Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu:
İslâm Hiçbir Sisteme Uydurulamaz
Âyette «Ma» Edatının Kullanılması
Kâfirûn Sûresi, Kur'ân'ın Önemli
Bir Kısmının Özetidir
Kâfirûn Süresiyle Nasr Sûresi Arasındaki Münasebet:
İbn Mes'ud (R.A.), el-Hasan ve İkrime'ye göre : Mekke'de; İbn
Ab-bas (R.A.)dan yapılan iki rivayetten birine ve Katade
ile Dahhak'e göre : Medine'de inmiştir.[1]
Birinci âyetinde İslâm
dâvetine gönül verenlere engel olmakta pek başarılı olamayan Mekke
müşriklerinin akıl ve idrak dışı sayılan uzlaşma teklîfi reddedilmekte ve
onlara verilecek kesin cevap konu edilmektedir. Buna delâlet eden (Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn)
cümlesinde yer alan «Kâfirûn» kelimesi sûreye isim
olmuştur.
Allâme Zemahşerî'ye göre: Bu sûre, Mâûn Sûresi'nden sonra inmiştir.[2]
Âyet sayısı
: 6
Kelime »
: 26
Harf » : 94[3]
Putlara ve
putperestlere asla iltifat edilmemesi konu edilmekte; İslâm'ın hiçbir suretle
tavîz vermeyeceğine işaretle Müslümanın her zaman ve
her çağda metbu' olduğu ve olacağı, başkasına tâbi'
olmayacağı dolaylı şekilde kalp ve kafalara işlenmektedir.[4]
1-De ki: Ey
küfre saplanıp kalanlar!
2-Sizin
taptığınıza tapmam (ve) tapmıyacağım da.
3-Benim
taptığıma da sizler tapıcılar değilsiniz.
4-Ben de
(elbette) sizin taptığınıza tapıcı değilim.
5-Ve sizler
de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.
6-Sizin
dininiz size, benim dinim de bana!.
Taberânî ve İbn Ebî
Hâtim'in yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (R.A.) şöyle demiştir: «Kureyş'in
ileri gelenleri, Hz. Muhammed'e (A.S.) mal vermek
suretiyle Mekke'deki en zengin adamdan daha zengin olmasını; kadınlarından da
istediğiyle evlenmesini sağlayacaklarını ve buna karşılık Onun putlara dil
uzatmamasını, onları kötü olarak anmamasını teklif ettiler. Sonra da şunu
ilâve ettiler: «Eğer bu teklifimize rıza göstermezsen bari sen bizim tanrılarımıza
bir yıl ibâdet et!» diye ikinci bir teklifte bulundular. Bunun üzerine : «De
ki: Ey câhiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibâdet etmemi mi
emrediyorsunuz?!» [5] mealindeki âyet indi.
Abdurrezzak'ın Vehb'den yaptığı rivayete
göre, adı geçen şöyle demiştir t «Kureyş kâfirleri,
ikinci defa Hz. Muhammed'e (A.S.) dediler ki: «İster
misin, biz sana bir yıl uyalım ve sen de bir yıl süreyle bizim dinimize
dönersin. (Böylece) aramızdaki ihtilâf kalkmış olur.» Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Kâfirûn Sûresi'ni
indirdi. [6]
Ebû'l-Hasan Nisabûrî'nin tesbîtine göre :
«Kureyşli'lerden
bir grup adam, Hz. Muhammed'e (A.S.) şöyle öneride
bulundu : «Ya Muhammedi Haydi gel de bizim dinimize
uy, biz de senin dinine uyalım; sen bizim ilâhlarımıza ibâdet et, biz de senin
ilâhına ibâdet edelim ve bunu bir yıl süreyle devam ettirelim. Eğer senin
getirdiğin din bizim dinimizden hayırlı ise, o takdirde o hayırda sana ortak
oluruz da ondan nasîbimizi alırız. Yok bizim dinimiz seninkinden hayırlı ise, o
takdirde sen o hayırda bize ortak olur ve nasîbini almış olursun.»
Bu son derece câhilce
öneriye, Hz. Muhammed (A.S.) şu cevabı verdi :
«Başkasını Allah'a ortak koşmaktan yine Allah'a sığınırım.»
Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Kâfirûn Sûresi'ni
indirdi.[7]
İniş sebebiyle ilgili
birkaç rivayet daha bulunuyor; ancak hepsini buraya nakletmeye gerek görmedik.[8]
Müslim'in yaptığı
rivayete göre, Câbir (R.A.) şöyle demiştir:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bu sûreyi ve Kul Huvallahu Ahad sûresini tavafın iki rek'âtinde
okudu.» [9]Yine
Müslim'in yaptığı rivayete göre, Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, Kâfirûn Sûresi'yle İhlâs Sûresi'ni sabahın iki rekâtinde
okudu.» [10]
İmam Ahmed'in rivayet ettiği ve Tirmizî'nin
hasenlediği hadîste, İbn
Ömer (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz
sabahın iki rekât sünnetinde Kâfirûn Sûresi'yle îhlâs Sûresi'ni yirmi küsur defa okudu veya on küsur defa
okudu.» [11]
Hâkim'in tahrîc edip sah inlediği rivayette Ubey
b. Kâb (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, vitir namazını (Sebbih isme Rabbike, Kul Ya Eyyuhe'l-Kâfîrûn
ve Kul Huvallahu Ahad ile
kıldı.» [12]
Taberânî'nin el-Evsat'da İbn Ömer (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kul Huvallahu Ahad Sûresi Kur'ân'ın üçte birine; Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresi Kur'ân'ın dörtte birine muadildir (denk gelir).
Nitekim Resûlüllah (A.S.) sabahın iki rekât (sünnetinde) bu iki
sûreyi okurdu. [13]
Taberânî'nin es-Sağîr'de, Beyhakî'nin eş-Şa'b'de yaptığı
rivayete göre : Sa'd b. Ebî
Vakkas (R.A.), Resûlüllah
(A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğunu nakletm iştir:
«Kim Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn
Sûresini okursa, Kur'ân'ın dörtte birini okumuş
olur.»
İmam Ahmed'in yaptığı rivayete göre: Peygamber'e (A.S.) erişen
bir şeyh şöyle demiştir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'le beraber bir sefere çıktım. Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn
Sûresini okuyan bîr adama uğradı ve bunun üzerine şöyle buyurdu: «Şu adam
cidden şirkten beri olmuştur.»
Bir diğer adam ise,
Kul Huvallahu Ahad Sûresini
okuyordu. Resûlüllah (A.S.) onun için de şöyle
buyurdu: «Bununla Cennet ona vacip oldu.» Bir diğer rivayette: «Bu adamın
günahları bağışlandı» buyurdu.[14]
Ahmed, Ebû Dâvud,
Tir m iz i, Nesâî ve Hâkim'in sahîhleyip
yaptığı rivayete göre:
Muâviye el-Eşcaî'nin babası, Hz. Peygambere gelerek şöyle demiştir:
— Ya Resûlellah! Döşeğime gelip uyumak istediğimde ne söyleyeceğimi
bana öğret.
Efendimiz (A.S.) ona
şöyle buyurmuştur :
— Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresi'ni
okuduktan sonra uyu. Çünkü gerçekten bu sûre şirkten beraettir.»
[15]
Ebû Ya'lâ ile Taberânî'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
«Okuduğunuz zaman sizi
Allah'a ortak koşmaktan kurtaracak bir kelimeyi göstereyim mi? Uyuyacağınız
zaman Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresini okuyunuz.» [16]
İbn Merduye'nin Zeyd b. Erkam'dan (R.A.) yaptığı
rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu
ki:
«Kim Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn
ile Kul Huvallahu Ahad
süreleriyle Allah'a kavuşursa, onun üzerine hesap yoktur.» [17]
«De ki: Ey küfre
saplanıp kalanlar!.»
«Küfr’ün
delâlet ettiği mâna çok açık ve nettir. Sözlük olarak: «Gizlemek, örtmek»
demektir. Bu manâyla nankör kâfir hakkı gizleyip örtmekte olduğundan kendisine
bu sıfat verilmiştir.
Ziraatçı tohumu
toprağa atıp üstünü örterek onu belirsiz kıldığı için ona da «kâfir» denilmişse
de, zamanla bu sıfat sözlük mânasında kullanılmadığından artık ziraatçiye «kâfir» denilmez olmuştur.
Şer'î terim olarak
kâfir, Allah'ın varlığını veya birliğini veya son peygamberle gönderdiği
esaslardan ve sarih hükümlerden birini veya tamamını red
ve inkâr eden kimseye sıfat olarak gelmektedir.
O bakımdan küfür dört
kısımda düşünülmüştür:
1- Küfr-i inkârı.
Bu, Cenâb-ı Hakk'ı hiçbir suretle
bilmeyip O'nun varlığını ve birliğini ikrar ve itiraf etmemektir.
