KÂFİRÛN SÛRESİ 2

Sûrenin Tanıtımı 2

İslam Nizâmında Din Hürriyeti 3


KÂFİRÛN SÛRESİ

 

 

Kur'an'dahi Sırası.       : 109

Nüzul Sırası                 : 18

Ayet Sayısı                  : 6

İndiği Dönem              : Mekke

 

Sûrenin Tanıtımı

 

Sürede, kafirlerin taptıkları şeylere kendisinin tapmayacağını bildirmesi Peygamber (s)'e emredilmiştir. Öyle ki. Onlar dilerlerse bulundukları durumlarını devam ettirip kendisi­nin kulluk ettiğine (Allah'a) tapmama hakkına sahiptirler. Her iki tarafın dinleri kendilerine aittir. Sûre, sair Mekki ve Medeni sûrelerde Kur'an'ın açıklamayı sürdürdüğü din özgürlüğü ilkesini ele almıştır. [1]

 

Rahman ve Rahim AİlaJr'ın Adıyla

1-  De ki: Ey kafirler!

2-  Ben kulluk ettiklerinize kulluk etmem.

3- Siz de benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz.

4- Ben asla, sizin kulluk yaptığınıza ibadet edici değilim.

5- Siz de benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz,

6- Sizin dininiz size, benim dinim banadır.

 

Peygamberliğini kabul etmeyenlere, onların din ve ibadetleri karşısındaki çizgisini,

dilerlerse bu çizgiyi takip edebilecekleri, kendisinin onların kulluk ellikleri şeylerin dı­şında (Allah'a) kulluk etiğini, boyun eğdiklerinden başka bir ilaha boyun eğdiğini, onla­rın yöneldiklerinin dışındaki bir varlığa yöneldiğini; kendisinin, konumunu devam ettir­mekle sorumlu olduğunu, onların da kendi konumlarını devam ettirmek hakkına sahip olduklarını; her iki tarafın, kendi bünyeleri için kabul ettikleri dini seçme hakkına sahip olduğunu iian etmesi Peygamber (s)'c emredilmiştir.

Bazı Kurcyş liderlerinin Peygmbcr'e müracaatlar!, ve ilahlara tapınma konusunda birleşmelerini islemeleri sebebiyle sûrenin indiği rivayet edilmiştir. Buna göre iki gurup hangi dinin daha iyi olduğunu anlayıp ona tabi olana kadar, O, müşriklerin ilahlarına ta­pacak, onlar da kendisinin ilahına tapacaklar, O, onların ilahlarına hürmet edecek onlar da Peygamberin ilahına hürmet göstereceklerdi1.

Ayetlerin içeriğinin gösterdiğine göre, rivayetin doğru olması muhtemeldir ve bunu Kalem sûresinde geçen "İstediler ki, sen taviz veresin ki, onlar da taviz versinler[2] ayeti desteklemektedir ki, bu ayetin tefsiri belirtilen sûre işlenirken geçmişti.

Bununla birlikte sûrenin Peygamber ve kafirler arasında meydana gelen bir tartışma­dan dolayı inmiş olması da ihtimal dahilindedir. Öyle ki bunlar orada inat ve kibirlerine devam etmişler .sûre bu tartışmaj'i sona erdirmek için inmiştir. Benzer durum ve olaylar karşısında aynı tavır tekrarlanmıştır. Nitekim şu ayetlerde bu husus geçmiştir:

"Eğer onlar seni yalanladılar\sa de ki: Benim yaptığını hana, sizin yaptığınız sizi'. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan uzağım. " (Yunus J0!141)

"De ki: Ey insanlar, iste size Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için gelir, sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim". (Yunus 101/108)

"De ki: Bu gerçek Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Çünkü biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki perdeleri onları kuşatmıştır". (Kehf 18129)

"De ki: Size göklerden ve yerden kim rızık veriyor? De ki Allah, O halde ya biz veya siz, doğru yol üzerinde veya açık bir sapıklık irindeyiz. De ki, Bizini işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz. Biz de sizin işlediğinizden sorularak değiliz. De ki: Rabbimiz, hepimizi bir araya toplayarak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. En adil hüküm veren .. bilen O'dur". (Sebe 34124-26)

