KEVSER SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 3

Kevser Ve İçerdiği  Nimetler. 3

Resûlüllah'a (A.S.) Verilen Kevser. 3

Rabbin İçin Namaz Kıl 4

Fıkhî Yönü. 5

Kurban'ın İslâm'daki Yeri Ve Önemi 6

Peygambere (A.S.) Kin Besleyip Düşmanlık Edenler. 7

Kevser Süresiyle Kâfirûn Sûresi arasındaki münasebet: 8


KEVSER SÛRESİ

 

İbn Abbas (R.A.), Kelbî ve Mukatil'e göre: Mekke'de; el-Hasan, İkrime, Mücahid ve Katade'ye göre: Medine'de inmiştir.[1]

İbn Merduye'nin yaptığı rivayete göre, Hz. Aişe (R.A.), Kevser Sûre-si'nin Mekke'de indiğini söylemiştir.[2]

Ancak sûrede namazdan ve bir yoruma göre kurbandan söz edildiğine bakılırsa, bunun Medine'de indiği ağırlık kazanır.

Birinci âyetinde çok hayır, feyiz ve bereket anlamına gelen ve bir de âhiret gününde Resûlüllah'a (A.S.) verilecek büyük bir havuza isim olan Kevser, aynı zamanda sûreye de isim olmuştur.

Âyet sayısı: 3  

Kelime sayısı: 10

Harf sayısı::42[3]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:

 

1- Müşriklerin daha fazla saldırıya geçtiği bir dönemde Resûlüllah'a (A.S.) Kevser'in verildiği konu edilerek hem İslâm'ın geleceğinin çok par­lak olduğuna işaret ediliyor, hem de Resûlüllah (A.S.J Efendimiz ile mü'-minlere teselli havası estiriliyor.

2- Allah için namaz kılınması emrediliyor ve yine O'nun için kurban kesilmesi kapalı bir anlatımla bildiriliyor.

3- Peygamber'e (A.S.) kin besleyip düşmanlık edenlerin soysuz ki­şiler olduğu ve öylelerinin geriye ahlâk ve fazilet adına, imân ve irfan na­mına bir iyilik bırakmıyacakları haber veriliyor.

Resûlüllah'ın (A.S.) ve Ona imân edenlerin geriye sayısız hayır ve iyi­likler bırakarak ayrılacaklarına ve isimlerinin kıyamete kadar rahmetle anı­lacağına işarette bulunuluyor. [4]

 

Meali:

 

1- Şüphesiz ki biz sana Kevser'i verdik.

2- Artık Rabbın için namaz kılmaya devam et ve nahr yap (Kurban kes veya namazda rükû'dan kalkılırken ellerini göğüs seviyesine kaldır).

3- Asıl soyu kesilen, ismi unutulan, sana kin besleyip düşmanlık eden kimsedir.

 

İniş Sebebi

 

Hafız Bezzar'ın sahîh senetle İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete gö­re : Medineli Köb b. Eşref Mekke'ye geldi. Kureyşli'ler ona dediler ki: «Sen bugün için kavminin efendisi ve ileri gelenisin. Şu kavminden kopuk, soyu kesik adam (Muhammed) bizden hayırlı olduğunu iddia ediyor. Oysa biz hacıları, mihmandarlık yapıp gözeten, onlara su dağıtan, Kabe'ye »hiz­met eden kimseleriz.» Bunun üzerine Kâb b. Eşref onlara: «Siz ondan hayırlısınız» dedi. O sebeple Kevser Sûresi indi. [5]

İbn Ebî Şeybe'nin tahrîcine ve İbn Münzir'in İkrime'den rivayetine gö­re, adı geçen şöyle demiştir: «Peygamber {A.S.) Efendimize vahiy in­meğe başlayınca, Kureyşli'ler: «Muhammed bizden kopup (aslından, ata­larının dininden) uzaklaştı» diyerek Ona karşı cephe aldılar. Bunun üzerine ilgili sûre indi.» [6]

İbn Ebî Hâtim'in Süddî'den yaptığı rivayete göre: Bir adamın erkek evlâdı ölünce Kureyşli'ler onun hakkında «Falan adam ebter oldu», yani soyu, nesli kesildi derlerdi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in erkek çocukla­rı ölünce, Âs b. Vâil: «Muhammed'in soyu, nesli kesildi, ebter oldu» de­di. Bu sebeple Kevser Sûresi indi. [7]

Ebû'l-Hasan Nisabûrî'nin tesbitine göre: İbn Abbas (R.A.) şöyle de­miştir :

«Âs b. Vâil Mescid'e girerken Resûlüllah (A.S.) Efendimiz de oradan çıkıyordu. Bu sebeple Beni Sehm Kapısı'nda karşılaştılar ve bir süre ko­nuştuktan sonra Âs b. Vâil içeri girdi ki, orada Kureyş'in ileri gelenleri oturuyordu. Ona, dışarda kiminle konuştuğunu sordular. O da: «Şu nesli kesik (ebter) adamla...» diye cevap verdi. Bunun üzerine Kevser Sûresi indi. [8]

