1. Çoklukla Övünüşün Oyalaması Ve Nüzul Sebebi:
2- Ölene Kadar Lüzumsuz Şeylerle Oyalanaıılar:
4- Kabir Ziyareti ve Faydaları:
5- Ölümü, Ölüm Hallerini Hatırlamak ve Kabir Ziyareti:
Rahman
ve Rahim Allah'ın Adı île
Bütün müfessirlerin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Buhari Medine'de indiğini rivayet etmiştir [1] Sekiz âyettir. [2]
1. Çoklukla övünüş sîzi o kadar oyaladı ki,
2. Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
"Çoklukla övünüş
sizi o kadar oyaladı ki..." buyruğundaki "sizi oyaladı" sizi
uğraştırdı, meşgul etti, demeklir.
Şair şöyle demiştir:
"Ve ben o kadım, muakalı ve henüz aüt emen (çocuğundan) oyaladım (benimle meşgul oldu da onunla ilgilenemedi.)"
Yani mal çokluğu ile sayıca çoklukla övünülünüz, sizi Allah'a itaatten alıkoydu ve bu, siz ölünceye, kabirlere defnedilinceye kadar sürüp gitti.
"Sîzi... oyaladı" size unutturdu; "çoklukla övünüş" mal ve evlat çokluğuyla övünmek diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Abbas ve el-Hasen yapmıştır. Katade dedi ki: Kabile ve aşiretlerle öğünüş, demektir. ed-Dahhâk: Geçim ve'ticaretle uğraşmanız sizi oyalamıştır, demektir,
Bir şeyi unutup, onu hatırlaınayıp, ondan yüz çevirmeyi anlatmak üzere: " Onu unutup, başka .şeyle oyalandım, oyalanıyorum, oyalanmak" denilir. "Onu meşgul etti, oyaladı" anlamındadır. "Onu onunla oyaladı, (bir çeşit teselli elti)" demektir
"Tekâsür: Çoklukla öğünüş" karşılıklı olarak çokluğu ileri sürüp, öğün-mek demektir.
Mukatil, Katade ve başkaları şöyle demişlerdir: Yahudiler: Biz filan oğul-larından daha çokuz. Filan oğulları ise filan oğullarından daha çoktur, deyip de bu durum onların sonunda sapık olarak ölümleri ile neliceleninceye kadar oyalanmaları hakkında inmiştir.
îbn Zeyd dedi ki: Bu ensarın bir boyu hakkında inmiştir. İbn Abbas, Mu-katil ve el-Kelbi dedi ki: Bu Kureyş'e bağlı iki kol olan Abd-i Menafoğulla-rı ile Sehmoğulları hakkında inmiştir. Bunlar İslâm geldikten sonra ileri gelenler ve eşraflarının çokluğu ile karşılıklı olarak öğündüler ve bunları sayıp dökmeye koyuldular, Herbir kol bizim efendilerimiz daha çoktur, bizim güçlülerimiz daha güçlüdür, bizim sayılarımız daha büyüktür, bizim koruyucularımız daha çoktur, dedi. Ancak Abd-i Menaf oğullarının pay itibariyle daha çok oldukları ortaya çıktı. Daha sonra ölülerini ileri sürerek çokluk yarışına giriştiler. Sehmoğullarının Abd-i Menafoğulkınndan daha çok oldukları ortaya çıktı. Bunun üzerine; sizin hayatta olanlarınızla "çoklukla öğü-nüş"ünüz "sizi o kadar oyaladı ki sonunda" onlarla yetinmeyerek ölmüşlerle öğünüp "kabirleri ziyaret ettiniz" buyrukları indi.
Said'in rivayetine göre, Katade şöyle demiştir: Biz filan oğullarından daha çoğuz, biz filan oğullarından sayıca daha fazlayız diyorlardı. Fakat her gün onların .sonuncusuna varıncaya kadar biri ardına düşüp gidiyorlardı. Allah'a yemin olsun ki hepsi kabirlerde ölü olarak gömülünceye kadar bu halleri devam edip gitti.
Amr b. Dinar'dan rivayete göre, o: Bu sûre tüccarlar hakkında inmiştir, diye yemin etmiştir. Şeyban'dan, onun da Kacacle'den rivayetine göre Katade: Bu sûre kitab ehli hakkında inmiştir, demiştir.
Derim ki: Âyel-i kerime sözü edilen bütün bu hususları ve bankalarını da kapsayacak genelliktedir. Müslim'in Sahıh'indu Mutarrifden gelen rivayete göre, o babasından şöyle dediğini n a ki etmiştir: Peygamber (savj'a: "Çoklukla öğünüş sizi o kadar oyaladı ki..." buyruğunu okurken vardım, şöyle buyurdu:Ademoğlu malını malım. der. Ey Ademoğlu senin malından yiyip de tükettiğin, giyinip de çürüttüğün yahuı lasadduk edip de önünden gönder diğin şeyden başka sana ail. bir şey var mıdır?[3] Bunun dışında ne varsa hepsi gidicidir ve onu diğer insanlara terkedeceksin."[4]
Buhari'nin, İbn Şihab'dan rivayetine göre o söyle demiştir: Bana Enes b. Maiik'in lıabcı* verdiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Eğer Ademoğlıınun bir vadi dolusu altını bulunsa iki iane vadisi olsun isler. Onun ağzını ancak toprak doldurur ve Allah t.evbe edenin ı.evbesini kabul eder."[5]Sabit, Enes'den, o Ubeyy'den şöyle dediğini nakltunisi.ii": Bİ7 bunu "Çoklukla öğünüş sizi o kadar oyaladı ki" buyruğu nazil oluncaya kadar Kur'ân'dan biliyorduk.
İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu sahih ve güzel bir nassur. Tefsir ehlinin dikkatini çekmemiştir. Bundan dolayı bunu bilmedikleri ^ibi başkalarını da bilgisizliğe sürüklemişlerdir, bilme imkanı verdiğinden ötürü Allah'a haindolsun.
İbn Abbas dedi ki: Peygamber (sav): "Çoklukla övümiş sîzi o kadar oyaladı ki..." buyruklarını okudu ve şöyle dedi: "Mallan çoğaltmak, onu hak olmayan yerden toplamak, hak olan yere vermemek ve kaplarda onu bağlamak (biriktirmek)dir," [6]
"Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz." Sonunda ölüm size geldi ve; siz kabirlerin ziyaretçileri oldunuz. O kabirlerden artık ziyaretçinin kendi konağı olan cennet yahut cehennem ateşindeki yerine dönüsü yibi dönüyorsunuz. Ölen kimse hakkında: "Kabrini ziyaret etli" denilir.
ciyle de açıklanmıştır: -Önceden de geçi iğ i üzere- sizler ölüleri dahi sa-yıncaya kadar çoklukla övünüp durdunuz.
Bunun bir tehdit olduğu da söylenmiştir. Yani sizler (ölüp) kabirleri ziyaret ederek size gelecek olan Allah'ın azabım görünceye kadar, dünyadaki övünç kaynaklarıyla uğraşıp durdunuz, [7]
"Kabirler (anlamındaki: mekabir)" lafzı: İİe 'nin çoğuludur.
: Kabirler" şekli ise; "Kabr"in çoğuludur. Şair şöyle demiştir:
"Ben saray sahiplerinin öldükleri vakit Kabirler üzerinde kayalar inşa ettiklerini görüyorum. Onlar öğünmekten ve gösterişten başkasına kabul etmediler Fakirlere karşı; hatta kabirlerde bile."
Şiirde "makber: kabir" kelimesi de kullanılmışiır. Şair şöyle demiştir:
"Bütün insanların avlularında bir makberleri vardır, Onlar eksilirken kabirler artmaktadır."
"el-Makburî" ile "el-Makberî" Ebû Said'in nisbetidir. O makberlerde kalırdı. " Ölüyü kabre koydum koyarım, onu defnettim ederim' demektir. " Kabre konulmasın* emrettim" demektir. Buna dair açıklamalar daha önce Abese Sûresi'nde (80/21. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsısn. [8]
Yüce Rabbimizden indirilen Kitapta kabirlerden sadece bu sûrede söze-dilmektedir. Kabirleri ziyaret, katı kalbin en büyük iiaçlanndandır. Çünkü kabirler oiümü ve âhireti hatırlatır. Bu ise insanın emelini kısa tutmasına,
dünyaya karşı zahid olmasına (dünyaya rağbetinin azalmasına), dünyaya rağbeti terketmesine sebeptir. Peygamber (sav) şüyle buyurmuştur: "'Ben size daha öneeden kabirleri ziyareti yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar dünyaya karşı 2ahid olmayı sağlar, âhireli hatırlatır."[9] Bu hadisi İbn Mesud rivayet etmiş olup, İbn Mace, Sünen'indc zikretmiş bulunmaktadır.
Müslim'in Sahih'indc Ebu Hureyre'den: "Çünkü o kabirler(i ziyaret) ölümü hatırlatır" şeklindedir.[10]Tirmizi'de, Bureyde'den gelen rivayet: "Çünkü o Rabider(i ziyaret) âlî i reli hatırlatır" şeklindedir. Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.[11]Yine Tirmizi'de Ebu Hureyre'den gelen rivayete göre, Ra-sûlullah (sav), kabirleri çokça ziyaret eden kadınlara lanet okumuştur. (Tirmizi) dedi ki: Bu hususta İbn Abbas ve Hassan b. Sabit'ten de gelmiş, rivayetler vardır. Ebu İsa (et-Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir.[12]
Bazı İlim ehlinin görüsüne göre bu (kadınlara kabir ziyaretinin yasağı) Peygamber (sav) kabir ziyaretine müsaade etmeden önce idi. Kabir ziyaretine müsaade edince, onun bu müsaadesine erkekler de, kadınlar da girdi. Kimileri de şöyle demiştir: Kadınların kabir ziyaretinin mekruh görülmesi, sabırlarının azlığı ve tahammülsüzlüklerinden ötürüdür.[13]
Derim ki: Erkeklerin kabir ziyareti (yapabileceği) ilim adamları tarafından ittifakla kabul edilmiş, fakat kadınlar hakkında görüş ayrılığı vardır. Genç kadınların (bu maksatla) dışarı çıkmaları haramdır. Ancak yaşlanmış hanımların kabir ziyaretine gitmeleri mubahtır, bununla birlikte hep birlikte ziyaret etmeleri caizdir. Bu hüküm kabir ziyaretine çıkışları esnasında erkeklerin on-iarla birlikte gitmemeleri halindedir. Bu hususta yüce Allah'ın izniyle görüş ayrılığı yoktur. Bu duruma göre Peygamber efendimizin "kabirleri ziyaret ediniz" buyruğu umumi olur. Ancak erkek ve kadınların biraraya gelmelerinden ötürü fitneden korkulacak bir zaman ya da bir mekan sözkonusu olursa, o vakit bu ziyaret helal da olmaz, caiz de olmaz. Çünkü böyle bir durumda erkek ibret almak için k-abir ziyaretine çıkmışken gözü bir kadına isabet eder, fitneye düşer. Aksi de sözkonusıı olabilir. Bu sefer erkek ve kadının herbi-ri ecir kazanmaksızın veba! almış olarak geri döner. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [14]
İlim adamları dedi ki; Kalbini tedavi etmek ve Rabbine itaate zorlayan zincirlere bağlı kalmak isteyen kimsenin, lezzetleri ortadan bölen, cemaatleri dağıtan, erkek ve kızları yetim bırakan, olumu çokça hatırlaması, ölüm döşeğinde olanları görmeye, müslüman ölülerin kabirlerini ziyaret etmeye çokça dikkat-etmesi ve yapması gerekir.
