KAFİRÛN SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîsler. 2

Bütün Kafirlere Hitap. 3

Sert Bir Hitap. 4

İslâm  Hiçbir Sisteme Uydurulamaz. 4

Âyette «Ma» Edatının Kullanılması 5

Kâfirûn Sûresi, Kur'ân'ın  Önemli Bir Kısmının Özetidir. 5

Fıkhî Yönü. 6

Kâfirûn Süresiyle Nasr Sûresi Arasındaki Münasebet: 6


KAFİRÛN SÛRESİ

 

İbn Mes'ud (R.A.), el-Hasan ve İkrime'ye göre : Mekke'de; İbn Ab-bas (R.A.)dan yapılan iki rivayetten birine ve Katade ile Dahhak'e göre : Medine'de inmiştir.[1]

Birinci âyetinde İslâm dâvetine gönül verenlere engel olmakta pek başarılı olamayan Mekke müşriklerinin akıl ve idrak dışı sayılan uzlaşma teklîfi reddedilmekte ve onlara verilecek kesin cevap konu edilmektedir. Buna delâlet eden (Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn) cümlesinde yer alan «Kâ­firûn» kelimesi sûreye isim olmuştur.

Allâme Zemahşerî'ye göre: Bu sûre, Mâûn Sûresi'nden sonra in­miştir.[2]

Âyet   sayısı      :    6

Kelime     »         : 26

Harf         »         : 94[3]

 

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu:

 

Putlara ve putperestlere asla iltifat edilmemesi konu edilmekte; İs­lâm'ın hiçbir suretle tavîz vermeyeceğine işaretle Müslümanın her zaman ve her çağda metbu' olduğu ve olacağı, başkasına tâbi' olmayacağı dolaylı şekilde kalp ve kafalara işlenmektedir.[4]

 

Meali:

 

1-De ki: Ey küfre saplanıp kalanlar!

2-Sizin taptığınıza tapmam (ve) tapmıyacağım da.

3-Benim taptığıma da sizler tapıcılar değilsiniz.

4-Ben de (elbette) sizin taptığınıza tapıcı değilim.

5-Ve sizler de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz.

6-Sizin dininiz size, benim dinim de bana!.

 

İniş Sebebi

 

Taberânî ve İbn Ebî Hâtim'in yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (R.A.) şöyle demiştir: «Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Muhammed'e (A.S.) mal ver­mek suretiyle Mekke'deki en zengin adamdan daha zengin olmasını; ka­dınlarından da istediğiyle evlenmesini sağlayacaklarını ve buna karşılık Onun putlara dil uzatmamasını, onları kötü olarak anmamasını teklif et­tiler. Sonra da şunu ilâve ettiler: «Eğer bu teklifimize rıza göstermezsen bari sen bizim tanrılarımıza bir yıl ibâdet et!» diye ikinci bir teklifte bu­lundular. Bunun üzerine : «De ki: Ey câhiller! Siz bana Allah'tan başkasına ibâdet etmemi mi emrediyorsunuz?!» [5] mealindeki âyet indi.

Abdurrezzak'ın Vehb'den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle de­miştir t «Kureyş kâfirleri, ikinci defa Hz. Muhammed'e (A.S.) dediler ki: «İster misin, biz sana bir yıl uyalım ve sen de bir yıl süreyle bizim dini­mize dönersin. (Böylece) aramızdaki ihtilâf kalkmış olur.» Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Kâfirûn Sûresi'ni indirdi. [6]

Ebû'l-Hasan Nisabûrî'nin tesbîtine göre :

«Kureyşli'lerden bir grup adam, Hz. Muhammed'e (A.S.) şöyle öne­ride bulundu : «Ya Muhammedi Haydi gel de bizim dinimize uy, biz de senin dinine uyalım; sen bizim ilâhlarımıza ibâdet et, biz de senin ilâ­hına ibâdet edelim ve bunu bir yıl süreyle devam ettirelim. Eğer senin getirdiğin din bizim dinimizden hayırlı ise, o takdirde o hayırda sana ortak oluruz da ondan nasîbimizi alırız. Yok bizim dinimiz seninkinden hayırlı ise, o takdirde sen o hayırda bize ortak olur ve nasîbini almış olursun.»

