Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Kabirleri Başka Maksatlar İçin Ziyaret Etmek
Gerçeği Bilmek Ve Kesin Olarak Anlamak
Cehennem'i Mutlaka Görecekleri Haber Veriliyor
İnsana Verilen Her Nimetin Hesabı Sorulacaktır
Müfessirlerin hepsine
göre, sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. Ancak Buharî
bunun Medine'de indiğine dair bir rivayet nakletmiştir. İbn
Merduye'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle demiştir:
«Bu sûre Mekke'de inmiştir.»[1]
Allâme Zemahşerî'ye göre, Tekâsür Sûresi
Kevser Sûresi'nden sonra inmiştir.[2]
Birinoi âyetinde çokluk kuruntusuyla oyalananlar konu
edilmekte ve bu mânaya delâlet eden «tekâsür» sûreye
isim olmaktadır.
Âyet sayısı
: 8
Kelime »
: 36
Harf »
: 152.[3]
1- Mal ve
evlâdın çokluğunu böbürlenme ve büyüklük taslama kıstası sayan gafiller
uyarılıyor.
2- İnkarcı
şaşkınların, nankör gafillerin gelecekte hakikati kesinkes görecekleri haber
veriliyor.
3- Âhiret gününde bunların Cehennem"! ayan-beyân
göreceklerine atıf yapılıyor.
4- Ve o gün,
dünyada verilen her nimetten dolayı kişiden hesap sorulacağı bildiriliyor. [4]
1- Çokluk
yarış ve kuruntusu sizi o kadar oyaladı ki,
2- Kabirleri bile ziyaret ettiniz(oradaki ölülerinizi bile
saymaya çalıştınız!).
3- Hayır,
(bu hareketiniz ve düşünceniz hiç doğru değildir) İleride (gerçeği) bileceksiniz.
4- Sonra da
dikkat edin, (gerçeği elbette) öğreneceksiniz.
5- Hayır,
(iş bu kadar da değil) kesin bir bilgiyle (yaptıklarınızın ne kazandırdığını)
bir bilseniz (büyük bir pişmanlık duyarsınız ki, duyacaksınız!).
6- And olsun
ki, Cehennem'i elbette göreceksiniz.
7- Yine de
orayı gözlerinizle kesinlikle göreceksiniz!.
8- Sonra da
o gün, (size dünyada verilen) nimetlerden elbette sorulacaksınız!.
İbn Ebî Hâtim'in İbn Büreydr'dcn yaptığı rivayete
göre : Bu sûre En-sar'dan Benî Harise ile Benî Haris
kabileleri hakkında inmiştir.
Rivayete göre: Bu iki
kabile mal ve evlât, soy-sop ile böbürlenme ve büyüklük taslama yarışına
girerlerdi. Bazan işi o kadar ileri götürürlerdi ki,
zaman zaman kabirlere gidip «şu ve şu adamımızın
sizde bir benzeri var mıdır?» veya «şu ve şu kabir bizim kabilemizdendir»
derken; diğer kabile de kendi adamlarının kabirlerini gösterip sayı ve soy
bakımından böbürlenirler ve böylece sonu gelmeyen bir yarış içinde tartışıp
dururlardı.