İniş sebebiyle ilgili rivayetlerin çoğu Sûre'nin Mekke'de indiğine de­lâlet etmektedir. Allah daha  iyisini bilir.[9]

 

İlgili Hadîsler

 

 Enes (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz aramızda oturduğu bir sırada hafif uyuk-ladıktan sonra tebessüm eder halde başını kaldırdı. Bunun üzerine: «Ya Resûlellah! Sizi mütebessim yapan nedir?» diye sorulduğunda, O şu ce­vabı verdi: «Az Önce bana bir sûre indirildi ve Besmele çekip Kevser Sû­resini okudu. Sonra da bize sordu: «Kevser'in ne olduğunu bilir misiniz?» Biz de: «Allah ve Resulü daha iyi bilir» dedik. Buyurdu ki: «O bir ırmak­tır ki, Rabbım onu bana vereceğini vaadetti. O çokça hayırdır; o bir havuz­dur kî kıyamet gününde ümmetim gelip susuzluklarını ondan (içerek) gi­derirler. Çevresindeki kaplar (bardaklar) gökteki yıldızlar sayısıncadır. Üm­metimden bazı kullar ona doğru seğirtirler; (derken) erişemezler. Ben de: «Rabbim! onlar benim ümmetimdendirler» derim. Rabbım buyurur kî: «Sen­den sonra onların neler işleyip ortaya çıkardıklarını bilmezsin!» [10]

Abdullah b. Amr b. Âs (R.A.), Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in şöyle bu­yurduğunu haber vermiştir:

«Benim havuzumun eni ve boyu bir aylık mesafe kadardır. Suyu süt­ten daha beyaz, kokusu miskten daha güzeldir. Bardakları gökteki yıldız­lar misali (çoktur). Ondan bir defa içen kimse bir daha susamaz.» [11]

Enes (R.A.), Resûlüllah'ın (A.S.) şöyle buyurduğunu haber vermiştir:

«Havuzumun iki tarafı arasındaki mesafe Eyliya [12] ile Yemen'in San'â şehri arasındaki mesafe gibidir. Ondaki bardaklar, gökteki yıldızlar sayısı gibidir.» [13]

İbn Mes'ûd (R.A.), Peygamber (A.S.) Efendimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«Sizden ilk havuza varan ben olacağım. And olsun ki (o gün) bazı adamlar bana doğru gelip yükselecek (görülebilir bir yere gelecek)ler ve ben de onlara Kevser Suyu'ndan uzatıp vermek üzereyken ansızın onlar arkalarına doğru seğirterek uzaklaşırlar. (Suyu alıp içme imkânına eri­şemezler). Bunun üzerine ben : «Ey Rabbım! (Bunlar) benim ashabimdır» derim. Rabbım da bana : «Bunların senden sonra neler ortaya çıkardıkla­rını, neler işlediklerini bilmezsin!» buyurur.» [14]

Kevser ile ilgili birçok sahîh hadîslerden biz sadece birkaç tanesini naklettik. Hadîslerin sıhhat derecesini dikkate alan Şeyh Mahyiddin Nevevî. Kadı lyaz, hüküm olarak şu sonucu çıkarmışlardır: «Havuzla ilgili hadîsler sahîhtir. Ona imân farzdır ve onu tasdîk imândandır. Sonra da bu hadîslerin hepsi Ehl-i Sünnet'e göre zahiri üzeredir, te'vîl edilemezler. Hem hadîsler mütevatir derecesine varacak şekilde nakledilmişlerdir.» [15]

 

Kevser Ve İçerdiği  Nimetler

 

«Kevser», «fev'âl» kalıbında «kesret»ten türetilmiştir. Tıpkı «nevfel»in «nefebden türetilmesi gibi.

Araplar genellikle sayı, miktar ve ölçü bakımından çok olan her şeye «kevser» derler. Nitekim oğlu seferden dönen yaşlı anneye: «Oğlunuz ne­lerle döndü?» diye sorulduğunda, o: «Kevser ile döndü» diye cevap ve-

rir. İşte çokluk ifade eden «kevser»in bu anlamda kullanılması çok yay­gındır. Şüphesiz kadının bundan kasdettiği mâna «çok mal»dır.

Bazan «kevser», hayrı, iyiliği çok olan adama sıfat olarak getirilir. Aynı zamanda arkadaş, dost ve aşiretin çokluğu da bu kelime ile ifade edilir.

