Rahman ve Rahim
Allah'ın Adı İle
Medine'de indiği
hususunda görüş birliği vardır. "Tevdi' (uğurlama, vedalaşma)"
sûresi diye de adlandırılır. Üç âyettir.
Toptan inen en son
sûredir, Müslim'in SaAiA'inde belirtildiğine göre bunu İbn Ahba.s ifade
etmiştir.[1]
1. Allah'ın yardımı ve
fetih geldiğinde,
"Nasr"
yardım demektir. Bu, Arapların; -kuraklığından ötürü bitki yeşertmek için yere
olan yardımı dolayısıyla-: "Yağmur yere yardım etti" tabirlerinden
alınmıştır. Şair de şöyle demiştir:
"(Ey bulut}!
Haram ay çıktı mı artık Yed al aş
Tfemim diyarı ile;
buna karşılık Amir diyarına yardım et (yağmur yağdır.)!"
Şöyle de rivayet
edilmektedir:
"Artık haram ay
girdi mi bırakıp git
Ttemim diyarını ve
Âmir diyarına yardımcı ol!"
" Düşmanına karşı
ona yardım etti, ona yardım ed-er"(denilir. İsmi: "Nusret,
yardım" diye gelir. "Düşmanına karşı ondan yardım istedi"
demektir. "Birbirlerine yardım ettiler" anlamındadır.
Şöyle açıklanmıştır:
Bu yardımdan kasıt yüce Allah'ın, Rasûlüne Kureyş'e karşı yardımıdır. Bu
açıklamayı Taberî yapmıştır,
Kâfirlerden onunla
savaşan herkese karşı ona yaptığı yardımıdır, diye de açıklanmıştır. Çünkü
yardımın güzel sonucu, onun lehine olmuştu.
"Fetih" ile
kastedilen ise, el-Hasen, Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre
Mekke'nin fethidir.
İbn Abbas ve Said b.
Cübeyr dedi ki: Maksat, Medain'in ve sarayların fet-hedilmesidir.
Diğer ülkelerin
fethidir, diye de açıklanmıştır. Ona ihsan edilen ilimler olduğu da
söylenmiştir.
"diğinde" lafzı;
"mistir" anlamındadır. Yani Allah'ın yardımı gelmiştir. Çünkü bu
sûre fetihten sonra inmiştir. Anlamının: "Sana geleceği vakit"
şeklinde olması da mümkündür.
[2]
2.
İnsanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde;
"İnsanların"
Arapların ve başkalarının "bölük bölük" yani kalabalıklar halinde,
biri diğerinin ardında topluluklar olarak "girdiklerini gördüğünde."
Şöyle ki, Mekke
fethedil diğinde Araplar dedi ki: Allah kendilerini Fil sa-hiblerine karşı
korumuşken Muhammed; Harem ahalisine karşı zafer kazandığına göre, artık sizin
ona karşı koyacak gücünüz yok demektir. Bundan dolayı onlar ümmet be ümmet
müslüman oluyorlardı. ed-Üahhak dedi ki: "Ümmet" kırk kişidir.
İkrime ve Mukatil dedi
ki: "İnsanlar"la Yemenlileri kastetmiştir. Çünkü Yemen'den mü'min ve
itaatkâr olarak yedi yüz kişi gelmişti.
Kimisi'ezan okuyor,
kimisi Kur'ân okuyor, kimisi lâ ilahe illallah diyerek tehlil getiriyordu.
Peygamber (sav) buna çok sevindi. Ömer ve İbn Abbas da adamışlardı.
İkrime'nin, İbn
Abbas'tan rivayetine göre Peygamber (sav): "Allah'ın yardımı ve fetih
geldiğinde" (1. âyet) buyruğunu okudu ve bu arada Yemen ahalisi yufka
yürekli, yumuşak tabiatlı, cömert kalbli, büyük haşyetti halde geldiler ve
Allah'ın dinine topluluklar halinde girdiler,"[3]
Müslim'in Sahih'inde
Ebû Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ra-sü]u]lah»(sav) buyurdu ki:
"Size Yemen ahalisi gelmiş bulunuyor. Onlar kalpleri pek zayıf, yüreklen
pek yufkadır. Fıkıh (derinliğine din bilgisi) Yemenlidir, hikmet de
Yemenlidir."[4]
Rasûlullah (sav)'ın
şöyle buyurduğu da rivayet edilmiştir: "Ben hiç şüphesiz Rabbinizin
nefesini Yemen tarafından alıyorum."[5]
Bu hususta iki tevil
(yorum) yapılmıştır:
1- Bundan
maksat, kurtuluştur. Çünkü onların İslâm'a girişleri kalabalıklar, cemaatler
halinde ardı arkasına gerçekleşmişti.
