2- Peygamber (sav)'a Verilen °Kevser"in Mahiyeti:
1- Namaz Kılmak ve Kurban Kesmek:
3- Namazda Ellerin Birini Diğerinin Üstüne Koymak:
5- İftitah, Rükua Varırken, Rükû' ve Secdeden Kalkarken
Tekbir Getirip Elleri Kaldırmak:
Rahman ve Rahim Allah'ın Adı İle
İbn Abbas, el-Kelbî ve Mukatiî'in görüşüne göre Mekke'de inmiştir.
el-Hasen, İkrime, Mücahid ve Katade'nin görüşüne göre ise Medine'de inmiştir.- Üç âyettir. [1]
1. Şüphe yok ki Biz sana Kevser'i verdik.
Bu buyruğa dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
"Şüphe yok ki Biz sana Kevserİ verdik" buyruğunda genel okuyuş: " Şüphe yok ki Biz sana ... verdik." şeklinde "ayn" iledir.
el-Hasen ve Talha b. Musarrif ise "nun" ile, diye okumuşlardır. Um Seleme bu okuyuşu Peygamber (sav)'den de rivayet etmiştir. Bu; "Vermek, veriş" de bir söyleyiş tarzıdır. "ile Ona verdim" demektir.
"Kevser" ise kesret; çoklukdan "fev'al" vezninde bir kelimedir. "NefTden "nevfel" ile "cehr"den "cevher" gibi. Araplar sayıca miktar ve ehemmiyet itibariyle pekçok o!an herşeye "kevser" derler.
Süfyan dedi ki: Çocuğu seferden dönmüş yaşlıca bir kadına: "Oğlun ne ile geri döndü?" diye soruldu da kadın: "Kevser" ile cevabını verdi, ki pek çok mal ile (geri döndü), demektir. Erkekler arasından "kevser" diye nitelendirilen kimse ise hayırı pek çok olan efendi, demektir. el-Kümeyt dedi ki:
"Ey Mervan'ın oğlu! Sen çoksun ve pek hoşsun ' Şerefli kadınlarırToğlu olan senin baban da kevser (hayrı pek çok) kimse idi."
Kevser, pekeok arkadaş ve taraflar demektir. Toz hakkında "kevser" yine çokiuk anlamını ifade eder. Bir şeyin çoğaldığını anlatmak için; denilir. Şair de şöyle demiştir:
"Ve ölümün tozu alabildiğine çoğalıncaya kadar yükseldi." [2]
Te'vil alimleri, Peygamber (sav)'a verilen Kevser'in mahiyeti hususunda onaltı farklı görüş ortaya koymuşlardır.
1- Kevser, cennette bir ırmaktır. Bunu Buharı, Enes'ten rivayet ettiği gibi Tirmizi de ondan rivayet etmiştir.[3]Biz bu hadisi "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bükmüyoruz.
Yine Tirmizi, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Kevser, cennette bir ırmaktır. Her iki kıyısı altındandır. Bu ırmak inci ve yakut üzerinden akar. Toprağı miskten daha hoştur. Suyu baldan tatlı, kardan daha beyazdır." Bu hasen, sahih bir hadistir.[4]
2- Kevser,
Peygamber (sav)'ın Mevkıf (hesab için durulacak yeıOdeki Havz'ının adıdır. Bunu
da Ata söylemiştir.
Müslim'in Sahih'inde
Enes'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Biz Rasûiullah (sav)'ın huzurunda
bulunuyor iken Peygamber kısa bir sürt: uyu-yuverdi. Daha sonra gülümseyerek
başını kaldırdı. Bizler: Ey Allah'ın Rasû-lü! Gülmenize .sebeb nedir? dedik.
Şöyle buyurdu: "Az ünce İrana bîr sûre indirildi" deyip,
"BismiHahirrahmanirrahim. Şüphe yok ki BİZ sana kevse-ri verdik. O halde
Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğz
edenin kendisidir." sûreyi okudu. Sonra: 'Kevser nedir? bilir
misiniz?" diye sordu. Bizler: Allah ve Easûlü daha iyi bilir dedik. Şöyle
buyurdu: "O aziz ve celil olan Rabbimin bana vaadettiği bir ırmaktır.
