Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Resûlüllah'a (A.S.) Verilen Kevser
Kurban'ın İslâm'daki Yeri Ve Önemi
Peygambere (A.S.) Kin Besleyip Düşmanlık Edenler
Kevser Süresiyle Kâfirûn Sûresi arasındaki münasebet:
İbn Abbas (R.A.), Kelbî ve Mukatil'e göre:
Mekke'de; el-Hasan, İkrime, Mücahid
ve Katade'ye göre: Medine'de inmiştir.[1]
İbn Merduye'nin yaptığı
rivayete göre, Hz. Aişe
(R.A.), Kevser Sûre-si'nin Mekke'de indiğini
söylemiştir.[2]
Ancak sûrede namazdan
ve bir yoruma göre kurbandan söz edildiğine bakılırsa, bunun Medine'de indiği
ağırlık kazanır.
Birinci âyetinde çok
hayır, feyiz ve bereket anlamına gelen ve bir de âhiret
gününde Resûlüllah'a (A.S.) verilecek büyük bir
havuza isim olan Kevser, aynı zamanda sûreye de isim olmuştur.
Âyet sayısı: 3
Kelime sayısı: 10
Harf sayısı::42[3]
1- Müşriklerin
daha fazla saldırıya geçtiği bir dönemde Resûlüllah'a (A.S.) Kevser'in verildiği konu edilerek hem
İslâm'ın geleceğinin çok parlak olduğuna işaret ediliyor, hem de Resûlüllah (A.S.J Efendimiz ile mü'-minlere
teselli havası estiriliyor.
2- Allah
için namaz kılınması emrediliyor ve yine O'nun için kurban kesilmesi kapalı bir
anlatımla bildiriliyor.
3- Peygamber'e
(A.S.) kin besleyip düşmanlık edenlerin soysuz kişiler olduğu ve öylelerinin
geriye ahlâk ve fazilet adına, imân ve irfan namına bir iyilik bırakmıyacakları haber veriliyor.
Resûlüllah'ın (A.S.) ve Ona imân edenlerin geriye sayısız hayır ve
iyilikler bırakarak ayrılacaklarına ve isimlerinin kıyamete kadar rahmetle anılacağına
işarette bulunuluyor. [4]
1- Şüphesiz
ki biz sana Kevser'i verdik.
2- Artık Rabbın için namaz kılmaya devam et ve nahr
yap (Kurban kes veya namazda rükû'dan kalkılırken ellerini göğüs seviyesine
kaldır).
3- Asıl soyu
kesilen, ismi unutulan, sana kin besleyip düşmanlık eden kimsedir.
Hafız Bezzar'ın sahîh senetle İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre : Medineli Köb b. Eşref Mekke'ye geldi. Kureyşli'ler
ona dediler ki: «Sen bugün için kavminin efendisi ve ileri gelenisin. Şu
kavminden kopuk, soyu kesik adam (Muhammed) bizden hayırlı olduğunu iddia
ediyor. Oysa biz hacıları, mihmandarlık yapıp gözeten, onlara su dağıtan,
Kabe'ye »hizmet eden kimseleriz.» Bunun üzerine Kâb
b. Eşref onlara: «Siz ondan hayırlısınız» dedi. O sebeple Kevser Sûresi indi. [5]
İbn Ebî Şeybe'nin
tahrîcine ve İbn Münzir'in İkrime'den rivayetine
göre, adı geçen şöyle demiştir: «Peygamber {A.S.) Efendimize vahiy inmeğe
başlayınca, Kureyşli'ler: «Muhammed bizden kopup
(aslından, atalarının dininden) uzaklaştı» diyerek Ona karşı cephe aldılar.
Bunun üzerine ilgili sûre indi.» [6]
İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den yaptığı rivayete göre: Bir adamın erkek evlâdı
ölünce Kureyşli'ler onun hakkında «Falan adam ebter oldu», yani soyu, nesli kesildi derlerdi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in
erkek çocukları ölünce, Âs b. Vâil: «Muhammed'in
soyu, nesli kesildi, ebter oldu» dedi. Bu sebeple
Kevser Sûresi indi. [7]
Ebû'l-Hasan Nisabûrî'nin tesbitine göre: İbn Abbas (R.A.) şöyle demiştir :
«Âs b. Vâil Mescid'e girerken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz de oradan çıkıyordu. Bu sebeple
Beni Sehm Kapısı'nda karşılaştılar ve bir süre konuştuktan
sonra Âs b. Vâil içeri girdi ki, orada Kureyş'in ileri gelenleri oturuyordu. Ona, dışarda kiminle konuştuğunu sordular. O da: «Şu nesli kesik
(ebter) adamla...» diye cevap verdi. Bunun üzerine
Kevser Sûresi indi. [8]
İniş sebebiyle ilgili
rivayetlerin çoğu Sûre'nin Mekke'de indiğine delâlet etmektedir. Allah daha iyisini bilir.[9]
Enes (R.A.) diyor
ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz aramızda oturduğu bir sırada hafif uyuk-ladıktan sonra tebessüm eder halde başını kaldırdı. Bunun
üzerine: «Ya Resûlellah!