Bu son derece câhilce öneriye, Hz. Muhammed (A.S.) şu cevabı ver­di : «Başkasını Allah'a ortak koşmaktan yine Allah'a sığınırım.»

Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Kâfirûn Sûresi'ni indirdi.[7]

İniş sebebiyle ilgili birkaç rivayet daha bulunuyor; ancak hepsini bu­raya nakletmeye gerek görmedik.[8]

 

İlgili Hadîsler

 

Müslim'in yaptığı rivayete göre, Câbir (R.A.) şöyle demiştir:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu sûreyi ve Kul Huvallahu Ahad sû­resini tavafın iki rek'âtinde okudu.» [9]Yine Müslim'in yaptığı rivayete göre, Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Kâfirûn Sûresi'yle İhlâs Sûresi'ni sa­bahın iki rekâtinde okudu.» [10]

İmam Ahmed'in rivayet ettiği ve Tirmizî'nin hasenlediği hadîste, İbn Ömer (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz sabahın iki rekât sün­netinde Kâfirûn Sûresi'yle îhlâs Sûresi'ni yirmi küsur defa okudu veya on küsur defa okudu.» [11]

Hâkim'in tahrîc edip sah inlediği rivayette Ubey b. Kâb (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah (A.S.)  Efendimiz, vitir namazını (Sebbih isme Rabbike, Kul Ya Eyyuhe'l-Kâfîrûn ve Kul Huvallahu Ahad ile kıldı.» [12]

Taberânî'nin el-Evsat'da İbn Ömer (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: «Kul Huvallahu Ahad Sû­resi Kur'ân'ın üçte birine; Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresi Kur'ân'ın dört­te birine muadildir (denk gelir).

Nitekim Resûlüllah (A.S.) sabahın iki rekât (sünnetinde) bu iki sûreyi okurdu. [13]

Taberânî'nin es-Sağîr'de, Beyhakî'nin eş-Şa'b'de yaptığı rivayete gö­re : Sa'd b. Ebî Vakkas (R.A.), Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyur­duğunu nakletm iştir:

«Kim Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresini okursa, Kur'ân'ın dörtte birini okumuş olur.»

İmam Ahmed'in yaptığı rivayete göre: Peygamber'e (A.S.) erişen bir şeyh şöyle demiştir: «Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'le beraber bir sefere çıktım. Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresini okuyan bîr adama uğradı ve bu­nun üzerine şöyle buyurdu: «Şu adam cidden şirkten beri olmuştur.»

Bir diğer adam ise, Kul Huvallahu Ahad Sûresini okuyordu. Resûlül­lah (A.S.) onun için de şöyle buyurdu: «Bununla Cennet ona vacip oldu.» Bir diğer rivayette: «Bu adamın günahları bağışlandı» buyurdu.[14]

Ahmed, Ebû Dâvud, Tir m iz i, Nesâî ve Hâkim'in sahîhleyip yaptığı ri­vayete göre:

Muâviye el-Eşcaî'nin babası, Hz. Peygambere gelerek şöyle demiştir:

  Ya Resûlellah! Döşeğime gelip uyumak istediğimde ne söyleyece­ğimi bana öğret.

Efendimiz (A.S.) ona şöyle buyurmuştur :

  Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sûresi'ni okuduktan sonra uyu. Çünkü gerçekten bu sûre şirkten beraettir[15]

Ebû Ya'lâ ile Taberânî'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete gö­re, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Okuduğunuz zaman sizi Allah'a ortak koşmaktan kurtaracak bir ke­limeyi göstereyim mi? Uyuyacağınız zaman Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn Sû­resini okuyunuz.» [16]

İbn Merduye'nin Zeyd b. Erkam'dan (R.A.) yaptığı rivayete göre, Re­sûlüllah (A.S.) Efendimiz buyurdu ki:

«Kim Kul Ya Eyyühe'l-Kâfirûn ile Kul Huvallahu Ahad süreleriyle Al­lah'a kavuşursa, onun üzerine hesap yoktur.» [17]

 

Bütün Kafirlere Hitap

 

«De ki: Ey küfre saplanıp kalanlar!.»