Kalbi kalıtaşıp, günahlardan yakasını kurtaramayan kimsenin hastalığını bunlarla tedavi etme.ye çalışması, şeytanın fitnelerine ve onun yardımcılarına karşı bunları imdada çağırması gerekir.
Eğer ölümü çokça hatırlamanın faydasını görür ve bununla kalbinin ka-nlığı giderse mesele yok. Şayet kalbinin kararması aleyhine olarak genişlemiş, günaha iten hususlar kalbinde sağlam yer etmiş ise, o takdirde ölüm döşeğinde olanları görmek ve müslümanlann kabirlerini ziyarel etmek, birincisinin yapamadığı derecede bu halleri kendisinden uzaklaştırmaya yardımcı olur. Çünkü ölümü hatırlamak kalbe sonunda nereye varılacağını haber verir ve onu korkutup, sakındırma konumunda olur. Ölüm döşeğinde bulunanları görüp, müslumanların kabillerini ziyaret etmek ise, doğrudan doğruyu gözle görmek ve müşahede etmektir. Bundan dokıyı bunlar birincisinden daha etkileyicidir. Peygamber (sav) de: "Haber vermek gözle görmek gibi değildir"[15] diye buyurmuştur. Bunu İbn Abbas rivayet etmiştir.
Ölüm döşeğinde bulunanların hallerinden ibret almak, her zaman mümkün olmayabilir. Herhangi bir vakit kalbini tedavi etmek isteyen böyle bir olaya denk gelmeyebilir, ama kabirleri ziyaret etmek daha koiay gerçekleştirilebilir. Bu ziyaretle yararlanmak daha layık ve daha uygundur. O halde kabir ziyaret etmeyi kararlaştıran bir kimsenin bu husustaki edeblere riayet etmesi, bunun için kalbini onlara gitmeye hazırlaması ve kabir ziyaretinden elde edeceği payın sadece mezarları dolaşıp gelmekten ibaret kalmaması gerekir. Çünkü böyle bir hal, onun ile herhangi bir hayvan -arasında da ortak bir payda olarak görülebilir. Bundan Allah'a sığınırız. Aksine böyle birisi yapacağı bu ziyaret ile yüce Allah'ın rızasını, kalbinin bozukluğunu ıslah etmeyi yahutta ölünün yanında okuyacağı Kur'ân ve yapacağı dualarla ölüyü faydalandı rinayı niyet etmeli, kabirler üzerinde yürümekten, onlar üzerinde oturmaktan uzak durmalıdır. Kabristana girdiği vakit selam vermelidir. Tanıdığı ölünün kabrine ulaşınca yine selam vermeli ve ona yüzünün karşı cephesinden varmalıdır. Çünkü kabirde ölüyü ziyaret, üpkı hayattayken ona hitab etmek gibidir. Eğer hayattayken onunla konuşsaydı edeb onun yüzünün karcısında olmasını gerektirirdi. İşte burada da böyle olmalıdır.
Dııha sonra toprağın altına giren, ailesinden ve sevdiklerinden ayrılıp kopan bu kimselerin hallerinden ibret almalıdır. Bun kır daha önce ordulara, askerlere kumandanlık ederler, arkadaşlarıyla, aşirelleriyle yansırlar, inal mülk toplayıp dururlarken ummadıkları bir zamanda ölüm gelip onları bulmuş, ummadıkları bir dehşetle karsı karşıya kalmışlardır.
Kabir ziyaretini yapan kimsenin kendisinden önce geçip gitmiş, kendi dengi olup emellerine ulaşmış, inallar yığıp biriktirmiş fakat geçip gitmiş bu kimselerin bir yerde emellerinin nasıl kesildiğini, inallarının kendilerine nasıl fayda sağlamadığını, toprağın yüzlerinin güzelliklerini alıp götürdüğünü, kabirlerde cesetlerinin darmadağın olduğunu, arkalarından hanımlarının dul kaldığını, yetimliğin zilletinin çocuklarını bürüdüğünü, başkalarının onların geriye bıraktıkları mal ve mülklerini paylaştırdıklarını düşünmelidir.
Maksatlarını gerçekleştirmek için nasıl gidip geldiklerini, isteklerini elde etmek için ne derece tutkun olduklarını, .sebeplerin istediklerine uygun şekilde gerçekleşmesine nasıl aldanıp, sağlık ve gençliklerine kandıklarını da hatırlamalıdır. Bilsin ki; onun oyun ve eğlencelere meyli tıpkı onlarınki gibidir. Önündeki dehşetli ölümden, çabucak gelecek olan helak oluştan yana gafleti, onların da (bir zaman karşı karşıya bulundukları) gafletleri gibidir. Kendisi de hiç şüphesiz onların akıbeti ile karşılaşacaktır. Kendisinin gözettiği hedefleri gerçekleştirmek için gidip gelen kimseleri ve sonunda bunların ayaklarının nasıl kendilerini taşıyamaz olduğunu hatırından uzak tutmamalıdır. Önceleri kendisine verilen imkanlara bakmaktan zevk alırken, şimdi gözlerinin akıp gittiğini, beliğ konuşmasıyla etrafını etkilerken kurtçukların, dilini yediklerini, talihinin yaver gitmesinden ötürü gülüyorken şimdi toprağın, dişlerini çürüttüğünü hatırından uzak tutmasın ve kesinlikle bilsin ki, bir zamanlar bu arkadaşının durumu kendisinin şimdiki hali gibi idi. Kendisinin de varacağı akıbet, işte bunun akıbeti gibi olacaktır.