Sizi mütebessim yapan nedir?» diye sorulduğunda, O şu
cevabı verdi: «Az Önce bana bir sûre indirildi ve Besmele çekip Kevser Sûresini
okudu. Sonra da bize sordu: «Kevser'in ne olduğunu bilir misiniz?» Biz de:
«Allah ve Resulü daha iyi bilir» dedik. Buyurdu ki: «O bir ırmaktır ki, Rabbım onu bana vereceğini vaadetti.
O çokça hayırdır; o bir havuzdur kî kıyamet gününde ümmetim gelip
susuzluklarını ondan (içerek) giderirler. Çevresindeki kaplar (bardaklar)
gökteki yıldızlar sayısıncadır. Ümmetimden bazı kullar ona doğru seğirtirler;
(derken) erişemezler. Ben de: «Rabbim! onlar benim ümmetimdendirler» derim. Rabbım buyurur kî: «Senden sonra onların neler işleyip
ortaya çıkardıklarını bilmezsin!» [10]
Abdullah b. Amr b. Âs (R.A.), Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu haber
vermiştir:
«Benim havuzumun eni
ve boyu bir aylık mesafe kadardır. Suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha
güzeldir. Bardakları gökteki yıldızlar misali (çoktur). Ondan bir defa içen
kimse bir daha susamaz.» [11]
Enes (R.A.), Resûlüllah'ın
(A.S.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
«Havuzumun iki tarafı
arasındaki mesafe Eyliya [12] ile
Yemen'in San'â şehri arasındaki mesafe gibidir. Ondaki bardaklar, gökteki
yıldızlar sayısı gibidir.» [13]
İbn Mes'ûd (R.A.), Peygamber
(A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
«Sizden ilk havuza
varan ben olacağım. And olsun ki (o gün) bazı adamlar
bana doğru gelip yükselecek (görülebilir bir yere gelecek)ler
ve ben de onlara Kevser Suyu'ndan uzatıp vermek üzereyken ansızın onlar
arkalarına doğru seğirterek uzaklaşırlar. (Suyu alıp içme imkânına erişemezler).
Bunun üzerine ben : «Ey Rabbım! (Bunlar) benim ashabimdır» derim. Rabbım da bana
: «Bunların senden sonra neler ortaya çıkardıklarını, neler işlediklerini
bilmezsin!» buyurur.» [14]
Kevser ile ilgili
birçok sahîh hadîslerden biz sadece birkaç tanesini naklettik. Hadîslerin
sıhhat derecesini dikkate alan Şeyh Mahyiddin Nevevî. Kadı lyaz, hüküm olarak
şu sonucu çıkarmışlardır: «Havuzla ilgili hadîsler sahîhtir. Ona imân farzdır
ve onu tasdîk imândandır. Sonra da bu hadîslerin hepsi Ehl-i
Sünnet'e göre zahiri üzeredir, te'vîl edilemezler.
Hem hadîsler mütevatir derecesine varacak şekilde
nakledilmişlerdir.» [15]
«Kevser», «fev'âl» kalıbında «kesret»ten türetilmiştir. Tıpkı «nevfel»in «nefebden türetilmesi
gibi.
Araplar genellikle
sayı, miktar ve ölçü bakımından çok olan her şeye «kevser»
derler. Nitekim oğlu seferden dönen yaşlı anneye: «Oğlunuz nelerle döndü?»
diye sorulduğunda, o: «Kevser ile döndü» diye cevap ve-
rir. İşte çokluk ifade eden «kevser»in
bu anlamda kullanılması çok yaygındır. Şüphesiz kadının bundan kasdettiği mâna «çok mal»dır.
Bazan «kevser», hayrı, iyiliği
çok olan adama sıfat olarak getirilir. Aynı zamanda arkadaş, dost ve aşiretin
çokluğu da bu kelime ile ifade edilir.
Bunları özetliyecek olursak, şu mâna ortaya çıkar: Kevser, çok hayır,
çok iyilik, feyiz ve bereket anlamına geldiği gibi, kıyamet gününde mü'minlerin susuzluğunu giderme konusunda Resûlüllah'ın (A.S.) havuzuna ve onun çokça hayır olarak
hizmete sevkedileoeğine de delâlet etmektedir.[16]
Âyette ifadesini
bulduğu şekilde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e
verilen Kevser, kaç mânaya veya kaç farklı nîmete delâlet etmektedir? Gerçi
sahîh hadîslerde bunun âhiret gününde Hz. Muhammed'e (A.S.) mahsus hazırlanmış büyük bir havuz,
bir ırmak olduğu açıklanmıştır. Şüphesiz bu kelimenin en çarpıcı anlamı da
budur. Ancak Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e
bundan başka birçok büyük hayırlar, çokça iyilikler de verildiğini ve verileceğini
dikkate alan ilim adamları bu ismi 16 şekilde yorumlamışlardır. Şöyle ki:
1- Cennet'te
bir ırmaktır.
