Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Mücahidlerin Ve Atlarının Beş Özel Durumuna And İçilmesi
At, Savaş İçin Lüzumlu Bir Vasıtadır
İnsanların Çoğu Rabbına Karşı Nankördür
İnsan Dünya Malına Karşı Çok İsteklidir
Kabirlerdekinin Dışarı Çıkartılması
İbn Mes'ûd (R.A.), Câbir (R.A.), el-Hasan, İkrime ve
Atâ'a göre: Mekke'de; İbn Abbas (R.A.), Enes (R.A.), Mâlik
ve Katade'ye göre : Medine'de inmiştir.[1]
İbn Merduye (veya Merdeveyh)in İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı tahrîce
göre, İbn Abbas (R.A.)
şöyle demiştir; «ve'l-âdiyat
sûresi Mekke'de inmiştir. «Ebû Ubeyd
de kendi Fezâil'inde el-Hasan'dan, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: «izâ zülzilet sûresi Kur'ân'in yarısına denktir; ve'l-âdiyat sûresi de diğer yarısına denktir.» [2]
Birinci âyetinde savaş
yollarında harıl harıl, nefes nefese koşan atlara ve
binicilerine yemin edilerek başlanmış ve bu mânaya delâlet eden «âdiyat» sûreye isim olmuştur.
Allâme Zemahşerî'ye göre : bu, Asr
Sûresi'nden sonra inmiştir.[3]
Âyet sayısı
: 11
Kelime »
: 28
Harf » : 120[4]
1- Allah
yolunda, din, ahlâk, namus ve hak uğrunda düşmana karşı at koşturanlar konu
ediliyor.
2- Bunca
imkânlara mazhar kılınan ve bir bakıma kâinatın var
kılınmasının sebep ve hikmeti olan insanın Rabbına
karşı nankörlükte bulunması, âyetin başındaki yemine cevap olarak
gösteriliyor.
3- İnsanın
dünya malına karşı çok hırslı ve hevesli olduğu belirtilerek bu hırs ve
hevesin Kitap ve Peygamber çerçevesine alınmasının lüzumuna işaret ediliyor.
4- Sonra da
ölüm olayının arkasından dirilme olayının meydana geleceği ve kalp ile
kafalarda dolaşan niyet ve düşüncelerin ortaya döküleceği günden söz edilerek
uyarıcı ve yönlendirici bilgi veriliyor.[5]
1- Harıl harıl, nefes nefese boyunlarını uzatarak koşan atlara (ve ya hac cihetine yönelen develere),
2- Koşarken kıvılcım saçanlara,
3-
Sabahleyin baskın yapanlara
4- (Geçtikleri yerlerden) toz-d uman koparanl
5- Ve
(düşman) topluluğuna dalıp ortalayanlara and olsun ki
6- İnsan
cidden Rabbına karşı oldukça nankördür.
7- Kendisi
de gerçekten buna şahiddir.
8- Ve o,
gerçekten Dünya malına karşı oldukça hevesli ve de cimridir.
9-10-
Kabirlerdekinin deşilip çıkarılacağı, göğüslerde olanın derlenip ortaya
konulacağı zamanı acaba bilmiyor mu?!
11- Şüphesiz
ki Rabları o gün onlardan (onların her hâlinden) haberlidir.
Hafız Bezzar, İbn Ebî
Hatim ve Hâkim'in İbn Abbas
(R.A.)dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz birkaç atlıyı bir yana göndermiş bulunuyordu. Aradan bir ay geçmesine rağmen onlardan bir haber gelmedi. Bunun üzerine
Âdiyat Sûresi indi. [6]
Müfessir Kurtubî'nin tesbitine göre: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Beni Kinâne
Kabilesine bir süvari müfrezesi gönderdi. Ancak aradan hayli zaman geçmesine rağmen onlardan bir haber çıkmadı. Müfrezenin başında
ise, Ansar'dan Münzir b. Amr bulunuyordu ki, bu zat nakiplerden
biri idi. Münafıklar, gönderilen bu müfrezenin öldürüldüklerini iddia edip etrafa
yaymaya ve kargaşa çıkartmaya başladılar. Bunun üzerine müfrezenin Allah
yolunda selâmette olduğunu belirtir anlamda Âdiyat
Sûresi indirildi. [7]
Ebû Ubeyd'in Fezâ'il'inde el-Hasan'dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «izâ zülzilet sûresi, Kur'ân'rn yarısına ve ve'l-âdiyat sûresi de (diğer) yansına denktir.»
