifade, Tebük seferine katılmayanlara yönelik sert bir kınama niteliğindedir, “..kendi
nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakışmaz!” Kendi rahatlarını düşünüp
de, Rasûlüllah için bunu düşünmemeleri olacak iş değildir. “Bu,” yani bu
yasak, (Yasak olduğunu “Mâkane li ehlil Medi-neti” ifadesinden anlıyoruz ve bu
tür bir yasaklama “la” (yasaklama) ifadesiyle vurgulanan yasaklamadan daha
etkili olur.) hiç bir zaman çiğnen-me-melidir. “Bu, gerçekten onların Allah
yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, dayanılmaz bir açlık çekmeleri...” Allah’ın
kelimesi İslâm en yüce olsun diye kâfirlerle cihad ederken bu tür şeylere
katlanmaları, “..kâfirleri kin ve öfkeyle ayaklandıracak yeri ele
geçirmeleri...” Kâfirleri öfkelendirecek şekilde bir yere ayak basmış olmaları,
“..düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında...” düşmanı esir almaları,
öldürmeleri, ganimet elde etmeleri veya hezimete uğratmaları karşılığında, “mutlaka
onlara bununla salih bir amel yazılmış olması nedeniyledir.” Bu yüzden
Rasûlüllah’tan geri kalmaları, dolayısıyla bu büyük ödülü kaçırmaları olacak iş
değildir.
“Şüphesiz
Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.” Bu ifade, kendilerine yönelik
ödülün kesinliğini vurgulamaya dönüktür. Demek isteniyor ki: Eğer onlar, Rasûlüllah ile
beraber sefere çıkarlarsa, onun yanında güzel bir amel ve arkadaşlık içinde
bulunurlarsa, bu ödülü kazanacaklardır.“İnfak ettikleri her nafaka...” cihad
için yaptıkları her harcama, “büyük olsun, küçük olsun...” az veya çok olsun, “Allah
yolunda aştıkları her vadi...” düşman üzerine giderken veya düşmanla
savaşmaktan dönerken aştıkları her vadi, “mutlaka onlar adına sevap olarak
yazılmıştır.” Yaptıkları hayır amaçlı harcamalar ve Allah yolunda vadiler
aşmak, onların hanesine birer iyilik olarak kaydedilmiştir. “Allah’ın,
yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi içindir.” Bu, onların,
cihada çıkmadan önce işledikleri en
güzel bir amel karşılığıdır.“Onlardan her bir to pluluktan bir grup...” her
kabileden bir topluluk, “dinde derin bir
kavrayış edinmek için, ” Rasûlüllah’ı dinlemek, onun yanında eğitim almak
suretiyle dinde fakihleşmek için “ve kavimlerini uyarmak için...” şirkin,
kötülüğün ve bozgunculuğun korkunç akibetlerine karşı uyarmak için, geride
kalabilirler. “Umulur ki onlar da kaçınıp-sakımrlar.” Böylece dünyada rezil
olmaktan, âhirette de azaptan kurtulmuş olurlar.
Bu
âyet, müslümanlann, Tebük seferinden geri kalmanın akibetini görmelerinden
sonra, ‘sağ kaldığımız sürece bir daha Rasûlüllah’ın çıktığı hiç bir seferden
geri kalmayacağız’ demeleri üzerine indi. Bu âyette Yüce Allah en uygun tavrı
onlara göstermektedir: “Öyleyse onlardan, her bir topluluktan...” her kabile
ve aşiretten, “bir grup çıktığında, bir grup da dinde bilgi edinmek ve
bilgilendirmek için geride kalabilir.” Rasûlüllah’la birlikte çıkan da, onunla
birlikte Medine’de kalan da dinde derin bir kavrayışa sahip olur.Çünkü her iki
durumda da Peygamberle birlikte olmuş ve ondan dini ölçüleri öğrenmiştir.Bu
dönüşümlü uygulama onlar için daha yararlıdır. Çünkü Rasûlüllah’Ia birlikte
olanlar dinlerini daha iyi ve derinden kavrama imkanını bulurlar. Dinde derin
kavrayışa sahip olanlar edindikleri bilgileri ve şeriatın sırlarını seferden
dönenlere aktarırlar. Sefere katılanlar da, geride kalan kardeşlerini
kâfirlerin küfür ve fesat nitelikli hayat biçimlerine karşı uyarırlar; böyle
bir duruma düşmekten sakındırırlar. Ki bu, her iki taraf için de hayırlı bir
faaliyettir.