2- Yani şanı
yüce Allah, Yemenlilerle Peygamberinin sıkıntılarını gidermiştir ki, ensar
onlardır.t4)
Câbir b. Abdullah'ın
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken
dinledim: "Şüphesiz insanlar Allah'ın dinine bölük bölük girdiler ve pek
yakında ondan bölük bölük çıkacaklardır.[6] Bu
hadisi el-Ma-verdi zikretmiştir.[7]
es-Sa'lebî'nin lafzı
ise şöyledir: Ebû Ammar dedi ki: Bana Câbir,[8] Câbir'e
ait olan su rivayeti nakletti, dedi ki: Cabir bana insanların durumu hakkında
suru sordu. Ben de onlara ihtilâfları ve ayrılıkları halini ona haber verdim.
Ağlayarak şöyle demeye başladı: Rasûlullah (sav)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Şüphesiz insanlar Allah'ın dinine bölük bölük girdiler, Yakında yine Allah'ın
dîninden bölük bölük çıkacaklardır.''[9]
3- Hemen
Rabbini hamd ile teşbih et ve Ondan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeleri çok
kabul edendir.
"Hemen Rabbini
hamd ile teşbih et ve Ondan mağfiret dile!" Namaz kıl dığın vakit, bunları
çokça yap, demektir, Bir açıklamaya göre: "( er*): Teşbih et": Namaz
kıl, demektir. Bu açıklama İbn Abbas'tan nakledilmiştir.
"Rabbini hamd
ile" yani sana ihsan etmiş olduğu zafer ve fetih dolayısıyla ona
hamdederek "ve O'ndan mağfiret dile!" Allah'tan sana mağfiret etmesini
(günahlarım bağışlamasını) isçe!
Bir başka açıklamaya
göre "teşbih et" buyruğundan kasıt, tenzih etmektir. Yani sen;
kendisi hakkında caiz olmayan (düşünülmesi imkansız olan) hususlardan O'nıı
-O'na şükretmekle birlikte- tenzili et "ve O'ndan mağfiret dile!"
Yani sürekli zikir ile birlikte Allah'tan bağışlanma dile!
Ancak birinci açıklama
daha kuvvetlidir.
Hadis imamları -lafız
Buhârî'nin olmak üzere- Aişe (r.anha)'dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (1. âyet) Sûresi Rasûlultah
(sav)'a nazil olduktan sonra kıldığı herbir namazda mutlaka; " Rabbim,
Seni tenzih ederiz ve Seni ham-dinle (zikrederiz). Allah'ım, bana mağfiret
buyur" derdi.[10]
Yine ondan şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Rasûluİlah (sav) rükûunda ve sücûdunda: "Allah'ım,
Rabbimiz, Seni tenzih eder ve hamdinle Seni anarız. Allah'ım, bana mağfiret
buyur" der (ve bu hususta) Kur'ân'ı tevil ederdi (yani Kur'ân'ın bu
husustaki emirlerine göre bunu yapardı.[11]
Sahihin dışındaki
eserlerde şöyle denilmektedir: Um Seleme dedi ki: Peygamber (sav) son
zamanlarında ne kadar kalkar, oturur, gider ve gelirse mutlaka: "Allah'ı
tenzih ederim ve O'na hamdederim. Aliah'ta'n mağfiret diler ve O'na tevbe
ederim" der ve şöyle buyururdu: "Çünkü ben bununla emrolundum. Sonra
da: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" sûresini sonuna kadar
okudu[12]
Ebû Hureyre dedi ki:
Bu sûrenin inişinden sonra Peygamber (sav) daha çok ibadet etmeğe başladı. O
kadar ki ayakları şisti, bedeni zayıfladı, daha az gülümser oldu, daha çok
ağlamaya başladı
İkrime dedi ki: Bu
sûrenin nüzulünden sonra âhiret ile iigili hususlarda Peygamberin gösterdiği
aşın gayreti asla başka zaman göstermiş değildir.
Mukatil dedi ki; Bu
sûre nazil olunca Peygamber (sav) onu ashabına okudu. Aralarında Ebû Bekir,
Ömer ve Sa'd b. Ebi Vakkas da vardı. Sevindiler ve bundan dolayı memnun da
oldular. Abbas (r.a) ise ağladı. Peygamber (sav) ona: "Ne diye ağlıyorsun
amcacığım?" dedi. Abbas: Sana vefatının yaklaştığı haberi verildi, dedi.
Peygamber: "Şüphesiz ki durum senin dediğin gibidir" dedi. Ondan
sonra da altmış gün yaşadı. Bu süre zarfında yüzünün güldüğü görülmedi.
Yine denildiğine göre;
bu sûre teşrik günlerinden sonra Veda haccında Mi-nâ'da nazil olmuştur. Ömer ve
Abbas ağlayınca onlara: Şüphesiz bu bir sevinç günüdür, deniSdî. Onlar: Hayır,
bu günde Peygamber (sav)'ın vefatı haber verilmektedir, dediler. Peygamber
(sav): "Doğru söylediniz. Bana vefat edeceğim haberi verilmiş oldu." Diye
buyurdu.