Diğer yandan Muhammed
b. Nâsır'ın Atâ b. Ebî Rebah
(R.A.)den mer-fuân yaptığı
rivayette, İbn Abbas'ın
(R.A.) şöyle dediği nakledilmiştir: «izâ zülzile sûresi Kur'ân'ın
yarısına; ve'l-âdiyat sûresi
de Kur'ân'ın yarısına, kul huvallah
sûresi de Kur'ân'ın üçte birine muâdil (eşde-ğerde)dir.»[8]
«Harıl hanl, nefes nefese boyunlarını
uzatarak koşan atlara (veya hac cihetine
yönelen develere..) Koşarken kıvılcım saçanlara, (and
olsun).»
İslâm'ın sulh ve
selâmet içinde varlığını ve kudretini sürdürebilmesi için maddî yönden de
güçlü, disiplinli, cihada lüzumlu ve hazır olması gerekir. Amaç ise, Allah
sözünün daha yüce olması ve Hak düşmanlarının azgınlık ve nifaklarının
durdurulması veya ortadan kaldırılmasıdır.
O bakımdan Cenâb-ı Hak, düşmana karşı savaşan süvari mücahitlerin ve
dolayısıyla diğer kısımların eğitilmesinin lüzumuna işaretle savaş aracı olarak
kullanılan atların ve savaşçıların beş özel durumlarına and
içmekte ve böylece konunun önemine dikkat çekmektedir. Şöyle ki:
1- Harıl harıl, nefes nefese koşan,
2- Koşarken nallarıyla
kıvılcım saçan,
3- Sabah
vakti, (düşmandan önce) baskın yapan,
4- Toz,
duman koparan,
5- Düşmanın
ortasına dalan..
Bu beş maddeyle savaş
için yetiştirilen atlara, eğitilip hazırlanan süvari birliklerine, erken
saatlerde düşman henüz baskın yapmadan onlara baskın yapan kahraman mücahidlere; akıncılar misali dört nala gidip düşmana
korku ve dehşet veren yiğitlere ve bunların atlarının nallarından çıkan
kıvılcım ve yükselen toza; plânlı, disiplinli şekilde düşman saflarına dalıp
İslâm'ın kudretini gösteren cengaverlere, mahir savaşçılara dikkat çekilmekte
ve böylesine yetiştirilen atların ve binicilerinin Allah yolunda anılmaya.değer
olduklarına işarette bulunulmaktadır.
Bazı müfessir ve
yorumcuların âyette beş madde halinde tasvir edilen olayın Arap Cahiliye Devri ile ilgili bulunduğunu; o devirlerde yağmacı
zorbaların etrafa korku ve dehşet saldıklarını, aynı zamanda sabahın erken saatlerinde
baskın yapıp başkasının malını yağma ettiklerini belirterek, Cenâb-ı Hakk'ın o zulüm ve
azgınlık dönemini kınadığını, İslâm'ın sulh ve selâmet getirdiğine işaretle
İslâm nimetine şükredilmesinin gereğini dolaylı şekilde bildirdiğini ifade
etmişlerdir. Ancak bu yorumun isabetli olmadiğini
söyleyebiliriz. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hak önemli bir konuyu anlatırken veya haber
verirken önce özünde, yapısında ve oluşmasında birtakım kutsal ölçüleri, ilâhî
belgeleri; ana fikir ve temel bilgileri taşıyan eşya ve olaylara yemin ederek
konuya giriş yapar. O bakımdan Cahiliyet Devrindeki
yağmacılık ve zorbalığın, hak ve hukuka tecavüzün ne kutsal bir yanı, ne de
ilâhî belge olacak bir özelliği vardır.
Ancak o devirde atları
cok kötü maksat için koşturan müşriklerin
yağmacılığına ve zorbalığına son verilip imân edenler tarafından bu defa Arap Yartmadası'nda o atların Cenâb-ı Hakk'ın son dini adına koşturuldu-ğu
ayrı bir yorum olarak ileri sürülebilir.