“Ve
kavimlerine geri döndüklerinde onları uyarırlar. Umulur ki onlar da
kaçınıp-sakimrlar.” [151]
1- Her hayırda, hayatın tümünde Rasûlüllah’ı kendine tercih etmek
farzdır.
2- Allah yolunda cihada çıkmak büyük bir fazilet ve farzdu. Allah yolunda
cihada çıkan kimse büyük bir sevap kazanır.
3- Hayır işleyenler Allah katında üstün bir makama sahiptirler.
4- Niyet salih olduktan sonra ilim elde etmek için sefere çıkmak ile
ci-had için sefere çıkmanın fazileti birdir. İlim elde etmeye çalışan kişi
öğrenmek, amel etmek ve Allah rızâsı için karşılıksız olarak başkalarına
öğretmek için çabalamadığı sürece sevaba nail olamaz. Cihada çıkan mücahidin
amacı, sadece Allah’ın dinini yüceltmek olmadığı sürece ecir kazanmaz.
5- Ümmet, cihada ve mücahitlere muhtaç olduğu gibi ilme ve âlimlere de
ihtiyaç duyar. [152]
123- Ey inananlar! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın; onlar sizde bir
katılık bulsunlar. Bilin ki Allah, korunanlarla beraberdir.
İman
edenler. Allah’a, Rasûlüne, müjde ve tehditlerine imanedenler.Size yakın
olanlar. Ülkenize, ülkenizin sınırlarına en yakın olanları.Kâfirlerden.
Ayetteki “min” beyaniyedir. Yani “kâfirleri...”Caydırıcı bir güç ve sertlik bulsunlar.
Sizden korkup karşınızda yenilgiye uğrasmlar.
Muttakilerle
birlikte. Yardımı ve desteğiyle muttakilerle beraberdir. Muttakiler, şirkten
ve günahlardan sakınan, Yüce Allah’ın zafer ve hezimete ilişkin olarak koyduğu
evrensel yasa-ları gözardı etmekten kaçınan kimselerdir. [153]
Rasûlüllah
Efendimizin (s.a.v.) hayatının sonlarına doğru, Tebük seferinin sonucunda Arap
Yarımadası şirkten bütünüyle temizlendi; bir islâm yurdu (Daru’l-İslâm) haline
geldi. Ardından Yüce Allah, mü’minlere, Elçisinin vefatından sonra da cihadı
sürdürmelerini emretti. Bunun için nasıl bir yol izleyeceklerini de bildirdi.
En yakın kâfir topluluğuna daveti götürecekler ve imanı veya eman dileyip tâbi
olmayı kabul etmeyene, savaş ilân edeceklerdi.
En
yakın kâfirlerden maksat, O günkü konumda İslâm yurdunun komşusu konumundaki
Suriye ve Irak gibi ülkelerdi. Bu ülkelere yakın bir yerde karargâh kuracak,
onları şu üç şeyden birini kabul etmeye çağıracaklardı: a) İslâm dinine girmek,
b) Müslümanların himayesini ve ülkelerine girişlerini kabul etmek; yani
içlerinden gücü yetenlerin cizye vermesi. Buna karşılık müs-lümanların onları
himaye etmesi, eğitimlerini üstlenmesi, kendilerini İslâm’ın adalet ve
rahmetiyle yönetmesi, c) Ya da savaş... Aramızda Allah hükmünü verinceye kadar
savaş hali devam edecektir, diyeceklerdi.
Bir
ülkeyi topraklarına kattıktan sonra, sıra bir başkasına gelecekti. Bu süreç,
yeryüzünde müslümanlara yönelik dinden döndürme amaçlı baskı (fitne)
kalmaymcaya ve egemenlik tümüyle Allah’ın dininin oluncaya kadar devam
edecekti. Sonuçta insanlık âlemi dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşacaktı.Ayrıca
Yüce Allah şunu da bildirdi. Siz cihad ettiğiniz sürece, sizinyardımcınız
olacağım. Ama O’nun emir ve yasaklarına uymak şartıyla.“Ey iman edenler! İnkâr
edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde bir güç ve caydırıcılık
görsünler.” Sizde sertlik ve caydırıcılık görsünler. “Bilin ki Allah” yardım ve
desteğiyle “takva sahipleriyle beraberdir.” [154]
1- Cİhad etmek ve fitne ya da şirk yahut mü’minlere yönelik baskı
kal-mayıncaya, din ve hakimiyet bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar cihadı
sürdürmek farzdır.