Bunları özetliyecek olursak, şu mâna ortaya çıkar: Kevser, çok ha­yır, çok iyilik, feyiz ve bereket anlamına geldiği gibi, kıyamet gününde mü'minlerin susuzluğunu giderme konusunda Resûlüllah'ın (A.S.) havu­zuna ve onun çokça hayır olarak hizmete sevkedileoeğine de delâlet et­mektedir.[16]

 

Resûlüllah'a (A.S.) Verilen Kevser

 

Âyette ifadesini bulduğu şekilde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e veri­len Kevser, kaç mânaya veya kaç farklı nîmete delâlet etmektedir? Gerçi sahîh hadîslerde bunun âhiret gününde Hz. Muhammed'e (A.S.) mahsus hazırlanmış büyük bir havuz, bir ırmak olduğu açıklanmıştır. Şüphesiz bu kelimenin en çarpıcı anlamı da budur. Ancak Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e bundan başka birçok büyük hayırlar, çokça iyilikler de verildiğini ve ve­rileceğini dikkate alan ilim adamları bu ismi 16 şekilde yorumlamışlardır. Şöyle ki:

1- Cennet'te bir ırmaktır.

Nitekim Buharı ile Tirmizî, Hz. Enes (R.A.)den bu anlamda sahîh ha­dîs nakletmiş bulunuyorlar.

2- Mahşer ehlinin hesap   vermek   üzere   bekletildikleri   «Mevkıf»de Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e tahsis olunan bir havuzdur.

Nitekim bu anlamda Müslim'in Hz. Enes (R.A.)den naklettiği sahîh bir hadîs bulunuyor.

3-  Peygamberlik ve Kitap'tır.

Nitekim Tabiîn'den İkrime bu yorumu tercîh etmiştir.

4-  Kur'ân'dir.

Bu, Tabiînden el-Hasan'ın yorumudur.

5- Islâmiyettir. Çünkü o her yanı ve yönüyle çokça hayır ve rahmettir. <Ğkt_ yorum, el-Muğîre'den rivayet edilmiştir.

6-  Kur'ân'ın her bakımdan kolaylaştırılması ve şer'i hükümlerin ha­fif tutulmasıdır. Bu yorum, Hasan b. Fazl'den rivayet edilmiştir.

7-  Arkadaş, dost, yandaş ve aşîretin çokluğudur. Bu, Ebû Bekir b. lyaş'ın yorumudur.

8- En iyi ve en güzel olanı, en kalıcı ve rahmet saçanı seçip be­ğenmektir.

Bu, İbn Keysan'ın yorumudur.

9-  Nam ve şöhretin çoğalıp yaygınlaşması ve kalıcı bir iz bırakma­sıdır.

Bu, Mâverdî'nin yorumudur.

10- Peygamber'in (A.S.) kalbinde bir nurdur ki, bu onu CenâbHakk'a (muttasıl) yaklaştırır.

11-  Şefaat makamı ve yetkisidir.

12- İnsanlardan icabet ehlinin Resûlüllah'ın (A.S.) dâvetine olumlu ce­vap vermeleri için Allah'ın tecelli ettirdiği mu'cizelerdir.

Bu, yorum Şa'bî'den rivayet edilmiştir.

13-  «Lâ İlahe İllallah, Muhammed'ün Resûlüllah» sözüdür.

14-  Dinde çokça bilgili ve anlayışlı olmaktır.

15- Beş vakit namazdır.

16-  Çok önemli ve başarı dolu olaylardır.

Bu yorum ve görüşlerin en sahîh ve en muteber olanı, birinci ile ikinci yorumdur.

Böylece Kevser, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'den yana dünya ve âhi­ret hayırlarına delâlet eden geniş kapsamlı bir kavramdır. Resûlüllah'ın (A.S.) nurlu yolunda yürüyen mü'minlerin de hem dünyada, hem âhirette Kevser'in feyiz ve bereketine erişmeleri umulur. Aynı zamanda mahşer alanında Resûlüllah'ın havuzuna kavuşmaları ve susuzluklarım giderme­leri verilen müjdeler arasında bulunuyor[17]

.

Rabbin İçin Namaz Kıl

 

«Artık Rabbın için namaz kılmaya devam et ve nahr yap..»

Âyette «namaz» mutlak olarak anılmıştır. Sûrenin Mekke'de nazil ol­duğuna bakılırsa, o dönemde Arap Yarımadası'ncla putlara tapılıp onlar adına kurbanlar kesilirken, bu bâtıl ve çirkin âdeti ve çarpık inancı kaldır­maya yönelen İslâm Peygamberi'nin Allah'a ibâdet için namaz kılması ve yalnız O'nun adına kurban kesmesi son derece anlamlıdır.

Sûre'nin Medenî olduğunu, yani Medine'de indiğini söylersek, bu na­mazın sabah ve bayram namazı olduğu; «nahr»ın da kurban bayramına mahsus kurbana işaret bulunduğu kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu iki yorum, âyetin delâlet ve işaretine ağırlık kazandırdığından ilim adamları âyetini beş ayrı şekilde yorumlamışlardır. Şöyle ki:

1- İbn Abbas'a (R.A.) göre: Üzerine farz olan namazı kıl. Tabiîn'den Dahhak de aynı yorumu benimsemiştir.