İniş sebebinde de
açıkça belirtildiği gibi, atları yüce İslâm dâvası uğrunda Hak rızası ve kelimetüllah'ın daha yüce olması için koşturan; her an
baskın yapmak için fırsat kollayan münkir sapıklardan daha tez davranıp erken
saatlerde baskın yapan İslâm mücahitleri alkışlanmakta, güzel misal teşkil
ettiklerine işarette bulunulmaktadır.
Arap müşrikleri kutsal
Kabe'ye, Makam-ı İbrahim'e, Zemzem ve Ha-cerülesved'e;
aynı zamanda kendileri için güven yeri olan Emîn Belde'ye rağmen çok fena
nankörlük havasına girip bu mukaddes değerlere ihanet ediyorlardı. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
teblîğ ve irşadına baş ve gönül kulağını açık tutup hidâyete eriştirilenler
ise, Allah'ın bu yüksek lütuf ve nimetine şükrederek onları asıl değer ve
amacına uygun hale getirmek ve korumak için fi-sebîlillah
hizmete atıldılar. Bu uğurda koşturdukları atlar ve develer onları ilâhî
hoşnutluğa mazhar kılacak bir anlam ifade etmekteydi.
Nitekim İbnülarabî diyor ki:
«Cenâb-ı
Hak, (yâsîn ve'l-kur'âni'l-hakîm)
diyerek önce muham-med'e
(a.s.) ve kur'ân-ı kerîm'e yemin etmiş; sonra (le-amruke inne-hüm lefi sekretihim
ya'mehün) buyurarak hz. Muhammed'in
{A.S.) hayatına yemin etmiş; sonra da Onun atına, atlılarına, nefes nefese koşmalarına,
ayaklarından çıkan kıvılcımlara yemin ederek (ve'l-âdiyati dabhan) buyurmuştur.» [9]
Ayrıca Ibn Abbas (R.A.), Enes (R.A.), el-Hasan ve Mücahid'e
göre: âdiyat'tan maksat, Allah yolunda mü'minlerin savaşta kullandıkları atlardır.
Bu açıdan konuya
eğilenler şöyle demişlerdir:
«Allah yolunda
savaşmak için kullanılan atların hürmetini takdîr etmeyen kimsede nifaktan bir
şube vardır.»[10]
Sûrede atla ilgili beş
maddeye yer verilirken net biçimde «at» ismi anılmamıştır. Çünkü attan maksat,
seri hareket eden ve mücahide, gaziye yardımcı olan her vasıtadır. O gün için
bu vasıta at ve deve idi. Bugün at az da olsa yerini korumakla beraber, o
vasıtadan maksat uçak, tank, roket, nükleer başlıklı uzun ve kısa menzilli
füzeler ve benzeri savaş silahlarıdır. O bakımdan Yüce Kur'ân'da
savaş için lüzumlu vasıtanın bazı özellikleri sıralanırken açık ve net olarak
«at»tan ve «de-ve»den söz edilmemiştir. Zira «âdiyat»,
harıl harıl, nefes nefese boynunu uzatarak koşan at
olabileceği gibi deve ve başka bir vasıta da olabilir; yani âyeti daha kapsamlı
yorumlamak mümkün gösterilebilir. Nitekim Hz. Ali
(R.A.) ile İbn Abbas (R.A.)
bu âyet üzerinde görüş ve yorumlarını ortaya korken farklı tefsirde
bulunmuşlardır. Hz. Ali'ye (R.A.) göre, «âdiyat» tan maksat, hac yolunda koşan hecin develerdir. İbn Abbas'a (R.A.) göre : Allah
yolunda koşturulan atlardır. Hz. Ali (R.A.) bu yoruma
itirazını şöyle ifade etmiştir: «Senin dediğin gibi değildir. Bedir Savaşı'nda
ancak biri Mikdad'ın, diğeri Mersed
b. Ebî Mersed'in olmak
üzere iki at bulunuyordu. Yoksa sen bilmediğin bir konuda fetva mı vermek
istiyorsun?! Bu durum karşısında artık harıl harıl
koşup toz bulutu kaldıran atlar değil, Müzdelife'den
Arafat'a koşup giden develer muraddır.»
Bunun üzerine İbn Abbas (R.A.) diyor ki: «Kendi
görüş ve yorumumdan vazgeçip Hz. Ali'nin (R.A.)
yorumuna döndüm.»