Bu görüş, kafirlerin sapık ibadet tarzına hücum etmekten Pcygamber'in uzak durma­sı bakımından sûrenin üslubunu açıklığa kavuşturmaktadır. Belki de sûre, kafirlerin li­der takımının Özellikle risalctin ilk dönemlerimle sergiledikleri işkenceden zayıf müslü-manları korumayı hedeflemiştir. Zira ayetler onian insaf elmeye çağırmıştır. (Müşrik­ler) dinlerinde sabit kalmayı istiyorlar ve bunu kendi haklan kabul ediyorlar, (öyleyse) nıüslümanların bu hakkına da hürmet göstermeleri gerekecektir (denilmek istenmiştir). [3]

 

İslam Nizâmında Din Hürriyeti

 

Hitap şeklinin hususîliği ve belirli bir zamana ait oluşuyla birlikte açıkça görülüyor ki, sûre din ve ibadcL hürriyeti ile bunlara saygı göstermeye, bu hususla kendi aralarında insaf ve adalet duygulan ile hareket etmeye çağırmayı anlatırken, risaletin ilk anından itibaren gözetilen çok değerli bir Kur'an ilkesine yer vermiştir,

Bu mesele, herhangi bir etkiye maruz kalması veya herhangi bir değerlendirmeye ta­bi olması uygun olmayan bir vicdan, inanç, gönül ve ruh huzuru ve iç açılması meselesi kabul edilmiştir. Kayda değer hususlardan birisi de şudur:

Bu ilke sadece bu sûrede veya Peygamber (s)'in zayıf, mü'minlcrin de muslazaf ol­dukları Mekki dönemin ayetlerinde belirtilmemiş; aksine farklı inzal dönemlerindeki bütün Kur'an ayetleri birçok kere ve çeşitli üslûplarla bu ilkeyi ortaya koymuştur. Nite­kim bu durum daha önce ele aldığımız ayetier ve şu (zikredeceğimiz) ayetlerden anlaşıl­maktadır.

"(De ki) : "Ben sadece hu kentin Rabbine kulluk etmekle cmrolundıım. O. burayı saygıdeğer kıldı ve her şey O'nundur. Ve bana müslümaıılardan olmam emredildi. Ve Kur'an okumam (emredildi), imdi kim yola gelirse kendi yararına yola eelmiş olur ve kim saparsa de ki: Ben ancak uyarıcılardanım." (Nemi 27191-92)

"De ki: 'Bana tanrınız, ancak bir tamıdır diye vahyolunuyor. O'na teslim olarak mısınız? Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizin hepinize eşit biçimde açıkladım. Artık tehdit edildiğiniz şeyin yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmem. Şüphesiz O. Sözün açığım da bilir, gizlediklerinizi de bilir. Belki de o, (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak içindir." (Enbiya 211108-111)

Sonra değişik dönemlerde inen birçok Mckki ayet bu ilkeyi anlatmaya devanı ei-miştir. Aynı şekilde şu ayetlerden de bu husus anlaşılmaktadır.

"Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğııtıı in­kar edip Allah'a inanırsa, muhakkun ki o kapmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir". (Bakara 2/256)

"De ki: Ey Kitah Ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin. Yalnız Al­lah'a ibadet edelim, O'na bir şeyi ortak koşmayalım, birbirimizi Allah'tan başka tanrı­lar edinmeyelim: Eğer yüz çevirir/erse 'Şahit olun, biz müslümanlarız!' eleyin". (Al-i İmran 3/64)

"Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: Ben de özümü Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da. Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilerc de ki: Siz de İslam oldunuz mu? Eğer islam olurlarsa doğru yolu bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse, sana düşen sadece duyurmaktır. Allah kullarını görmektedir". (-i İmran 3/20)

"Ancak sizinle kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yahut ne. sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin)den yürekleri sıkılarak si­ze gelenler hariç. Allah dileseydi, onları sîzin bazınıza musallat ederdi, sizinle savaşır­lardı. O halde onlar sizden uzak dururar. Sizine savaşmazlar ve sizinle barış içinde ya­şamak isterlerse Allah size onlara saldırmak için bir yol vermemiştir". (Nisa 4/90)

"Ey Kitab Ehli, e/çilerin arasının kesildiği bir boşluk meydana geldiği sırada size elçimiz geldi, size gerçekleri açıklıyor ki, (kıyamette) 'Bize bir müjdeleyıci ve uyarıcı gelmedi' demeyesiniz. işte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah, herşeyi yapabilen­dir" . (Muide 5/19)

"Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden (andlaşma şartlarından) çıkmayanların andlaşmalarını kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah korunan­ları sever". (Tevbe 9/4)

"Ortak koşanların, Allah'ın yanında ve Elçisinin yanında nasıl andlaşması olabilir'.'' Ancak Mcscid-i Haram'da and/aştıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın, çünkü Allah, (günahlardan) korunanları sever". (Tevbe 9/7)

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kim­selere iyilik etmekten on/ara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet ya­panları sever". (Mümtehine 6018)

Böylece bu ilke (din özgürlüğü) sağlam prensiplerden birisi olmuştur. Burada tesirli bir telkin, süreklilik, (boyut) İslam ve ilkelerinin ebediliğinin göstergeleri vardır.

Kur'an'da (Arap) kafirlerin Allah'ın rubûbiyctini inkar etmediklerini, Allah'a ibadet ve dua etmekten tamamen uzak durmadıklarını gösteren birçok ayet mevcuttur:

"Andolsun, on/ara 'Kendilerini kim yarattı?' diye sorsan elbette "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?" (Zuhruf 43/87)

"Andolsun, onlara: 'Gökleri ve yeri kim yanıttı?' diye sorsan, mutlaka 'Allah' der­ler. 'Hamel Allah'a layıktır' de. Hayır onların çoğu bilmiyorlar" (Lokman 31/25)

Burada sûrenin içeriği İle çelişkili görülen bir durum vardır. İlk olarak (müşriklerin Allah'ı tanımaları) doğru olmakla birlikte burada bir çelişki yoktur. Müşrikler Allah'ın dışındaki varlıkları, O'na ortak koşuyorlar, pullan ilahlarının sembolleri olarak kabul ediyorlar, bunlara secde ediyorlar ve kurbanlar kesiyorlardı. Meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlar. Allah yanında şefaatçi olmaları için bunlara iapıp yakarıyorlardı.

Bu. Allairm hakkını ve kullarına gerekli kıldığını açıkça inkar anlamına gelmekte­dir. Peygamber'in taptığı, yakardığı: ortağı, dengi ve çocukları olmayan ilah ile onların taptığı ve yöneldiği varlıklar arasında farklılık vardır. Görüldüğü gibi sûrede söylenil­mek istenen de budur.

Biz müslim ve gayrı müslim taraflardan bu düşüncemize karşı bazı sözler getirilece­ğini bilmekteyiz. Birçok İslam alimi ve Kur'an müfessiri Bakara 190'da geçen. "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, fakat haksız vere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez" (Bakara 2/190) ayetinin, Tevbe sûresinde geçen miislüman olup, namaz kılana ve zekat verene kadar müşriklerle savaşmayı emreden Şu ayetlerle neshedildiğini söylem işlerdir.

"Allah ve elçisinden, andlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır".

"Dört ay daha yeryüzünde dolaşın, bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah. kafirleri rezil, perişan edecektir."

"En büyük Hacc günü, Allah ve elçisinden insanlara tebliğdir. Allah ve elçisi müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha iyidir. Ve Allah'a döner­seniz, bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz/ Kafirleri arı bir azap ile müjdele."

"Ancak anlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların anlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye ka­dar tamamlayın. Çünkü Allah korunanları sever."

"Haram ayları çıkınca müşrikleri nerede bulursam: öldürün, onları yakalayın, hap­sedin ve her gözeticine yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılar­lar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyeın/ir' . (Tevbe 9/1-5)

Yine bazı alim ve mü fes s Merin "Kılıç ayeti" dedikleri (müşrikleri lopyekün öldü­rün) ayeti de (onlara göre) Bakara 190. ayeti neshelmiştir. Birçok Kur'an alim ve mü­fessiri, "Fitne kalkıncaya ve din yalnız Allah'a aii olana kadar onlarla savasın. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz." (Bakara 2/i 93) ayetinde geçen "fİlnc" kelimesini "şirk" olarak tefsir etmişler ve bu ayetin şirk ve müşrikler oriadan kaldırılıncaya ve İslam dini hakim oluncaya kadar onlarla savaşmayı emrettiğini söylemişlerdir.