Onun üzerinde pek çok hayır vardır. O kıyamet gününde ümmetimin su içmek için
geleceği bir havuzdur. (Etrafındaki) kapları yıldızların sayısınca-dır.
Onlardan birisi oraya gelmekten alıkonulur, çekilip alınır. Ben: O benim
ümmetimdendir, derim. Senden sonra (dinde olmayan) neler ihdas ettiğini sen
bilmezsin, denilir..."[5]
Peygamber (sav)'ın
Mevkıfteki havz'ına dair haberler pek çoktur. Biz bunları
"et-Tezkire" adlı kitabımızda zikretmiş bulunuyoruz. LSu havuzun dört
köşesinde dört Raşid halife bulunacaktır. Allah hepsinden razı olsun. Şüphesiz
ki onlardan birisine buğzeden bir kimseye diğeri su vermeyecektir. Orada havuzdan
uzaklaştırılıp, koyulacakların kimler olduklarını da zikretmiş bulunuyoruz.
Bunu öğrenmek isteyen bu hususu oradan izlesin.
Diğer taraftan bu
ırmak yahut havuza Muhammet! (sav)'ın ümmetinden olup orada gelip içeceklerin
çokluğu dolayısıyla 'Kevser" adının verilmiş olması da mümkündür.
Yine buraya içindeki
pekçok hayır ve pekeok sudan dolayı bu isinin verilmiş olması da mümkündür.
3- Kevser peygamberlik ve kitaptır. Bu
açıklamayı İkrime yapmıslır.
4- Kur'ân-i Kerim'dir. Bu görüş de el-Hasen'in
görüşüdür.
5- İslâm'dır. Bu görüşü el-Muğîre nakletmiştir.
6- Kur'ân-ı
Kerim'in kolaylaştırılması ve şer'î hükümlerin hafifletilmesidir, Bu açıklama
el-Huseyn b. el-Fadl'a aittir.
7-
Ashabının, ümmetinin ve taraftarlarının çokluğudur. Bu açıklamayı Ebu Bekr b.
Ayyaş ile Yemân b. Riâb yapmıştır,
8- Bu başkasına üstün tutmaktır. Bu açıklamayı
İlin Keysan yapmıştır.
9- Bu şanın yüceltilmesidir. Bunu el-Maverdı
nakletmiştir.
10- O senin
kalbinde bulunup, sana bana giden yolu gösteren benim, dı-şımdakilerle
ilişkilerini kopartan bir nurdur.
11- Yine
ondan
[6]nakledildiğine
göre Kevser şefaat demektir. İşte bu da onbirinci görüştür,
12- Rabbin,
senin davetini kabul eden kimseleri kendileri vasıtasıyla hidayete ilettiği
mucizelerdir, diye de açıklanmıştır ki bu açıklamayı es-Sa'le-bi nakletmiş
otup, bu da onikinci görüştür.
13- Hilal b.
Yesaf dedi ki: Kevser, la ilahe illallah Muhammedu'r-Rasûlul-lahdır.
14- Dinde fıkıh (bilgi sahibi olmak)tır diye de
açıklanmıştır.
15- Kevser,
beş vakit namazdır. Bunlar (bu ve önceki) da öndün ve on-beşinci görüştür.
16- İbrl
İshak dedi ki: Kevser pek büyük bir is demektir. Daha sonra Le-bid'in şu
beyitini zikretmektedir:
"Melhub (diye
bilinen suyun) sahibini kaybetmekle bir musibete duçar olduk Ve Reda (suyunun)
yanında pek büyük (kevser) bir başka ev..."
