TEKÂSÜR SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 2

Çokluk Yarışı 3

Kabirleri Başka Maksatlar İçin Ziyaret Etmek. 3

Gerçeği Bilmek Ve Kesin Olarak Anlamak. 4

Cehennem'i Mutlaka Görecekleri Haber Veriliyor. 4

İnsana Verilen Her Nimetin Hesabı Sorulacaktır. 5


TEKÂSÜR SÛRESİ

 

Müfessirlerin hepsine göre, sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. An­cak Buharî bunun Medine'de indiğine dair bir rivayet nakletmiştir. İbn Merduye'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle de­miştir: «Bu sûre Mekke'de inmiştir.»[1]

Allâme Zemahşerî'ye göre, Tekâsür Sûresi Kevser Sûresi'nden sonra inmiştir.[2]

Birinoi âyetinde çokluk kuruntusuyla oyalananlar konu edilmekte ve bu mânaya delâlet eden «tekâsür» sûreye isim olmaktadır.

Âyet   sayısı     :     8

Kelime    »         :   36

Harf        »        : 152.[3]     

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Mal ve evlâdın çokluğunu böbürlenme ve büyüklük taslama kıs­tası sayan gafiller uyarılıyor.

2- İnkarcı şaşkınların, nankör gafillerin gelecekte hakikati kesinkes görecekleri haber veriliyor.

3- Âhiret gününde bunların Cehennem"! ayan-beyân göreceklerine atıf yapılıyor.

4- Ve o gün, dünyada verilen her nimetten dolayı kişiden hesap so­rulacağı bildiriliyor. [4]

 

Meali:

 

1- Çokluk yarış ve kuruntusu sizi o kadar oyaladı ki,

2- Kabirleri  bile ziyaret ettiniz(oradaki ölülerinizi bile saymaya çalıştınız!).

3- Hayır, (bu hareketiniz ve düşünceniz hiç doğru değildir)   İleride (gerçeği) bileceksiniz.

4- Sonra da dikkat edin, (gerçeği elbette) öğreneceksiniz.

5- Hayır, (iş bu kadar da değil) kesin bir bilgiyle (yaptıklarınızın ne kazandırdığını) bir bilseniz (büyük bir pişmanlık duyarsınız ki, duyacak­sınız!).                                                                                                    

6- And olsun ki, Cehennem'i elbette göreceksiniz.

7- Yine de orayı gözlerinizle kesinlikle göreceksiniz!.

8- Sonra da o gün, (size dünyada verilen) nimetlerden elbette so­rulacaksınız!.

 

İniş Sebebi

 

İbn Ebî Hâtim'in İbn Büreydr'dcn yaptığı rivayete göre : Bu sûre En-sar'dan Benî Harise ile Benî Haris kabileleri hakkında inmiştir.

Rivayete göre: Bu iki kabile mal ve evlât, soy-sop ile böbürlenme ve büyüklük taslama yarışına girerlerdi. Bazan işi o kadar ileri götürürlerdi ki, zaman zaman kabirlere gidip «şu ve şu adamımızın sizde bir benzeri var mıdır?» veya «şu ve şu kabir bizim kabilemizdendir» derken; diğer ka­bile de kendi adamlarının kabirlerini gösterip sayı ve soy bakımından böbürlenirler ve böylece sonu gelmeyen bir yarış içinde tartışıp durur­lardı.

[5]Diğer bir rivayete göre : Bu sûre, Kureyş'ten Benî Abdimenaf ile Be­ni Sehm kabileleri hakkında inmiştir. Şöyle ki: Bu iki kabile arasında çok gerilere uzanan bir tartışma sürüp gelmekteydi. İleri gelen söz sahipleri, hangi kabilenin sayı bakımından daha çok olduğu üzerinde inat ve ısrarla dururdu. Abdimenaf Kabilesi: «Bizler gerek seyyid, gerek aziz kişiler ba­kımından daha çokuz» derken, diğer kabile de benzeri iddialar ileri sü­rerek böbürlenme yarışını sürdürürlerdi. Bazan da iddialarını doğrulamak için kabristana gidip kendilerine ait ölüleri sayarlardı. Böylece diri insan bakımından Beni Abdimenaf'm, ölü bakımından Benî Sehm'in daha çok olduğu anlaşılırdı. [6]

 