Gayrı muslini taraftan birçok misyoner ve oryantalist, "Muhammcd 'Sizin dininiz size, benim dinim bana' prensibine ancak zayıf şartlarda sadık kaldı, hicretleri soma kuvvetlenince kafirlerle savaşmaya başladı, müşriklerden ancak müslüman olmalarını. Ehl-i Kitap'lan da teslim olup cizye vermelerinden başka bir şeyi kabul etmiyordu. İs sonuna dek bu şekilde devam etti. O, müslümanlan ganimet almaya teşvik ediyordu." demişlerdir.

Kur'an pasajlarından ve Peygambcr'İn hayatındaki olaylardan anlaşılan gerçek /ü ile konunun açıklanması iki tarafı da cevaplamaya yeterlidir.

İslam, savaşı ancak risaleli ve müslümanlan Özgürlüğe kavuşturmak için. miislü-manlann özgüriük ve güvenliğini, davetin özgürlük ve harekelini garanti altına almaya, müslümanlara ezâ ve İslam'a düşmanlığa mani olana dek işkence, düşmanlık ve engelle­melere karşı meşru kılmıştır. Bu ilke, Peygamber'in hayatının sonuna kadar muhkem olarak kalmıştır. Ilacc sûresinin 38-40, Bakara sûresinin 190-194. ayetleri bu konu hak­kındadır.

"Allah inananları savunur. Allah hiçbir hain nankörü sevmez." "Kendileriyle savaşılan (mü'min)lcrc, (karşıkoyma) izni verildi. Çünkü onlara zııl-medihniştir ve şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kadirdir. Onlar, sırf 'Rabhirniz Al­lah'tır' dedikleri için yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah'in bazı insanimi diğer bazı­larıyla savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılırdı. (Fakat Allah, bazı insanları güçlendirerek, onlar vasıta­sıyla mü'min kullarını savunur. Kendisine inananlar ile isminin anıldığı mabedleri ko­rur.) Allah kendi dinme yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah kuvvetlidir. galiptir.'1 (Hacc 22138-40)

"Sizinle savaşan/arla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez".

"Onları nerede yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yer (Mckke)den siz de onları çıkarın! Fitne (baskı yapmak) adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haranı' da onlarla savaşmayın ki, onlarda sizinle orada savaşmasınlar. Fakat onlar sizinle sa­vaşırlarsa, hemen onları öldürün. Kafirlerin cezası böyledir".

"Eğer onlar (savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düş­manlık olmaz".

"Haram ayı. haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onu size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allah'tan korkun. Bilin ki. Allah (günahlardan) korunanlarla beraberdir". (Bakara 21190-194)

Yukarıdaki ayetlerde bu ilke vurgulanmışın". Bu ayetlerde müşriklerin müslüinanlarla savaşıyor oldukları açıkça belirti im ektedir. Buna ilaveten onlar zorla ve istemeden müslümanlan dinlerinden döndürmeye çabalıyorlar, Allah yoluna engel olup davetin seyrini engelliyorlar (nihayet) müsiümaniar perişan halde yurtlarından çıkmak zorunda kalıyorlardı. Bunların tamamı onlarla savaşmanın meşru kılınma sebebidir ve din Öz­gürlüğü ilkesine de uygundur. "'Fitne" kelimesinin şirk olarak yorumlanmasında büyük bir zorlama vardır. Fitne müşriklerin liderlerinin Mekke'de zayıf müslümanlara karşı sürdürdükleri gibi müslümanlan İslam'dan dönmeye zorlamaktır. Bunun delili şu ayet­lerdin

"İnanmış erkek ve kadınlara işkence edip (fitne) sonra tevbe etmeyenler; onlar için cehennem azabı vardır; ve onlar için yangın azabı vardır." (Burur 85110)

"Sonra Rabbin şunların işkenceye uğradıktan sonra (fitne) göç eden . sonra sava­şan ve sabredenlerin yanındadır. Elbette bundan sonra Rabbin bağışlayan, esirgeyen­dir" . (Nah! 161110)

İyice düşünülürse Bakara 191'deki "Fitne ölümden daha şiddetlidir" cümlesinde de aynı anlam (işkence-zorlama) kastedilmektedir. Her halükarda bu kelimenin "şirk" şek­linde yorumlanması doğru değildir.                     ;