Nitekim Buharı ile Tirmizî, Hz. Enes
(R.A.)den bu anlamda sahîh hadîs nakletmiş bulunuyorlar.
2- Mahşer
ehlinin hesap vermek üzere
bekletildikleri «Mevkıf»de Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e tahsis olunan bir havuzdur.
Nitekim bu anlamda
Müslim'in Hz. Enes
(R.A.)den naklettiği sahîh bir hadîs bulunuyor.
3- Peygamberlik ve Kitap'tır.
Nitekim Tabiîn'den İkrime bu yorumu
tercîh etmiştir.
4- Kur'ân'dir.
Bu, Tabiînden
el-Hasan'ın yorumudur.
5- Islâmiyettir. Çünkü o her yanı ve yönüyle çokça hayır ve
rahmettir. <Ğkt_ yorum, el-Muğîre'den
rivayet edilmiştir.
6- Kur'ân'ın her
bakımdan kolaylaştırılması ve şer'i hükümlerin hafif tutulmasıdır. Bu yorum,
Hasan b. Fazl'den rivayet edilmiştir.
7- Arkadaş, dost, yandaş ve aşîretin çokluğudur.
Bu, Ebû Bekir b. lyaş'ın
yorumudur.
8- En iyi ve
en güzel olanı, en kalıcı ve rahmet saçanı seçip beğenmektir.
Bu, İbn Keysan'ın yorumudur.
9- Nam ve şöhretin çoğalıp yaygınlaşması ve
kalıcı bir iz bırakmasıdır.
Bu, Mâverdî'nin yorumudur.
10- Peygamber'in
(A.S.) kalbinde bir nurdur ki, bu onu Cenâb-ı Hakk'a (muttasıl) yaklaştırır.
11- Şefaat makamı ve yetkisidir.
12- İnsanlardan
icabet ehlinin Resûlüllah'ın (A.S.) dâvetine olumlu
cevap vermeleri için Allah'ın tecelli ettirdiği mu'cizelerdir.
Bu, yorum Şa'bî'den rivayet edilmiştir.
13- «Lâ İlahe İllallah, Muhammed'ün
Resûlüllah» sözüdür.
14- Dinde çokça bilgili ve anlayışlı olmaktır.
15- Beş
vakit namazdır.
16- Çok önemli ve başarı dolu olaylardır.
Bu yorum ve görüşlerin
en sahîh ve en muteber olanı, birinci ile ikinci yorumdur.
Böylece Kevser, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den
yana dünya ve âhiret hayırlarına delâlet eden geniş
kapsamlı bir kavramdır. Resûlüllah'ın (A.S.) nurlu
yolunda yürüyen mü'minlerin de hem dünyada, hem âhirette Kevser'in feyiz ve bereketine erişmeleri umulur.
Aynı zamanda mahşer alanında Resûlüllah'ın havuzuna
kavuşmaları ve susuzluklarım gidermeleri verilen müjdeler arasında bulunuyor[17]
.
«Artık Rabbın için namaz kılmaya devam et ve nahr
yap..»
Âyette «namaz» mutlak
olarak anılmıştır. Sûrenin Mekke'de nazil olduğuna bakılırsa, o dönemde Arap Yarımadası'ncla putlara tapılıp onlar adına kurbanlar
kesilirken, bu bâtıl ve çirkin âdeti ve çarpık inancı kaldırmaya yönelen İslâm
Peygamberi'nin Allah'a ibâdet için namaz kılması ve yalnız O'nun adına kurban
kesmesi son derece anlamlıdır.
Sûre'nin Medenî
olduğunu, yani Medine'de indiğini söylersek, bu namazın sabah ve bayram namazı
olduğu; «nahr»ın da kurban
bayramına mahsus kurbana işaret bulunduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu iki yorum, âyetin
delâlet ve işaretine ağırlık kazandırdığından ilim adamları âyetini beş ayrı
şekilde yorumlamışlardır. Şöyle ki:
1- İbn Abbas'a (R.A.) göre: Üzerine
farz olan namazı kıl. Tabiîn'den Dahhak
de aynı yorumu benimsemiştir.
2- Katade, Atâ' ve İkrime'ye göre:
Kurban Bayramı namazını kıl.
Nitekim Enes (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah
(A.S,) Efendimiz önce kurbanlık hayvanı keser, sonra namaz kılardı. Bilâhare
aldığı işaret üzerine, ümmetine önce namaz kılmayı, arkasından kurban kesmeyi
emretti.»[18]
Tabiînden Saîd b. Cübeyr bu konuyu biraz
daha açıklayarak şöyle tefsîrde bulunmuştur: «Rabbın için
farz olan sabah namazını Müzdelife'de kıl ve Minâ'da kurban kes!»