[5]Diğer bir rivayete göre : Bu sûre, Kureyş'ten
Benî Abdimenaf ile Beni Sehm
kabileleri hakkında inmiştir. Şöyle ki: Bu iki kabile arasında çok gerilere
uzanan bir tartışma sürüp gelmekteydi. İleri gelen söz sahipleri, hangi
kabilenin sayı bakımından daha çok olduğu üzerinde inat ve ısrarla dururdu. Abdimenaf Kabilesi: «Bizler gerek seyyid,
gerek aziz kişiler bakımından daha çokuz» derken,
diğer kabile de benzeri iddialar ileri sürerek böbürlenme yarışını
sürdürürlerdi. Bazan da iddialarını doğrulamak için
kabristana gidip kendilerine ait ölüleri sayarlardı. Böylece diri insan
bakımından Beni Abdimenaf'm, ölü bakımından Benî Sehm'in daha çok olduğu anlaşılırdı. [6]
«Âdemoğlu «malım,
malım» der durur. Senin malın sadece yiyip tükettiğin, giyip eskittiğin ve tasadduk edip geçtiğindir.» [7]
Müslim ise bu hadîsi Süveyd b. Saîd'den şöyle rivayet
etmiştir: «Kul, malım, malım der durur. Ona malından ancak şu üçü vardır:
1- Yiyip
tükettiği,
2- Giyip
eskittiği,
3- Tasadduk edip geçtiği.. Bundan
başkası (elden) gidici ve sahibi de onu terkedicidir.»[8]
«Ölen kimseyi üç şey
takip eder. Onlardan ikisi geri döner, biri ise onunla beraber kalır. Ev halkı,
malı ve ameli onu takip eder. Ev halkıyla malı geri döner, ameli ise onunla
kalır.» [9]
«Âdemoğlu yaşlanır
gider de iki şey onunla beraber kalır: Hırs ve emel..» [10]
İmam Ahmed, Ebû Üseyb
(R.A.)den şu rivayeti nakletmiştir: «ResulüIIah
(A.S.) Efendimiz geceleyin (evinden) çıkıp bana uğradı ve seslenip beni
çağırdı. Dışarı çıkıp Ona
katıldım. Sonra Ebû Bekir'e (R.A.) uğrayıp onu çağırdı. Sonra da
Ömer'e (R.A.) uğradı ve onu çağırdı. Hep birlikte ensardan
birinin, ihata duvarıyla çevrili avlusuna gittiler. Resulü İlah (A.S.), avlu
sahibine : «Bize bir şeyler yedir!» diye seslendi. O adam da bir salkım hurma
getirip Resûlüllah'ın (A.S.) önüne koydu. Böylece Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ile arkadaşları o hurmadan
yedikten sonra soğuk su istedi. Ondan da içtikten sonra Resûlüllah
(A.S.) şöyle buyurdu : «And olsun ki kıyamet gününde
bu nimetten sorulacaksınız!» Bunun üzerine Hz. Ömer
(R.A.) o hurma salkımını alıp silkti ve hurmalar yere döküldü. Resûlüllah'a (A.S.) sordu: «Kıyamet gününde bundan da mı
sorulacağız?» Resûlüllah (A.S.) ona: «Evet, ancak üç
şeyden sorulmayacaksınız : Adamın utanç yerini örttüğü bez parçası, açlığını
gideren bir parça ekmek ve sıcak-soğuktan korunmak için başını soktuğu bir
çukur (odacık).» [11]
Muâz b. Abdi lan b. Habîb'in babasından, onun da amcasından yaptığı rivayete
göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: «Bir mecliste bulunuyorduk. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz başı ıslak bir halde çıkageldi.
Biz Ona : «Ya Resûlellah!
Sizi mutlu ve huzurlu görüyoruz» dedik. O da : «Evet öyle..» buyurdu. Sonra
şunu ilâve etti: «Allah'tan korkup sakınan kimsenin zengin olmasında bir
sakınca yoktur. Allah'tan korkup (kötülüklerden) sakınan kimse için sağlık
zenginlikten hayırlıdır. Mutlu ve huzurlu olmak da (Allah'ın verdiği)
nimetlerdendir.»[12]
«Kıyamet gününde
kuldan Jlk olarak nimetlerden sorulacak ve kendisine
: «Bedenini sıhhatli kılmadık mı? Sana soğuk su içirmedik mi?» diye sorulacak.»[13]
«İki nîmet vardır ki
insanların çoğu onlar hakkında gaflet edip aldan-mıştır:
Sağlık ve boş vakit..»[14]
«Çokluk yarış ve
kuruntusu sizi o kadar oyaladı
ki, kabirleri bile ziyaret ettiniz (oradaki ölülerinizi bile saymaya
çalıştınız!)..»
Yaratılıp dünyaya
getirilmesinin hikmet ve amacını bilmeyen. Yüce Yaratan'ının çizdiği hayat
programından habersiz olan; kitap indirilmesinin ve peygamber gönderilmesinin
sebebini idrâk etmeyenlerin kalpleri ve kafaları bütünüyle dünyalığa dönük
olur. Amaç ve arzuları mal, makam ve evlât çerçevesi içine sıkışıp kalır.