Bakara sûresinde geçen "Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'm oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık ol­maz." (Bakara 2/199) ayeti; düşmanca tavırlarını, müslümanlara zor kullanmayı bıra-kmcaya, risaletin (yayılma) özgürlüğü, müslümanların din, can. mal ve haklan güvence tütinâ alınıncaya kadar savaşma anlamına geldiğinin kuvvetü hatta kesin delilidir. Enfiil sûresinde de yaklaşık buna benzer bir ayet daha vardır:

"Fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah'm oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak kİ Allah ne yaptık/arını görmektedir." (Fnfal 8139)

Bu ayetin sonunda geçen "vazgeçerlerse" ifadesi, düşmanca tavır takınmak ve müs­lümanlara baskı yapmak anlamlarının kastedildiğinin bir delilidir. İsrâ sûresinde de "fit­ne11 kelimesinin "geri çevirmek, dönmek ve döndürmek" anlamına geldiğini gösteren başka bir kesin delil daha vardır: "Az daha onlar baskı yapıp seni sana vahyettiğimiz-clen ayırarak (fitne) ondan başkasını üstümüze atman için seni kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi." (İsra 17/73)

Müşriklerden uzak kalmayı ilan eden, tevbe ve iman edip. namazı kılana ve zekatı verene kadar onlarla savaşmayı emreden ve içerisinde istisna ifadelerinin bulunduğu ayetler; bu ilan ve emri, saldırgan ve akillerini bozan müşriklerle sınırlamıştır;

"Ancak anlaşma yaptığınız müşriklerden (anlaşma şartlarından) hiçbir şeyi size ek­siz bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların anlaşmalarını kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamam/avın. Çünkü Allah korunanları sever" . (Tevbe 9/4)

"Ve eğer ortak koşanlardan biri güvence dileyip yanına gelmek islerse, onu varıma al ki, Allah'ın sözünü işitsin, sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar bilmez bir topluluktur."

"Ortak koşanların, Allah'ın yanında ve elçisinin yanında nasıl anlaşması olabilir? Ancak Mescid-i Haram'da anlaştıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah, (günahlardan) korunanları sever".

"Allah'ın ayetlerini az bir paraya sattılar da O'nıın yoluna engel oldular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür".

"Bir mü'mine karşı ne and, ne de anlaşır t gözetmezler, işte saldırganlar onlardır". "Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse, dinde sizin kardeşleriniz-dirler. Biz, bilen bir kavme ayetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz".

"Analarım bozan, Elçi'yi (Mekke'den) çıkarmağa yeltenen ve i/k önce kendileri siz(inle savaş)a başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız'.' Yoksa onlardan kor­kuyor musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz kendisinden korkmanıza en layık olan Allah'lir". (Tevbe 9/6-13)

Görüldüğü gibi. Tevbe süresindeki ayetler zinciri içerisinde geçen "Eğer tevbe ederler, ıslah o/urlar ve namazı kılarlarsa" ifadesiyle başlayan iki ayet lek çjkı.ş noktası olamaz. Zira ayetler bütün olarak, onların (kafirler) iman edip müslümanların kardeşleri oldukları takdirde daha önce müslümanlara yönelik yaptıklarının yok sayılacağını, iman etmemekle beraber sözlerinde durup dürüst olurlarsa bunun bir sakıncasının olmadığı, (kendilerine dokunulmayacağı) verdikleri sözü bozarlar ve dine saldırırlarsa. müslüman-Iarın onları bu düşmanca tavırlarından caydinncaya kadar savaşacakların! ifade etmkc-tedir.

Tevbe 36'daki "Kafirlerle topyekün savaşın'1 cümlesi tek başına değildir. Ve bunun "Sizinle savaştıkları gibi..." şeklinde bir devamı vardır. Bu ilave, cümledeki karışıklığı ortadan kaldırmakla, müslümanların kendileri ile savaşan müşriklerle savaşmasının ge­rekliliği açısından olayı asd mecrasına döndürmekte ve aynı zamanda gösterilen büyük müsamahanın ölçüsünü göstermektedir.

"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ye Allah'a dayan. Çünkü O, işi­tendir, bilendir". (Enfal 8/61) ayeti de düşmanlardan barışa yönelen herkesle barış ya­pılmasını açıkça emretmektedir.