«Küfr’ün delâlet ettiği mâna çok açık ve nettir. Sözlük olarak: «Giz­lemek, örtmek» demektir. Bu manâyla nankör kâfir hakkı gizleyip örtmekte olduğundan kendisine bu sıfat verilmiştir.

Ziraatçı tohumu toprağa atıp üstünü örterek onu belirsiz kıldığı için ona da «kâfir» denilmişse de, zamanla bu sıfat sözlük mânasında kulla­nılmadığından artık ziraatçiye «kâfir» denilmez olmuştur.

Şer'î terim olarak kâfir, Allah'ın varlığını veya birliğini veya son pey­gamberle gönderdiği esaslardan ve sarih hükümlerden birini veya tama­mını red ve inkâr eden kimseye sıfat olarak gelmektedir.

O bakımdan küfür dört kısımda düşünülmüştür:

1- Küfr-i inkârı.

Bu, CenâbHakk'ı hiçbir suretle bilmeyip O'nun varlığını ve birliğini ikrar ve itiraf etmemektir.

2- Küfr-i cuhûdî.

Bu, hakkı kalp ile bilip dil ile ikrar etmemek ve zahirî inkârda ısrar etmektir. İblîs'in küfrü bu kısma girer.

3- Küfr-i iradî.

Bu, hakkı kalp ile bilmek ve dil ikrar etmek ve buna rağmen kin ve hased duygusunun, aynı zamanda bencilliğin galip gelmesinden dolayı İslâm'a girmekten kaçınmaktır.

Diğer bir tarifle, «Hakikati bilip ikrar etmek, ama onu kabulden ka­çınmaktır.»

Ebû Tâlib'in küfrü buna misal teşkil eder.

4- Küfr-i nifakı.

Bu, hak ve hakikati dil ile ikrar edip kalben ona inanmamaktır. Mü­nafıkların küfrü bu kabildendir.

Böylece İslâm'a göre, dinî esaslardan ve sarih hükümlerden birini red ve inkâr edene, meselâ Allah'a ortak koşana, Hz. Muhammed'i {A.S.) pey­gamber kabul etmeyene veya Onu küçük düşürmeğe yeltenene; Hz. Mu­hammed'i (A.S.) sadece akıllı ve zeki bir adam sayıp ilâhî vahye maz-har olmadığını iddia edene; nass ile sabit olan ilâhî hükümlerden birini kabul etmeyene; helâli haram, haramı da helâl sayana «kâfir»  denilir.

O bakımdan sûrenin başında «Ey kâfirler!» nidası, sadece Kureyş müş­riklerini veya Arap Yarımadası'ndaki İnkarcı sapıkları değil, kıyamete ka­dar ortaya çıkacak olan her inkarcı nankörü; İslâmî esasları reddeden her münkiri; Allah'a ortak koşan her müşriki kapsamaktadır.[18]

 

Sert Bir Hitap

 

«Ey kâfirler!» veya bizim verdiğimiz meale göre, «Ey küfre saplanıp kalanlar!» hitabı oldukça serttir. Kur'ân'da bu tarz ağır bir seslenme çok nâdirdir. Çünkü âlemlere rahmet olarak gönderilen Son Peygamber Hz. Muhammed (A.S.) şefkat, merhamet, hoşgörü, nezaket ve nezahetin do­ruğunda bulunuyordu. Ancak ilâhî hakikatleri red ve inkâr edip İslâm'a kin ve düşmanlık zehirini kusanlara karşı O bu sıfatlarının çizgisini biraz aşa­rak sertleşmekten kaçınmamıştır. Hem O, görevli bir peygamberdir. Al­lah'tan indirileni aynen tebliğ etmekle yükümlü bulunuyordu. O bakımdan Hakk'ı ve hakikati red ve tahrîf edenlere böylesine sert bir seslenişte bu­lunması normal kabul edilir.