Konumuzu oluşturan
âyetlerle, belirttiğimiz çerçeve içinde sıkışıp kalan Mekkeli müşriklerin o
günkü düşünce ve davranışı misal veriliyor ve böylece her çağda o gibilerin
bulunabileceğine işaret edilerek, dosdoğru imân edenlerin çokluk yarışına ve
kuruntusuna kapılmamalari; aynı zamanda oyalayıcı
lüzumsuz şeylerden uzak kalmaları isteniliyor. Çünkü insan bu gibi basit ve iki
hayat için gerekli olmayan şeyler için değil, çok yüce amaçlar için
yaratılmıştır.
Gerçi insanda fıtratan dünyalıktan yana arzu, istek, hattâ hırs duygusu
mevcuttur. Hayata hareket kazandırma ve insanı atâletten uzak bulundurma
hikmetine mebni verilen bu duygu Kitap ve Sünnet ile kanalize edilmezse, sahibini eninde-sonunda felâkete
sürükler.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu inceliğe işaretle şöyle
buyurmuştur:
«Âdemoğlunun bir vadi
altını olsa ikinci vadinin olmasını ister. Ade-moğlunun ağzını (veya dünyalığa olan aşırı tutkusunu) ancak
toprak doldurur. Dönüş yapıp tevbe edenlerin tevbesini Cenâb-ı Hak kabul eder.»
[15]
Şüphesiz ki ölüm her
canlı için mukadder bir kanundur ve değişmesi söz konusu değildir. O halde aynı
yolun yolousu olan insanoğlu kendinden
önce ölenlerden ibret ve öğüt alacak
değil midir? Her gün aramızdan tanıdık simalardan birkaç tanesinin kaybolması
bizi uyarmaya ve kalan ömrümüzü en iyi şekilde değerlendirmemize yeterli misal
teşkil etmiyor mu? Aksine bir yol tutanların sonlarının nereye vardığını göremiyecek kadar kör olanların, kalp gözleri kör olarak
öleceklerinde ve yine kör olarak kabirlerinden kaldırılacaklarında şüphe mi
vardır? Öylelerini, mezbaha duvarının ardında kesilmeye hazır bekletilen koyun
sürüsüne benzetmemiz uygun olmaz mı? Sürünün bir ucu kasabın bıçağı altında
can verip birbirini izlerken geriye kalanının bu mukadder sonuçtan habersiz ve
gafil bir halde önlerine konulan bir tutam ot üzerinde tokuşup sürtüşmeleri
şaşılacak bir olay ve hayretamiz bir manzara değil
midir?
İslâm'ın ilk
yıllarında Mekkeli müşrikler kabirleri maksat ve anlamı dışında ziyaret eder
ve böylece atalarıyla övünüp böbürlenirlerdi. Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz diğer kötü âdetleri bir bir yıkmaya
yöneldiği gibi, bu âdeti de yıkmaya yöneldi. İnen ilâhî âyetlerin ışığı altında
bir süre için kabir ziyaretini yasakladı. İlâhî hükümler kademe kademe inip mü'minlerin kalp ve
kafalarını aydınlatarak yatışkanlık sağladıktan sonra
bu yasak şu hadîsle kaldırıldı ve böylece kabirleri ziyaret asıl amaç ve
hikmetine yönelik olarak yeni bir veçhe aldı:
«Ben sizi kabirleri
ziyaretten men'etmiş idim. Artık (bundan böyle)
kabirleri ziyaret ediniz!..» [16]
«Ben sizi kabirleri
ziyaretten men'etmiş idim. Şimdi ise Muhammed'e
anasının kabrini ziyaret etmesi için izin verilmiş bulunuyor. Artık siz de
kabirleri ziyaret ediniz!» [17]
Müslim'in rivayetinde
ilgili hadîs şu lâfızlarla belirtilmiştir: «Ben sizi kabirleri ziyaretten men'etmiş idim.
Artık (bundan böyle) onları ziyaret
ediniz. Çünkü bu ziyaret dünyada insanı (aşırı haz ve isteklerden alıkoyan) zühd derecesine eriştirir ve âhireti
de hep hatırlatır.» [18]
Kur'ân-ı Kerîm'de lâfız olarak «mekabîr»
ismi sadece bu sûrede geçmektedir. Manâ ve mefhum
olarak birçok yerde anıldığında şüphe yoktur.