Derim ki: Bu
görüşlerin en sahih olanları birinci ve ikincisidir. Çünkü bunlar Peygamber
(sav)'dan Kevser hakkında sabil olmuş birer nastır. Enes bir topluluğun Havz
hakkında konuştuklarını duyunca şöyle demiştir: Ben sizin gibi Havz hakkında
tartışan kimseleri görünceye kadar yaşıyacağım kanaatinde değildim. Ben geride
öyle yaşlı kadınlar terkettim ki, onlardan namaz kılan herbirisi-muhakkak yüce
Allah'tan Peygamber (sav)'ın Havzından kendisine su içirmesini de duasında
istemektedir.[7]
Peygamber efendimizin
havzı hakkında şair şöyle demektedir:
"Ey Havz'm
sahibi! Kim seninle boy ölçüşebilir ki? Ve sen gerçekten seni yaratanın
sevgilisisin."
Arlık bunun dışında
kevserin tefsirine dair her ne söylenmese hepsi de h^ıvzından ayn olarak
Rasûlullah (sav)'a verilmiş şeylerdir. Allah'ın ona pek çok salat ve selamı
olsun.
[8]
2. O
halde,Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:
"O halde ...
namaz kıl." Sana farz olan namazı kıl, demektir.
ed-Dahhâk, İbn
Abbas'tan bunu böylece rivayet etmiştir.
Katade, Ata ve İkrime
de şöyle demişlerdir: "O halde ... namaz kıL" Kurban bayramı günü
bayram namazı kıl, "Kurban kes" de kurbanını kes demektir.
Enen dedi ki:
Peygamber (sav) önce kurban keser, sonra namaz kılardı. Fakat daha sonra önce
namaz kılıp, sonradan kurban kesmesi emrokındu.[9]
Said b. Cübeyr ise
şöyle dedi: Rabbin için farz olan sabah nama2inı cem'de (yani Müzdelife'de) kıl
ve Mina'da da kurbanlıklarını kes!
Yine Said b. Cübeyr
şöyle demiştir: Bu sûre, Peygamber (sav)'ın Beyte (Kabe'ye) ulaşması
engellendiği vakit Hudeybıye'de nazi! oldu. Bunun üzerine yüce Allah una namaz
kılıp, kurbanlıklarını kesip geri dönmesini emretti, o da bunu yaptı.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Yüce Allah'ın: "O halde ... namaz kıl" buyruğundan kaslın, beş vakit
namaz olduğunu söyleyenler, beş vakit namazın bütün ibadetlerin esası, İslâmın
temeli ve dinin en büyük direği oluşundan dolayıdır Bundan maksat (kurban
bayramı birinci gününün sabahı) Müzdelife'de kılınan sabah namazı olduğunu
söyleyenler ise, bunun ile birlikte kurban keşi minin .sözkonusu oluşundan
dolayıdır. Kurban kesmesi o günde gerçekleşir ve o gün kurban kesmekten önte
sabah namazı dışında (orada) kılınacak bir namaz yoktur. Kurban kesmekle
birlikte ulusundan dolayı yüce Allah, bü-'rün namazlar anısından onu özellikle
zikretmiş olmaktadır.
Derim ki: Bunun bayram
namazı olduğunu söyleyenlerin görüsüne göre ise bu, Mekke'nin dışındaki yerier
içindir. Zira Mekke'de İbn Ömer'in belirttiğine göre (kurban günü) bayram
namazı kılınmııyacağı icma' ile kabul edilmiştir.
İbnu'l-Arabi dedi ki:
Malik ise şöyle demiştir: Ben bu hususta bir şey işit-mediırr ama içimde yer
eden kanaate göre bundan maksat; kurban bayramı günü kılınan namaz ile bu
namazdan sonra kurban kesmektir.
Ali (r.a) ile Muhammed
b. Ka'b şöyle demişlerdir; Yani namaz esnasında göğsünün hizasında sağ elini,
sol elinin üzerine koy. Bu İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir.
Yine Ali'den rivayet
edildiğine göre bundan maksat, tekbir esnasında ellerini göğsüne kadar
kaldırmaktır. Cafer b. Ali de: "O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban
kes" buyruğu hakkında dedi ki: Namaza başlamak için ifritah tekbiri aldığı
vakit tilerini göğsünün hizasına kaldırır.
