TEVBE SÜRESİ 4

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 7

Sonuç. 7

Sözlük. 7

Açıklama. 8

Sonuç. 8

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 9

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 11

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 12

Sonuç. 12

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 15

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 16

Sonuç. 17

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 20

Açıklama. 20

Sonuç. 21

Sözlük. 21

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 24

Sonuç. 24

Sözlük. 24

Açıklama. 24

Sonuç. 25

Sözlük. 25

Açıklama. 26

Sonuç. 26

Sözlük. 26

Açıklama. 27

Sonuç. 27

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 29

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 31

Sözlük. 31

Açıklama. 31

Sonuç. 32

Sözlük. 32

Açıklama. 32

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 33

Sözlük. 34

Açıklama. 34

Sonuç. 34

Sözlük. 34

Açıklama. 35

Sonuç. 35

Sözlük. 36

Açıklama. 36

Sonuç. 36

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 37

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 38

Sözlük. 39

Açıklama. 39

Sonuç. 40

Sözlük. 40

Açıklama. 40

Sonuç. 41

Sözlük. 41

Açıklama. 41

Sonuç. 42

Sözlük. 43

Açıklama. 43

Sonuç. 44

Sözlük. 44

Açıklama. 44

Sonuç. 45

Sözlük. 45

Açıklama. 45

Sonuç. 46

Sözlük. 46

Açıklama. 47

Sonuç. 47

Sözlük. 48

Açıklama. 48

Sonuç. 48

Sözlük. 48

Açıklama. 49

Sonuç. 49

Sözlük. 49

Açıklama. 50

Sonuç. 50


TEVBE SÜRESİ

 

1- Allah   ve  Elçisinden,   andlaşma  yaptığınız  müşriklere   ih­tardır.

2- Dört   ay   daha  yeryüzünde   dolaşın,   bilin   ki   siz,   Allah’ı aciz  bırakamazsınız   ve  Allah,   kâfirleri  rezil  edecektir!

3- En  Büyük Hac günü, Allah  ve Rasûlünden  insanlara  du­yurudur:   Allah   ve   Rasûlü  puta   tapanlardan   uzaktır.   Eğer  tevbe ederseniz,   bu   sizin   için   daha   iyidir.   Ve   eğer  dönerseniz  bilin   ki siz Allah’ı  aciz  bırakacak  değilsiniz.  Ey Muhammedi  Kâfirleri  acı bir azap  ile  müjdele.

4- Ancak   andlaşma  yaptığınız   müşriklerden,   andlaşma   şart­larından   hiçbir  şeyi  size   karşı   eksik  tutmayan   ve   size   karşı   hiç kimseye   arka   çıkmayanların   andlaşmalarını,   kendilerine   tanıdığı­nız  süreye   kadar  tamamlayın.   Çünkü Allah   korunanları  sever.

 

Sözlük

 

Beri olmak. Bu bir uyarıdır. İlişkileri kesme, uzaklaşma, ayrılma ültimatomudur.Anlaştınız. Andlaşma imzaladıklarınız.Yeryüzünde dolaşın. Bir kurtuluş yolu bulmak için yeryüzünde seyahat edin, dolaşın.

Kâfirleri alçaltir. Onları hor ve zelil kılar.Allah’tan bir duyuru Hacc-i ekber günü, kurban kesim günü.

Sizden bir şey eksiltmediler. Andlaşmanm şartlarından birşey  eksiltmeyenler.Size karşı kimseye yardım etmeyenler. Yani sizin aleyhinize  başkalarıyla yardımlaşmayanlar. [1]

 

Açıklama

 

Kur’an-ı Kerim’de başında besmele bulunmayan tek sûre budur. Çünkü sûre azap içeren âyetlerle başlıyor. Bu ise, rahmetten sözedilmeyecek bir hu­sustur. Aynı zamanda en son inen sûrelerden biridir...

Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) hicri dokuzuncu yılda, Hz. Ali’yi (r.a.) ve bir grup sahabeyi, hacc mevsiminde bu âyetleri okumak üzere Mekke’ye gönderdi. Bu sûrede, müşriklere şu hususlar duyuruluyordu: Kendileriyle, yıl veya ay gibi sınırlandırmalar olmaksızın mutlak olarak andlaşma yapılanlar, dört aydan daha az veya daha çok bir süre için antlaşma imzalayanlar, ama bu antlaşmalarının gereklerini yerine getirmeyenler.. Yeryüzünde tam bir güvenlik içinde dört aylık bir süre için dolaşın, eğer müslüman olursanız, bu, sizin için daha hayırlıdır. Yok, İslâmî ölçülerin hakim olduğu Arap yarımada­sının dışına çıkmayı yeğlerseniz, bu da sizin hakkınızdır. Ama müşrik olarak Islâmla savaş halinde iken Arap yarımadasında kalırsanız, Mekke’nin fethi ve Taif halkının müslüman olması ile birlikte artık bir İslâm yurdu haline gelen Arap yarımadasının hangi bölgesinde olsanız, yakalanıp öldürüleceksiniz... Bu, “Allah’tan ve Rasûlünden kesin bir uyarıdır” ve “müşriklerden kendile­riyle andlaşma imzaladıklarınıza” yöneliktir. “Bundan böyle yeryüzünde dört ay dolaşın.” Bu süre, kurban bayramının ilk gününden itibareçdir.

“Ve bilin ki Allah’ı, aciz bırakacak değilsiniz.” Onu bir şekilde atlata-mazsımz; Allah’ın üzerinizdeki karşı konulmaz hakimiyetinden, otoritesinden kaçamazsınız; bu bir. İkincisi: “Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağı­lık kılıcıdır.” Onları alçaltır, burunlarını sürter.

“Allah’tan ve Rasûlünden insanlara bir duyuru.” Bu, müşriklere “büyük hacc günü,” Kurban bayramı gününden itibaren Allah’tan ve Rasûlünden in­sanlara yönelik bir ilân, bir bildirgedir. O gün hacılar memleketlerine dönme­den önce Mina’da istirahat ve hazırlık amacı ile toplanırlar. Bu duyurunun ma­hiyeti ise şöyledir: “Kesin olarak Allah, müşriklerden uzaktır; O’nun Rasûlü de...” müşriklerden uzak ve beridir. “Eğer tevbe ederseniz.” Ey müşrikler! Eğer Allah’ın birliğini kabul etmek, Rasûlüne iman etmek, O’na ve Rasûlüne itaat etmek suretiyle tevbe ederseniz “bu sizin için daha hayırlıdır.” Şirkte, küfürde ve günahta ısrar etmenizden daha iyidir. “Yok eğer yüz çevirirse­niz..” iman ve itaate yanaşmazsanız., “bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz...” Hiç bir şekilde O’nu ati atamazsınız; karşı konulmaz otoritesin­den kurtulamaz, O’ndan kaçamazsınız. Çünkü hiç kimse Allah’a karşı üstün­lük sağlayamaz. Hiç kimse O’nun hakimiyetinden, otoritesinden kaçıp kurtu­lamaz.

Ardından Yüce Allah Rasûlüne şu emri veriyor: “İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.” Tevbe etmezlerse, kesin olarak azaba çarptırılacaklarını ha­ber ver. “Ancak müşriklerden kendileriyle andlaşma imzaladıklarınızdan bir şeyi eksiltmeyenler” andlaşmanm şartlarını çiğnemeyenler “ve size karşı kimseye yardım etmeyenler başka.” Düşmanlarınıza adam ve silah yardımı veya görüş belirtme şeklinde destek sağlamayanlar hariç. Allah ve Rasûlü andlaşmalarına bağlı olan bu insanlarla ilişkiyi kesmiyorlar: “Artık andlaş-malarını süresi bitene kadar tamamlayın.” Andlaşmanm geçerli olacağı. Önce­den belirlenen sürenin sonunu bekleyin. Andlaşmaya bağlı kaim; onlar and-laşmayı bozmadıkça, siz bozan taraf olmayın. Süre bitince de ya müslüman olurlar, ya da kendilerine savaş açılır. Çünkü İslâm yurdunda ve İslâm’ın ça­tısı altında şirkin varlığını sürdürmesi mümkün değildir. [2]

 

Sonuç

 

1- Müslümanlara kesin olarak gelebilecek bir zararı bertaraf etme veya İslâm ve müslümanlara yönelik kesin bir menfaati sağlama amacına yönelik olduğu sürece müslümanların kâfirlerle andlaşma imzalamaları caizdir.

2- Andlaşmaya ihanet etmek ve ahdi bozmak haramdır. Bu yüzden and-laşmanın feshedildiği açıkça duyurulmahdır. Karşı tarafa genel bir kaide gibi sunulmuş senenin üçte biri kadar bir süre tanıyıp, kendileri için en uygun olan tutumu belirlemelerine fırsat tanınmalıdır.

3- Süresi belli olan andlaşmalara, sürelerinin bitimine kadar bağlı kal­mak farzdır; karşı taraf andlaşmanın şartlarını çiğnemediği müddetçe.

4- Takva üstün bir meziyettir. Muttakiler de Allah katında üstün dere­celere sahiptirler. Takva ise, Allah’ın hoşnut olduğu şeyleri yapmak; hoşnut olmadığı şeyleri de yapmamak suretiyle O’nun azabından korkup sakınmak demektir. [3]

 

5- Haram   ayları   (kendisinde   savaşılması  yasaklanan   aylar) Çıkınca Allah’a  ortak  koşanları  nerede   bulursanız  öldürün;  onları yakalayın,   hapsedin   ve   her  gözetleme  yerinde   oturup   onları   bek­leyîn.   Eğer   tevbe   ederler,   namazı   kılarlar,   zekâtı   verirlerse   yol­larını   serbest  bırakın.   Çünkü  Allah   bağışlayan,   esirgeyendir.

6- Ve   eğer   ortak   koşanlardan   biri  güvence   (eman)   dileyip yanına  gelmek  isterse,   onu  yanına  al  ki,  Allah’ın   sözünü  işitsin; sonra  onu güven  içinde  bulunacağı yere  ulaştır.  Böyle yap,  çünkü onlar,  bilmez bir topluluktur.

7- Ortak  koşanların,  Allah’ın  yanında   ve  Elçisinin  yanında nasıl   andlaşması   olabilir?   Ancak   Mescid-i   Haram1 da   andlaştık-larınız  hariç.   Onlar  size  dürüst  davrandıkça  siz  de  onlara  dürüst davranın;  çünkü Allah,  günahlardan  korunanları sever.

8- Evet, Allah  ve  Elçisi yanında  onların  nasıl ahdi  olabilir? Eğer  onlar size galib  gelselerdi, sizin  hakkınızda  ne and ne de  and-laşma   gözetmezlerdi.   Ağızlarıyla   sizi   razı   ederler;   fakat   kalp­leri  sizi  istemez.   Çokları  da yoldan  çıkmışlardır.

 

Sözlük

 

Haram aylar tamamlanınca. Müşriklerle saldırmazlık andlaşması imzaladığınız bu dört ay sona erince. Onları nerede bulursanız; nerede karşılaşırsanız; Mescid-i Haram sınırları içinde veya dışında fitneyi ortadan kaldırmak için savaş etmek gerekiyorsa savaşılır.Onları tutun. Esir alın, tutuklayın.Onları kuşatın. Kendi istekleriyle teslim olana kadar, onları kuşatma altında tutun.Onlar için her geçit yerlerinde oturun. Onların, hareketlerini gözetleyin. Nöbet tutun.Eğer tevbe ederlerse; Allah ve Rasûlüne inanırlarsa.Yollarını açıverin. Artık bulundukları yerleri kuşatmayın, taki­bat altına almayın, onlarla savaşmayın.Senden “eman”, sığınma güvenliği, talep ederse. Güvenlik içinde olacağı yer.Size karşı doğru bir tutum takındıkça; ahitlerini bozmadıkça;

 uzlaşma şartlarını çiğnemedikçe.Eğer size karşı galip gelirlerse. Yani kâfirler size galip geldik­lerinde hiç bir zaman andlaşmalara niyet etmezler. Size karşı gözetmezler; sizinle olan akrabalık bağı ve andlaşma şartlarını gözetmezler, size saygı göstermezler. Ne akrabalık bağı, ne de andlaşma şartları[4]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, müşriklere yönelik topyekün bir savaş ilânı ile devam ediyor.Buradaki amaç bir İslâm yurdu ve İslâm’ın merkez üssü konumuna ge­len Arap yarımadasını müşrik artıklarından temizlemektir. Bu meyanda Yüce Allah, Rasûlüne ve mü’minlere şu buyruğu veriyor: “Haram aylar sıyrılıp bi­tince..” kendileri ile andlaşma imzalamadan ‘eman (güvence)’ verdiğiniz veya dört aydan daha az, ya da daha fazla bir süre için andlaşma imzaladığınız müşriklerle ilgili olarak, dört aylık süre tamamlanınca “..müşrikleri bulduğu­nuz yerde öldürün..” Mescid-i Haram sınırları içinde veya dışında “..onları tu-tuklayın..” esir alın., “kuşatın..” teslim olana kadar yerleşim birimlerini kuşat­ma altında tutun “..ve onların bütün geçit yerlerini kesip tutun..” yollarını, başka bölgelerle bağlantılarını kesin ki, müslüman olsunlar veya teslim ol­sunlar. “Eğer tevbe ederlerse..” şirkten tevbe edip, sizinle savaşmaktan vaz­geçerlerse., “namaz kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, yollarım açıverin.” Çünkü artık sizin gibi müslüman olmuşlardır. “Gerçekten Allah, bağışlayandır, esir­geyendir.” Allah onları bağışlayacaktır. Müslüman olmalarından dolayı onlara merhamet edecektir. O, gafurdur, rahimdir.Bundan sonraki âyet-i kerimede ise, Yüce Allah Rasûlüne, kendisinden sığınma hakkı talep eden müşriklere bu hakkı tanımasını, eman vermesini emrediyor; ki, Allah’ın kelâmını dinlesinler, İslâm duyurusunu anlasınlar. Bun­dan sonra serbesttirler. Dilerlerse müslüman olurlar ve bu, onlar için daha hayırlıdır. Eğer müslüman olmazlarsa, Rasûlüllah onları güvenlik içinde yaşayabilecekleri bir yere gönderecek, müslümanların onları öldürmemelerini sağlayacaktır. “Eğer müşriklerden biri, senden kendisinin himaye edilmesini isterse, onu himaye et; öyle ki Allah’ın sözünü dinleme imkânı bulsun; sonra onu güvenlik içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların elbet bilmeyen bir toplu­luk olmaları nedeniyledir.” Bu yüzden Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) müş­riklerin ‘eman’ dilemelerini kabul etmiştir ki, Allah’ın kelâmını dinlemiş olsun­lar. Zira eğer bilmiş olsalardı, tevhidi bırakıp şirke sapmazlardı...

Ardından Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Müşriklerin Allah ve Rasülü-nün katında nasıl bir sözleşmesi olabilir?” Bu soru, olumsuzluk ve hayret ifade eder. Yani onlar andlaşmalara ihanet eden kâfirler olarak kaldıkları sürece, Allah ve Rasûlü katında bir ahitleri olmaz; ancak “Mescid-i Haram yanında kendileriyle andlaştıklarınız dışında. Şu halde onlar (Mescid-i Haram yanında anlaştıklarınız) size karşı doğru bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, itaat edenleri sever.” Burada Bekir bin Kenane oğullarının bir koluna işaret ediliyor. Bunlar Hudeybiye Andlaşmasınm imzalandığı yıl, Rasûlüllah Efendimizle saldırmazlık and-laşması imzalamışlardı. Yerleşim mıntıkaları da Mescid-i Haram’ın yakınıydı. İşte bunlar, andlaşmayı bozmadıkları sürece, doğru bir tavır sergiledikleri sürece ahit ve zimmet ehli (korunan, dokunulmayan kitab ehli) kabul edile­ceklerdi. Onlar doğru tutum sergiledikçe, müslümanlar da doğru tutum sergi­leyecek, onları öldürmeyecek, andlaşmalarına bağlı kalacak. Çünkü Allah andlaşmaya ihanet edeni sevmez; kendisinden korkup sakınanları sever.

“Nasıl olabilir ki? Eğer galip gelirlerse size karşı ne akrabalık bağ­larını ne de sözleşme hükümlerini gözetip tanırlar.” Bu hayret üslûbunda olumsuzluk ifadesidir. Yani, müşrikler için sizinle imzaladıkları andlaşmaya bağlı kalmak olacak şey mi? Eğer savaşta sizi yenilgiye uğratırlarsa, size karşı akrabalık bağlarını ve sözleşme hükümlerini gözetmezler. Sizi kılıçtan geçirirler.

“Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar.” Burada Yüce Allah, ahitlerini bozan, andlaşmalarının hükümlerine ihanet eden bu müşriklerin, yalan sözlerle mü’minleri hoşnut kılmaya çalıştıklarını, ama kalplerinin kâfir olduğunu, dillerinin söylediğine kalplerinin karşı çıktığını, buna inan­madığını, bunu onaylamadığını haber veriyor. “Onların çoğu fasık kimseler­dir.” Bir dîne, bir andlaşmaya bağlı kalmak, sözleşmelere uymak nedir bil­mezler. Bu ifade bir açıdan, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) vefatından önce Arap ya­rımadasını şirk kırıntılarından temizleme amacına yönelik olarak müslüman-ları müşriklerle savaşmaya, mahallerini kuşatma altında tutmaya, onları esir almaya teşvik ediyor. [5]

 

Sonuç

 

1- Karşı taraf andlaşmayı ihlal etmediği sürece bağlılığı sürdürmek far­zdır.

2- Savaşta kararlı olmak; ölümcül darbeler indirmek gerekir.

3- Öncelikle Arap yarımadasını her türlü şirkten ve küfürden temizle­mek gerekir. Çünkü orası İslâm’ın yurdu ve merkez üssüdür. Daha sonra da İslâm’ın adaletini bütün dünyaya yaygınlaştırmalıyız.

4- İmanın sahih olması için namaz kılmak şarttır. Namazı terkeden kâfirdir; mü’min değüdir.[6]

5- Em an dileyenlere dokunulmaz. Bu hak onlara verilmelidir. Kâfir bir devletin elçileri ve temsilcileri de dokunulmazlık hakkına sahiptirler. Bunların can güvenliklerini sağlamak gerekir.

6- İslâm dinini öğrenmek için İslâm ülkesine giriş izni isteyen her kâfirin, bu isteğini olumlu karşılamak gerekir.

7- Kur’an, harfleriyle ve manasıyla Allah kelâmıdır. Bunun delili de Rasûlüllah Efendimizin okuduğu âyetler için Yüce Allah’ın: “...Öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun.” buyurmasıdır[7]

8- Allah’ı düşünmek, akrabalık bağlarına saygı ve andlaşmalara bağlı kalmaya özen göstermek farzdır. [8]

 

9- Allah’ın âyetlerini az bir paraya sattılar da O’nun yoluna engel  oldular.   Onların  yaptıkları,  gerçekten  ne  kötüdür.

10- Bir mü’mine karşı ne and, ne de andlaşma gözetmezler. İşte  saldırganlar  onlardır.

11- Eğer  tevbe   ederler,   namazı  kılarlar  ve  zekâtı   verirlerse, dinde   sizin   kardeslerinizdir.   Biz,   bilen   bir  topluma  âyetleri  böyle uzun  uzun  açıklıyoruz.

12- Eğer andlaşma yaptıktan  sonra  andlarını  bozarlar  ve  di­ninize   dil   uzatırlarsa,   o   küfür   önderleriyle   savaşın.   Çünkü   on­ların  andları yoktur;  belki  böylece  küfürden  vazgeçerler.

 

Sözlük

 

Allah’ın âyetlerini sattılar (Bunun karşılığında küfrü satın aldılar).Yola set çektiler. Allah’ın yolu olan İslâm’dan yüz çevirdikleri gibi başkalarının da bu yola girmelerine engel oldular.Ne kötü.Gözetmezler.Yeminler. Bağlar. İlişkiler. Allah bu ayetlerde, kâfirlerin ne akrabalık bağlarını ne de andlaşma hükümlerini gözetme­dikleri bildirilmiştir.Eğer tevbe ederlerse. Şirkten ve müslümanlara karşı savaşmaktan vazgeçerlerse.Bozdular, çiğnediler. Ahitlerini bozar ve andlaşmalannı çiğnerlerse.Dininize iftira ettiler. İslâm’m inanç sistemini, ibadet biçimini ve insanlar arası ilişkileri düzenleyen hükümlerini eleştirirlerse Küfrü izlenen liderler. Küfrün elebaşları. Küfrün önderleri. Şirk, kötülük ve bozgunculukta taklit edilen, [9]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, müşriklerin durumlarını, onlara karşı takınılacak tavırları beyan ederek sürüyor: “Allah’ın âyetlerine karşılık az bir değeri satın aldılaT.” Yani ifnam satıp karşılığında küfrü aldılar; mutluluk ve erdeme ulaştıran biri­cik hayat sistemi olan İslâmdan kendileri yüz çevirdikleri gibi izleyicilerinin de İslâm dinine girmelerine engel oldular. Bu yüzden Yüce Allah onların bu davranışlarını şu şekilde yeriyor: “Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.”

Yine Yüce Allah’ın bize haber verdiğine göre, bir mü’minin aleyhine on­ların eline fırsat geçerse, akrabalık bağlarını, aralarındaki sözleşme hüküm­lerini gözetmezler. Hiç bir andlaşmamn onlar nezdinde geçerliliği yoktur. “Onlar bir mü’mine karşı ne akrabalık bağlarını, ne de sözleşme hükümlerini gözetip-tamrlar. îşte bunlar, haddi aşmakta olanlardır.” Yüce Allah’ın onları haddi aşanlar şeklinde nitelendirmesi gösteriyor ki, herhangi bir andlaşmaya saygı duymazlar; hiç bir hususta Allah’tan korkup sakınmazlar. Çünkü içinde yaşadıkları küfür ve günah dolu hayat biçimi kalplerini karartmıştır. Bu yüzden müslümanlar her nerede karşılaşırlarsa onları öldürmeli, tutsak al­malı, yerleşim birimlerini kuşatma altında tutmalı, dış dünya ile bağlantılarını kesmeliler. Belki böylece silahlarını bırakıp Allah’a veya mü’minlere teslim olurlar; iman etmek ve İslâm’a girmek suretiyle tevbe ederler.

“Eğer onlar tevbe edip namazı kılarlarsa ve zekâtı verirlerse, artık on­lar sizin dinde kardeşlerinizdir.” ... “Bilen bir toplum için âyetleri böyle birer birer açıklarız.” Bu âyetler, Allah’ın birliğine ilişkin kesin deliller içerir ve Rasûlüllah’ın (s.a.v.) peygamberliğini isbat eder. Şeriatın savaş ve barışla il­gili hükümlerini kapsarlar. “Bilen bir toplum için.” Çünkü cehalet ehli bu âyetlerden yararlanamaz, kalpleri koyu bir karanlık içindedir, onların akılları şirkin saptırmasıyla bozulmuştur. Gösteriş ve tutkularının esiridirler.

“Ve eğer andlaşmalarından sonra, yine yeminlerini bozarlarsa ve dini­nize hınç besleyip s aldırırlar s a...” Kendileriyle andlaşma imzaladığınız bu müşrikler yeminlerini bozarlarsa, sözleşme ve andlaşmamn hükümlerini çiğnerlerse, İslâm’a kusur bulup hınçla eleştiri odağı haline getirirlerse, bu du­rumda onlar küfrün önderleri, kâfirlerin başkanlarıdırlar. O zaman hiç vakit kaybetmeden onlara karşı savaş ilan edin; sizin yanınızda ettikleri yeminlere itibar etmeyin. Çünkü onlar yeminleri olmayan kimselerdir. Belki küfre, iha­nete ve dönekliğe son verirler; Allah’ı tanır, müslüman olur ve tıpkı sizin gibi Allah’ın düşmanları değil, dostları olurlar.  [10]

 

Sonuç

 

1- Kâfirlerin hayat biçimleri, çarpık uygulamaları, hakka karşılık batılı, hidayete karşılık sapıklığı satın almaları yeriliyor.

2- Her kim “haddi aşan,” aşırılık niteliğine sahipse, hiç bir şeyde ona güvenilmez; sözlerine itibar ve itimad edilmez. Çünkü böyle birinin kişilik onuru kalmamıştır.

3- İslâm kardeşliği iman esasına dayanır.

4- Dini eleştirmek küfürdür; dinden dönmedir. Böyle yapan kimse Al­lah’a ve mü’minlere savaş açtığında onları öldürmek, onlara savaş açmak farzdır. [11]

 

13- Analarını   bozan,   Elçiyi  Mekke’den   çıkarmaya  yeltenen ve   ilk   önce   kendileri   sizinle   savaşa   başlamış   olan   bir   kavimle savaşmayacak  mısınız?   Yoksa   onlardan   korkuyor  musunuz?  Eğer gerçekten    inanan   insanlar   iseniz,    kendisinden   korkmanıza   en lâyık olan Allah’tır.

14- Onlarla   savaşın   ki  Allah   sizin   ellerinizle   onlara   azap etsin,   onları   rezil  etsin;   sizi   onlara   üstün   getirsin   ve   inananlar toplumunun  göğüslerine   şifa   versin;

15- Yüreklerinin   öfkesini  gidersin.   Allah,   dilediğinin   tevbe-sini kabul eder. Allah  bilendir,  hüküm  ve  hikmet sahibidir.

16- Yoksa  siz,  Allah  içinizden   cihad  eden   ve  Allah’tan,  El­çisinden   ve   mü’minlerden   başkasını   kendisine   sırdaş   edinmeyen­leri   bilmeden,   bırakılacağınızı      sandınız?   Allah   yaptıklarınızı haber  almaktadır.

 

Sözlük

 

Dikkat edin. Teşvik edatıdır. Yani sevindirmek ve teşvik etmek manasındadır.Yeminlerini bozdular, yeminlerinin gereklerini yerine getirme­diler.Peygamberi çıkarmaya kalkıştılar. Daru’n-Nedve’de toplanmış  ve onu tutuklama, sürgün etme veya Öldürme seçeneklerinden birini gerçekleştirmeye karar vermişlerdi.önce. Bedir’de ve Hecir’de ilk önce size savaş açanlar onlardır. Hecir denilen bölgede Kureyşliler Huzaa kabilesine karşı Benu Bekir kabilesine yardım etmişlerdi.  Onları aşağılık kılar, alçaltır. Kalplere şifa verir. Kalplerindeki zalim müşriklere yönelik kini dindirir. Eğer terkederseniz. Cihad gibi zorluklar aracılığı ile sınavdan geçirilmeden bırakılacağınızı mı sandınız?Casus. Onlardan olmadığı halde, bir kavmin arasına karışan,sırlarını ve gizli İşlerini öğrenen kimse. [12]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı müşriklerden ve onlara karşı takınılacak tavırlardan söz ederek devam ediyor. Müşriklere yukarıda sözü edilen dört aylık durum de­ğerlendirme süresi tanındıktan sonra, değişen bir şey olmadı. Bu yüzden ge­riye, müşriklere savaş açmak, onları tutsak almak, birlikteliklerini dağıtmak, Allah’ın hakimiyeti altındaki İslâm diyarlarında şirke savaş açmaktan başka seçenek kalmamıştı. Bu yönde, Yüce Allah mü’minleri teşvik edici, heyecan-landırıcı mahiyette şu âyetleri indirdi: “Yeminlerini bozan bir toplulukla savaşmayacak mısınız?” Bu suçu işlemiş olmaları, Öldürülmeleri için yeterli bir gerekçedir.Müşriklerin  ikinci çabaları da Rasûlüllah’ı aralarından, Mekke’dençıkarmaktır.Üçüncüsü, Bedir’de ilk defa size savaş açanlar onlardır. Çünkü kervan­ları kurtulmuştu, ama onlar sizinle savaşmaktan vazgeçmemişlerdi. Öyleyse niye onlarla savaşmıyorsunuz? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Bu yüzden mi onlarla savaşmaktan kaçmıyorsunuz? Eğer savaşmamanızın ge­rekçesi buysa, biliniz ki “eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır.” Çünkü Allah’ın katındaki azap, müşriklerde yoktur. Şu halde kendisinden korkulmaya Allah daha layıktır. “Yeminlerini bozan, elçiyi yur­dundan sürmeye kalkışan ve sizinle ilk defa savaşa başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendi­sinden korkmanıza Allah daha layıktır.”

Bundan sonraki âyette İse, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlarla çarpı­şın.” Açık bir savaş emridir bu. Kâfirlere savaş açmanın onlar için bir ceza olduğu da vurgulanıyor: “Allah, onları sizin ellerinizle azaplandırsın, hor ve aşağılık kılsın ve onlara karşı size zafer versin; mü’minler topluluğunun göğ­sünü şifaya kavuştursun.” Burada kastedilenler Huzaa kabilesidir ki, Kureyş destekli Benu bekir oğullarına karşı besledikleri kin dinsin. Bunlar Hudeybiye barış andlaşmasından sonra Huzaa kabilesine savaş ilân etmişlerdi.[13]

“Allah dilediğinin tevbesini kabul eder.” Bu, şayet savaşa ilişkin emrin işaret ettiği ceza değilse de, ilâhî evrensel yasalar sisteminin bir kuralıdır. Bütün savaşlarda, insanlar düşmanlarının kendilerine üstünlük sağladıklarını görünce onlara meyleder, dinlerini kabul eder ve onların sahip oldukları nite­liklere bürünürler. Nitekim mü’minlerin kâfirlere savaş açmaları ve onları ye­nilgiye uğratmaları bir çok kâfire müslüman olma fırsatını doğurur. “Allah dile­diğinin tevbesini kabul eder,” âyeti ile kastedilen anlam budur. “Allah bilen­dir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Savaş emrini ve olumlu sonuçlarını pekiştirici bir ifadedir bu. Sonuçlardan biri de Yüce Allah’ın dilediği kimsenin tevbesini kabul buyurmasidır.

“Yoksa siz, birakılıvereceğinizi mi sandınız?” Hiç bir sınavdan geçiril­meden, doğru sözlü mü’minlerle, yalancı münafıklar birbirlerinden ayrılmadan öylece bırakılacağınızı mı sandınız? Bu ifadeden anladığımız kadarıyla müna­fıklar savaşmak istemiyorlardı. Mekke fethedildi, İslâm bölgede egemenlik kurdu; artık müşriklerin kırıntılarını kovalamanın bir anlamı yoktur, diyorlardı. Aslında onlar, müslümanlar İçin gerçekleşmiş her zaferin neticesiz kalması temennisi içindeydiler. Bu anlamı âyet-i kerimenin akışından anlamak münıkündür: “Yoksa siz,” içinizden cihad edenleri; Allah’tan ve Rasûlünden ve mü’minlerden başkasını dost ve sırdaş edinmeyenleri Allah bilip ortaya çıkar­madan “birakıhvereceğinizi mi sandınız?” Allah Rasûlü ve mü’minleri bir yana bırakarak başkalarını sırdaş edinenler vardı. Böylece onları müslümanların çalışmalarından haberdar ediyorlardı. Bu dostluklarını aralarında gizliyorlardı. Bunu âyetin son cümlesi de vurguluyor: “Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” [14]

 

Sonuç

 

1- İnsanların cihada çıkmaları için heyecanlandrrıcı, teşvik edici konuş­ma yapmak ve şiirler okumak güzeldir.

2- Allah’a itaat etmek ve günahları terk etmek suretiyle Allah’tan kork­mak farzdır.

3- Cesur olmak imanın gereğidir. Cesareti zayıf olanın imanı da zayıftır.

4- Savaşın sonuçlarından biri de, insanların Allah’ın dinine girmelerine uygun bir ortam oluşturmasıdır.

5- Cihad mü’minlerin saflarını ve kalplerini tasfiye etmeye ve temizle­meye dönük bir eylemdir. [15]

 

17- Allah’a   ortak   koşanlar   nefislerinin   küfrünü   göre   göre Allah’ın   mescidlerini   şenle ndiremezler.    Onların   yaptıkları   işler boşa  çıkmıştır.   Ve  onlar,  ateşte  sürekli kalacaklardır.

18- Allah’ın  mescidlerini,  ancak Allah’a  ve  ahiret gününe  i-nanan,   namazı   kılan,   zekatı   veren   ve  Allah’tan   başka   kimseden korkmayanlar  şenlendirirler.   Onların,  doğru yolu  bulanlardan  ola­cakları umulur.

 

Sözlük

 

Müşrikler için olmadı. Müşriklerin yapacağı iş değildir. Onlara yaraşmaz..Amelleri boşa gitmiştir. Bu amellerine karşılık sevap kazan­mazlar, hiç bir başarı elde etmezler.Allah’ın mescidlerini yenileyip güzelleştirirler, kalkmdırırlar. İçlerinde namaz kılarak, onları koruyarak ve temizleyerek süslerler.Allah’tan başka kimseden korkmadı. Yalnız Allah’tan korkan­lar.Umulur. ‘Asa’ kelimesi, Yüce Allah ile ilgili olarak kullanıldığı zaman kesinlik bildirir. Buna göre onların doğru yola erişmele­ri muhakkaktır.Hidayete erenler. Hüsrana uğramaktan kurtulup kalpleri ile doğruyu bulan kimseler. [16]

 

Açıklama

 

Bazı müşrikler, bakımını yapmak, örtüsünü yenilemek, ziyaretçilere su dağıtmak suretiyle Mescid-i Haram’ı kazındırdıklarını, güzelleştirdiklerini id­dia ediyorlardı. Bunlardan biri de Bedir savaşında müslümanların eline tutsak düşen peygamberimizin amcası ve sonradan müslüman olan Hz. Abbas’tı.[17] Fakat Yüce Allah müşriklerin bu iddialarını reddetti: “Şirk koşanların Allah’ın mescidlerini mâmur etmeye hak ve yetkileri yoktur.” Böyle bir şey onlara ya­raşmadığı gibi, yapmaları da beklenemez. Hem nasıl olsun ki; onlar kâfirdirler ve kendi küfürlerine bizzat kendileri şahittirler. Allah’ı inkâr eden, O’nun evini mâmur eder mi? Hem nasıl mamur hale getirecek? Bir yahudiye “sen nesin?” diye sorulduğunda “Ben yahudiyim” der. Bîr hristiyana “sen nesin?” diye so­rulduğunda “ben hristiyanım” der. Bir putpereste “sen nesin?” diye soruldu­ğunda “putperestim”, der. İşte bu, bizzat kendilerinin kâfir olduklarına tanıklık etmeleridir. “İşte bunlar” koyu bir küfür ve sapıklık içinde olan bu insanlar “yaptıkları boşa gitmiş olanlardır.” Amelleri, ihlâstan, samimiyetten yoksun olduğu için geçersiz olmuştur, zayi olmuştur. “Ve bunlar ateşte süresiz kala­cak olanlardır.” Oraya girdikten sonra, artık ebediyen çıkamazlar. Çünkü ken­dilerinin ateşten çıkmalarını sağlayacak, şefaatçilik edecek bir amelleri ol­maz.