O halde kabir ziyareti
konusunda Resûlüllah'ın {A.S.) sünnetini çok iyi
bilmemize gerek vardır. İslâmî ölçülere uymayan bazı
mahallî âdetlerin tesiri altında kalıp sünnet dışı ziyarette bulunmak, sevap
yerine günah kazandırır. Çünkü İslâm'a uymayan her âdetin gayr-i İslâmî kaynaklardan sızıp yerleştiğinde şüphe yoktur.[19]
«Hayır (bu hareketiniz
ve düşünceni hiç doğru değildir.)
İleride (gerçeği) bileceksiniz. Sonra da dikkat edin (gerçeği elbette)
öğreneceksiniz.»
Mal ve evlât yarışına
girip bir sürü kuruntu peşinde koşan gafiller uyarılırken ileride gerçeği
bilecekleri te'kiden haber veriliyor.
Burada «ileride..»
sözünden murat ve maksat nedir? Ölmeden önce mi, kabir âleminde mi, yoksa âhiret gününde mi? Âyetteki anlatım tarzı bunların hepsine
hamledilebilecek bir esnekliktedir. Nitekim müfessirler bu doğrultuda şu
yorumlan getirmişlerdir:
a) Mücahid ve Ferra'a göre: İlende
bu böbürlenme yarışının elîm sonucunu bileceksiniz ve elbette bunu
öğreneceksiniz.
Bunlara göre, âyetteki
tekrar, tehditten sonra te'kîd ve tağlîzdir.
b) İbn Abbas'a (R.A.) göre : İleride
size inecek olan kabir azabını bileceksiniz demektir. Bu mânayla birinci defa
bilmeleri kabirde, ikinci bilmeleri âhirette
gerçekleşecektir. Nitekim Zer (veya Zir) b. Hubeyş'in yaptığı rivayete göre: Hz.
Ali (R.A.) şöyle demiştir: «Biz önceleri kabir azabı
hakkında biraz şüphe
içinde bulunuyorduk. Sonraâyeti inince bu şüphemiz
kalktı.»[20]
c) Diğer
ilim adamlarına göre : İleride ölüm olayı karşınıza çıkıp görevli melekler
ruhunuzu almaya gelince ve bir de sizi kabre koyduklarında gerçeği
anlayacaksınız manâsı söz konusudur.
Böylece kabir azabının
hak ve vacip olduğu istidlal edilmiştir.
d) Kabirlerden
kaldırılıp haşredildiğiniz zaman ve âhiret gününde cereyan edecek hesap faslında gerçeği bileceksiniz.
e) Dahhak'e göre: Birinci defa «bileceksiniz» sözü
kâfirlerle, ikinci defa
«bileceksiniz» sözü ise, mü'minlerle ilgilidir. Diğer
bir yorum da şöyledir:
İleride İslâm'ın,
sizin böbürlenip yarıştığınız konulardaki hükmünü ve insanın çok yüce amaçlar
için yaratıldığını İslâm'a girenleriniz bileceklerdir. Sonra da Mekke'nin
fethinde bu gerçeği anlayacaklardır. Öldükten sonra ise, bu gerçeklere kesin
bilgi edinip «ilme'l-yakîn»
derecesinde idrâke erişeceklerdir.
Ancak bu yorumlardan
(b) maddesinde yer alan İbn Abbas'ın
(R.A.) tefsiri ağırlık kazanmıştır.[21]
«And olsun ki,
Cehennem'i elbette göreceksiniz, yine de orayı gözlerinizle kesinlikle
göreceksiniz.»
Bu âyetle yalnız gafil
müşrikler, inkarcı nankörler, maddeci şaşkınlar mı tehdit ediliyor, yoksa mü'min, kâfir bütün insanlar mı uyarılıyor? Her iki yorum
da bu anlatımın kapsamına girmektedir. Siyak ve sibakı dikkate alanlar,
kâfirlerle ilgili bulunduğunu belirtmişlerse de sûrenin son âyeti olan «Sonra
da o gün (size dünyada verilen) nimetlerden elbette sorulacaksınız» cümlesi
ikinci yorumu kuvvetlendirmekte ve bu mücmelin şu âyetle açıklandığını ilham
etmektedir: «Hem sizden hiçbir kimse yoktur ki Cehennem'e uğramış olmasın. Bu Rabbının yanında kesin hükme bağlanmıştır.» [22]
Öyle ki, mü'minler Cennet'e girmek için mutlaka Cehennem üzerine
kurulu Sırat'ı geçmeleri gerekecek ve cehennemlik
olanlar da ancak bu köprü üzerinden ateşe atılacaklardır. Böylece âhiret gününde Cehennem'i ayan-beyân görmeyen kalmayacaktır.