2- Cihad hareketine, İslâm yurduna en yakm olan küfür memleketlerinden
başlamak şeriatın öngördüğü bir yöntemdir. Çünkü, “İyilik yapma hususunda
akrabalar öncelik hakkına sahiptirler.
3- İslâm ülkesi geniş bir coğrafyayı kapsadığı zaman, sınır bölgelerinde
yaşayan müslüman toplulukların kendilerine en yakın olan küfür beldelerine
cihad ilân etmeleri gerekir ve bu süreç kesintisiz devam eder.
4- Yüce Allah genel ve özel anlamda takva sahiplerine yardım etmeyi,
onları desteklemeyi vaadetmiştir. [155]
124- Ne zaman bir sûre indirilse
onlardan kimi: “Bu
hanginizin imanını artırdı?”
der. Bu inananların
imanını artırır; onlar sevinirler.
125- Fakat yüreklerinde hastalık
olanlara gelince bu,
onların pisliklerine pislik katar.
Ve onlar kâfir olarak ölürler.
126- Kendilerinin her yıl bir
iki defa sınandıklarını görmüyorlar mı? Yine
de tevbe etmiyor,
öğüt almıyorlar.
127- Bir süre indirildiği zaman: “Sizi
birisi görüyor mu?” diye birbirlerine bakar,
sonra sıvışırlar.Anlamaz bir
topluluk oldukları için Allah onların kalplerini çevirmiştir.
Sûre.
Kur’an’dan bir bölüm veya bir tam sûre. İmanı artar. Bu inen sûre İmanını
pekiştirdi ve arttırdı. Çünkü inen sûre faydalı bir yardım
gibidir.Müjdeliyorlar. Yüce Allah’ın kendilerine yönelik lütuflarından dolayı
sevinç içinde müjdeleşirler.Kalplerinde hastalık var. Şüphe, nifak ve şirk
içinde bocalayanlar.Onların pisliğini artıran. Kalplerinde ve nefislerinde
olan iğrençliğe iğrençlik katar. Sınavdan geçiriliyorlar .Kalplerinin
duyarlılığını yitirmiş olmalarından dolayı öğüt almıyorlar .Allah onların kalplerini çevirmiştir. Bu bir bedduadır.
Yani: onlar haktan yüz çevirdikleri için, bir daha hakka dörmıesinler.
Anlamıyorlar. Kalpleri koyu bir karanlık, nefisleri de iğrençlikiçinde olduğu
için kendilerine yönelik hitabın sırlarını derinden kavrayamazlar. [156]
Münafıkların
maskelerini indiren Tevbe sûresinde son kez münafıklardan sözediliyor: “Bir
sûre indirildiğinde...” Sayıları yüzondördü bulan Kur’an sûrelerinden biri,
münafıkların bulunmadığı bir toplantı esnasında İndirildiği ve bu sûre
dinleyicilere okunduğu zaman, münafıklardan bazısı: “Bu, hanginizin imanını
arttırdı?” der. Bu sözleri kibrin ve kendini beğenmişliğin ifadesidir. Buna
karşılık Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ancak iman edenlere gelince...” gerçekten
ve içtenlikle inananlara gelince, “onların imanını arttırmıştır.” Çünkü inen
sûre, onların daha önce bilmedikleri hükümleri ve haberleri kapsamaktadır. Bu
yüzden sûre indiğinde hemen ona inanırlar; böylece imanları artar. İnen
âyetler aracılığı ile inançları pekişir. “Ve onlar müjdeleşmektedirler.” Kur’an’ın,
bütünüyle hayır nitelikli haberinden dolayı sevinirler. İnançlarının pekişmesi,
yakini inançlarının artması dolayısıyla müjdeleşirler.
“Kalplerinde
hastalık olanların ise...” şüphe ve nifak içinde bocalayanların ise, “pisliklerine...”
şüphe ve münafıklıklarına, “pislik ekleyip arttırmış ve onlar kâfir kimseler
olarak ölmüşlerdir.”
“Görmüyorlar
mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya İki defa belâya Çarptırılıyorlar.”