İlgili Hadîsler

 

«Âdemoğlu «malım, malım» der durur. Senin malın sadece yiyip tü­kettiğin, giyip eskittiğin ve tasadduk edip geçtiğindir[7]

Müslim ise bu hadîsi Süveyd b. Saîd'den şöyle rivayet etmiştir: «Kul, malım, malım der durur. Ona malından ancak şu üçü vardır:

1- Yiyip tükettiği,

2- Giyip eskittiği,

3- Tasadduk edip geçtiği.. Bundan başkası (elden) gidici ve sahibi de onu terkedicidir[8]

«Ölen kimseyi üç şey takip eder. Onlardan ikisi geri döner, biri ise onunla beraber kalır. Ev halkı, malı ve ameli onu takip eder. Ev halkıyla malı geri döner, ameli ise onunla kalır.» [9]

«Âdemoğlu yaşlanır gider de iki şey onunla beraber kalır: Hırs ve emel..» [10]

İmam Ahmed, Ebû Üseyb (R.A.)den şu rivayeti nakletmiştir: «ResulüIIah (A.S.) Efendimiz geceleyin (evinden) çıkıp bana uğradı ve seslenip beni çağırdı. Dışarı çıkıp Ona   katıldım.   Sonra   Ebû   Bekir'e (R.A.) uğrayıp onu çağırdı. Sonra da Ömer'e (R.A.) uğradı ve onu çağırdı. Hep birlikte ensardan birinin, ihata duvarıyla çevrili avlusuna gittiler. Re­sulü İlah (A.S.), avlu sahibine : «Bize bir şeyler yedir!» diye seslendi. O adam da bir salkım hurma getirip Resûlüllah'ın (A.S.) önüne koydu. Böy­lece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ile arkadaşları o hurmadan yedikten son­ra soğuk su istedi. Ondan da içtikten sonra Resûlüllah (A.S.) şöyle buyur­du : «And olsun ki kıyamet gününde bu nimetten sorulacaksınız!» Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) o hurma salkımını alıp silkti ve hurmalar yere dö­küldü. Resûlüllah'a (A.S.) sordu: «Kıyamet gününde bundan da mı soru­lacağız?» Resûlüllah (A.S.) ona: «Evet, ancak üç şeyden sorulmayacak­sınız : Adamın utanç yerini örttüğü bez parçası, açlığını gideren bir parça ekmek ve sıcak-soğuktan korunmak için başını soktuğu bir çukur (oda­cık).» [11]

Muâz b. Abdi lan b. Habîb'in babasından, onun da amcasından yap­tığı rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: «Bir mecliste bulu­nuyorduk. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz başı ıslak bir halde çıkageldi. Biz Ona : «Ya Resûlellah! Sizi mutlu ve huzurlu görüyoruz» dedik. O da : «Evet öyle..» buyurdu. Sonra şunu ilâve etti: «Allah'tan korkup sakınan kim­senin zengin olmasında bir sakınca yoktur. Allah'tan korkup (kötülükler­den) sakınan kimse için sağlık zenginlikten hayırlıdır. Mutlu ve huzurlu olmak da (Allah'ın verdiği) nimetlerdendir.»[12]

«Kıyamet gününde kuldan Jlk olarak nimetlerden sorulacak ve ken­disine : «Bedenini sıhhatli kılmadık mı? Sana soğuk su içirmedik mi?» diye sorulacak.»[13]

«İki nîmet vardır ki insanların çoğu onlar hakkında gaflet edip aldan-mıştır: Sağlık ve boş vakit..»[14]

 

Çokluk Yarışı

 

«Çokluk yarış ve kuruntusu sizi o kadar oyaladı ki, kabirleri bile ziyaret ettiniz (oradaki ölülerinizi bile saymaya çalıştınız!)..»

Yaratılıp dünyaya getirilmesinin hikmet ve amacını bilmeyen. Yüce Yaratan'ının çizdiği hayat programından habersiz olan; kitap indirilmesi­nin ve peygamber gönderilmesinin sebebini idrâk etmeyenlerin kalpleri ve kafaları bütünüyle dünyalığa dönük olur. Amaç ve arzuları mal, ma­kam ve evlât çerçevesi içine sıkışıp kalır.

