Kur'an'dahi Sırası. :
109
Nüzul Sırası : 18
Ayet Sayısı : 6
İndiği Dönem : Mekke
Sürede,
kafirlerin taptıkları şeylere kendisinin tapmayacağını bildirmesi Peygamber
(s)'e emredilmiştir. Öyle ki. Onlar dilerlerse bulundukları durumlarını devam
ettirip kendisinin kulluk ettiğine (Allah'a) tapmama hakkına sahiptirler. Her
iki tarafın dinleri kendilerine aittir. Sûre, sair Mekki
ve Medeni sûrelerde Kur'an'ın açıklamayı sürdürdüğü
din özgürlüğü ilkesini ele almıştır. [1]
Rahman ve Rahim AİlaJr'ın Adıyla
1- De ki: Ey kafirler!
2- Ben kulluk ettiklerinize kulluk etmem.
3- Siz de
benim kulluk ettiğime kulluk etmezsiniz.
4- Ben asla,
sizin kulluk yaptığınıza ibadet edici değilim.
5- Siz de
benim yapmakta olduğum kulluğu yapıcı değilsiniz,
6- Sizin
dininiz size, benim dinim banadır.
Peygamberliğini kabul
etmeyenlere, onların din ve ibadetleri karşısındaki çizgisini,
dilerlerse bu çizgiyi
takip edebilecekleri, kendisinin onların kulluk ellikleri şeylerin dışında
(Allah'a) kulluk etiğini, boyun eğdiklerinden başka
bir ilaha boyun eğdiğini, onların yöneldiklerinin dışındaki bir varlığa
yöneldiğini; kendisinin, konumunu devam ettirmekle sorumlu olduğunu, onların
da kendi konumlarını devam ettirmek hakkına sahip olduklarını; her iki tarafın,
kendi bünyeleri için kabul ettikleri dini seçme hakkına sahip olduğunu iian etmesi Peygamber (s)'c emredilmiştir.
Bazı Kurcyş liderlerinin Peygmbcr'e
müracaatlar!, ve ilahlara tapınma konusunda birleşmelerini islemeleri sebebiyle
sûrenin indiği rivayet edilmiştir. Buna göre iki gurup hangi dinin daha iyi
olduğunu anlayıp ona tabi olana kadar, O, müşriklerin ilahlarına tapacak,
onlar da kendisinin ilahına tapacaklar, O, onların ilahlarına hürmet edecek
onlar da Peygamberin ilahına hürmet göstereceklerdi1.
Ayetlerin içeriğinin
gösterdiğine göre, rivayetin doğru olması muhtemeldir ve bunu Kalem sûresinde
geçen "İstediler ki, sen taviz veresin ki, onlar da taviz versinler[2] ayeti
desteklemektedir ki, bu ayetin tefsiri belirtilen sûre işlenirken geçmişti.
Bununla birlikte
sûrenin Peygamber ve kafirler arasında meydana gelen bir tartışmadan dolayı
inmiş olması da ihtimal dahilindedir. Öyle ki bunlar orada inat ve kibirlerine
devam etmişler .sûre bu tartışmaj'i sona erdirmek
için inmiştir. Benzer durum ve olaylar karşısında aynı tavır tekrarlanmıştır.
Nitekim şu ayetlerde bu husus geçmiştir:
"Eğer onlar seni
yalanladılar\sa de ki: Benim yaptığını hana, sizin
yaptığınız sizi'. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptığınızdan
uzağım. " (Yunus J0!141)
"De ki: Ey
insanlar, iste size Rabbinizden gerçek geldi. Artık yola gelen, kendisi için
gelir, sapan da kendi zararına sapar. Ben sizin üzerinize vekil değilim".