Ardından Yüce Allah bir gerçeği vurguluyor: Mescidleri gerçekten ve samimi olarak mamur edenler, Allah’ı bir ve ortaksız bilen, namaz kılan, ze­kât veren, Allah’tan korkan ve O’ndan başkasından korkmayan mü’minlerdir. Mescidleri namazla, zikirle, eğitim ve öğretimle mâmur edip güzelleştirmek, şenlendirmek onlara yaraşır. Kuşkusuz mescidlere ek binalar yapmak, onları temizlemek ve korumak da mâmur etmenin kapsamına girer. İşte her türlü er­deme ve hayra ulaşmak bunların özelliğidir. Bunlardır hidayete layık olanlar. Şu ifade bunun tanığıdır: “İşte, hidayete erenlerden oldukları umulanlar bun­lardır.” Bunların hakka ve doğruya ulaşmaları, ateşten kurtulup cennete ka­vuşmaları umulur. [18]

 

Sonuç

 

1- Kâfirlerin zarar vermek için mescidlere girmeleri haramdır. Ancak bir ihtiyaçtan dolayı ya da bir müslümanın izin vermesi durumunda girebilirler.

2- İçlerinde ibadet etmek, onları temiz tutmak ve korumak suretiyle mescidleri yenileyip mâmur hale getirmek, güzelleştirmek büyük bir fazilettir.

3- Müslümanın, Allah katında üstün bir yeri, onurlu bir makamı vardır. Çünkü onun dışında, her kimden dini sorulsa, kendi küfrünü itiraf anlamına ge­len bir cevap verir. Ama müslümanın bu soruya verdiği cevap “ben müslüma-nım” yani “Allah’a teslim olmuşum” şeklindedir. Şu halde sadece o, mü’min-dir; onun dışındakiler kâfirdir.

4- Allah’a ve ahiret gününe iman etmek, namaz kılmak, zekât vermek ve Allah’tan korkmak gerekir.

5- Ateşe karşı güvencede olmayı hakedenler, âyette işaret edilen bu dört niteliğe sahip olanlardır. [19]

 

19- Ey   müşrikler!   Siz,   hacılara  su   verme   ve  Mescid-i  Ha-ram’ı   şenlendirmeyi  Allah’a,   ahiret gününe   inanan   ve  Allah  yo­lunda   cihad   edenin   eylemiyle   bir   mi   tuttunuz?   Bunlar,   Allah katında  bir  olmazlar.  Allah,  zalimler  topluluğuna yol göstermez.

20- inanan,   hicret  eden   ve  Allah  yolunda   mallarıyla,   can­larıyla   savaşanların,   Allah   katında   dereceleri   daima   büyüktür, işte  kurtuluşa  erenler onlardır.

21- Rableri   onlara,   kendisinden   bir  rahmet,   rıza   ve   içinde sürekli  kalacakları   nimeti  bol  cennetleri  müjdeler.

22- Orada   ebedi   kalacaklardır.   Şüphesiz,    büyük   mükâfat Allah   katındadır.

 

Sözlük

 

Hacılara su dağıtılması. Mescid-i Haram içinde, üzerine su kabı konulan ve hacıların hiç bir karşılık ödemeksizin su içtikleri yer.Mescid-i Haram’ı yenilemek, güzelleştirmek, tehlikelere ve  âfetlere karşı korumak, içinde hizmet etmek.Allah katında bir olmazlar. Çünkü şirk ve küfürle birlikte Mescid-i Haram’ı onarmak, hayır açısından bir değer ifade etmez.Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez. Allah, müşrikleri ke-ıİmal ve mutluluk verici bir akibete ulaştırmaz.   Razı olmak. Yüce Allah’ın hoşnutluğu.Devamlı nimetler. Daimi, sonu gelmez, kesintiye uğramaz. [20]

 

Açıklama

 

Âyetlerin akışı, hacılara bedava su dağıtmak ve Kabe içinde ziyaretçi­lere hizmet etmek suretiyle Mescid-i Haram’m bakım ve hizmetini yaparak mâmur hale getirmeyi imandan, hicretten ve cihaddan daha üstün görenlerin bu iddialarının yersizliğini vurguluyor ve iddia sahiplerini kınayarak devam ediyor: “Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı mâmur etmeyi Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad edenin yaptıkları gibi mi saydınız? Bunlar Allah katında bir olmazlar.” Hiçbir şekilde Allah’ın hüküm ve yargı sisteminde aynı derecede olmazlar. Müşrikler zalim kimselerdir. On­ların Mescid-i Haram’a hizmetlerinin bir ağırlığı, sözü edilecek bir kıymeti olabilir mi? “Allah zulmeden bir topluluğa hidayet nasib etmez.”

Bu kmayıcı ve meseleyi olanca netliğiyle ortaya koyucu değerlen­dirmeden sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, Allah katında” iman et­mekle beraber bu dört sıfatı taşımayanlardan daha “büyük derecelere sahip­tirler.” Yüce Allah, onlarm cehennemden kurtulup cennete girmekle büyük bir ödül elde ettiklerini haber veriyor. Bunda daha büyük bir Ödül de şu ifade içinde dile getiriliyor: “Rableri onlara katından bir rahmet” yani cenneti “bir hoşnutluğu” ödüllerin en büyüğünü “ve cennetleri” yüce melekût âleminin bahçelerini “müjdeler.”... “onlar için sürekli bir nimet var.” Bu nimetler tüken­mez, yok olmaz. Ebediyen çıkmamak üzere, cennette bu nimetler içinde kalır­lar. “Şüphesiz Allah, büyük mükâfat katında olandır.” Bu ödülün değerini Ölç­meye beşerin akıl ve hayal gücü yetmez. Allah bizi bu ödüle lâyık kullardan eylesin; bizi bu mutlu kimselerle birlikte hasretsin. Amin... [21]

 

Sonuç

    

1- Mü’minin en mükemmeli, en üstün derecelisi ve makam olarak Al­lah’a en yakın olanı 20. âyette işaret edilen “iman, hicret ve Allah yolunda mal ve canla cihad” niteliklerine sahip olanıdır.

2- İslâmi hayat tarzında hicret ve cihadın büyük bir yeri ve üstünlüğü vardır.

3- Cennet ehli, dereceler bakımından birbirlerinden farklılık gösterirler.

4- Zulümde aşırı giden zalimler, Allah’ın hidayetinden yoksun kalırlar[22]

 

23- Ey inananlar! Eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa baba­larınızı   ve   kardeşlerinizi  dost  edinmeyin.Sizden   kim   onları   veli tanır,   dost tutarsa  işte  zalimler  onlardır.

24- De  ki:   “Eğer  babalarınız,   oğullarınız,   kardeşleriniz,   eş­leriniz,   hısım   akrabanız,   kazandığınız   mallar,   düşmesinden   kork­tuğunuz   ticaretiniz,   hoşlandığınız   konutlar,   size   Allah’tan,   Elçi­sinden  ve  O’nun yolunda  cihad etmekten  daha  sevgili  ise,   o  hal­de  Allah   emrini   getirinceye   kadar  gözetleyin   başınıza  gelecekle­ri,  göreceksiniz!  Allah,  yoldan   çıkmış   topluluğu   doğru  yola  ilet­mez. “

 

Sözlük

 

Veli’nin çoğuludur. Dostlar. Yardımcılar. Sevgi beslemek ve yardım etmek suretiyle dost edindiğin ve sana karşı aynı duy­gu ve tavır içinde olan kimse.

Tercih ettiler. Küfrü imandan çok sevip tercih ediyorlarsa. Zalimler. Zulüm, birşeyi kendisine ait olmayan, lâyık olmadığı bir yere koymaktır. Sevilmesi uygun olmayan birini seven kimse de, bir şeyi lâyık olmadığı bir yere koymuş olur; do­layısıyla, o zalimdir.

Aşiretiniz. Amcalar ve çocukları gibi, aranızda kan bağı bulu­nan uzak-yakm akrabanız. Kazandığınız.

Az kâr getirmesinden, zarara uğramasından. Bekleyin. Şu halde bekleyedurun.

Allah emrini getirinceye kadar. Allah bu günahınıza ilişkin a-zabın gerçekleşmesi emrini verinceye kadar. Burada Özelde işaret edilen, Mekke’nin fethi dolayısıyla müşriklerin uğradık­ları azaptır. [23]

 

Açıklama

 

Bu, Yüce Allah’tan mü’minlere yönelik bir uyandır. Mü’minlerin kâfir babalarını ve kardeşlerini dost edinmelerini, sevmelerini, yardım etmelerini, müslümanlann sırlarından ve gizli işlerinden haberdar etmelerini yasaklıyor. Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey iman edenler!” Allah’a, Rasûlüne, Allah ile buluşmaya, müjde ve tehditlerine inananlar! “Eğer İmana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin...”

Sonra Yüce Allah, emrine uymamaları, küfrü sevip İmana tercih eden babaları ve kardeşleri ile ilişkilerini kesmemeleri durumunda, başlarına neler geleceği hususunda onları tehdit ediyor: “Sizden kim onları dost edinirse, işte bunlar zulmeden kimselerdir.”[24]Bu husustaki zulmün niteliği açıktır; sevgiyi buğzun yerine, yardımı yardım etmemenin yerine koymak... Zulüm de, bir şeyi başka bir şeyin yerine koymaktır.

Sonra Yüce Allah, Rasûlüne onlara seslenmesini emrediyor (Yüce Al­lah’ın doğrudan onları muhatab almayıp mesajını Rasûlü aracılığı ile duyur­ması, hoşnutsuzluğunun,  öfkesinin, azap ve tehdidinin ifadesidir): “De ki; Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz,  eşleriniz, aşiretiniz, kazandığı­nız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden ev­ler, sizlere Allah’tan, O’nun Rasûlünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, (bu yüzden hicret etmekten kaçmıyor, cihad görevini terk ediyorsanız) artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.” Allah’ın emri­ni bekleyin, Mekke’nin fethini, dolayısıyla tepenize bir azabın inmesini bek­leyin. “Allah fasıklar topluluğuna hidayet etmez.” Onları kurtuluş ve mutluluk yollarına iletmez. [25]

 

Sonuç

 

1- Baba, oğul ve kardeş gibi en yakın akrabalar da olsa kâfirleije sevgi beslemek onları dost edinmek haramdır.

2- Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere düşmanlık besleyenleri dost edinmek korkunç bir zulümdür.

3- Allah’., Rasûlünü ve O’nun yolunda cihad etmey, Allah m sevd«. diğer hususlan gevmek ve Allah* sevmediğ, inanç, amel, durum, k1Ş1 ve m-telikleri sevmemek farzdır.

4- Aşırı giden fasıklar hidayetten yoksun olurlar. Yüce Allah onları er­dem ve mutluluk yollarına iletmez. [26]

 

25- Andolsun  Allah   size   birçok yerde,  Huneyn  gününde  de yardım  etmişti.  Hani  o gün  çok kalabalık oluşunuz  sizi  böbürlen­dirmiş, fakat  size   hiçbir yarar  da  sağlamamıştı.   Bütün  genişliği­ne   rağmen  yeryüzü   başınıza  dar  gelmişti;   nihayet  bozularak  ar­kanızı   dönmüş   kaçmaya   başlamıştınız...

26- Sonra Allah,  Rasûlünün  ve  müzminlerin  üzerine  sükûne­tini,   güven   veren   rahmetini   indirdi;   sizin   görmediğiniz   askerler indirdi  ve  kâfirlere  azab  etti,  onları  bozguna  uğrattı:  İşte  kâfirle­rin  cezası  budur

27’ Sonra  Allah,   bunun   ardından  yine  dilediğinin   tevbesini kabul  eder.  Allah   bağışlayandır,   esirgeyendir.

28’ Ey inananlar! Allah’a ortak koşanlar necistir; (manen temiz değildir.) artık bu içinde bulundukları yıldan sonra Mes-cid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer onların hacca gelmemeleri sonucu iktisadi hayatınız bozulup yoksulluğa düşmekten korkar-sanız, biliniz ki Allah dilerse yakında sizi kendi lûtfundan zen­gin   edecektir.   Şüphesiz Allah,   bilendir,   hikmet  sahibidir.[27]       

 

Sözlük

                                                                                        

Vatan’in çoğuludur. Vatanlar. Yani, insanın yaşadığı yer, demektir.Huneyn, Taife bir kaç mil uzaklıktaki bir vadi,Kalabalık oluşunuz sizi hayrette bıraktı. Sayınızın çokluğu sizi böbürlendirmişti. Öyle ki içinizden bazıları, bu gün şu az sayıdaki orduya kesinlikle yenilmeyiz, diyordu. Sizden hiç bir şeyi gidermedi. Sizin açınızdan hiç bir olumlu sonuç sağlamadı. Çünkü çatışmanın başlangıcında hezimete uğradınız.Yer size dar geldi. Nereye gideceğinizi bilemediniz. Daracık bir yerde kıstırılmış gibi nasıl da dönüp duruyordunuz!Bunca genişliğine ve açıklığına rağmen.Allah, huzurunu indirdi. Allah, gönüllerine güven duygusu indirdi. Korku, sıkıntı ve kararsızlık bir anda kayboluverdi. Ve ordular indirdi. Yani melekler indirdi.  Pisliktir. Çünkü müşriklerin ruhları şirk ile kirlenmiştir.  Bu yıllardan sonra; yani hicretin dokuzuncu yılından sonra. Yoksulluk. Muhtaç duruma düşmekten korkarsamz. [28]

 

Açıklama

 

Bundan önce Yüce Allah mü’minlere, akrabaları da olsa kâfirleri dost edinmelerini yasaklamış, hicret ve cihad yükümlülüğünden kaçınmamalarını emretmişti. Cihad ve hicretten kaçınanlar büyük ölçüde korkaklıktan dolayı böyle davranırlar. İşte bu âyetlerde Yüce Allah kendilerini destekleyeceğini, yardım edeceğini vurgulayarak, korkaklıktan dolayı hicret ve cihad yükümlü­lüklerinden geri durmamaları gerektiğini belirtiyor: “And olsun, Allah birçok yerde (Bedir’de, Nadir ve Kureyze oğulları seferlerinde ve Mekke fethinde) ve Huneyn gününde size yardım etti.”O sırada mü’minler Havazin kabilesiyle çarpışıyordu. Yüce Allah bura­da, bazılarının hatası dolayısıyla mü’minlerin uğradıkları hezimeti hatırlatıyor. Bazı mü’minler sayısal çoğunluğa sahip oluşlarıyla övünerek, “Bu gün şu az sayıdaki orduya kesinlikle yenilmeyiz.” demişlerdi. Çünkü İslâm ordusunun sayısı on iki bin, düşman ise sadece dört bindi. Müslümanlar henüz vadinin iki yamacının ortasına girmemişken, düşman onları korkunç bir ok ve mızrak yağmuruna tuttu. Nereye gideceklerini bilemez hale geldiler. Bunca genişli­ğine rağmen yeryüzü onlara dar geldi. Çok geçmeden dağılıp kaçmaya başla­dılar. Sadece Rasûlüllah (s.a.v.) düşman karşısında sebat gösterdi. “Düldül” isimli beyaz atının sırtında savaşmaya devam etti. Yanında da Hz. Abbas ve amcasının oğlu, Abdulmuttalib oğlu Haris’in oğlu Ebû Süfyan yemliyordu. Sonra Rasûlüllah’ın görevlendirdiği birisi şöyle seslendi: “Ey Bakara Suresi ashabı, yani Bakara Süresindeki âyetlerin inmesine sebep olan sahabeler koşun gelin! Ey ağacın altında Peygambere biat ettiklerinde Allah’ın kendile­rinden razı olduklarını bildirdiği kimseler koşun, gelin!” Bunun üzerine mü’minler yeniden toparlanıp savaşa başladılar; böylece savaşın seyri de de­ğişti. “Sonra Allah, Rasûlü ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur’ indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi.” Melekler mü’minlerin kalplerini okşuyor, onlara cesaret, sabır ve direnç ruhunu aşılıyorlardı. Böylece mü’min­ler savaşın zorluklarına karşı sabrettiler; kahramanca çarpıştılar. Bir saat geçmemişti ki, tüm düşman ordusu esir olarak ellerindeydi. Bu kadar çok ganimet elde ettikleri başka bir gün olmamıştı. Ganimet aldıkları deve sayısı on iki bindi. Koyunlarınsa haddi, hesabı yoktu. İşte âyet-i kerimede vurgulanmak istenen nokta budur. “Ve Huneyn gününde size yardım etti. Hani çok sayıda oluşunuz sizi böbürlendirip gururlandırmıştı; fakat (bu gurur) size bir şey sağlayamamıştı. Yer ise, bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti; sonra arkanıza dönüp gerisin geri gitmiştiniz! (Düşmandan kaçmıştınız.) Sonra Al­lah, Rasûlü ile mü’minlerin üzerine ‘güven duygusu ve huzur indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi! (Melekleri yardımınıza gönderdi.) İnkâr edenleri azaplandırdı. (Sizinle savaşan müşrikleri Öldürmenizi, tutsak almanızı sağladı.) Bu, (Allah ve Rasûlüne inanmayan) inkarcıların cezasıdır.”“Bunun ardından Allah dilediği kimsenin tevbesini kabul eder.” Kâfir­lerle savaşıp, bir kısmım öldürmenizden sonra, Allah, geride kalanlardan dile­diği kimsenin tevbesini kabul eder. “Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” Tev-be eden müşriklerin geçmişte işledikleri şirk ve benzeri günahlarını bağışlar, onlara merhamet eder; sadık, içi dışı bir mü’minlerle birlikte cennetine koyar.“Ey İman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktirler: Öyleyse bu yıldan sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” Bu âyet-i kerimede yüce Allah mü’minlerin, müşrik erkek ve kadınlarının, Mescid-i Haram’a girişlerini yasaklamalarını emrediyor. Çünkü müşrikler manen temiz sayılmazlar. Mes­cid-i Haram’a, Mekke ve çevresine girişleri helâl değildir.[29]O günden sonra hiç bir müşrik Mekke’ye giremedi. Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, yani, bu Mekke yasağı yüzünden onlardan sağlanan ticaret gelirinin kesilme­si yüzünden yoksullaşmak endişesi içindeyseniz, bilmelisiniz ki: Allah sizi kendi fazlından zengin ediverir. Şu halde müşrikleri Mekke’ye sokmayın ve bu yüzden yoksul düşeceğinizden sakın korkmayın. “Eğer Allah dilerse sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Yukarıda “eğer dilerse” şeklinde bir istisnaya yer veriliyor. Bu, mü’min­lerin kalplerinin umut ve korkuyla karışık olarak Allah’a bağlı kalmasını sağ­lamaya, kendinden emin olup gaflete düşmesini önlemeye dönüktür. Yüce Al­lah’ın bilen ve hüküm ve hikmet sahibi olması da söz konusu anlamı açıklayıcı bir değerlendirme ifadesi olarak yer alıyor. Çünkü her şeyi bilen ve her yaptığı bir hikmete dayanan, her şeyi yerli yerine koyar ve her yaptığı yerindedir.

Şu halde Allah’ın rahmetini veya fazlını dileyen kimse, iman ile genel ve özel nitelikli emir ve yasaklara uyma ile buna lâyık olmaya çalışmalıdır. [30]

 

Sonuç

 

1- Kendini beğenme, yaptıklarıyla böbürlenme haramdır. Çünkü kurtu­luşa ve başarıya ulaşmanın önündeki en büyük engellerden biri kendini beğenip böbürlenmedir.

2- Yüce Allah mü’min kullarına büyük lütuflarda bulunur.

3- Âyetlerin akışı içinde, Allah yolunda cihadın hikmeti açıklanıyor.

4- Kâfirlerin manen pis oldukları belirtiliyor.

5- Kim olursa olsun bir müşrikin Mekke’deki Mescid-i Haram’a girmesi yasaktır. Ama diğer mescidlerde, bir maslahat umuluyorsa, müslümanların izni olması şartıyla kâfirler oralara girebilirler.[31]

6- Bir mü’min yoksul düşmek korkusuyla Allah’ın emirlerine uymazlık etmemelidir. Çünkü Yüce Allah dilerse «zengin kılacağını vaadediyor. [32]

 

29- Kendilerine Kitab verilenlerden Allah’a ve âhiret günü­ne inanmayan, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram say­mayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek  elleriyle   cizye   verecekleri  zamana   kadar  savaşın.

 

Sözlük

 

Allah’a ve âhiret gününe inanmıyorlar. Hakka uygun olarak, sahih bir imanla inanıp da O’nu hoşnut kılmıyorlar.Allah ve Rasûlünün haram ettiklerini haram saymıyorlar. İçki, faiz ve benzeri haramları haram saymayanlar.Hak din olarak kabul etmiyorlar. Hak din olan İslâm’ı din edin-meyenler. Çünkü Allah İslâm’dan başka dini kabul etmeye­cektir.Kendilerine kitap verilenlerden. Yahudi ve hristiyanlardan.Cizye. Zimmilerin yılda bir kere İslâm idaresine ödedikleri, bi­linen bir çeşit vergi.Küçülmüş olarak,elden. Bu vergiyi kendi elleriyle sunarlar. A-raya aracılar koymadan. Böylece küçük düşürülsünler. İs­lâm’ın hükmüne boyun eğsinler. [33]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyetler grubunda Yüce Allah, Rasûlüne ve mü’minlere, şirkten vazgeçene, Allah’ı bir ve ortaksız bilene ve yalnız Allah’a kulluk ya­pana kadar müşriklerle savaşmaları emrini vermişti. Şimdi ise ehli kitap (ya­hudi ve hristiyanlar)la savaşmalarını emrediyor. Savaşın sona ermesinin tek koşulu, aşağılanmışlar olarak kendi elleriyle cizye vermeleridir. Çünkü ehl-i kitaba önce müslüman olmaları Önerisi götürülür. Kabul ederlerse herhangi bir yaptırıma gerek yoktur. Bu öneriyi reddedecek olurlarsa, müslümanların zim­metine cizye (vergi) ödemek suretiyle müslümanların himayesine girmeleri istenir. Ehl-i kitab’m cizye vermesi, müslümanların himayesini ve Allah’ın ya-salarıyle (şeriatıyle) yönetilmeyi kabul ettiklerinin sembolik ifadesidir. Yani İslâm devletinde yaşayan müslüman olmayanlar, ister kendi inançlarına göre yargılanırlar, isterlerse de İslâm hukukuna göre yargılanırlar. Bu durumda kanlan ve mallan dokunulmazlık kazanır. Maddi ve manevi hayatları güven­cede olur. Şu âyet-i kerimeden bu bilgiyi öğreniyoruz: “Kendilerine kitap veri­lenlerden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.”[34] Şayet, Yahudi ve hristiyanlar Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, nasıl oluyor da âyet-İ kerimede böyle bir inancın olmadığı ifade edilebiliyor? şeklinde bir soru yöneltilecek olursa, şöyle bir cevap verebiliriz: Yahudilerin Allah inancı, O’nu yaratıklara benzetme ve cisimlendirme şeklindedir. Yüce Allah’ı O’na yaraşmayacak sıfatlarla nitelerler. Hristiyanlar ise Yüce Allah’ın Hz. İsa’nın şekline girdiğine inanırlar. Ve, Allah üçün üçüncüsüdür, derler. Halbuki Yüce Allah bu yakıştırmadan münezzehtir. Öyleyse yahudi ve hris-tiyanların gerçek ilah olarak Allah’a inandıkları söylenemez. Buna göre inanç­ları geçersizdir. Eğer Allah’a inanmış olsalardı, hiç kuşkusuz O’nun elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) de inanacaklardı. Eğer âhiret gününe inanmış olsalardı, Allah’a ve Rasûlüne itaat edeceklerdi. Çünkü âhiret gününün dehşet verici azabından kurtulmaları ve cennetin mutluluğuna erişmeleri buna bağlıdır. Gerçekten inanmadıklarına göre ve gerçek inancın gereği salih ameller işle­mediklerine göre kâfirdirler. Mü’minler sınıfına giremezler. Dolayısıyla Yüce Allah, onların Allah’a ve âhiret gününe İnanmadıklarını belirtirken gerçeği ifa­de etmiştir. Allah yarattıklarının durumunu, ne tür özelliklere sahip olduk­larını, herkesten daha iyi bilir. [35]

 

Sonuç

 

1- Müslüman olmayanlara karşı tutumumuz temelde barış içerisinde yaşamaktır. Bu durumda müslüman olmayanlar, İslâm devletine kendilerini koruma karşılığı vergi verirler. Bu vergiden de kaçınarak müslümanlarla sava-şılırsa o zaman onlarla savaşırız.[36]

2- Doğru olmayan bir inanç, insanı azaptan kurtarıcı, mutluluğa eriştirici bir inanç olarak değerlendirilemez.

3- Yüce Allah’ın haram kıldığı yiyecekleri, içecekleri ve nikâh türlerini mubah görmek, Allah’ın yasağını nazarı itibara almamak, açık küfürdür.

4- Ehl-i kitaptan cizye almak şeriatın öngördüğü bir uygulamadır. Bu­nun miktarı fıkıh kitaplarında açıklanmıştır. Burada esas olan zimminin eko­nomik durumudur; yoksul veya zengin oluşudur. Çünkü fakirden alınmaz. [37]

30- Yahudiler:   “Uzeyr Allah’ın   oğludur.”  dediler;  Hristiyan-lar da:   “Mesih Allah’ın  oğludur.”  dediler.  Bu,  onların  ağızlarıyla geveledikleri    sözleridir.    Sözlerini,    önceden    inkâr    etmiş    olan müşriklerin   sözlerine   benzetiyorlar.   Allah   onları   kahretsin;   nasıl da   haktan   batıla   çevriliyorlar!

31- Hahamlarını   ve  rahiplerini Allah’tan  ayrı  rabler  edindi­ler;   Meryem   oğlu   Mesih’i   de   öyle.   Oysa   kendilerine   yalnız   tek İlah  olan  Allah’a  ibadet  etmeleri  emredilmişti.   O’ndan  başka  İlah yoktur.   O,   onların   ortak   koştukları   şeylerden   münezzehtir.[38]

32- Allah’ın  nurunu  ağızlarıyla  söndürmek  istiyorlar.  Halbu­ki,   kâfirler  hoşlanmasa   da  Allah,   mutlaka   nurunu   tamamlamak ister;   bundan   başka  bir  şeye   razı   olmaz.

33- O,  Elçisini hidayetle  ve  hak din  ile  gönderdi  ki Allah’a ortak  koşanlar  hoşlanmasa  da  o  hak  dini,  bütün  dinlerin   üstüne çıkarsın.

 

Sözlük

 

Uzeyr (a.s.)- Yüce Allah’ın canını alıp yüz yıl beklettikten sonra tekrar dirilttiği zat. Yahudiler ona “Ezra” derler.Mesih (a.s.). Meryemoğlu İsa (selam ikisinin üzerine olsun). Benziyorlar. Kâfirlerin sözü. Bundan önce inkâr eden kâfir atalarının sözlerini Allah onları kahretsin. Kâfir oldukları için Allah onlara lanet etsin.                                                                  

Nasıl da haktan çevriliyorlar!  “Ahbar” “Habr”un çoğuludur. Yahudi bilgini demektir. “Ruh- ban” ise, “Rahib”in çoğuludur ve hrİstiyan zahidi demektir.  Allah’tan başka rabler. Kendileri için yasalar koyan ilâhlar „ edindiler. Onların helâl ve harama ilişkin hükümlerini uyguladılar.Allah’ın nuru. İslâm dîni. Çünkü İslâm, insanı dünya-âhiret mutluluğuna ve erdemliliğe ulaştırır. Ağızlarıyla. Hakkında yalan söyleyerek, eleştirerek, insanları

ona yönelmekten alıkoyarak.                    

Rasûlü. Hz. Muhammed (s.a.v.) [39]              

 

Açıklama  

 

Bundan önce Yüce Allah, müslümanlara, ehli- kitaba savaş açmaları emrini vermişti. Çünkü onlar kâfirdirler; insanı ateşten kurtaran gerçek bir imana sahip değildirler. Şimdi ele almakta olduğumuz bu üç âyette ise, kü­fürlerini ortaya koyup, kesin olarak vurgulayan hususlara dikkat çekiyor. “Ya­hudiler: Üzeyr Allah’ın oğludur, dediler.” Allah’a evlat yakıştırmak Allah’ın yüceliğini ve noksansızlığını inkâr anlamına gelir. “Hristiyanlar da-: Mesih Al­lah’ın oğludur, dediler.” Allah’a oğul isnad etmek, O’nu, hakimiyetini, yüceli­ğini ve kemal sıfatlarını inkâr demektir. “Bu, onların ağızlarıyla söyleme­leridir.” Hakikatte bir geçerliliği yoktur. Çünkü Allah evlat edinmemiştir. Bu, sadece ağızlarında geveledikleri, fakat gerçekle hiç ilgisi olmayan bir sözdür.

“Onlar bundan önceki İnkâr edenlerin sözlerini taklid ediyorlar.” Önceki inkarcılara benziyorlar. Yahudileri ve başka sapık toplulukları taklit ediyorlar. “Allah onları kahretsin; nasıl da çevriliyorlar!” Bu, lanete uğramalarına, Al­lah’ın rahmetinden uzak kalmalarına ilişkin bir bedduadır. “Nasıl da çevrili­yorlar!” Nasıl da haktan çevriliyorlar. İnsanı hayrete düşürecek bir ahmaklık örneği sergileyerek doğru yoldan uzaklaşıyorlar.

“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini Rabler edindiler.”[40] Bu da yahudi ve hristiyanlann küfrüne ve şirkine ilişkin bir diğer delildir. Çünkü bilginlerinin ve rahiplerinin sözlerini kabul etmeleri, boyun eğmeleri ve teslim olmaları, yani haramı helâl, helâli de haram kılacak olsalar buna tereddütsüz uymaları şirktir, küfürdür. Allah bizi böyle bir sapıklıktan korusun.

“Ve Meryemoğlu mesihi de...” Hıristiyanlar onu rab ve ilah edindiler. “Oysa onlar, tek olan bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolun-madılar.” Musa, İsa gibi peygamberler onlara, sadece tek olan Allah’a ibadet etmelerini emretmişlerdi. Çünkü Allah’tan başka ilah, O’nun dışında rab yok­tur. “O, bunların şirk koştukları şeylerden yücedir.” Yüce Allah şirkten münezzeh olduğunu kesin bir ifadeyle vurguluyor. “Ağızlarlarıyla Allah’ın nu­runu söndürmek istiyorlar.” Yahudi ve hristiyanlar, Allah’ın nuru olan İslâm’ı yalanlarıyla, iftiralarıyla, ayıplamalanyla, eksiklik yakıştırmasıyla söndürmek istiyorlar. “Oysa kâfirler istemese de Allah, kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.” Gerçekten de Yüce Allah nurunu tamamladı. O’na ham-du senalar olsun. İslâm bütün batıl dinlere üstünlük sağladı.

Bundan sonraki (33.) âyette İse, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Rasû-lünü (Muhammedi) hidayetle (Kur’an’la) ve hak dinle (İslâm’la) gönderen O’dur. Müşrikler istemese de o dini (hak din İslâm’ı) bütün dinlere üstün kılmak için.” Nitekim Yüce Allah bu vaadini gerçekleştirdi. Bütün dünyada İslâm açık ve belirgindir. Yeryüzünün doğusu da, batısı da İslâm’ı duydu. Doğudan batıdan yüz milyonlarca insan İslâm’a bağlandı, onu benimsedi ve Allah’ın izniyle bir gün gelecek müslümanlar bütün dünyaya egemen olacak­lardır. [41]

 

Sonuç

 

1- Bu âyetlerde, yahudi ve hristiyanların sapık inançları gündeme geti­rilerek kâfir oldukları vurgulanıyor.

2- Alimlere, din adamlarına körü körüne itaat etmek, bir şeyi helâl veya haram kılacak olsalar, buna uymak şirktir; küfürdür.

3- Yahudi ve hristiyanlar İslâm’ın amansız düşmanlarıdır. İslâm’ı ve müslümanları bozup ziyana uğratma hususunda birbirlerine destek olurlar.

4- Bu âyetlerde müslümanların bir gün dünyaya liderlik edecekleri, dünyada tek hayat ve ibadet sisteminin İslâm olacağı müjdesi veriliyor. “Din bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar,” ifadesi bunun delilidir. Yüce Allah bunun gerçekleşmemesini dileseydi, bir hedef olarak sunmaz ve insanlardan bu he­defe ulaşmalarını istemezdi. [42]

 

34- Ey inananlar! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, in­sanların mallarını haksızlıkla yerler ve insanları Allah yolundan çevirirler.  Altın   ve  gümüşü yığıp  da  onları  Allah  yolunda  harca-

mayanlar var ya,  iste onlara acı bir azabı müjdele.

35- O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp pulla­nır; bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır: “İşte nefisleriniz  için yığdıklarınız,  yığdıklarınızı  tadın!”  denilir.

 

Sözlük

 

Batıl. Haksız yere. Yemeleri mubah olmaksızın.Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Hem kendilerini, hem de başkalarını, insanı Allardın hoşnutluğuna ulaştıran İslâm dinini benimsemekten alıkoyuyorlar.Biriktiriyor. Koruyup çoğaltmak amacı ile biriktiriyor ve bu konuda yapmaları gereken infak görevini yerine getirmiyorlar.Altın ve gümüş.Allah yolunda. Fakirler ve yoksulları doyurma gibi Allah’ın rızasını elde etmeye dönük ameller.Onları müjdele! Onlara elem verici bir azabı haber ver. Bura­daki müjde onlarla alay için kullanılmıştır.Üzerleri dağlanır. Biriktirip yığdıkları altın, gümüş v.b. cehen­nem ateşinde kızdırılacak ve onların alınları bunlarla dağlana-caktır.İşte bunlar biriktirdikleriniz. Dağlandıkları sırada, bunlar sizin kendiniz için yığıp sakladıklarınızda, diye azarlanırlar; rencide edilirler. [43]

 

Açıklama

 

Yahudi ve hristiyanların İslâm’a ve müslümanlara yönelik amansız düş­manlıkları, ebediyen Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürme çabası içinde ola­cakları gündeme getirilmişken, Yüce Allah açık bir işaretle onların maddepe-rest olduklarını, tek düşüncelerinin mal ve liderlik tutkusu olduğunu vurgulu­yor. Onların bu belirleyici özelliklerini müslümanlara şu şekilde haber veriyor: “Ey iman edenler! Gerçek şu ki, yahudi bilginlerinden ve hristiyan rahiplerin­den çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler.” Rüşvet alırlar; toplumlarının bilgisiz ve cahil kesiminden olanlara “Allah tarafından bağışlanmışlık vesikası” vererek karşılığında para alırlar. Din adına bunun gibi daha bir sürü do­lap çevirirler. “Ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar.” Bu ifade yahudi ve hristiyan topluluklarının üzerinde bir egemenlik aracı olarak kullandıkları dinî konum­larını korumak için her zaman İslâm’a savaş açtıklarının kesin kanıtıdır; delili­dir.

“Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar...” Bu ifade geneldir; yahudi bilginleri ve hristiyan rahipleri ile birlikte, müslüman olan ve olmayan herkesi kapsar. Şu kadarı var ki, ifade, öncelikle yahudi bilginleriyle hristiyan rahiplerini kapsar. Çünkü insanların mallarını haksız yere yiyen, in­sanları Allah’ın yolundan alıkoyan bir kimse, altın ve gümüşü Allah yolunda infak etmeksizin yığıp-saklamaya, karakter olarak, diğer insanlara nazaran daha yakındır. Ardından Yüce Allah, Rasûlüne şu buyruğu veriyor: “Onlara acı bir azabı müjdele!” Bu azap haberini, bir müjde şeklinde bir an önce onlara ulaştır; azabın acı olduğunu da belirt. Altın ve gümüşün “üzerlerinin cehen­nem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak.” Dört bir yanları cehennem ateşinde kızdırılmış altın ve gümüş­lerle dağlanacak ve psikolojik bir işkence türü olarak: “İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızda; yığıp sakladıklarınızı tadın, denilecek.” [44]

 

Sonuç

 

1- Bu âyetler grubunda Kur’an, yahudi bilginleri ile hristiyan rahiplerinin iç yüzlerini açıklıyor. Buna göre yahudi ve hristiyan din adamları madde­cidirler; âhireti satıp karşılığında dünyayı almışlardır. Liderliklerini korumak ve İslâm düşmanlığı kampanyası ile ceplerini doldurmak için sürekli İslâm’la savaş halinde olurlar; insanların müslüman olmalarına engel olurlar.