Buhârî'de ve başka
eserlerde İbn Abbas'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Ömer b. el-Hattab
(huzuruna girmek üzere) Bedir'e katılanlara izin verirdi. Bana da onlarla
birlikte izin verildi. (İbn Abbas) dedi ki: Onlardan bazıları bu işlen
rahatsız oldular ve şöyle dediler: Bizim çocuklarımız arasında onun gibi
kimseler bulunduğu halde bu genç delikanlıya bizimle beraber huzuruna girmesi
için izin veriyor. Ömer onlara; O sizin de (konumunu) bildiğiniz bir kimsedir.
(İbn Abbas devamla) dedi ki: Bir gün onlara (huzuruna girmeleri için) izin
verdi. Bana da onlaria birlikte girme izni verdi. Kendilerine şu:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (I. âyet) Sûresi hakkında soru
sordu. Onlar: Yüce Allah, peygamberine -Allah'ın salât ve seiâmı ona-fetih
verdiği vakit, kendisinden mağfiret dileyip, kendisine tevbe edip dönmesini
emretmektedir. Ömer: Ey İbn Abbas ya sen ne dersin? diye sordu. Ben de: Hayır
böyle değildir. Aksine yüce Allah peygamberine -Allah'ın salât ve «elamı ona-
ecelinin, yaklaştığım haber vermekte ve: "Allah'ın yardımı ve fetih
geldiğinde, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde,
hemen Rabbİni hamd île teşbih et ve O'ndan mağfiret dile! Çünkü O,
tevbeleriçok kabul edendir." diye buyurdu, dedim. Bunun üzerine Ömer (r.a)
şöyle dedi: İşte siz, bunun için mi beni kınıyorsunuz.[13]
Buhârî'de ise şöyle
denilmektedir: Ömer bunun üzerine: Ben de bu sûreden ancak senin dediğini
biliyorum, diye cevab verdi.[14]
Bunu Tirmizi de
rivayet etmiştir. (îbn Abbas) dedi ki: Peygamber (sav)'in ashabı ile birlikte
Ömer bana da soru sorardı. Abdu'r-Rahman b. Avf ona: Bizim onun dengi
oğullarımız varken ona soru mu soruyorsun, dedi. Bu sefer ona Ömer: O bizim
bildiğimiz bir sebepten dolayıdır, dedi. Ömer ona şu: "Allah'ın yardımı
ve fetih geldiğinde" âyeti hakkında sordu. Ben de şöyle dedim: Bu(rada
kastedilen) Rasûlullah (sav)'ın ecelidir. Ona (ecelinin yaklaştığını)
bildirdim. Sonra sûreyi sonuna kadar okudu. Bunun üzerine Ömer: Allah'a yemin
ederim. Ben de bu sûre hakkında senin bildiğinden başka bir şey bilmiyorum
dedi. (Tirmizi) dedi ki; Bu hasen, sahih bir hadistir.[15]
Şayet; Yüce Allah,
Peygamber (sav)'ın hangi günahını bağışlayacak ki ona mağfiret dilemesini
emretmektedir? diye sorulursa, ona şöyle cevab verilir; Peygamber (sav)
duasında:
"Rabbim bana
günahımı, cahilliğimi, bütün işlerimde aşırı gidişimi ve Senin benden daha iyi
bildiğin herşeyi bana bağışla! Allah'ım, hatamı, kasten yaptıklarımı,
bilgisizce yaptıklarımı, şakamı bana bağışla ve bütün bunlar bende var.
Allah'ım, ünden neyi gönderdim, geriye neyi bıraktımsa, neyi açığa vurdum, neyi
gizledimse Sen bana bağışla! Sen üne alan, geriye bırakansın. Şüphesiz ki Sen
herşeye gücü yetensin."[16] Bu
bakımdan Peygamber (sav) Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu nimetlerin
büyüklüğü dolayısıyla, kendisinin kusurlu olduğunu görüyor ve bunların
gereklerini yerine getirmekteki kusurunu da birtakım günahlar olarak
değerlendiriyordu.
Buyruğun şu anlamda
o!ma ihtimali de vardır: Sen hep O'na bağlı kaî, O'n-dan istekte bulun, O'ndan
umutla dileklerde bulun. Hakları gereği gibi yerine getirmek hususunda kusurlu
olduğunu görerek yalvarıp yakar.
Böylelikle amelleriyle
yetinmesin.
Şöyle de
açıklanmıştır; Mağfiret dilemek, gerçekleşmesi gereken bir taab-büddür,
yapılması gerekir. Günahların bağışlanması gerçekleşsin diye değil, aksine
taabbüd olmak üzere yapılmalıdır.