İşte bu şekilde öğüt ve ibret alırsa, o vakit bütün dünyevî ağyar ondan uzaklaşır, uhrevi amellere yünelir, dünyasına karşı zulıid olur, mevlâsına itaate yönelir, kalbi yumuşar, azaları huşu' bulur. [16]
3- Sakının!
Yakında bileceksiniz.
4. Evet, sakının! İleride bileceksiniz.
Sakının!" lafzı hakkında d-Ferra dedi ki: Yani durum sizin övünmek, çoklukla karşılıklı böbürlenmek şeklindeki bu halleriniz gibi değildir. Buna göre ifade "sakının! Sakında bileceksiniz" buyruğunda tamam olmaktadır ki, yakında bu halinizin akıbetini bileceksiniz, demektir.
"Evet, sakının! İleride bileceksiniz" buyruğu da tehditten sonra bir diğer tehdittir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. Tekid ve durumun daha vahim olduğunu anlatmak maksadıyla tekrar edilmiş olma ihtimali de vardır. Bu da el-Fena'nın görüşüdür.
İbn Abbas dedi ki: "Sakinini Yakında" Kabirde size ne gibi bir azab geleceğini "bileceksiniz. Evet, sakının! İleride" âhiretle azab başınıza geleceği vakit "bileceksiniz".
Buna göre birincisi kabir hakkında, ikincisi âhire t hakkındadır. Dolayısıyla tekrar her iki hal için sözkonusudur.
"Sakının, yakında bileceksiniz." Yani azabı göreceğiniz vakit, benim sizi kendisine davet ettiğim şeyin hak okluğunu bileceksiniz. "Evet, sakının! İleride" ölümden sonra diriliş esnasında, size vaadettiğimin doğru olduğunu "bileceksiniz"; diye de açıklanmıştır.
Zirr b. Hııbeyş, Ali (r.a)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler bu sûre nazil oluncaya kadar kabir azabı hakkında şüphe ediyorduk. Bununla yüce Allah'ın: "Sakının, yakında" kabirlerde "bileceksiniz" buyruğuna işaret etmektedir.
Bir diğer açıklamaya göre: "Sakının! Yakında" ölüm gelip sizi bulduğunda ve elçiler canlarınızı almak üzere geldiğinde "bileceksiniz. Evet, sakının!
İleride" kabirlerinize girip, Münker ve Nekir gelip, kabir sorusu dehşeti sizi çepeçevre kuşatıp ve cevab vermek imkanını bulamadığınız vakit "bileceksiniz."
Derim ki: Buna göre sûre, kabir azabının varlığını da ihtiva etmektedir. Bizler "et-Tezkire" adlı eserimizde kabir azabına iman etmenin vacib olduğunu, onu tasdikin gerekli olduğunu zikretmiş bulunuyoruz. Bu da doğru sözlünün haber verdiğine uygun olandır. Yüce Allah, mükellef olan kulunu tekrar ona hayatı geri çevirmek suretiyle kabrinde diriltecek ve ona hayatta iken sahih olduğu nitelikteki bir aklı verecektir. Böylece kendisine sorulacak soruyu anlayacak ve ne cevab vereceğini bilecek, Rabbinden geleni kavrayacak, kabrinde kendisine hazırlanmış olan lütuf ya da aşağılatıcı halleri anlayabilecektir. Ehl-i sünnet'in kabul ettiği görüş ile, bu din ınensublarının büyük cemaatinin enimsediği kanaat budur. Biz bütün bu hususları yeterli açıklamalarıyla orada zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a lıamdolsun.
"Sakinini Yakında" ölümden sonra diriltileceğinız vakit diriltilmiş olacağınızı "bileceksiniz. Evet, sakının! Yakında" kıyamet gününde azaba uğratılacağınızı "bileceksiniz" diye de açıklanmıştır.
Bu açıklamaya göre, sûre ölümden sonra diriliş, haşr, soru, amellerin ar-zedümesi ve buna benzer kıyametin dehşetli ve korkutucu hallerini de ihtiva etmektedir. Tıpkı "et-Tezkire bi Ahvali'l-Mevta ve Umuri't-Ahira" adlı eserimizde zikrettiğimiz gibi.
d ed-Dahhâk dedi ki: "Sakinini Yakında bileceksiniz" buyruğu ile kâfirleri kastetmektedir. "Evet, sakının! İlerde bileceksiniz" buyruğu da müminler hakkındadır. O (ed-Dahhâk) sûreyi böyle okuyordu. Bu âyetlerin ilkini "te" ile (Ey kâfirler! Siz bileceksiniz anlamında), ikincisini i.se '7e" ile (o müminler bilecekler, anlamında) okuyordu.[17]
5- Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz.
"Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz" buyruğunda "sakının" (anlamındaki) lafzı yine tekrarlamıştır ki; bu da bir azar ve bir uyarıdır. Çünkü bunların herbirisinden sonra bir başka şeyi zikretmiş olmaktadır. Şöyle buyurmuş gibidir: Yapmayınız, çünkü siz pişman olacaksınız. (Evet) yapmayınız! Çünkü sizler (böylelikle) cezalandırılmanızı gerektiren işler yapıyorsunuz.
İlmin, "yakîn (kesin bilgi)"ye izafe edilmesi yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki bu kesin bilgi veren hakkın ta kendisidir" (el-Vâkıa, 56/95) buyruğuna benzemektedir.