Ancak bu seslenişin taşıdığı bir başka hüküm de söz konusudur. O da, İslâm'a göre, küfür ehlinin tek millet sayılmasıdır. İnkarcı nankör ister dinî esas ve hükümlerden birini red ve inkâr etsin, ister bir kişiyi ilâh-laştırsın, isterse Allah'ı bilmekle beraber putları şefaatçi kabul etsin fark etmez.

Nitekim Mekkeli müşriklerin çoğu Allah'ın varlığını kaba çizgileriyle az-çok biliyor ve kabul ediyorlardı. Ama tapındıkları putları kendilerini Allah'a yaklaştıran ortaklar ve şefaatçiler olarak umuyorlardı. Buna rağ­men Kâfirûn Sûresİ'nin baş kısmındaki kâfirlere hitabın ilk muhatabı on­lar idi. Hıristiyanlar da Allah'ın varlığına inanıyor, ama Tevhîd İnancı'na ters düşen yeni bir inanç sistemi (üç ilâh iddiası) ortaya atıyorlar. O ba­kımdan onlar da bu yönleriyle sözü edilen hitabın kapsamında bulunuyor.[19]

 

İslâm  Hiçbir Sisteme Uydurulamaz

 

«Sizin taptığınıza tapmam (ve) tapmı-yacağım da. Benim taptığıma da sizler tapıcılar değilsiniz..»

Bu müstesna anlatım tarzı birçok incelikleri içermektedir. Şöyle ki:

a) Geleceği olumsuz kılan «lâ» edatıyla gelen «a'budü», İslâm'ın kı­yamete kadar tazeliğini koruyarak ibâdet ve dindarlığın, ilâhî düzenlemeye göre yaşamanın kâmil ve mükemmel ölçüsünü getirmiştir. Hükümleri ku­sursuz, sistemi emsalsizdir. O bu özelliğiyle insan kalbini ve kafasını hakikatle doldurmakla kalmaz, dosdoğru uygulandığı takdirde fert, aile, toplum ve ülkeleri huzur, güven, denge ve düzene kavuşturur. Aklı eren insanların özlemini duyup da bir türlü erişemediği gerçek mutluluğun bü­tün esas ve prensiplerini beraberinde taşır.

Onun için başta Resûlüllah (A.S.) Efendimiz olmak üzere, hiçbir mü'-min Allah'a ibâdette ve Allah adına yeryüzünde faaliyet göstermekte ve Kur'ân'a göre yaşamakta başka hiçbir sisteme ihtiyaç duymaz. Çünkü CenâbHakk'ın Kur'ân'da formüle ettiği hayat düzeni, O'nun sıfatları kadar kusursuz ve mükemmeldir.

Günümüzde kapitalizmin ve sosyalizmin kurbanı olup boğazlarına ka­dar faize gömülen bazı kısır ve sığ bilgili müslümanların bu Yahudi sistemi­ni mubah sayıp İslâm'ı bu konuda yabancı, aynı zamanda sömürücü bir sis­teme uydurmaya çalışma gayretleri çok üzücü ve düşündürücüdür. Oysa İslâm kendine has, insanların hayrına yönelik bütün esas ve prensiple­riyle ilâhîdir. O bakımdan onun hükümlerinde istediğimiz gibi tasarrufta bulunma hakkına sahip değiliz. Onun, indirildiği gibi korunduğu ve her hükmü yine Onun bütünlüğü içinde değerlendirildiği takdirde hikmet ve anlamı, amaç ve gayesi anlaşılabilir. Zedelendiği hükümleri başka sistem­lere uydurulduğu zaman ilâhî olma hüviyetini kaybeder.