2- Katade, Atâ' ve İkrime'ye göre: Kurban Bayramı namazını kıl.

Nitekim Enes (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah (A.S,) Efendimiz önce kur­banlık hayvanı keser, sonra namaz kılardı. Bilâhare aldığı işaret üzerine, ümmetine önce namaz kılmayı, arkasından kurban kesmeyi emretti.»[18]

Tabiînden Saîd b. Cübeyr bu konuyu biraz daha açıklayarak şöyle tefsîrde bulunmuştur: «Rabbın için farz olan sabah namazını Müzdelife'de kıl ve Minâ'da kurban kes!»

Saîd b. Cübeyr ayrı bir yorum olarak da şöyle demiştir: «Bu âyet Hudeybiye'de inmiştir ki, o günlerde Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Mek­ke'ye girmekten ve Beytullah'ı tavaf etmekten alıkonmuştu. Bunun üze­rine Cenâb-ı Hak Ona namaz kılmasını, kurbanlık develeri kesmesini ve öylece Medine'ye dönmesini emretti. O da Hudeybiye'de bu emri aynen yerine getirdikten sonra Medine'ye döndü.

İbnü'l-Arabî diyor ki:

«Namaz kıl»dan maksat, beş vakit namazsa, şüphesiz bu namaz ibâdetlerin rüknü, İslâm'ın kaidesi ve dinin en büyük ana direklerinden biri­dir. O bakımdan bu çok önemli ibâdete devam edilmesi te'kiden bildiril­miştir.

Ama bu namaz, Müzdelife'de kılınacak sabah namazı ise, şüphesiz bu, kurbana eşlik eden bir namazdır, yani sabah namazından sonra Mi-nâ'ya gidilip orada kurban kesilir. Çünkü Minâ'da kurbandan önce sa­bah namazından başka namaz yoktur.

Bu namazın Kurban Bayramı namazı olduğunu söyleyenlere göre, şüp­hesiz bu, Mekke'de değil, Medine'de cereyan etmiştir.. Zira Bayram Na­mazı, bilicmâ1 Mekke'de değil, Medine'de kılınmıştır.»

3- Hz. Ali'ye (R.A.) göre: “Fesalli lirabbike” den maksat, «Namazda sağ elini sol elinin üzerine koy» demektir.[19]

Ayrıca ellerin göğüs hizasında belirtilen şekilde tutulması söz konu­sudur. Zira «nahr» bu mânaya da delâlet etmektedir.

4- «İftitah, rükû1 ve secde tekbîrlerinde elleri göğüs seviyesine ka­dar kaldır» demektir.

Hz. Ali (R.A.)den yapılan zayıf bir rivayete göre ise, «Bu âyet inince Resûlüllah (A.S.) Efendimiz Melek Cebrail'e : «CenâbHakk'ın emrettiği nahîre nedir?» diye sordu. O da : «Bu, ayın son gecesi manâsına değildir. CenâbHakk'ın sana, namaz için tekbîr getirdiğinde ellerini kaldırmanı emretmesidir. Rükû'dan başını kaldırdığın zaman ve secdeye eğildiğinde de böyle yaparsın.» [20]

5- Ferra', Kelbî ve Ebûlohves'e göre: Namazda göğsü kıbleye mü­teveccih bulundurmak anlamınadır.

Müfessir Alâeddin Ali ise kendi tefsirinde bu âyetle ilgili yorumları az değişik şekilde şöyle özetlemiştir:

a- İnsanlardan önemli bir kısmı Allah'tan başkasına ibâdet ediyor­du : O'ndan başkası adına kurban kesiyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Peygamberine : «Allah için namaz kıl ve O'na yakın olman için kurban kes» diye emretti.

b- Bayram günü Rabbın için bayram namazını kıl ve nüsük olarak kurban kes.

c- Farz namazı cem'u takdim ve cem'u te'hîr şeklinde kıl; Mina'da kurbanını kes.

tut.

d- Namazda sağ elini son elinin üzerine koy ve göğüs seviyesinde

e- Tekbîr getirirken ellerini göğüs hizasına kadar kaldır. Yani na­maz içinde iftitah ve diğer tekbirleri getirirken göğüs seviyesine kadar kaldır. [21]

 

Fıkhî Yönü

 

Bayram Namazı ve Kurban farz mıdır, vacip midir, yoksa sünnet mi­dir? Kevser Sûresin'de «Namaz kıl» emri, sabah namazına mi işarettir, yoksa bayram namazı mı kasdediliyor? Az yukarıda belirttiğimiz gibi, ilim adamlarının bu husustaki yorumu farklı olmuştur: Kimine göre, sabah namazına, kimine göre bayram namazına işarettir. O halde emir sarih olarak bayram namazına delâlet etmediğinden, «Bayram namazı farzdır» diyemeyiz. Zira bir emrin farziyeti hem sübut, hem de delâlet yoluyla kafi olmalıdır. Burada katiyet söz konusu değildir. Namaz ile ilgili olan emrin sübutu kafi ise de, bayram namazına delâleti zannîdir. O bakımdan rey tarafdarlarına göre, bayram namazı vaciptir. Başta İmam Şafiî olmak üze­re müctehidlerden bir kısımına göre, sünnettir. Çünkü âyetteki emir bu namaza delâlet etmemektedir; o, Resûlüllah'ın  (A.S.)  fiiliyle sabit olan bir sünnettir.