Saîd b. Cübeyr ayrı bir yorum
olarak da şöyle demiştir: «Bu âyet Hudeybiye'de
inmiştir ki, o günlerde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
Mekke'ye girmekten ve Beytullah'ı tavaf etmekten alıkonmuştu. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hak Ona namaz kılmasını, kurbanlık develeri kesmesini ve öylece Medine'ye
dönmesini emretti. O da Hudeybiye'de bu emri aynen
yerine getirdikten sonra Medine'ye döndü.
İbnü'l-Arabî diyor ki:
«Namaz kıl»dan maksat,
beş vakit namazsa, şüphesiz bu namaz ibâdetlerin rüknü, İslâm'ın kaidesi ve
dinin en büyük ana direklerinden biridir. O bakımdan bu çok önemli ibâdete
devam edilmesi te'kiden bildirilmiştir.
Ama bu namaz, Müzdelife'de kılınacak sabah namazı ise, şüphesiz bu,
kurbana eşlik eden bir namazdır, yani sabah namazından sonra Mi-nâ'ya gidilip orada kurban kesilir. Çünkü Minâ'da kurbandan önce sabah namazından başka namaz
yoktur.
Bu namazın Kurban
Bayramı namazı olduğunu söyleyenlere göre, şüphesiz bu, Mekke'de değil, Medine'de
cereyan etmiştir.. Zira Bayram Namazı, bilicmâ1 Mekke'de değil, Medine'de
kılınmıştır.»
3- Hz. Ali'ye (R.A.) göre: “Fesalli lirabbike” den maksat, «Namazda sağ elini sol elinin
üzerine koy» demektir.[19]
Ayrıca ellerin göğüs
hizasında belirtilen şekilde tutulması söz konusudur. Zira «nahr» bu mânaya da delâlet etmektedir.
4- «İftitah, rükû1 ve secde tekbîrlerinde elleri göğüs
seviyesine kadar kaldır» demektir.
Hz. Ali (R.A.)den yapılan zayıf bir rivayete göre ise,
«Bu âyet inince Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Melek
Cebrail'e : «Cenâb-ı Hakk'ın
emrettiği nahîre nedir?» diye sordu. O da : «Bu, ayın
son gecesi manâsına değildir. Cenâb-ı Hakk'ın sana, namaz için tekbîr getirdiğinde ellerini
kaldırmanı emretmesidir. Rükû'dan başını kaldırdığın zaman ve secdeye
eğildiğinde de böyle yaparsın.» [20]
5- Ferra', Kelbî ve Ebûlohves'e göre: Namazda göğsü kıbleye müteveccih
bulundurmak anlamınadır.
Müfessir Alâeddin Ali ise kendi tefsirinde bu âyetle ilgili
yorumları az değişik şekilde şöyle özetlemiştir:
a-
İnsanlardan önemli bir kısmı Allah'tan başkasına ibâdet ediyordu : O'ndan
başkası adına kurban kesiyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hak, Peygamberine : «Allah için namaz kıl ve O'na yakın olman için kurban kes»
diye emretti.
b- Bayram
günü Rabbın için bayram namazını kıl ve nüsük olarak kurban kes.
c- Farz
namazı cem'u takdim ve cem'u
te'hîr şeklinde kıl; Mina'da
kurbanını kes.
tut.
d- Namazda
sağ elini son elinin üzerine koy ve göğüs seviyesinde
e- Tekbîr
getirirken ellerini göğüs hizasına kadar kaldır. Yani namaz içinde iftitah ve diğer tekbirleri getirirken göğüs seviyesine
kadar kaldır. [21]
Bayram Namazı ve
Kurban farz mıdır, vacip midir, yoksa sünnet midir? Kevser Sûresin'de
«Namaz kıl» emri, sabah namazına mi işarettir, yoksa bayram namazı mı kasdediliyor? Az yukarıda belirttiğimiz gibi, ilim
adamlarının bu husustaki yorumu farklı olmuştur: Kimine göre, sabah namazına,
kimine göre bayram namazına işarettir. O halde emir sarih olarak bayram
namazına delâlet etmediğinden, «Bayram namazı farzdır» diyemeyiz. Zira bir
emrin farziyeti hem sübut, hem de delâlet yoluyla
kafi olmalıdır. Burada katiyet söz konusu değildir. Namaz ile ilgili olan emrin
sübutu kafi ise de, bayram namazına delâleti zannîdir.
O bakımdan rey tarafdarlarına göre, bayram namazı
vaciptir. Başta İmam Şafiî olmak üzere müctehidlerden
bir kısımına göre, sünnettir. Çünkü âyetteki emir bu
namaza delâlet etmemektedir; o, Resûlüllah'ın (A.S.)
fiiliyle sabit olan bir sünnettir.