Burada sözü geçen "yakîn (kesin bilgi)"nin ölüm olduğu da söylenmiştir ki, bu görüş Katade'ye aittir. Yine ondan, bunun ölümden sonra diriliş (Ba's) olduğunu söylediği de nakledilmiştir. Çünkü ölümden sonra diriliş geldi mi artık şüpheler ortadan kalkacaktır. Keşke sizler ölümden sonra dirilişin bilgisini bilseydiniz, demektir.
"se"nin cevabı hazfedilin iştir. Yani Sûra üfürüleceği vakit, cesetleriniz üzerinden kabirlerin varılacağa vakit, ölümden sonra dirilişe dair bileceğiniz ve haşrinizin nasıl olacağını öğreneceğiniz vakit elde edeceğiniz bil-
giieri bugün bilmiş olsaydınız, hiç şüphesiz bu bilgileriniz sizleri dünyada çoklukla övünüşten alıkoyacaktı,
Şöyle de açıklanmıştır: "Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz." Yani amel defterlerinin (sahihlerini bulmak üzere) uçuşup da kiminin mutlu, kiminin bedbaht olacağını kesin olarak bilmiş olsaydınız...
Şöyle de açıklanmıştır: Bu üç yerde de: "Sakının!" anlamındaki lafız; "Dikkat edin, haberiniz olsun" anlamındadır. Bu açıklamayı İbn Ebi Halim yapmıştır.
el-Ferra dedi ki: Bu: " Gerçekten" anlamındadır. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden (Meryem, 19/79. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmakladır. [18]
6. Andolsun siz Canimi göreceksinizdir.
7. Yine andolsun onu ayne'l-yakîn göreceksinizdir.
"Andolsun! Sİ2 Canimi görecekslnizdir" buyruğu bir başka tehdittir. Buyrukta yeminin hazfedilmiş olduğu kabul edilir. Yani: "Andolsun ki âhirette Cahîmi göreceksinizdir." Ilitab cehenneme girmeleri vacib olmuş kâfirleredir. Umumî olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur." (Meryem, 19/71) buyruğu gibi. Orası kâfirler için kalınacak bir yurt, müminler için de bir geçit olarak hazırlanmıştır. Sahih'te de şöyle buyurulmuştur: "Onların ilkleri şimşek gibi geçecektir, sonrakiler rüzgar gibi, sonrakiler kuş gibi..."[19]Yine bu husus Meryem Sûresi'nde (19/71. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.
cl-Kisai ve İbn Amr; "Andolsun... göreceksinizdir" anlamındaki buyruğu "te': harfini ötreli olarak; "(bjjîi ): Andolsun size gösterilecektir'' diye okumuşlardır ki, sizler oraya hasredilecek ve size gösterilecektir, demektir. "Te" harfi üstün olarak cemaatin kıraati olup, andolsun uzaktan gözlerinizle cehennemi göreceksiniz, demektir,
"Yine andolsun onu ayne'l-yakîn" yani müşahede ederek "göreceksinizdir." Bu buyruğun (kâfirlerin) cehennemde sürekli kalacaklarını haber verdiği söylenmiştir. Yani onların bu görüşleri kesintisiz ve sürekli bir görüştür. Bu açıklamaya göre hitab kâfirleredir.
Bir diğer açıklamaya göre buyruğun anlamı şudur: "Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz." Yani sizler bugün dünyada iken size ileride göreceğinizi anlattığım hususları kesin olarak bilseydiniz "andolsun siz Cahîmi" kalb gözlerinizle "göreceksinizdir." Çünkü yakîn ilim, insanın cehennemi "kalb gözüyle görmesini sağlar. Bu da kıyamet hallerini, ve onun mesafelerinin ka-tedilmesinin, kişinin gözleri önünde canlanmasıyla olur.
"Yine andolsun onu ayne'l yakîn göreceksinizdir." Yani baş gözüyle görmek sırasında cehennem kesin olarak görülecektir, insanın gözü önünden kaybolmayacaktır.
"Sonra andolsun, o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." Bu da sorgulanmak ve amellerin arzedilmesi için Mevkıfte bulunulacağı zaman olacaktır. [20]