Nahr emri, kurban kesmeye mi, yoksa namazda sağ eli sol el üze­rine koyup göğüs hizasında tutmaya mı veya iftitah tekbiri başta olmak üzere tekbirlerde elleri göğüs hizasına kadar kaldırmaya mı delâlet et­mektedir? Bu hususta hem ashab ve tabiînin, hem de onlardan sonra gelen müctehid imamların görüş, tesbit, istidlal ve istinbatları farklıdır:

a) Darekutnî'nin Humeyd tarikiyle Enes (R.A.)den yaptığı rivayette, adı geçen şöyle demiştir: «ResÛIüllah (A.S.) Efendimiz namaza giriş ya­pınca ve rükû'a eğilince, rükû'dan başını kaldırınca ve bir de secdeye gi­dince (tekbirlerde) ellerini (göğüs hizasına kadar) kaldırırdı.»

Ancak bunu Humeyd'den yalnız Abdülvehhab es-Sekafî merfuân ri­vayet etmiştir. O bakımdan sözü edilen yerlerde ellerin kaldırılması Enes'in fiili olabilir diyenler olmuşsa da İbn Ömer (R.A.)dan yapılan sahîh rivayet, bunun fiil-i ResÛIüllah olduğunu kesin şekilde ortaya koymaktadır. Sahi- hayn'in tesbitine göre, İbn Ömer (R.A.) diyor ki:

«ResÛIüllah (A.S.) Efendimizi, namaza kalktığında ellerini omuzlan hizasına kadar kaldırdığını ve öylece tekbîr getirdiğini ve bunu, rükû' için tekbir getirdiğinde, başını rükû'dan kaldırdığında, Semiâllahu limon ha-midehü dediğinde yaptığını gördüm. Başını secdeden kaldırdığında böy­le yaptığını görmedim,.» [22]

Nitekim İmam Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, İshak, Leys b. Sa'd ve Ebû Sevr bu hadîsle istidlal ve ihticacda bulunmuşlardır.

Diğer bir grup müctehid ise, bu rivayetlerin «haber-i ahad» olduğunu dikkate alarak ihticace sâlih görmemişler ve o bakımdan namazda sadece iftitah tekbirinde ellerin kaldırılacağını hükme bağlamışlardır. Nitekim İmam Ebû Hanîfe ve arkadaşlarının, rey tarafdarlarının, ve Süfyan es-Sev-rî'nin içtihadı bu doğrultudadır. İmam Mâlik'in de mezhebi böyledir.

Bunların dayandığı rivayet ise şöyledir: Alkame'nin Abdullah (R.A.) dan yaptığı rivayete göre, adı gecenin şöyle dediği tesbit edilmiştir: «Pey­gamber (A.S.)ı Ebû Bekir (R.A.) ve Ömer (R.A.) ile beraber bir namaz kıldım, onlardan hiçbiri İftitah Tekbirinden başka tekbîrlerde ellerini kal­dırmıyorlardı.»

Bu hadîsi rivayet eden Darekutnî diyor ki: «Hadîsi rivayette Muham-med b. Câbir teferrüd etmiştir ki bu zat zayıftır.

Ancak bu rivayeti kuvvetlendiren bir diğer rivayet söz konusudur: Yezîd b. Ebî Ziyad'ın Abdurrahman b. Ebî Leylâ'dan, onun da Berâ' (R.A.) dan yaptığı rivayete göre, Hz. Berâ' ResÛIüllah (A.S.) Efendimizi sadece if­titah tekbirinde el kaldırırken görmüş, diğer tekbirlerde kaldırmadığına şa­hit olmuştur.

imam Mâlik de bu rivayetlerle ihticacde bulunup, «Namazda hiç bir tekbîrde eller kaldırılmaz» demiştir. Nitekim İbn Kasım diyor ki: «Ben, İmam Mâlik'in İftitah Tekbîrinde de ellerini kaldırdığını görmedim.» O ba­kımdan ellerin kaldırılmamasını ben de hep arzu etmekteyim.»[23].

Ancak ünlü fakîh Sahnûn'un tesbiti buna pek uymamaktadır. Şöyle ki, Sahnûn bu konuda diyor ki: «İmam Mâlik namazda sadece iftitah tek­birinde ellerini hafif kaldırırdı, diğer tekbirlerde kaldırmazdı. Bu hususta kadın da erkek gibi hareket eder.