(Yunus 101/108)
"De ki: Bu gerçek
Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Çünkü biz zalimlere
öyle bir ateş hazırladık ki perdeleri onları kuşatmıştır". (Kehf 18129)
"De ki: Size
göklerden ve yerden kim rızık veriyor? De ki Allah, O
halde ya biz veya siz, doğru yol üzerinde veya açık
bir sapıklık irindeyiz. De ki, Bizini işlediğimiz suçtan siz sorulacak
değilsiniz. Biz de sizin işlediğinizden sorularak değiliz. De ki: Rabbimiz,
hepimizi bir araya toplayarak, sonra aramızda hak ile hükmedecektir. En adil
hüküm veren .. bilen O'dur". (Sebe 34124-26)
Bu
görüş, kafirlerin sapık ibadet tarzına hücum etmekten Pcygamber'in
uzak durması bakımından sûrenin üslubunu açıklığa kavuşturmaktadır. Belki de
sûre, kafirlerin lider takımının Özellikle risalctin
ilk dönemlerimle sergiledikleri işkenceden zayıf müslü-manları korumayı hedeflemiştir. Zira ayetler onian insaf elmeye çağırmıştır.
(Müşrikler) dinlerinde sabit kalmayı istiyorlar ve bunu kendi haklan kabul
ediyorlar, (öyleyse) nıüslümanların bu hakkına da
hürmet göstermeleri gerekecektir (denilmek istenmiştir). [3]
Hitap şeklinin
hususîliği ve belirli bir zamana ait oluşuyla birlikte açıkça görülüyor ki,
sûre din ve ibadcL hürriyeti ile bunlara saygı
göstermeye, bu hususla kendi aralarında insaf ve adalet duygulan ile hareket
etmeye çağırmayı anlatırken, risaletin ilk anından
itibaren gözetilen çok değerli bir Kur'an ilkesine
yer vermiştir,
Bu mesele, herhangi
bir etkiye maruz kalması veya herhangi bir değerlendirmeye tabi olması uygun
olmayan bir vicdan, inanç, gönül ve ruh huzuru ve iç açılması meselesi kabul
edilmiştir. Kayda değer hususlardan birisi de şudur:
Bu ilke sadece bu
sûrede veya Peygamber (s)'in zayıf, mü'minlcrin de muslazaf oldukları Mekki dönemin
ayetlerinde belirtilmemiş; aksine farklı inzal dönemlerindeki bütün Kur'an ayetleri birçok kere ve çeşitli üslûplarla bu ilkeyi
ortaya koymuştur. Nitekim bu durum daha önce ele aldığımız ayetier
ve şu (zikredeceğimiz) ayetlerden anlaşılmaktadır.
"(De ki) :
"Ben sadece hu kentin Rabbine kulluk etmekle cmrolundıım.
O. burayı saygıdeğer kıldı ve her şey O'nundur. Ve bana müslümaıılardan
olmam emredildi. Ve Kur'an okumam (emredildi), imdi
kim yola gelirse kendi yararına yola eelmiş olur ve
kim saparsa de ki: Ben ancak uyarıcılardanım." (Nemi 27191-92)
"De ki: 'Bana
tanrınız, ancak bir tamıdır diye vahyolunuyor. O'na
teslim olarak mısınız? Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizin hepinize eşit
biçimde açıkladım. Artık tehdit edildiğiniz şeyin yakın mı, yoksa uzak mı
olduğunu bilmem. Şüphesiz O. Sözün açığım da bilir, gizlediklerinizi de bilir.
Belki de o, (azabın ertelenmesi) sizi denemek ve bir süreye kadar yaşatmak
içindir." (Enbiya 211108-111)
Sonra değişik
dönemlerde inen birçok Mckki ayet bu ilkeyi anlatmaya
devanı ei-miştir. Aynı
şekilde şu ayetlerden de bu husus anlaşılmaktadır.