Kalplerinde hastalık bulunan bu insanlar, münafıklıkları yüzünden yılda bir
veya iki kere çeşitli yükümlülükler ve teşhir etmeler aracılığı ile sınandıklarını
anlamadan, münafıklar olarak hayatlarını sürdürecekler mi? Ve “sonra tevbe
etmiyorlar.” nifaktan vazgeçmiyorlar “ve öğüt alıp düşünmüyorlar!” Gerekli
dersi çıkarıp tevbe etmiyorlar.
Bundan
sonraki âyete gelince, bu âyet sözkonusu münafıkların kötü hallerini, nahoş
davranışlarını konu ediyor ve kıyamet gününe kadar onların yüzlerine utanç ve
rezillik yaftasını yapıştırıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “bir sûre
indirildiğinde...” Onların da içinde bulunduğu bir mecliste, orada bulunanlara
bir Kur’an sûresi okunduğu zaman, “birbirine bakar...” kendi aralarında ve
korku içinde, yüzümüzün kızaracağı, ayıplarımızın yüzümüze vurulacağı bu
meclisten nasıl çıksak acaba, derler. “Sizi kimse görüyor mu?” Muhammed’in
(s.a.v.) arkadaşlarından sizi gören var mı, diye birbirlerine sorarlar. Eğer
cevap: Hayır, bizi kimse görmüyor ise, birbirlerini siper ederek o meclisten
uzaklaşırlar. Yüce Allah onlara yönelik bir beddua olarak şöyle buyuruyor: “Allah
onların kalplerini çevirmiştir.” Onları hidayetten uzak-laştırmıştır.“Gerçekten
onlar, kavramayan bir topluluk olduğu için...” âyetlerin sırlarını ve yol
göstericiliklerini kavrayamazlar. Onların sorunu kötü anlayışlarıdır; kötü
anlayışlarının sebebi ise, kalplerinin kararmış olmasıdır; kalplerinin
kararmasının nedeni ise kuşku, şirk ve nifaktır. Bundan Allah’a sığınırız. [157]
1- İman kuvvetlenir, zayıflar. İmanın kuvvetlenmesi itaat ile, zayıflaması
da günah iledir.
2- İman ve salih amellerden dolayı sevinmek caizdir.
3- Kalbinde hastalık bulunanın hastalığının artması ve kalbi sağlam
olanın bu iyiliğinin artması, Yüce Allah’ın kulların hayatına egemen kıldığı evrensel
yasalardan biridir.
4- Geniş boyutlarıyla münafıklık sorununu ele alan Tevbe sûresinin bu son
âyetlerinde münafıkların alçaklıkları ve çirkin yüzleri gözler önüne seriliyor.
5- İfade etme açısından “Namazdan veya dersten döndüm” yerine “namazı
veya dersi tamamladım” demek daha uygundur. [158]
128- Andolsun, içinizden size
öyle bir Elçi
geldi ki, sıkıntıya
uğramanız ona ağır
gelir; size düşkün,
mü’minlere şefkatli,
merhametlidir.
129- Eğer yüz çevirirlerse de
ki: “Allah bana yeter!
O’ndan başka ilah yoktur. O’na
dayandım, O büyük Arş’ın sahibidir!”
Kendinizden
bir peygamber. Soydaşınız, Arap kökenli Mu-hammed b. Abdullah elçi olarak size
gelmiştir. Onun gücüne gider. Ona ağır gelir. Sizİ sıkıntıya düşüren, size ağır
gelen.
Size
pek düşkündür. Sizin doğru yolu bulmanızı, sizin için hayırlı ve mutluluk
verici olan şeyleri çok ister.Şefkatlidir.Esirgeyicidir, merhametlidir.Eğer yüz
çevirirlerse. Eğer Allah’ın dininden ve senin sunduğun yol gösterici öğretiden
yüz çevirecek olurlarsa. Allah bana yeter.
O’ndan
başka ilah yoktur. Tek hakiki mabud O’dur. İşimi O’na havale ettim. O’na
güvenip dayandım. Yüce arşın Rabbi. Yüce Allah’ın Arşı. Kürsüsünün genişliği
gökler ve yeri kuşatmıştır. Kürsü ise, Arş karşısında uçsuz bucaksız bir çöle
düşmüş küçücük bir halka gibidir. [159]
Tevbe
sûresinin sonunda Yüce Allah tüm Araplara sesleniyor: “Size bir elçi
gelmiştir...” şerefli ve büyük bir peygamber size gelmiştir; “sizin içinizden.”
O da sizin gibi Adnan’ın soyundan gelir. Kureyş kabilesine mensuptur.