Konumuzu oluşturan âyetlerle, belirttiğimiz çerçeve içinde sıkışıp ka­lan Mekkeli müşriklerin o günkü düşünce ve davranışı misal veriliyor ve böylece her çağda o gibilerin bulunabileceğine işaret edilerek, dosdoğru imân edenlerin çokluk yarışına ve kuruntusuna kapılmamalari; aynı za­manda oyalayıcı lüzumsuz şeylerden uzak kalmaları isteniliyor. Çünkü insan bu gibi basit ve iki hayat için gerekli olmayan şeyler için değil, çok yüce amaçlar için yaratılmıştır.

Gerçi insanda fıtratan dünyalıktan yana arzu, istek, hattâ hırs duy­gusu mevcuttur. Hayata hareket kazandırma ve insanı atâletten uzak bu­lundurma hikmetine mebni verilen bu duygu Kitap ve Sünnet ile kanalize edilmezse, sahibini eninde-sonunda felâkete sürükler.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu inceliğe işaretle şöyle buyurmuştur:

«Âdemoğlunun bir vadi altını olsa ikinci vadinin olmasını ister. Ade-moğlunun ağzını (veya dünyalığa olan aşırı tutkusunu) ancak toprak dol­durur. Dönüş yapıp tevbe edenlerin tevbesini Cenâb-ı Hak kabul eder.» [15]

 

Kabirleri Başka Maksatlar İçin Ziyaret Etmek

 

Şüphesiz ki ölüm her canlı için mukadder bir kanundur ve değişmesi söz konusu değildir. O halde aynı yolun yolousu olan insanoğlu kendinden önce ölenlerden ibret ve öğüt alacak değil midir? Her gün aramızdan tanıdık simalardan birkaç tanesinin kaybolması bizi uyarmaya ve kalan ömrümüzü en iyi şekilde değerlendirmemize yeterli misal teşkil etmiyor mu? Aksine bir yol tutanların sonlarının nereye vardığını göremiyecek ka­dar kör olanların, kalp gözleri kör olarak öleceklerinde ve yine kör ola­rak kabirlerinden kaldırılacaklarında şüphe mi vardır? Öylelerini, mezbaha duvarının ardında kesilmeye hazır bekletilen koyun sürüsüne benzetme­miz uygun olmaz mı? Sürünün bir ucu kasabın bıçağı altında can verip birbirini izlerken geriye kalanının bu mukadder sonuçtan habersiz ve gafil bir halde önlerine konulan bir tutam ot üzerinde tokuşup sürtüşme­leri şaşılacak bir olay ve hayretamiz bir manzara değil midir?

İslâm'ın ilk yıllarında Mekkeli müşrikler kabirleri maksat ve anlamı dı­şında ziyaret eder ve böylece atalarıyla övünüp böbürlenirlerdi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz diğer kötü âdetleri bir bir yıkmaya yöneldiği gibi, bu âdeti de yıkmaya yöneldi. İnen ilâhî âyetlerin ışığı altında bir süre için kabir ziyaretini yasakladı. İlâhî hükümler kademe kademe inip mü'minlerin kalp ve kafalarını aydınlatarak yatışkanlık sağladıktan sonra bu yasak şu hadîsle kaldırıldı ve böylece kabirleri ziyaret asıl amaç ve hikmetine yö­nelik olarak yeni bir veçhe aldı:

«Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiş idim. Artık (bundan böyle) kabirleri ziyaret ediniz!..» [16]

«Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiş idim. Şimdi ise Muhammed'e anasının kabrini ziyaret etmesi için izin verilmiş bulunuyor. Artık siz de kabirleri ziyaret ediniz!» [17]

Müslim'in rivayetinde ilgili hadîs şu lâfızlarla belirtilmiştir: «Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiş  idim. Artık (bundan  böyle) onları ziyaret ediniz. Çünkü bu ziyaret dünyada insanı (aşırı haz ve istek­lerden alıkoyan) zühd derecesine eriştirir ve âhireti de hep hatırlatır.» [18]

Kur'ân-ı Kerîm'de lâfız olarak «mekabîr» ismi sadece bu sûrede geç­mektedir. Manâ ve mefhum olarak birçok yerde anıldığında şüphe yoktur.