Nahr emri, kurban kesmeye mi, yoksa namazda sağ eli sol el
üzerine koyup göğüs hizasında tutmaya mı veya iftitah
tekbiri başta olmak üzere tekbirlerde elleri göğüs hizasına kadar kaldırmaya mı
delâlet etmektedir? Bu hususta hem ashab ve
tabiînin, hem de onlardan sonra gelen müctehid
imamların görüş, tesbit, istidlal ve istinbatları farklıdır:
a) Darekutnî'nin Humeyd tarikiyle Enes (R.A.)den yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir:
«ResÛIüllah (A.S.) Efendimiz namaza giriş yapınca ve
rükû'a eğilince, rükû'dan başını kaldırınca ve bir de secdeye gidince
(tekbirlerde) ellerini (göğüs hizasına kadar) kaldırırdı.»
Ancak bunu Humeyd'den yalnız Abdülvehhab es-Sekafî merfuân rivayet etmiştir.
O bakımdan sözü edilen yerlerde ellerin kaldırılması Enes'in
fiili olabilir diyenler olmuşsa da İbn Ömer (R.A.)dan
yapılan sahîh rivayet, bunun fiil-i ResÛIüllah
olduğunu kesin şekilde ortaya koymaktadır. Sahi- hayn'in
tesbitine göre, İbn Ömer
(R.A.) diyor ki:
«ResÛIüllah
(A.S.) Efendimizi, namaza kalktığında ellerini omuzlan hizasına kadar
kaldırdığını ve öylece tekbîr getirdiğini ve bunu, rükû' için tekbir
getirdiğinde, başını rükû'dan kaldırdığında, Semiâllahu
limon ha-midehü dediğinde yaptığını gördüm. Başını
secdeden kaldırdığında böyle yaptığını görmedim,.» [22]
Nitekim İmam Şafiî,
İmam Ahmed b. Hanbel, İshak, Leys b. Sa'd ve Ebû Sevr bu hadîsle
istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.
Diğer bir grup müctehid ise, bu rivayetlerin «haber-i ahad»
olduğunu dikkate alarak ihticace sâlih
görmemişler ve o bakımdan namazda sadece iftitah
tekbirinde ellerin kaldırılacağını hükme bağlamışlardır. Nitekim İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının, rey
tarafdarlarının, ve Süfyan
es-Sev-rî'nin içtihadı bu doğrultudadır. İmam
Mâlik'in de mezhebi böyledir.
Bunların dayandığı
rivayet ise şöyledir: Alkame'nin Abdullah (R.A.) dan
yaptığı rivayete göre, adı gecenin şöyle dediği tesbit
edilmiştir: «Peygamber (A.S.)ı Ebû Bekir (R.A.) ve
Ömer (R.A.) ile beraber bir namaz kıldım, onlardan hiçbiri İftitah
Tekbirinden başka tekbîrlerde ellerini kaldırmıyorlardı.»
Bu hadîsi rivayet eden
Darekutnî diyor ki: «Hadîsi rivayette Muham-med b. Câbir
teferrüd etmiştir ki bu zat zayıftır.
Ancak bu rivayeti
kuvvetlendiren bir diğer rivayet söz konusudur: Yezîd
b. Ebî Ziyad'ın Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan,
onun da Berâ' (R.A.) dan yaptığı rivayete göre, Hz. Berâ' ResÛIüllah
(A.S.) Efendimizi sadece iftitah tekbirinde el
kaldırırken görmüş, diğer tekbirlerde kaldırmadığına şahit olmuştur.
imam Mâlik de bu
rivayetlerle ihticacde bulunup, «Namazda hiç bir
tekbîrde eller kaldırılmaz» demiştir. Nitekim İbn
Kasım diyor ki: «Ben, İmam Mâlik'in İftitah
Tekbîrinde de ellerini kaldırdığını görmedim.» O bakımdan ellerin
kaldırılmamasını ben de hep arzu etmekteyim.»[23].
Ancak ünlü fakîh Sahnûn'un tesbiti buna pek uymamaktadır. Şöyle ki, Sahnûn bu konuda diyor ki: «İmam Mâlik namazda sadece iftitah tekbirinde ellerini hafif kaldırırdı, diğer
tekbirlerde kaldırmazdı. Bu hususta kadın da erkek gibi hareket eder.
İbn Kasım diyor ki: «İhram Tekbîrinden başka tekbirlerde
elleri kaldırmak İmam Mâlik'e göre zayıftır...» [24]
İslâm Dini, kurban
konusunu en yararlı çizgisine getirip dayamış ve böylece malî ibâdeti, bedenî
ve kalbî ibâdetle birleştirerek bütünleştirmiştir.