2- İnsanların mallarını haksız yere yemek haramdır.

3- Malının zekatını vermemek haramdır.

4- Her yıl zekâtı verilen bir mal için, yığılıp saklanmış denilemez; bu mal yer altına gömülmüş olsa bile.

5- Allah yolunda infak etmeksizin mal yığıp saklayan kimseyi korkunç bir akibet beklemektedir. [45]

 

36- Gökleri  ve  yeri  yarattığı  gündeki  yazısına  göre  Allah’ın katında  ayların   sayısı  onikidir.  Bunlardan   dördü  haram  aylarıdır. İşte  doğru  din  budur.   O  aylar  içinde  konulmuş yasağı  çiğneyerek kendinize   zulmetmeyin   ve   Allah’a   ortak   koşanlar   nasıl   sizinle topyekün   savaşıyorlarsa,   siz   de   onlarla   topyekün   savaşın   ve   bi­lin  ki Allah günahlardan korunanlarla beraberdir.

37- Haram   ayı   içinde   savaşmak   yasaklanmıştır.   Bu   ayda savaşmak  için  haram   ayını  başka  bir  aya  ertelemek,   küfürde  da­ha ileri gitmektir.  İnkâr edenler,  onuAla  saptırılır.   O  haram  ayını bir yıl  helal  sayarlar;   bir yıl  haram  sayarlar  ki,  Allah’ın  haram kıldığının   sayısını   denk   getirip,   Allah’ın   haram   kıldığını   helal yapsınlar.    Yaptıkları   işin   kötülüğü,   kendilerine   süslü   gösterildi.Allah,   kâfirler  toplumuna  yol göstermez.[46]

 

Sözlük

 

Sayı.Aylar. “eş-şehr”in çoğulu. Bir Kameri ayı, yirmi dokuz veya otuz gündür.Allah’ın kitabında. Kaderler kitabında, yani levh-İ mahfuz’da.(Aylardan) dört tanesi haramdı. Bunlar Recep, Zilkaade, Zil­hicce ve Muharrem. Tekil “haram,” çoğul da “hurum”dur.Dosdoğru din. içinde eğrilik ve çarpıklık bulunmayan   dos-doğru şeriat, yasa.Bu aylarda kendinize zulmetmeyin. Günah işlemeyin. Çünkü bu aylarda günah işlemek şiddetle haramdır.Topluca. Bu durum haram-helal tüm aylar için geçerlidir. Takva sahipleriyle birlikte. Allah takva sahipleriyle beraber­dir. Desteği ve yardımıyla onların yanındadır. Muttakİler, günah işlemeyen, Allah’a isyan etmeyen kimselerdir.Ancak ertelemek. Meselâ, Muharrem ayının haramlık nite­liğini Safer ayına devretme.Ertelemeyi bir yıl helal, bir yıl da haram kılıyorlar. Allah’ın haram kıldığı dört aya, sayı bakımından uymak için.Yaptıklarının kötülüğü kendilerine süslü gösterilmiştir. Şeytan, haram ayı erteleme işini onlara çekici göstermiştir. Oysa bu kötü bir uygulamadır. Kanun koyucunun iradesini alaya al­madır. Haramı helal kılmaya yönelik bir düzenbazlıktır. [47]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, ehl-i kitaba yönelik bir parantez açıldıktan sonra,söz yeniden müşriklere dönüyor.”Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı on ikidir.” Bu sayı ne eksilir, ne de artar. Levh-i Mahfuz’da da böyle kayıtlıdır. Bu durum Allah’ın “gökleri ve yeri yarattığı günden beri” böyledir. On iki ayın dördü haramdır. Bunlar, Recep, Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Yüce Allah bu aylarda sa­vaşmayı haram kılmıştır ki, araplar hiç kimseden korkmadan ticaret, hacc ve umre amaçlı seferler düzenleyebilsinler. İslâm gelip mü s lü manlar m egemen­liği pekişince, Yüce Allah bu aylardaki savaş yasağına ilişkin hükmü yürür­lükten kaldırdı. “İşte dosdoğru olan din budur.” Bu ayların haram nitelikli oluşları, bu aylarda savaşmanın yasaklanması, dosdoğru bir düzenlemedir. “Öyleyse bunlarda kendinize zulmetmeyin.” Haram aylarda günah işlemeyin; Allah’ın emir ve yasaklarına muhalefet etmeyin. Çünkü bu, Allah’ın Öfkesini ve azabını gerektirir. Öyleyse kendinizi böylesine dehşet verici bir duruma maruz bırakmayın.

“Müşriklerle savaşın” Burada Yüce Allah mü’minlere, müşriklere karşı savaş ilan etmelerini emrediyor. Ama bu emir, müşriklere tanınan dört aylık değerlendirme süresinin sona ermesinden itibaren geçerlidir. “Topluca” sava­şın; hiç kimse bu savaştan geri durmasın. Çünkü onlar sizinle savaşmak için yediden yetmişe birleşiyorlar. Siz de onlara karşı genel seferberlik ilân edin.

“Ve bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir.” Onlar ki, şirk ve gü­nahtan sakınırlar. Bu demektir ki, Allah, günahkâr müşriklere karşı size yar­dım edecektir.

“Haram aylan ertelemek ancak inkârda artıştır.” Cahiliye döneminde müşriklerin, haram ayda savaş yasağını kaldırmak için, şeytani bir fetvayla, Muharrem ayının haramlık niteliğini Safer ayına ertelemeleri, kâfirin inkârını arttırıcı bir uygulamadır. Çünkü bu, Allah’ın koyduğu kanuna savaş açmak de­mektir. Bu ise, kesin olarak küfürdür. “Bununla kâfirler şaşırtılıp, saptırılır.” Haram ayın, haramlığını erteleme ile kâfirlerin sapıklığı arttırılıp pekiştirilir. “Onu bîr yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar.” Savaşma imkanı doğsun diye, ha­ram ayı veya haramlık niteliğini ertelemeyi bir yıl helal, bir yıl da haram sayı­yorlar. Böylece haram ayların sayısında bir arttırmaya veya eksiltmeye git­memiş oluyorlar! Bu şeytani fetva ile günahlarını gizlediklerini sanıyorlar! “Yaptıklarının kötülüğü kendilerine çekici ve süslü gösterilmiştir.” Bâtılı çeki­ci ve süslü gösteren kesinlikle şeytandır.

“Allah, inkarcı bir topluluğa hidayet vermez.” Yüce Allah kâfir bir toplu­luğu hak ve hayır olan bir şeye iletmeyeceğini vurguluyor. Bu, onların Allah’ı

ve Rasûlünü inkâr etmelerinin ve bu fikirlerinde ısrar etmelerinin cezasıdır. [48]

 

Sonuç

 

1- Kameri yılın aylarının sayısı onikidir. Kameri yılın gün sayısı da üçyüz elli beştir.

2- Haram aylar dörttür. Bunları Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz açıkla­mıştır: Recep, Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem.

3- Haram aylar dokunulmazdır. Mecbur kalınmadıkça bu aylarda savaş yapılmaz.

4- Allah’ın beraber olma sıfatı, takva sahiplerini destekleme, onlara yardım etme şeklinde özel bir beraberliktir.

5- Haramı helâl kılmak için bâtıl fetvalarla hile-i serîye yapmak ha­ramdır. Bu davranış sadece günahı arttırır.

6- Bâtılın çekici ve süslü görünmesi şeytanın bir hilesidir.

7- Yüce Allah kâfirlere ve fasıklara azgınlıklarına devam ettikleri sü­rece hidayeti haram kılmıştır. Onları, durum ve akıbet olarak hakka ve hayra ulaştırmaz. [49]

 

38- Ey  inananlar!  Size  ne  oldu  ki,   “Allah  yolunda  topluca savaşa   çıkın!”   dendiği   zaman   yere   çakılıp   kaldınız?  Ahirettense dünya   hayatına      razı   oldunuz?  Ama   dünya   hayatının   geçimi, âhiretin yanında pek azdır.

39- Eğer   topluca   savaşa   çıkmazsanız,   Allah   size   acı   bir şekilde   azabeder   ve   yerinize   sizden   başka   bir   topluluk   getirir; O’na  hiçbir  zarar  veremezsiniz;  Allah  herşeyi yapabilendir.

40- Eğer siz  o  Hak Elçisine yardım  etmezseniz,  iyi  bilin  ki, Allah   ona  yardım   etmiştir:   Hani  yalnız   iki   kişiden   biri   olduğu halde,   inkâr  edenler  kendisini Mekke’den  çıkardıkları  sırada  ikisi mağarada   iken   arkadaşına:   “Üzülme,   Allah   bizimle   beraberdir.” diyordu.  İşte  o  zaman  Allah  ona yardım  etti  onun   üzerine  sükû­net,  huzur ve güven  duygusunu  indirdi  ve  onu,  sizin görmediğiniz askerlerle    destekledi;    inanmayanların    sözünü    alç alttı.    Yüce olan,  yalnız  Allah’ın   sözüdür.   Allah   daima   üstündür;   hüküm   ve hikmet   sahibidir.

 

Sözlük

 

Size ne oldu? Ne gibi bir mazeretiniz var?Aceleyle kuşanıp savaşa koşun.Ağırlaştınız. Ağır bir yük taşıyormuş gibi yavaşladınız. ^Eğer ona, yani Allah’ın elçisi Muhammed’e (s.a.v.) yardım et­mezseniz.                                                                   İkiden biri. Yani Hz. Ebûbekir (r.a.)Mağarada. Mekke’deki Sevr dağında bulunan bir mağarada.Arkadaşına, Ebûbekir es-Sıddik’a (r.a.)Sükûnetini. Huzurunu. Güvenlik duygusunuKâfirlerin sözü dediği. Şirk çağrısı.şağı. Bayağı. Yenilmiş ve alçalmış. Sesi duyulmaz olmuş.Allah’ın sözü dediği ise yücedir. Yani tevhid çağrısı olan: “La-ilahe illallah Muhammedurrasûlüllah: Allah’tan başka ilahyoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir” sözü en yüce, galip ve belirgin olandır. [50]

 

Açıklama

 

Bu âyetler Tebük seferi hakkında nazil olmuştur. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.), Roma kralı Herakliyus’un ordusunu toplayıp kendisiyle savaşmak üzere yola çıktığını haber aldı. Bunun üzerine Peygamberimiz genel seferber­lik ilân etti. Mevsim yaz idi. Kavurucu bir sıcaklık, kuraklık ve açlık hüküm sürüyordu. Tarih hicretin dokuzuncu yılının Şevval ayını gösteriyordu. Bu se­fere ‘çetin sefer’ adı verildi. Yüce Allah mü’min kullarını, Peygamberin çağrısı­nı özyurdunda boğmak üzere harekete geçen düşmana karşı elçisi ile birlikte savaşa çıkmaları hususunda teşvik ediyordu: “Ey iman edenler! Size ne oldu ki, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman...” Peygamber size: “Allah yolunda savaşa kuşanın,” cihada çıkın dediği zaman... Allah rızasını ve katındaki sonsuz nimetleri elde etmek için savaşa hazırlanın çağrısında ou-lunduğu zaman “size ne oldu ki” kuşanıp savaşa çıkmıyorsunuz?! Oysa siz dünya-âhiret mutluluğunu isteyen müminlersiniz. “Yerinizde ağırlaşıp kal­dınız.” Evlerinizde ve memleketinizde kalmaya razı olup, cihada çıkma husu­sunda ağır davrandınız. “Âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldu­nuz?!” Yüce Allah böyle bir şeyin olmaması gerektiğini vurguluyor. Sonra şu gerçeğe dikkat çekiyor: “Âhirettekine göre,” oradaki kalıcı nimetlere göre “bu dünya hayatının yararı,” çeşitli dünya nimetleri, “pek azdır,” değersizdir; geçicidir. Nasıl oluyor da azı çoğa, geçiciyi kalıcıya tercih edebiliyorsunuz?! Ardından Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Eğer savaşa kuşanıp çıkmazsanız,” ona yardım etmekten vazgeçerseniz, kafirlerle savaşında onu yalnız bıra­kırsanız “O sizi pek acıklı bir azapla cezalandıracak ve yerinize bir başka to­pluluğu getirecektir. Sİz O’na hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, herşeye güç yetirendir.” Bu ifadede mü’minlerin kalplerini titreten bir tehdit vardır.

“Siz O’na yardım etmezseniz...” Eğer siz ondan desteğinizi çekerseniz ve bu zor zamanda onunla birlikte sefere çıkmazsanız, ne olacak ki!... Yar­dımsız mı kalacak? Allah bundan daha zor zamanlarda ona yardım etmiştir. Kâfirlerin onu “ikiden biri” olarak, Ebûbekir’le birlikte Mekke’den çıkardıkları zaman da Allah ona yardım etti. “İkisi mağaradayken” Sevr dağındaki mağa­rada gizleniyorken “arkadaşına şöyle diyordu:” “Şayet biri ayaklarının dibine bakacak olsa bizi göreceklerdir ya Rasûlüllah!” diyen Ebubekir’e şöyle diyor­du: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir! Böylece Allah ona hu­zur ve güvenlik duygusunu indirmişti. “Nefsi sükûnete kavuştu, huzur ve gü­ven duygusu kalbine egemen oldu, içindeki korku uçup gitti. “Onu sizin gör­mediğiniz ordularla destekleyip, inkâr edenlerin çağrısını,” şirk davetini “al-çaltmıştı,” yenilmiş, hezimete uğramışlardan kılmıştı. “Oysa Allah’ın sözü, (Lailahe illallah, Muhammedurrasûlüllah: Allah’tan başka ilah yoktur, Mu­hammed Allah’ın elçisidir) çağrısı en “yüce olandır.” Galip ve egemendir. “Al­lah üstün ve güçlüdür,” yenilmez galiptir; “hüküm ve hikmet sahibidir.” tasar­ruf ve tedbirleri bir hikmete dayanır. Dilediğine yardım eder; hiç kimse buna engel olamaz. Dilediğini de hezimete uğratır; hiç kimse bu yenilgiyi önleye­mez. [51]

 

Sonuç

 

1- İslâm devletinin başkanı genel çağrı yaptığı zaman cihada çıkmak farzdır. Buna, genel seferberlik ilânı, denir.

2- Genel seferberlik ilânı, Allah yolunda cihad için olmalıdır. Başkasının yolunda, başka amaçlar uğruna savaşa çıkmak şeriata uygun değildir.

3- Âhiretin nimetleri karşısında dünya hayatı ve dünya varlığı basit ve önemsizdir.

4- Dinine, ümmetine ve sünnetine destek olmak suretiyle Rasûlüllah’a ve ondan olan emir sahiplerine yardım etmek farzdır.

5- Ebûbekir (r.a.)’a büyük bir şeref ve fazilet bahşedilmiştir.

6- İslâm çağrısı, en yüce çağrıdır. Hiç bir çağrı ondan yüce değildir. Eninde sonunda üstünlük İslâm’ındır. [52]

 

41- Gerek  hafif,  gerek  ağır  olarak  silahlı,   silahsız;   binekti, bineksiz;   kolay,   zor   hangi   halde   olursa   olsun   topluca   savaşa çıkın;  mallarınızla  ve  canlarınızla Allah yolunda  cihad edin.  Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

42- Yakın  bir dünya  menfaati  (kısa  bir zamanda  elde  edile­cek   geçici   bir   dünya   menfaati)    ve   orta   bir   yolculuk   olsaydı savaşa   katılmayan   o   münafıklar,   elbette   sana  tâbi  olurlardı.   Fa­kat güç,   aşılacak  mesafe,  kendilerine  uzak geldi.   Bir de,   “Gücü­müz  yetseydi,   sizinle   beraber  çıkardık!”  diye  Allah’a  yemin   ede­cekler.   Boşuna   kendilerini   mahvediyorlar.   Allah,   onların   yalancı olduklarını  biliyor.

43- Allah seni affetsin; doğru söyleyenler sana iyice belli olup,  yalan  söyleyenleri  bilmezden  önce  niçin  onlara  izin   verdin?

 

Sözlük

 

Hafif ve ağırlıklı. “Hifaf’ “Hafifin çoğuludur. Güçlü, iyi donanımlı, binekli, savaşçı genç demektir.Yaşlı, hasta ve savaş donanımı olmayan yoksul demektir.Bu. Bu mal ve can ile cihad, yere yapışıp kalmaktan ve cihadı terketmekten sonuç itibariyle daha hayırlıdır.Yakın bir yer Normal bir yolculuk. Zorluk. Meşakkatle aşılabilen uzun yol Allah seni affetsin; seni sorumlu tutmasın. [53]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde, Romalılarla savaşmak üzere Şam’a yapılan seferle ilgili konu devam ediyor. Burada Yüce Allah, şartlar ne olursa olsun, her ha­lükarda, zayıflıkta, güçlülükte mü’minlerin cihada çıkmaları gerektiğini vurgu­luyor; zengin-fakir, yaşh-genç herkes sefere katılmalı... “Hafif ve ağır, savaşa kuşanıp çıkın ve Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin.” Allah’ı ve Rasûlünü inkâr eden Allah düşmanlarıyla, onlar İslâm’a girene veya İslâm’ın egemenliğini kabul edip kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın.

“Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.” Cihad için kuşanıp sefere çıkmanız, kâfirlerle savaşmanız, iki hedeften birini gerçekleştirmek Üzere ci­had etmeniz sizin için yere çakılıp kalmaktan, az bir yararlanmadan ibaret olan dünya hayatına razı olmaktan daha hayırlıdır; keşke bunu bilebilseniz.

“Eğer yakın bir menfaat ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni iz­lerlerdi. Ama zorluk onlara uzak geldi.” Yüce Allah Rasûlüne buyuruyor ki: Şu cihaddan geri kalan münafıkları ve zayıf imanlıları yakın bir menfaate, zah­metsizce elde edilecek bir ganimete ve orta bir sefere davet etseydİn, kesin­likle sana uyacaklardı. Oysa sen onları sıcak bir mevsimde, sıkıntılı bir dönemde Tebük Savaşı’na davet ettin. Bu yüzden zorluk onlara uzak geldi. Bunun için çeşitli bahaneler ileri sürerek sefere katılmaktan kaçındılar.

“Allah adına yemin edecekler (size gelip yemin edecek ve diyecekler­dir) ki: Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle bitlikte savaşa çıkardık! Kendi nefislerini helâka sürüklüyorlar.” Allah’ın öfkesini ve azabım üzerlerine çeki­yorlar. “Allah onların gerçekte yalan söylediklerini biliyor.” Savaşa katılma­mak için ileri sürdükleri tüm mazeretler yalandır.

Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah, sefere katılmaktan ve Tebük Savaşı’na gitmekten geri duranlara izin veren Peygamberini azarlıyor. Sağlam bir liderliğin ve doğru bir kumandanlığın gereği, kimseye izin vermemekti. Çünkü yalancılarla doğrular böyle durumlarda belli olur.

“Allah seni affetsin.” Hatanı bağışlasın; seni sorumlu tutmasın. Yüce Allah bu ifadeyi Peygamberine yönelttiği azarın başına koyuyor: “Niye onlara izin verdin?!” Onu bağışladığını ifadenin başına koyması Peygamber Efendi­mizi bir an önce sevindirmeye yöneliktir. Eğer bu ifadeyi cümlenin sonuna bıraksaydı, Efendimizde bir korku, bir hüzün oluşacaktı. “Doğru söyleyenler sana açıkça belli oluncaya ve yalancıları da öğreninceye kadar niye onlara izin verdin?” Tebük seferine katılmayan münafıklara verilen iznin azarı gerektiren bir husus olduğunun gerekçesi de böylece belirtilmiş oluyor. [54]

 

Sonuç

 

1 - İslâm devletinin başkanı genel seferberlik ilan ettiği zaman cihaddan kaçmak, geri durmak haramdır. Ama bir sebep varsa ve bu sebepten dolayı katılmama izni verilirse, bu da caizdir.

2- Cihad can ile olduğu gibi mal ile de olur. Cihada katılmak, sonuç ve gidişat bakımından cihadı terk etmekten daha hayırlıdır.

3- Hakkı geçersiz kılıp bâtılı etkinleştirmeye yönelik göstermelik iman, Allah’ın öfkesini ve gazabını gerektirir.

4- Sevilen bir kimseyi azarlamak meşru bir eğitim yöntemidir.

5- Allah’ın henüz kendisine bildirmediği bir hususta, ilk adımda Rasû-lüllah’a muhalefet etmek caizdir. [55]

 

44- Allah’a ve âhiret gününe inananlar, mallarıyla, canlarıy­la cihad etmekten geri kalmaları için senden izin istemezler. Al­lah korunanları bilir.

45- Ancak  Allah’a   ve   ahir e t   gününe   inanmayan,   kalpleri kuşkuya  düşmüş  ve  şüpheleri  içinde  bocalayıp  duranlar,  geri  kal­mak  için  senden  izin   isterler.

46- Eğer   cihada   çıkmak   isteselerdi,   onun   için   bir   hazırlık yaparlardı.   Fakat   Allah,   onların   davranışlarından   hoşlanmadığı için   onları   durdurdu:    “Oturan   kadın   ve   çocuklarla   beraber   otu­run!” denildi.

 

Sözlük

 

Senden izin almazlar. Cihaddan kaçınmak için senden izin istemezler Onların kalpleri şüphe etti. Senin davet ettiğin hak dinin doğruluğu hakkında kalpleri kuşku içine düşenler.Şüpheleri içinde.Tereddüt ediyorlar. Şaşkınlar. Bir türlü karar veremezler.Onun için hazırlık yaparlardı. Onun İçin gerekli olan silah, azık ve binek gibi teçhizatı hazırlarlardı.Savaşa çıkmadan. Sizinle birlikte savaşa çıkmaları.Onları sabitleştirdi. Yüreklerine geride kalma duygusunu dü­şürdü. Savaşa çıkmamayı onlara sevdirdi. Bu yüzden tembel­lik edip savaşa katılmadılar. Yani onlar kendi nefislerine uy­duklarından Allah da onları kendi seçeneklerinde hür bıraktı. [56]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, Tebük seferi ile ilgili olarak devam ediyor. Seferberlik ilâ­nına muhatab olanların emre uymaları gereği vurgulanıyor. Başta, Rasûlül-lah’ın geride kalmak için izin isteyenlere izin vermesi dolayısıyla işittiği aza­rın ardından, gerçek mü’minlerin, canları ve malları ile cihad etme yükümlü­ğünden kaçınmak için izin istemedikleri dile getiriliyor. “Senden, yalnızca Allah’a ve ahiret gününe inanmayan,” Allah’a, Rasûlüne, müjde ve tehdidine inanma hususunda “kalpleri kuşkuya kapılıp” şaşkınlar gibi “kuşkularında kararsızlığa düşen,” nereye gideceğini bilmeyen kimseler “İzİn ister.” Bu, her münafığın derinden yaşadığı bir inanç ve duygu tutarsızlığıdır. Bu arada Yüce Allah, münafıkların ileri sürdükleri mazeretlerin tümüyle yalan olduğunu ha­ber veriyor. Çünkü cihada çıkma niyetinde olsalardı, bunun için önceden hazırlık yaparlardı; silah, azık ve binek gibi gerekli donanımı temin ederlerdi. Ama onlar kesinlikle cihada çıkmama kararındaydılar. Sen onlara izin verme-seydin, bu sefer sana muhalefet edip geride kalacaklardı; emrine uymayacak­lardı. Bunun altında yatan neden, Yüce Allah’ın onların cihada çıkmalarını kendi hür iradelerine bırakmasıdır. Emrettiği halde zorlamamasıdır. Çünkü ci­hada çıkmaları bir çok yönden zararlı ve tehlikeliydi. Bu yüzden yüreklerine isteksizlik duygusunu attı. Ağır bir tembellik çöktürdü üzerlerine. Sanki onla­ra: “Oturun oturanlarla beraber.” denildi. Âyet-i kerime bu durumu net biçim­de ortaya koymaktadır: “Eğer savaşa çıkmak isteselerdi, herhalde ona bir hazırlık yaparlardı. Ancak Allah savaşa gitmelerini çirkin gördü de ayaklarını doladı; ve onlara, siz de oturanlarla birlikte oturun, denildi.”

44. âyetin sonunda yer alan değerlendirme cümleciğinde ise Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah takva sahiplerini bilir?” Bu ifade, Yüce Allah’ın kul­larının nefislerinin her türlü halini bildiğini ortaya koymaya yöneliktir. Buna göre O’nun haber verdiği herşey, gerçeğin, doğrunun kendisidir. Şu halde, gerçek mü’minler, inançlarının sağlamlığından ve kalplerinin derinliklerinde hissettikleri iman duygusundan dolayı cihaddan kaçınmak için izin istemezler. Cihad yükümlülüğünden kaçınmak için ancak münafıklar izin isteyebilirler.

Bunun nedeni, içlerini yiyip bitiren kuşku ve günahkârlıktır. Allah onların du­rumunu herkesten daha iyi bilir. Hiç kimse, herşeyden haberdar olan Allah gibi sana gerçeği bildiremez. [57]

 

Sonuç

 

1- İman ve Allah’ın emirlerine göre hareket etme, bir kişide bulunması gereken büyük faziletlerdir. Öyle ki, bu niteliklere sahip bulunan bir kimse, mal ile ve can ile cihaddan kaçınma girişiminde bulunmaz.

2- İnançta kuşku büyük bir tehlikedir. Şaşkınlık ve ne yapacağını bilme-mezlik, kararsızlığın başlıca sebebidir. Kuşkular içinde bocalayan bir kimse mal ve can ile cihad yükümlülüğünü yerine getiremez.

3- Kişinin geçmişte işlediği kötülükler, onun hayırlı bir iş yapmasına en­gel değildir. [58]

 

47- Sizin   içinizde   sefere   çıkmış   olsalardı,   size   bozguncu­luktan  başka  bir katkıları  olmazdı.   Sizi  birbirinize  düşürmek için hemen   aranıza   sokulurlardı;   içinizde   de   onlara   kulak   verenler vardı. Allah  zalimleri bilir.

48- Onlar  önceden  de fitne  çıkarmak  istediler  ve  sana  nice işleri  ters   çevirdiler.   Nihayet  hak  geldi,   onlar  istemedikleri  halde Allah’ın emri galebe çaldı.[59]

 

Sözlük

 

Sizinle birlikte çıksalar. Cihada çıkarlarsa.  Ancak bozgunculuk. Görüş ve taktik hususunda bozgunculuk

yaparlar.Aranızda dolaşmazlar. Sadece aranızda laf götürüp getirme, kırıcı laflar yayarak sizi birbirinize düşürme amacından başka bir amaçla aranızda dolaşmazlardı.Aranızda onlara çokça kulak veren var. Onların bozguncu ve kışkırtıcı sözlerinden etkilenen zayıf inançlı, zayıf karakterli kimseler vardır.Senin Medine’ye hicret etmenden Önce.Senin hakkında işler çevirdiler. Sana karşı bir takım işler çe­virmişlerdi. Tuzaklar hazırlamış, komplolar kurmuşlardı. Ya­hudiler ve müşriklerle işbirliği içine girerek onlara yardım et­mişlerdi.Allah’ın emri ortaya çıktı. Üstünlük sağladı. Mekke fethedildi. Bunun sonrasında insanlar akın akın Allah’ın dinine girdi.Ve onlar nefret ederler. Hakkın gelmesini, Allah’ın emrinin üstünlük sağlamasını, dininin zafere ulaşmasını istemiyorlar. [60]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde bu iki âyet, münafıkların niyetlerini açıkça göster­meye, gizli yönlerini, ilişkilerini ortaya çıkarmaya ilişkindir. Bu yönde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Sizinle birlikte çiksalardı...” Ey Rasûl ve Ey mü’min-ler! Eğer bu münafıklar sizinle birlikte Tebük seferine katılsalardı “size kötülük ve zarardan başka bir şey etmezlerdi.” Size zarar verirlerdi; bozgun­culuk yaparlardı. Mü’minlerin kafalarım karıştırıcı söylentiler yayarak, zehirli fikirler taşıyarak saflarda bozulma ve dağılmaya yol açarlardı. “Aranıza,” saf­larınız arasına “fitne sokmak üzere,” maneviyat bozucu sözlerle “içinizde uğraşırlardı.” Birliğinizi parçalar, aranıza düşmanlık tohumlarını serperlerdi. Bu da her zaman ve mekandaki münafıkların hoşlandığı davranış biçimidir; onların içlerindeki özelliktir.

“İçinizde onlara kulak verenler var.” Aranızda zayıf imanlı ve zayıf tabi­atlı kimseler vardır. Sizden duydukları sözleri ve gizli sırlarınızı onlara ak­tarırlar. Yine içinizde onları dinleyip emirlerine uyan kimseler de vardır. İşte bu ve benzeri şeylerden dolayı onların sizinle birlikte gelmelerini Allah (c.c.) çirkin gördü de kadınlarla, çocuklarla, düşkünlerle birlikte oturdular.

“Allah, zulmedenleri bilir.” Dinini geçersiz kılmak ve dostlarını hezi­mete uğratmak için çaba yürütenleri bilir. Bu yüzden Romalılardan ve hris-tiyanlaşmış Suriye Araplanndan oluşan düşmanlarınıza karşı çıktığınız bu se­ferinizde onların aranızda olmalarına izin vermedi. “Andolsun daha önce onlar fitne çıkartmak istemişlerdi.” Senin Medine’ye hicret edip orada bir İslâm top­lumunu oluşturduğun günden beri, onlar senin ashabın arasına fitne tohum­larını serpiyorlardı ki, amaçlarına ulaşsınlar. Nitekim Uhud savaşında İbn-i Selul, üç kişilik Beni Seleme ve Beni Harise kabileleri mensuplarıyla birlikte bozuşarak, savaştan çekildi. Allah sizi güvencede tutmasaydı, onların bu ge­riye çekilişleri büyük zararlara yolaçacaktı. “Ve sana karşı bir takım işler çevirmişlerdi.” Senin mesajını ortadan kaldırmak için türlü hile ve tuzaklara giriştiler. Bir çok yerde yahudilere, müşriklere destek oldular. Bu onların Özellikleridir; vazgeçilmez alışkanlıklarıdır.

“Sonunda hak geldi,” Mekke’nin fethi ile birlikte “Allah’ın emri üstünlük sağladı.” Arapların büyük çoğunluğu Allah’ın dinine girdi. “Onlar istemedikleri halde.” Bu durum, onların üzülmelerine, hüzne kapılmalarına neden oldu. Bu yüzden ey mü’minler! Sizinle birlikte sefere çıkmadılar diye üzülmeyin; çok da önemsemeyin. Yüce Allah’ın onları sizinle birlikte sefere çıkmaktan alıkoy­ması, size yönelik rahmetinin ve şefkatinin bir sonucudur. Zaferle dönmenizi istediğinin ifadesidir. Şu halde O’na yaraşır biçimde O’na hamd edin.

Allah’a hamd-u senalar olsun. [61]

 

Sonuç

 

1-Mü’minlerin saflarında münafık kimselerin bulunması büyük bir teh­likedir ve zarar vericidir. Bu yüzden onları önemli bir işe katmamak gerekir.

Önemli ve riskli konularda onlara başvurulmamalıdır.

2- İslâm ve müslümanlar açısından hayati etkinliğe ve öneme sahip me­selelerde gerekli tedbiri alıp, adımları büyük bir titizlikle atmak farzdır.

3- Münafıklar, İslâm ve mü slü mani arın üstünlük sağlamasını istemez­ler. Bu, onlar için büyük bir üzüntü kaynağıdır.

4- Yüce Allah’ın dostlarına ilişkin plânı, her türlü tedbir ve plândan daha hayırlıdır. Bu yüzden Allah’ın kader, kaza ve tavsiyelerine uymak, O’nun planlamasına teslim olmak farzdır. [62]

 

49- İçlerinden   öylesi   var  ki:   “Bana   izin   ver,   beni fitneye düşürme.”  der.   İyi  bilin   ki,   onlar zaten fitneye   düşmüşlerdir.   Cehennem   de   kâfirleri  kuşatacaktır.

50- Sana  bir iyilik  ulaşsa,   bu  onların  hoşuna gitmez  ve   eğer sana   bir  kötülük  ulaşsa:   “Biz  önceden   sefere   katılmamakla  başı-mızın   çaresine   bakmışız-“  derler;  sevinerek  döner giderler.

51- De ‘ki:   “Allah,  bizim  için  ne yazmış,  ne  takdir etmiş  ise ancak   o   bize   ulaşır;   bizim   sahibimiz   O’dur.   İnananlar  Allah’a dayansınlar,”

52- De  ki:   “Bize  yalnız  iki  iyilikten,  ya  gazilik  veya  şehid-likten   birini   beklemiyor   musunuz?   Bundan   başka   ne   olabilir? Ama  biz,  Allah’ın  size  ya  kendi  tarafından   veya  bizim  ellerimizle bir  azap   ulaştırmasını   gözetliyoruz.   Haydi   gözetin,   biz   de   sizin­le   beraber   gözetenleriz.”

 

 

Sözlük

 

Onlardan bir kısmı. Ced b. Kays gibi olanlar.Bana izin ver. Cihaddan geri durma hususunda bana izin ver, derler.Beni fitneye düşürme. Beni fitneye katma. İddiası da şudur: “Bizans kadınlarını gördüğümde nefsime hakim olamıyorum.”  İyilik onları kötü eder. Zafer, ganimet ve afiyet gibi her türlü güzellik, onları fenalaştım-. Bundan dolayı hüzne kapılırlar.  Önceden işimizi aldık. Önceden tedbirimizi aldık; bu yüzden  onlarla birlikte sefere çıkmadıkki güzellikten biri. Zafer ve cennete varis olmak demek olan şehadet.Bekleyin. Bekleyedurun. Kuşkusuz biz de sizinle birlikte bek­leyenleriz. [63]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, Tebük seferine katılmayan münafıklarla ilgili olarak de­vam ediyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlardan bir kısmı: Bana izin ver, der.” Cihada gitmemek için bana izin ver “ve beni fitneye katma.” Beni sefere katılmak zorunda bırakma.Rivayete göre, Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) yukarıdaki gerekçeyi ileri süren şahsa şöyle demiştir: “Bizanslıların ülkesine sefer düzenlemeye ne dersin?” Adam: “Ben kadınlara düşkün biriyim; Bizanslıların kadınlarım gör­düğümde, kendime hakim olamayıp fitneye düşmekten korkuyorum.” diye ce­vap vermiştir. Bu sözü söyleyen şahıs Medine münafıklarının liderlerinden Kays oğlu Ced’dir. Yüce Allah onun bu iddiasının gerçekle ilgisinin olmadığını bildiriyor: “Haberin olsun, onlar fitnenin ta içine düşmüşlerdir.” En büyük fitne olan şirk ve nifakın içine düşmüş bulunuyorlar. “Hiç şüphesiz cehennem, o inkâr edenleri mutlaka çepeçevre kuşatıcıdır.” Cehennem, bu ve benzeri kâfirleri ve münafıkları kuşatmıştır.50. âyette ise, münafıkların bir özelliği ortaya konuyor: Bunlar içlerinde bazı fikirler kuruyorlardı. Rasûlüllah’a ve mü’minlere herhangi bir iyilik, zafer ve ganimet gibi bir kazanç isabet etse, onları üzer, hüzne kapılmalarına ne­den olur. Şayet mü’minler yenilgiye uğrasalar, Öldürülüp şehid düşseler, der­ler ki: “Biz önceden tedbirimizi almıştık.” Tedbirli davranarak onlarla birlikte sefere katılma gafletine düşmedik, derler. Ve “dönüp giderler”. Gururla evle­rine ve ailelerine “sevinç içinde” dönüp giderler. Âyeti bir kez daha okuyacak olursak, onların tavırlarını daha acık bir biçimde algılayabiliriz; “Sana iyilik dokunursa, bu onları fenalaştırır. Bir zarar ve kayıp isabet edince ise, biz önceden tedbirimizi almıştık, derler ve sevinç içinde dönüp giderler.”