Bunun için Cenâb-ı Hak önce Resulüne, sonra da her mü'mine şu emir ve mesajı vermektedir: «De ki: Ey küfre saplanıp kalanlar! Sizin taptığınıza tapmam ve tapmayacağım da.»

Böylece Allah'ın insanlığa en büyük armağanı olan İslâm Dini her bö­lüm ve hükmüyle, her esas ve prensibiyle bölünmez bir bütünlük arzeder. Onun bir kısım hükümlerini beğenip bir kısmını beğenmemek tümünü be­ğenmemek demektir.[20]

 

Âyette «Ma» Edatının Kullanılması

 

Uslûb-i ilâhînin özelliklerinden biri de, az kelimeyle cok mâna ve cok hüküm ifade etmektir. O bakımdan ikinci âyette iki fiil kullanılmıştır. Bi­rincisinin başında şimdiki zamanı ve geleceği olumsuz kjlan «lâ» edatı, ikincisinin başına daha cok birtakım sıfatlara ve eşyaya yönelik «» eda­tı konulmuştur. «Lâ» edatıyla, hakiki bir müslümanın başka bir dine, bir inanç sistemine uymayacağı, Allah'tan başkasına kulluk etmiyeceği, O'ndan başkasına ibâdette bulunmayacağını belirtirken; «» kelimesiyle, o baş­kasının, Allah'a başka sıfatlar yakıştırmak, Tevhîd fnancı'nı zedeler anlam­da ortak koşmak suretiyle ibâdet etmesinin de taklîde değer olmayacağı bildirilmektedir. Zira Arapça gramere göre, «men» kelimesi akıl sahibi zata delâlet ederken,  «»  kelimesi zata değil, onun bazı sıfatlarına, sonra da akıl sahibi olmayan eşyaya delâlet eder.

Böylece Kur'ân'da mefhum olarak «Sizin taptığınız zata tapmam, tap-mıyacağım»  denilmiyor da,  «Sizin  Tevhîd Akidesi'ni zedeliyen  uydurma sıfatlarla vasıflandırdığınız ve ilâh diye taptığınız eşyaya tapmam ve tap-mıyacağım da» deniliyor. Çünkü Allah'ın sıfatları ve isimlen tevkifîdir ve ancak O'nun zat-i ulûhiyetine yakışır anlam ve muhtevadadır. Meselâ İs­lâm, hiçbir zaman oğlu olan ve baba sıfatını alan bir tanrı tanımaz ve öyle bir ilâha ibâdete cevaz ve ruhsat vermez. Aynı zamanda bu ve ben­zeri inançları temelinden reddeder.

Sonra İslâm, Yahudilerin «Yehova» diye isimlendirdikleri bir bakıma onlarca millî bir ilâh diye vasıflandırdıkları bir ilâhı da kabul etmez. Çün­kü Cenâb-ı Hak, Rabbü'l-âlemîn'dir. Böylece millî bir ilâha ibâdete de ce­vaz vermez.

O bakımdan âyette manâ ve mefhum olarak jnkârcı nankörlere, Tev­hîd Akide'sini bozan müşriklere: «Kur'ân ile vasıfları ve vasıflarının özellikleri tevhîcl düzeyinde belirlenen zata sizler tapıcılar değilsiniz» denile­rek asıl maksat belirlenmiş oluyor.

Âyette bir de aynı konuya delâlet eden cümleler tekrarlanmıştır. Bu cümleler üzerinde Nahiv Âlimlerinin farklı yorumları ve tesbitleri vardır. Onları tefsirimize nakletmeyi yararlı görmüyoruz. Ancak tekrar eden söz­ler, hal (şimdiki zaman) ve istikbale (geleceğe) delâlet -eden cümleler­dir. O sebeple «Ne şimdi, ne de şimdiden sonra ben sizin taptığınıza tap­mam ve tapmıyacağım da. Benim de taptığıma sizler tapıcılar değilsiniz. İtikadınızı İslâm'a uydurmadığınız sürece bu böyle sürüp gidecek» sonucu ortaya çıkıyor.