Allah için, Allah
adına, fakirden, komşudan, muhtaçtan yana kurban kesmek ilk insan, ilk
peygamber Adem (A.S.) İle başlar. İki oğlu arasında ortaya çıkan ihtilâfın,
Allah adına, en samimi niyetle birer kurban kesmeleri suretiyle çözüme
kavuşturulması bir hüküm olarak belirir. Nitekim Mâide
Sûresi'nde bu ilk kurbandan şöyle söz edilerek bilgi verilmektedir: «Bir de
onlara Adem'in iki oğlunun haberini (aralarında geçen olayı) gerçek yönüyle
anlat: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş,
diğerinden kabul edilmemişti. (Kurban'ı kabul edilmeyen bu duruma öfkelenmiş)
«And olsun ki seni öldüreceğim» demişti. O da: «Allah
ancak muttakîler (Hakk'a saygılı olup kötülüklerden
sakın anlar) dan kabul buyurum., demişti.» [25]
Sonra Kur'ân'da yine bu konuda İbrahim Peygamber (A.S.) ile oğlu
İsmail arasında cereyan eden olaya temas edilirken, insanın kurban edilemiyeceği vurgulanır ve İbrahim'in (A.S.) kurban etmek
istediği oğluna bedel büyükçe bir koçun kurbanlık olarak gönderildiğine
değinilerek, ilâhî beyândan uzak kavim ve milletlerin bakire kızları, genç
erkekleri kurban etmelerinin kutsal, feyizli, bereketli ve insanî hiçbir yanı
bulunmadığına işaret edilir. Şöyle ki:
«Ve İbrahim, şüphesiz
ben Rabbımo gidiyorum, O bana doğru yolu gösterin»
dedi.
Ey Rabbım!
Bana iyi-yararlı kişilerden olacak (bir evlâd)
bağışla, deyip duâ etti. Biz de O'nu çok sabırlı, zarif ve yumuşak huylu bir
oğul ile müjdeledik. Çocuk onun yanında yürüyüp konuşabilme çağına gelince, İbrahim
ona şöyle dedi; «Oğulcağızım! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı
görüyorum. Bîr bak, bu hususta görüşün ne?» O da: «Babacığım! Sen emredildiğini
yap. Beni -inşallah- sabredenlerden bulacaksın» dedi.
Bunun üzerine her
ikisi de (Hakk'ın buyruğuna) teslimiyet gösterdiler
ve O, oğlunu alnı üzeri yere yatırdı. Biz de Ona şöyle seslendik: «Ya İbrahim! Rüyayı cidden gerçekleştirdin. Şüphesiz biz,
iyiliği, güzelliği, yararlı işleri huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız.
Şüphesiz bu acık bir imtihan idi. Ve onun yerine fidye olarak büyük bir
kurbanlık verdik..» [26]
Ayrıca Musa Peygamber
(A.S.) zamanında bir adamın kim tarafından öldürüldüğünü belirlemek ve mu'cize doğrultusunda, öldürülenin haber vermesini
sağlamak üzere boyunduruk altına sokulmamış, taze, güçlü; aynı zamanda parlak
sarı renkli bir sığırın kurban edildiği şöyle anlatılmaktadır :
«Hatırlayın ki, bir
vakit de Musa, milletine : «Allah size bir sığır boğazlamanızı emrediyor»
demişti. Onlar (atalarınız): «Bizi alaya mı alıyorsun?» demişlerdi. O da «Öyle
cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım» demişti…” «Sığırın bir kısmını
öldürülen adama vurun» demiştik. (Vurulunca da o dirilivermişti). İşte böylece
Allah ölüleri diriltir. Aklınızı iyice kullanası-nız
diye âyetlerini size gösterir.» [27]
Mevcut Tevrat
nüshalarında da başkası adına kurbandan ve adaktan söz edilerek kurbanın ancak
Allah adına kesileceği belirtilir ve bu konuda şöyle bilgi verilir:
«Ancak Rabdan başka bir ilâha kurban kesen helak edilecektir.» [28]
Levililer Kitabı'nda günah takdimesi
koçtan söz edilmekte ve kurban edilen koçun günaha keffaret
olacağı belirtilmektedir. [29]
Anlaşıldığı üzere
semavî dinler insanı kurban etmeyi kesinlikle yasaklarken, kul ile Rabbısı arasındaki ilgiyi kuvvetlendiren amellerden biri
olarak eti yenilen deve ve davarlardan birinin kurban edilmesini emir ve tavsiye
etmişlerdir.
Zira eski Mezopotamya,
Hind, Yemen, Mısır ve Yunan efsanelerinde ve
destanlarında bakire kızların, gelinlik kadınların ve genç yakışıklı delikanlıların
kurban edildiğini görmekteyiz. Mısır'da «Nif Nehri»nin bolluk ve bereket ilâhı sayıldığı da yine Mısır
Mitolojisinde geçmektedir. Orada ön sırada bulunan
kâhinlerin, Nil'in coştuğu Nisan ayında ona üç veya
yedi bakire kız kurban ettikleri bilinen bir gerçektir.