51 ve 52. âyetlerde ise, Yüce Allah, Rasûlüne, bu münafıkların öfkelen­mesine, derin bir karamsarlığa kapılmasına neden olacak buyruklar veriyor: “De ki: Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle” herhangi bir iyi­lik veya kötülük “isabet etmez.” Rabbimizin bizim için yazdığı da, kesinlikle bizim için hayırdır. Çünkü O, bizim koruyup gözetenimizdir. “Ve mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.” Biz mü’miniz ve sadece Rabbimize güvenip dayanıyoruz. “De ki: Siz bizim için iki güzellikten [64]birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz?” Bizim için, şirk, küfür ve nifak ehline karşı zafer kazanmamızdan,   üstünlük   sağlamamızdan veya   Allah   yolunda   şehid düşmemizden başkasını mı bekliyorsunuz?.. Bu beklentiniz boşunadır. Biz ya sizi ağır bir yenilgiye uğratıp zafere ulaşacağız, ya da şehid olup Yüce Allah katındaki cennetin kalıcı nimetlerine kavuşacağız. “Öyleyse siz bekleyedu-run, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.” İleride karşılaşacağımız akıbet, kesinlikle bizi sevindirecek, sizi ise üzecektir. [65]

 

Sonuç

 

1- Kays oğlu Ced’in işlediği ayıp, laneti hakedişi ve cehennemle müjdelenişi(!) gündeme getiriliyor.

2- Mü’minlere zarar veren bir şey kâfirleri ve münafıkları sevindirir. Müslümanları sevindiren bir şeyse onların üzülmelerine neden olur. Bu, her münafığın belirgin ve değişmez özelliğidir.

3- Münafıkların sözlerine önem vermemek ve yalnızca Allah’a güvenip dayanmak, farzdır.

4- Cihada çıkan mü’minler için iki güzel sonuç sözkonusudur: Zafer ya da şehadet.

5- Gerektiğinde düşmanı öfkelendirecek, hüzne kapılmasına yolaçacak sözler söylemek İslâm’a uygundur. [66]

 

53-De  ki:   “İster gönüllü,   ister gönülsüz  sadaka  verin;  siz­den   kabul  edilmeyecektir.   Çünkü   siz  yoldan   çıkan   bir   kavimsinız.

54- Sadakalarının kabul edilmesine engel olan sadece şudur: Onlar Allah’a ve Elçisine karşı nankörlük ettiler; namaza da   üşene   üşene  gelirler  ve   istemeye  istemeye   sadaka   verirler.

55-Onların ne malları, ne de evlâtları seni imrendirmesin. Allah bunlarla onlara dünya hayatında azabetmeyi ve kâfir ola­rak canlarının  çıkmasını  istiyor.

 

Sözlük

 

İsteyerek veya istemeyerek.Muhakkak ki siz fasıklar (bozuk ve bozguncu) topluluğu oldunuz. Yardımlarının kabul edilmeyişinin gerekçesini açıklayıcı bir ifadedir bu.Ağırdan almak. İçlerinden namazın faydasına inanmadıkları için isteksizce ve ağırdan alarak namaza gelirler. Onların mallan seni hayrete düşürmesin. Ey müslümanlar! Münafıkların sahip oldukları şeylere imrenmeyin. Malları ve evlatları size çekici gelmesin.  Canları zorlukla çıkar. Ölürken işkence çeke çeke ölürler. [67]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, Rasûlüne, münafıklara nasıl karşılık vereceğini öğretiyor ve şöyle buyuruyor: “İsteyerek veya istemeyerek infak edin...” Gönüllü veya gönülsüzce yardımlarda bulunun.,, “sizden kesin olarak kabul edilmeyecek­tir. “[68] Yüce Allah Rasûlüne şunu bildirmiş oluyor: Onlara de ki: Tebük seferi için ve diğer zamanlardaki kamu harcamaları* için yaptığınız harcamaları, gönüllü de? gönülsüz de yapsanız, bu sizden kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, Allah’ı ve Rasûlünü inkâr etmekle, onlara itaat etmemekle fasık bir topluluk oldunuz.

54.âyete gelince, burada Yüce Allah, yardımlarının kabul edilmeyişinin başlıca sebeplerini açıklıyor. Buna göre sebeplerin başta geleni, Allah’ı ve Rasûlünü inkâr etmeleridir. İkincisi, istemeyerek ve gönülsüzce namaza kalk­malarıdır. Üçüncü sebep, Allah yolunda yardım etmenin hoşlarına gitmemesi-dir. “İnfak ettiklerinin kendilerinden kabulünü engelleyen şey Allah’ı ve Elçisini tanımamaları, namaza ancak isteksizce gelmeleri[69] ve hoşlarına git-miyorken infak etmeleridir.”55.âyette ise, Yüce Allah, Elçisinin ve mü’minlerin, güzellikte ve çok­lukta hangi boyutlarda olursa olsun, münafıkların mal ve çocuklarına imren­melerini yasaklıyor: “Şu halde onların mallan ve çocukları seni imrendirme­sin.” Bunları imrenilecek bir durum olarak algılamayın. Ardından Yüce Allah, Rasûlüne münafıklara bol evlad ve mal bahsedişinin sebebini açıklıyor: “Allah bunlarla ancak onların dünya hayatında azap çekmesinin çoğalmasını ve can­larının inkâr içindeyken zorlukla çıkmasını ister.” Dünyada çekecekleri azabın niteliğini şöylece tesbit edebiliriz: Zekât verirken ve cihada mali destek amacı ile harcadıkları her maldan (kuruştan) dolayı tarifsiz bir elem duyarlar. Çünkü bu harcamanın kendi lehlerine değil, bilâkis aleyhlerine olduğunu düşünürler. Onlar İslâm’ın zafer kazanmasını, üstünlük sağlamasını istemez­ler... Çocuklarının onlar için bir azap kaynağı oluşuna gelince, bu münafıklar, çocuklarının İslâm’a girdiğini, onun emirlerini yerine getirdiklerini görür, ama buna engel olamazlar. Bir insan İçin, öz çocuğunun kalkıp babasının dinini ter-kederek bir başka dine bağlanmasından daha acı ne olabilir? Üstelik o çocu­ğun kalkıp kâfir babasına, annesine, kardeşine, kızkardeşine, en yakın akra­balarına düşman kesilmesinden daha ıstırap verici birşey olur mu?.. Bütün bunların yanında bu adamlar, kâfir olarak ölüyor ve dünyada çektikleri azap­tan daha şiddetli bir azaba çarptırılıyorlar...

Yüce Allah işte bu şekilde, münafıklara bahşettiği mal ve evladın onlar için bir azap unsuru olduğunu, mutlu olsunlar diye bunları bahşetmediğini vur­gulayarak Elçisini ve mü’minleri teselli ediyor. [70]

 

Sonuç

 

1- Ameli boşa çıkaran şirk gibi, riya da yani Allah rızasının dışında gösteriş için yapılan ameller de yapılan ibadetin sevabını geçersiz kılan bir un­surdur.

2- Burada kâfirler için “fasık” sıfatı kullanılıyor. Buna göre, her kâfir ke­sin olarak fasıktır (Allah’ın ölçülerinden dışarı çıkan). Bunun yanında her fasık da kafir değildir.

3- Kul, Allah yolunda zekat ve benzeri şekillerde harcamada bulunurk­en nefsi bundan hoşnut olmalıdır.

4- Namaz kılma hususunda tembellik göstermek iyi değildir. Çünkü bu, münafıklığın alâmetlerinden sayılmaktadır.

5- Bir müslümanın fasık ve münafıkların sahip oldukları mal ve eşyaya imrenmesi doğru değildir. [71]

 

56- Sizden  olduklarına Allah’a yemin   ediyorlar.   Oysa  onlar sizden  değiller; fakat onlar korkak bir topluluktur.

57- Eğer sizden korunmak için sığınacak bir yer, yahut barı­nacak mağaralar, ya da girecek bir delik bulsalardı, hemen oraya doğru  koşarlardı.

58- Onlardan  kimi  de  sadakaların   bölüştürülmesi  hususunda sana   dil   uzatır.   Eğer   o   sadakalardan   kendilerine   pay   verilirse hoşlanırlar,   verilmezse   hemen   kızarlar.

59- Ne  olur  onlar,  Allah’ın   ve  Elçisinin  kendilerine  verdiği­ne  razı  olup:   “Allah  bize yeter; yakında Allah  bize  de  bol lütfün’ dan   verecek;   Peygamberi   de.   Biz   sadece   Allah’a   rağbet   ederiz; yalnız   O’ndan   umarız.”  deselerdi.

 

Sözlük

 

Onlar sizden değildirler. Çünkü kâfirdirler, yüzleri ve kalpleri kâfirlere dönüktür.Korkuyorlar. Sizden çok korkuyorlar.Sığınak. Sığınabilecekleri sağlam bir yer.Mağaralar.Girilen yer. Korkup kaçan bir kimsenin gizlenebileceği yer.Koşuyorlar. Durdurması, karşı konulması imkansız bir hızla koşarlardı. Sana dil uzatıyorlar. Sadakaları dağıtman konusunda seni eleştiriyorlar.Onlar o zaman öfkelenirler. Hoşnut olmazlar. Allah bize yeter. Her hususta, Allah bize yeter ve kâfidir. Allah’a rağbet edenler. Bizler O’nun lûtfunu isteyenleriz. [72]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, münafıkların gizli-saklı yönlerini gözler önüne sermek suretiyle devam ediyor. Bunda amaç: içlerinde Allah’ın lûtfuna mazhar olanlar hatalarını anlayıp tevbe etsinler.

“Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler.” Dinini­ze ve ümmetinize bağlı olduklarını ileri sürerler. “Oysa onlar sizden değildir­ler.” Gerçekte onlar münafıklık eden kâfirlerdir. “Ancak onlar ödleri kopan bir topluluktur.” Sizden çok korkuyorlar. Bu yüzden, size karşı mallarını ve can­larını güvenceye almak için, sizden olduklarına dair yemin ederler. Bu, aynı zamanda sizden ne kadar korktuklarının da bir ifadesidir. “Eğer onlar bir

sığmak..” sağlam bir kale, “veya mağaralar..” dağlarda kalacak mağaralar, “veya girebilecekleri bir yer bulsalardı..” yerde bir sığınak bulsalardı, “hızla oraya yönelip koşarlardı.” Sizden korunmak için can havliyle oraya atılırlardı. 58 ve 59. âyetlere gelince, burada Yüce Allah, bazı münafıkların Hz. Peygamberin sadakaları dağıtış yöntemini eleştirdiklerini, onu adaletsizlikle suçladıklarını haber veriyor. “Onlardan sadakalar konusunda seni yadırga­yacaklar vardır. Ondan kendilerine verilirse hoşlanırlar.” Rasûlüllah’tan ve paylaşım yönteminden razı olurlar. “Kendilerine verilmediği zaman bu sefer Öfkelenirler.” Ardından Yüce Allah, aslında nasıl davranmaları gerektiğini ifa­de buyuruyor: “Eğer onlar, Allah’ın ve Elçisinin verdiklerine razı olsalardı...” kendilerine sadakalardan verilen paya razı olsalardı “ ve: Allah bize yeter; Allah pek yakında bize fazlından verecek; O’nun Elçisi de...” Allah bize bol bağışlarda bulunacak; Elçisi de Allah’ın bahşettiği sadakaları aranızda bölüş-türecektir. “Biz gerçekten ancak Allah’a yönelenleriz ve ona gönül verenleriz, deselerdi ya.” Sadece Allah’ın lûtfunu umuyoruz, deselerdi; bu, kendileri için daha hayırlı olurdu ve ihtiyaçları da giderilirdi [73]

 

Sonuç

 

1- Sahte inanç, münafıkların en büyük özelliğidir. Hadîste, münafıkların alâmetlerinin üç tane olduğu belirtilir: “Konuştuğu zaman yalan söyler. Söz verince sözünü tutmaz. Emanete ihanet eder.”

2- Korkaklık, Ödleklik, zayıflık ve pısırıklık küfrün ve münafıklığın gerek­leridir.

3- Salih kimseleri ayıplamak, eleştirmek, bunu yapan kimsenin kalbinin ve niyetinin bozukluğunu ortaya koyan bir delildir.

4- İlâhi rahmetin bir belirtisi de münafıklara nasihat ile yol göstermesi, kendilerini dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştıracak yola yöneltmesidir.

5- İnsana sadece Allah yeter. Başkasına değil sırf O’na yönelmek ve gönül vermek gerekir. [74]

 

60- Sadakalar, zekâtlar Allah’tan bir farz olarak ancak fa­kirlere, düşkünlere, .onlar üzerinde çalışan zefyat toplayan “me­murlara, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya, mahsustur; top­lanan zekât, ancak bu sayılan yerlere verilir. Allah* bilendir, hüküm  ve  hikmet sahibidir.

 

Sözlük

 

Sadakalar. “Sadaka”nın çoğula. Burada kastedilen, mali bir yükümlülük olarak zekattır.

Fukara için. “Fakir”in çoğulu ve fakirler demektir. Yeterli yi­yeceği olmayan, buna karşın insanlardan istemeyen kimseler.Ve miskinler. “Miskin”in çoğulu. Yoksullar demektir. Yeterli yiyeceği olmayan, bu ihtiyacını gidermek için insanlardan is­teyen ve dilenmek suretiyle şahsiyeti kırılan kimse.  Ve onun üzerinde çalışanlar. Zekat toplama işinde çalışan görevliler. Ve kalpleri ısındırılanlar. Bunlar, müslüman olmaları veya böyle kalmaları umulan kimselerdir. Toplumsal mevki olarak büyük öneme sahiptirler. Müslüman olurlarsa, büyük ya­rarlıklar gösterirler. Ve kölelikte olanlar. Kölelikten kurtulmak için, efendileriyle özgürlük sözleşmesi imzalayan kölelere, ihtiyaç duydukları malî yardım zekattan sağlanır.  Ve Allah yolunda. Cihad için. Ordunun hazırlanışı, mücahidlerin teçhizatı için gerekli destek sağlanır.Ve yolda kalmış. Yöresinden uzak düşmüş bu kimse, zengin bile olsa, bu halinde ona zekattan pay verilir.Allah’tan farzdır. Allah bunu mü’mİn kullarına farz kılmıştır. [75]

 

Açıklama

 

Münafıkların Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) eleştirmeleri, sadakaların paylaşım tarzını adaletten yoksun olarak nitelemelerinden söz edilmişken Yüce Allah, zekât ve benzeri mali gelirlerin dağıtılacağı grupları açıklıyor. Âyette geçen sadaka kavramı ile zekâtın ve gönüllü bağışların kastedildiği unutulmamalıdır: “Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak” şu sekiz insan grubu­na mahsus kılınmıştır:

1- Fakirler: Yiyecek, içecek, giyecek ve barınak gibi hususlardaki ih­tiyaçlarını giderecek bir şey bulamayan mü’minler.

2- Miskinler: İhtiyacını giderecek birşey bulamamakla beraber, insan­lardan istemekten kaçınmayan, dilenen, yoksullukları ve muhtaçlıkları halle­rinden anlaşılan kimseler.

3- Zekât işinde çalışan toplayıcılar, zekat mallarının güvenliğini üstle­nen kimseler, zekat mallarını kayıtlara geçiren yazıcılar ve dağıtıcılar, bu ça­lışmalarına karşılık olarak maaşları zekattan ödenebilir. Ücret belirlemede emsal devlet memurları ölçü alınır.

4- Kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlar: Bunlar çevresinde etkinliğe sa­hip oldukları için İslâm’a ve müslümanlara yararlı olacakları umulan kimseler­dir. Bu gibi kimselerin kalplerini İslâm’a ısındırmak, İslâm’ı onlara sevdirmek, İslâm ve müslümanların zafere ulaşmasını sağlamak için bir miktar mal veri­lir. Bazen bunlardan biri henüz müslüman olmamıştır, yine de onun İslâm’a yönelik eğilimini pekiştirmek, veya müslüman olmuştur ama imanı zayıftır, bunun da inancını sağlamlaştırmak ve dolayısıyla İslâm’ın etkinliğini güçlen­dirmek için zekâttan bunlara pay ayırmak zorunluluk kazanır.

5- Köleler:   Efendisiyle  özgürlük  sözleşmesi  imzalayan kölelere, özgürlüklerini elde etmeleri için zekattan pay ayırmak gerekir. Fakat zekât malıyla köle alıp satmak caiz değildir. Çünkü sonuçta zekatı veren yarar­lanmış olur. Çünkü kölelik sözleşmesi onun lehinedir.

6- Borçlular: Allah’ın kendisine ve ailesine getirdiği yükümlülükler hu­susunda Allah’a itaat etmesi dolayisıyle borç altına giren ve borcunu ödemesi için gerekli olan mala, nakit paraya ve eşyaya sahip olmayan kimselere ze­kattan pay ayırmak lazımdır.

7- Allah yolunda: Allah için cihada çıkan mücahidlerin silah, binek, azık ve giysi gibi donanımlarını zekât malından temin etmek gerekir.

8- Yolda kalmışlar: Bir memlekete konuk olup da nafakaları tükenen, dolayısıyla muhtaç duruma düşen kimseler. Bunlar memleketlerinde zengin de olsalar, zekâttan pay alabilirler.

“Allah’tan bir farz olarak” sadakaların bu şekilde dağıtılması, Allah’ın mü’min kullarına yüklediği bir farzdır. “Allah bilendir...” Yarattıklarını ve hal­lerini bilir. “Hüküm ve hikmet sahibidir.” Koyduğu yasalar bir hikmete da­yanır. Zekatın bu şekilde dağıtılması da ilahi adaletin öngördüğü bir husustur. Bu yüzden, hiç bir zaman bu paylaşım biçimine karşı çıkmamak gerekir. Bu âyette sözü edilmeyen herhangi bir kimseye zekât verilmez. Ama zekâtı bu grupların tümüne birden vermek şart değildir. Kişi tüm zekâtını cihad için har­cayabilir veya fakir ve miskinlere verebilir ya da borçlulara ve sözleşmeli kölelere dağıtabilir. Bununla beraber, imkân varsa, zekâtı bu grupların tümü­ne birden vermek daha uygundur. Ancak bu grupların tümünü her zaman bir arada bulmak mümkün olmayabilir. [76]

 

Sonuç

 

1- Zekât vermenin farz olduğu vurgulanıyor.

2- Zekâtın dağıtılacağı gruplar sekiz ana başlıkla bildiriliyor.

3- Allah’ın açıkladığı zekât paylaşımına teslim olup bunun dışına çıkma­mak şarttır.

4- Burada Yüce Allah’ın “ilim” ve “hikmet” sıfatlarına dikkat çekiliyor. Yüce Allah kullarının durumlarını ve ihtiyaçlarını herkesten daha iyi bildiğine göre ve koyduğu yasalar ve tasarrufları bir hikmete dayalı olduğuna göre, em­rine teslim olmak, hükmüne boyun eğmek, itaat edip koyduğu yasayı uygula­mak bir zorunluluktur. [77]

 

61- İçlerinden   bazıları   da   Peygamberi   incitirler:    “O,   her söyleneni dinleyen  bir kulaktır.”  derler.  De  ki:   “O,  sizin  için  ha­yır kulağıdır.  Allah’a  inanır,  mü’minlere  inanır.  Sizden  inananlar için   de   bir   rahmettir.   Allah’ın   Elçisini  incitenlere   acı   bir  azap vardır.”

62- Gönlünüzü  hoş  etmek  için   size  gelip  Allah’a  yemin   e-derler.   Halbuki  inanmış  olsalardı,  Allah’ı   ve  Elçisini  hoşnut  et­meleri daha uygundu.

63- Bilmediler mi ki  kim  Allah’a  ve  Elçisine  karşı  koymaya kalkarsa   onun   için   sürekli  kalacağı   cehennem   ateşi  vardır.   İşte, büyük rezillik budur.

 

Sözlük  

            

Nebiye eziyet ediyorlar.

O kulaktır. O söylenen her sözü dinleyen bir kulaktır. Bu, in­sana eziyet veren bir sözdür.De ki: Sizin için hayırlı olan bir kulaktır. Kendisine söylenen herşeyi dinler, büyüklenmez. Fakat sadece hakkı onaylar Ve mü’minlere inanıp onlara güvenir. Muhacir ve ensar’dan olan sadık mü’minleri tasdik eder. Diğerlerine gelince, onları dinlese bile tasdik etmez. Çünkü onlar günahkâr yalancılardır Allah. Hoşnut kılınmaya lâyık olan Allah ve Rasûlüdür.

Kim Allah ve Rasûlüne karşı sınırlamalar koymaya kalkışırsa. Onlara düşmanlık ederse. [78]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı münafıkların içyüzlerini gösterip kaypak tutumlarını sergi­lemeye devam ediyor.”İçlerinden Peygamberi incitenler var.” Münafıklar arasında b&zı kim­seler vardır ki, bunlar Peygamberimize laf dokundurmalarla, onun uzak olduğu kusurları isnat ederek, Efendimizi incitiyorlar. Burada Yüce Allah ona nasıl eziyet ettiklerini açıklıyor: “O her sözü dinleyen bir kulaktır, diyorlar.” Her söylenene kulak veriyor. Oysa Peygamberimiz bâtıl, şer ve fesad nitelikli sözler dinlemekten uzaktır. Asıl olarak yalancı, ama s’Özü güzel olan bir mü­nafık söylese bile, o, ancak hayır nitelikli sözler dinler. Yüce Allah ifadenin bu yerinde Rasûlüne, münafıklara şu- cevabı vermesini emrediyor: “De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır.” Sizin için hayırlı olan şeyleri dinler. Size kötülüğü do­kunacak sözleri dinlemez.Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) münafıkların kötü davranışlarını, çirkin’iş-lerini yüzlerine vurmadığı halde, onlar bu soylu davranışı, “o her sözü dinle­yen bir kulaktır.” diyerek, dokundurucu biçimde, onu inciterek karşıladılar.Yüce Allah, münafıkların bu çirkin tavırlarına bu cevabı vermesini Ra­sûlüne emreder: O, rab ve ilâh olarak “Allah’a inanır, mü’minlere inanıp, güve­nir.” Müslümanların sözlerini doğrular. Bu, onun hayırlı bir kişi olduğunun ifa­desidir. “Sizden iman edenler için bir rahmettir.” Onun hayırlılığının bir diğer göstergesi, bir diğer sonucu da içinizde iman eden, getirdiği yolgösterici aydınlığa uyan, böylece iyi huylar edinip mutlu bir hayat sürdüren kimseler için bir rahmet olmasıdır.”Allah’ın elçisine eziyet edenler...” Az veya çok, herhangi bir şekilde Allah’ın Rasûlünü incitenler var ya, “ohlar için acı bir azap vardır.” Bu azap kesinlikle tepelerine inecektir. Onu tatmaları kaçınılmazdır.

Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah, münafıkların gelip mü’minlere yemin ettiklerini, Rasûlüllah’ı incitmediklerini belirttiklerini ifade buyuruyor. Bununla güttükleri amaç, mü’minleri razı etmektir ki, Rasûlüllah’in saygınlı­ğına yönelik bu tavırlarından dolayı kendilerinden intikam almasınlar: “Sİzi hoşnut kılmak için Allah’a yemin ederler; oysa mü’min iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve Elçisi daha layıktır.” Eğer mü’minlik iddiasında doğru idiyse­ler, mü’minleri hoşnut kılmaya çalışacaklarına, tevbe etmek suretiyle ‘Allah’ı, iman edip, Rasûlüllah’a da itaat ederek hoşnut kılmaları gerekirdi.

Bundan sonraki âyette ise-, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilmiyorlar mı, kim Allah’a ve Elçisine karşı koymaya çalışırsa...” Onlara düşman olur, muhalefet ederse, onun düşmanlığının, Allah ve Rasûlüne savaş açmışhğımn cezası, sonsuza dek cehennem ateşinde kalmaktır. “İşte en büyük aşağılan­ma budur.” Allah ve Rasûlüne karşı koyanın, bir daha çıkmamak üzere cehen­neme girmesi en büyük aşağılanmadır. [79]

 

Sonuç

 

1- Her ne şekilde olursa olsun Rasûlüllah’a eziyet etmek haramdır.

2- Hz. Peygamber mü’minler için bir rahmettir; imana ve İslâm’a çağıran bir davetçidir.

3- Yüce Allah’ın Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) incitenleri acı bir azapla tehdit etmesi, Rasûlüllah’i incitenlerin kâfir olduklarının delilidir!

4- Münafıklar, Rasûlüllah’ı incitmediklerine mü’minler yanında yemin etmişler, oysa fiilen incitmişlerdi. Mü’nıinlerin öfkelenip kendilerinden intikam almalarından korktukları için yalan yemine başvurma gereğini duymuşlardı.

5- Yüce Allah’ın sevdiği şeyleri yapmak ve gazabını gerektirici şeyler­den kaçınmak suretiyle O’nun rızasını elde etmeye çalışmak gerekir .

6- Allah’a ve Rasûlüne karşı çıkanlar acı bir azaba çarptırılacaklardır. [80]

 

64- Münafıklar,   kendileri   hakkında,   kalplerinde   bulunanı kendilerine   haber   verecek   bir   sûrenin   indirileceğinden   çekini­yorlar.  De  ki:   “Siz  alay  edin, Allah  çekindiğiniz şeyi  ortaya  çıka­racaktır. “

65- Eğer  onlara  sorsan,   “Biz  sadece   lafa  dalmış,   şakalaşı­yorduk.” derler. De ki:   “Allah ile,  O’nun Âyetlefiyle  ve O’nun El-

‘çisi ile  mi alay  ediyorsunuz?”

66- Hiç   özür  dilemeyin,   siz   inandıktan   sonra   inkâr  ettiniz. Sizden   bir   kısmını   affetsek   bile   suç   işlediklerinden   dolayı   bir kısmına   azab   edeceğiz.

 

Sözlük

 

Münafıklar korkuyorlar, çekiniyorlar. Kin ve nefretlerini ortaya koyacak bir âyetin inmesinden korkup çekiniyorlar. Üzerlerine bir sûrenin inmesi. İç yüzlerini ortaya çıkaran bir sûrenin aleyhlerine inmesinden.Nefislerinde gizledikleri şeyleri kendilerine haber verir.De ki: Alay edin. Bu ifade, tehdit içermektedir.Çekindiklerinizi açığa çıkartıcıdır. Sakındığınız şeyi, içinizde gizlediğiniz şeyi ortaya çıkarıp insanlara gösterir.alıyor ve oynuyoruz. Adetimiz olduğu üzere lafa dalmış oya­lanıyorduk. Amacımız sövmek ve laf dokundurmak değildi.Alaya alıyorsunuz. Küçümsüyordunuz. [81]

 

Açıklama

 

Sûrenin atışı münafıkların maskelerini düşürücü darbelerini indirmeye devam ediyor. Açıklanan gerçekler kimlikleri üzerindeki perdeyi aralıyor ve iç yüzlerini aydınlatıp, herkesin görebileceği şekilde sergiliyor. Ki, Yüce Allah’ın içlerinde tevbelerini kabul edebileceği kimseler tevbe etsinler.

“Münafıklar, kalplerinde oıanı kendilerine haber verecek bir sûrenin aleyhlerinde indirilmesinden çekiniyorlar.” İçyüzlerini ortaya koyan bir sûre­nin Rasûlüllah’a ineceği endişesi içinde yaşıyorlar. “Kalplerinde olanı kendile­rine haber verecek bir sûre...” Kendilerine, içlerinde olanı haber verecek, ken­dilerini asıl kimlikleriyle teşhir edecek bir sûrenin inmesinden korkuyorlar. Bu sûreye “el-Fadiha=teşhir eden” adı da verilmektedir.

Ardından Yüce Allah, Rasûlüne şöyle hitab ediyor: “De ki: Alay edin. Şüphesiz, Allah kaçınmakta olduklarınızı açığa çıkarandır.” Burada Yüce Al­lah, onların gizli yerlerde Rasûlüllah ve İslâm aleyhine sarfettikleri sözleri, içlerinde besledikleri duygulan açığa çıkarıp herkese duyuracağı tehdidinde bulunuyor. “Onlara sorarsan,” neden bu sözleri söylediniz? diye. “Biz dalmış, oyalanıyorduk,” sadece eğleniyorduk. Başka bir amacımız yoktu diyecekler­dir. Ey Rasûlüm! Onlara de ki: “Allah ile, O’nun âyetleriyle ve elçisiyle mi alay ediyordunuz?”

Tebük seferi sırasında bir grup münafık bir yerde oturmuş, aralarında şöyle konuşuyorlardı: “Şu Kur’aıı okuyanlarımızdan (Kurralar) daha obur, daha yalancı ve savaş anında daha korkak kimse görmedik...” Bu konuşma Efendimize ulaştı, bunun üzerine yukarıdaki âyetler indi. Sonra münafıklar gelip Rasûlüllah’a Özür beyan ettiler. Ardından şu âyet indi: “Özür belirtme­yin! Siz imanınızdan sonra inkâra saptınız!” Bu tavrınızla ve sözlerinizle küfre- girdiniz. Çünkü Allah ile, Rasûlüllah ile ve Allah’ın âyetleri ile alay et­mek insanı dinden çıkarır, küfürdür. “Sizden bir topluluğu bağışlasak da (Mahşi b. Himer gibi tevbe eden bazılarınızı affetsek de), bir topluluğunuzu gerçekten azaplandıracağız (tevbe etmeyenlerinizi azaba çarptıracağız), ger­çekten suçlu günahkâr oldukları için.” Azaba çarptırılmalarının sebebi, küfür­leri ve mü’fninlerle alay etme suçunu İşlemiş olmalarıdır.

Diğer bir çirkin sözleri de şuydu: Rasûlüllah Efendimizi (s.a.v.) işaret ederek: “Bu adam Suriye kalelerini ve saraylarını fethedeceğini sanıyor!” di­yorlardı. Yüce Allah onların bu sözlerini Elçisine duyurdu, Rasûlüllah onları çağırdı ve olayı açtı. Bunun üzerine mazeretler belirterek: “Biz zaman geçir­mek için söze dalmıştık. Bıkkınlığımızı, can sıkıntımızı gidermeye çalışıyorduk.” dediler. Bunun üzerine: “Allah ile, âyetleriyle ve elçisiyle mi alay edi­yordunuz?” âyeti indi. [82]

 

Sonuç

 

1- İslâm toplumu içindeki münafıkların yaşadıkları korku ve telaşın bo­yutları açıklanıyor.

2- Allah ile, O’nun âyetleriyle veya Elçisiyle alay etmenin küfür olduğu

vurgulanıyor.

3- Küfre girmiş bir insan tevbe ederek o küfürden kurtulmalıdır.

4- Yüce Allah’ın haber verdiği gibi onların bir kısmı azaba uğradılar. Bu kişiler, sırt kısmında başlayan ağrısı göğse doğru yayılma gösteren, kişiyi ke­sinlikle öldüren bir hastalıkla helak olup gittiler. [83]

 

67- Münafık  erkekler  ve  münafık  kadınlar  birbirlerindendir. Kötülüğü  emreder,  iyilikten  meneder  ve  ellerini  sıkı  tutarlar.   Al­lah’ı unuttular;  O  da onları unuttu. Münafıklar; işte yoldan  çıkan­lar onlardır.

68- Allah  münafık  erkeklere  ve  münafık  kadınlara  ve  kâfir­lere   içinde   ebedi   kalacakları   cehennem   ateşini   vaadetmiştir.   O, onlara   yeter.   Allah   onları   lânetlemiştir.   Onlar   için   sürekli   bir azap  vardır.

69- Sız   de,   sizden   öncekiler  gibi  yaptınız.   Onlar   kuvvetçe sizden  daha yaman,  mal ve evlatça sizden  daha çok idiler.  Onlar, dünya   malından    kendi   paylarına   düşenle   zevklerine    baktılar, işte,   sizden   öncekilerin   dünyadan   kendi paylarına   düşenle   zevklerine baktıkları gibi, siz de kendi payınıza düşenle zevkinize baktınız ve sapık yollara dalanlar gibi siz de sapıklığa daldınız. Onlar, eylemleri dünya ve ‘ ahir ette boşa gitmiş kimselerdir ve ziyana  uğrayanlar da onlardır.

70- Onlara, kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud kav­minin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve başları üstüne ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Elçileri, onlara açık deliller getirmişti. Ama inanmadılar; bundan dolayı Allah’ın gazabına uğradılar. Allah onlara zulmedecek değildi, onlar kendi kendile­rine  zulmediyorlardı.

 

Sözlük

 

Münafıklar. Dilleriyle iman ettiklerini söyleyen, içlerindeyse küfür inancını gizleyen iki yüzlüler.Bazısı bazisındandır. Birbirlerindendir; birbirlerini tutarlar. İnanışları, sözleri ve davranışları birbirinin aynısıdır. Tek bir tavır içinde birlikte hareket ederler.Münkeri, kötüyü, inkârı, zararı. Zararlı veya pis olduğu için şeriatın kötü olarak nitelediği. Burada işaret edilen, münafık­ların Allah’ı ve Rasûlünü inkâr etmeleridir.Maruftan. Hayırdan. Şeriatın yararlı olarak tanımladığı ve u-yulmasını emrettiği iman ve salih amel.Ellerini kaparlar. (Elisıkılık, cimrilik ederler.) Allah yolunda harcama yapmaktan kaçınırlar.Allah’ı unuttular; O da onları unuttu. Allah’ı terkettiler; O’na ve Rasûlüne inanmadılar. Bu yüzden Allah da onları terketti; onları yol göstericiliğinden, hidayetinden yoksun bıraktı.Sürekli azap. Sonu gelmez, bitip tükenmez azap.Dünyadan paylarına düşen.Ve daldınız. Yalana ve bâtıla daldınız.Yerle bir edilmiş, alt-üst olmuş yerleşim birimleri. Bunlar üç kenttir.[84]

Delillerle. Kendilerine sundukları öğretinin doğruluğunu ortaya koyan açık belgelerle. [85]

 

Açıklama

 

Sûrenin, münafıkların maskelerini düşürüşü ve belki tevbe ederler diye iç yüzlerini teşhir edişi devam ediyor. “Münafık erkekler ve münafık kadınlar, biribirlerinin tarafını tutarlar.” Bir bütünün parçaları gibidirler. Çünkü ara­larında amaç ve hareket birliği vardır. İnanç, konuşma ve tavır olarak birbirle­rinden ayrılmazlar. Yüce Allah, münafıkların içyüzlerini sergilemeye devam ediyor: “Kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar.” Bu onların kalp ve akılla­rının bozulmuş olduğunun besbelli ifadesidir. Çünkü onların bu tutumları, aklı başında olan insanların tutumlarına tamamen zıttır. Onların emrettikleri, öna-yak oldukları kötülük ise, küfür ve günahtır. Yasakladıkları, önünü kesmeye çalıştıkları iyilikten maksat da, Allah’a ve Rasûlüne iman, ve itaate engel ol­mak.