Ashab-ı Kirâm'dan İbn Mes'ud, Tâbiîn'den
Ubeyd b. Umayr ve mü-fessir Muhammed b. Kâb el-Kurezî de bu yorumu benimsemişlerdir. Allah daha iyisini
bilir.
Ancak ifade edelim ki,
ilâhî beyânların çoğu belli bir cağa, belli bir kavim ve olaya bağlı kalmaz,
bütün çağlara, sosyal gelişmelere, teknik imkânlara seslenecek bir kudreti
yansıtır. O bakımdan «âdiyat», Allah yolunda
koşturulan atlar ve Müzdelife'den Arafat'a koşan heein develer olmakla beraber, kıyamete kadar Allah
yolunda kullanılacak bütün hareketli vasıtaları, araç ve gereçleri de
kapsamına alır. Nitekim Cenâb-ı Hak, mü'minlere savaş için kuvvet hazırlamalarını emrederken,
belli bir silâh, araç ve gereç üzerinde durmamış, «kuvvet» anlamında bütün
silâh, araç ve gereçleri kapsayacak şekilde bir anlatım tarzına yer vermiştir:
«(Ey Müslümanlar!) Onlara karşı gücünüzün yettiğince her türlü kuvveti ve
(savaş için) beslenen atları (gereken araçları) hazırlayın. Bununla hem Allah'ın
düşmanlarını, hem sizin düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği
diğer düşmanları korkutup yıldırırsınız. Allah yolunda her ne harcarsanız
(karşılığı) size tastamam ödenir, hiç de haksızlığa uğramazsınız.» [11]
Diğer dört kavram
hakkındaki farklı tesbit ve yorumlar:
«Fel-muriyati kadhan»
İkrime, Atâ ve Dahhak'e göre:
Bundan maksat, koşarken nallarının taşlara dokunmasıyla kıvılcım çıkartan
atlardır.
İbn Mes'ûd'e (R.A.) göre :
Ayaklarını taşlara basıp onların birbirine çarpmasıyla kıvılcım çıkartan hecin
develerdir.
Diğer bazı yorumculara
göre : İki ordu arasında savaşın iyice kızışması demektir.
Katade'ye göre: Savaşçı erkeklerin savaş esnasında düşmanlarına
karşı kurdukları hile ve tuzağa işarettir.
İbn Abbas'a (R.A.) göre: Savaş
halinde olup geceleyin ateş yakarak kıvılcım çıkartan savaşçılar demektir.
Birinci yorum ağırlık
kazanmıştır. «Fel-muğîrati subhan»
İbn Abbas'a (R.A.) ve
müfessirlerîn çoğuna göre: Savaşçı süvarilerin sabahleyin düşmana baskın
yapmasına delâlet etmektedir.
İbn Mes'ud (R.A.) ile Hz. Ali (R.A.) ve onlara tabi olanlara göre: Bayramın
birinci günü sabahleyin binicilerini Mina'ya taşıyan
develere işarettir.
Müfessir Muhammed b. Kâb el-Kurezî'ye göre : Sür'atle yol alan vasıtalar demektir.
«Feeserne
bihi nak'ân»
Sür'atle koşup toz çıkartan atlara işarettir.
Muhammed b. Kâb el-Kurezî'ye göre: Müzdelife ile Mina arasında Naki' mevkiine sür'atle giden
develer kasdedilmektedir.
«Fe-vesatne bihi cem'ân»
İbn Mes'ûd'e (R.A.) göre: Müzdelife'deki topluluğun arasına katılanlar söz
konusudur.İbn Abbas'a
(R.A.) göre : Düşman ordusuna dahp ortalarına kadar sokulan süvari mücahidler
kasdedilmiştir.
Bu ikinci yorum
ağırlık kazanmıştır.[12]
“İnsan cidden Rabbına karşı oldukça nankördür.”