2- Küfr-i cuhûdî.
Bu, hakkı kalp ile
bilip dil ile ikrar etmemek ve zahirî inkârda ısrar etmektir. İblîs'in küfrü bu
kısma girer.
3- Küfr-i iradî.
Bu, hakkı kalp ile
bilmek ve dil ikrar etmek ve buna rağmen kin ve hased
duygusunun, aynı zamanda bencilliğin galip gelmesinden dolayı İslâm'a girmekten
kaçınmaktır.
Diğer bir tarifle,
«Hakikati bilip ikrar etmek, ama onu kabulden kaçınmaktır.»
Ebû Tâlib'in küfrü buna misal
teşkil eder.
4- Küfr-i
nifakı.
Bu, hak ve hakikati
dil ile ikrar edip kalben ona inanmamaktır. Münafıkların küfrü bu kabildendir.
Böylece İslâm'a göre,
dinî esaslardan ve sarih hükümlerden birini red ve
inkâr edene, meselâ Allah'a ortak koşana, Hz.
Muhammed'i {A.S.) peygamber kabul etmeyene veya Onu küçük düşürmeğe yeltenene;
Hz. Muhammed'i (A.S.) sadece akıllı ve zeki bir adam
sayıp ilâhî vahye maz-har olmadığını iddia edene; nass ile sabit olan ilâhî hükümlerden birini kabul
etmeyene; helâli haram, haramı da helâl sayana «kâfir» denilir.
O bakımdan sûrenin
başında «Ey kâfirler!» nidası, sadece Kureyş müşriklerini
veya Arap Yarımadası'ndaki İnkarcı sapıkları değil, kıyamete kadar ortaya
çıkacak olan her inkarcı nankörü; İslâmî esasları
reddeden her münkiri; Allah'a ortak koşan her müşriki kapsamaktadır.[18]
«Ey kâfirler!» veya
bizim verdiğimiz meale göre, «Ey küfre saplanıp kalanlar!» hitabı oldukça
serttir. Kur'ân'da bu tarz ağır bir seslenme çok
nâdirdir. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber Hz. Muhammed (A.S.) şefkat, merhamet, hoşgörü, nezaket ve nezahetin doruğunda bulunuyordu. Ancak ilâhî hakikatleri red ve inkâr edip İslâm'a kin ve düşmanlık zehirini kusanlara karşı O bu sıfatlarının çizgisini biraz
aşarak sertleşmekten kaçınmamıştır. Hem O, görevli bir peygamberdir. Allah'tan
indirileni aynen tebliğ etmekle yükümlü bulunuyordu. O bakımdan Hakk'ı ve hakikati red ve tahrîf
edenlere böylesine sert bir seslenişte bulunması normal kabul edilir.
Ancak bu seslenişin
taşıdığı bir başka hüküm de söz konusudur. O da, İslâm'a göre, küfür ehlinin
tek millet sayılmasıdır. İnkarcı nankör ister dinî esas ve hükümlerden birini red ve inkâr etsin, ister bir kişiyi ilâh-laştırsın, isterse Allah'ı bilmekle beraber putları
şefaatçi kabul etsin fark etmez.
Nitekim Mekkeli
müşriklerin çoğu Allah'ın varlığını kaba çizgileriyle az-çok biliyor ve kabul
ediyorlardı. Ama tapındıkları putları kendilerini Allah'a yaklaştıran ortaklar
ve şefaatçiler olarak umuyorlardı. Buna rağmen Kâfirûn
Sûresİ'nin baş kısmındaki kâfirlere hitabın ilk
muhatabı onlar idi. Hıristiyanlar da Allah'ın varlığına inanıyor, ama Tevhîd İnancı'na ters düşen yeni bir inanç sistemi (üç ilâh
iddiası) ortaya atıyorlar. O bakımdan onlar da bu yönleriyle sözü edilen
hitabın kapsamında bulunuyor.[19]
«Sizin taptığınıza
tapmam (ve) tapmı-yacağım
da. Benim taptığıma da sizler tapıcılar değilsiniz..»