“Ellerini sımsıkı tutarlar.” Cimridirler. Allah yolunda hayır amaçlı har­camalarda bulunmazlar.”Onlar Allah’ı unuttular.” Allah’a ve Rasûlüne inanmadılar; itaat etme­diler.”O da onları unuttu.” Onları her türlü rahmetten, hidayetten ve lûtuftan yoksun bıraktı.”Şüphesiz, münafıklar sapık yollara sapanlardır,” ifadesi, “Onlar Allah’ı unuttular; o da onları unuttu,” ifadesini pekiştirici niteliktedir. Çünkü onları Allah’ın hidayetinden yoksun bırakan şey, Allah’ı ve Rasûlünü inkâr etmeleri­dir. Böylece fıska saptılar, yoldan çıktılar. Bu yüzden “fasıklar” denmeyi ha-kettiler. Fasıklığm en açık örnekleri oldular.”Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve bütün kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vaadetti. Bu, onlara yeter.” ... “Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azap vardır.” Bu azap daimidir; sonu gelmez, bitmez, tükenmez. Bu âyet-i kerime kâfirlere ve münafıklara yönelik en sert tehdidi içermektedir. Yüce Allah her iki grubu cehennem ateşiyle-tehdit ediyor. Burada sonsuza dek kalacaklardır. Bu, sürekli ve hiçbir zaman sonu gelmeyen bir azaptır. Bir an bile onlardan ayrılmayacaktır. Bun­dan önce de Allah onları lanetleyecek, rahmetinden uzaklaştırıp hayırdan yoksun bırakacaktır.Bundan sonraki âyette Yüce Allah, Rasûlüne, Allah ile, O’nun ayetleri ile ve Elçisi ile alay eden münafıklara şöyle demesi buyuruyor: Ey münafıklar! Siz de tıpkı sizden önce mala ve evlâda kanarak Allah’ı inkâr eden, rasûllerini yalanlayan topluluklar gibisiniz. Nihayet Allah’ın azabı onların başına geldi; bu tür toplumların helak edilmesine ilişkin değişmez ve önlenemez yasa yürürlüğe girdi. “Sizden önceki münafıklar ve kâfirler sizden kuvvet bakımın­dan daha güçlü, mal ve çocuklar bakımından daha çoktular. Onlar kendi pay­larıyla zevklenmeye baktılar (dünyadaki paylarından istifade etmeye çalış­tılar). Siz de (bu dünya hayatında sizin için ayrılan) kendi paylarınızla zevk­lenmeye baktınız.”

Tıpkı sizden öncekilerin kendi paylarıyla zevklenmeye dalmaları gibi, siz de bâtıla, kötülüğe, küfre, Allah’ın âyetlerini yalanlamaya, dünyaya ve zevke daldınız. Aranızda hiç bir fark yoktur.

“İşte onların dünyada ve âhirette bütün yapıp ettikleri boşa çıkmıştır.” Toz zerrecikleri gibi uçuşup gitmiştir. Onlara hiç bir fayda sağlamamıştır. “Ve işte onlar kayba uğrayanlardır.”

Ey münafıklar! Küfür ve Allah’ın âyetlerini yalanlama hususunda, mal ve evlatla böbürlenmede, bu kâfirlerin yolunda yürüdüğünüz için, sizin akibe-tiniz de onlarınki gibi olacaktır: Apaçık hüsran, kesin bir yıkım...

“Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara Rasûlleri apaçık deliller getirmişlerdi.”

Ey münafıklar! Elçimiz Muhammed (s.a.v.) apaçık delillerle size geldiği gibi, sizden öncekilere de peygamberler, Allah’ın birliğine, Rasûlünün doğru­luğuna, öğretisinin gerçekliğine ilişkin deliller getirmişlerdi. Siz bu delilleri yalanladınız. Nitekim onlar da yalanlamışlardı. Bunun üzerine Allah’ın azabı tepelerine indi. Nuh kavmi tufanla, Ad kavmi şiddetli bir kasırgayla, Semud kavmi yıldırımla, İbrahim kavmi[86] nimetlerden yoksun bırakılma ve türlü felâketlerle, Medyen halkı sarsıntı ve karanlık azabıyla, yerle bir edilen kent­leri[87] yağmurla, (sel ile), alt-üst oluş azabıyla yokedildiler. Yüce Allah bu şekilde onları cezalandırırken, zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı. Ve siz ey münafıklar! Rabbinize tevbe etmezseniz, sizden

öncekilerin başına gelen sizin de başınıza gelecektir, veya daha ağır bir aza­ba çarptırılacaksınız. Çünkü ş,iz, geçmişten ders almıyorsunuz. [88]

 

Sonuç

                                        

1- Bütün münafıkların hastalığı aynı olduğu, hepsi gizli küfür illetine mübtelâ olduğu için, davranışları da birbirinin aynısıdır. Hastalık her yerde aynı belirtileri gösterir.

2- Kötülüğü emredip iyiliği yasaklamak münafıklığın alameti, küfrün be­lirtisi ve akıl ve duygu (kalp) bozulmuşluğunun ifadesidir.

3- Mal ve evlatla böbürlenme, hakkı kabul etmenin, hakka teslim ol­manın önündeki en büyük engeldir.

4- insanlar bâtıla, fesada ve kötülüğe uyma hususunda birbirlerine benzer, ortak tavırlar sergilerler.

5- islâm’a zıt olan inanç ve ameller iyi amelleri boşa çıkarır. İslâm dışı inançlara sahip olanlar tevbe etmedikleri müddetçe helak olmaları kaçınılmaz bir gerçektir.

6- Geçmiştekilerin durumlarından ibret dersleri çıkarmak, kâfirlerin uğradıkları azaptan öğüt almak bir zorunluluktur, vaciptir. [89]

 

71- İnanan  erkekler  ve  inanan  kadınlar,   birbirlerinin  velisi-dirler.   İyiliği  emrederler,   kötülükten   menederler;   namazı  kılarlar, zekatı   verirler,   Allah’a   ve   Elçisine   itaat   ederler.   İşte   onlara Allah  rahmet  edecektir.  Allah   daima  üstündür,   hüküm   ve  hikmet sahibidir.

72- Allah  inanan  erkeklere  ve  inanan  kadınlara,   altlarından ırmaklar  akan,   içinde   sürekli  kalacakları   cennetler  ve  Adn   cen­netlerinde   güzel   meskenler   vaadetmiştir.   Allah’ın   onlardan   razı olması   ise   hepsinden   büyüktür.   İşte   büyük   başarı   (kurtuluş   ve mutluluk  başarısı)  budur.

 

Sözlük

 

Mü’minler. Allah’a, Rasûlüne, Allah’ın vaad ve tehdidine iliş­kin inançlarında samimi olanlar.Birbirlerinin dostudurlar. Yardım, himaye, sevgi ve destek açısından dayanışma içindedirler.Namazı kılarlar. Namazı huşu içinde, şartlarım, rükünlerini, sünnet ve âdabını eksiksiz yerine getirmek suretiyle kılarlar. Zekâtı verirler. Aynî ve nakdî mallarının, dirhem, dinar gibi değerlerinin, deve, sığır ve koyun gibi hayvanların zekâtmı ve­rirler.cennetlerinde. (Onlar sürekli olarak orada kalırlar; hiçbir zaman oradan çıkarılmazlar.)Allah’ın rızası ise daha büyüktür. Allah’ın kendilerine yönelik hoşnutluğu, cennetin tüm nimetlerinden daha büyüktür. [90]

 

Açıklama

 

Münafıklardan, benzer tavır ye davranışlarından, kendilerini bekleyen akibetten sözedilmişken, Yüce Allah, mü’mini erden, tavır ve davranışlarından kendilerini bekleyen mutluluk verici güzel akibetten de söz açıyor: “İmanlı er­kekler ve imanlı kadınlar (Allah’a, Rasûlüne, Allah’ın müjde ve tehdidine iman eden erkek ve kadınlar) birbirlerinin velileridirler.” Birbirlerinin dostudurlar; sevgi ve yardım hususunda dayanışma içindedirler, birbirlerine destek olurlar. “İyiliği emreder...” Şeriatı hak ve hayır olarak, iman ve salih ameli emreder­ler. “.. kötülükten sakındırırlar.” Şeriatın bâtıl, zararlı ve bozguncu olarak ni­telediği şirk ve diğer fena işleri yasaklarlar.

Şu halde imanlı erkek ve kadınlar, münafık erkek ve kadınların tam aksi bir tavır içindedirler; “Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler.” Oysa münafıklar namaza üşenerek kalkarlar. Onlar namazı dosdoğru kılmazlar, sa­dece geçiştirirler. Elisıkilık eder, Allah yolunda harcamalarda bulunmazlar. Oysa inananlar Allah’a ve Rasûlüne İtaat ederler. Münafıklar ise, Allah’a ve Rasûlüne karşı çıkarlar. Allah ileride inananlara rahmet edecek, münafıkları ise ağır bir azaba çarptıracaktır.

“Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür.” Müjde ve tehdidini gerçekleştire­cek güce ve üstün iradeye sahiptir. “Hüküm ve hikmet sahibidir.” Her yaptığı yerindedir, tam da lâyık olduğu yere koyar herşeyi. Dolayısıyla inanana azap edip münafığı ödüllendirmez. Aksine inananı nimetlerle ödüllendirir, münafığı ise ağır bir azaba çarptırır.

“Allah, imanlı erkeklere ve imanlı kadınlara altından ırmaklar akan cen­netler vaadetmiştir.” Köşklerinin ve ağaçlarının arasında ırmaklar akar. “İçin­de ebedi kalırlar.” “Onlara güzel meskenler vaadetmiştir.” Tertemiz ve hoş kokulu köşkler bahşedecektir. “Adn cennetlerinde” kalacaklardır. “Allah’tan olan hoşnutluk ise, ne büyüktür.” onlar için Allah’ın hoşnutluğu cennetlerden, köşklerden ve diğer nimetlerden daha büyük bir ödüldür, “İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” İçindeki nimetlerle birlikte cennet ve Allah’ın hoşnutluğu en büyük kurtuluştur.

Kurtuluş, istenmeyenden kurtulup istenene ulaşmadır. Bu doğru ve gerçek vaad, imanlı erkek ve kadınlara yöneliktir. Bunun tam karşısında da Yüce Allah’ın Önceki âyetlerde, münafıklara ve kâfirlere yönelttiği tehdit yer alıyor: “Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve bütün kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem (ateşini) vaadetti. Bu, onlara yeter. Al­lah onları lanetlemiş,tir ve onlar için sürekli bir azap vardır.” [91]

 

Sonuç

 

1- İmanlı erkeklerle imanlı kadınların sıfatları açıklanıyor. Bu sıfatların onların-imanlarının göstergeleri ve delilleri olduğu vurgulanıyor.

2- İman ehlinin sıfatlarının önemi dile getiriliyor. Bu sıfatlar şunlardır: Birbirlerinin dostu olmak, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamak, namazı dos­doğru kılmak, zekâtı vermek, Allah’a ve Rasûlüne itaat etmek.

3- İman ehlinin ahiretteki ödülleri, esenlik yurdu olan cennetteki kalıcı ve bitimsiz nimetlerdir.

4- Allah’ın rızası, her türlü nimetten daha üstündür[92]

5- Kurtuluş, iman edip salih amellerle ateşten uzaklaşıp cennete ka­vuşmadır. [93]

 

73- Ey Peygamber! Kâfirlerle  ve  münafıklarla cihad et,  onla­ra  sert davran;  onların   varacakları yer  cehennemdir.  Ne  kötü  bir gidiş yeridir o!

74- Senin   aleyhinde   söyledikleri   yakışıksız   sözleri   söyle­mediklerine Allah’a yemin  ediyorlar.  Halbuki o  küfür sözünü  söy­lediler.   İslâm   olduktan   sonra   İnkâr   ettiler;   başaramadıkları   bir şeye  yeltendiler.   Sırf Allah   ve  Elçisi,  Allah’ın   lûtfuyla   kendileri­ni  zengin   etti  diye  şimdi  öc  almaya  kalktılar.  Allah   ve  Elçisinin iyiliğine   karşı   böyle   nankörlük   ettiler.   Eğer  tevbe   ederlerse   ken­dileri  için  daha  iyi  olur.   Yok  eğer inkâr yoluna  dönerlerse,  Allah onlara   dünyada   da,   âhirette   de   acı   bir   biçimde   azabedeçektir. Yeryüzünde  onların  ne  velisi,   ne  de yardımcısı  vardır.

 

Sözlük

 

Kâfirlerle Cihad et. Kâfirler ve münafıklarla savaş yolunda elinden gelen çabayı son noktasına kadar sarfet. Cilas’m şu sözü gibi: Eğer Muhammed’in getirdiği din hak ise, biz eşekIerden daha kötüyüz.Beceremedikleri Onlara sert ol. Onlara karşı söz ve eylem olarak sertlik yolu­nu tut. Yumuşak davranma.Küfür sözü. İnsanı küfre götüren söz. Süveyd oğlu bir şeye yeltenmişlerdi. Tebük seferi dönüşü, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) öldürmek üzere aralarında sözleşmişlerdi.Sadece onları zengin etti diye intikam aldılar. İslâm’ı ve Rasû- lüllah’ı inkâr etmelerinin sebebi, Yüce Allah’ın yoksulluktan sonra onları zengin kılmasıdır. Yoksa bunun için mİ Rasûlül­lah’ı öldürmek istiyorlar? [94]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, elçisi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kâfirlere ve münafıklara karşı fiili cihad hareketi başlatması buyruğunu veriyor ve diyor ki: “Ey Pey­gamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et.” Kâfirlerle cihad söz ve silahla, münafıklarla cihad ise sözle olur.[95]

“Onlara karşı sert ve caydırıcı davran.” Tavırların ve sözlerin sert ve kararlı olsun. Allah’ı ve Rasûlünü inkâr edenlerle, mü’minlere ve Rasûle karşı iki yüzlü davranan, görünüşte inanmış, esasta ise kâfir olan münafıklarla uzlaşma olmaz; iyi ilişkiler, dostane tavırlar sergilenmez.

“Onların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü bir yataktır (gidip kalma yeridir) o!..” Yüce Allah burada diyor ki:-Öldürme ve uslandırma amaçlı cihad alanında elinden gelen çabayı sarfet. Bu, onların dünyadaki cezalarıdır. Âhi­rette ise, barınma yerleri cehennemdir.

“Allah’a and içiyorlar ki o sözü söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve mü’min olduktan sonra inkâra sapmışlardır ve beceremedikleri bir şeye yeltenmişlerdir.” Bu söz, cihad ve sert tavır içerikli buyruğun gerekçesi niteliğindedir... Cilas b. Süveyd’in: “Eğer Muhammed’in getirdiği din hak ise, biz eşeklerden daha kötüyüz!” şeklindeki sözünü bir müslüman duymuş ve Rasûlüllah’a haber vermişti. Bunun üzerine Cilas gel­miş ve Allah adına yemin ederek, böyle bir söz söylemediğini belirtmişti. Fa­kat Yüce Allah şu âyeti indirerek onu yalanladı: “Allah’a yemin ediyorlar” ki o sözü söylemedik diye. “Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir. Mü’min olduktan sonra inkâra sapmışlardır.” Ayrıca âyet-i kerime, bu tür çirkin sözleri sık sık tekrarladıklarını da ortaya koymaktadır.

“Ve beceremedikleri bir şeye yeltenmişlerdir.” Münafıklar, Tebük seferi dönüşünde yol üzerinde bulunan dar bir geçitte Rasûlüllah’ı öldürmeyi plan­lamışlardı. Ancak Yüce Allah onları ve plânlarını ortaya çıkardı, tuzaklarım başlarına geçirdi; Peygamberini bu tuzaktan kurtardı. Amaçları, devesinin sırtında bulunan Rasûlüllah’ı sözkonusu dar geçitte sıkıştırıp uçuruma yuvar­lanmasını sağlamaktı. Ancak Rasûlüllah Efendimiz Yasir oğlu Ammar’ı üzer­lerine göndermiş, o da develerine vurarak onları birbirinden ayırıp kaçmalarını sağlamıştı. Böylece Rasûlüllah’ı öldürme planları sonuçsuz kaldı. (Allah on­ları kahretsin!)

Oysa intikama kalkışmalarının, Rasûlüllah’tan ve İslâm’dan nefret et­melerinin sebebi, Allah ve Rasûlünün onları zengin kılmalarıdır. Fakirlikten sonra zengin olma, intikam almayı mı gerektirir? Hayır, ama küfür ve nifak, zevki, fıtratı ve aklı bozar; harab ve hasta eder.

Bu küfre, bu kötülüğe ve bu bozgunculuğa rağmen Rahim olan yüce Al­lah tevbe kapısını yüzlerine açıyor: “Eğer tevbe ederlerse...” Bu küfürden, bu nifaktan, bu bozgunculuktan, sana karşı tasarladıkları bu suikastten pişman­lık duyup tevbe ederlerse, bu “..kendileri için hayırlı olur.” Gidişat ve sonuç bakımından hem dünyada, hem de âhirette kendileri için daha iyi olur. “Eğer yüz çevirirlerse,” Bu öneriyi reddederlerse, açılan tevbe kapısını ellerinin ter­siyle iterlerse, küfür ve nifak esaslı hayat biçimlerini ısrarla sürdürürlerse “..Allah onları dünyada da, âhirette de acı bir azapla cezalandırır!” Dünyada öldürülme ve aşağılanma acısını tattırır. Âhirette ağır bir azaba, ateş azabına çarptırır. “Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.” Kendilerine yardım edecek bir dost bulamazlar. Yüce Allah’ın kendileri için di­lediği azabı püskürtecek bir güç bulamazlar dünyada. Yüce Allah onları yardımsız yüzüstü bıraktıktan sonra kimse onların elinden tutamaz. [96]

 

Sonuç

 

1- Savaş âyeti açıklanıyor: “Ey peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et.”

2- Bir müslüman küfür sözünü söylerse mürted (dinden dönmüş) olur: İslâm’ı eleştirmek, Allah’a ve Rasûlüne küfretmek, Allah’ın emrettiği şeyleri yalanlamak gibi.[97]

3- Her türlü günah için tevbe kapısı açıktır. Tevbe edenin tevbesi kabul olunur.

4- Allah’ın en büyük azap tehdidi küfürde ısrar eden ve küfür üzere ölen içindir. [98]

 

75- Onlardan   kimi  de:   “Eğer Allah,   lûtfundan   bize   verirse elbette   sadaka   vereceğiz   ve% yararlı   insanlardan   olacağız!”   diye Allah’a and içti.

76- Ne  zaman   ki Allah   lûtf undan   onlara  verdi,   O’nun   ver­diğinden  cimrilik ettiler  ve yüz  çevirerek  sözlerinden  döndüler.

77- Kendisine   verdikleri   sözden   döndüklerinden    ve   yalan söylediklerinden   dolayı   Allah,   kendisiyle   karşılaşacakları   gü.ıe kadar onların  kalplerine  iki yüzlülük sokmuştur.

78-  Bilmediler mi  ki Allah,   onların  sırlarını  ve  gizli  konuş­malarını  bilir ve Allah gizlileri bilendir.

 

Sözlük

 

Onlardan, yani münafıklardan.Eğer Djze kendi zenginliğinden verirse.Onda cimrilik ettiler. Malı alıkoydular. Malda bulunan zekat ve benzeri hakları hak sahiplerine vermediler.Sonunda nifakla cezalandırıldılar. Bu cimrilik onlara nifak’ı mi­ras bıraktı. Nifak (iki yüzlülük ve insanlarla aranın bozuk­luğu), Allah ile karşılaşacakları güne kadar kalplerinin ayrıl­maz bir özelliği oldu.Allah’a hıyanetlik yaptıklarmdan. Allah’a verdikleri sözü tut­madıkları için.İçlerinde gizledikleri ve aralarında fısıldaştıkları..Gaypların bilicisi. Yerde ve gökteki her türlü bilinemez gizliyi ‘[99].                   

 

Açıklama

 

Münafıklar meselesi, sûrenin akışı İçindeki yerini koruyor ve biz çeşitli münafıklık tipleriyle karşı karşıya bulunuyoruz. Bu âyetlerde sözü edilen münafık tipi, Yüce Allah’a söz vermiştir:[100] Eğer Allah onu bol dünyalık verip zenginleştirirse, çok mal ve servet sahibi biri olursa, mutlaka malının bir kıs­mını sadaka olarak dağıtacaktır; hayır ve iyilik yolunda infak edecektir. Ama, Allah istediği gibi bol mal verince de cimrilik eder. Daha önce verdiği sözden cayar; uyanlara sırt çeviren biri olarak, önceki takva niyetini kulak ardı eder. Bu cimrilikten, sözünü tutmamazhktan ve yalancılıktan miras olarak Allah “kalplerinde nifakı yerleşik kıldı.” Bu özellikleri, tevbe etmedikleri sürece, kıyamet günü Allah’ın huzuruna çıkana kadar kendilerinden ayrılmaz. Ayet-i kerimeleri bir kez daha okuduğumuzda bu gerçeği daha net kavrarız: “Onlar­dan kimi de: Andolsun, eğer bize zenginliğinden verirse gerçekten sadaka ve­receğiz ve sahillerden olacağız, diye Allah’a söz vermiştir. Allah onlara kendi zenginliğinden verince bu sefer de, onunla cimrilik ettiler ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir. Böylece Allah da kendisine verdikleri sözü tut­mamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı yerleşik kıldı.”

“Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da, fısıldaştıklarını da biliyor? Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.” Bu ifade, Yüce Allah’tan münafıklara yönelik bir azar, bir tehdit niteliğindedir. Yüce Allah’ın hem gizli tuttuklarım, hem de aralarında fısıldaştıklarını bildiğini bilmiyorlarmış gibi, Allah’ın tüm gaybı bildiğinden haberleri yokmuş gibi, Bu münafıklar, Allah’a söz vermiş, sonra da sözlerinden dönmüşlerdi. Başka türlü, O’na söz verip de sözlerini tutmamaları mümkün mü? Yoksa Al­lah’ın gizli tuttukları ve aralarında fısıldaştıkları şeyleri duymadığını mı sanıyorlar? Bu tutumları çok kötüdür. Yazıklar olsun onlara! Bu tutumları on­lara çok kötü bir miras bırakacaktır; münafıklık ölene kadar onların belirtici özellikleri olacaktır. Böylece kendi tutumlarından dolayı tevbe kapısı yüzle­rine kapatılıyor ve ötekilerle birlikte helak olmalarına hükmediliyor. [101]

 

Sonuç

 

1- Verilen sözü tutmak, özellikle Allah ile yapılan ahde sıkı sıkıya bağlı kalmak farzdır.

2- Cimrilik ve cimriler Allah’ın kitabında yerilmiştir.

3- Kötülükten kötülük doğar, kuralı bir kez daha vurgulanmıştır. 

4- Bâtıl ehline sitemde bulunmak, onları ayıplamak caizdir.

5- Yüce Allah’ın rızasını her zaman gözetmek gerekir. Çünkü şu müna­fıklar Allah’ın rızasını gözetmiş olsalardı, O’na yönelik itaatin çerçevesinin dışına çıkmış olmazlardı. [102]

 

79- Sadakalar  hususunda  gönülden   veren   mü’minleri  çekiş­tiren   ve   güçlerinin   yettiğinden   başkasını   bulamayanlarla   alay edenler  yok  mu,  Allah   onlarla   alay   etmiştir.   Onlar  için   acı   bir azap   vardır.

80- Onlar  için  ister  af dile,   ister  dileme;  onlar  için  yetmiş defa  af dilesen, yine Allah  onları  affetmez.  Böyledir,  çünkü  onlar Allah’ı   ve   Elçisini   tanımadılar;  Allah,  yoldan   çıkan   kavmi  yola iletmez.

 

Sözlük

      

Dillerine doluyoriar. Çekiştiriyorlar. Ayıplıyorlar, dil uzatıyor­lar. Farz olan zekâtın dışında mallarını Allah yolunda infak eden­ler. Ancak gayretleri. Emeklerini ve başka neye güç yetiriyorlarsa onu getiriyorlar. Onlarla alay ediyorlar. Onları küçümseyerek alay ediyorlar. Onlar için istiğfar et. Onlar için ister bağışlanma dile, ister di­leme.Fasık kavmi hidayete ulaştırmaz. Allah fasıklar topluluğunu  hayır ve mutluluk olan şeye iletmez. Çünkü onlar günahta aşın giden ve sınır tanımayan kimselerdir. [103]

 

Açıklama

 

Sûrenin münafıkları kınayıcı, maskelerini düşürücü akışı devam ediyor: “Sadakalar hususunda gönülden veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yet­tiğinden başkasını bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onlarla alay etmiştir. Onlar için acı bir azap vardır.” Yüce Allah, sadaka veren müslüman-larla alay etmelerinin cezası olarak münafıkları alay konusu kılacağım bildiri­yor ve korkunç bir azabın kendilerini beklediğini haber veriyor.

Farz zekâtın dışında, gönüllü infakta bulunanlarla alay etmeleri şu şe­kilde gelişmişti: Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) insanları sadaka vermeye da­vet etmişti. Her hangi bir müslüman çok mal infak etse, münafıklar onunla

alay ediyor ve ‘gösteriş yapıyor’ diyorlardı. Biri de az mal bağışlasa, onu da alaya alıyor ve ‘Allah’ın senin bir gramlık malına ihtiyacı yoktur.’ diyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onlar hakkında bu âyeti indirerek, bu iğrençliklerini ifşa etti; onları alay konusu kıldı ve kendilerini acı bir azabın beklediğini haber verdi. Bu arada elçisine de, kendisinin onlar hakkında bağışlanma dilemesi ile, dilememe sinin hiç bir şeyi değiştirmeyeceğini bildirdi: “Sen, onlar için is­ter bağışlanma dile, istersen dileme; onlar için yetmiş kere bağışlanma dile­sen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz.”

Yüce Allah bu kesin kararının gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Bu, gerçekten onların Allah’a ve Elçisine karşı nankörlük etmeleri dolayısıyladır.” Onların bağışlanmamaları için bu yeterli bir gerekçedir. Çünkü bu tavır küfürdür. Kâfir ise, ateşte sürekli kalır.

Bu arada münafıkların kendi nefislerine zulmederek hidayete sırt çevir­diklerini, âdeta hidayeti kendi kendilerine haram kıldıklarını, dolayısıyla, tev-be etmeyeceklerini duyuruyor: “Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” Çünkü fasıklık, yoldan çıkmışlık, artık onların ayrılmaz nitelikleri, belirgin özellikleri haline gelmiştir. Bu yüzden tevbe etmezler. Sonuçta da Allah’ın yol göstericiliğinden, hidayetinden yoksun kalırlar. [104]

 

Sonuç

 

1- İnançlı insanları ayıplamak, kusurlarını arayıp yüzüne vurmak ve on­lara suç isnad etmek haramdır.     

2- Mü’minle alay etmek haramdır.

3- Yüce Allah dostlarım himaye eder; zekattan başka gönüllü infakta bulunanları alaya alanları, kendisi alay konusu kılar.

4-  Küfür üzere ölen biri hakkında bağışlanma dilemek, bir yarar sağ­lamadığı gibi, caiz de olmaz.

5-  Bozgunculukta, kâfirlikte veya zalimlikte aşırı gidenler, kendi kendi­lerine hidayet yollarını kapatmış olurlar. [105]

81-Allah’ın   Elçisinin    arkasından,    oturmakla    sevindiler; mallarıyla   ve   canlarıyla   cihad   etmekten   hoşlanmadılar:   “Sıcakta sefere   çıkmayın.”  dediler.  De  ki:   “Cehennemin  ateşi  daha  sıcak­tır, “  Keşke   anlasalardı!

82- Artık    kazandıkları    işlere    karşılık    az   gülsünler,    çok ağlasınlar}

83- Eğer Allah, seni onlardan bir topluluğun yanına döndü­rür de onlar savaşa çıkmak için senden izin isterlerse: “Asla be­nimle çıkmayacaksınız, benimle beraber düşmanla savaşmaya­caksınız! Siz ilk önce oturmaya razı olmuştunuz. Öyle ise geri kalanlarla beraber oturun; kadınlar gibi evde durun.” de.

 

Sözlük

 

Geride kalanlar sevindi. Rasûlüllah’a muhalefet edip cihada katılmayanlar sevindiler.Dediler ki: “Sıcakta savaşa çıkmayın.” Münafıklar birbirlerine:”Sıcakta savaşa çıkmayın.” dediler.Keşke anlasaydılar. Keşke olayların sırrını, akibetlerini ve sonuçlarını derinden kavrasalardı; o zaman, “Sıcakta savaşa çıkmayın.” demezlerdi. Ne var ki, idraksiz bir topluluktur on­lar.Az gülüp çok ağlasınlar. Dünya için az gülsünler, âhiret için ]â çok ağlasınlar.Allah seni onlardan bir gruba (münafık bir grubun yanına) döndürürse.Geri kalanlarla birlikte oturun. Tebük seferine katılamayan kadınlar, çocuklar ve özürlü kimseler ile birlikte oturun. [106]

 

Açıklama

                        

Sûrenin akışı içinde münafıklar asıl konuyu oluşturmaya devam ediyor. Burada Yüce Allah onların bir diğer özelliklerine dikkatimizi çekiyor: Allah’ın Elçisine muhalif olup geride kalanlar, bu oturup kalma durumlarına sevindiler. Rasûlüllah’m çıkmasından sonra Medine’de oturmaları onları sevince boğdu. “Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi hoş olmayan bir yük, ge­reksiz bir eziyet olarak gördüler.” Cihada çıkh.ayı kötü görmeleri, kâfirlikle­rinin, münafıklıklarının semeresidir. Bir diğer etken de şudur: “Bu sıcakta savaşa çıkmayın, dediler.”Tebük seferi, sıcaklığın en şiddetli olduğu bir dönemde gerçekleşmişti. Münafıklar birbirlerine, “Bu sıcakta sefere çıkmayın.” demişlerdi. Burada Yü­ce Allah, Rasûlüne şöyle buyuruyor: “De ki: Cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir!” Öyleyse neden bundan sakınıp da Allah yolunda cihada çık­mıyorlar?! “Bir kavrayıp, anlasalardı.” O zaman cihaddan geri kalmazlardı. Çünkü cehennem ateşinin sıcaklığı daha şiddetlidir. Ama onlar’ bunu kavraya­cak firasetten yoksundurlar. “Öyleyse, az gülsünler!” Şu halde, şu dünya ha­yatında, sevindirici olaylar karşısında az gülsünler. “Çok ağlasınlar!” Kıyamet günü karşılaşacakları yoksunluk ve azaptan dolayı da çok ağlasınlar. Bunun nedenine gelince; bu: “Kazandıklarının cezasıdır.” Şer, fesat ve kötülükle­rinin karşılığıdır bu. “Bundan böyle, Allah seni onlardan bir topluluğun yanına döndürür de: (Allah seni Tebük’ten selametle Medine’ye, münafıklardan bir grubun yanına döndüriirse) yine savaşa çıkmak için senden izin isterlerse (Cihada çıkmak istediklerini sana iletirlerse) de ki: Kesin olarak benimle hiç bir zaman sa­vaşa çıkamazsınız ve kesin olarak benimle bir düşmana karşı savaşamaz-sınız!” Bunun gerekçesine gelince; “Çünkü siz oturmayı önce hoş gördünüz; öyleyse geride kalanlarla birlikte oturun!” Kadınlarla ve çocuklarla birlikte oturmaya devam edin... Bu onların pişmanlıklarını arttıran, onları daha utan­dıran bir tutumdur. Allah’ın Rasûlüne muhalefet etmenin, Allah yolunda mal ile ve can ile cihad etmeyi nahoş bir yük gibi görmelerinin cezası budur. [107]

 

Sonuç

 

1- Allah ve Rasûlüne itaat etmemiş olmaktan dolayı sevinmek müna­fıklık ve küfürdür.

2- Allah ve Rasûlüne itaat etmeyi gereksiz görmek, hoş karşılamamak münafıklık ve küfürdür.

3- Gülmek, özellikle çok gülmek mekruhtur; hoş karşılanmamıştır[108]

4- Allah ve Rasûlüne itaati reddederek terketmek küfürdür. [109]

 

84- Ve   onlardan   ölen   birinin   üzerine   asla   namaz   kılma; onun  kabri başında durma.  Çünkü  onlar, Allah’ı  ve. Elçisini tanı­madılar  ve yoldan  çıkmış  olarak öldüler.

85- Onların   malları   ve   evlatları   seni  imrendirmesin;  Allah onlara   dünyada,   bunlarla   azabetmeyi   ve   kâfir  olarak   canlarının çıkmasını  istiyor.

 

Sözlük

                    

Hiçbirinin cenaze namazını kılma.Mezarının başında (yanıbaşında) durma. Gömülmesi işine

karışma; kabrin başında dua etme.  Fasık kimseler olarak Öldüler. Allah’a ve Rasûlüne itaat etmenin dışına çıktılarCanları zorla çıkar. Onlar kâfir oldukları için canlan zorlukla[110]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerde de konu, Tebük seferine katılmayan münafıklardır. Gerçi bu âyetler, münafıkların elebaşı Abdullah bin Ubey bin Selui hakkında inmiştir. Bu adam ölünce, Rasûlüllah Efendimizin “Abdullah” ismini verdiği oğlu Habbab gelip şöyle demişti: “Ya Rasûlüllah, babam öldü; gömleğini ver ki, onunla babamı kefenleyeyim; belki bereketine nail olur. Babamın cenaze namazını kıl ve ona bağışlanma dile.” Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz gömleğini verdi ve, işinizi bitirince beni çağırın, buyurdu. Rasûlüllah onun ce­naze namazını kılmak üzereyken, Hz. Ömer yaklaştı ve: “Allah, senin münafıkların cenaze namazını kılmanı yasaklamadı mı?” dedi. Rasûlüllah: “Hayır, beni serbest bıraktı ve ‘ister bağışlanma dile, ister dileme’ buyurdu.” şeklinde cevap verdi. Ardından Rasûlüllah Abdullah b. Ubey b. Selul’un cenaze namazını kıldı. Daha sonra şu âyet-i kerime indi. “Onlardan ölen birinin namazını hiçbir zaman kılma; mezarı başında durma.” Defin işlemlerine karışma; kabir suali esnasında şaşırmaması için dua etme. Yüce Allah bu yasağın gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Çünkü onlar, Allah’a ve Elçisine karşı inkâra saptılar ve fasık kimseler olarak öldüler.”

“Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin.” Bunu onlara bir say­gınlık unsuru, bir üstünlük olarak vermedim; bilakis bununla onları azaplan-dırmak istiyorum; mal ve evladı dünyada onlar için tasa ve hüzün nedeni kıl­mak diliyorum. “Ve canlarının onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor”um. Sonunda onlar, sonsuz azabın içine yuvarlanacaklardır ve oradan ebediyyen çıkamayacaklardır. Allah’ı ve Rasûlünü inkâr edenin akibeti budur. [111]

 

Sonuç

 

1- Kâfirin cenaze namazını kılmak kesinlikle haramdır

2- Ölmüş bir kâfiri yıkamak, kabrinin başında durmak, defin işlerini yürütmek ve onun için dua etmek haramdır.

3- Kâfir olmayıp da günaha sapmış olanların namazını kılmak caizdir.