Yine Ali (r.a)'dan
şöyle dediği nakledilmiştir: "O halde Rabbin için namaz kd ve kurban
kes" buyruğu nazil olunca Peygamber (sav) Cebrail'e; "Allah'ın bana
emretmiş olduğu hu nalıira (kesilmesi istenen kurban) nedir?" diye
sormuş, Cebrail ona şöyle demiştir: "Bundan maksat kurbanlık değildir, ü,
sana namaza başladığın vakit, basını rükû'dan kaldırdığında ve secdeye
vardığında tekbir getirirken ellerini kaldırmanı emretmektedir. Bu bizim ve
yedi semadaki meleklerin namazıdır. Herşeyin bir zîneti vardır. Namazın zî-neti
de her tekbir esnasında elleri kaldırmaktır."[10]
Eiui Salih'ten
rivayete göre o, İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet etmiştir: Göğsünü
kıbleye çevir, demektir. el-Ferru, el-Kdbi ve Ebu'l-Ahvas ela böyle
demişlerdir,
Şairin şu beyiünde de
bu anlamdadır:
"Ey Ebû Hakem!
Sen Mücalid'in amcası değilsin
Ve ona karşı dönük
bulunan Abtah ahalisinin efendisi de değilsin."
el-Ferra dedi ki: Ben
bir arabi: "Bizim evlerimiz biri diğerine bakar" dediğini işittim. Bu,
buna karşıdır, buna dönüktür" demektir.
İbnıı'l-A'rabi dedi
ki: Maksat kişinin namaz esnasında mihraba karşı dönmesidir. Bu da Arapların; Oniann
evleri birbirine bakar" ifadelerinden alınmıştır.
Ata'dan şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Yüce Allah, ona nahrı (göğsü) açıkça görüniıneeye kadar
iki secde arasında doğrulup oturmasını emretmektedir.
Süleyman et-Teymi dedi
ki: Dua İçin ellerini göğsünün hizasına kaldır demektir.
"O halde ...
namaz kıl" buyruğu ibadet et demektir, diye de açıklanmıştır.
Muhammed b. Ka'b
ei-Kurazi dedi ki: "Şüphe yok kî Biz, sana kevseri verdik. O halde Rabbin
için namaz kıl ve kurban kes!" buyruğu şu demektir: Birtakım insanlar
Allah'tan başkası için namaz kılar, O'ndan başkası için kurban keserler.
Bizler ise sana Kevser'i verdik. O halde senin namazın da, kurban kesmen de
Allah'tan başkasına olmasın.
İbnu'l-Arabî dedi ki:
Benim kanaatime güre, yüce Allah şunu murad etmektedir: Rabbine ibadet et ve
O'nun için kurban kes. Senin amelin, sana Kevser gibi bir özelliği verenden
başkası için olmasın. Bütün amellerin dahi bu kevser özelliğine karşılık
olması uygun bir şeydir. Çünkü Kevser, Allah'ın sana vermiş olduğu pek çok
hayır yahutta çamuru misk, kupalarının sayısı semadaki yıldızlar kadar olan
ırmaktır. Buna karşılık olarak kurban bayramı günü namaz kılınması, bir koç
yahut bir inek ya da bir devenin kesilmesine gelince, bu (değeri) takdir
edilemeyecek ve tesbit edilemeyecek kadar büyük bir iştir. İbadete karşı
verilecek pek büyük bir sevabtır.
Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
[11]
Kurbanlık fazileti ve
kesim zamanı ile ilgili açıklamalar daha önceden es-Sâffat Sûresi'nde
(37/102-113- âyetler, 8. başlık ve devamında) geçtiğinden dolayı bunları
tekrarlamanın anlamı yoktur. Yine el-Hac Sûresi'nde (22/28-29. âyetler, 3-
başlık ve devamında) kurban kesmeye dair birtakım hükümleri sözkbnusu etmiş
bulunuyoruz.