Savaş atlarının ve
vasıtalarının ve onlan düşmana karşı koşturup kullanan
mücahidlerin beş ayrı durumuna and
içilip önemine işaret edildikten sonra, insanın Rabbısına
karşı nankör olduğu, yeminin cevabı olarak açıklanmaktadır. «İnsan» denilen
canlı, şüphesiz ki En Yüce Kudret'in şaheseridir. Kâinatta bilinenlerin-
önemli bir kısmının ondan yana yaratıldığı kesindir. Dünya ise, onun
olgunlaşıp hem kendini, hem de Yüce Yaratanını bilip tanıması için bir uğrak
kılınmış ve böylece onun sadece Rab-bısı adına
konuşup hükmetmesi ve ancak O'na ibâdet etmesi murad
olunmuştur. Öyle ki, insanın yaratılmasının
hikmeti ve felsefesi bu çizgide
kendini belli edebilir. O bakımdan kendini hikmet çizgisinden uzak tutup başka
amaçlar peşinde koşanlar ve özellikle hayatının dizginini nefislerinin emrine
verenler olgunlaşmadan, kendilerini dosdoğru tanımadan dünyayı terketmek zorundadırlar. Ölmeden önce hakikati idrâk edip
dönüş yapanlar hakkında Cenâb-ı Hak gafur ve
rahimdir. Tuttukları yanlış yolda yürümekte ısrarlı olanlar ise, hem nankör,
hem de bedbaht kişilerdir. Çünkü onların matlûbu Allah değil, dünyalıktır.
Bunun için Cenâb-ı Hak ilgili âyetlerle onların
dünyalığa karşı sınır tanımaz hırslarının üç özelliğini tasvir ederek mü'minlere bilgi vermekte ve öylelerini de uyarmaktadır:
1- Onlar çok
nankördürler.
2- Bu
nankörlüklerine bizzat kendileri şahittirler.
Zira gerek vücut
yapıları, gerekse ruhî varlıkları ve taşıdıkları birçok yetenekleri Yüksek
Kudret'in plânlı sanatını yansıtmakta ve her organı «Allah vardır ve birdir»
demektedir. Ne yazık ki, insanların çoğu bu gerçeği görememekte ve bu fısıltıyı
duymamaktadır.
3- Dünya
malına karşı oldukça hırslı ve cimridirler.
Birinci özellik veya
vasıf «kenûd» kelimesiyle ifade edilmektedir. İbn Abbas'a (R.A.) göre;
«İnkarcıdır, nankördür ve Allah'ın nimetlerini inatla inkâr edendir» demektir.
Ebu Umâme el-Bâhilî (R.A.)den yapılan rivayete göre: Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu kelimeyi şöyle manâlandırmıştır:
«Yalnız başına oturup yemek yer; iyilik ve ihsan nedir bilmez. Yardımda
bulunmaz, hısımlarını gözetmez. Elinin altındaki köleyi döver.» [13]
İbn Abbas (R.A.)dan yapılan
rivayete göre: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, ashabına
şöyle buyurmuştur: «Sizin en şerlinizi haber vereyim mî?» Onlar da: «Evet, Ya Resûlellah!» deyince;
Efendimiz buyurdu ki: «Yalnız başına inip konaklar, iyilik, ihsan ve yardımda
bulunmaz; kölesini döver.» [14]
Yine İbn Abbas (R.A.)dan yapılan
rivayete göre, «Kenûd», Kinde lügatinde «âsi»; Rebi'a ve Mudar lügatinde «çokça
inkarcı»; Kinane lügatinde «cimri, kötü alışkanlığı
olan» manâsında kullanılıyor.
Bunun dışında kelimeye
şu manâyı verenler de olmuştur: «Aza nankörlük eden, çoğa şükretmeyen, Hakk'ı inatla, ısrarla inkâr eden..»
«Kendisi de gerçekten
buna şâhiddir..»
Bu âyet iki şekilde
yorumlanmıştır:
a) Şüphesiz Cenâb-ı
Hak, âdemoğlunun bu tutumuna şahittir.
İbn Abbas, el-Hasan, Katade ve Muhammed b. Kâb el-Kurezî bu yorumu benimsemişlerdir.
b) Doğrusu insan kendi nefsine karşı ne
yaptığına, ne işlediğine şahittir.
Tabiîn'den Mücahid bu yorumu
benimsemiştir.
İnsanın kendine karşı
şahitliğinin bir yönü dünyayla, bir yönü de âhî-retle ilgilidir. Zira aklı eren
her kişi dünyada neler işlediğini bilir ve bu, başkasına karşı işlenen bir
zulüm ve kötülük ise, o kişiyi, yani işleyeni az veya çok vicdanen rahatsız
eder. Âhirette ise, onun şahitliği, dış organlarının
konuşturulmasıyla tezahür eder. Nitekim Nûr Sûresi 24., Yâsîn Sûresi 65. âyetle
bu konu şöyle açıklanmaktadır:
«Öyle bir gündeki,
elleri ve ayakları onların yaptıklarına, işlediklerine karşılık aleyhlerine
şahitlik ederler.»