4- Kâfirlerin maddi hallerine (zenginliklerine) imrenmek haramdır. [112]

 

86- “Allah’a  inanın,  Elçisiyle  beraber  cihad edin!”  diye  bir sûre   indirildiği   zaman   içlerinden   servet   sahibi   olanlar,   senden izin  istediler:   “Bizi bırak,  oturanlarla  beraber oturalım “  dediler.

87- Geride   kalan   kadınlarla   beraber   olmaya   razı   oldular. Kalpleri mühürlendi;  artık onlar anlamazlar.

88- Fakat Elçi  ve  onunla  beraber inananlar,  mallarıyla,  can­larıyla    cihad   ettiler.    İşte    bütün    hayırlar   onlarındır    ve    işte başarıya  erenler  onlardır.

89- Allah,  onlar  için  altlarından  ırmaklar akan,   içlerinde  e-bedi  kalacakları  cennetler  hazırlamıştır.   İşte   büyük  başarı  budur.

90- Özür   bahane   eden   bedevi   araplar,   kendilerinin   savaşa katılmamasına   izin   verilmesi   için   geldiler;   Allah’a   ve   Elçisine yalan   söyleyenler   oturdular.    Onlardan   inkâr   edenlere,   acı   bir azap   erişecektir.

 

Sözlük

 

Senden izin istediler. Geride kalıp savaşa katılmamalarına

izin vermeni istediler.Onlardan zengin ve servet sahibi olanlar.Bizi bırak oturanlarla birlikte olalım. Bizi birakıver; düşkünhastalarla, çocuklarla ve kadınlarla birlikte oturalım.Kadınlarla birlikte. “Halifa”nın çoğulu. Erkeğin yokluğunda, onun yerine baktığı için kadına böyle denmiştir.Kalplerinin üzeri mühürlendi. Günahlarının etkileri kalplerinin üzerinde katmerlesin iş ve onları mühürlemiştir. Bilgiye karşı kilitli hale getirmiştir.Onlar için hayırlar vardır. Dünyada zafer ve ganimet, ahirette ise cennet ve saygınlık elde ederler.Onlar kurtulanlardır. Korkudan emin olmak ve istenene ulaş- nıak suretiyle kurtuluşa erenler onlardır. Özür belirtenler.Allah ve Rasûlüne yalan söyleyenler oturdular. Allah’a ve Rasûlüne yalan söyleyen münafıklar gelip izin istemeden oturup kaldılar. İzinsiz olarak savaşa katılmadılar. [113]

 

Açıklama

 

Sûre-i celile münafıkların maskelerini düşürmeye, tipik tutumlarını ser­gilemeye devam ediyor. Allah’a iman etmeyi, Allah Rasûlü ile birlikte cihada çıkmayı emreden bir veya bir kaç âyet vahiy yoluyla sana bildirildiği zaman, münafıkların zenginleri savaşa katılmamak için senden izin isterler ve: Düşkünler, kadınlar ve çocuklar gibi savaştan muaf olan kimselerle birlikte evlerimizde oturmamıza izin ver, derler.

Bundan sonraki ifade, onları kmayıcı, ayıplayıcı niteliktedir: “Savaştan geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler.” Kadınlarla birlikte kalmayı tercih etti­ler. Korkaklığın, ruhsal hezimetin apaçık bir ifadesidir bu. “Onların kalpleri mühürlenmiştir,” Kalpleri üzerinde yığılıp tortu bağlayan günahları yüzünden Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Bu yüzden sözlerin anlamını kavra­maktan uzaktırlar. Yoksa, utanç damgasını yemeye razı olmazlardı. Kadınlar­la birlikte evlerde oturma utancını taşımazlardı[114] İşte münafıkların hali bu­dur; iman ve cihadı öngören âyetlerin indiği zamanki telaşlan böyledir. Utanmadan, sıkılmadan, gelip Rasûlüllah’tan kadınlarla birlikte kalmalarına izin vermesini isteyebiliyorlar!

“Ama Rasûl ve onunla birlikte olan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler.” Mü’minler, savaşa katılmamak için izin İstemediler; bu yüzden kurtuluşa erdiler, dünya ve ahirette onurlu bir makama yükseldiler: “İşte bütün hayırlar onlarındır.” Dünyada zafer ve ganimet kazanırlar, ahirette ise cennete, sonsuz nimetlere ve Allah’ın hoşnutluğuna kavuşurlar. “Kurtuluşa erenler onlardır.” Her türlü zarardan emin olan ve her türlü güzelliğe kavu­şanlar onlardır. Yüce Allah bu hayırları ve kurtuluşu şöyle açıklıyor: “Allah, onlar için, süresiz kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı.” Bu kalıcı nimetlerin büyük bir kurtuluş ve mutluluk olduğunu duyuruyor: “İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”

Bundan sonraki âyete gelince, burada Yüce Allah bedevi münafıkların tavırlarına değiniyor: “Bedevilerden (özür) belirtenler, kendilerine izin veril­mesi için geldiler.” Açlık ve bitkinliği ileri sürerek izin istediler. İçlerinde gerçekten mazur olanlar olduğu gibi, hiç bir mazereti olmayanlar da vardı. “Allah’a ve Rasûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldı.” Bunlar Allah’a ve Rasûlüne inanma iddiasında samimi değildiler. İnanmamışlardı. Kâfirdiler ve münafıklık ediyorlardı. Bu yüzden Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyuru­yor: “Onlardan inkâr edenlere pek acı bir azap isabet edecektir.” Dünyada acı bir azaba, onur kırıcı bir hayata mahkum olacaklardır; eğer küfür üzere ölürlerse, onlar korkunç bir ateşin içinde olacaklardır. [115]

 

Sonuç

 

1- İlahi kuralları belirlemenin, hükümler çıkarmanın birinci kaynağı Kur’an, ikinci kaynağı da sünnet (Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatı ve söyledikleri -hadisler-)dir.

2- Haklı bir mazeret varsa, cihada çıkmamak için izin İstenebilir.

3- Bir kimsenin gücü ve imkânı olduğu halde, cihada katılmamak için izin istemesi haramdır.

4- İslâm devletinin yetkili makamından (imamdan) izin almaksızın ciha­da katılmamak haramdır.

5- Allah yolunda mal ile ve can ile cihad etmek büyük bir farziyettir.

6- İman ve cihad ehli olanların ecri ve mükâfatı büyük olur. [116]

 

91- Zayıflara,   hastalara,   harcayacak  bir  şey   bulamayanlara, Allah   ve   Elçisi   için   bağlılık   beyan   ve   çağrısında   bulundukları takdirde   sefere   katılmamalarından   ötürü  bir  günah  yoktur.   İyilik edenlerin   aleyhine   bir   yol   yoktur.    Onlar   kınanmazlar.   Allah, bağışlayan,   esirgeyendir.

92- Kendilerini  binek  sağlayıp  bindirmen  için  sana geldikle­ri  zaman,   sen:   “Sizi   bindirecek  bir  şey   bulamıyorum,11   deyince harcayacak   bir   şey    bulamadıklarından    dolayı    üzüntüden   göz­lerinden  yaş  akarak  dönen   kimselerin   aleyhine  de  yol yoktur;   on­lar da kınanmazlar.

 

Sözlük

 

Zayıfların üzerine. Zayıf-güçsüzler, yaşlılar. Beri kaldıkları için bir günah yoktur Hastaların üzerine de yc.ktur. Hastalara, kör ve yatalak hastalara. Allah ve Rasûlü için öğüt verdiklerinde. Allah ve Rasûlüne bağk kalarak hayra çağrdıkları sürece; Allah ve Rasûlüne itaat ettikleri sürece ve gevşeyip sarsılmadıkları sürece, onla­ra bir sorumluluk yoktur.İyilik edenlerin aleyhinde, onları sorumlu tutmak için bir yol  yoktur.Onları taşıman için. Savaşa katılacakları bir bineğe bindirmen için.Döndüler. Evlerine dönerler.Yaşlar boşanır. Savaşa katılamamanın üzüntüsüyle gözlerin­den yaşlar boşanır. [117]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyetlerde Yüce Allah, mazeretsiz olarak cihada katıl­mayanları azarlayarak, acı bir azabın onları beklediğini vurgulamıştı. Burada ise, mazeret sahibi güçsüz-zayıflar için bir sorumluluk olmadığını belirtiyor. Yaşlıların, hastaların, körlerin, sakatların ve savaş teçhizatı için harcayacak bir şey bulamayan yoksulların, sefere çıkmamalarının bir sakıncası olmadığını haber veriyor. Ama bu saydığımız grupların bu süre içinde, Allah’a ve Rasû­lüne içten bağlı kalarak insanları İslâm’a davet etmeleri, nasihat görevini ye­rine getirmeleri şartıyla... Bu yönde Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah’a ve Elçisine karşı içten bağlı kalıp hayra çağıranlar oldukları sürece, güçsüz zayıflara, hastalara ve yardım etmek için birşey bulamayanlara bir sorumlu­luk” bir günah “yoktur.” Hayra çağırma ifadesi, Allah’a ve Rasûlüne itaat etme, emir ve yasaklarına uyma, Allah Rasûlü, mü’minler ve cihad aleyhinde konuşma yapmama, insanlara iyilik yönünde nasihat etme anlamında kul­lanılmıştır. “İyilik edenlerin aleyhinde bir yol yoktur.” İyilik edenlerin, muhsin-lerin cihada katılmamalarının bir sakıncası yoktur. Çünkü onların öncelikle şer’i mazeretleri vardır; ikincisi, onlar, Allah ve Rasûlüne itaatte kusur işlemezler; üçüncüsü, bir mazeretten dolayı bedenen geri kalsalar da, kalpleri ve yüzleri Allah’a ve Rasûlüne yöneliktir. Bunlara eziyet etmeye veya nok­sanlık yakıştırmaya bir sebep yoktur.

“Bir de savaşa katılabilecekleri bir bineğe bindirmen için sana gelen­ler...” seninle birlikte cihada çıkmak için, bir binek istediklerinde, sen onlara “sizi bindirecek bir şey bulamıyorum, dediğin ve infak edecek birşey bulun­mayıp hüzünlerinden dolayı gözlerinden yaşlar boşana boşana geri dönen­ler...” ağlayarak evlerine gidenler üzerinde de bir sorumluluk yoktur. Bunlar seninle birlikte sefere çıkmak için gerekli teçhizatı temin edemedikleri için üzülürler. (Bunlar, Urbas b. Sariye, Benu Makrun ve Muzeyne kabilelerinden bazı kimselerdi. Allah tümünden razı olsun.) [118]

 

Sonuç

 

1- Özür sahibi olan kimselerin cihada katılmamalarının bir sakıncası yoktur. Yüce Allah bunlardan şöyle söz eder: “Kör olana sorumluluk yoktur, topal olana sorumluluk yoktur, hasta olana da sorumluluk yoktur.” (Fetih, 17) Yukarıdaki (Tevbe) 92. ayette, bunlara fakirleri ekler: “İnfak edecek bir şey bulamayanlar için de bir sorumluluk yoktur.” Ancak mazeret sahibi olanların Allah’a ve Rasûlüne gönülden bağlı olarak itaat etmeleri, söz ve amel olarak hayra davet etmeleri, şarttır. Yani, İslâm ve müslümanlar aleyhine propagan­da yapmamaları, cephe gerisinde moral bozucu, yıkıcı faliyetlerde bulunma­maları lâzımdır.

2- Burada Hz. Muhammed’in (s.a.v.) inananlara karşı ihsanının, iyi­liğinin, merhametinin ve mütevaziliğinin mükemmelliği gözler önüne seriliyor.

3- Ayrıca Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) Muhacir ve Ensardan oluşan ashabının ne yüce bir imana, yakini inanca sahip oldukları, duydukları emir­lere tereddütsüz itaat ettikleri, sevgi, dostluk, incelik ve saflık örneği olduk­ları belirtiliyor.

Allahım biz onları seni sevmenin gereği olarak seviyoruz. Şu halde sen de onları sevdiğin gibi bizi de sev. Bizi cennette, ikramlar yurdunda onlarla bir araya getir! Amin... [119]

 

93- Ancak  şu   kimselerin   kınanmasına yol  vardır  ki,   zengin oldukları  halde  geri  kalmak  için  senden   izin  isterler.   Geri  kalan kadınlarla  beraber olmaya  razı  oldular,  Allah  da  onların  kalpleri­ni mühürledi; artık onlar bilmezler.

94- Seferden   geri   dönüp   onların   yanına   geldiğiniz   zaman sizden  özür dilerler.  De  ki;   “Hiç  özür dilemeyin;  size  inanmayız! Allah   bize   sizin   haberlerinizden,   bize   karşı   cvirdiğiniz   entrika­lardan   birçok   şey   bildirdi.   Yaptığınızı  Allah   da  görecek,   Elçisi de.   Sonra  görülmeyeni   ve  görüleni  bilenin   huzuruna   döndürüle­ceksiniz;   O   size  yaptıklarınızı  haber  verecek.”

95- Siz  yanlarına   geldiğiniz   zaman   kendilerinden   vazgeçe­siniz   diye   Allah’a   yemin   edecekler.   Onlardan   vazgeçin;   çünkü onlar   murdardır.   Kazandıkları   işlerin   cezası   olarak   varacakları yer de  cehennemdir.

96’ Size yemin ediyorlar ki kendilerinden razı olasınız. Siz onlardan razı olsanız bile Allah yoldan çıkan topluluktan razı ol­maz.

 

Sözlük

 

Ancak yol. Onları cezalandırmaya giden yol. Gerekçe.

Zenginler. Bedensel bir Özürleri olmadığı gibi cihada harcaya­cak mallan da bulunanlar.

Geride kalan kadınlar, çocuklar ve güçsüzler.

Onlara döndüğünüz zaman. Tebük seferi sonrası, sayıları sek- seni bulan bu adamların yanma geri döndüğünüz zaman.

Size asla inanmıyoruz. Söylediklerinizi doğru bulmuyoruz.  Sonra döndürüleceksiniz. Kıyamet günü döndürüleceksiniz.  Döndüğünüzde. Tebük’ten geri geldiğiniz zaman.  Onlardan vazgeçmeniz için. Cezalandrrmamamz için.

Pislik. İçleri şirkten dolayı pis olduğu için kendileri de pislik­tirler. , [120]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışının bu aşamasında, münafık olanlardan ve olmayanlardan, savaşa katılmayanların durumu ele alınıyor. “Yol, ancak...” Geride kalanları cezalandırma yolu, ancak, zengin ve sağlam oldukları halde mazeretsiz ola­rak sefere çıkmama hususunda senden izin isteyenler için sözkonusudur. “Bunlar geride kalanlarla birlikte olmayı seçerler.” Kadınlar gibi evlerde kal­mayı tercih ederler. “Allah, onların kalplerini miihürlemiştir.” Bu onların gü­nahkâr oluşlarının bir sonucudur. Bu yüzden, Rasûlüllah’la birlikte sefere çıkmamış olmalarının kendilerine bir yarar sağlamayacağını, tam tersine güç yetiremeyecekleri musibetlere neden olacağını bilmezler. Bu tür kimseleri so­rumlu tutabilir, cezalandırabilirsiniz. Yardım edecek bir şey bulamayanları, gelip senden binek isteyen ve senin de size verecek binek yok dediğin ve üzüntüden ağlayarak evlerine dönenleri ise kimse sorumlu tutup ceza­landıramaz.

Bundan sonraki âyette ise, Yüce Allah, savaşa mazeretsiz katılmayan münafıklardan sözediyor: “Onlara (yanlarına) geri döndüğünüzde size özür belirttiler.” Tebük seferinden sonra, Medine’ye geri döndüğünüzde, gelip size mazeretler ileri sürerek, sefere katılmayışlarının haklı gerekçelere dayan­dığını söylemeye başladılar. “De ki: özür belirtmeyin.” Çünkü biz “size kesin olarak inanmıyoruz.” Sözlerinizi doğru bulmuyoruz. Çünkü Yüce Allah “bize

durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O’nun elçisi de.1 Eğer yaptığınızdan pişmanlık duyarsanız, Levbe ederseniz dininizi Allah1; has kılmış olursunuz; yahut, küfrünüz ve münafıklığınızı ısrarla sürdürürsü nüz. Siz, ölümünüzden sonra, gözle görülür ve görülmez âlemleri bilen Allah’; döndürüleceksiniz. O, kıyamet günü, diriltildikten sonra yaptığınız iyilik vt kötülükleri size haber verecektir. Sizi buna göre, adalet ilkesi doğrultusunda yargılayacaktır.

“Onlara geri döndüğünüzde kendilerinden vazgeçmeniz için Allah’a and içecekler.” Burada Yüce Allah Elçisine ve mü’minlere şu haberi veriyor: Sefeı sonrası Medine’ye geri döndüğünüzde, kendilerine ilişmeyesiniz diye, savaş­tan geri kalan bu adamlar Allah adına yemin edeceklerdir. “Artık siz onlarc sırt çevirin.” Onlarla irtibat kurmayın. Onlara ilişmeyin. Çünkü onlar pistir Kazandıklarının, küfür, nifak ve günahlarının cezası olarak cehennem onların barınaklarıdır. “Size yemin ederler.” Kendilerinden hoşnut kalasınız diye, türlü bahaneler, mazeretler ileri sürerler. Siz onlardan hoşnut olsanız da, bu onlara bir yarar sağlamayacaktır. Çünkü onlar fasıktirlar. Allah ise, fasıklai topluluğundan hoşnut olmaz. Madem ki onlardan hoşnut değildir, şu halde on­lara kızgındır. Allah’ın kızdığı ise helak olmuş, azaba çarptırılmış demektir. Bu yüzden sizin onlardan hoşnut olmanız veya olmamanız, akıbetlerinde bir değişikliğe yol açmayacaktır. [121]

 

Sonuç

 

1- Sefere katılamayan samimi mü’minlere eziyet etmemek gerekir. Çünkü onların mutlaka geçerli bir mazeretleri vardır. Ama sefere çıkacak be­densel ve maddi güce sahip olduğu halde, içindeki nifak hastalığından dolayı sefere çıkmayan zenginler sorumlu tutulurlar.

2-  Kişi samimi olduğu sürece, savaşa çıkmamak için mazeret belirtmesi meşru bir davranıştır.

3- Münafıklar da tıpkı müşrikler gibi pistirler. Çünkü iç dünyaları şirk ve küfürle pislenmiştir. Gizli davranışları da pistir. Çünkü iç dünyaları, müslü-manlar aleyhine komplolar kurma, onları tuzağa düşürme ve hile yapma üze­rine kuruludur.

4- Günahları açıkça belli olan günah ehlinden hoşnut olmak haramdır. Böyle bîrine buğzetmek gerekir. Hoşnut olmak ve sevmek asla doğru olmaz. [122]

 

97- Bedevi Araplar,  küfür  ve  iki yüzlülükçe  daha yaman  ve Allah’ın   elçisine   indirdiği   şeylerin   sınırlarını   tanımamaya   daha müsaittirler.  Allah  bilendir,  hüküm  ve  hikmet sahibidir.

98- Bedevi Araplardan  kimi  var ki,   verdiğini ağır yük sayar ve   sizin   başınıza   belalar  gelmesini   gözetler.   Kötü   bela   onların başına gelsin.  Allah  işitendir,   bilendir.

99- Bedevi   Araplardan   kimi   de   var   ki  Allah’a   ve   ahiret gününe   inanır;   verdiğini  Allah ‘a  yakın   dereceler   kazanmaya   ve Elçinin   dualarını   almaya   vesile   sayar.   Gerçekten   o   verdikleri, kendileri  için  yakın   derecelere   vesiledir.  A ilah   onları  rahmetinin içine   sokacaktır.   Muhakkak  ki  Allah   bağışlayandır,   esirgeyendir.

 

Sözlük

 

A’rabi’nin çoğulu. Çöl sakinleri. Bedeviler.[123]Küfür ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Şehirli münafık ve kâfirlerden daha şiddetlidirler. Daha yatkın, daha lâyıktırlar.

Allah’ın indirdiği sınırları. İslâm şeriatı. Bir kayıp ve hüsran. Bekler.

Musibetler. “Daire”nin çoğulu. İnsanı sarıveren musibet veya felaket demektir.

Kötü felaket, kendilerini sevindirmeyen, bilakis üzen helak. “Kurbet”in çoğulu. Övülen makam, menzil. Peygamberin duaları. Peygamberin kendileri hakkındaki hayır duası. [124]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, münafıkların hainliklerini birer birer gözler önüne sererek, onları ya tevbe etmek ya da işlerini nihai olarak bitirmek şıklarıyla karşı kar­şıya getiriyor. Tefsirini sunduğumuz bu âyetler grubunun ilk âyetinde Yüce Allah, çöl bedevilerinin küfür ve nifak bakımından şehirli münafık ve kâfirler­den daha şiddetli olduklarını ve Allah’ın indirdiği hudutlara, hüküm ve yasala­ra uymamaya daha yatkın olduklarını haber veriyor. Çünkü yerleşim birimle­rinden uzak yaşamaları onlara böylesine olumsuz bir özellik kazandırmıştır. “Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yarattıklarını ve özelliklerini her­kesten daha iyi bilir; koyduğu yasalar bir hikmete dayanır. Bu yüzden O’nun haber verdiği şey hakkın ta kendisidir; verdiği hüküm, gerekli ve âdildir. O’nun her yaptığı yerindedir.

“Bedevilerden öyleleri var ki, infak ettiğini bir yük sayar.” Bazı bedevi­ler, herhangi bir şey infak etmek zorunda kaldıklarında bunu, bir cereme ve mallarına musallat olmuş bir zarar olarak kabul eder. Çünkü bunların, âhi-retteki sevap ve azap gerçeğine -inançları yoktur. Allah’a ve O’nunla buluş­maya inanmazlar. “Ve sizi bir felaketin sarıvermesini bekler.” Ey müslü manlar! Bu nifak ve küfürde, şehirlilere oranla çok daha ileride olan bedeviler sizi sarıverecek bir felaketin beklentisi içindedirler. Böylece sizden kurtulmuş olacaklar ve bir daha sîze infak etme durumunda kalmayacaklar. Âyetin orji-nalinde geçen “ed-devair”, “ed-daire”nin çoğuludur ve insanın başına gelen felaket ve musibet demektir. “Kötü felaket onları sarsın.” Bu onlara yönelik bir bedduadır. Mü’minler için felaket beklentisi içinde olmalarının cezasıdır. “Allah işitendir, bilendir.” Onların sözlerini işitir, niyetlerini bilir. Bu yüzden onlara hakettikleri karşılığı verecektir.

“Bedevilerden öyleleri de vardır ki, onlar Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve infak ettiğini Allah katında bir yakınlaşmaya ve Elçinin dua ve bağış­lama dileklerine bir vasıta sayar.” Burada Yüce Allah, bütün bedevilerin aynı anlayış ve tutuma sahip olmadıklarını, içlerinde Allah’a ve âhiret gününe iman edenlerin bulunduğunu haber veriyor. Bu yüzden bunlar, cihad için harcadık­ları malların Allah katında bir yakınlaşma aracı ve Elçinin hayır duasının vesi­lesi sayarlar. Çünkü bir müslüman Rasûlüllah’a zekâtını ve sadakasını sun­duğu zaman, Rasûlüllah onun için dua ederdi. Söz gelimi Abdullah b. Ebu Ev-fa için şöyle dua etmiştir: “Allahım Ebu Evfa’nın ehline, soyuna rahmet et.”

“Haberiniz olsun, bu gerçekten onlar için bir yakınlaşmadır.” Yüce Al­lah, sadakalarını kabul ettiğini haber vererek, bunun bir yakınlaşma vesilesi olduğunu vurguluyor. “Allah da onları kendi rahmetine sokacaktır.” Cennete gireceklerine ilişkin müjdedir bu. “Şüphesiz, Allah bağışlayandır, esirgeyen­dir.” Burada yüce Allah, kendilerini rahmetinin kapsamına alacağına, yani cennete koyacağına ilişkin vaadini pekiştiriyor. Allah öncelikle günahlarını bağışlar, sonra onları cennetine koyar. Bu, O’nun dostlarına ilişkin bir ya­sasıdır. Önce onları arındırır, sonra katındaki yüce makamlara eriştirir. [125]

 

Sonuç

 

1- Çöl halkı bir çok görgü kuralından, davranış bilgisinden yoksun olur. Bu yüzden fitne ve kargaşadan uzak durmaya çalışanları hariç, bedeviler pek makbul sayılmazlar.

2- Tıpkı şehirliler gibi, bedeviler arasında da mü’minler, kâfirler, iyiler, itaat edenler, isyankârlar ve günahkârlar vardır. Ancak bedevilerin kâfirleri ve münafıkları daha şiddetli olur. Bunda çöl ortamının etkisi büyüktür.

3- Allah yolunda, sırf O’nun rızasını gözeterek, içtenlikle, gönüllülükle infakta bulunmak büyük bir fazilettir. [126]

 

100- Muhacirlerden    ve   Ensardan    İslâm’a   girmekte    öne geçenler   ile   bunlara   güzelce   tâbi   olanlar...   Allah   onlardan   razı olmuştur;   onlar  da   O’ndan   razı   olmuşlardır.   Allah   onlara,   alt­larından    ırmaklar    akan,    içinde    ebedi    kalacakları    cennetler hazırlamıştır.  İşte  büyük  kurtuluş budur.

101-  Çevrenizdeki   bedevi  Araplardan   ve  Medine   halkından iki yüzlülüğe   iyice   alışmış   münafıklar  vardır.   Sen   onları  bilmez­sin;  onları  biz  biliriz.   Onlara  iki kere  azabedeceğiz;  sonra da  on­lar,  büyük azaba itileceklerdir.

102- Başka   bir  kısmı   da  günahlarını   itiraf ettiler;   iyi   işle kötü  işi   birbirine  karıştırdılar.   Belki Allah,   onların   tevbesini  ka­bul eder.   Çünkü Allah  bağışlayandır,  esirgeyendir.

 

Sözlük

 

Önde olanlar. İman, hicret, yardım ve cihad hususunda öne geçenler.

Salih amelleriyle onları güzellikle izleyenler. Allah onlardan hoşnut olmuştur. Allah’a itaat ettikleri, O’na yöneldikleri, O’ndan korktukları ve O’nun katındaki nimetleri, arzuladıkları için Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Göz kamaştırıcı nimet­lerinden, görkemli lütuflarından memnun kalmışlardır.

Ve çevrenizdekilerden. Medine çevresinde ikamet eden Arap kabilelerinden.

İki yüzlülük. Nifak. Münafıklığı bir uğraşı, bir alışkanlık edin­mişlerdir.

Onları iki kez azaplandıracağız. Birincisi, müslümanlar arasın­da teşhir edilmeleri; ikincisi, kabirde görecekleri azap. [127]

 

Açıklama

 

“Öne geçen Muhacirler ve Ensar...” Bunlar, herkesten önce iman eden, Mekke’den Medine’ye hicret eden ve hicret edenlere yardım eden, hep birlikte Allah yolunda cihad eden öncü müslümanlardır. “.. ve onlara güzellikle uyan­lar,” salih ameller işleyerek onları izleyenler... (Salih amel, Yüce Allah’ın ya-salaştirdığı, Hz. Peygamberin de açıkladığı davranışlara, uygulamalara de­nir.) Yüce Allah bunların tümünün imanlarından ve salih amellerinden hoşnut olmuştur. Onlar da Allah’ın kendilerine bahşettiği nimet ve lütuflardan mem­nun olmuşlardır. Onlar için Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazır­lamıştır. Orada ebediyen kalacaklardır. Kendileri için hazırlanan cennetleri onlara müjdele...

“İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” Yüce Allah’ın kendilerinden, onların da Allah’tan hoşnut olmaları ve kendileri için cennetin hazırlanmış ol­ması büyük kurtuluştur. İstenmeyenden kurtulup, istenene ulaşmadır; ateşten kendini kurtarıp cennete girmedir. Asıl kurtuluş budur.

Bundan sonraki’âyette ise Yüce Allah, Medine çevresinde ikamet eden Bedeviler arasında ve Medineliler içinde bazı münafık tiplerin bulunduğunu haber veriyor. Ancak Medine münafıkları, bu işte adeta ustalaştıkları için, ni-

fak onların uzmanlık alanı olduğu için tanınmıyorlardı. Ama Yüce Allah onları bilir. “Çevrenizdeki bedevilerden münafık olanlar vardır ve Medine halkından da nifakı alışkanlığa çevirmiş olanlar vardır. Sen onları bilmezsin; biz onları biliriz.” ... “Biz onları iki kere azaplandıracağız; sonra onlar büyük bir azaba, cehennem azabına döndürüleceklerdir.” Bu tehdidi kaçınılmaz olarak tadacak­lardır. Allah onları dünyada iki kez cezalandıracak; Önce onları teşhir edecek, sonra da kabirde onları azaplandıracaktı. Sonra kıyamette diriltip onları büyük cehennem azabına mahkum edecektir.

“Diğerleri günahlarını itiraf ettiler, onlar iyi bir ameli bir başka kötüyle karıştırmışlardır.” Bunlar da cihaddan geri kalan bir başka gruptur. Cihaddan geri kalışları ise, hiç bir mazerete dayanmıyordu. Bu kastedilenler Ebu Lu-babe ve altı veya yedi arkadaşıdır. Bunlar, cihaddan geri kalanlar hakkında inen, tehdit içerikli âyetleri duydukları zaman kendilerini mescidin direklerine bağlamış ve: “Rasûlüllah bizi çözmedikçe biz kendimizi çözmeyeceğiz.” demişlerdi. Salih bir ameli, imanı, cihadı ve İslâm’ı, kötü bir amele, özürsüz Tebük seferine katılmama cürmüne karıştırmışlardı. “Umulur ki Allah tevbele-rini kabul eder.” Bu, Yüce Allah’ın tevbelerini kabul ettiğinin duyurusudur. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) gelmiş ve onları kendi elleriyle çözmüştür. Onlar da: “Ya Rasûlüllah, işte bizi seninle sefere çıkmaktan alıkoyan mal­larımız, onları al ve Allah yolunda harca; bizim için bağışlanma dile!” demiş­lerdir. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.): “Sizin mallarınızdan herhangi bir şeyi alma emrini almadım.” buyurmuştur. [128]

 

Sonuç

 

1- Hayırda Öne geçmek ve öncü olmanın mutluluğuna ve kurtuluşa nail olmak büyük bir lütuftur.

2- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) ashabı, genel olarak kendilerinden sonra gelen kuşaklardan takvaca üstündürler.

3- Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) ashabına güzellikle uyanlar büyük bir fazilete sahiptirler.

4- Kalplerde olanı bilme yetkisi Allah’a aittir. Hiç kimse gaybı bilemez. Ancak Yüce Allah’ın bildirdiği kimseler, Allah’ın bildirdiği kadarım bilebilirler.

5- Tevhid inancına bağlı olup da salih bir amele, bir başka kötü ameli karıştıranların Yüce Allah tarafından bağışlanmaları, merhamet edilmeleri umulur. [129]

 

103- Onların   mallarından,   kendilerini  temizleyeceğin,  yücel­teceğin  bir sadaka al ve  onlara dua  et;  çünkü  senin  duan,  onlara huzur  verir.  Allah  işitendir,  bilendir.

104- Bitmediler mi  ki,  kullarından  tevbeyi kabul  eden,  sada­kaları  alan  Allah’tır.   Ve Allah,  tevbeyi  çok  kabul eden,  çok  esir­geyendir.

105- De  ki:   “Yapın  yapacağınızı;  yaptığınız  işleri  Allah   da görecek  Elçisi  de,   mü’minler  de.   Sonra  görülmeyeni   ve  görüleni bilen  Allah’a  döndürüleceksiniz.   O   size  yaptıklarınızı  bir  bir  ha­ber  verecek!”

106- Başka   bir  grup  da   var  ki  Allah’ın   emrine   bırakılmış­lardır.  Allah ya  onlara  azabeder,  ya  da  onları  affeder.  Allah  bi­lendir,  hüküm  ve hikmet sahibidir.

 

Sözlük

 

Sadaka. Allah’a yakınlaşmak amacı ile, O’nım yolunda sarfedi-len mal. Sadaka.

Onları günahlarından arındırır ve duan sayesinde onları temiz- lersin.

Onlar için hayır dua et,

Senin duan onlar için rahmettir. Huzurdur. Sadakalarıdır. Yani kabul eder. Durumları Allah’ın hükmüne ve kararına kadar ertelenmiştir.Yarattıklarının niyetlerini, mali ve ameli eğilimlerini bilir; yargı ve şeriatı, yasaları bir hikmete dayalıdır. [130]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyetin tefsirini sunarken, cihaddan geri kalanların, Ra-sûlüllah’ın yanma gelerek tüm mallarını sadaka olarak sunduklarını belirtmiş, ama Rasûlüllah’ın: ‘Ben böyle bir emir almadım,’ diyerek mallarım kabul etme­diğini söylemiştik. Şimdi ise, Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onların malların­dan sadaka al; bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için bir sükûnet ve huzurdur; Allah işitendir, bilen­dir.”Yüce Allah, bu âyet-i kerimede Rasûlüne, işledikleri hatadan dolayı tevbe edenlerin mallarından sadaka almasını emrediyor. Çünkü sadaka nefis­lerini günahlardan ve cimrilik tortularından arındırır.Onlara dua et. Senin duan onlar için rahmet ve huzurdur. Onları sükû­nete kavuşturur. Hiç kuşkusuz onlar sadaka sunarlarken Allah onların söz­lerini işitir. Diyorlardı ki: “Ya Rasûlüllah, bu mallarımızı sadaka olarak kabul et!” Aynı zamanda Allah, onların niyetlerini, onları bu davranışa iten iç duy­gulan, gerçekten tevbe etme niyetine sahip olduklarını bilir.“Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul eder!” Buradaki soru, vurgulamaya dönüktür. Yani, onlar bunu kesin olarak biliyorlar.

“Sadakalarını alacaktır.” Sadakalarını kabul edecektir. “Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden,” pişmanlık duyanların tevbelerini çokça kabul eden ve“esirgeyendir.” Mii’min kullarını merhametinin altına alır.Ardından Yüce Allah, Rasûliine onları salih ameller işlemeye teşvik et­mesini, böylece onları günahlardan arındırıp temizlemesini emrediyor. “De ki; Yapıp-edin. Allah sizin yapıp-ettiklerinizi görecektir; Allah’ın Elçisi ve mü’minler de” sizin iyiliğinizi kabul edecek, Rasûlüllah ve mü’minlerin övgü­süne mazhar olacaksınız. “Yakında açık ve gizliyi bilene döndürüleceksiniz.” Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız. “Ve O, size yaptıklarınızı haber verecek­tir.” İyiliğinizin karşılığını iyilik ve kötülüğünüzün karşılığını da aynen ceza o-larak verecektir,“Diğer bir kısmı Allah’ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azap-Iandiracak veya tevbelerinİ kabul edecektir.” Bu da, Tebük seferinden geri ka­lan bir üçüncü gruptur. Birinci grup münafıklardı; İkinci grup tevbe edenlerdi; üçüncü grup ise, bu âyette özellikleri ve tavırları konu edinilen kimselerdir. Bunlar üç kişiydiler. Ka’b b. Malik, Mevare b. Rebi ve Hilal b. Umeyye. Bun­lar samimiyetle tevbe eden ve mallarını tümden sadaka olarak sunan Ebu La-babe ve arkadaşları gibi Rasûlüllah’a gelip Özür belirtmemişlerdi. Bu yüzden Rasûlüllah bu üç kişiyle her türlü ilişkinin kesilmesini emretti. Haklarında Yüce Allah bir hüküm verene kadar onları tecrit etti (dışladı, yapayalnız kaldılar). “Allah’ın emri için ertelenmişlerdir. O, bunları, ya azaplandıracak veya tevbelerinİ kabul edecektir. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Yüce Allah onlara azabedecek veya onların tevbesini kabul edecek olursa, hiç kuşkusuz bu, O’nun bilgisinden ve hikmetinden kaynaklanır. Nitekim onla­ra uygulanan boykot bir süre devam etti. Öyle ki yeryüzü olanca genişliğiyle onlara dar gelmişti. Sonra Yüce Allah tevbelerinİ kabul ettiğini duyurdu: “Çünkü Allah tevbelerİ kabul eden ve esirgeyendir.” [131]

 

Sonuç

 

1- Sadaka günahları yok eder, ruhları cimrilik ve pintilik kirlerinden arındırır.