İbnu'l-Arâbi der ki:
Hayret edilecek hususlardan birisi de Şafii'nin şu gö-füşüdür: (Kurban bayramı)
namazından önce kurban kesenin kurban kesimi yeterlidir. Halbuki yüce Allah,
Kitabında: "O halde Rabbin için namaz kü ve kurban kes" diye
buyurmakta ve kurban kesiminden önce namaz kılmayı sözkonusu etmektedir.
Peygamber (sav) da -Buharî ve başka hadis kitab-lannda, el-Bera b. Azib'in
rivayetine göre- şöyle buyurmuştur: "Bu günümüzde İlk yaptığımız iş,
namaz kılmaktır. Sonra döner kurban keseriz. Her kim (böyle) yaparsa o bizim
ibadet şeklimizi isabet ettirmiş olur. Her kim (namazdan örfce) kurban kesecek
olursa, bu kendisinin aile halkına takdim ettiği bir et olur. Bunun kurban
kesmekle hiçbir alakası yoktur."[12]Onun
mezhebine mensub ilim adamları ise bu (görüşü)nü kabul etmezler, (Sünnete)
böyle bir muvafakat ne kadar güzel bir şeydir!
[13]
Ali (selam ona)'den
rivayet olunan: "O halde Rabbin için namaz kıl ve
kurban kes"
buyruğu, namaz esnasında sağ eli, sol elin üzerine koymak demektir seklindeki
açıklamasını Dârakutnî rivayet etmiştir,[14]
Bu hususta bizim
(Mâliki mezhebimizin) ilim adamları üt ayrı görüş ortaya atmışlardır:
1- Farz
olsun, nafile olsun eller üsıüste konulmaz. Çünkü bu bir çeşit (namazda başka
şeye) dayanıp yaslanmak demektir. Böyle bir şey farzda caiz değildir, nafilede
de müsiehab değildir,
2- Farzda
böyle bir işi yapmaz. Fakat nafilede yardım almak maksadıyla bunu yapabilir.
Çünkü orası birtakım ruhsatların sözkonusu olduğu bir yerdir.
3- Farzda
da, nafilede de bunu yapabilir. Sahih olan budur. Çünkü Rasû-lullah (sav)'ın
sağ elini sol elinin üzerine koyduğuna dair rivayet Vail b, Hucr ve başkaları
tarafından nakledilen hadislerle sabit olmuştur.
İbnu'l-Münzir dedi ki:
Malik, Ahmed ve İshak da bu görüştedirler. Bu görüş, Şafii'den de
nakledilmiştir. Rc'y ashabı da bunu müstehab kabul ederler. Bir topluluk da
elleri yana salıvermeyi uygun görmüşlerdir. Bunu kendilerinden rivayet
ettiğimiz kimseler arasında İbnıı'l-Munzir (bazı nüshalarda
İbnu'z-Ziibeyr'dir), Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehai de vardır.
Derim ki: Bu aynı
zamanda Malik'ten de rivayet edilmiştir. İbn Abdi'I-Berr dedi ki: Gerek elleri
yana salıvermek, gerek sağ eli sol elin üzerine koymak, namazın sünnetlerindendir.
[15]
Elin üzerine
konulacağı yerin neresi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Ali b. Ebi
Talib'den rivayet edildiğine göre, o ellerini göğsünün üzerine koymuştur. Said
b. Cübeyr ve Ahmed b. Hanbel göbeğin Üzerine konur derler. Yineto (Ahmed b.
Hanbel) göbeğin altında olmasında da bir sakınca yoktur, demiştir. Bir kesim
de şöyle demiştir: El göbeğin altına konur. Bu Ali, Ebu Hureyre, Nehai ve Ebu
Miclez'den rivayet edilmiştir. Süfyan cs-Sevri ve İstı ak da böyle demişlerdir.