"Dinde zorlama
yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğııtıı
inkar edip Allah'a inanırsa, muhakkun ki o kapmayan
sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir". (Bakara 2/256)
"De ki: Ey Kitah Ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye
gelin. Yalnız Allah'a ibadet edelim, O'na bir şeyi ortak koşmayalım,
birbirimizi Allah'tan başka tanrılar edinmeyelim: Eğer yüz çevirir/erse 'Şahit
olun, biz müslümanlarız!' eleyin". (Al-i İmran 3/64)
"Seninle
tartışmaya girişirlerse de ki: Ben de özümü Allah'a teslim ettim, bana uyanlar
da. Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilerc de ki: Siz de İslam oldunuz mu? Eğer islam olurlarsa doğru yolu bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse,
sana düşen sadece duyurmaktır. Allah kullarını görmektedir". (Aî-i İmran 3/20)
"Ancak sizinle
kendileri arasında andlaşma bulunan bir topluma
sığınanlar, yahut ne. sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak
(istemediklerin)den yürekleri sıkılarak size gelenler hariç. Allah dileseydi,
onları sîzin bazınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde onlar
sizden uzak dururar. Sizine savaşmazlar ve sizinle
barış içinde yaşamak isterlerse Allah size onlara saldırmak için bir yol
vermemiştir". (Nisa 4/90)
"Ey Kitab Ehli, e/çilerin arasının kesildiği bir boşluk meydana
geldiği sırada size elçimiz geldi, size gerçekleri açıklıyor ki, (kıyamette)
'Bize bir müjdeleyıci ve uyarıcı gelmedi'
demeyesiniz. işte size müjdeleyici ve uyarıcı geldi. Allah, herşeyi
yapabilendir" . (Muide 5/19)
"Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden (andlaşma
şartlarından) çıkmayanların andlaşmalarını
kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah korunanları
sever". (Tevbe 9/4)
"Ortak
koşanların, Allah'ın yanında ve Elçisinin yanında nasıl andlaşması
olabilir'.'' Ancak Mcscid-i Haram'da and/aştıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz
de onlara dürüst davranın, çünkü Allah, (günahlardan) korunanları sever".
(Tevbe 9/7)
"Allah sizi, din
hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik
etmekten on/ara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları
sever". (Mümtehine 6018)
Böylece bu ilke (din
özgürlüğü) sağlam prensiplerden birisi olmuştur. Burada tesirli bir telkin,
süreklilik, (boyut) İslam ve ilkelerinin ebediliğinin göstergeleri vardır.
Kur'an'da (Arap) kafirlerin Allah'ın rubûbiyctini
inkar etmediklerini, Allah'a ibadet ve dua etmekten tamamen uzak durmadıklarını
gösteren birçok ayet mevcuttur:
"Andolsun, on/ara 'Kendilerini kim yarattı?' diye sorsan
elbette "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevriliyorlar?" (Zuhruf 43/87)
"Andolsun, onlara: 'Gökleri ve yeri kim yanıttı?' diye
sorsan, mutlaka 'Allah' derler. 'Hamel Allah'a layıktır' de. Hayır onların çoğu
bilmiyorlar" (Lokman 31/25)
Burada sûrenin içeriği
İle çelişkili görülen bir durum vardır. İlk olarak (müşriklerin Allah'ı
tanımaları) doğru olmakla birlikte burada bir çelişki yoktur. Müşrikler
Allah'ın dışındaki varlıkları, O'na ortak koşuyorlar, pullan ilahlarının
sembolleri olarak kabul ediyorlar, bunlara secde ediyorlar ve kurbanlar
kesiyorlardı. Meleklerin Allah'ın kızları olduğuna inanıyorlar. Allah yanında
şefaatçi olmaları için bunlara iapıp yakarıyorlardı.
Bu. Allairm hakkını ve kullarına gerekli kıldığını açıkça inkar
anlamına gelmektedir. Peygamber'in taptığı, yakardığı: ortağı, dengi ve
çocukları olmayan ilah ile onların taptığı ve yöneldiği varlıklar arasında
farklılık vardır. Görüldüğü gibi sûrede söylenilmek istenen de budur.
Biz müslim ve gayrı müslim
taraflardan bu düşüncemize karşı bazı sözler getirileceğini bilmekteyiz.
Birçok İslam alimi ve Kur'an müfessiri Bakara 190'da
geçen. "Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın, fakat haksız vere
saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez" (Bakara 2/190)
ayetinin, Tevbe sûresinde geçen miislüman
olup, namaz kılana ve zekat verene kadar müşriklerle savaşmayı emreden Şu
ayetlerle neshedildiğini söylem işlerdir.