İbn Kasım diyor ki: «İhram Tekbîrinden başka tekbirlerde elleri kal­dırmak İmam Mâlik'e göre zayıftır...» [24]

 

Kurban'ın İslâm'daki Yeri Ve Önemi

 

İslâm Dini, kurban konusunu en yararlı çizgisine getirip dayamış ve böylece malî ibâdeti, bedenî ve kalbî ibâdetle birleştirerek bütünleştirmiştir.

Allah için, Allah adına, fakirden, komşudan, muhtaçtan yana kurban kesmek ilk insan, ilk peygamber Adem (A.S.) İle başlar. İki oğlu arasında ortaya çıkan ihtilâfın, Allah adına, en samimi niyetle birer kurban kes­meleri suretiyle çözüme kavuşturulması bir hüküm olarak belirir. Nitekim Mâide Sûresi'nde bu ilk kurbandan şöyle söz edilerek bilgi verilmektedir: «Bir de onlara Adem'in iki oğlunun haberini (aralarında geçen olayı) ger­çek yönüyle anlat: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurban'ı kabul edilmeyen bu du­ruma öfkelenmiş) «And olsun ki seni öldüreceğim» demişti. O da: «Allah ancak muttakîler (Hakk'a saygılı olup kötülüklerden sakın anlar) dan kabul buyurum., demişti.» [25]

Sonra Kur'ân'da yine bu konuda İbrahim Peygamber (A.S.) ile oğlu İsmail arasında cereyan eden olaya temas edilirken, insanın kurban edi­lemiyeceği vurgulanır ve İbrahim'in (A.S.) kurban etmek istediği oğluna bedel büyükçe bir koçun kurbanlık olarak gönderildiğine değinilerek, ilâhî beyândan uzak kavim ve milletlerin bakire kızları, genç erkekleri kurban etmelerinin kutsal, feyizli, bereketli ve insanî hiçbir yanı bulunmadığına işaret edilir. Şöyle ki:

«Ve İbrahim, şüphesiz ben Rabbımo gidiyorum, O bana doğru yolu gösterin» dedi.

Ey Rabbım! Bana iyi-yararlı kişilerden olacak (bir evlâd) bağışla, de­yip duâ etti. Biz de O'nu çok sabırlı, zarif ve yumuşak huylu bir oğul ile müjdeledik. Çocuk onun yanında yürüyüp konuşabilme çağına gelince, İbrahim ona şöyle dedi; «Oğulcağızım! Doğrusu ben rüyamda seni boğaz­ladığımı görüyorum. Bîr bak, bu hususta görüşün ne?» O da: «Babacığım! Sen emredildiğini yap. Beni -inşallah- sabredenlerden bulacaksın» dedi.

Bunun üzerine her ikisi de (Hakk'ın buyruğuna) teslimiyet gösterdiler ve O, oğlunu alnı üzeri yere yatırdı. Biz de Ona şöyle seslendik: «Ya İbrahim! Rüyayı cidden gerçekleştirdin. Şüphesiz biz, iyiliği, güzelliği, yararlı işleri huy edinenleri böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu acık bir imti­han idi. Ve onun yerine fidye olarak büyük bir kurbanlık verdik..» [26]

Ayrıca Musa Peygamber (A.S.) zamanında bir adamın kim tarafından öldürüldüğünü belirlemek ve mu'cize doğrultusunda, öldürülenin haber ver­mesini sağlamak üzere boyunduruk altına sokulmamış, taze, güçlü; aynı zamanda parlak sarı renkli bir sığırın kurban edildiği şöyle anlatılmak­tadır :

«Hatırlayın ki, bir vakit de Musa, milletine : «Allah size bir sığır bo­ğazlamanızı emrediyor» demişti. Onlar (atalarınız): «Bizi alaya mı alıyor­sun?» demişlerdi. O da «Öyle cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım» de­mişti…” «Sığırın bir kısmını öldürülen adama vurun» demiştik. (Vurulunca da o dirilivermişti). İşte böylece Allah ölüleri diriltir. Aklınızı iyice kullanası-nız diye âyetlerini size gösterir.» [27]

Mevcut Tevrat nüshalarında da başkası adına kurbandan ve adaktan söz edilerek kurbanın ancak Allah adına kesileceği belirtilir ve bu konuda şöyle bilgi verilir:

«Ancak Rabdan başka bir ilâha kurban kesen helak edilecektir.» [28]

Levililer Kitabı'nda günah takdimesi koçtan söz edilmekte ve kur­ban edilen koçun günaha keffaret olacağı belirtilmektedir. [29]

Anlaşıldığı üzere semavî dinler insanı kurban etmeyi kesinlikle yasak­larken, kul ile Rabbısı arasındaki ilgiyi kuvvetlendiren amellerden biri ola­rak eti yenilen deve ve davarlardan birinin kurban edilmesini emir ve tav­siye etmişlerdir.