"Allah, inkar edip kendisinin yoluna engel olanların işlerini boşa çıkarmıştır".

"İnanıp iyi işler yapanların Rahleri tarafından Mnhammed'e indirilen gerçeğe ina­nanların ela günahlarını örtmüş ve hallerini düzeltmiştir".

"Bu böyledir. Çünkü inkar edenler batıla uymuşlar, inananlar ise Rab/erinden gelen hakka uymuşlardır. İşte Allah onların durumlarını insanlara böyle anlatır".

"(Savaşta) inkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunların! vurun. Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir edin). Ondan sonra ya karşılık-sız bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harb ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız). Allah dilesevdi (kendisi) onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizlc denemek için (size savaşı emrediyor}. Allah kendi yolunda öldürülenle­rin yaptıkları işleri zayi etmeyecektir". (Muhanvned 1-4) ayetleri ise, Allah'ın yolundan insanları engelleyen (mütecaviz) kafirlerle güçleri kırılıncaya kadar savaşmayı (savaş bitince) onları esir almayı sonunda da ya fidye karşılığı ya da İslam'a zorlamadan karşı­lıksız olarak salıvermeyi emretmektedir. Çünkü artık savaştan amaçlanan gayeye ulaşıl­mıştır.

Nisa 90. ayet kendileriyle barış içerisinde onlanlara karşı Allah'ın müslümanlara hiçbir açık kapı bırakmadığını kesin bir şekilde açıklamakladır: "Ancak sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluma sığınan/ar yahut ne sizinle ne de kendi toplum­larıyla savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler hariç. Allah dileseydi. onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O hakle onlar, sizden uzak dururlar, si­zinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size onlara saldır­mak için bir yol vermemiştir."

Bu açıklık Mümtchine sûresi ayetlerinde de kuvvetli ve kesin biçimde yer almıştır;

"Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kim­selere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adalet ya­panları sever. Allah sizi ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlar/a dost olursa işte zalimler onlardır". (Mi'ımtehine 60/8-9)

Bir defasında bir seriyyc kumandanı ile müslüman olduklarını yahut barış istedikle­rini söyleyen bazı Araplar arasında bir yanlış anlaşılma olmuş, kumandan (Arapların tavrını) tuzak zannetmiş ve bunlardan bazılarını Öidtirtüp sürülerine el koymuş., bu yüz­den Peygamber şiddetle öfkelenmiş, çok geçmeden insanların zahirî hallerini (zevahir) kabul etmemenin kınanıp azarlandığı şu eşsiz ayet nazil olmuştur:

"Ey inananlar, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlaşın, dinleyin, size se­lam verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: 'Sen Mü'min değilsin' deme­yin. Çünkü Allah'ın yanında çok ganimet/er vardır. Önceden siz de öyle idiniz. Allah si­ze lütfetti (imana geldiniz.) O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin), çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır". (Nisa 4/94)

Peygamber (s)'in herhangi bir vakitte kendisinden barış ve güvence isteyen düşman savaşçılarını reddettiğine dair hiçbir haber gelmediği gibi, O'nun, barış içerisinde olan veya tarafsız, (düşmanlardan) ayrılmış kişilerle savaştığı ya da (onlara karşı) savaş emri verdiği hakkında hiçbir haber gelmemiştir. Rasulullah'ın katıldığı sayaşlardaki olayları

inceleyenler göreceklerdir[4] ki, Peygamber (s) ancak ve ancak düşmana karşı koymak, düşmandan intikam almak, bir işkenceye engel olmak, bir haini cezalandırmak, haksız­lık edenleri yola getirmek, hedef oimıış bir müslümanin Öcünü almak, İslam'a davet ve O'nu kabul etme Özgürlüğünü garanti altına almak, anlaşmanın bozulması, müşlümanla-ra karşı düşmanık veya komplo düzenlenmesine karşı gözdağı vermek gibi sebeplerden dolayı, herhangi bir topluluğa seriyye göndermiş veya savaş açmıştır.

Bunların tamamı, Kıır'an naslarma uygundur ve tabii ki, bu naslara ters olması da mümkün değildir. Ayrıca, Ehl-i Kitap yahudi ve bristiyanlar ile girişilen savaşlarda da aynı durum sözkonusudur. Ycsrib yahudi lerine. çevredeki şâir yahudi köylerine ve Şam yoluna (burada bulunanlara) karşı düzenlenen herhangi bir gözdağı veya ceza verici operasyon ya da savaş ancak İslam ve müslümanlara karşı gösterilen düşmanlığa ve komploya cevap vermek amacıyla[5] gerçekleştirilmiştir.