Bu mâna ve yorumla da, Kâfirûn Sûresi mensûh, yani hükmü kaldırıl­mış değildir. Çünkü ilim adamlarından bir kısmına göre, bu sûre kısa bir zaman için mütareke anlamını ve hükmünü taşımaktadır. O bakımdan kâ­firlerle savaşa delâlet eden Tevbe Sûresinin beşinci âyetiyle neşhedilmiş, yani hükmü kaldırılmıştır.

İslâm'ın gerçek yönünü ve hüviyetini; Müslümanın batıl inançlara, sahte tanrılara karşı tavrını ve tutumunu ortaya koyması bakımından sû­re çok geniş kapsamlı hükümler taşımakta ve kıyamete kadar bu hüküm­lerin geçerli olacağı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle «mensûhtur» diyen­lerin tefsîr ve yorumu pek isabetli değildir.

Her tekrar, te'kîde, konuyu pekiştirmeye, hükmün önemine ve üze­rinde dikkatle durulmaya delâlet eden bir mana esnekliği taşır. Kur'ân ve hadîslerde bu gibi tekrarlara hayli yer verilmiştir. Ayrıca Arap Edebiyatı'n-da da bunun benzeri cümlelere rastlamak mümkündür.[21]

 

Kâfirûn Sûresi, Kur'ân'ın  Önemli Bir Kısmının Özetidir

 

Bu sûre her yanı ve yönüyle, her mâna ve hükmüyle İslâm'ın ve dos­doğru imân eden Müslümanların küfre, bâtıl sistemlere karşı tavrını ve kesin tutumunu belirlerken Kur'ân'da bu konuyla ilgili beyânların ve işa­retlerin bir özetini vermektedir. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in deyimiyle, bu sûre, Kur'ân'ın dörtte birine muâdildir.

O bakımdan sûreyi açıklayan birçok âyetler mevcuttur. Biz sadece bilgi edinmek isteyenlere yararlı olur umuduyla dört âyetin mealini nak­letmekle yetiniyoruz:

«Seni yalanlıyorlarsa, de ki: «Benim işlediğim bana, sizin işlediğiniz size. Benim işlediğimle sizin ilişiğiniz yoktur; benim de sizin işlediğinizle ilişiğim yoktur.» [22]

«De ki: Ey insanlar! Eğer dinimde şüphe ediyorsanız, (bilin ki) Al­lah'tan başka taptıklarınıza tapmam; ama ben ancak sizin canınızı alacak olan Allah'a taparım ve ben mü'minlerden olmakla emrolundum.

Ve Hanîf (bâtıldan uzak, Hakk'a bütünüyle yönelik olan Tevhîd İnancı üzerine Allah'ı tasdik edici) olarak yüzünü dine doğrult ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma.» [23]

«Sana (taptığında) yarar, (tapmadığında) zarar veremiyecek, Allah'­tan başkasına ibâdet etme. Eğer (böyle) yapıp (başka şeylere taparsan) o takdirde sen (kendine) zulmedenlerden olursun.»

«Artık sen, Allah ile beraber başka bir ilâha duâ edip kullukta bu­lunma, sonra azaba uğratılanlardan olursun.» [24]

«De ki: Bizim işlediğimiz suç ve günahtan siz sorumlu tutulmazsı­nız; sizin yaptıklarınızdan da biz sorumlu tutulmayız.» [25]

«De ki: Ey milletim! Bulunduğunuz hal, kurduğunuz düzen, başvur­duğunuz çare üzere yapacağınızı yapın; şüpheniz olmasın ki, ben de ge­rekeni yapmaya çalışıyorum. Kime rüsvay edici azabın geleceğini ve üze­rine devamlı azabın ineceğini ileride bilip anlayacaksınız.» [26]

 

Fıkhî Yönü

 

«Sizin dininiz size, benim dinim de bana..»