"Allah ve
elçisinden, andlaşma yaptığınız müşriklere
ihtardır".
"Dört ay daha
yeryüzünde dolaşın, bilin ki, siz Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah.
kafirleri rezil, perişan edecektir."
"En büyük Hacc günü, Allah ve elçisinden insanlara tebliğdir. Allah
ve elçisi müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz
bu sizin için daha iyidir. Ve Allah'a dönerseniz, bilin ki siz Allah'ı aciz
bırakacak değilsiniz/ Kafirleri arı bir azap ile müjdele."
"Ancak anlaşma
yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç
kimseye arka çıkmayanların anlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar
tamamlayın. Çünkü Allah korunanları sever."
"Haram ayları
çıkınca müşrikleri nerede bulursam: öldürün, onları yakalayın, hapsedin ve her
gözeticine yerinde oturup onları bekleyin. Eğer tevbe
ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü
Allah bağışlayan, esirgeyeın/ir' . (Tevbe 9/1-5)
Yine bazı alim ve mü
fes s Merin "Kılıç ayeti" dedikleri (müşrikleri lopyekün
öldürün) ayeti de (onlara göre) Bakara 190. ayeti neshelmiştir.
Birçok Kur'an alim ve müfessiri, "Fitne
kalkıncaya ve din yalnız Allah'a aii olana kadar
onlarla savasın. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık
olmaz." (Bakara 2/i 93) ayetinde geçen "fİlnc"
kelimesini "şirk" olarak tefsir etmişler ve bu ayetin şirk ve
müşrikler oriadan kaldırılıncaya ve İslam dini hakim
oluncaya kadar onlarla savaşmayı emrettiğini söylemişlerdir.
Gayrı muslini taraftan
birçok misyoner ve oryantalist, "Muhammcd 'Sizin
dininiz size, benim dinim bana' prensibine ancak zayıf şartlarda sadık kaldı,
hicretleri soma kuvvetlenince kafirlerle savaşmaya başladı, müşriklerden ancak müslüman olmalarını. Ehl-i Kitap'lan da teslim olup cizye vermelerinden başka bir şeyi
kabul etmiyordu. İs sonuna dek bu şekilde devam etti. O, müslümanlan
ganimet almaya teşvik ediyordu." demişlerdir.
Kur'an pasajlarından ve Peygambcr'İn
hayatındaki olaylardan anlaşılan gerçek yü/ü ile
konunun açıklanması iki tarafı da cevaplamaya yeterlidir.
İslam, savaşı ancak
risaleli ve müslümanlan Özgürlüğe kavuşturmak için. miislü-manlann özgüriük ve güvenliğini, davetin özgürlük ve harekelini
garanti altına almaya, müslümanlara ezâ ve İslam'a
düşmanlığa mani olana dek işkence, düşmanlık ve engellemelere karşı meşru
kılmıştır. Bu ilke, Peygamber'in hayatının sonuna kadar muhkem olarak
kalmıştır. Ilacc sûresinin 38-40, Bakara sûresinin
190-194. ayetleri bu konu hakkındadır.
"Allah inananları
savunur. Allah hiçbir hain nankörü sevmez." "Kendileriyle savaşılan (mü'min)lcrc, (karşıkoyma)
izni verildi. Çünkü onlara zııl-medihniştir
ve şüphesiz Allah onlara yardım etmeye kadirdir. Onlar, sırf 'Rabhirniz Allah'tır' dedikleri için yurtlarından
çıkarıldılar. Eğer Allah'in bazı insanimi diğer bazılarıyla
savunması olmasaydı, içlerinde Allah'ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler,
havralar ve mescidler yıkılırdı. (Fakat Allah, bazı
insanları güçlendirerek, onlar vasıtasıyla mü'min
kullarını savunur. Kendisine inananlar ile isminin anıldığı mabedleri
korur.) Allah kendi dinme yardım edene elbette yardım eder. Kuşkusuz Allah
kuvvetlidir. galiptir.'1 (Hacc 22138-40)
"Sizinle
savaşan/arla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah
haksız yere saldıranları sevmez".