Haşimoğulları’nın Muttalibi kolundandır. Onu, soyluluğu, doğru sözlülüğü ve güvenilirliği
ile tanıyorsunuz. “Sıkıntıya düşmeniz onun gücüne gider.” Size ağır gelen onun
ağırına gider; sizi inciten onu incitir. Çünkü o sizdendir. Bir soydan gelen
kimsenin kendi soydaşlarına Öğüt vermesi gibi size içtenlikle öğüt veriyor. “Size
pek düşkündür.” Sizin doğru yolu bulmanızı, erdemliliğe ve mutluluğa erişmenizi
içtenlikle arzular. “Mü’minlere...” sizin içinizdeki ve diğer kavimler içindeki
mü’minlere karşı “şefkatli ve esirgeyicidir.” Mü’minlere şefkatlidir; onlara
acır, rahmete ve hayra kavuşmalarını ister. Şu halde ona inanın; onun sunduğu
aydınlığa tâbi olun ki, doğru yolu bulaşınız; mutluluğa erişesiniz, Onu İnkâr
etmeyin; yoksa sapıklığa düşer, bedbaht olursunuz...
“Eğer
onlar yüz çevirirlerse...” sunduğun mesaja öğretiye (dine) karşı burun
kıvırırlarsa, sakın karamsar olma ve de ki: Rabbim olan Allah bana yeter, her
hususta O bana kâfidir. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun dışında ibadete layık
gerçek bir mabud yoktur. Bu yüzden ben O’na kulluk ederim; insanları da O’na
kulluk etmeye davet ederim. Ben O’na tevekkül ettim. Her işimde O’na güvenip
dayandım. Ve büyük Arşın Rabbi O’dur. Ne dilerse olur. Dilemediği şey
kesinlikle olmaz. O’nun gücü herşeye yeter. [160]
1- Burada, Yüce Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v.) gönderişinin
özelde Araplara, genelde de tüm insanlığa yönelik büyük bir lütuf olduğu
vurgulanıyor.
2- Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mükemmel ahlâkına dikkat çekiliyor.
3- Kulun her işinde Allah’a tevekkül etmesinin, O’na güvenip dayanmasının
gerekliliği vurgulanıyor.
4- Rahman olan Allah’ın arşının büyüklüğü dile getiriliyor. [161]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/358.
[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/358-359.
[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/359-360.
[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/361-362.
[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/362-364.
[6] Hanefi Mezhebinde ise namazı terketmek büyük bir
günahtır. Ancak terkeden kâfir olmaz. Tabii namazı reddetmediği müddetçe.
[7] Bir görüşe göre de mânası Allah kelâmıdır; fakat
harfler yaratılmıştır, yani beşer sözüdür.
[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/364.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/365-366.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/366-367.
[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/367.
[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/368-369.
[13] Benu Bekir kabilesinden bir adam bir şiir okumuş ve
şiirinde Rasûiüllah’a hakaret etmişti. Huzaa kabilesinden bazı adamlar: “Eğer
bu şiiri bir daha tekrarlarsan burnunu keseriz!” demişlerdi. Adam şiiri bir
kez daha okumuş, onlar da adamın burnunu kesmişlerdi. Bunun üzerine iki kabile
arasında savaş patlak vermişti. Kureyşliler Benu Bekir kabilesine arka
çıkmışlardı. Huzaa kabilesinden Amr bin Salim Rasûlüllah’a gelerek yardım
istemişti. Bunun üzerine Rasûlüllah harekât emri vererek Mekke’yi fethetmişti.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/369-371.
[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/371.
[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/372.
[17] Rivayete göre Hz. Abbas tutsak olunca kâfirliğinden ve
akrabalık bağlarına riayet etmemekten dolayı suçlandı. Bunun üzerine kendisini
suçlayana, kötülüklerimizi sayıyorsunuz ama iyiliklerimizden sözetmiyorsunuz,
dedi. Hz. Ali ona, sizin iyilikleriniz de mi var, dedi. Evet, dedi. Mescid-i
Haram’ı onanyoruz.”Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi. Dolayısıyla,
müslümanların mescidlere ilişkin yükümlülükleri üstlenmeleri gerekir.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/372-373.
[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/373-374.
[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/375.
[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/375-376.
[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/376.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/377.