Bu müstesna anlatım
tarzı birçok incelikleri içermektedir. Şöyle ki:
a) Geleceği
olumsuz kılan «lâ» edatıyla gelen «a'budü», İslâm'ın
kıyamete kadar tazeliğini koruyarak ibâdet ve dindarlığın, ilâhî düzenlemeye
göre yaşamanın kâmil ve mükemmel ölçüsünü getirmiştir. Hükümleri kusursuz,
sistemi emsalsizdir. O bu özelliğiyle insan kalbini ve kafasını hakikatle
doldurmakla kalmaz, dosdoğru uygulandığı takdirde fert, aile, toplum ve
ülkeleri huzur, güven, denge ve düzene kavuşturur. Aklı eren insanların
özlemini duyup da bir türlü erişemediği gerçek mutluluğun bütün esas ve
prensiplerini beraberinde taşır.
Onun için başta Resûlüllah (A.S.) Efendimiz olmak üzere, hiçbir mü'-min Allah'a ibâdette ve Allah adına yeryüzünde faaliyet
göstermekte ve Kur'ân'a göre yaşamakta başka hiçbir
sisteme ihtiyaç duymaz. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın Kur'ân'da formüle ettiği
hayat düzeni, O'nun sıfatları kadar kusursuz ve mükemmeldir.
Günümüzde kapitalizmin
ve sosyalizmin kurbanı olup boğazlarına kadar faize gömülen bazı kısır ve sığ
bilgili müslümanların bu Yahudi sistemini mubah
sayıp İslâm'ı bu konuda yabancı, aynı zamanda sömürücü bir sisteme uydurmaya
çalışma gayretleri çok üzücü ve düşündürücüdür. Oysa İslâm kendine has,
insanların hayrına yönelik bütün esas ve prensipleriyle ilâhîdir. O bakımdan
onun hükümlerinde istediğimiz gibi tasarrufta bulunma hakkına sahip değiliz.
Onun, indirildiği gibi korunduğu ve her hükmü yine Onun bütünlüğü içinde
değerlendirildiği takdirde hikmet ve anlamı, amaç ve gayesi anlaşılabilir.
Zedelendiği hükümleri başka sistemlere uydurulduğu zaman ilâhî olma hüviyetini
kaybeder.
Bunun için Cenâb-ı Hak önce Resulüne, sonra da her mü'mine
şu emir ve mesajı vermektedir: «De ki: Ey küfre saplanıp kalanlar! Sizin
taptığınıza tapmam ve tapmayacağım da.»
Böylece Allah'ın
insanlığa en büyük armağanı olan İslâm Dini her bölüm ve hükmüyle, her esas ve
prensibiyle bölünmez bir bütünlük arzeder. Onun bir
kısım hükümlerini beğenip bir kısmını beğenmemek tümünü beğenmemek demektir.[20]
Uslûb-i ilâhînin özelliklerinden biri de, az kelimeyle cok mâna ve cok hüküm ifade
etmektir. O bakımdan ikinci âyette iki fiil kullanılmıştır. Birincisinin
başında şimdiki zamanı ve geleceği olumsuz kjlan «lâ»
edatı, ikincisinin başına daha cok birtakım sıfatlara
ve eşyaya yönelik «mâ» edatı konulmuştur. «Lâ»
edatıyla, hakiki bir müslümanın başka bir dine, bir
inanç sistemine uymayacağı, Allah'tan başkasına kulluk etmiyeceği,
O'ndan başkasına ibâdette bulunmayacağını belirtirken; «mâ»
kelimesiyle, o başkasının, Allah'a başka sıfatlar yakıştırmak, Tevhîd fnancı'nı zedeler anlamda
ortak koşmak suretiyle ibâdet etmesinin de taklîde değer olmayacağı
bildirilmektedir. Zira Arapça gramere göre, «men» kelimesi akıl sahibi zata
delâlet ederken, «mâ» kelimesi zata değil, onun bazı sıfatlarına,
sonra da akıl sahibi olmayan eşyaya delâlet eder.
Böylece Kur'ân'da mefhum olarak «Sizin taptığınız zata tapmam, tap-mıyacağım»
denilmiyor da, «Sizin Tevhîd Akidesi'ni zedeliyen uydurma
sıfatlarla vasıflandırdığınız ve ilâh diye taptığınız eşyaya tapmam ve tap-mıyacağım da» deniliyor. Çünkü Allah'ın sıfatları ve isimlen
tevkifîdir ve ancak O'nun zat-i ulûhiyetine yakışır
anlam ve muhtevadadır. Meselâ İslâm, hiçbir zaman oğlu olan ve baba sıfatını
alan bir tanrı tanımaz ve öyle bir ilâha ibâdete cevaz ve ruhsat vermez. Aynı
zamanda bu ve benzeri inançları temelinden reddeder.