"Onları nerede
yakalarsanız öldürün, onların sizi çıkardıkları yer (Mckke)den
siz de onları çıkarın! Fitne (baskı yapmak) adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haranı' da onlarla savaşmayın ki, onlarda sizinle
orada savaşmasınlar. Fakat onlar sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün.
Kafirlerin cezası böyledir".
"Eğer onlar
(savaştan ve küfürden) vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına düşmanlık
olmaz".
"Haram ayı. haram
aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onu size saldırdığı
kadar siz de ona saldırın. Allah'tan korkun. Bilin ki. Allah (günahlardan)
korunanlarla beraberdir". (Bakara 21190-194)
Yukarıdaki ayetlerde
bu ilke vurgulanmışın". Bu ayetlerde müşriklerin müslüinanlarla
savaşıyor oldukları açıkça belirti im ektedir. Buna ilaveten onlar zorla ve
istemeden müslümanlan dinlerinden döndürmeye
çabalıyorlar, Allah yoluna engel olup davetin seyrini engelliyorlar (nihayet) müsiümaniar perişan halde yurtlarından çıkmak zorunda
kalıyorlardı. Bunların tamamı onlarla savaşmanın meşru kılınma sebebidir ve din
Özgürlüğü ilkesine de uygundur. "'Fitne" kelimesinin şirk olarak
yorumlanmasında büyük bir zorlama vardır. Fitne müşriklerin liderlerinin
Mekke'de zayıf müslümanlara karşı sürdürdükleri gibi müslümanlan İslam'dan dönmeye zorlamaktır. Bunun delili şu
ayetlerdin
"İnanmış erkek ve
kadınlara işkence edip (fitne) sonra tevbe
etmeyenler; onlar için cehennem azabı vardır; ve onlar için yangın azabı
vardır." (Burur 85110)
"Sonra Rabbin
şunların işkenceye uğradıktan sonra (fitne) göç eden . sonra savaşan ve
sabredenlerin yanındadır. Elbette bundan sonra Rabbin bağışlayan, esirgeyendir"
. (Nah! 161110)
İyice düşünülürse
Bakara 191'deki "Fitne ölümden daha şiddetlidir" cümlesinde de aynı
anlam (işkence-zorlama) kastedilmektedir. Her halükarda bu kelimenin
"şirk" şeklinde yorumlanması doğru değildir. ;
Bakara sûresinde geçen
"Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah'm
oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına
düşmanlık olmaz." (Bakara 2/199) ayeti; düşmanca tavırlarını, müslümanlara zor kullanmayı bıra-kmcaya, risaletin (yayılma)
özgürlüğü, müslümanların din, can. mal ve haklan
güvence tütinâ alınıncaya kadar savaşma anlamına
geldiğinin kuvvetü hatta kesin delilidir. Enfiil sûresinde de yaklaşık buna benzer bir ayet daha
vardır:
"Fitne
kalmayıncaya ve din yalnız Allah'm oluncaya kadar
onlarla savaşın! Eğer vazgeçerlerse muhakkak kİ Allah ne yaptık/arını
görmektedir." (Fnfal 8139)
Bu ayetin sonunda
geçen "vazgeçerlerse" ifadesi, düşmanca tavır takınmak ve müslümanlara baskı yapmak anlamlarının kastedildiğinin bir
delilidir. İsrâ sûresinde de "fitne11
kelimesinin "geri çevirmek, dönmek ve döndürmek" anlamına geldiğini
gösteren başka bir kesin delil daha vardır: "Az daha onlar baskı yapıp
seni sana vahyettiğimiz-clen
ayırarak (fitne) ondan başkasını üstümüze atman için
seni kandıracaklardı, işte o zaman seni dost edinirlerdi." (İsra 17/73)
Müşriklerden uzak
kalmayı ilan eden, tevbe ve iman edip. namazı kılana
ve zekatı verene kadar onlarla savaşmayı emreden ve içerisinde istisna
ifadelerinin bulunduğu ayetler; bu ilan ve emri, saldırgan ve akillerini bozan
müşriklerle sınırlamıştır;
"Ancak anlaşma
yaptığınız müşriklerden (anlaşma şartlarından) hiçbir şeyi size eksiz
bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların anlaşmalarını
kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamam/avın. Çünkü Allah korunanları
sever" . (Tevbe 9/4)
"Ve eğer ortak
koşanlardan biri güvence dileyip yanına gelmek islerse, onu varıma al ki,
Allah'ın sözünü işitsin, sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle
(yap), çünkü onlar bilmez bir topluluktur."