8. Sonra andolsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır.
"Sonra andolsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." Müslim'in Sahih'inde rivayet ettiğine göre Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlul-lah bir gün ya da bir gece dışarı çıktı. Ebu Bekir ve Ömer'le karşılaştı. Onlara: "Şu vakit evden çıkmanıza sebeb nedir!*" diye sordu. Açlık ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Peygamber: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, gerçekten beni de dışarı çıkartan sebeb, sizi çıkartan sebebin aynısıdır. Haydi kalkın.'' İkisi de onunla birlikte kalktı, ensardan bir adama gitti(ler). Adam evinde değildi. Hanımı Peygamberi görünce, hoş safa geldiniz dedi. Rasûlullah (sav) ona: "Filan nerede?" diye sordu. Hanımı: Bize bir miktar tatlı su getirmeye gitti. Derken ensardan olan o şahıs da geldi. Rasûlullaha ve arkadaşlarına baktı. Sonra da: Allah'a hamdolsun dedi. Bugün hiç kimsenin benim kadar değerli misafiri yoktur. Ensardan olan o zat gidip taze, kuru ve yaş hurması bulunan büyükçe bir salkım getirdi, bundan yiyin dedi. Bıçağı aldı, Rasûlullah (sav) ona: "Sakın süt emziren bir davarı kesmeyesin" dedi. Onlara bir koyun kesti, koyundan ve o hurma salkımından yediler, içtiler. Doyup, içeceğe de kanınca Rasûlullah (sav), Ebu Bekir ve Ömer'e dedi ki: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, kıyamet gününde bugünün nimetleri hakkın-
da size soru sorulacaktır. Açlık sebebiyle evlerinizden dışarıya çıktınız, sonra da bu nimetleri elde edip geri döndünüz. "[21]
Bu hadisi, Tirmizi de rivayet etmiştir. Onun rivayetinde şöyle denilmektedir: "İşte bu nefsim elinde olana yemin olsun ki; kıyamet gününde kendisinden sorgulanacağınız nimetlerdendir. Serin bir gölge, hoş taze hurma ve soğuk bir su." (Tirmizi) ensardan olan o şahsın künyesini de vermiş, adının Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihan olduğunu söylemiş ve ondan sonra başından geçen bu olayı zikretmiştir.[22]
Derim ki: Ensardan olan bu şahsın adı Malik b. et-Teyyihan'dır. Künyesi de Ebu'l-Heysem'dir. Bu olay ile ilgili olarak Abdullah b. Revâha, Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihan'ı överek şöyle demiştir:
"Hiçbir ümmet için İslâm gibi bir izzet kaynağı görmedim. Ve o misafirperverin misafirleri gibi bir topluluğu da. Bir peygamber, bir Sıddık ve bir ümmetin Faruk'u Ki bunlar hem dal, hem budak olarak Havvaoğullarının hayırlılarıdır. Belli bir vakit ve takdir olunmuş bir kaza gereği biraraya geldiler. Esasen Allah'ın kazası takdir olunmuş bir kaderdir. Şerefli bir adam ki cömertliğiyle yarışır, Kuşluk vakti güneşleriyle, cömertlik, şeref ve öğüncüyle Herbir baskında Allah'ın yarattıklarının şanlı suvarisidir o. Herkes sağlam çivilerle dokunmuş demir (zırh)ı giydiği vakit. Hoş ve güzel karşıladı, sevinçle selamladı, sonra cömertçe ağırladı onları. Onlara ziyafet olarak (etleri) paramparça edilmiş, semiz bir koyunu ikram eyledi."
Hafız Ebu Nuaym, Rasûluüah (sav)'ın azadlısı Ebu Asib'den şöyle dediğini zikretmektedir: Bir gece Rasûlullah (sav) yanımıza çıkageldi. Ben de onun yanına gittim. Sonra Ebu Bekir'in yanına vardı, onu çağırdı, o da yanına çıkıp geldi. Daha sonra Ömer'e uğradı, onu da çağırdı, o da yanına geldi. Yola koyuldu, nihayet ensardan birisine ait bir bahçeden içeri girip, bahçenin sahibine: "Bize taze hurma getir de yiyelim." dedi. Ensardan olan o zat bir salkım hurma getirdi, yere koydu, onlar da ondan yediler. Daha sonra su istedi, suyu içti. Sonra da: "Andolsun ki kıyamet gününde bunlardan size sorulacaktır" diye buyurdu. (Ebu Asib) dedi ki: Ömer salkımı aldı ve hurması
Rasûlullah (sav)'ın yüzüne doğru dağılıncaya kadar yere vurdu. Ey Allah'ın Rasûlü dedi, biz kıyamet gününde bundan da mı sorumlu tutulacağız? Peygamber şöyle buyurdu: "Evet, ancak üç şey müstesna (onlardan sorumlu tutulmak sözkonusu olmayacaktır.): Kendisiyle açlığını gidereceği bir parça ekmek yahut kendisiyle avretini örteceği bir elbise yahut sıcak ve soğuktan korunmak için içinde barınacağı bir delik."[23]
Te'vil alimleri kendisinden sorumluluğun sözkonusu olduğu nimetlerin mahiyeti hususunda on görüş belirtmişlerdir: [24]
1- Güvenlik ve sağlıktır. Bu İbn Mesud'un görüşüdür.
2- Sağlık ve boş vakittir. Bu da Said b. Cübeyr'in görüşüdür.
Buhari'de Peygamber (sav)'dan şöyle dediği zikredilmektedir: "İki nimet vardır ki insanların birçoğu o ikisi hakkında aldanış içerisindedirler: Sağlık ve boş vakit."[25]
3- Görmek ve
işitmek organları ile idrak edebilmektir. Bu görüş İbn Ab-bas'ın görüşüdür.
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Çünkü kulak, göz ve kalbin herbiri
ondan sorumludur." (el-İsra, 17/36)
Sahih'de Ebu Hureyre
ve Ebu Said'den şöyle dedikleri zikredilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki:
"Kıyamet gününde kul getirilir, ona şöyle der: Ben sana işitecek kulak,
görecek göz, mal ve evlat... vermedim mi?" Bu hadisi Tirmizi rivayet
etmiş olup, hakkında hadis hasen, sahihtir demiştir.[26]
4- Yenilen ve içilen şeylerin lezzetleridir. Bu da Cabir b. Abdullah el-En-sari'nin görüşüdür. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadis de buna delil teşkil eder.
5- Öğlen ve akşam yemekleridir. Bu da el-Hasen'in görüşüdür.
6- Bu Mekhul eş-Şami'nin görüşüdür: Bundan kasıt, midelerin doyması, soğuk içecekler, meskenlerin gölgesi, mutedil yaratılış ve uyku lezzetidir. Bunu ayrıca Zeyd b. Eşlem babasından rivayet etmiş ve şöyle dediğini naklet-miştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Sonra andolsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır" buyruğunu okudu. Yani midelerin doymasından (sorulacaksınız) ... diye buyurdu..." deyip hadisin geri kalan bölümlerini zikretti.[27]
Bu hadisi el-Maverdi zikrettikten sonra şunları söylemiştir: Böyle bir sorgulama kâfiri de, mümini de kapsamına alır. Şu kadar var ki, müminin sorgulanması ona hem dünya, hem âhiret nimetlerinin verileceği müjdesini ihtiva eder. Kâfirin sorgulanması ise dünyadaki nimetlere küfür ve masiyet ile karşılık verdiği için bir azar mahiyetinde olacaktır.[28]
7- Bir kesimin
görüşüne göre, bütün nimetleri kapsayan bu sorgulama, sadece kâfirler içindir.