Zira eski Mezopotamya, Hind, Yemen, Mısır ve Yunan efsanelerinde ve destanlarında bakire kızların, gelinlik kadınların ve genç yakışıklı deli­kanlıların kurban edildiğini görmekteyiz. Mısır'da «Nif Nehri»nin bolluk ve bereket ilâhı sayıldığı da yine Mısır Mitolojisinde geçmektedir. Orada ön sırada bulunan kâhinlerin, Nil'in coştuğu Nisan ayında ona üç veya yedi bakire kız kurban ettikleri bilinen bir gerçektir.

Son olarak İslâm Dini, her hüküm ve konuyu en mükemmel şekliyle

düzenleyip insanlığın hizmetine sunduğu gibi. kurban konusunu da hem Allah'a yaklaştırıcı bir ibâdet, hem aile ve çevreyi manen tatmin edip hu­zur ve güvene kavuşturan kutsal bir destek, hem de komşular ve toplum arasında dostluk bağlarını kuvvetlendiren ve sosyal adaletin sağlanmasına yardımcı olan malî bîr ibâdet kılarak onu en verimli ve bereketli çizgisi­ne kavuşturmuştur.

Âyette sarih şekilde «kurban kes» denilmeyip «nahr yap» denildiği için, bazı mezheplerde bu ibâdet vacip, bazısında ise sünnet kabul edil­miştir. Ama ister vacip olsun, ister sünnet sayılsın konuda hâkim olan ilâhî hikmet ve mantık son derece faydalı sonuçlar doğurmaktadır. Eğer doğrudan farz kılınsaydr, birtakım zorlukların ortaya çıkması söz konusu olabilirdi. Vacip veya sünnet derecesinde kalması ictihad doğrultusunda mü'minlere rahatlık ve kolaylık getirmiştir.[30]

 

Peygambere (A.S.) Kin Besleyip Düşmanlık Edenler

 

<<Asıl soyu  kesilen, ismi unutulan, sana kin besle­yip düşmanlık eden kimsedir.»

Büyük insanın, büyüklüğü ve ortaya attığı fikri, ideâli ve savunduğu davanın büyüklüğü nisbetinde dost ve düşmanı olur. Şüphesiz ki Hz. Mu-hammed (A.S.), dünya kuruldu kurulalı gelip geçen ünlülerin, büyük lider­lerin, peygamberlerin ve mürşidlerin en büyüğü ve önde gelenidir. Tebli­ğiyle görevlendirildiği İslâm ve Kur'ân da davaların en büyüğü ve en ka­lıcısı, en hayırlısıdır.

Davanın azametini, kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlara ses­lenişini ve Resûlüllah'ın (A.S.) yaptığı inkılabın büyüklüğü, devamlılığını; parlak ve kalıcı sonuçlarını, aynı zamanda mutlak anlamda rahmet yan­sıttığını görmeyen, idrâk edemiyen kalp gözleri kör nankörlerin Ona kar­şı düşmanlıkları da o nisbette büyük olmuştur.

O bakımdan bu tiynette olan inkarcılar ortaya çıkan her olayı İslâm aleyhine değerlendirmeyi iş edinirler ve Hz. Muhammed'i (A.S.) küçük dü­şürmek İçin bazı âyet ve hadisleri kendi fasit düşüncelerine ve çarpık man­tıklarına göre yorumlarlar; sonra da her çareye baş vurmayı kendilerine görev sayarlar. Nitekim Resûlüllah'ın (A.S.) erkek çocukları birbiri ardınca ölünce, azılı müşrik Âs b. Vâil ve yandaşları bu olayı Peygamber (A.S.) Efendimiz'in aleyhine yorumlayıp Ona : «Ebter»  diyecek  kadar kinlerini açığa vurdular. Cenâb-ı Hak, Resulünü bu çirkin sözlerden siyânet ederek

asıl «Ebter»in onlar yani Peygambere (A.S.) karşı kin ve düşmanlık bes­leyen o soysuzlar; adı sanı kesilecek ve lanet ile anılacak da ancak onlar olacağına değinerek, ilâhî takdîr ve hükmünün kimin hakkında na­sıl tecelli edeceğine işarette bulunmaktadır.

«Beter» kökünden gelen «ebter», aynı zamanda kısır, başarısızlık, fe-yizsizlik ve bereketsizlik mânalarına da delâlet eder. Nitekim hadîste bu kelime belirtilen mânâlarda da kullanılmıştır. Şöyle ki:

«Önemli ve anlamlı olan her işe el-hamdulillah ile başlanmazsa, o kısır, başarısız ve bereketsizdir.» [31]

«Önemli ve anlamlı olan her işe Bismillah ile başlanmazsa, o kısır ve bereketsizdir..» [32]