O halde kabir ziyareti konusunda Resûlüllah'ın {A.S.) sünnetini çok iyi bilmemize gerek vardır. İslâmî ölçülere uymayan bazı mahallî âdetlerin tesiri altında kalıp sünnet dışı ziyarette bulunmak, sevap yerine günah ka­zandırır. Çünkü İslâm'a uymayan her âdetin gayr-i İslâmî kaynaklardan sızıp yerleştiğinde şüphe yoktur.[19]

 

Gerçeği Bilmek Ve Kesin Olarak Anlamak

 

«Hayır (bu hareketiniz ve düşünceni  hiç doğru değildir.) İleride (gerçeği) bileceksiniz. Sonra da dikkat edin (ger­çeği elbette) öğreneceksiniz.»

Mal ve evlât yarışına girip bir sürü kuruntu peşinde koşan gafiller uyarılırken ileride gerçeği bilecekleri te'kiden haber veriliyor.

Burada «ileride..» sözünden murat ve maksat nedir? Ölmeden önce mi, kabir âleminde mi, yoksa âhiret gününde mi? Âyetteki anlatım tarzı bunların hepsine hamledilebilecek bir esnekliktedir. Nitekim müfessirler bu doğrultuda şu yorumlan getirmişlerdir:

a) Mücahid ve Ferra'a göre: İlende bu böbürlenme yarışının elîm sonucunu bileceksiniz ve elbette bunu öğreneceksiniz.

Bunlara göre, âyetteki tekrar, tehditten sonra te'kîd ve tağlîzdir.

b) İbn Abbas'a (R.A.) göre : İleride size inecek olan kabir azabını bi­leceksiniz demektir. Bu mânayla birinci defa bilmeleri kabirde, ikinci bil­meleri âhirette gerçekleşecektir. Nitekim Zer (veya Zir) b. Hubeyş'in yap­tığı rivayete göre: Hz. Ali (R.A.) şöyle demiştir: «Biz önceleri kabir azabı

hakkında biraz şüphe içinde bulunuyorduk. Sonraâyeti inince bu şüphemiz kalktı.»[20]

c) Diğer ilim adamlarına göre : İleride ölüm olayı karşınıza çıkıp gö­revli melekler ruhunuzu almaya gelince ve bir de sizi kabre koyduklarında gerçeği anlayacaksınız manâsı söz konusudur.

Böylece kabir azabının hak ve vacip olduğu istidlal edilmiştir.

d) Kabirlerden kaldırılıp haşredildiğiniz zaman ve âhiret gününde ce­reyan edecek hesap faslında gerçeği bileceksiniz.

e) Dahhak'e göre: Birinci defa «bileceksiniz»  sözü  kâfirlerle, ikinci defa «bileceksiniz» sözü ise, mü'minlerle ilgilidir. Diğer bir yorum da şöyledir:

İleride İslâm'ın, sizin böbürlenip yarıştığınız konulardaki hükmünü ve insanın çok yüce amaçlar için yaratıldığını İslâm'a girenleriniz bilecekler­dir. Sonra da Mekke'nin fethinde bu gerçeği anlayacaklardır. Öldükten sonra ise, bu gerçeklere kesin bilgi edinip «ilme'l-yakîn» derecesinde id­râke erişeceklerdir.

Ancak bu yorumlardan (b) maddesinde yer alan İbn Abbas'ın (R.A.) tefsiri ağırlık kazanmıştır.[21]

 

Cehennem'i Mutlaka Görecekleri Haber Veriliyor

 

 «And olsun ki, Cehennem'i elbette gö­receksiniz, yine de orayı gözlerinizle kesinlikle göreceksiniz.»

Bu âyetle yalnız gafil müşrikler, inkarcı nankörler, maddeci şaşkın­lar mı tehdit ediliyor, yoksa mü'min, kâfir bütün insanlar mı uyarılıyor? Her iki yorum da bu anlatımın kapsamına girmektedir. Siyak ve sibakı dikkate alanlar, kâfirlerle ilgili bulunduğunu belirtmişlerse de sûrenin son âyeti olan «Sonra da o gün (size dünyada verilen) nimetlerden elbette sorula­caksınız» cümlesi ikinci yorumu kuvvetlendirmekte ve bu mücmelin şu âyetle açıklandığını ilham etmektedir: «Hem sizden hiçbir kimse yoktur ki Cehennem'e uğramış olmasın. Bu Rabbının yanında kesin hükme bağlan­mıştır.» [22]

Öyle ki, mü'minler Cennet'e girmek için mutlaka Cehennem üzerine kurulu Sırat'ı geçmeleri gerekecek ve cehennemlik olanlar da ancak bu köprü üzerinden ateşe atılacaklardır. Böylece âhiret gününde Cehennem'i ayan-beyân görmeyen kalmayacaktır.

