Mekke'de inmiştir, 11
âyettir.
Âdiyât sûresi Mekke'de inmiş olup, Allah yolunda cihâd edenlerin, düşmanlar üzerine hızla giden atlarından
bahseder. Hızla koşup saldırırken bu atlardan şidetli
bir ses işitilir. Tırnaklarıyla taşlara çakarlar da, onlardan ateş uçuşur.
Tozu dumana katarlar.
Sûre, gazilerin
atlarının Allah katındaki şeref ve üstünlüklerini göstermek için, insanın,
Allah'ın ona verdiği nimetlere nankörlük ettiğine, O'nun lütuf ve bof ihsanlarını inkâr ettiğine dâir bu atlara yeminle
başlar. İnsan, bu nankörlüğünü ve nimet bilmezliğini hal ve söz diliyle ilan
etmektedir. Aynı zamanda sûre, insanın tabiatından ve onun malı çok
sevdiğinden bahseder.
Bu mübarek sûre, mahlûkâtın,
hesap ve ceza için dönüşlerinin sadece Allah'a olacağını; mal ve makamın âhirette hiçbir faydası olmayacağını, sadece iyi amelin
fayda vereceğini açıklayarak sona erer. [1]
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8. Harıl harıl koşanlara, (nallarıy-la) çakarak kıvılcım saçanlara, (ansızın) sabah
baskını yapanlara, orada tozu dumana katanlara, derken orada bir topluluğun tâ
ortasına girenlere yemin ederim ki insan, Rabbine karşı pek nankördür.
Şüphesiz buna kendisi de şahittir ve o, mal sevgisine aşırı derecede düşkündür.
9, 10, 11. Kabirlerde
bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı, kalblerde ve
gönüllerde olanlar ortaya konduğu vakit düşünmez mi (o insan! Acaba hali nice
olur!) Şüphesiz Rableri o gün onların her hâlini bilir.
Dabh, atların koşarken çıkardıkları nefes sesidir. Antara der ki:
Atlar, Ölüm
meydanlarında şiddetli nefes sesleri çıkarırken rüzgâr gibi uçarlar.[2]
Harekete geçirdiler. Nak', toz demektir.
Kenûd, Allah'ın nimetini çok inkâr eden, nankör
manasınadır. Bir kimse nimete şükretmeyıp nankörlük
ettiğinde söylenen sözünden alınmıştır. Şâir şöyle der:
O, bahadır kişilerin
nimetlerine nankörlük edendir. Kim bahadırların nimetine nankörlük ederse,
uzaklaştırılır.[3]
Alt üst edildi. Bir
malın, altmı üstüne getirdiğinde dersin. Bu kelime,
buradan alınmıştır. [4]
1. Mücâhitlerin,
düşman üzerine tekrar tekrar hızla giden atlarına yemin
ederim. Bu atların nefeslerinden "dabh"
denilen açık bir ses duyulur. Tbn Abbâs
şöyle der: At koşarken "Uî Uî
Uh, uh!" der. İşte bu
onun dabh'ı, yani koşarken çıkardığı nefes sesidir. Ebussuûd da şöyle der: Yüce Allah, gazilerin, düşmana doğru
koşan ve koşarken nefes sesleri çıkaran atlarına yemin etti. Dabh, atların koşarken çıkardıkları nefesin sesidir.[5]
2. Hızla
koştukları için, tırnaklarını taşlara vurararak
yerden ateş kıvılcımları çıkaran atlara yemin ederim. [6]
3. Sabahleyin
güneş doğmadan önce düşmana saldıran atlara yemin ederim. Âlûsî
şöyle der: Saldırılarda âdet olan budur. İnsanlar, düşmanın kendilerini
hissetmemesi için gece hazırlık yapar ve sabaheyin
hücum ederler ki ne yapacaklarını ve ne yapmayacaklarını görüp bilsinler.[7]
4. Atlar, saldırdıkları
yerde tozla koştukları için, yoğun bir
toz bulutu kaldırırlar. [8]
5. Atlar
orada düşman topluluklarını ortaladı ve savaş meydanının ortasına daldılar.
Yüce Allah, kendisine yemin edilen şeyin büyüklüğünü ifade etmek için üç şeye
üç yeminle yemin etti. Kendisine yemin edilen şeyler şunlardır: Allah yolunda cihâd edenlerin, Allah düşmanlarına karşı hızla giden,
tırnaklarıyla ateş kıvılcımlarını çıkaran, sabah vaktinde düşman üzerine hücum
eden, tozu dumana katan, düşmanın ortasına dalıp onlara korku ve dehşet salan
atlarıdır. Kendileri için yemin edilen şeyler de şu âyetlerde anlatılmaktadır. [9]
6. Muhakkak
insan Rabbının nimetlerine karşı nankördür. Nimet
bilmez. İbn. Abbâs şöyle
der: Allah'ın nimetlerini inkar eder. Hasan Basrî de
şöyle der: Musibetleri hatırlar, nimetleri unutur. [10]
7. Şüphesiz
insan kendi nankörlüğüne şahittir. Bu nankörlüğün izi üzerinde görüldüğü için
onu inkâr edemez.[11]
8. Şüphesiz
insan malı çok sever, onu biriktirmeye düşkündür. Allah'ı sevmek ve nimetlerine
şükretmek hususunda ise zayıf ve gevşektir.
Yüce Allah insanın
yaptığı çirkin şeyleri sayıp onu korkuttuktan sonra şöyle buyurdu: [12]
9. O câhil
bilmez mi ki, kabirlerde bulunan ölüler hareket ettirilip çıkarıldığında, [13]
10. İnsanların
kalplerde sakladıkları gizli şeyler toplanıp ortaya çıkarıldığında, [14]
11. Muhakkak
ki Rableri, yaptıklarının hepsini o gün bilir ve karşılığını bolca verir. Yüce
Allah'ın, ilmini o güne yani kıyamet gününe tahsis etmesinin sebebi, o günün,
amellerin kaşılığının verileceği gün olmasıdır. Yüce
Allah bunu, tehdit ve korkutma maksadiyle böyle
söylemiştir. Yoksa O, onları o gün de bilir, başka günlerde de bilir. [15]
Bu mübarek sûre birçok
edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda özetliyoruz:
1. gibi
âyetlerde, daha fazla açıklama ve anlatma maksadıyle,
ve ile pekiştirme yapılmıştır.
2. arasında
cinâs-ı nakıs vardır.
3.
Âyetindeki istifhâm-ı inkârı tehdit ve korkutma ifade eder.
4. Âyeti
tazmin ifade eder. Çünkü kelimesi, yapılan işin karşılığını vermek mânâsını da kapsamaktadır. Yani Allah
onlara amellerinin karşılığını verecektir.
5. gibi âyet
sonlarında, uygunluk vardır. Buna seci' murassa' denir. Bu da güzelleştirici
edebî sanatlardandır.
Yüce Allah'ın yardımı
ile "Âdiyât Sûresi"nin tefsiri bitti. [16]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/395.
[2] Alusi, 30/215
[3] Kurtubî,
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/396-397.
[5] Ebussuûd, 5/280
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[7] Rûhu'l-meânî,
30/215
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[9] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[11] Kurtubi, 20/160
Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/397.
[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/398.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/398.
[14] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/398.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/398.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 7/398.