Bu anlatımla,
inkarcılara nasıl yaşlılık ve ölüm denilen ilâhî kanunu ib-tal etme imkânları yoksa, Cehennem denilen azap yerini de
ortadan kaldırma kudret ve imkânlarının bulunamayacağı ihtar edilerek ölmeden
önce bu gerçeğe inanmalarının lüzumu ve faydası anlatılıyor. İlâhî programa
uyup ona göre iki hayatı düzenlemenin tek kurtuluş çaresi olduğu dolaylı
şekilde bildiriliyor.
Diğer yandan imân
edenlere de sözü edilen gerçeği hep göz önünde bulundurmaları ve ona göre her
gün biraz daha sâlih amelleri çoğaltıp Allah'a
yakınlık sağlamaları ilham ediliyor.[23]
«Sonra da o gün, (size
dünyada verilen) nimetlerden elbette sorulacaksınız!.»
Şüphesiz insanın zevk
aldığı, ferahlık duyduğu, iştiha ile yöneldiği o
kadar çok nîmet var ki, onları saymak bile bir bakıma mümkün değildir. Ancak
insan olarak yaratılmamız ve İslâm nimetine muvaffak kılınmamız, sâlih amellerde bulunmamız, beden ve ruh sağlığıyla günlük
hayatımızı sürdürmemiz bu nîmetlerin başında gelir. Zira «Allah kimin hakkında
hayır (iyilik) murad ederse, onu dinde fakîh kılar (bilgili ve anlayışlı düzeye gelmeye muvaffak
eyler).» [24]
Şüphesiz bu ilâhî tevfikin tecelli edip kulu dinde bilgili ve anlayışlı olma
düzeyine getirmesi en hayırlı nimetlerden biridir.
Sonra da yeryüzüyle
gökteki nîmetlerin insana baş eğdirilmesi; kaynakların önceden hazırlanıp
istifade edilir düzeye getirilmesi de insan hayatıyla içice olan
nîmetlerdendir. Herkes bulunduğu ortam ve şartlara, taşıdığı yeteneklere göre
bu nimetlerden az veya çok yararlanmaktadır. Gerçek bu olunoa,
her nîmetin nasıl hazırlandığını, bu hususta ne gibi şeylerin hizmete sevkedildiğini düşünmek ve her nîmete böyle bir idrâk
uyanıklığıyla yaklaşıp meşru ölçüler çerçevesinde ondan istifade etmeği prensip
edinmek farzdır. Zira yararlandığımız her nîmetten mutlaka sorulup hesap
vermek zorunda olacağımız kesindir.
Kişi kendini böyle bir
imân ve irfan çizgisinde tutmakla başarılı olursa, üç ayrı iyilik ve fazilet
işlemiş olur:
1-Kalbinde
oluşturduğu iç disiplinle kendi hakkına razı olup başkasının hakkına el
uzatmaktan geri kalır, yani kendine hâkim olup meşru sınırları gözetir. Böylece
dürüstlük doğrultusunda örnek alınacak, misal teşkil edilecek nezih bir ömür
geçirir.
2-Ev halkma, çocuklarına ye yakın çevresine helâl lokmanın, şükrü
yerine getirilen nîmetin insana yakışan hasletlerden olduğunu söz ve
davranışlarıyla gösterir ve onlara en
güzel ahlâkî mirası bırakmış olur.
3-İnsan
haklarına saygılı olmanın, hakları korumanın, güvenilir bir toplum oluşturmanın
en sağlam adımını atmış olur. O sebeple de toplum bünyesinde yer alan
kişilerden birbirini sevip sayan bir cemaat meydana çıkmış olur.
Doğunun halk filozofu
Şeyh Sadi bu inceliği ve fazileti dile getirirken diyor ki:
«Bulut, rüzgâr, güneş,
ay ve felek hepsi iştedir. Hepsi de elele verip senin
eline bir parça ekmek vermeğe çalışmaktadır. Arttk o
ekmeği gaflet içinde yemen insaf ve izanın şartına uymaz.»