Ebter'in bu mânasının, Resûlüllah'ın (A.S.) düşmanları hakkında ay­nen tecelli ettiğini ve imân etmiyenlerin başarısız, feyizsiz ve bereketsiz bir ömür geçirip nam ve şöhretlerinin sabun köpüğü gibi söndüğünü si­yer kitaplarından okuyor ve yaşadığımız çağda da bunun birtakım misal­lerini görüyoruz. Kıyamete kadar da bu ilâhî beyân hükmünü yürütecek; Resûlüllah (A.S.) Efendimiz hep minnet, şükran, şan, şeref, saygı ve ta­zimle anılacak; neşrine memur olduğu İslâm Dini, milyarların kalbini dol­durup yollarını aydınlatmaya devam edecek; O Yüee Peygambere ve dâ­vasına düşmanlık ve kin besleyenler bereketsizlik ve huzursuzluk içinde ömürlerini tüketecek ve ölüm olayıyla büsbütün silinip belirsiz olacaklar­dır. İnkarcı sapıkların, Hz. Muhammed'e kin besleyip düşmanlık edenlerin ismini yaşatmaya çalışmaları hiçbir olumlu sonuç vermeyecek, bir süre sonra tarih gerçek hükmünü ortaya koyacaktır.

Şüphesiz bugün hâlâ fir'avnlardan, nemrutlardan, ebûcehillerden ve benzeri zalim inkarcı zorbalardan, diktatörlerden söz ediliyorsa, bu, rah­met ve saygıyla değil, nefret ve lanetledir. Düne kadar Lenin ve Stalin'i göklere çıkaranlar, bugün onları yedi kat yerin dibine batırmakta ve isim­lerinden nefretle söz etmektedirler. Böylece hak eninde-sonunda yerini bulmakta; herkes lâyık olduğu yeri ve sıfatı almaktadır.[33]

 

Kevser Süresiyle Kâfirûn Sûresi arasındaki münasebet:

 

Kevser Süresiyle, müşrikler, nankörler, sapıklar istemeseler bile Hz. Muhammed'e (A.S.) en büyük ve en kalıcı hayırların verildiği ve Ona kin besleyip düşmanlık güdenlerin hep başarısızlığa uğradığı ve uğrayacağı açıklandı.

Kâfirûn Süresiyle, inkarcı sapıkların İslâm'a karşı aşırı düşmanlık­larına işaret edilerek onların bu ısrarlı ve inatlı tutumlarına karşı Hz. Mu-hammed'in (A.S.) tavrının ne olacağı açıklanıyor. Her bakımdan Allah'ın Ona kâfi olacağına işaretle mü'minler teselli ediliyor.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan Yüce Rabbımıza sonsuz hamd-u senalar; kendisine verilen çokça hayır ve âhiretteki Kevser Havu-zuyla mü'minleri yararlandıran ve yararlandıracak olan Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun..[34]

 



[1] Tefsîr-i Kurtubî: 20/216

[2] Şevkani/Fethülkadîr: 5/502

[3] Lubabu't-te'vîl: 4/413

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7026.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7026.

[5] Süyûti/Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122

[6] Süyûti/Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 122

[7] Süyûtî/Esbabu Nüzûli'l-Kur'ân: 123

[8] Nisabûrî/Esbabu'n-Nüzûl: 306

[9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7027-7028.

[10] Müslim/salât; 53, 54, taharet: 37, fezâil: 40- Buharî/meğâzî:  17, 27, rikak : 53- Ebû Dâvud/sünnet: 23; Nesâî/biy'at: 35, 36- Ahmed : 2/162, 163, 199-3/14, 17, 26- 5/50- 6/297

[11] Müslim/fezâil: 42

[12] Eyliya : Şam ile Mısır arasında deniz sahilinde. bir şehirdir.

[13] Tirmizî/kıyâmet :  14, 15- Ahmed :  3/225, 230- 4/149, 154- 5/149

[14] Buharl/fiten :  1, rikak : 53- Müslim/taharet:  39, fezâil: 25, 26, 31, 32, 44, 45- Nesâî/taharet:  109- İbn Mâce/fiten : 5, zühd :  36- Ahmed :  1/257, 384, 402, 407, 425, 435

[15] Alaeddin Ali/Lübabu't-te'vü : 4/415

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7028-7029.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7029-7030.

[17] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7030-7031.

[18] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'l-Kur'ân : 20/218.

[19] Darekutnî/salât: 5

[20] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'l-Kur'ân : 20/219

[21] Lübabu't-te'vİl : 4/416

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7032-7034.

[22] Buharî/el-amelü fissalât: 3, 16, salât: 21, 25, 55, 102, 103- Müslim/sa-lât: 119

[23] el-Câmi'u Lİ-Ahkamn-Kur'ân : 20/220

[24] Sahnûn/el-MüdevvenetÜ'l-kÜbrâ :  1/68

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7034-7036.

[25] Mâide Süresi: 27

[26] Saffat Sûresi:  99-107

[27] Bakara Sûresi: 67-73

[28] Tevrat/Çıkış:  22/20   

[29] Tevrat/Levililer :  19/22

[30] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7036-7038.

[31] Câmiu'ssağlr: 2/92

[32] Câmiu'ssağlr: 2/92 (Hadîs zayıftır.)

 

[33] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7038-7039.

[34] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7039-7040.