Çünkü rivayet olunduğuna göre bu âyet-i kerime nazil olunca Ebıı Bekir şöyle
demiş: Ey Allah'ın Rasûlü! Ebu'1-Heysem b. et-Tey-'yihan'm evinden afpa ekmeği,
el ve henüz yeni olgunlaşmaya başlamış taze hurma ve ta ılı sudan ibaret
seninle birlikte bir yemek yemiştik. .Sence yemiş olduğumuz o yemek
kendisinden sorguya çekileceğimiz nimetlerden midir? Peygamber (sav) şöyle
buyurdu: "O sorgulama kâfirler içindir. Daha sonra: "Zaten Biz,
nankörlük edenlerden başkasını cezalandırır mıyız ki?" (Sebe, 34/17)
buyruğunu okudu. Bunu el-Kuşeyri Ebu Nasr zikretmiştir.
el-Hat.cn de: Nimetlerden sorumlu tutulacaklar, yalnızca cehennem ehlidir. el-Kuşeyri dedi ki: Bu hususta varid olmuş haberler bir arada şöylece açıklanabilir: Herkes sorumlu tutulacak, fakat kâfirlerin sorgulanmaları azar mahiyetinde olacaktır. Çünkü kâfirler şükrü terketmişlerdir. Müminlerin sorgulanması ise onların şereflerini yükseltmek mahiyetinde olacaktır. Çünkü müminler vaktiyle şükretmişlerdi. Kendilerinden sorumlu tutulacak nimetler ise her nimeti kapsar.
Derim ki: Bu görüş güzel bir görüştür. Çünkü (âyetin) lafzı gencidir, el-Firyabı şunu zikretmektedir: Bize Vcrkâ, tbn Ebi Necih'den yüce Allah'ın: "Sonra andolsun o günde nimetlerden elbette sorulacakstmzdır." buyruğu hakkında dedi ki: Dünyada zevk veren herşeyden...
Ebu'l-Ahvas, Abdullah (b. Mesud)'dan, o Peygamber (sav)'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: "Şüphesiz yüce Allah kıyamet gününde kulu üzerindeki nimetlerini tek tek sayacak, sonunda ona karşı şunu dahi sayacak: Benden seni filan kadın ile evlendirmemi istedin -ve bu arada o kadının ismini verecek- ben de seni onunla evlendirdim."[29]
Tirmizi'de, Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Şu: "Sonra andolsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." âyeti nazil olunca insanlar: Ey Allah'ın Rasülü! Bize hangi nimetlerden sorulacak, dediler. Çünkü nihayet bizim salıib olduğumuz iki kara şeydir. (Hurma ve suyu kastediyorlar.) Düşman da yanıbaşımızda, kılıçlarımız omuzlarımızda (bekliyoruz). Peygamber: "Şüphesiz ki bu olacaktır" diye buyurdu.[30]
Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rusûlullah (sav) buyurdu ki: "Kıyamet gününde kula ilk sorulacak şey: Biz sana sağlıklı bir beden vermedik mi? Biz sana doyasıya soğuk su içirmedik mi? sorusu olacaktır.[31]
Dedi ki': İbn Ömer'in hadisi de şöyledir: Ben Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyamet günü oİunca yüce Allah kullarından birisini çağıracak, onu önünde .durduracak ve ona maiı hakkında nasıl soru sorduysa, makam ve mevkileri hakkında da soracaktır."[32] Makam ve mevki (cah) hiç şüphesiz dünya nimetlerindendir.
Malik -Allah'ın rahmeti üzerine oİsun- dedi ki: Bundan kasıt beden sağlığı ile gönül hoşluğudur. İşte bu yedinci bir göriiştür.[33]
8- Bunun güvenlik ve afiyet ile birlikte uyku olduğu da söylenmiştir.
9- Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Açlıktan kurtaran
ve avreti örten, kaba yiyecek ve içeceklerden ötürü kıyamet gününde kişi
sorumlu tutulmayacaktır. Kişi ancak (daha ileri) nimetlerden sorumlu
tutulacaktır. (Süfyan) dedi ki:
Buna delil de yüce Allah'ın Adem'i cennette yerleştirdikten sonra ona: "Çünkü orada sen aç da kalmazsın, çıplak da ve sen onda susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da çekmezsin" (Ta-Ha, 20/118-119) diye buyurmuştur. Buna göre bu dört şey -yani açlığı gideren, susuzluğu gideren ve sıcağa karşı içinde bannıian ve kendisiyle avretini örtebildiği şey- Adem (a.s)'a mutlak olarak verilmişti. Bunlardan dolayı onun hesaba çekilmesi sözkonusu değildi. Çünkü bunlar onun için kaçınılmaz şeylerdi.
Derim ki: Buna benzer bir görüşü el-Kuşeyri Ebu Nasr da zikretmiş ve şöyle demiştir: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle avretini örteceği bir elbise, vücudunu ayakla tutabilecek kadar yiyecek ve sıcak ve soğuğa karşı kendisini koruyacak bir mekan kendilerinden sorgulanmayacağı şeyler arasındadır.
Derim ki: Bu görüş, Peygamber (sav)'ın şu buyruğundan çıkartılmıştır: "Bu hususlar dışında Âdemoğlunun bir hakkı yoktur: İçinde barınacağı bir meskeni, avretini Örten bir elbisesi ve kaLıksız ekmek ile su." Bu hadisi Tirmızi rivayet etmiştir.[34]
en-Nadr b. Şumeyl dedi ki: (Hadiste gecem) " Cilfu 1-hubz" beraberinde katık bu Sunmayan ekmek demektir.