«Bugün onların (o inkarcı
azgınların, sapık döneklerin) ağızlarını mühürleriz. Neler işleyip elde
ettiklerini (ortaya dökmek için) bizimle, (onların ağzı ve dili değil) elleri
konuşur, ayakları da şahitlikte bulunur.»
Böyle bir ortamın
vücut bulacağında şüpheye yer yoktur. Çünkü Ce-nâb-ı Hakk'ın «kün emri», ne maksatla tecelli ederse, sebepler oyönde gerçekleşir. İlâhî kudret sonsuz ve tükenmez hayat
kaynağıdır; yöneldiği şeyde hayat ve kudret başlar.
Yâsîn Sûresi'nde bu
inceliğe değinilerek şu bilgi verilmektedir:
«O, bir şeyi (var
kılmayı) dileyince, O'nun emri sadece «ol!» demesidir; o şey hemen oluverir.»[15]
«Ve o, gerçekten dünya
malına karşı oldukça hevesli ve de cimridir.»
Âyette bu mâna kasdedilirken «hayr» kelimesine
yer verilmiştir. Bu, iyi, faydalı, mubah ve meşru gibi manâlara delâlet ettiği
gibi, Kur'ân'ın iki yerinde «dünya malı» kasdedilerek kullanılmıştır.
Böylece dünya hayatına
hareket ve canlılık kazandırmak, insanı âtıl durumda bırakmamak için onun
fıtratına mal, makam, servet ve ihtişama eğilim duygusu zerkedilmiştir.
Ancak bu duyguyu meşru sınırlar içinde tutmaya yönelik hükümler indirilmiş ve
İnsanın başıboş, gayesiz yaratılmadığı belirlenmiştir. Bu açıdan konuya
bakınca, dünya malının lüzumu ortaya çıkmakta, fakat onun amaç ve hedef
olmadığı vurgulanmaktadır. Zira eğer o amaç ve gaye olsaydı, insanın dünyada
ölümsüz olması gerekirdi. Oysa bütün canlıları ölüm pusuda beklemekte ve vakti
saati gelince avını yakalayıp diğer bir âleme götürmektedir. O halde dünya malı
meşru ölçülere göre kazanılır ve yine bu ölçüler çerçevesinde harcanır; aynı
zamanda insanı Hakk'a yaklaştıran bir araç olduğu
bilinirse, elbetteki faydalı ve lüzumludur. Önemli olan bu lüzumun sınırlarını
belirlemek ve ona göre hayatı düzenlemektir.[16]
«Kabirlerdekinin
deşilip çıkarılacağı., zamanı acaba
bilmiyor mu?»
Kıyamet olayıyla
yerküre müthiş sarsılıp dümdüz, pürüzsüz hale geldikten sonra toprak altında
çürüyen et ve kemiklerin her zerre ve parçasının ayrı bir yana dağılacağı
kesindir. Böyle bir durumda da onları tekrar toplayıp biraraya
getirecek, programlandığı şekilde insan vücudunu oluşturacak elementleri
harekete geçirecek ve hücrelerini var kılıp vücut dokusunu bina edecek kuvvet
ve kudret bütünüyle Allah'a aittir. Şüphesiz bu O'na göre çok kolaydır. Zira
nasıl dünya hayatına yönelik insan vücudunu oluşturmaktan yana belli
biyolojik, fizyolojik ve benzeri kanunlar koymuşsa, öylece âhiret
hayatından yana da insan vücudunu oluşturmak için ezelde programlandığı şekilde
belli kanunlar harekete geçirilir ve ölümsüz bir vücut bina edilir. Bu da
münhasıran Cenâb-ı Hakk'm
kudretine bağlı bir olaydır; beşerin hiçbir dahli söz
konusu değildir.