"Ortak
koşanların, Allah'ın yanında ve elçisinin yanında nasıl anlaşması olabilir?
Ancak Mescid-i Haram'da anlaştıklarınız hariç. Onlar
size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah,
(günahlardan) korunanları sever".
"Allah'ın
ayetlerini az bir paraya sattılar da O'nıın yoluna
engel oldular. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür".
"Bir mü'mine karşı ne and, ne de
anlaşır t gözetmezler, işte saldırganlar onlardır". "Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse, dinde
sizin kardeşleriniz-dirler. Biz, bilen bir kavme
ayetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz".
"Analarım bozan,
Elçi'yi (Mekke'den) çıkarmağa yeltenen ve i/k önce kendileri siz(inle savaş)a
başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız'.' Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Eğer gerçekten inanan insanlar iseniz kendisinden korkmanıza en layık
olan Allah'lir". (Tevbe
9/6-13)
Görüldüğü gibi. Tevbe süresindeki ayetler zinciri içerisinde geçen
"Eğer tevbe ederler, ıslah o/urlar ve namazı
kılarlarsa" ifadesiyle başlayan iki ayet lek çjkı.ş noktası olamaz. Zira ayetler bütün olarak, onların
(kafirler) iman edip müslümanların kardeşleri
oldukları takdirde daha önce müslümanlara yönelik
yaptıklarının yok sayılacağını, iman etmemekle beraber sözlerinde durup dürüst
olurlarsa bunun bir sakıncasının olmadığı, (kendilerine dokunulmayacağı)
verdikleri sözü bozarlar ve dine saldırırlarsa. müslüman-Iarın onları bu düşmanca tavırlarından caydinncaya
kadar savaşacakların! ifade etmkc-tedir.
Tevbe 36'daki "Kafirlerle topyekün
savaşın'1 cümlesi tek başına değildir. Ve bunun "Sizinle savaştıkları
gibi..." şeklinde bir devamı vardır. Bu ilave, cümledeki karışıklığı
ortadan kaldırmakla, müslümanların kendileri ile
savaşan müşriklerle savaşmasının gerekliliği açısından olayı asd mecrasına döndürmekte ve aynı zamanda gösterilen büyük
müsamahanın ölçüsünü göstermektedir.
"Eğer onlar
barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ye Allah'a dayan. Çünkü O, işitendir,
bilendir". (Enfal 8/61) ayeti de düşmanlardan
barışa yönelen herkesle barış yapılmasını açıkça emretmektedir.
"Allah, inkar
edip kendisinin yoluna engel olanların işlerini boşa çıkarmıştır".
"İnanıp iyi işler
yapanların Rahleri tarafından Mnhammed'e
indirilen gerçeğe inananların ela günahlarını örtmüş ve hallerini
düzeltmiştir".
"Bu böyledir.
Çünkü inkar edenler batıla uymuşlar, inananlar ise Rab/erinden gelen hakka
uymuşlardır. İşte Allah onların durumlarını insanlara böyle anlatır".
"(Savaşta) inkar
edenlerle karşılaştığınız zaman boyunların! vurun. Nihayet onları iyice vurup
sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir edin). Ondan sonra ya karşılık-sız bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harb ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar
(böyle yaparsınız). Allah dilesevdi (kendisi)
onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizlc denemek
için (size savaşı emrediyor}. Allah kendi yolunda öldürülenlerin yaptıkları
işleri zayi etmeyecektir". (Muhanvned 1-4)
ayetleri ise, Allah'ın yolundan insanları engelleyen (mütecaviz) kafirlerle
güçleri kırılıncaya kadar savaşmayı (savaş bitince) onları esir almayı sonunda
da ya fidye karşılığı ya da
İslam'a zorlamadan karşılıksız olarak salıvermeyi emretmektedir. Çünkü artık
savaştan amaçlanan gayeye ulaşılmıştır.