2- Müslüman bir kimsenin verdiği sadakayı alanın şöyle dua etmesi hoştur: “Aİlah verdiğinden dolayı seni ödüllendirsin ve geride bıraktığını da bereketlendirsin.”

3- Büyük günahlardan tevbe eden bir kimsenin bundan böyle sadaka verme ve salavat getirme gibi salih amelleri çokça işlemesi gerekir.

4- Sürekli korku ve ümit duygularım birlikte yaşamak büyük bir fazilet­tir. Çünkü korku, insanı günahları terketmeye; ümit de, salih amel işlemeye yöneltir. [132]

 

107- Seferden geri kalanlar arasında zarar vermek, nankör­lük etmek, mü’minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Elçi-siyle   savaşmış   olan   adamın   gelmesini  gözetlemek   için   bir  mes~

cid yapanlar da var. “İyilikten başka bir niyetimiz yoktu!” diye de yemin edecekler. Oysa Allah onların yalan söylediklerine şahittir.

108- Orada  asla  namaza durma.   Ta  ilk günden  takva  üzere kurulan   mescid,   elbette  içinde   namaza  durmana   daha   uygundur Onda   temizlenmeyi   seven   erkekler   vardır.   Allah   da   temizlenen-leri sever.

109- Yapısını,   Allah’tan   korku   ve   rızâ   üzerine   kuran   mı hayırlıdır; yoksa yapısını  bir yarın  kenarına  kurup  onunla  birlikte cehennem   ateşine   yuvarlanan    mı?   Allah   zalimler   topluluğunu doğru yola  iletmez.

110- Yaptıkları   bina,   kalpleri  parçalanıncaya   dek  yürekle­rinde  bir  kuşku  olarak  kalacaktır;  Allah  bilendir,   hüküm   ve  hik-met sahibidir.

 

Sözlük

                                                                                                                   

Zarar vermek için.Ve gözetlemek için.Güzel halden başka.Orada hiç bir zaman namaz kılmak için durma. Takva temeli üzerine bina edilmiş; Küba Mescidi. Orada adamlar vardır. Burada kastedilenler, Amr. Avf oğulla-ndır.Allah’tan takva üzere. Allah’ın ölçülerine göre hareket etmek.  Allah’ın hoşnutluğu.Göçecek bir yarın kenarı. (Mescid-i Dırar.)     

 İçlerinde bir şüphe olarak.  Kalplerinin göğüslerinden ayrılıp ölmelerinden başka.  [133]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı içinde münafıkların teşhir edilmeleri sürüyor ve münafıklık edebilecekleri alanların kapıları birer birer yüzlerine kapanıyor. Dolayısıyle Önlerinde iki seçenek kalıyor: Ya, tevbe edip Allah’a yönelecekler ya da kâfir olarak öleceklerdir. Bu meyanda Yüce Allah içlerindeki bir grupla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Zarar vermek, İnkârı pekiştirmek, mü’minlerin arasını açmak ve daha önce Allah’a ve Elçisine karşı savaşanı [134]gözlemek için mes­cid edinenler...”

İslâm’a zarar vermek ve küfrü egemen kılmak amacı ile mescid edinen­lerden maksat, Medineli onikİ şahıstır. Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) Tebük seferine çıkmak üzereydi. Bunlar gelip dediler ki: “Ya Rasûlüllah, biz, yağ­murlu gecelerde zayıflarımız ve hastalarımız için namaz kılabilecekleri bir mescid yaptık. Orada bizim önümüzde namaz kıl.” Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Şu anda sefere çıkmak üzereyim, inşallah dönüşte, orada sizin önü­nüzde namaz kılacağım.” dedi. Tebük dönüşü Medine’ye yakın bir yere gel­diklerinde, Zavavan adı verilen bir yerde konakladı. Burası Medine’ye bir saatlik uzaklıktaydı. O sırada Peygamberimize (s.a.v.) Mescid-i Dırar (zarar amaçlı mescid) ile ilgili vahiy indi. Ardından Peygamberimiz Salim b. AvfoğuHarının akrabası Malik b. Dehşem ile, Aclanoğulları’nın akrabası Muin b. Adiy veya kardeşi Asım’ı önceden Medine’ye göndererek onlara şu buy­ruğu verdi: “Gidin şu zalimler topluluğunun mescidini yıkın, ateşe verin!” Bu­nun üzerine ikisi hızla yola çıktılar. Malik b. Dehşem’in akrabası olan Salim b. Avfoğu Harı’n in semtine geldiklerinde Malik, Muine: “Beni bekle, gidip şunlar­dan ateş alayım.” dedi ve gidip hurma dallarından tutuşturulmuş bir ateş ge­tirdi. Sonra sözkonusu mescide gittiler. Bozguncular da içinde bulunuyordu. Mescidi ateşe verip yıktılar. İçindekilerin herbiri bir yana kaçtı. Ardından on­lar hakkında bu ayet-i kerime indi.

“Zarar vermek,” çevre sakinleri gelene kadar Mescid-i Nebevi’ye ve Küba Mescidine zarar vermek “inkârı pekiştirmek,” Allah ve Rasûlünü inkâr etmek; “mü’minlerin arasını ayırmak,” Mescid-i Dırar’m kuruluş amaçlarından üçüncüsü mü’minlerin arasını ayırmaktı. Semt halkı, Küba mescidinde top­lanırdı. Bunlar iki mescid arasında halkı bölmeyi amaçlamışlardı. Böylece münafıklar kuşkularını yaymak, yıkıcı eleştiriler yöneltmek ve “böl-yönet” il­kesini uygulamak için müsait bir ortam bulacaklardı.

“Ve daha önce Allah’a ve elçisine karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler.” Burada işaret edilen kişi, müslümanlar tarafından “fasık” olarak adlandırılan Rahip Ebu Amir’dir. Münafıklara bu mescidi yapmalarını bu me­lun emretmişti. Böylece İslâm karşıtı tuzakları için bu mescidi bir merkez ola­rak kullanacaklardı. Bu fasık, Peygamberimize: “Nerede sana karşı savaşan bir topluluk bulduysam, ben de onlarla birlikte sana karşı savaştım!” demişti. Gerçekten, müşriklerin müslümanlara karşı başlattıkları tüm savaşlara katılmıştı. Müşrikler Hevazin’de ağır bir yenilgiye uğrayınca, bu mel’un hayal kırıklığına uğrayarak Bizans’a sığınmış, bu sefer onları RasûlüIIah’a karşı kışkırtmıştı. İşte oradan münafıklara haber göndererek, Yüce Allah’ın işaret ettiği, kötü amaçlara hizmet amacı ile Mescid-i Dırar’ı yapmalarını istemişti. Sonunda kendisi de kışkırttığı Bizans orduları ile birlikte gelip oraya kona­caktı. Ama mel’un amacına ulaşamadan Şam’da öldü ve cehennemi boyladı. Orası ne kötü bir barınaktır.

“Daha önce Allah’a ve Elçisine karşı savaşanı gözlemek için” ifade­sinde kastedilen anlam budur. Yani bu adam, Mescid-i Dırar’ın yapımından önce Allah’a ve Rasûlüne savaş açmıştı. O Mescid-i Dırar ki, müslümanlar tarafından yakıldı; yıkıldı, içinde barınan kalleş münafıklar çil yavrusu gibi dağıtıldı. Dirar Mescidi’nin yerinde yeller esiyor.

“Biz iyilikten başka bir şey istemedik, diye yemin ederler.” Yaptıkları mescid tepelerine yıkılıp ateşe verilince, gerçek niyetleri ortaya çıkarılınca, bu mescidi yapmakla sadece iyilik yapmayı amaçladıklarına, kötülük yapmak niyetinde olmadıklarına dair yemin etmişlerdi. Biz burayı, yağmurlu gecelerde zayıflar ve hastalar namaz kılsınlar diye yaptık, demişlerdi.

“Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.” Sözle­rinin asılsızlığına şahitlik etmektedir. Yalancılar olduklarım ilân etmektedir.

“Sen bunun içinde hiç bir zaman durma.” Burada Yüce Allah, Peygam­ber Efendimizin (s.a.v.), Tebük’e giderken söz verdiği gibi gidip bu mescid içinde namaz kılmasını yasaklıyor.

“Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescid, senin içinde durmana daha uygundur.” Takva temeli üzerine kurulan Mescid-i Nebevi ve Küba Mescidi kastediliyor. Bu iki mescid, daha ilk günden, Allah korkusu ve rızâsı temeli üzerine kurulmuşlardı. Bunların temelim Allah korkusu ve rızâsı oluşturmaktadır. “Onda, arınmayı içten arzulayan adamlar vardır; Allah arınanları sever.” Bu ayette, Küba Mescidi ehlinden övgüyle sözediliyor. maddi ve manevi kirlerden arınmak istedikleri vurgulanıyor. Küba halkı, def-i hacet esnasında, taş ile istinca yapmayı ve su ile temizlenmeyi birlikte ya­parlardı. Bu yüzden Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olmuşlardı. “Binasınıntemelini Allah korkusu ve hoşnutluğu üzerine kuran kimse mi hayırlıdır...1 yoksa “binasının temelini göçecek bir uçurumun kenarına kuran kimse mi?’ Vadilerde, seller tarafından altı oyulan ve göçmek üzere olan yarlardan birinin kenarına bina kurup da “kendisi de cehennem ateşi içine yuvarlanan kimse mi?” Göçmek üzere olan bu yarın kenarında kurulu bina ile birlikte cehenneme yuvarlanan kimse mi daha hayırlıdır? (Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınırız.) İşte Mescid-i Dırar’ı yapan münafıkların durumu tam da bu örneğe uygundur.

“Allah, zulmeden bir topluluğa hidayet vermez.” Onları mutluluğa ve erdemliliğe giden yola iletmez. Onları hidayetten yoksun bırakır. Hem dün­yada, hem de âhirette hüsrana uğrarlar. “Kurdukları bina kalplerinde bir şüp­he olarak sürüp gidecektir.” İçlerinde bir kuşku ve kararsızlık olarak kala­caktır. “Onların kalpleri parçalanmadıkça...” içlerindeki bu şüpheyle ölmedikçe aynı durumları devam eder. Çünkü bu zulüm amaçlı bina, nifak ve küfrün kalp­lerinde kök salmasına neden olmuştur. Böylece kâfir olarak Ölmek durumun­dadırlar.

“Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” Bu anlatılanları pekiştirici, onaylayıcı ve kökleştirici bir değerlendirme ifadesidir. Buna göre, Yüce Al­lah’ın ‘bilen’ olması, şu zalim münafıkların hidayetten yoksun kalmalarını, kâfir olarak ölüp cehenneme gitmelerini gerektirir. Bu zulüm, şer ve bozgunculukta aşırı gitmelerinin cezasıdır. [135]

 

Sonuç

 

1- Fasık olarak bilinen Rahip Ebu Amir’in yol göstericiliği ile müna­fıkların İslâm aleyhine kurdukları büyük bir tuzağın ortaya çıkarılışı gündeme getiriliyor.

2- Üstünlük kurma ve şeref elde etme amaçlı mücadele, insanın büsbü­tün yıkıma uğramasına, her türlü şerefi yitirmesine sebep olur. Abdullah b. Übeyy, Medine’ye hakim olmak istediği için İslâm’a savaş açmıştı. Çünkü is­lâm onun krallık şansını kaybetmesine neden olmuştu. Yine Rahib Ebu Amir de Medineliler üzerinde manevi nüfuz elde etmek için ruhbanlığı seçmişti. Bu nüfuzunu kaybettiği anda, kaybına sebep olan kişiye savaş açtı. Öyle ki Rasûlüllah’ın (s.a.v.) yüzüne karşı: “Sana savaş açan her toplulukla birlikte sana karşı mutlaka savaşacağım!” demişti. Nitekim, sonunda Bizans împara-torluğu’na sığınmış, İmparatoru, RasûlüIIah’a karşı savaşmaya kışkırtmıştı.

Yahudilerin İslâm’a savaş açmaları da bütünüyle İsrail memleketinde arzu­ladıkları otoritelerini korumaya yönelik bir tepkidir.

3- Münafıkların sözlerine kanmamak gerekir. Çünkü onların sözleri bütünüyle yalandan ibarettir.

4- Nerede zarar vermek ve müslümanlarm arasını açmak amacı ile bir mescid kurulmuşsa, onu yıkmak ve içinde namaz kılınmasını yasaklamak farzdır.

5- Temizlenmek, bir fazilettir. Ruhsal ve bedensel arınmaya özen gös­termek gerekir.

6- Zulümden ve aşırı derecede zulme sapmaktan kaçınmak gerekir. Çünkü bu durum kişiyi Allah’ın hidayetinden mahrum bırakır. Dolayısıyla za­lim olarak öleceği için dünya ve ahirette hüsrana uğrar. [136]

111- Allah  müzminlerden  canlarını   ve  mallarını  karşılığında cennet   kendilerinin   olmak   üzere   satın   almıştır,   Allah   yolunda savaşırlar;    öldürürler   ve   öldürülürler.   Bu,   Allah’ın    Tevrat’ta İncil’de   ve  Kur’an’da  üstlendiği gerçek  bir  sözdür.  Kim Allah’tan daha   çok   sözünde   durabilir?   O   halde   O’nunta   yaptığınız   bu alışverişinizden   ötürü  sevinin;   Gerçekten   bu,   büyük  başarıdır.

112- Tevbe   edenler,   ibadet   edenler,   hamdedenler,   seyahat edenler,   rüku   edenler,   secde   edenler,   iyiliği   emredip   kötülükten menedenler  ve Allah’ın  sınırlarını  koruyanlar...  İşte  o  mü’minleri müjdele; ne mutlu onlara!           

 

Sözlük

 

Cennet. Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uyanlar için hazırladığı barış ve esenlik yurdu.Savaşırlar. Kâfir ve müşriklere karşı savaşırlar.Vaadetmek. Onlara verdiği bu vaad haktır, gerçeğin ifadesi­dir.  Tevrat’ta. İncil’de ve Kur’an’da bu vaadden sözedilmiştir.Hiç kimse Allah’tan daha çok ahdine vefa gösteremez.işte bu büyük kurtuluş ve mutluluktur.Tevbe edenler. Şirkten, münafıklıktan ve günahlardan tevbe edenler.İbadet edenler. Allah’ı severek, O’nu yücelterek, derin saygı içinde boyun eğerek Allah’a itaat edenler.I Seyahat edenler. Ayette seyahat edenler sıfatı, oruç tutanları gösterdiği gibi, cihad edenler ve yeryüzünde Allah’ın güzel eserlerini görmek, bilgi kazanmak veya gönlünce ibadet ve taatinî yapabilmek için seyahat edenler, anlamına da gelir.  İyiliği emredenler. Allah’a ibadet etmeyi, O’nu bir ve ortaksız \  bilmeyi emredenler.Kötülükten alıkoyanlar. Şirke ve günahlara engel olanlar.Allah’ın hükümlerini korurlar, onları uygularlar Mü’minleri müjdele. Esenlik yurdu cennete gireceklerini müj  dele. [137]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, cihaddan geri kalanların durumunu açıklayınca, bütünleyici bir açıklama olarak ve cihada teşvik edici bir üslupla cihadm faziletini ve mü­cahitler için hazırlanan ödülleri gündeme getiriyor: “Hiç şüphesiz Allah mü’minlerden, karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır.” Allah’ın bedel olarak cenneti verdiği alış-veriş konu­su olan şey, mü’minlerin canları ve mallarıdır. “Onlar Allah yolunda savaşır­lar, öldürürler.” Allah düşmanı müşrikleri öldürürler, “ve öldürülürler.” Savaş meydanlarında müşriklerle savaşıp şehadet mertebesine erişirler. “Bu, Tev­rat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir vaaddir.” Bunu onla­ra söz vermiştir. Hak olarak üç kitapta, yani Tevrat, İncil ve Kur’an’da zikret­miştir. Bu hakkı pekiştirmiştir.

“Allah’tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir?” Bu soru olum­suzluk bildirir niteliktedir. Yani, hiç kimse söz verdiğinde, Allah’tan daha çok sözünde duramaz. “Şu halde yaptığınız bu alışverişten dolayı sevinip, müjdelesin!” Ey mü’minler! Allah ile yaptığınız bu kârlı alış-verişten dolayı sevinin, müjdelesin! İşte bu alış-veriş ve müjdeleşme büyük bir mutluluktur, kurtuluştur. Ondan büyük iyilik düşünülemez.

“Tevbe edenler...” diye başlayıp “Allah’ın sınırlarını koruyanlar” diye biten ifadede, bu ahş-verişe taraf olanların niteliklerinden söz ediliyor. Alış­verişin kârlı tarafı olmaya kimlerin lâyık olacakları belirleniyor. Bunlar dokuz niteliğe sahiptir: 1- Tevbe edenler: Şirkten ve günahlardan tevbe edenler. 2-İbadet edenler: Allah’a itaat edenler. Bu itaatin itici gücü Allah’a yönelik büyük sevgi ve O’na duyulan korku esaslı saygıdır. 3- Hamd edenler: Bolluk­ta ve darlıkta, her durumda Allah’ı övgüyle teşbih edenler. 4- Seyahat eden­ler: Hadiste belirtildiği gibi, bu âyette oruç tutanlar kastedilmiştir.[138] AyrıcaAllah yolunda ilim elde etmek ya da savaşmak veya ilim öğretmek yahut in­sanları Allah’a kulluk etmeye, O’nu birlemeye, emir ve yasaklarına uymaya davet etmek amacı ile yeryüzünde seyahate çıkanlar da bu niteliğin kap­samına girer. 5- Rükû edenler; 6- Secde edenler: Namaz kılanlar. Sürekli rüku ve secde halindeymişler gibi nafile namaz kılanlar. 7- İyiliği emredenler: Allah’a inanmayı, Allah’ı bir ve ortaksız bilmeyi, O’na ve Rasûlüne itaat et­meyi emredenler. 8- Kötülükten sakmdıranlar: Allah’ı inkâr etmeyi, O’na yönelik olması gereken ibadete başkasını O’na ortak koşmayı yasaklayanlar. O’na ve Rasûlüne karşı çıkma girişimlerini engelleyenler. 9- Allah’ın sınırla­rını koruyanlar: Allah’ın belirlediği sınırları gözetip, koyduğu hükümlere uyan­lar. Bilerek hükmüne tâbi olanlar.

“Sen mü’minleri müjdele!” Bu niteliklere sahip olanlar eksiksiz ve doğru imana sahiptirler. Rasûlüllah’ın dünyada zafer ve ahirette kurtuluş müjdesine lâyıktırlar. Kıyamette ateşten kurtulup cennete gireceklerdir. (Ey âlemlerin Rabbi olan Allah! Bizi kıyamette bu sadık mü’minlerin arasına kat.) [139]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah mü’min kullarına sayısız lütuflar ve nimetler bahsetmiş­tir. Onlara can ve mallar vermiş, sonra da bunları sonsuz nimetler yurdu cen­net karşılığında onlardan satın almıştır.

2- Allah yolunda cihad etmenin ve şehadet mertebesine erişmenin fazi­leti büyüktür.

3- Mü’min, bedeninin ve malının Allah’a ait olduğunun bilincinde ol­malıdır. Bunları gözetip korumak durumundadır ki, cihad bayrağı açıldığında, müslüm ani arın imamı mal ve can ile cihad çağrısında bulunduğunda, canım ve malını derhal bu uğurda feda edebilsin. Çünkü can ve mal Allah’ın ona teslim ettiği emanetleridir. Emaneti asıl sahibinin isteği doğrultusunda kullanmak bir zorunluluktur.

4- Bir mü’min kendi canına ve malına zarar vermekten kaçınmalıdır. Çünkü bunlar Allah’a aittir.

5- Bir mü’min, bu dokuz niteliğe sahip olup olmadığını sık-sık kontrol etmelidir. Eğer bir eksiklik görürse tamamlaması, eksiklik görmezse Allah’a hamd etmesi ve bu durumunu özenle koruması gerekir. [140]

 

113- Akraba  bile  olsalar,   cehennem  halkı  oldukları  belli  ol­duktan   sonra   Allah’a   ortak   koşanlar   için   mağfiret   dilemek,   ne Peygamberin,  ne de  inananların yapacağı bir iş değildir.

114- İbrahim’in   babası   için   mağfiret   dilemesi,   sadece   ona verdiği   bir  sözden   ötürü   idi.   Senin   için  Rabbimden   mağfiret  di­leyeceğim,   diye  söz  verdiği  için  ona  dua  etmişti.  Fakat onun,   bir Allah   düşmanı   olduğu  kendisine   belli  olunca   ondan   uzak  durdu. Gerçekten İbrahim,  çok içli ve yumuşak huylu idi.

115- Allah,   bir  kavmi  doğru  yola  ilettikten  sonra,   sakınma­ları  gereken   şeyleri   kendilerine   açıklamadıkça   onları   saptıracak değildir.  Allah  her şeyi bilendir.

116- Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Yaşatan, öldüren O’dur. Sizin, Allah’tan başka ne bir dost, ne de yardımcınız var­dır.

 

Sözlük

 

Müşrikler için Yüce Allah’tan bağışlanma dilemeleri.Baba, oğul veya kardeş gibi yakın kimseler dahi olsalar.Söz vermek. Verdiği bir söz.Ondan yüz çevirdi. Yani: “Ben senden uzağım” dedi.Evvah; Allah’a çok dua eden, O’na şikayette bulunan. Halim İse; Öfkelenmez, günahtan dolayı hemen cezalandırmaz.Allah için korkup-sakınacakları şeyler. Yaparken veya yap­mazken Allah korkusunu gözönünde bulunduracakları şeyler.işleri üstlenen, koruyan ve yardım eden demektir. [141]

 

Açıklama

 

Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) ölüm döşeğinde olan amcası Ebu Talib’e, tevhid kelimesini, yani “Allah’tan başka ilah yoktur” demesini Önerdi. Ama o, bundan kaçındı ve kendisi için: “O Abdulmuttalib’in dini üzerinedir.” dedi ve küfür üzere öldü. Bunun üzerine Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.): “Engellenme­diğim sürece senin için Allah’tan bağışlanma dileyeceğim.” dedi. Bazı mü’min-ler de, şirk üzere ölen akrabaları için bağışlanma diliyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah, bu âyet-i kerimeyi indirdi: “Kendilerine onların gerçekten çılgın ateşin arkadaşları oldukları açıklandıktan sonra, -yakınları dahi olsa- müşrik­ler için bağışlanma dilemeleri Peygambere ve iman edenlere yaraşmaz.” Çünkü onların şirk üzere öldükleri kesinleşmiştir. Şirk üzere ölen bir kimse­nin de, ateşte olduğuna Yüce Allah, hükmetmiştir. Peygambere ve mü’minle-re, ateş ehli oldukları kesinleşen müşrikler için bağışlanma dilemek yaraş­maz; doğru da olmaz.Bazıları: “Ama Hz. İbrahim’de müşrik babası için bağışlanma dilemiş­ti.” deyince, Yüce Allah, cevap olarak şu âyeti indirdi: “İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi.” Bir ara İbrahim babasına: “Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim, çünkü O, bana pek lütufkardır.[142]şeklinde bir söz vermişti. Bununla, Hz. İbrahim’in (a.s.) babası için bağışlanma dilemesinin gerekçesi açıklanıyor. Çünkü Hz. İbrahim, çok dua eden, çok yakaran, çok duygulu, yumuşak huylu bir kimsey­di. Bu yüzden babasına, kendisi için bağışlanma dileyeceğine ilişkin bir söz vermişti.

“Bir topluluğa Allah hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değil­dir.” Bu âyet-i kerime, müslümanlar arasında yaşanan bazı dalgalanmalardan sonra inmiştir. Diyorlardı ki: “Biz müşrik akrabalarımız için bağışlanma dile­dik. Şimdi bizim halimiz ne olacak?” Allah tarafından bir azaba çarptırılmak­tan korkuyorlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onlara şu açıklamayı yaptı: Al­lah korkup sakınacakları şeyleri açıklamadan, doğru yola ilettiği bir topluluğu sapıklığa sürüklemez. Sİz, bunun haram olduğu size bildirilmeden, akraba­larınız için bağışlanma dilediniz. Ancak Allah, bir kavmi saptırmak istediği zaman, önce o kavme sakınması gereken şeyleri gösterir. Eğer sakın-mazla-rsa onları sapıklığa sürükler.

“Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir.” Sadece hakedenleri saptırır. Yine sadece lâyık olanları doğru yola eriştirir. Çünkü O, herşeyi bilir.

“Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır.” Gökleri ve yeri ya­ratan, göklere ve yere sahip olan, göklerin ve yerin egemenliği elinde olan O’dur. O, dilediğini doğru yola eriştirir, dilediğini sapıklığa sürükler; yani hi­dayet isteyene hidayet verir. Sapıtmak isteyeni de kendi iradesine bıkarıp as­la zorlamaz. Dilediğini diriltir; dilediğini öldürür. İmanla diriltir; küfürle öldü­rür. Ölüleri diriltir; dirileri öldürür. Çünkü O, sonsuz bir kudrete, olağanüstü bir egemenliğe sahiptir.

“Sizin Allah’ın dışında veliniz ve yardımcınız yoktur.” Allah sizi yüzüs­tü bıraktığı zaman kimse size dost olamaz; işlerinizi çekip-çeviremez, düzen­leyemez. Sizi ortada bırakırsa da, kimse size yardım edemez. Şu halde O’na itaat etmek, O’na dayanıp güvenmek, O’ndan başkasına iltifat etmemek gere­kir. [143]

 

Sonuç

 

1- Şirk üzere Ölen bir kimse için bağışlanma dilemek haramdır. Çünkü Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Dolayısıyla, yapmayacağını bil­dirdiği bir şey O’ndan istenmez.

2- Vaadlere ve ahitlere vefa göstermek farzdır.

3- Yapmaları ya da sakınmaları gereken şeyleri bildirmeden, kullarını sapıklığa sürüklemesi Allah’ın adaletinden değildir.

4- Kulun Allah’tan başka dostu, işlerinin yönlendiricisi ve yardım edeni yoktur. Bu yüzden, Allah’a itaat etmek ve tevekkül ile O’na sığınmak sure­tiyle O’na dost olmak gerekir. [144]

 

117- Andolsun Allah, peygamberi ve o zor anda ona uyan muhacirleri ve ensarı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalpleri  kaymaya  yüz  tutmuş  iken  yine  de   onların   tevbesini  kabul buyurdu.  Çünkü  O,  onlara  karşı çok şefkatli,  çok merhametli­dir.

118- Ve seferden geri bırakılan  o  üç  kişinin  de  tevbesini ka­bul  buyurdu.  Bütün  genişliğiyle  beraber dünya  başlarına  dar gel­miş  ve  canları  sıkıldıkça  sıkılmış  ve Allah’tan,  yine  kendisine  sı­ğınmaktan   başka   çare   olmadığını  anlamışlardı. Allah,  onların  tev­besini  kabul  buyurdu  ki  tevbe  etsinler.   Çünkü Allah,   tevbeyi  çok kabul eden,  çok  esirgeyendir.

119- Ey   inananlar!  Allah’tan   korkun   ve   doğrularla  beraber olun.

 

Sözlük

 

Muhacirler. Mekke ve diğer beldelerden hicret edip Medine’de Rasûlüllah’a katılan kimseler.

Yardım edenler. Medine’nin Evs ve Hazreç kabilelerine men­sup yerli halkı. Allah Rasûlüne inanmış, ona yardım ettikleri için Ensar adını almışlardı.Güçlük saati. Tebük seferi sırasında, açlık, susuzluk ve kavu-rucu sıcakla iç-içe geçen meşakkatli günler.Kalpler kayıyor. Durumun şiddetinden ve konumun-dayanıl-mazlığmdan kalpleri haktan sapmak üzereyken.Geri kalan üç kişi. Savaştan geri bırakılan üç kişi. (Malik oğlu  Ka’b, Rebi oğlu Merare ve Umeyye oğlu Hilâl.)Genişliğine ve rahatlığına rağmen.  Sığınacak, kaçıp saklanacak bir yer yoktur.  Sadıklar. Niyetleri, içleri ve işleri doğru olanlar. [145]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, Tebük seferi sırasında yaşanan olayları anlatmaya de­vam ediyor. Bu üç âyette, Rasûlüllah’ın, seçkin ashabının, Ensar ve Muhaciri­nin Allah katındaki gözde konumlarına dikkat çekiliyor: “Andolsun Allah, Peygamberin, Muhacirlerin ve Ensarm üzerine, tevbe ihsan etti.” Tevbe et­melerini sağladı ve tevbelerini kabul etti. “Ona güçlük saatinde tabi oldular.”Kavurucu bir sıcaklığın, şiddetli bir sıkıntının hüküm sürdüğü Tebük seferi günlerinde Peygambere tâbi oldular.“İçlerinden bir bölümünün kalbi neredeyse kaymak üzereyken...” Çünkü yolculuk ağır koşullar altında devam ediyordu. Şiddetli bir susuzluğun hüküm sürdüğü günlerden birini Hz. Ömer (r.a.) şöyle anlatır: “İçimizden birisi deve­sini keser, işkembesini sıkar, suyunu içer, bir kısmını da saklardı. O sırada bazı insanların kafasında yanlış düşünceler, olumsuz yaklaşımlar belirdi. Neredeyse kalpleri haktan sapacaktı. Fakat Allah yüreklerini ve inançlarını pekiştirdi de, kötü bir şey söylemediler; yanlış bir tavır, bir amel sergilemedi­ler.” Bundan dolayı Yüce Allah bu âyet-i kerimede onların üstünlüklerini, ma­kamlarının yüceliğini dile getirmiş, tevbe etmelerini sağladıktan sonra, onların tevbelerini kabul etmiştir. Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden, çok esirgeyen­dir.“Savaştan geri bırakılan üç kişiyi de bağışladı.” Ka’b b. Malik’in, Me­rare b. Rebi’in ve Hilal b. Ümeyye’nin de tevbelerini kabul etti. Ayette geçen “Hullifu” kelimesinin anlamı, durumları daha sonraya bırakılanlar, demektir. Çünkü bunlar evlerde yalnız bırakılıp bekletilmişlerdi. Bundan önce Yüce Allah: “Diğer bir kısmı Allah’ın emri için ertelenmişlerdir.” buyurmuştu. Nite­kim, tevbelerinin kabulü elli gün ertelenmişti. “Öyle ki, bütün genişliğine rağ­men yeryüzü onlara dar gelmişti; nefisleri de kendilerine dar gelmişti ve O’nun dışında, yani Allah’tan başka sığınacak hiçbir şeyin olmadığını iyice an­ladılar.” Zorluklara sabrettiler. Rasûlüllah’ın, Allah’ın emri gelinceye kadar kendilerine karşı uygulamaya koyduğu boykotun neden olduğu sıkıntılara kat­landılar. Çünkü mazeretsiz olarak, Rasûlüllah ile birlikte Tebük seferine çıkmaktan geri kalmışlardı. Bu yüzden Rasûlüllah seferden dönünce, geride kalanlar gidip ona özür beyan ettiler. Rasûlüllah da özürlerini kabul etti. Yüce Allah özür beyan eden mü’minlerin tevbelerini kabul etti. Ama bu üçü, gidip özür beyan etmediler; çünkü özürleri yoktu. Doğruyu söylemeyi tercih ettiler. Yüce Allah onlara, sosyal boykotun acılarını tattırdı; sonra da tevbelerini ka­bul ederek, onları doğruluğun numuneleri olarak gösterdi ve mü’minlere: “Onlarla beraber olun,” çağrısında bulundu. “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğrularla beraber olun.” Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak O’ndan sakının, niyeti, sözü ve ameli doğru olanlarla birlikte olun. Böylece ahirette de doğrularla, Hz. Peygamberle, Ebubekir ve Ömer’le, diğer peygam­ber, şehit ve salihlerle beraber olursunuz. [146]

 

Sonuç

 

1- RasûlüIIah Efendimizin (s.a.v.) ashabının fazileti anlatılıyor.

2- Zor zamandaki zorlu seferlerin, diğer seferlere göre daha faziletli olduğuna işaret ediliyor. Burada kastedilen ‘zorlu sefer,’ Tebük seferidir.

3- Zorluk ve şiddet anında, kalplerinin kaymasını önlemek suretiyle Yüce Allah’ın mü’minlere büyük bir lütufta bulunduğuna işaret ediliyor.

4- Malik oğlu Ka’b ve iki arkadaşının sabırlarına, doğruluklarına ve Al­lah’a sığınışlarına işaret edilerek, Allah katındaki faziletleri vurgulanıyor. So­nunda Yüce Allah, içine düştükleri sıkıntıdan kurtarmış ve tevbelerini kabul etmiştir. Onlar doğruluğun timsaliydiler.

5- Niyet, söz, durum ve tavırlarda Allah’tan korkup doğruluğu şiar edin­mek farzdır. [147]

 

120- Ne Medine halkının,  ne  de  onların  çevresinde  bulunan bedevi Arapların,  Allah’ın  Elçisinden  geri  kalmaları   ve  onun   ca­nından  Önce  kendi  canlarının  kaygısına  düşmeleri,   onlara  yakış­maz.  Böyledir;   çünkü  Allah  yolunda  uğrayacakları  hiç  bir  susuz-luk,   yorgunluk,   açlık,   kâfirleri   öfkelendirecek   bir  yeri   çiğneyip zaptetmeleri   ve   düşmana   karşı   bir  başarı   kazanmaları  yoktur  ki, mutlaka  bunlarla  kendilerine  iyi bir amel yazılmış  olmasın.  Allah güzel  davrananların   ecrini  zayi  etmez[148]

121- Küçük,  büyük  bir  masraf yapmaları,  bir  vadiyi geçme­leri,  mutlaka  onların  lehine yazılır ki,  Allah  onları,  yaptıklarının en  güzeliyle   mükafatlandırsın.

122- İnanların   hepsi  toptan   sefere   çıkacak  değillerdi.  Ama her   kabileden   bir   cemaatin   dini   iyice   öğrenmeleri   ve   kavimleri dönüp   geldiğinde,   sakınmaları   umuduyla   onları   uyarmaları   için sefere   çıkmaları  gerekmez  miydi?[149]

 

Sözlük

 

Çevrelerindeki bedeviler. Muzeyne, Cüheyne, Eşca, Gıfar ve Eşlem kabileleri.

Kendi nefisleri için rahatlık, Rasûlüllah’m nefsi için de yorgunIuk ve meşakkat istemeleri.

Susuzluk.Yorgunluk.Dayanılmaz açlık.Kâfirlerin içlerinde öfkelenip üzülmelerine yolaçar.