Kabirlerde olanların
dışarı çıkartılması, yani kabirlerin deşilip içindekilerin dışarı atılması,
ifadesi bize şu bilgiyi de vermektedir: «İnsan vücudu en ince hatlarıyla ve
birini diğerinden ayıran özellikleriyle oluşturulup
ikinci hayat sahnesine çıkartılacaktır. Ancgk bu
oluşacak vücudun, dünyadakine nisbetle değişik
birtakım yeni özellikleri olacaktır. Meselâ dünyadakine nisbetle
sindirim sistemi farklı bir yapıya sahip olacak; idrar ve dışkı sistemi
olmayacaktır. Aynı zamanda hastalık, yıpranma yaşlanma ve ölüm olayları
bütünüyle iptal edilecektir.
Dünya malına karşı
aşırı meyil izhar eden ve o yüzden Allah yolunda, din uğrunda cihad ve hizmeti terk veya ihmal edenler, ikinci hayata kaldırılmakla
uyarılıyor ve sadece sözlü, fiilî günah ve sevaplarının, iyilik ve
kötülüklerinin değil, kalp ve kafalarında taşıdıkları iyi ve kötü düşünce ve
niyetlerinin de ortaya döküleceği gündeki o müthiş manzara ile yönlendirilmeleri
isteniyor. Zira her şeyi yaratıp türünün özelliğine ve bağlı bulunduğu kanuna
göre terbiye edip geliştiren Cenâb-ı Hak, insanın her
hâlinden mutlaka haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli, kapalı kalmaz.
Böylece bu süreye,
Allah yolunda koşturulan atlara yemin edilerek başlandı ve cihadın önemine
işaretle bunun için araç ve gereçlerin lüzumu belirtildi.
Sonra da insanoğlunun
dünya malına olan aşırı eğilimi konu edilerek, bu gibi geçici nimetlerin
kalıcı nimetlere hazırlanmaya engel kılınmaması veya kalıcı nimetin ona feda
edilmemesi hatırlatıldı ve arkasından ikinci hayata kalkmak için kabirlerin
deşilip içindekilerinin dışarıya atılacağına dikkat çekildi.
Aklı eren herkesin o günlerin yakın olduğunu unutmaması, yönlendirici bir bilgi
olarak verildi ve sûre noktalandı.
Bunu İzleyen Kariâ Sûresine ise, kıyametin bir diğer safhası konu
edilerek başlanıyor ve o müthiş olayda meydana gelecek değişikliklerden bir,
iki misal veriliyor. Sonra da Âhiret gününde iyilik
ve kötülüklerin ağır basmasına göre bir sonuç ortaya çıkacağı açıklanarak,
günah ve hatadan kurtulamıyan mü'minlerin
iyiliklerini çoğaltmalarına ve ibâdet ve taât-leri vaktinde gönül yatışkanlığıyla
yerine getirmelerine işaretle sâlih amellere ağırlık
vermeleri isteniliyor.
Böylece bu konularda
iki sûrede de birbirini tamamlayıcı bilgiler verilerek aralarında kopmaz
bağların mevcut olduğu dolaylı şekilde kalp ve kafalara işleniyor.
Bu sûrenin de
tefsîrini bize müyesser kılan ve bizi bize, kendisini bize tanıtan Cenâb-ı Hakk'a hamd; ilâhî muradı bize açıklayan Resûlüliah
(A.S.) Efendimiz ve Onun âl ve ashabına salât-ü
selâmlar olsun. [17]
[1] Tefsîr-i Kurtubî: 20/153
[2] Şevkanî/Fethülkadîr:
5/481
[3] Tefslrü'l-Keşşaf : 4/786
[4] Lübabu’t-te’vil:
4/202.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6950.
[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6950-6951.
[6] Süyûtt/Bsbabu
NÜzûli'l-Kur'ân : 122
[7] Tefsir-i Kurtubi: 20/155.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6953.
[8] Bilgi için bak: Şevkani, Fethü’l-kadir: 5/481.
Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an
Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6953.
[9] el-Câmfü li-Ahkami'l-Kur'an: 20/154
[10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6954-6956.
[11] Enfâl Sûresi: 60
[12] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6956-6958.
[13] Kurtubî'nin -naklettiği bu
hadîsi, Tirmizî/Nevâdirü'l-usûl'de
tahrîc etmştir.
[14] Kurtubî'nin naklettiği bu
hadîsi, Tirmizî/Nevâdirü'l-usûl'de
tahrîc et-
[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6958-6960.
[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6960.
[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6961-6962.