Nisa 90. ayet
kendileriyle barış içerisinde onlanlara karşı
Allah'ın müslümanlara hiçbir açık kapı bırakmadığını
kesin bir şekilde açıklamakladır: "Ancak sizinle kendileri arasında
anlaşma bulunan bir topluma sığınan/ar yahut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla
savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler hariç. Allah dileseydi. onları
sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O hakle onlar, sizden
uzak dururlar, sizinle savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse,
Allah size onlara saldırmak için bir yol vermemiştir."
Bu açıklık Mümtchine sûresi ayetlerinde de kuvvetli ve kesin biçimde
yer almıştır;
"Allah sizi, din
hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik
etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adalet yapanları
sever. Allah sizi ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan
çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim
onlar/a dost olursa işte zalimler onlardır". (Mi'ımtehine
60/8-9)
Bir defasında bir seriyyc kumandanı ile müslüman
olduklarını yahut barış istediklerini söyleyen bazı Araplar arasında bir
yanlış anlaşılma olmuş, kumandan (Arapların tavrını) tuzak zannetmiş ve
bunlardan bazılarını Öidtirtüp sürülerine el koymuş.,
bu yüzden Peygamber şiddetle öfkelenmiş, çok geçmeden
insanların zahirî hallerini (zevahir) kabul etmemenin kınanıp azarlandığı şu
eşsiz ayet nazil olmuştur:
"Ey inananlar,
Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlaşın, dinleyin, size selam
verene, dünya hayatının geçici menfaatini gözeterek: 'Sen Mü'min
değilsin' demeyin. Çünkü Allah'ın yanında çok ganimet/er vardır. Önceden siz
de öyle idiniz. Allah size lütfetti (imana geldiniz.) O halde iyice anlayın
(dinleyin, peşin hüküm vermeyin), çünkü Allah yaptıklarınızı haber
almaktadır". (Nisa 4/94)
Peygamber (s)'in
herhangi bir vakitte kendisinden barış ve güvence isteyen düşman savaşçılarını
reddettiğine dair hiçbir haber gelmediği gibi, O'nun, barış içerisinde olan
veya tarafsız, (düşmanlardan) ayrılmış kişilerle savaştığı ya
da (onlara karşı) savaş emri verdiği hakkında hiçbir haber gelmemiştir. Rasulullah'ın katıldığı sayaşlardaki
olayları
inceleyenler
göreceklerdir[4] ki, Peygamber (s) ancak ve
ancak düşmana karşı koymak, düşmandan intikam almak, bir işkenceye engel olmak,
bir haini cezalandırmak, haksızlık edenleri yola getirmek, hedef oimıış bir müslümanin Öcünü
almak, İslam'a davet ve O'nu kabul etme Özgürlüğünü garanti altına almak,
anlaşmanın bozulması, müşlümanla-ra
karşı düşmanık veya komplo düzenlenmesine karşı
gözdağı vermek gibi sebeplerden dolayı, herhangi bir topluluğa seriyye göndermiş veya savaş açmıştır.
Bunların tamamı, Kıır'an naslarma uygundur ve
tabii ki, bu naslara ters olması da mümkün değildir.
Ayrıca, Ehl-i Kitap yahudi
ve bristiyanlar ile girişilen savaşlarda da aynı
durum sözkonusudur. Ycsrib yahudi lerine. çevredeki şâir yahudi köylerine ve Şam yoluna (burada bulunanlara) karşı
düzenlenen herhangi bir gözdağı veya ceza verici operasyon ya
da savaş ancak İslam ve müslümanlara karşı gösterilen
düşmanlığa ve komploya cevap vermek amacıyla[5]
gerçekleştirilmiştir.