Son olarak İslâm Dini,
her hüküm ve konuyu en mükemmel şekliyle
düzenleyip insanlığın
hizmetine sunduğu gibi. kurban konusunu da hem Allah'a yaklaştırıcı bir ibâdet,
hem aile ve çevreyi manen tatmin edip huzur ve güvene kavuşturan kutsal bir
destek, hem de komşular ve toplum arasında dostluk bağlarını kuvvetlendiren ve
sosyal adaletin sağlanmasına yardımcı olan malî bîr ibâdet kılarak onu en
verimli ve bereketli çizgisine kavuşturmuştur.
Âyette sarih şekilde
«kurban kes» denilmeyip «nahr yap» denildiği için,
bazı mezheplerde bu ibâdet vacip, bazısında ise sünnet kabul edilmiştir. Ama
ister vacip olsun, ister sünnet sayılsın konuda hâkim olan ilâhî hikmet ve
mantık son derece faydalı sonuçlar doğurmaktadır. Eğer doğrudan farz kılınsaydr, birtakım zorlukların ortaya çıkması söz konusu
olabilirdi. Vacip veya sünnet derecesinde kalması ictihad
doğrultusunda mü'minlere rahatlık ve kolaylık
getirmiştir.[30]
<<Asıl soyu kesilen, ismi unutulan, sana kin besleyip
düşmanlık eden kimsedir.»
Büyük insanın,
büyüklüğü ve ortaya attığı fikri, ideâli ve savunduğu davanın büyüklüğü nisbetinde dost ve düşmanı olur. Şüphesiz ki Hz. Mu-hammed (A.S.), dünya
kuruldu kurulalı gelip geçen ünlülerin, büyük liderlerin, peygamberlerin ve mürşidlerin en büyüğü ve önde gelenidir. Tebliğiyle
görevlendirildiği İslâm ve Kur'ân da davaların en
büyüğü ve en kalıcısı, en hayırlısıdır.
Davanın azametini,
kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlara seslenişini ve Resûlüllah'ın
(A.S.) yaptığı inkılabın büyüklüğü, devamlılığını; parlak ve kalıcı
sonuçlarını, aynı zamanda mutlak anlamda rahmet yansıttığını görmeyen, idrâk edemiyen kalp gözleri kör nankörlerin Ona karşı
düşmanlıkları da o nisbette büyük olmuştur.
O bakımdan bu tiynette olan inkarcılar ortaya çıkan her olayı İslâm
aleyhine değerlendirmeyi iş edinirler ve Hz.
Muhammed'i (A.S.) küçük düşürmek İçin bazı âyet ve hadisleri kendi fasit
düşüncelerine ve çarpık mantıklarına göre yorumlarlar; sonra da her çareye baş
vurmayı kendilerine görev sayarlar. Nitekim Resûlüllah'ın
(A.S.) erkek çocukları birbiri ardınca ölünce, azılı müşrik Âs b. Vâil ve yandaşları bu olayı Peygamber (A.S.) Efendimiz'in aleyhine yorumlayıp Ona : «Ebter» diyecek
kadar kinlerini açığa vurdular. Cenâb-ı Hak,
Resulünü bu çirkin sözlerden siyânet ederek
asıl «Ebter»in onlar yani Peygambere (A.S.) karşı kin ve
düşmanlık besleyen o soysuzlar; adı sanı kesilecek ve lanet ile anılacak da
ancak onlar olacağına değinerek, ilâhî takdîr ve hükmünün kimin hakkında nasıl
tecelli edeceğine işarette bulunmaktadır.
«Beter» kökünden gelen
«ebter», aynı zamanda kısır, başarısızlık, fe-yizsizlik ve bereketsizlik
mânalarına da delâlet eder. Nitekim hadîste bu kelime belirtilen mânâlarda da
kullanılmıştır. Şöyle ki:
«Önemli ve anlamlı
olan her işe el-hamdulillah ile başlanmazsa, o kısır,
başarısız ve bereketsizdir.» [31]
«Önemli ve anlamlı
olan her işe Bismillah ile başlanmazsa, o kısır ve bereketsizdir..» [32]
Ebter'in bu mânasının, Resûlüllah'ın
(A.S.) düşmanları hakkında aynen tecelli ettiğini ve imân etmiyenlerin
başarısız, feyizsiz ve bereketsiz bir ömür geçirip nam ve şöhretlerinin sabun
köpüğü gibi söndüğünü siyer kitaplarından okuyor ve yaşadığımız çağda da bunun
birtakım misallerini görüyoruz. Kıyamete kadar da bu ilâhî beyân hükmünü
yürütecek; Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hep minnet,
şükran, şan, şeref, saygı ve tazimle anılacak; neşrine memur olduğu İslâm
Dini, milyarların kalbini doldurup yollarını aydınlatmaya devam edecek; O Yüee Peygambere ve dâvasına düşmanlık ve kin besleyenler
bereketsizlik ve huzursuzluk içinde ömürlerini tüketecek ve ölüm olayıyla
büsbütün silinip belirsiz olacaklardır. İnkarcı sapıkların, Hz. Muhammed'e kin besleyip düşmanlık edenlerin ismini
yaşatmaya çalışmaları hiçbir olumlu sonuç vermeyecek, bir süre sonra tarih
gerçek hükmünü ortaya koyacaktır.