10- Muhammed b. Ka'b da şöyle demiştir: Naim (nimetler) yüce Allah'ın bize Muhammed (sav)'ı göndermekle ihsan etmiş oiduğu nimettir. Kur'ân-ı Kerinı'de de şöyle buyurulmuştur "Andolsun ki Allah müminlere içlerinde kendilerinden âyetlerini okuyan... bir peygamber göndermekle büyük birlü-tufta bulunmuştur." (Âli îmran,
11- Yine
el-Hasc*n ve el-Mufaddal dedi ki: 13lı şc-riatlerin hafifletilmesi, Kur'ân-ı
Kerim'in kolaylaştınlmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Dinde size güçlük vermedi." (el-Hac, 22/78) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Andolsun ki BizKur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde vur mı
ibret alıp düşünen?" (el-Kamer, "34/17)
Derim ki: Bütün bu sayılanlar (ayrı ayrı, başlı başına) nimettir vt: kula bunlara karşı şükür mü etti, yoksa nankörlük mü etli diye soru sorulacaktır.
Baş taraftaki görüşler daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Tekâsiir Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). [35]
[1] Buhari’de böyle bir ifade tespit edemedik. Ancak,
Suyıırî, ed-Durru'l-Mensûr, VIII, filO'da Katsdeden Medine'den indiği anlamı
cıkartılafaikrcek iki rivayet kayd etmektedir. Âlû-sî, Ruhu'l-Meânî, XXX,
223'<le bazı delillere dayanarak Medine'de indiği gdrü.şiiniin daha
kuvvetli olduğuna dikkat çekmektedir.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/309.
[3]Müslim, IV. iri: Tirmizi, JV, 572, V, vl7L Nesol VI,
^K: Müsııed, IV, i ı. lb.
[4] Bu son cümle Ebu Hureye’nin
rivayetinde:Müslim,IV,2273;İbn Kesir,Tefsir,IV545’te ;münferiden Müslim
tarafından rivayet edildiği”belirtilmektedir.
[5] Buhari,V,2365;Müsned,V,218-Ebu Vakid
el-Leysiden-;Heysemi,Mecma’VIII,140’ta EbuVakid’in rivayetiyle Ahmed ve
taberani tarafından rivayet edildiğini Ahmed’in rivayetindeki ricali olduğunu
belirtmektedir.
[6] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/309-311.
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/311-312.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/312.
[9] İbn Mâce, I, 501
[10] Müslim, II, 671; Müsned, II, 441
[11] Tirmizi, III, 370; Nesaı, Vli, 234, VIII, 310;
Miîsned, V, 355.
[12] Tirmizi, 111, 371; İbn Mace, I, 502; Müsned,
II,
337. 356.
[13] Tirmizi,III,371’de hadisi zikrettikten sonra
kaydettiği açıklamaları
[14] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/312-313.
[15] İtin Hilıhan, Sahih, XIV, %• Hâkim, Müstedrek, II.
351: Müsned, 1. 215, i"7!
[16] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/314-315.
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/315-317.
[18] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/317-318.
[19] Müslim, 1, JH7: ayrıca bk. Hfıkıın. Müstedrek, II,
407, IV. Î42, 631, 641
[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/318-319
[21] Müslim, III, 1609; diğer rivayetleri için bk. İbn
Kesir, Tefsir, IV, 547.
[22] Tirmizi, IV, 583; Hâkim, Müstedrek, IV, 145.
[23] Ehu Nuaym, Hilye, II, 27-28; ayrıca bk. İbn Adiy,
el-Kâmil, II, 440-441.
[24] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/
[25] Buharı,
V,
2357; Tirmizi,
IV,
550; İbn Mace,
II,
1396; Müsned, I, 344.
[26] Tirmizi, IV, 619.
[27] İbn Kesir, Tefsir, IV, 548; Sııyutî,
ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 611.
[28] Mu verdi, Nüket, VI. 332.
[29] Aynı imlamı d;ı ituiva eden uzunca ve Eihı
Hurt-yıv'den gelen hîr hadis için hk. İlin Hib-b;ın, Sahih, X, 499, XVI,
3<V7. 478.
[30] Tirmizi, V, 44H; Miisned, V, 42y.
[31] Tirmizi, V, 448; Hâkim, Müstedrek, EV, 153.
[32] Tabeıâm, Evsat, I, 142, Sağır, I, 33; Heysemî, Mecma',
X. 346, -Sağîr'cleki rivayetle Yusuf h. Yunusun oldukça zayıf bir ravi
olduğunu kayd ederek- ileysemi'nln
sdzk.nni.i-sıı etmediği Evsaftaki rivayette de aynı z;ıtın adı germektedir
[33]
Merhum
müfessirimiz Kurtuht bundan sonra diğer görüşlerin numaraMnı vermemiştir. Biz
kendi kanaatimize göre farklı bulduğumuz sinüsleri bundan sonra nıımarabıııayn
devam edeceğiz.
[34] Tirmizi, IV, 571 (liıınclan sonraki en-N;ulr ti.
Şumeylin açıklamasını hadisin akîibinıle zikretmiştir): Tilmizi hilelisin
İıasen-sahih" oklusunu lif lirtmektedir. Diimkutnî, Ilel, [II, l'-y&A
Hııreys'in senedini zikrermekte yanıklığını belirtmekle yerinirken; İhnu'l-Cevzî,
el-îlelu'l-Mütenâhiye, II, 799'da: Hatlisiıı sahih (ilıniıdı^ını belirterek
Danıkulnî nin açıklamasının esas olduğuna dikkat çekmektedir
[35] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/319-324.