Düşmanı esir almaları, onları öldürmeleri, hezimete uğrat­maları.Vadi. İki dağ veya tepe arasındaki su yolu.Hep birlikte sefere, cihada çıkmaları.iç.Belli sayıda bir topluluk. Dinin hükümlerini ve şeriatın sırlarını derinden kavramaları Allah’ın şeriatı ile amel etmeyecek olurlarsa, cehenneme gire- çekleri hususunda kavimlerini uyarsınlar.

Umulur ki sakınırlar. İlim öğrenerek ve öğrendikleriyle amel ederek Allah’ın azabından sakınırlar. [150]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışında yine Tebük seferi ile ilgili gelişmeler üzerinde durulu­yor. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Medine halkına...” Medine’de yaşayan Ensar ve Muhacirlere, “ve çevresindeki bedevilere... (Müzeyne, Cüheyne, Gıfar, Eşca ve Eşlem gibi, Medine çevresine yerleşen bedevi kabi­leler) Allah’ın elçisinden geri kalmaları...” Rasûlüllah cihada çıktığı, genel se­ferberlik ilan ettiği zaman onların çağrıya olumlu karşılık vermeyip yerlerinde kalmaları yakışmaz. Bu ifade, Tebük seferine katılmayanlara yönelik sert bir kınama niteliğindedir, “..kendi nefislerini onun nefsine tercih etmeleri yakış­maz!” Kendi rahatlarını düşünüp de, Rasûlüllah için bunu düşünmemeleri ola­cak iş değildir. “Bu,” yani bu yasak, (Yasak olduğunu “Mâkane li ehlil Medi-neti” ifadesinden anlıyoruz ve bu tür bir yasaklama “la” (yasaklama) ifadesiyle vurgulanan yasaklamadan daha etkili olur.) hiç bir zaman çiğnen-me-melidir. “Bu, gerçekten onların Allah yolunda bir susuzluk, bir yorgunluk, day­anılmaz bir açlık çekmeleri...” Allah’ın kelimesi İslâm en yüce olsun diye kâfirlerle cihad ederken bu tür şeylere katlanmaları, “..kâfirleri kin ve öfkeyle ayaklandıracak yeri ele geçirmeleri...” Kâfirleri öfkelendirecek şekilde bir yere ayak basmış olmaları, “..düşmana karşı bir başarı kazanmaları karşılığında...” düşmanı esir almaları, öldürmeleri, ganimet elde etmeleri veya hezimete uğratmaları karşılığında, “mutlaka onlara bununla salih bir amel yazılmış ol­ması nedeniyledir.” Bu yüzden Rasûlüllah’tan geri kalmaları, dolayısıyla bu büyük ödülü kaçırmaları olacak iş değildir.

“Şüphesiz Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.” Bu ifade, kendile­rine yönelik ödülün kesinliğini vurgulamaya dönüktür. Demek   isteniyor ki: Eğer onlar, Rasûlüllah ile beraber sefere çıkarlarsa, onun yanında güzel bir amel ve arkadaşlık içinde bulunurlarsa, bu ödülü kazanacaklardır.“İnfak ettikleri her nafaka...” cihad için yaptıkları her harcama, “büyük olsun, küçük olsun...” az veya çok olsun, “Allah yolunda aştıkları her vadi...” düşman üzerine giderken veya düşmanla savaşmaktan dönerken aştıkları her vadi, “mutlaka onlar adına sevap olarak yazılmıştır.” Yaptıkları hayır amaçlı harcamalar ve Allah yolunda vadiler aşmak, onların hanesine birer iyilik ola­rak kaydedilmiştir. “Allah’ın, yaptıklarının daha güzeliyle onlara karşılığını vermesi içindir.” Bu, onların, cihada çıkmadan önce işledikleri  en güzel bir amel karşılığıdır.“Onlardan her bir to pluluktan bir grup...” her kabileden bir topluluk, “dinde  derin bir kavrayış edinmek için, ” Rasûlüllah’ı dinlemek, onun yanında eğitim almak suretiyle dinde fakihleşmek için “ve kavimlerini uyarmak için...” şirkin, kötülüğün ve bozgunculuğun korkunç akibetlerine karşı uyarmak için, geride kalabilirler. “Umulur ki onlar da kaçınıp-sakımrlar.” Böylece dünyada rezil olmaktan, âhirette de azaptan kurtulmuş olurlar.

Bu âyet, müslümanlann, Tebük seferinden geri kalmanın akibetini görmelerinden sonra, ‘sağ kaldığımız sürece bir daha Rasûlüllah’ın çıktığı hiç bir seferden geri kalmayacağız’ demeleri üzerine indi. Bu âyette Yüce Allah en uygun tavrı onlara göstermektedir: “Öyleyse onlardan, her bir topluluk­tan...” her kabile ve aşiretten, “bir grup çıktığında, bir grup da dinde bilgi edin­mek ve bilgilendirmek için geride kalabilir.” Rasûlüllah’la birlikte çıkan da, onunla birlikte Medine’de kalan da dinde derin bir kavrayışa sahip olur.Çünkü her iki durumda da Peygamberle birlikte olmuş ve ondan dini ölçüleri öğrenmiştir.Bu dönüşümlü uygulama onlar için daha yararlıdır. Çünkü Rasûlüllah’Ia birlikte olanlar dinlerini daha iyi ve derinden kavrama imkanını bulurlar. Dinde derin kavrayışa sahip olanlar edindikleri bilgileri ve şeriatın sırlarını seferden dönenlere aktarırlar. Sefere katılanlar da, geride kalan kardeşlerini kâfirlerin küfür ve fesat nitelikli hayat biçimlerine karşı uyarırlar; böyle bir duruma düşmekten sakındırırlar. Ki bu, her iki taraf için de hayırlı bir faaliyettir.

“Ve kavimlerine geri döndüklerinde onları uyarırlar. Umulur ki onlar da kaçınıp-sakimrlar.” [151]

 

Sonuç

 

1- Her hayırda, hayatın tümünde Rasûlüllah’ı kendine tercih etmek farzdır.

2- Allah yolunda cihada çıkmak büyük bir fazilet ve farzdu. Allah yolun­da cihada çıkan kimse büyük bir sevap kazanır.

3- Hayır işleyenler Allah katında üstün bir makama sahiptirler.

4- Niyet salih olduktan sonra ilim elde etmek için sefere çıkmak ile ci-had için sefere çıkmanın fazileti birdir. İlim elde etmeye çalışan kişi öğren­mek, amel etmek ve Allah rızâsı için karşılıksız olarak başkalarına öğretmek için çabalamadığı sürece sevaba nail olamaz. Cihada çıkan mücahidin amacı, sadece Allah’ın dinini yüceltmek olmadığı sürece ecir kazanmaz.

5- Ümmet, cihada ve mücahitlere muhtaç olduğu gibi ilme ve âlimlere de ihtiyaç duyar. [152]

 

123- Ey inananlar! Yakınınızda bulunan kâfirlerle savaşın; onlar sizde bir katılık bulsunlar. Bilin ki Allah, korunanlarla be­raberdir.

 

Sözlük

 

İman edenler. Allah’a, Rasûlüne, müjde ve tehditlerine imanedenler.Size yakın olanlar. Ülkenize, ülkenizin sınırlarına en yakın olanları.Kâfirlerden. Ayetteki “min” beyaniyedir. Yani “kâfirleri...”Caydırıcı bir güç ve sertlik bulsunlar. Sizden korkup karşınızda yenilgiye uğrasmlar.

Muttakilerle birlikte. Yardımı ve desteğiyle muttakilerle bera­berdir. Muttakiler, şirkten ve günahlardan sakınan, Yüce Allah’ın zafer ve hezimete ilişkin olarak koyduğu evrensel yasa-ları gözardı etmekten kaçınan kimselerdir. [153]

 

Açıklama

 

Rasûlüllah Efendimizin (s.a.v.) hayatının sonlarına doğru, Tebük seferi­nin sonucunda Arap Yarımadası şirkten bütünüyle temizlendi; bir islâm yurdu (Daru’l-İslâm) haline geldi. Ardından Yüce Allah, mü’minlere, Elçisinin ve­fatından sonra da cihadı sürdürmelerini emretti. Bunun için nasıl bir yol izle­yeceklerini de bildirdi. En yakın kâfir topluluğuna daveti götürecekler ve imanı veya eman dileyip tâbi olmayı kabul etmeyene, savaş ilân edeceklerdi.

En yakın kâfirlerden maksat, O günkü konumda İslâm yurdunun kom­şusu konumundaki Suriye ve Irak gibi ülkelerdi. Bu ülkelere yakın bir yerde karargâh kuracak, onları şu üç şeyden birini kabul etmeye çağıracaklardı: a) İslâm dinine girmek, b) Müslümanların himayesini ve ülkelerine girişlerini ka­bul etmek; yani içlerinden gücü yetenlerin cizye vermesi. Buna karşılık müs-lümanların onları himaye etmesi, eğitimlerini üstlenmesi, kendilerini İslâm’ın adalet ve rahmetiyle yönetmesi, c) Ya da savaş... Aramızda Allah hükmünü verinceye kadar savaş hali devam edecektir, diyeceklerdi.

Bir ülkeyi topraklarına kattıktan sonra, sıra bir başkasına gelecekti. Bu süreç, yeryüzünde müslümanlara yönelik dinden döndürme amaçlı baskı (fitne) kalmaymcaya ve egemenlik tümüyle Allah’ın dininin oluncaya kadar devam edecekti. Sonuçta insanlık âlemi dünya ve âhiret mutluluğuna kavuşa­caktı.Ayrıca Yüce Allah şunu da bildirdi. Siz cihad ettiğiniz sürece, sizinyardımcınız olacağım. Ama O’nun emir ve yasaklarına uymak şartıyla.“Ey iman edenler! İnkâr edenlerden size en yakın olanlarla savaşın; sizde bir güç ve caydırıcılık görsünler.” Sizde sertlik ve caydırıcılık görsünler. “Bilin ki Allah” yardım ve desteğiyle “takva sahipleriyle beraberdir.” [154]

 

Sonuç

 

1- Cİhad etmek ve fitne ya da şirk yahut mü’minlere yönelik baskı kal-mayıncaya, din ve hakimiyet bütünüyle Allah’ın oluncaya kadar cihadı sürdürmek farzdır.

2- Cihad hareketine, İslâm yurduna en yakm olan küfür memleketlerin­den başlamak şeriatın öngördüğü bir yöntemdir. Çünkü, “İyilik yapma husu­sunda akrabalar öncelik hakkına sahiptirler.

3- İslâm ülkesi geniş bir coğrafyayı kapsadığı zaman, sınır bölgelerinde yaşayan müslüman toplulukların kendilerine en yakın olan küfür beldelerine cihad ilân etmeleri gerekir ve bu süreç kesintisiz devam eder.

4- Yüce Allah genel ve özel anlamda takva sahiplerine yardım etmeyi, onları desteklemeyi vaadetmiştir. [155]

 

124- Ne zaman  bir sûre  indirilse  onlardan  kimi:   “Bu  hangi­nizin  imanını  artırdı?”  der.  Bu  inananların  imanını  artırır;  onlar sevinirler.

125- Fakat  yüreklerinde   hastalık   olanlara   gelince   bu,   on­ların pisliklerine pislik katar.  Ve  onlar kâfir olarak ölürler.

126- Kendilerinin   her yıl  bir  iki  defa  sınandıklarını  görmü­yorlar mı?  Yine  de  tevbe  etmiyor,  öğüt almıyorlar.

127- Bir süre indirildiği zaman:   “Sizi birisi görüyor mu?” di­ye   birbirlerine   bakar,   sonra   sıvışırlar.Anlamaz bir topluluk ol­dukları için Allah onların kalplerini çevirmiştir.                          

 

Sözlük

 

Sûre. Kur’an’dan bir bölüm veya bir tam sûre. İmanı artar. Bu inen sûre İmanını pekiştirdi ve arttırdı. Çünkü inen sûre faydalı bir yardım gibidir.Müjdeliyorlar. Yüce Allah’ın kendilerine yönelik lütuflarından dolayı sevinç içinde müjdeleşirler.Kalplerinde hastalık var. Şüphe, nifak ve şirk içinde bocala­yanlar.Onların pisliğini artıran. Kalplerinde ve nefislerinde olan iğrençliğe iğrençlik katar. Sınavdan geçiriliyorlar .Kalplerinin duyarlılığını yitirmiş olmalarından dolayı öğüt almı­yorlar .Allah onların  kalplerini çevirmiştir. Bu bir bedduadır. Yani: on­lar haktan yüz çevirdikleri için, bir daha hakka dörmıesinler. Anlamıyorlar. Kalpleri koyu bir karanlık, nefisleri de iğrençlikiçinde olduğu için kendilerine yönelik hitabın sırlarını derinden kavrayamazlar. [156]

 

Açıklama

 

Münafıkların maskelerini indiren Tevbe sûresinde son kez münafıklar­dan sözediliyor: “Bir sûre indirildiğinde...” Sayıları yüzondördü bulan Kur’an sûrelerinden biri, münafıkların bulunmadığı bir toplantı esnasında İndirildiği ve bu sûre dinleyicilere okunduğu zaman, münafıklardan bazısı: “Bu, hanginizin imanını arttırdı?” der. Bu sözleri kibrin ve kendini beğenmişliğin ifadesidir. Buna karşılık Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ancak iman edenlere gelince...” gerçekten ve içtenlikle inananlara gelince, “onların imanını arttırmıştır.” Çünkü inen sûre, onların daha önce bilmedikleri hükümleri ve haberleri kapsa­maktadır. Bu yüzden sûre indiğinde hemen ona inanırlar; böylece imanları ar­tar. İnen âyetler aracılığı ile inançları pekişir. “Ve onlar müjdeleşmektedirler.” Kur’an’ın, bütünüyle hayır nitelikli haberinden dolayı sevinirler. İnançlarının pekişmesi, yakini inançlarının artması dolayısıyla müjdeleşirler.

“Kalplerinde hastalık olanların ise...” şüphe ve nifak içinde bocalayan­ların ise, “pisliklerine...” şüphe ve münafıklıklarına, “pislik ekleyip arttırmış ve onlar kâfir kimseler olarak ölmüşlerdir.”

“Görmüyorlar mı ki, gerçekten onlar her yıl, bir veya İki defa belâya Çarptırılıyorlar.” Kalplerinde hastalık bulunan bu insanlar, münafıklıkları yü­zünden yılda bir veya iki kere çeşitli yükümlülükler ve teşhir etmeler aracılığı ile sınandıklarını anlamadan, münafıklar olarak hayatlarını sürdürecekler mi? Ve “sonra tevbe etmiyorlar.” nifaktan vazgeçmiyorlar “ve öğüt alıp düşünmü­yorlar!” Gerekli dersi çıkarıp tevbe etmiyorlar.

Bundan sonraki âyete gelince, bu âyet sözkonusu münafıkların kötü hallerini, nahoş davranışlarını konu ediyor ve kıyamet gününe kadar onların yüzlerine utanç ve rezillik yaftasını yapıştırıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “bir sûre indirildiğinde...” Onların da içinde bulunduğu bir mecliste, orada bu­lunanlara bir Kur’an sûresi okunduğu zaman, “birbirine bakar...” kendi ara­larında ve korku içinde, yüzümüzün kızaracağı, ayıplarımızın yüzümüze vuru­lacağı bu meclisten nasıl çıksak acaba, derler. “Sizi kimse görüyor mu?” Muhammed’in (s.a.v.) arkadaşlarından sizi gören var mı, diye birbirlerine so­rarlar. Eğer cevap: Hayır, bizi kimse görmüyor ise, birbirlerini siper ederek o meclisten uzaklaşırlar. Yüce Allah onlara yönelik bir beddua olarak şöyle buyuruyor: “Allah onların kalplerini çevirmiştir.” Onları hidayetten uzak-laştırmıştır.“Gerçekten onlar, kavramayan bir topluluk olduğu için...” âyetlerin sır­larını ve yol göstericiliklerini kavrayamazlar. Onların sorunu kötü anlayış­larıdır; kötü anlayışlarının sebebi ise, kalplerinin kararmış olmasıdır; kalpleri­nin kararmasının nedeni ise kuşku, şirk ve nifaktır. Bundan Allah’a sığınırız. [157]

 

Sonuç 

                      

1- İman kuvvetlenir, zayıflar. İmanın kuvvetlenmesi itaat ile, zayıfla­ması da günah iledir.

2- İman ve salih amellerden dolayı sevinmek caizdir.

3- Kalbinde hastalık bulunanın hastalığının artması ve kalbi sağlam olanın bu iyiliğinin artması, Yüce Allah’ın kulların hayatına egemen kıldığı ev­rensel yasalardan biridir.

4- Geniş boyutlarıyla münafıklık sorununu ele alan Tevbe sûresinin bu son âyetlerinde münafıkların alçaklıkları ve çirkin yüzleri gözler önüne serili­yor.

5- İfade etme açısından “Namazdan veya dersten döndüm” yerine “namazı veya dersi tamamladım” demek daha uygundur. [158]

 

128- Andolsun,   içinizden   size   öyle   bir  Elçi  geldi  ki,   sıkın­tıya   uğramanız   ona   ağır  gelir;   size   düşkün,   mü’minlere   şefkatli, merhametlidir.

129- Eğer yüz  çevirirlerse  de  ki:   “Allah  bana yeter!  O’ndan başka ilah yoktur.  O’na dayandım,  O büyük Arş’ın  sahibidir!”

 

Sözlük

 

Kendinizden bir peygamber. Soydaşınız, Arap kökenli Mu-hammed b. Abdullah elçi olarak size gelmiştir. Onun gücüne gider. Ona ağır gelir. Sizİ sıkıntıya düşüren, size ağır gelen.

Size pek düşkündür. Sizin doğru yolu bulmanızı, sizin için hayırlı ve mutluluk verici olan şeyleri çok ister.Şefkatlidir.Esirgeyicidir, merhametlidir.Eğer yüz çevirirlerse. Eğer Allah’ın dininden ve senin sun­duğun yol gösterici öğretiden yüz çevirecek olurlarsa. Allah bana yeter.

O’ndan başka ilah yoktur. Tek hakiki mabud O’dur. İşimi O’na havale ettim. O’na güvenip dayandım. Yüce arşın Rabbi. Yüce Allah’ın Arşı. Kürsüsünün genişliği gökler ve yeri kuşatmıştır. Kürsü ise, Arş karşısında uçsuz bucaksız bir çöle düşmüş küçücük bir halka gibidir. [159]

 

Açıklama

 

Tevbe sûresinin sonunda Yüce Allah tüm Araplara sesleniyor: “Size bir elçi gelmiştir...” şerefli ve büyük bir peygamber size gelmiştir; “sizin içi­nizden.” O da sizin gibi Adnan’ın soyundan gelir. Kureyş kabilesine mensup­tur. Haşimoğulları’nın Muttalibi kolundandır. Onu, soyluluğu, doğru sözlülüğü ve güvenilirliği ile tanıyorsunuz. “Sıkıntıya düşmeniz onun gücüne gider.” Si­ze ağır gelen onun ağırına gider; sizi inciten onu incitir. Çünkü o sizdendir. Bir soydan gelen kimsenin kendi soydaşlarına Öğüt vermesi gibi size içtenlikle öğüt veriyor. “Size pek düşkündür.” Sizin doğru yolu bulmanızı, erdemliliğe ve mutluluğa erişmenizi içtenlikle arzular. “Mü’minlere...” sizin içinizdeki ve diğer kavimler içindeki mü’minlere karşı “şefkatli ve esirgeyicidir.” Mü’min­lere şefkatlidir; onlara acır, rahmete ve hayra kavuşmalarını ister. Şu halde ona inanın; onun sunduğu aydınlığa tâbi olun ki, doğru yolu bulaşınız; mutlu­luğa erişesiniz, Onu İnkâr etmeyin; yoksa sapıklığa düşer, bedbaht olursu­nuz...

“Eğer onlar yüz çevirirlerse...” sunduğun mesaja öğretiye (dine) karşı burun kıvırırlarsa, sakın karamsar olma ve de ki: Rabbim olan Allah bana ye­ter, her hususta O bana kâfidir. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun dışında iba­dete layık gerçek bir mabud yoktur. Bu yüzden ben O’na kulluk ederim; insan­ları da O’na kulluk etmeye davet ederim. Ben O’na tevekkül ettim. Her işimde O’na güvenip dayandım. Ve büyük Arşın Rabbi O’dur. Ne dilerse olur. Dile­mediği şey kesinlikle olmaz. O’nun gücü herşeye yeter. [160]

 

Sonuç

 

1- Burada, Yüce Allah’ın son peygamber Hz. Muhammed’i (s.a.v.) gönderişinin özelde Araplara, genelde de tüm insanlığa yönelik büyük bir lütuf olduğu vurgulanıyor.

2- Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mükemmel ahlâkına dikkat çekiliyor.

3- Kulun her işinde Allah’a tevekkül etmesinin, O’na güvenip dayan­masının gerekliliği vurgulanıyor.

4- Rahman olan Allah’ın arşının büyüklüğü dile getiriliyor. [161]

 

 

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/358.

[2] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/358-359.

[3] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/359-360.

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/361-362.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/362-364.

[6] Hanefi Mezhebinde ise namazı terketmek büyük bir günahtır. Ancak terkeden kâfir olmaz. Tabii namazı reddetmediği müddetçe.

[7] Bir görüşe göre de mânası Allah kelâmıdır; fakat harfler yaratılmıştır, yani beşer sözüdür.

[8] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/364.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/365-366.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/366-367.

[11] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/367.

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/368-369.

[13] Benu Bekir kabilesinden bir adam bir şiir okumuş ve şiirinde Rasûiüllah’a ha­karet etmişti. Huzaa kabilesinden bazı adamlar: “Eğer bu şiiri bir daha tekrar­larsan burnunu keseriz!” demişlerdi. Adam şiiri bir kez daha okumuş, onlar da adamın burnunu kesmişlerdi. Bunun üzerine iki kabile arasında savaş patlak vermişti. Kureyşliler Benu Bekir kabilesine arka çıkmışlardı. Huzaa kabile­sinden Amr bin Salim Rasûlüllah’a gelerek yardım istemişti. Bunun üzerine Rasûlüllah harekât emri vererek Mekke’yi fethetmişti.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/369-371.

[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/371.

[16] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/372.

[17] Rivayete göre Hz. Abbas tutsak olunca kâfirliğinden ve akrabalık bağlarına riayet etmemekten dolayı suçlandı. Bunun üzerine kendisini suçlayana, kötü­lüklerimizi sayıyorsunuz ama iyiliklerimizden sözetmiyorsunuz, dedi. Hz. Ali ona, sizin iyilikleriniz de mi var, dedi. Evet, dedi. Mescid-i Haram’ı onanyoruz.”Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi. Dolayısıyla, müslümanların mescidlere ilişkin yükümlülükleri üstlenmeleri gerekir.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/372-373.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/373-374.

[20] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/375.

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/375-376.

[22] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/376.

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/377.

[24] İbn-i Abbas der ki: “Kim küfrü tercih eden baba ve kardeşleri dost edinirse, müşrik olur. Çünkü şirke rıza şirktir.” Ancak kâfir akrabalara bağışta bulun­mak, iyilik etmek, müşriklerle ilişkileri kesme ilkesinin kapsamına girmez. Çünkü Hz. Esma bir gün Rasûfüllab Efendimize şöyle demiştir: “Benim an­nem istekli olarak yanıma geliyor. Ama müşriktir. Ben onunla görüşüp ilgi­leneyim mi?” Rasûlüüah: “Annenle ilgin bulunsun,” buyurdu. (Buhari)

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/378.

[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/378-379.

[27] Gerçeklen o yıldan sonra zaferler birbirini takip etmiş, müslümanlar çok yer­leri fethetmişlerdir.

[28] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/380-381.

[29] Müşrikler o mübarek yere, zarar vermek için giremezler. Ancak görmek ve bilgi edinmek için girebilirler. (Ziya Eryılmaz)

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/381-382.

[31] Bu durum, kâfirlerin mescitlere zarar verme durumu sözkonusu olduğunda böyledir. Aksi takdirde girebilirler. (Ziya Eryılmaz)

[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/383.

[33] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/384.

[34] Âyct-i kerime açıkça yahudi ve hristiyanların Allah’a ve âhiret gününe inan­dıklarına ilişkin iddialarını reddediyor. Şayet inanmış olsalardı, bu inancın gereklerini yerine getirirlerdi.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/384-385.

[36] Âyct-i kerimede mecusilerden ve sabiilerden sözcdilmiyor. Ancak fıkıh bil­ginlerinin büyük çoğunluğu, cizye ve zimrnilik açısından ehl-i kitaba uygula­nan hükmün onlar için de geçerli olacağı görüşündedir.

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/385.

[38] Tefsirlerdeki rivayete göre yahudiler, Tevrat hükümleriyle amel etmeyi bırakınca Yüce Allah, Tevrat’ı ihtiva eden Tabut’u ortadan kaldırdı. Tevrat’ın yazılı metni ellerinden gittiği gibi hafızalarındaki âyetler de büsbütün silindi. Tevrat’ın kalkmasına çok üzülen Uzeyr (Kitab-i Mukaddes’e göre Ezra),Tevrat’ın kendisine verilmesi için Allah’a çok yalvardı. Nihayet namazını kılarken Allah’tan inen bir nur, içine doldu ve Tevrat, olduğu gibi kalbine doğdu. Uzeyr, Allah’ın Tevrat’ı kendisine verdiğini kavmine duyurdu ve kutsal kitabı onlara öğretti. İşte bunun için İsrailoğulları:  “Uzeyr, Allah’ın oğlu olmasaydı Tevrat kendisine verilmezdi” dediler. (Taberi X. III) ifnı;-israiloğullarından alınmış olan bu rivayetin, Tevrat’a sağlamlık kazandırmak için yahudilerin uydurması olduğu anlaşılıyor. Gerçek şu ki yahudilerin kutsal kitaplarını taşıyan sandık bir kaç kez düşmanlarının eline geçmiş, kutsal kitap saldırıya uğramış, bizzat Hz. Musa’ya verilen levhalar ortadan kaybolmuştur. Yahudi din adamları, hafızalarında kalan âyetleri parça parça yazmışlar, Babil esaretinde iyi bir yazıcı olan kâhin Ezra, bu şifai ve kısmen yazılı rivayetleri bir araya toplayıp Yahudi Kutsal Kitabını bir bütün halinde ortaya çıkarmıştır. Bu hizmetinden dolayı Ezra, İsrailoğullarmın takdir ve saygısını kazanmış; bu saygı zamanla o kadar aşırı bir noktaya varmış ki yahu­diler, Ezra’yı Allah’ın oğlu saymışlar. (Ezra hakkında, Kitabı Mukaddes, Ezra, s. 466-76’ya bakınız.) İşte Kur’an-ı Kerim, yahudilerin bu yanlış inanç­larını reddetmektedir.

[39] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/387-388.

[40] Tirmizî, Hatem’in oğlu Adiy’in şöyle dediğini rivayel eder: Bir gün boynum­da altından bir haç olduğu halde Rasûİüllah’ın yanına geldim. Bana: “Ey A-diy! Bu da ne?! At şu putu boynundan!” dedi ve sonra “Allah’ı bırakıp bilgin­lerini ve rahiplerini rablar edindiler.” âyetini okudu. Orada bulunan Huzeyfe: “Hristiyanlar bilgin ve rahiplerine ibadet ediyorlar mı?” diye sordu. Rasû-lüllah: “Hayır, ama Rahipler ve bilginler Allah’ın haram kıldığını helal, he­lal kıldığını da haram kılıyorlar; hristiyanlar da buna uyuyorlar,” şeklinde cevap verdi. Yani bu durum Rahipleri ve bilginleri Rabler edinmektir.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/388-389.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/389-390.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/391.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/391-392.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/392.

[46] Nesi’ savaşmanın yasak edildiği ayı, başka bir aya ertelemektir. Haram ayda boğazlaşmaları gerektiği zaman o ayı hclai yapar, başka bir ayı onun yerine haram sayarlardı.  Haram aylarda savaş yasağı,  İslâm’da kaldırılmıştır.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/394.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/394-396.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/396.

[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/398.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/398-399.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/399-400.

[53] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/401.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/401-402.

[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/402.

[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/403-404.

[57] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/404-405.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/405.

[59] Bu âyetler, Tebük Savaşı’ndaki olayları anlatmaktadır. Münafıklar bu çetin günlerde İslâm ordusuna katılmamışlar, bahaneler uydurarak Allah’ın el­çisinden izin almışlar, savaşa gitmemişlerdi. Allah’ın Rasûlü de bunlara izin vermişti. Çünkü gönülsüz savaşa katılan insanlardan bir hayır gelmeyeceğini biliyordu. İşte âyetler, onların bu kötü davranışlarını mü’minlcrc anlatmak­tadır.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/406.

[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/406-407.

[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/407-408.

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/409.

[64] Şehidlik veya zafer.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/409-411.

[66] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/411.

[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/412.

[68] Bir münafığın tevbe ettikten sonra infak etmesi bir mü’minin infakı gibidir. Kabul edilmeyen ise Allah için değil de şahsi menfaatlerinden dolayı gönüllü olarak yaptıklarıdır. Onlar bu infaktan menfaat umarlar. Bundan dolayı da ka­bul edilmez.

[69] İbn-i Abbas der ki: Münafık kimse bir topluluk içinde olduğu zaman namaz kılar. Yalnız kalınca kılmaz. Çünkü münafık namaz kıldığı zaman sevabı, ter-kettiği zaman cezası olduğuna inanmaz. Bütün ibadetlere karşı sergilenen tembelliğin altında bu inançsızlık yatar.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/412-413.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/413-414.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/415.

[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/415-416.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/416.

[75] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/417.

[76] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/418-419.

[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/419.

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/420-421.

[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/421-422.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/422.

[81] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/423.

[82] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/424-425.

[83] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/425.

[84] Sodom, Gomore ve Erme.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/427-428..

[86] Nemrudb. Kenan ve topluluğu.

[87] Sodom, Gomore ve Erme.

[88] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/428-430.

[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/430.

[90] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/431.

[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/431-432.

[92] Buhari ve Müslim ve Malik ‘Muvatta’ında Ebu Said el-Hudri’den şöyle riva­yet ederler: Rasûlüllah buyurdu ki: Yüce Allah cennet ehline şöyle der: “Ey cennet ehli!” Onlar: “Buyur, Rabbimiz, saadetler dileriz, hayır senin elinde­dir...” derler. “Razı oldunuz mu?” Derler ki: “Niye razı olmayalım, ey Rabbi­miz! Hiç kimseye vermediğini bize bahşettin!” Allah der ki: “Bundan daha ı-yisini bahşedeyim mi?” Derler ki: “Ya Rab, bundan daha üstün olan nedir?” Buyurur ki: “Sizden hoşnut olurum ve ebediyen size gadapfanmam.”

[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/433.

[94] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/434.

[95] Kendilerine sert ve etkili ifadeler kullanılır.

[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/435-436.

[97] Hz. Ali der ki: Allah’ın dört kılıcı vardır. Biri müşriklere karşı kullanılır: “Müşriklerle savaşın.” (Tevbe, 36) Biri kâfirlere karşı kullanılır: “Allah’a ve âhiret gününe inanmayanlarla savaşın.” (Tevbe, 29) Biri münafıklara karşı kullanılır: “Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et.” (Tevbe, 73) Biri de şeriat yönetimine karşı çıkanlara karşı kullanılır: “Azgınlarla Allah’ın buyruğuna (şeriata) dönünceye kadar savaşınız.” (Hucurat, 9)

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/436.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/437-438.

[100] Bu söz verme kişinin “Allah bana bol para verse ben de o zaman düşkünlere yardım ederim” şeklindeki düşüncesi veya teleffuzu ile olur.

[101] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/438-439.

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/439.

[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/440.

[104] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/440441.

[105] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/441.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/443.

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/443-444.

[108] Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Allah’a andolsun, eğer siz be­nim bildiklerimi bilseydiniz, kesinlikle çok az güler, çok ağlardınız; dağların başına çıkar, yüksek sesle Allah’a yakarırdıniz!..”

[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/444.

[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/445.

[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/445-446.

[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/446.

[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/447-448.

[114] Buradaki utanç kadınların değil, kendisine verilen görevi terkedip savaştan muaf olanlarla oturup kendi görev ve sorumluluklarını inkâr edenlerin utancıdır.

[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/448-449.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/449.

[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/450-451.

[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/451-452.

[119] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/452.

[120] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/454.

[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/454-455.

[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/455.

[123] Bunlar günümüzde şehirlerde de yaşar.

[124] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/457.

[125] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/457-458.

[126] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/458.

[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/460.

[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/460-461.

[129] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/461.

[130] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/463.

[131] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/463-464.

[132] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/464-465.

[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/466.

[134] Rahip Ebu Amir. Rahip diye anılmasının sebebi, hristiyanlığı benimsemiş ol­masıdır. SahifoğuIIarı yenilince Bizanslılara sığındı ve kâfir olarak öldü.

[135] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/466-469.

[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/469-470.

[137] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/471-472.

[138] Taberani, Hz. Aişe’nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder: “Bu ümmetin seyaha­ti oruçtur.” Yani Allah-u Teâlâ müminlerden İslâmî ölçülerde seyahat eden­lere nafile oruç tutmuş gibi sevap vermektedir. Ebu Hureyre, Hz. Peygambe­rin şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Ümmetimin seyahati oruçtur.” Bir başka hadiste: “Ümmetimin seyahati Allah yolunda cihaddır.” buyurmuştur.

[139] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/473-473.

[140] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/473.

[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/475.

[142] Meryem süresi 47

[143] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/475-476.

[144] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/476-477.

[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/478.

[146] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/478-479.

[147] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/480.

[148] Yani mü’minler Allah yolunda açlık ve susuzluğa, sıkıntıya uğradıkça, bir yeri zaptettikçe veya düşmana karşı başarı kazandıkça kendilerine sevap yazılır.

[149] Bu âyet, bir milletin, savaş zamanında dahi ilmi faliyetlerini sürdürmesini ve ilimle uğraşacak bir zümrenin görevlendirilip onların sadece bu işle ilgilen­mesini öngörmektedir. Öyle ya, savaş yıllarca sürebilir. Bir milletin ayakta durabilmesi için din adamlarının, ilim adamlarının bilgi, iman ve teknik bakımdan savaşan zümreyi beslemeleri gerekir. Zaruret olmadan yetişmiş ele­manların, din ve ilim adamlarının savaş alanına götürülmesi doğru değildir. Onlar cephe gerisinde çalışacaklar, bilgilerini ilerletecekler, milletin çocuk­larına iman ve ilim aşılayacaklar, sanat öğretecekler, fabrikalarını çalıştıra­caklar, eğitim-öğretimi besleyeceklerdir. Ancak bu suretle o milletin ordusu arkadan güç alır, azimle çarpışır. Bazı kimseler, İslâm’da din adamı olma­dığını söylerler. İşte bu âyet, onlara da cevaptır. Gerçi İslâm’da Allah ile kul arasında aracı yoktur; ruhbanlık yoktur ama din adamı, yani din işlerinde ihti­sas sahibi kimselerin bulunması, bu âyet ile farz kılınmaktadır. Milletten mutlaka bir grubun bu işle görevlendirilmesini bu âyetin manası farz-ı kifaye kılmıştır. Şayet cemiyet içinde dini görevleri Öğretecek ve yönetecek hiç kim­se bulunmazsa, bütün cemiyet günahkâr olur.

[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/482.

[151] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/482-484.

[152] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/484.

[153] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/485.

[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/485-486.

[155] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/486.

[156] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/487-488.

[157] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/488-489.

[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/489.

[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/490.

[160] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/490-491.

[161] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 3/491.