[24] İbn-i Abbas der ki: “Kim küfrü tercih eden baba ve
kardeşleri dost edinirse, müşrik olur. Çünkü şirke rıza şirktir.” Ancak kâfir
akrabalara bağışta bulunmak, iyilik etmek, müşriklerle ilişkileri kesme
ilkesinin kapsamına girmez. Çünkü Hz. Esma bir gün Rasûfüllab Efendimize şöyle
demiştir: “Benim annem istekli olarak yanıma geliyor. Ama müşriktir. Ben
onunla görüşüp ilgileneyim mi?” Rasûlüüah: “Annenle ilgin bulunsun,” buyurdu.
(Buhari)
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/378.
[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/378-379.
[27] Gerçeklen o yıldan sonra zaferler birbirini takip
etmiş, müslümanlar çok yerleri fethetmişlerdir.
[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/380-381.
[29] Müşrikler o mübarek yere, zarar vermek için
giremezler. Ancak görmek ve bilgi edinmek için girebilirler. (Ziya Eryılmaz)
[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/381-382.
[31] Bu durum, kâfirlerin mescitlere zarar verme durumu
sözkonusu olduğunda böyledir. Aksi takdirde girebilirler. (Ziya Eryılmaz)
[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/383.
[33] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/384.
[34] Âyct-i kerime açıkça yahudi ve hristiyanların Allah’a
ve âhiret gününe inandıklarına ilişkin iddialarını reddediyor. Şayet inanmış
olsalardı, bu inancın gereklerini yerine getirirlerdi.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/384-385.
[36] Âyct-i kerimede mecusilerden ve sabiilerden
sözcdilmiyor. Ancak fıkıh bilginlerinin büyük çoğunluğu, cizye ve zimrnilik
açısından ehl-i kitaba uygulanan hükmün onlar için de geçerli olacağı görüşündedir.
[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/385.
[38] Tefsirlerdeki rivayete göre yahudiler, Tevrat
hükümleriyle amel etmeyi bırakınca Yüce Allah, Tevrat’ı ihtiva eden Tabut’u
ortadan kaldırdı. Tevrat’ın yazılı metni ellerinden gittiği gibi
hafızalarındaki âyetler de büsbütün silindi. Tevrat’ın kalkmasına çok üzülen
Uzeyr (Kitab-i Mukaddes’e göre Ezra),Tevrat’ın kendisine verilmesi için Allah’a
çok yalvardı. Nihayet namazını kılarken Allah’tan inen bir nur, içine doldu ve
Tevrat, olduğu gibi kalbine doğdu. Uzeyr, Allah’ın Tevrat’ı kendisine verdiğini
kavmine duyurdu ve kutsal kitabı onlara öğretti. İşte bunun için
İsrailoğulları: “Uzeyr, Allah’ın oğlu
olmasaydı Tevrat kendisine verilmezdi” dediler. (Taberi X. III) ifnı;-israiloğullarından
alınmış olan bu rivayetin, Tevrat’a sağlamlık kazandırmak için yahudilerin
uydurması olduğu anlaşılıyor. Gerçek şu ki yahudilerin kutsal kitaplarını
taşıyan sandık bir kaç kez düşmanlarının eline geçmiş, kutsal kitap saldırıya
uğramış, bizzat Hz. Musa’ya verilen levhalar ortadan kaybolmuştur. Yahudi din
adamları, hafızalarında kalan âyetleri parça parça yazmışlar, Babil esaretinde
iyi bir yazıcı olan kâhin Ezra, bu şifai ve kısmen yazılı rivayetleri bir araya
toplayıp Yahudi Kutsal Kitabını bir bütün halinde ortaya çıkarmıştır. Bu
hizmetinden dolayı Ezra, İsrailoğullarmın takdir ve saygısını kazanmış; bu
saygı zamanla o kadar aşırı bir noktaya varmış ki yahudiler, Ezra’yı Allah’ın
oğlu saymışlar. (Ezra hakkında, Kitabı Mukaddes, Ezra, s. 466-76’ya bakınız.)
İşte Kur’an-ı Kerim, yahudilerin bu yanlış inançlarını reddetmektedir.
[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/387-388.
[40] Tirmizî, Hatem’in oğlu Adiy’in şöyle dediğini rivayel
eder: Bir gün boynumda altından bir haç olduğu halde Rasûİüllah’ın yanına
geldim. Bana: “Ey A-diy! Bu da ne?! At şu putu boynundan!” dedi ve sonra
“Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rablar edindiler.” âyetini okudu.