Mûte ve Tebük seferleri ise Şam
ve Belka yolu üzerindeki hristiyan
Arap kabilelerinin Peygamber (s)'in elçilerine ve müslümaniarın
(yoldan geçen) kervanlarına saldırmaları üzerine düzenlenmişin[6]
"Kendilerine
kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan Allah' m ve elçisinin haram kıldığını haram saymayan ve gerçek elini
din edinmeyen kimselerle boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar
savaşın" (Tevhe 9129) ayeti, bu hususa işaret
etmiş ve savaşmayı başkaları için değil hak dini kabul etmeyen. Allah ve Rasü-lü'nün haram kıldıklarını
haram kılmayan Kitap Ehli ile sınırlamıştır. Ebu Bekr zamanında ve pndan sonra
gerçekleştirilen operasyonlar (düşman) saldırısından kaynaklanan harp halinin
mevcut oluşundan ötürü, gerçekleşmişti. Peygamber (s) ve halifelerin (r)
gönderdikleri ordu kumandanlarına, "Sadece kendileriyle savaşanlara karşı
savaşmaları, barış isteyenlerle barış yapmaları, kendilerine taarruz etmeyen ve
taraf tutmayanlara dokunmamalarına" ilişkin emirleri bilinen ve meşhur
olan bir husustur[7].
Eğer
her kafir ve müşrike karşı savaşmak bir İslami
prensip olsaydı; durumu, yaşı ve tavrı ne olursa olsun her kafir ve müşrik ile
savaşılması gerekirdi. Oysa ne Peygamber (s) zamanında, ne de O'nun Raşid halifelerinin (r) döneminde asla böyle birşey olma-mıştır. Ebu Bckr'in mürtcdlere
savaş açması ve onlardan müslüman ve teslim olmalarından
başka birşeyi kabul etmemesi başka bir durumdur.
Çünkü irtidad (hareketi) birinci derecede İslam
devletine ve İslami düzene karsı idi[8] [9]
[1] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/195.
[2] Bkz. Taberi,
İbn Kesir, Tabresi vd. Tefsirler.
[3] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/196-197.
[4] Peygamber (s)'in savaş, gazve ve seriyyeleri
hakkında bkz. Ibn Sa'd, Tabakat, ibn. Hişam , Sire,
Tabre-si (Mecmaıj! Beyan)
2. cilt.
[5] Olaylar hk. bkz. Belirtilen üç kitap ve bizim "Kuran ve
Yahudiler" (adlı) kitabımız.
[6]Bkz. Peygamber (s)'in hayat! kitabımız, c. II. s. 161 vd. İbn. Sa'd, Tabakat.
c.3 s.103-104. 174-178, 218-221.
[7] İbn. Sad.
Tabakat. c.3, s.132, Tabresi,
c.2, s.520 vd.. Eşheru Meşahıri'l-İsiam, c.1, s.66 vd.
[8] Bakara Sûresi, 190 daki:
"Sizinle savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın" ayetinin tefsiri hk. bkz. Hazin, Tabresi, Zemahşeri Tefsirleri,
Bakara 193 'Fitne kalkıncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın"
ayeti hk. bkz. Tabresi, , Zemahşeri Tefsirleri Tevbe sûresi 1-13 ayetleri hk. Bkz. Hâzin Tefsiri. Bu ayetlerin tefsirleri hakkındaki müfessirlerın sözlerinde, konunun başında bahsettiğiniz
görüş ve yorumların örnekleri yer almaktadır. "Allah yolunda
savaşın", "Fitne kaimayıncaya dek onlarfa savaşın" ayetleri hk.
bkz. Seyyıd Reşid Rıza, Tefsirül-Menar, "fitneyi şirk o-larak
ele almaması ve birinci ayetin mensuh olduğu görüşüne
gitmemesi açısından buradaki yorum bizim görüşümüze uymaktadır. (Reşid Rıza} bu iki yaklaşımı da İmam Muhammed Abduha nisbet etmiştir. Bkz. c.2, s.209. Birinci Basım, 1352-1934.
[9] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 1/159.