[16]
tftitah esnasında,
rükua giderken, rükû' ve secdeden kalkarken tekbirle birlikte elleri kaldırmak
hususunda görüş ayrılığı vardır. Dârakutnî'nin rivayet ettiği Humeyd'den gelen
rivayete göre Enes şöyle demiştir: "Rasûlullah (sav) namaza girdiğinde,
rükua vardığında, rükûdan başını kaldırdığında ve secdeye vardığında ellerini
kaldırırdı." Bu hadisi Humeyd'den merfu olarak Abdıf 1-Vehhab es-Sakafi'den
başkası rivayet etmiş değildir. Ancak doğrusu bunun Enes'in uygulaması
olduğudur.[17]
Buharı ve Müslim'de,
İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ra-sûlullah (sav)'ı namaza
kalktığında, ellerini omuzlarının hizasına varıncaya kadar kaldırıp, sonra
tekbir aldığını gördüm. Rükua gitmek için tekbir alınca bunu yaptığı gibi,
rükûdan başını kaldırırken de bunu yapar ve "semial-lahu limen
hamide" derdi. Ancak başını secdeden kaldırdığında bunu yapmazdı.[18]
İbnu'l-Munzir dedi ki:
Bu el-Leys b. Sa'd, Şafii, Ahmed, İshak ve Ebu Sevr'in de görüşüdür. İbn Vehb
de bu görüşü Malikten nakletmiştir. Ben de bu görücü kabul etmekteyim. Çünkü
Rasûlullah (sav)'dan sabit olan budur. Bir kesim de şöyle demiştir: Namaz
kıian kimse namaza başladığı vakit etlerini kaldırır, fakat bunun dışındaki
hallerde kaldırmaz. Süfyan es-Sevri ile Re'y ashabının görüşü budur.
Derim ki: İbn Mesud'un
rivayet ettiği hadîs dolayısıyla Malik'in meşhur olan görüşü de budur. Bu
hadisi Dârakulnî, İshak b. Ebi İsrail yoluyla rivayet etmiştir. Dedi ki: Bize
Muhammed b Cabir, Hammad'dan anlattı, ü İbra-h m'den, o Alkameden, o
Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sav) ile Ebu Bekir ve Ömer (r.anhuraa) ile
birlikte namaz kıldım. Onlar ellerini sadece namaza başlamak için ilk tekbir
getirdiklerinde kaldırıyorlardı.
İshak dedi ki: Bütün
namazlarda biz bu görüşü kabul ediyoruz. Dârakut-nî dedi ki-. Bu hadisi sadece
Muhammed b. Cabir münferid olarak Haın-mad'da», o İbrahim'den diye
nakletmiştir, Hammad'dan başkaları ise bunu İbrahim'den mürsel olarak Abdullah'tan
diye ve onun uygulaması şeklinde naklederler. Peygamber (sav)'a merfu olarak
rivayet etmezler. Doğrusu da budur.[19]
Yezid b, Ebi Ziyad,
Abdu'ı-Rahman b. Ebi Leylâ'dan, o el-Bera'dan rivayet eniğine güre el-Berâ,
Peygamber (sav)'ı namaza başladığında ellerini kulaklarının hizasına varıncaya
kadar kaldırdığını, daha sonra ise namazı bitirinceye kadar böyle bir şeyi tekrarlamadığını
görmüştür.[20]Dârakutnî dedi ki: Ömrünün
sonunda Yezid'e (başkaları tarafından): "Daha sonra tekrar bu işi
yapmazdı" ifadesi telkin edildi, o da bunu (o telkinin etkisiyle)
zikretti, O sırada da hafızası karışmış idi.[21]
"Muhtasaru ma
Leyse fi'l-Muhtasar" adlı eserde Malik'ten şöyle dediği nakledilmektedir:
"Namazda hiçbir halde elleri kaldırmaz. İbnu'l-Kasım dedi ki: Ben Maİik'i
namaza başlarken bile ellerini kaldırırken görmedim. Dedi ki: Namaza başlarken
elleri kaldırmamak benim daha çok sevdiğim bir şeydir."
[22]
3- Şüphesiz
ki asıl soyu kesik olan, sana buğzedenin kendisidir.
Ona buğzeden kişi
el-Âs b. Vâil'dir.