Orada bulunan Huzeyfe: “Hristiyanlar bilgin ve rahiplerine ibadet ediyorlar
mı?” diye sordu. Rasû-lüllah: “Hayır, ama Rahipler ve bilginler Allah’ın haram
kıldığını helal, helal kıldığını da haram kılıyorlar; hristiyanlar da buna
uyuyorlar,” şeklinde cevap verdi. Yani bu durum Rahipleri ve bilginleri Rabler
edinmektir.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/388-389.
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/389-390.
[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/391.
[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/391-392.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/392.
[46] Nesi’ savaşmanın yasak edildiği ayı, başka bir aya
ertelemektir. Haram ayda boğazlaşmaları gerektiği zaman o ayı hclai yapar,
başka bir ayı onun yerine haram sayarlardı.
Haram aylarda savaş yasağı,
İslâm’da kaldırılmıştır.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/394.
[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/394-396.
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/396.
[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/398.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/398-399.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/399-400.
[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/401.
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/401-402.
[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/402.
[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/403-404.
[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/404-405.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/405.
[59] Bu âyetler, Tebük Savaşı’ndaki olayları anlatmaktadır.
Münafıklar bu çetin günlerde İslâm ordusuna katılmamışlar, bahaneler uydurarak
Allah’ın elçisinden izin almışlar, savaşa gitmemişlerdi. Allah’ın Rasûlü de
bunlara izin vermişti. Çünkü gönülsüz savaşa katılan insanlardan bir hayır
gelmeyeceğini biliyordu. İşte âyetler, onların bu kötü davranışlarını
mü’minlcrc anlatmaktadır.
[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/406.
[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/406-407.
[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/407-408.
[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/409.
[64] Şehidlik veya zafer.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/409-411.
[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/411.
[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/412.
[68] Bir münafığın tevbe ettikten sonra infak etmesi bir
mü’minin infakı gibidir. Kabul edilmeyen ise Allah için değil de şahsi
menfaatlerinden dolayı gönüllü olarak yaptıklarıdır. Onlar bu infaktan menfaat
umarlar. Bundan dolayı da kabul edilmez.
[69] İbn-i Abbas der ki: Münafık kimse bir topluluk içinde
olduğu zaman namaz kılar. Yalnız kalınca kılmaz. Çünkü münafık namaz kıldığı
zaman sevabı, ter-kettiği zaman cezası olduğuna inanmaz. Bütün ibadetlere karşı
sergilenen tembelliğin altında bu inançsızlık yatar.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/412-413.
[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/413-414.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/415.
[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/415-416.
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/416.
[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/417.
[76] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/418-419.
[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/419.
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/420-421.
[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/421-422.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/422.
[81] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/423.
[82] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/424-425.
[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/425.
[84] Sodom, Gomore ve Erme.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/427-428..
[86] Nemrudb. Kenan ve topluluğu.
[87] Sodom, Gomore ve Erme.
[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/428-430.
[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/430.
[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/431.
[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/431-432.
[92] Buhari ve Müslim ve Malik ‘Muvatta’ında Ebu Said
el-Hudri’den şöyle rivayet ederler: Rasûlüllah buyurdu ki: Yüce Allah cennet
ehline şöyle der: “Ey cennet ehli!” Onlar: “Buyur, Rabbimiz, saadetler dileriz,
hayır senin elindedir...” derler. “Razı oldunuz mu?” Derler ki: “Niye razı
olmayalım, ey Rabbimiz! Hiç kimseye vermediğini bize bahşettin!” Allah der ki:
“Bundan daha ı-yisini bahşedeyim mi?” Derler ki: “Ya Rab, bundan daha üstün
olan nedir?” Buyurur ki: “Sizden hoşnut olurum ve ebediyen size gadapfanmam.”
[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/433.
[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/434.
[95] Kendilerine sert ve etkili ifadeler kullanılır.
[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/435-436.
[97] Hz. Ali der ki: Allah’ın dört kılıcı vardır. Biri
müşriklere karşı kullanılır: “Müşriklerle savaşın.” (Tevbe, 36) Biri kâfirlere
karşı kullanılır: “Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlarla savaşın.” (Tevbe,
29) Biri münafıklara karşı kullanılır: “Ey Peygamber! Kâfirlerle ve
münafıklarla cihad et.” (Tevbe, 73) Biri de şeriat yönetimine karşı çıkanlara
karşı kullanılır: “Azgınlarla Allah’ın buyruğuna (şeriata) dönünceye kadar savaşınız.”