Mûte ve Tebük seferleri ise Şam ve Belka yolu üzerindeki hristiyan Arap kabileleri­nin Peygamber (s)'in elçilerine ve müslümaniarın (yoldan geçen) kervanlarına saldırma­ları üzerine düzenlenmişin[6]

"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan Allah' m ve el­çisinin haram kıldığını haram saymayan ve gerçek elini din edinmeyen kimselerle boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" (Tevhe 9129) ayeti, bu hususa işaret etmiş ve savaşmayı başkaları için değil hak dini kabul etmeyen. Allah ve Rasü-lü'nün haram kıldıklarını haram kılmayan Kitap Ehli ile sınırlamıştır. Ebu Bekr zama­nında ve pndan sonra gerçekleştirilen operasyonlar (düşman) saldırısından kaynaklanan harp halinin mevcut oluşundan ötürü, gerçekleşmişti. Peygamber (s) ve halifelerin (r) gönderdikleri ordu kumandanlarına, "Sadece kendileriyle savaşanlara karşı savaşmaları, barış isteyenlerle barış yapmaları, kendilerine taarruz etmeyen ve taraf tutmayanlara do­kunmamalarına" ilişkin emirleri bilinen ve meşhur olan bir husustur[7].

Eğer her kafir ve müşrike karşı savaşmak bir İslami prensip olsaydı; durumu, yaşı ve tavrı ne olursa olsun her kafir ve müşrik ile savaşılması gerekirdi. Oysa ne Peygamber (s) zamanında, ne de O'nun Raşid halifelerinin (r) döneminde asla böyle birşey olma-mıştır. Ebu Bckr'in mürtcdlere savaş açması ve onlardan müslüman ve teslim olmaların­dan başka birşeyi kabul etmemesi başka bir durumdur. Çünkü irtidad (hareketi) birinci derecede İslam devletine ve İslami düzene karsı idi[8]  [9]

 

 

 



[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/195.

[2] Bkz. Taberi, İbn Kesir, Tabresi vd. Tefsirler.

[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/196-197.

[4] Peygamber (s)'in savaş, gazve ve seriyyeleri hakkında bkz. Ibn Sa'd, Tabakat, ibn. Hişam , Sire, Tabre-si (Mecmaıj! Beyan) 2. cilt.

[5] Olaylar hk. bkz. Belirtilen üç kitap ve bizim "Kuran ve Yahudiler" (adlı) kitabımız.

[6]Bkz. Peygamber (s)'in hayat! kitabımız, c. II. s. 161 vd. İbn. Sa'd, Tabakat. c.3 s.103-104. 174-178, 218-221.

[7] İbn. Sad. Tabakat. c.3, s.132, Tabresi, c.2, s.520 vd.. Eşheru Meşahıri'l-İsiam, c.1, s.66 vd.

[8] Bakara Sûresi, 190 daki: "Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın" ayetinin tefsiri hk. bkz. Ha­zin, Tabresi, Zemahşeri Tefsirleri, Bakara 193 'Fitne kalkıncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar onlarla sa­vaşın" ayeti hk. bkz. Tabresi, , Zemahşeri Tefsirleri Tevbe sûresi 1-13 ayetleri hk. Bkz. Hâzin Tefsiri. Bu ayetlerin tefsirleri hakkındaki müfessirlerın sözlerinde, konunun başında bahsettiğiniz görüş ve yorumların örnekleri yer almaktadır. "Allah yolunda savaşın", "Fit­ne kaimayıncaya dek onlarfa savaşın" ayetleri hk. bkz. Seyyıd Reşid Rıza, Tefsirül-Menar, "fitneyi şirk o-larak ele almaması ve birinci ayetin mensuh olduğu görüşüne gitmemesi açısından buradaki yorum bizim görüşümüze uymaktadır. (Reşid Rıza} bu iki yaklaşımı da İmam Muhammed Abduha nisbet etmiştir. Bkz. c.2, s.209. Birinci Basım, 1352-1934.

[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/159.