Şüphesiz bugün hâlâ fir'avnlardan, nemrutlardan, ebûcehillerden
ve benzeri zalim inkarcı zorbalardan, diktatörlerden söz ediliyorsa, bu, rahmet
ve saygıyla değil, nefret ve lanetledir. Düne kadar Lenin ve Stalin'i göklere
çıkaranlar, bugün onları yedi kat yerin dibine batırmakta ve isimlerinden
nefretle söz etmektedirler. Böylece hak eninde-sonunda yerini bulmakta; herkes
lâyık olduğu yeri ve sıfatı almaktadır.[33]
Kevser Süresiyle,
müşrikler, nankörler, sapıklar istemeseler bile Hz.
Muhammed'e (A.S.) en büyük ve en kalıcı hayırların verildiği ve Ona kin
besleyip düşmanlık güdenlerin hep başarısızlığa uğradığı ve uğrayacağı
açıklandı.
Kâfirûn Süresiyle, inkarcı sapıkların İslâm'a karşı aşırı
düşmanlıklarına işaret edilerek onların bu ısrarlı ve inatlı tutumlarına karşı
Hz. Mu-hammed'in (A.S.)
tavrının ne olacağı açıklanıyor. Her bakımdan Allah'ın Ona kâfi olacağına
işaretle mü'minler teselli ediliyor.
Bu sûrenin de
tefsirini bize müyesser kılan Yüce Rabbımıza sonsuz hamd-u senalar; kendisine verilen çokça hayır ve âhiretteki Kevser Havu-zuyla mü'minleri yararlandıran ve
yararlandıracak olan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar
olsun..[34]
[1] Tefsîr-i Kurtubî: 20/216
[2] Şevkani/Fethülkadîr:
5/502
[3] Lubabu't-te'vîl:
4/413
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7026.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7026.
[5] Süyûti/Esbabu
Nüzûli'l-Kur'ân: 122
[6] Süyûti/Esbabu
Nüzûli'l-Kur'ân: 122
[7] Süyûtî/Esbabu
Nüzûli'l-Kur'ân: 123
[8] Nisabûrî/Esbabu'n-Nüzûl:
306
[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7027-7028.
[10] Müslim/salât; 53, 54,
taharet: 37, fezâil: 40- Buharî/meğâzî: 17, 27, rikak : 53- Ebû Dâvud/sünnet: 23; Nesâî/biy'at: 35, 36- Ahmed : 2/162,
163, 199-3/14, 17, 26- 5/50- 6/297
[11] Müslim/fezâil: 42
[12] Eyliya : Şam ile Mısır
arasında deniz sahilinde. bir şehirdir.
[13] Tirmizî/kıyâmet : 14, 15- Ahmed
: 3/225, 230- 4/149, 154- 5/149
[14] Buharl/fiten
: 1, rikak :
53- Müslim/taharet: 39, fezâil: 25, 26, 31, 32, 44, 45- Nesâî/taharet: 109- İbn Mâce/fiten : 5, zühd : 36- Ahmed : 1/257, 384,
402, 407, 425, 435
[15] Alaeddin Ali/Lübabu't-te'vü : 4/415
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7028-7029.
[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7029-7030.
[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7030-7031.
[18] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'l-Kur'ân
: 20/218.
[19] Darekutnî/salât: 5
[20] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'l-Kur'ân
: 20/219
[21] Lübabu't-te'vİl
: 4/416
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7032-7034.
[22] Buharî/el-amelü fissalât: 3, 16, salât: 21, 25, 55, 102, 103- Müslim/sa-lât: 119
[23] el-Câmi'u Lİ-Ahkamn-Kur'ân : 20/220
[24] Sahnûn/el-MüdevvenetÜ'l-kÜbrâ : 1/68
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7034-7036.
[25] Mâide Süresi: 27
[26] Saffat Sûresi: 99-107
[27] Bakara Sûresi: 67-73
[28] Tevrat/Çıkış:
22/20
[29] Tevrat/Levililer : 19/22
[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7036-7038.
[31] Câmiu'ssağlr: 2/92
[32] Câmiu'ssağlr: 2/92 (Hadîs
zayıftır.)
[33] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7038-7039.
[34] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7039-7040.