Bu anlatımla, inkarcılara nasıl yaşlılık ve ölüm denilen ilâhî kanunu ib-tal etme imkânları yoksa, Cehennem denilen azap yerini de ortadan kal­dırma kudret ve imkânlarının bulunamayacağı ihtar edilerek ölmeden önce bu gerçeğe inanmalarının lüzumu ve faydası anlatılıyor. İlâhî programa uyup ona göre iki hayatı düzenlemenin tek kurtuluş çaresi olduğu dolaylı şekilde bildiriliyor.

Diğer yandan imân edenlere de sözü edilen gerçeği hep göz önünde bulundurmaları ve ona göre her gün biraz daha sâlih amelleri çoğaltıp Allah'a yakınlık sağlamaları ilham ediliyor.[23]

 

İnsana Verilen Her Nimetin Hesabı Sorulacaktır

 

«Sonra da o gün, (size dünyada verilen) ni­metlerden elbette sorulacaksınız!.»

Şüphesiz insanın zevk aldığı, ferahlık duyduğu, iştiha ile yöneldiği o kadar çok nîmet var ki, onları saymak bile bir bakıma mümkün değildir. Ancak insan olarak yaratılmamız ve İslâm nimetine muvaffak kılınmamız, sâlih amellerde bulunmamız, beden ve ruh sağlığıyla günlük hayatımızı sürdürmemiz bu nîmetlerin başında gelir. Zira «Allah kimin hakkında hayır (iyilik) murad ederse, onu dinde fakîh kılar (bilgili ve anlayışlı düzeye gel­meye muvaffak eyler).» [24]

Şüphesiz bu ilâhî tevfikin tecelli edip kulu dinde bilgili ve anlayışlı ol­ma düzeyine getirmesi en hayırlı nimetlerden biridir.

Sonra da yeryüzüyle gökteki nîmetlerin insana baş eğdirilmesi; kay­nakların önceden hazırlanıp istifade edilir düzeye getirilmesi de insan ha­yatıyla içice olan nîmetlerdendir. Herkes bulunduğu ortam ve şartlara, taşıdığı yeteneklere göre bu nimetlerden az veya çok yararlanmaktadır. Gerçek bu olunoa, her nîmetin nasıl hazırlandığını, bu hususta ne gibi şeylerin hizmete sevkedildiğini düşünmek ve her nîmete böyle bir idrâk uyanıklığıyla yaklaşıp meşru ölçüler çerçevesinde ondan istifade etmeği prensip edinmek farzdır. Zira yararlandığımız her nîmetten mutlaka so­rulup hesap vermek zorunda olacağımız kesindir.

Kişi kendini böyle bir imân ve irfan çizgisinde tutmakla başarılı olur­sa, üç ayrı iyilik ve fazilet işlemiş olur:

1-Kalbinde oluşturduğu iç disiplinle kendi hakkına razı olup baş­kasının hakkına el uzatmaktan geri kalır, yani kendine hâkim olup meşru sınırları gözetir. Böylece dürüstlük doğrultusunda örnek alınacak, misal teşkil edilecek nezih bir ömür geçirir.

2-Ev halkma, çocuklarına ye yakın çevresine helâl lokmanın, şük­rü yerine getirilen nîmetin insana yakışan hasletlerden olduğunu söz ve davranışlarıyla gösterir ve onlara en güzel ahlâkî mirası bırakmış olur.

3-İnsan haklarına saygılı olmanın, hakları korumanın, güvenilir bir toplum oluşturmanın en sağlam adımını atmış olur. O sebeple de toplum bünyesinde yer alan kişilerden birbirini sevip sayan bir cemaat meydana çıkmış olur.

Doğunun halk filozofu Şeyh Sadi bu inceliği ve fazileti dile getirirken diyor ki:

«Bulut, rüzgâr, güneş, ay ve felek hepsi iştedir. Hepsi de elele verip senin eline bir parça ekmek vermeğe çalışmaktadır. Arttk o ekmeği gaf­let içinde yemen insaf ve izanın şartına uymaz.»