Ilem erkek, hem kız
çocukları olup da sonradan erkek çocukları ölüp, kız çotukları kalan kimseye
Araplar "'ebter (soyu kesik)" derlerdi. Denildiğine göre* As,
Peygamber (sav) İle ayakta durup onunla konuşmaya koyuldu. Ku-reyş'in ileri
gelenlerinden bir topluluk ona: Sen kiminle birlikte ayakta durmuştun? diye
sordular. O: Şu ebcer olan kişi ile, diye cevab vermişti. Bundan önce ise
Rasûlullah (sav)'ın Hadice'den olma oğlu Abdullah vefal etmişti. Yüce Allah,
Âs hakkında: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğzedenin
kendisidir." buyruğunu indirdi. Dünya ve âhiret hayırlarından yana
anılma-yıp, ardı arkası kesilen (odur), demektir.
İkrime'nin rivayetine
göre İbn Abbas şöyle demiştir: Cahiliye dönemi insanları bir kimsenin oğlu
öldü mü: Filan kişi ebter oldu, derlerdi. Peygamber (sav)'ın oğlu İbrahim
vefat edince, Ebu Cehil arkadaşlarının yanına çıkarak: Muhammed ebtcr oldu,
dedi. Şant yüce Allah da: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik o lan, sana
buğzedenin kendisidir" buyruğunu indirdi. Bununla da Ebu Cehil'i kastediyordu.
Şemir b. Atiyye dedi
ki: Burada kastedilen kişi Ukbe b. Ebi Muayt'dır.
Denildiğine göre;
Kureyşliler erkek gocukları ölen kimseye: Filan kişi eb-ter oldu, derlerdi.
Rasûlullah (sav)'ın Mekke'de oğlu Kasım, Medine'de de oğlu İbrahim vefat
edince, Muhammed ebter oldu. Artık ondan sonra onun bu işini sürdürecek kimsesi
kalmadı, dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Bu açıklamayı
es-Süddİ ve İbn Zeyd yapmıştır.
Bir diğer açıklamaya
göre bu Kureyşliler Ka'b b. ei-Eşref Mekke'ye geldiğinde: Bizler Sikaye,
Sedâne, Hicâbe ve Liva'yı ellerinde tutan kimseleriz. Sen de Medinelilerin
efendiyisin. Şimdi bize söyle! Acaba bu kavmi arasında sunburcuk ve ebtercik
(merhum müfessir biraz sonra bunları açıklayacaktır) mi daha hayırlıdır? Yoksa
bizler mi daha hayırlıyız? demeleri üzerine Ku-reyş'e cevab olmak üzere nazil
olmuştur.
Ka'b onlara-. Hayır,
siz daha hayırlısınız, demişti. Bunun üzerine Ka'b hakkında: "Şu kitabtan
kendilerine biraz pay verilenlere bakmaz mısın? Cib-te ve tağuta
inanıyorlar..." (en-Nisa, 4/51) buyruğu nazil oldu.
Kureyşliler hakkında
da: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğzedenin kendisidir."
buyruğu nazil oldu. Bu açıklamayı yine İbn Abbas ve İk-rime yapmışlardır.
Bir diğer görüşe göre
yüce Allah, Rasûlüne vahyi bildirip, Kureyş/i iman etmeye davet edince onlar:
Muhammed bizden ebter oldu, yani bize nuıhaiefet etti ve bizimle ilişkilerini
kesti, bizden uzaklaştı, dediler. Yüce Ailah Ra-sûlüne asıl ebter olanların
kendileri olduğunu bildirdi. Bu açıklamayı yine İkrime ve Şehr b. Havşeb
yapmışlardır.
Dilciler şöyle
demişlerdir: "Ebter" oğlu olmayan erkekler ile kuyruğu olmayan
hayvanlar hakkında kullanılır. Hayırdan izi kesilen herbir iş de ebter-dir
"Betr" .kesmek demektir. "O şeyi tamam olmadan ünce kestim"
demektir. "Kesilmek"; " Keskin kılıç"; " Kuyruğu
kesik" demektir, İşte bu kökten olmak üzere; Kuyruğu kesildi, kesilir,
kuyruğu kesilmek" denilir.