İlim adamlarından bir kısmı bu âyetle istidlal edip küfrün tek millet olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim İmam Şafiî ve onun ekolünde yer alan­lar aynı mâna ve hüküm üzerinde durarak Yahudilerin Hıristiyanlara; Hı­ristiyanların da Yahudilere vâris olabileceğini, her ikisinin de aynı millet olduğunu belirtmişlerdir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in, iki ayrı milletin (ayrı dine bağlı bulu­nanların) birbirine vâris olamayacağını belirtir anlamdaki hadîsi de bu doğ­rultuda tefsîr edilip yorumlanmıştır. [27]O bakımdan Kitap Ehli'nin Müs-lümanlara, Müslümanların da onlara vâris olamayacağı kesinlik arzeder-ken, onların birbirlerine vâris olabileceği hakkında müctehidlerin içtihadı vardır

.

Kâfirûn Süresiyle Nasr Sûresi Arasındaki Münasebet:

 

Kâfirûn Süresiyle, Tevhîd İnancı'na ve İslâmî esaslara ters düşen küfür ve bâtıl sistemlere ve o sistemleri inatla, ısrarla savunanlara karşı İslâm'ın ve Müslümanların tavrı ve tutumu net biçimde ortaya kondu. Böy­lece İslâmî sistemi başka sistemlere uydurma hevesine kapılanların ümit­leri kırılarak Allah'ın insanlara son mesajı olan İslâm'ın indirildiği gibi kı­yamete kadar korunacağı ilân edildi.

Nasr Süresiyle, İslâm'ın yakın gelecekte ilâhî nusratla te'yîd edilip başarıya erişeceği ve böylece Onun nurunu söndürmek isteyenlerin asla muvaffak olamayacağı; hak uğrunda fetihlerin devam edeceği müjdelen-mekte ve inkarcı nankörlerin ölmeden önce Allah'ın bu mutlak saadet vaa-deden dâvetine olumlu cevap vermeleri dolaylı şekilde istenmektedir.

Bu sûrenin de tefsîrine bizi muvaffak eyleyen Yüce Rabbimize hamd-u senalar; İmân ve İslâm'ın küfre karşı gerçek tavrının ne olduğunu gün­lük hayatıyla; söz ve davranışlarıyla net biçimde ortaya koyan ve her ve­sileyle ilâhî inayet ve nusrata mazhar kılınan Resûlüllah (A.S.) Efendi­mize salât-ü selâmlar olsun.[28]

 



[1] el-Câmiu Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 20/224

[2] Tefsîrül-Keşşaf :   4/808

[3] Lübabu't-te'vîl: 4/417

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7041.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7041.

[5] Zümer Sûresi:  64

[6] Süyûtî/Esbabu Nüzûli'-Kur'ân :   123

[7] Nisâbûrî/Esbabu'n-Nüzûl:  307

[8] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7042-7043.

[9] Sahlh-i Müslim- Şevkanî/Fethü'l-kadlr :  5/505

[10] Sahlh-i Müslim- Şevkanî/Fethü'l-kadlr :  5/505

[11] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

[12] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

[13] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

[14] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

[15] Ebû Dâvud/edeb : 98, Tirmizî/daâvat:  22- Dâremî/fezâil-i kur'ân :  23-Ahmed :  64, 65-  5/376, 456

[16] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

[17] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/505

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7043-7045.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7045-7046.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7046-7047.

[20] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7047-7048.

[21] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7048-7049.

[22] Yûnus Sûresi : 41

[23] Yûnus Sûresi:  14-106

[24] Şuârâ Sûresi: 213

[25] Sebe' Sûresi: 25

[26] Zümer Sûresi: 39, 40

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7049-7050.

[27] Bilgi için bak: Tefsîr-i îbn Kesir : 4/561

[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7050-7051.