Resûlüllah {A.S.) Efendimiz mü'minleri böylesine kadirbilirlik düzeyin­de tutmak; nankörlük ve gafletten uzak bulundurmak üzere şu çok an­lamlı hadîsini beyân buyurmuştur:

«Kim kendi evinde ve yurdunda güvende, bedeni sağlık ve afiyette olur ve günlük azığı da yanında bulunursa, dünya bütünüyle ona ayrılıp verilmiş gibi olur.» [25]

Mevcut ile yetinip rızkını helâl yoldan sağlayan ve her lokmadan so­rulacağına inanarak kendisine verilen nimetin şükrünü kalben, lisanen, bedenen ve malen yerine getiren kimse, kendini hesap gününe hazırlamış olur. Şüphesiz kişi kendini böyle bir fazîlet ve sorumluluk çizgisinde tutun­ca, aile ve toplumun huzur ve güven unsuru haline gelir.

İki sûre arasındaki münasebet:

Tekâsür süresiyle, câhiliyet devrine ait böbürlenme ve mal ile evlâdın çokluğuyla yarışma konusu üzerinde duruldu. Sonra da kula verilen her nîmet hususunda CenâbHakk'jn soracağına dikkat çekilerek sûre nok­talandı.

Asr Süresiyle, kendini böylesine fazîlet yansıtan şükür düzeyine ge­tirmeyen insanların mutlak anlamda zararda oldukları bildiriliyor ve uhre- zarar ve onun neticesi olan elîm azaptan kurtulmanın yollan gösteri­lerek aydınlatıcı ve yönlendirici bilgi veriliyor.

Hamd âlemferin Rabbı Allah'a; salât-ü selâm peygamberlerin hâtemi Hz. Muhammed'e (A.S.) ve Onun âl ve eshabına olsun.[26]

 



[1] Şevkani, Fethü’l-kadir: 5/478; Tefsir-i kurtubi: 20/168.

[2] Tefsiru’l-Keşşaf: 4/791.

[3] Nisaburi, Tefsiru Garaibi’l-Kur’an: 30/155.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6971.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6971.

[5] Bilgi için bak: Suyûtî, Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122

[6] Bilgi için bak: Suyûtî, Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6973.

[7] Müslim, Zühd: 3; Ahmed, Müsned: 4/24.

[8] Müslim, Zühd: 5

[9] Buharî, Rikak: 42; Müslim, Zühd: 4, 5; Tirmizî, Zühd: 46; Nesâî, cenâiz : 52

[10] Müslim/zekât: 115- Tirmizî/zühd : 28, kıyamet: 22- İbn Mâce/zühd : 27-Ahmed : 2/115, 119

[11] Müsned-i Ahmed :  5/81

[12] îbn Mâce/ticarat: 1/35

[13] Tirmizi, Tefsir-i Sure: 102

[14] Buhari, Rikak: 1; Tirmizi, Zühd: 1; İbn Mace, Zühd: 15; Daremi, Rikak: 2; Ahmed: 1/258, 344.

[15] Müslim/zekât: 116, 119- Tirmizi/menakıb : 32- Ahmed: 5/131, 132-6/55

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6975.

[16] Taberânî/dahayâ : 8

[17] Tirmizî/cenâiz :  60- Ebû Dâvud/cenâiz :  77,   eşribe :  7-   Nesâî/cenâiz : 100- Ibn Mâce/cenâiz : 47- Ahmed : 1/145, 452- 3/38, 63, 66, 237, 250- 5/350  355 356, 357, 359, 361

[18] Müsllm/cenâiz:  106, edâhî:  37- Tabarânî/dahaya :  8- Ahmed:  3/38

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6975-6977.

[20] El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an: 20/172.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6977-6978.

[22] Meryem Sûresi: 71

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6978-6979.

[24] Buharî/ilim : 10, humus: 7, i'tisam: 10- Müslim /imaret: 175, zekât: 98; 100- Tirmizl/İlim : 4, mukaddeme : 17- Dâremî/mukaddeme : 24, rikak : 1- Ta-berânî/kader: 8- Ahmed : 1/206- 2/234- 4/92, 93, 95, 97, 98, 99, 101

[25] Tirmizî/zühd:  34; Ibn Mâce/zühd:  9

[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6979-6980.