Sonra İslâm,
Yahudilerin «Yehova» diye isimlendirdikleri bir
bakıma onlarca millî bir ilâh diye vasıflandırdıkları bir ilâhı da kabul etmez.
Çünkü Cenâb-ı Hak, Rabbü'l-âlemîn'dir. Böylece millî bir ilâha ibâdete de cevaz
vermez.
O bakımdan âyette manâ
ve mefhum olarak jnkârcı nankörlere, Tevhîd Akide'sini bozan müşriklere: «Kur'ân
ile vasıfları ve vasıflarının özellikleri tevhîcl
düzeyinde belirlenen zata sizler tapıcılar değilsiniz» denilerek asıl maksat
belirlenmiş oluyor.
Âyette bir de aynı
konuya delâlet eden cümleler tekrarlanmıştır. Bu cümleler üzerinde Nahiv
Âlimlerinin farklı yorumları ve tesbitleri vardır.
Onları tefsirimize nakletmeyi yararlı görmüyoruz. Ancak tekrar eden sözler,
hal (şimdiki zaman) ve istikbale (geleceğe) delâlet -eden cümlelerdir. O
sebeple «Ne şimdi, ne de şimdiden sonra ben sizin taptığınıza tapmam ve tapmıyacağım da. Benim de taptığıma sizler tapıcılar
değilsiniz. İtikadınızı İslâm'a uydurmadığınız sürece bu böyle sürüp gidecek»
sonucu ortaya çıkıyor.
Bu mâna ve yorumla da,
Kâfirûn Sûresi mensûh, yani
hükmü kaldırılmış değildir. Çünkü ilim adamlarından bir kısmına göre, bu sûre
kısa bir zaman için mütareke anlamını ve hükmünü taşımaktadır. O bakımdan kâfirlerle
savaşa delâlet eden Tevbe Sûresinin beşinci âyetiyle neşhedilmiş, yani hükmü kaldırılmıştır.
İslâm'ın gerçek yönünü
ve hüviyetini; Müslümanın batıl inançlara, sahte
tanrılara karşı tavrını ve tutumunu ortaya koyması bakımından sûre çok geniş
kapsamlı hükümler taşımakta ve kıyamete kadar bu hükümlerin geçerli olacağı
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle «mensûhtur» diyenlerin
tefsîr ve yorumu pek isabetli değildir.
Her tekrar, te'kîde, konuyu pekiştirmeye, hükmün önemine ve üzerinde
dikkatle durulmaya delâlet eden bir mana esnekliği taşır. Kur'ân
ve hadîslerde bu gibi tekrarlara hayli yer verilmiştir. Ayrıca Arap Edebiyatı'n-da da bunun benzeri cümlelere rastlamak
mümkündür.[21]
Bu sûre her yanı ve
yönüyle, her mâna ve hükmüyle İslâm'ın ve dosdoğru imân eden Müslümanların
küfre, bâtıl sistemlere karşı tavrını ve kesin tutumunu belirlerken Kur'ân'da bu konuyla ilgili beyânların ve işaretlerin bir
özetini vermektedir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in deyimiyle, bu sûre, Kur'ân'ın
dörtte birine muâdildir.
O bakımdan sûreyi
açıklayan birçok âyetler mevcuttur. Biz sadece bilgi edinmek isteyenlere
yararlı olur umuduyla dört âyetin mealini nakletmekle yetiniyoruz:
«Seni yalanlıyorlarsa,
de ki: «Benim işlediğim bana, sizin işlediğiniz size. Benim işlediğimle sizin
ilişiğiniz yoktur; benim de sizin işlediğinizle ilişiğim yoktur.» [22]
«De ki: Ey insanlar!
Eğer dinimde şüphe ediyorsanız, (bilin ki) Allah'tan başka taptıklarınıza
tapmam; ama ben ancak sizin canınızı alacak olan Allah'a taparım ve ben mü'minlerden olmakla emrolundum.
Ve Hanîf
(bâtıldan uzak, Hakk'a bütünüyle yönelik olan Tevhîd İnancı üzerine Allah'ı tasdik edici) olarak yüzünü
dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma.» [23]
«Sana (taptığında)
yarar, (tapmadığında) zarar veremiyecek, Allah'tan
başkasına ibâdet etme. Eğer (böyle) yapıp (başka şeylere taparsan) o takdirde
sen (kendine) zulmedenlerden olursun.»