(Hucurat, 9)
[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/436.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/437-438.
[100] Bu söz verme kişinin “Allah bana bol para verse ben de
o zaman düşkünlere yardım ederim” şeklindeki düşüncesi veya teleffuzu ile olur.
[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/438-439.
[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/439.
[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/440.
[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/440441.
[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/441.
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/443.
[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/443-444.
[108] Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allah’a
andolsun, eğer siz benim bildiklerimi bilseydiniz, kesinlikle çok az güler,
çok ağlardınız; dağların başına çıkar, yüksek sesle Allah’a yakarırdıniz!..”
[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/444.
[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/445.
[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/445-446.
[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/446.
[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/447-448.
[114] Buradaki utanç kadınların değil, kendisine verilen
görevi terkedip savaştan muaf olanlarla oturup kendi görev ve sorumluluklarını
inkâr edenlerin utancıdır.
[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/448-449.
[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/449.
[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/450-451.
[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/451-452.
[119] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/452.
[120] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/454.
[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/454-455.
[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/455.
[123] Bunlar günümüzde şehirlerde de yaşar.
[124] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/457.
[125] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/457-458.
[126] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/458.
[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/460.
[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/460-461.
[129] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/461.
[130] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/463.
[131] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/463-464.
[132] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/464-465.
[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/466.
[134] Rahip Ebu Amir. Rahip diye anılmasının sebebi,
hristiyanlığı benimsemiş olmasıdır. SahifoğuIIarı yenilince Bizanslılara
sığındı ve kâfir olarak öldü.
[135] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/466-469.
[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/469-470.
[137] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/471-472.
[138] Taberani, Hz. Aişe’nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet
eder: “Bu ümmetin seyahati oruçtur.” Yani Allah-u Teâlâ müminlerden İslâmî
ölçülerde seyahat edenlere nafile oruç tutmuş gibi sevap vermektedir. Ebu
Hureyre, Hz. Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ümmetimin seyahati
oruçtur.” Bir başka hadiste: “Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır.”
buyurmuştur.
[139] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/473-473.
[140] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/473.
[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/475.
[142] Meryem süresi 47
[143] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/475-476.
[144] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/476-477.
[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/478.
[146] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/478-479.
[147] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/480.
[148] Yani mü’minler Allah yolunda açlık ve susuzluğa,
sıkıntıya uğradıkça, bir yeri zaptettikçe veya düşmana karşı başarı kazandıkça
kendilerine sevap yazılır.
[149] Bu âyet, bir milletin, savaş zamanında dahi ilmi
faliyetlerini sürdürmesini ve ilimle uğraşacak bir zümrenin görevlendirilip
onların sadece bu işle ilgilenmesini öngörmektedir. Öyle ya, savaş yıllarca
sürebilir. Bir milletin ayakta durabilmesi için din adamlarının, ilim
adamlarının bilgi, iman ve teknik bakımdan savaşan zümreyi beslemeleri gerekir.
Zaruret olmadan yetişmiş elemanların, din ve ilim adamlarının savaş alanına
götürülmesi doğru değildir. Onlar cephe gerisinde çalışacaklar, bilgilerini
ilerletecekler, milletin çocuklarına iman ve ilim aşılayacaklar, sanat
öğretecekler, fabrikalarını çalıştıracaklar, eğitim-öğretimi besleyeceklerdir.
Ancak bu suretle o milletin ordusu arkadan güç alır, azimle çarpışır. Bazı
kimseler, İslâm’da din adamı olmadığını söylerler. İşte bu âyet, onlara da
cevaptır. Gerçi İslâm’da Allah ile kul arasında aracı yoktur; ruhbanlık yoktur
ama din adamı, yani din işlerinde ihtisas sahibi kimselerin bulunması, bu âyet
ile farz kılınmaktadır. Milletten mutlaka bir grubun bu işle
görevlendirilmesini bu âyetin manası farz-ı kifaye kılmıştır. Şayet cemiyet
içinde dini görevleri Öğretecek ve yönetecek hiç kimse bulunmazsa, bütün
cemiyet günahkâr olur.
[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/482.
[151] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/482-484.
[152] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/484.
[153] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/485.
[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/485-486.
[155] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/486.
[156] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
3/487-488.
[157] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/488-489.
[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/489.
[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/490.
[160] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/490-491.
[161] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 3/491.