Resûlüllah {A.S.) Efendimiz mü'minleri
böylesine kadirbilirlik düzeyinde tutmak; nankörlük ve gafletten uzak
bulundurmak üzere şu çok anlamlı hadîsini beyân buyurmuştur:
«Kim kendi evinde ve
yurdunda güvende, bedeni sağlık ve afiyette olur ve günlük azığı da yanında
bulunursa, dünya bütünüyle ona ayrılıp verilmiş gibi olur.» [25]
Mevcut ile yetinip rızkını
helâl yoldan sağlayan ve her lokmadan sorulacağına inanarak kendisine verilen
nimetin şükrünü kalben, lisanen, bedenen ve malen yerine getiren kimse, kendini hesap gününe hazırlamış
olur. Şüphesiz kişi kendini böyle bir fazîlet ve sorumluluk çizgisinde tutunca,
aile ve toplumun huzur ve güven unsuru haline gelir.
İki sûre arasındaki
münasebet:
Tekâsür süresiyle, câhiliyet
devrine ait böbürlenme ve mal ile evlâdın çokluğuyla yarışma konusu üzerinde
duruldu. Sonra da kula verilen her nîmet hususunda Cenâb-ı
Hakk'jn soracağına dikkat çekilerek sûre noktalandı.
Asr Süresiyle, kendini böylesine fazîlet yansıtan şükür
düzeyine getirmeyen insanların mutlak anlamda zararda oldukları bildiriliyor
ve uhre-vî zarar ve onun
neticesi olan elîm azaptan kurtulmanın yollan gösterilerek aydınlatıcı ve
yönlendirici bilgi veriliyor.
Hamd âlemferin Rabbı Allah'a; salât-ü selâm
peygamberlerin hâtemi Hz.
Muhammed'e (A.S.) ve Onun âl ve eshabına olsun.[26]
[1] Şevkani, Fethü’l-kadir:
5/478; Tefsir-i kurtubi: 20/168.
[2] Tefsiru’l-Keşşaf: 4/791.
[3] Nisaburi, Tefsiru Garaibi’l-Kur’an: 30/155.
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6971.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6971.
[5] Bilgi için bak: Suyûtî, Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122
[6] Bilgi için bak: Suyûtî, Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6973.
[7] Müslim, Zühd: 3; Ahmed, Müsned: 4/24.
[8] Müslim, Zühd: 5
[9] Buharî, Rikak:
42; Müslim, Zühd: 4, 5; Tirmizî,
Zühd: 46; Nesâî, cenâiz : 52
[10] Müslim/zekât: 115- Tirmizî/zühd : 28, kıyamet: 22- İbn Mâce/zühd : 27-Ahmed : 2/115, 119
[11] Müsned-i Ahmed
: 5/81
[12] îbn Mâce/ticarat: 1/35
[13] Tirmizi, Tefsir-i Sure: 102
[14] Buhari, Rikak:
1; Tirmizi, Zühd: 1; İbn Mace, Zühd:
15; Daremi, Rikak: 2; Ahmed: 1/258, 344.
[15] Müslim/zekât: 116, 119- Tirmizi/menakıb : 32- Ahmed: 5/131,
132-6/55
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/6975.
[16] Taberânî/dahayâ
: 8
[17] Tirmizî/cenâiz
: 60- Ebû Dâvud/cenâiz : 77, eşribe : 7- Nesâî/cenâiz : 100- Ibn Mâce/cenâiz : 47- Ahmed : 1/145, 452- 3/38, 63, 66, 237, 250- 5/350 355 356, 357, 359, 361
[18] Müsllm/cenâiz: 106, edâhî: 37- Tabarânî/dahaya : 8- Ahmed: 3/38
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6975-6977.
[20] El-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an: 20/172.
[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6977-6978.
[22] Meryem Sûresi: 71
[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6978-6979.
[24] Buharî/ilim : 10, humus: 7, i'tisam: 10- Müslim /imaret: 175, zekât: 98; 100- Tirmizl/İlim : 4, mukaddeme : 17- Dâremî/mukaddeme
: 24, rikak : 1- Ta-berânî/kader:
8- Ahmed : 1/206- 2/234- 4/92, 93, 95, 97, 98, 99,
101
[25] Tirmizî/zühd: 34; Ibn Mâce/zühd: 9
[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6979-6980.