«Artık sen, Allah ile
beraber başka bir ilâha duâ edip kullukta bulunma, sonra azaba uğratılanlardan
olursun.» [24]
«De ki: Bizim
işlediğimiz suç ve günahtan siz sorumlu tutulmazsınız; sizin yaptıklarınızdan
da biz sorumlu tutulmayız.» [25]
«De ki: Ey milletim!
Bulunduğunuz hal, kurduğunuz düzen, başvurduğunuz çare üzere yapacağınızı
yapın; şüpheniz olmasın ki, ben de gerekeni yapmaya çalışıyorum. Kime rüsvay edici azabın geleceğini ve üzerine devamlı azabın
ineceğini ileride bilip anlayacaksınız.» [26]
«Sizin dininiz size,
benim dinim de bana..»
İlim adamlarından bir
kısmı bu âyetle istidlal edip küfrün tek millet olduğunu belirtmişlerdir.
Nitekim İmam Şafiî ve onun ekolünde yer alanlar aynı mâna ve hüküm üzerinde
durarak Yahudilerin Hıristiyanlara; Hıristiyanların da Yahudilere vâris
olabileceğini, her ikisinin de aynı millet olduğunu belirtmişlerdir.
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in, iki
ayrı milletin (ayrı dine bağlı bulunanların) birbirine vâris olamayacağını
belirtir anlamdaki hadîsi de bu doğrultuda tefsîr edilip yorumlanmıştır. [27]O
bakımdan Kitap Ehli'nin Müs-lümanlara,
Müslümanların da onlara vâris olamayacağı kesinlik arzeder-ken, onların birbirlerine vâris olabileceği hakkında müctehidlerin içtihadı vardır
.
Kâfirûn Süresiyle, Tevhîd İnancı'na
ve İslâmî esaslara ters düşen küfür ve bâtıl
sistemlere ve o sistemleri inatla, ısrarla savunanlara karşı İslâm'ın ve
Müslümanların tavrı ve tutumu net biçimde ortaya kondu. Böylece İslâmî sistemi başka sistemlere uydurma hevesine
kapılanların ümitleri kırılarak Allah'ın insanlara son mesajı olan İslâm'ın
indirildiği gibi kıyamete kadar korunacağı ilân edildi.
Nasr Süresiyle, İslâm'ın yakın gelecekte ilâhî nusratla te'yîd edilip başarıya
erişeceği ve böylece Onun nurunu söndürmek isteyenlerin asla muvaffak
olamayacağı; hak uğrunda fetihlerin devam edeceği müjdelen-mekte
ve inkarcı nankörlerin ölmeden önce Allah'ın bu mutlak saadet vaa-deden dâvetine olumlu cevap vermeleri dolaylı şekilde
istenmektedir.
Bu sûrenin de
tefsîrine bizi muvaffak eyleyen Yüce Rabbimize hamd-u
senalar; İmân ve İslâm'ın küfre karşı gerçek tavrının ne olduğunu günlük
hayatıyla; söz ve davranışlarıyla net biçimde ortaya koyan ve her vesileyle
ilâhî inayet ve nusrata mazhar
kılınan Resûlüllah (A.S.) Efendimize salât-ü selâmlar olsun.[28]
[1] el-Câmiu Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 20/224
[2] Tefsîrül-Keşşaf : 4/808
[3] Lübabu't-te'vîl:
4/417
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7041.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7041.
[5] Zümer Sûresi: 64
[6] Süyûtî/Esbabu
Nüzûli'-Kur'ân : 123
[7] Nisâbûrî/Esbabu'n-Nüzûl: 307
[8] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7042-7043.
[9] Sahlh-i Müslim- Şevkanî/Fethü'l-kadlr : 5/505
[10] Sahlh-i Müslim- Şevkanî/Fethü'l-kadlr : 5/505
[11] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
[12] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
[13] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
[14] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
[15] Ebû Dâvud/edeb : 98, Tirmizî/daâvat: 22- Dâremî/fezâil-i kur'ân : 23-Ahmed : 64, 65- 5/376, 456
[16] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
[17] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/505
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7043-7045.
[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7045-7046.
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7046-7047.
[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7047-7048.
[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7048-7049.
[22] Yûnus Sûresi : 41
[23] Yûnus Sûresi:
14-106
[24] Şuârâ Sûresi: 213
[25] Sebe' Sûresi: 25
[26] Zümer Sûresi: 39, 40
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7049-7050.
[27] Bilgi için bak: Tefsîr-i îbn
Kesir : 4/561
[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7050-7051.