Hadis-i şerifte de:
"Bu büteyrâ da nedir?" denilmiştir.[23]
Ziyad da el-Betra diye
anılan bir hutbe irad etmiştir. Çünkü o, bu hutbenin başında Allah'a
hamdetmedi, Peygamber (sav)'a da saiavat getirmedi.
İbnu's-Sikkit dedi ki:
"İki ebter" binek ve küledir. Hayırlarının azlığı dolayısıyla onlara
"iki ebter" adı verilmiştir. " Allah onu ebter etti"
demektir. " Akrabalık bağlarını kesen adam" denilir. Şair de şöyle
demiştir;
"Dişi bir
maymunun burnuna çıktığı aşağılık bir heriftir Yakın akrabalık bağlarına riayet
etmeyen o herifin, akrabalık bağını kesmesinden ötürü."
el-Butriyye, Zeydilere
mensub bir fırkadır. Lakabt Ebter olan el-Muğire b. Sa'd'a nisbet
edilmişlerdir.
"Sumbur"a
gelince bu da müşterek bir lafızdır. Tek başına kalan ve alt tarafları
incelip, kabukları soyulan hurma ağacı olduğu söylenmiştir. "Hurma
ağacının alt tarafı incelip soyuldu" denilir.
Bunun, oğlu ve kardeşi
olmayan, tek başına kalan adam, anlamında olduğu söylendiği gibi özel olarak
havuzun aktığı yer demek olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Ebıı Ubeyd
nakletmiş olup şu mısraı zikretmektedir:
"Suyun aktığı yer
ile döküldüğü yer arasında..."
Sunbur, aynı zamanda
matarada demir yahut kurşundan olup kendisinden su içilen emzik anlamına da
gelir. Bütün bunları el-Cevheri -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-
îıakletmiştir.
Şanı yüce Allah,
doğruyu en iyi bilendir.
[24]
(Kevser Sûresi burada
sona ermektedir. Allah'a hamcl olsun).
[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/399.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/399-400.
[3] Buhârî, [V, lfOO -Cennette olduğu helirtilmecien-;
Müslim, 1, 300; Tirmizi, IV, (İH0; Ebu Davud, 1, 20H, IV, 237; Nesai, II, 133;
Müsned, III, 102, 236; ayrıca h>k İbn Hacer, Fet-hu'l-Bari, VIII, 732 ve XI,
-166.
[4] Tirmizi,
V,
449; İbn
Mace, II,
1450; Müsned,
II,
67. 1W.
[5]Müslim,I,300;Nesai,II,133.
[6] Görüldüğü gibi buradaki "o" zamirinin kime
ait okluğu belli değildir. Bunun İbn Atiyye Te/sir'indeki şu ifadelerden
hareketle Cafer es-Sadık olduğunu anlıyoruz: "Ct-feres-Sadık detli ki:
Kevser, tınım kalbinde bulunup, ona buna giden yolu gösteren ve benim dışımda
kilerle ilişkilerini kopartan bir nurdur Yine o (yani Cafer es-Sadik) dedi ki:
O (kevser) şefaattir " (İbn Atiyye, el-Mııharrar el-Veciz, XVI, 373)
[7] İbnıı'l-Mübarek. Zühd. a, 560.
[8] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/400-403.
[9] Tabeıî, Câmiu-l-Bey&n, XXX, 326.
[10] Hadis olarak kaynağını tespit edemedik.
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/403-405.
[12] Buhârî, l, 32H, 329, 331, V, 2109, 2113; Mü$lim, 111,
1553; Müsned, IV, 2S1, 303.
[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/406.
[14] Dnrakutnl. 1. 285, 2ü6.
[15] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/406-407.
[16] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/407.
[17] Darakutni, I, 291; ibnMace, I, 2K1.
[18] Bukârl, I, 25H; Müslim, I, 2y2; Nesai, II, 121;
Darakutni, 1, 2K7, 2H8.
[19] Dârakutnt, 1, 295.
[20] Dârakutni, !, 293.
[21] Dârakutnî, i, 294
[22] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/407-408.
[23] thnııl-Esir, en-Nihûye, I, 93-
[24] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/409-411.