Şöyle de
açıklanmıştır: Amellerine güvenip, mağfireti terketmesinler diye ümmetinin
dikkati çekilmektedir.
"Ondan mağfiret
dilel" huyruğunun ümmetin için mağfiret dile, anlamında ulduğu da
söylenmiştir.
"Çünkü O, tevbeleri
çok kabul edendir." Teşbih edenlere, mağfiret dileyenlere, tevbe etmeyi
nasib eder, onlara merhamet buyurur ve tevbeleri-nİ kabui eder. Peygamber (sav)
masum (günahtan korunmuş) olduğu halde, mağfiret dilemekle emrolunduğuna göre,
ya başkası hakkında ne düşünülür!
Müslim, Aişe'den şöyle
dediğini rivayet etmektedir: Rasûlullah (sav): " Allah'ı hamdi ile teşbih
eder, Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim." sözlerini çokça
söylerdi. (Aişe) dedi ki. Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Görüyorum ki sen: "Allah'ı
hamdiyle teşbih ederim. Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe ederim,"
sözlerini çokça söylüyorsun, (sebebi nedir)? Şöyle buyurdu: "Rabbim bana
ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber vermişti. Bu alameti gördüğüm takdirde
"Allah'ı hamdiyle teşbih ederim, Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe
ederim" sözlerini çokça söylememi buyurdu. İste ben bu alameti görmüş
bulunuyorum. "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" Mekke
fethedildiğinde "insanların bölük bölük •Allah'ın dinine girdiklerini
gördüğünde hemen Rabbİni hamd ile teşbihet ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O,
tevbeleri çok kabul edendir" (buyruklarını okudu.)
İbn Ömer dedi ki: Bu
sûre Veda Haca sırasında Mina'da nazil oldu. Da* ha sonra: "Bugün sizin
için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din
olarak İstûnıı beğenip seçtim."(ei-Maide, 5/3) buyruğu nazil oldu. Bundan
Peygamber (sav) seksen gün yaşadı. Daha sonra da Kelâle âyeti (aynı zamanda
sûrenin son âyeti olan en-Nisa, 4/176. âyet} nazil oldu. Ondan sonra Peygamber
elli gün yaşadı. Daha sonra: "An-dolsun ki içinizden size öyle bir
peygamber geldi ki..." (et-Tevbc, 9/128) âyeti nazil oldu. Bundan sonra
otuzbeş gün yaşadı.
Daha sonra: "Bir
de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz..." (el-Bakara, 2/281)
âyeti nazil oldu. Bundan sonra da onbir gün yaşadı. Muka-til yedi gün dedi.
Daha Önct: el-Bakara Sûresi'ntL- (2/281. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunan daha
başka açıklamalar da yapılmışın".[17]
Yüce Allah'a
harrıdolsun. (Nasr Sûresi burada sona ermektedir).
[1] Müsttm, IV, 2318; İbn Ebi Şeyhe, Musannef, VII, 260;
Taberânî, Evsat, VII, 199
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/427.
[2] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/427-428.
[3] Ebû Yala, Müsned, IV, 384 (az farkla); Taberânî,
Müsnedu'ş-Şâmiyyîn, I, 283.
[4] Müslim, I, 72; Buhâri, IV, 1594, 195; Tirmizi, V, 726;
Müsned, II, 252, 267, 380. .
[5] Müsned, 11, 541, Taberânî, Eusat, V, 57, Heysenıî,
Mecma', X, 5
[6] Müsned, III, 343; Heysemî, Meema', VII. 281 -hadisi
Cabir (r.a)dan rivayet eden kom-şusu.slııiu tanımadığını, ancak diğer ravilmnin
sahih rical olduğu kaydıyla-; ayrıca: Hâkim, Müstedrek, IV, 541'de, Ebû
Hureyre'den.
[7] Maverclî, Nüket, VI, 3Ğ0.
[8] Teroeıneye esas aldığımız nüshada ve matbu diğer
nüshalarda: "Haddesenî, Cabirun li Cabir" şeklindedir. Ancak Müsned,
Mecma've hadisi zikreden diğer kaynaklarda bu ifade:."ha ddesenî cârun li
Cîhir" yani "Câbir'in bir kn$usıiMi bana anlam" şeklindedir. Doğrusu
da hııdur. Yanlışlıkla X3r" kelimesi Tâbir" diye yazılmış ve/ya
okunmuştur
[9] Müsned, III. 3*3; Heysemî, Mecma', VII, 2B1; ayrtca bk
Sıtyutî, ed-Durrtı'l-Mensur, VIII, 664.
İmam Kurtubi, el-Camiu
li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/428-430.
[10] Buhârî.
IV,
1900; Müslim,
I, 350, 351; Nesâî, ti, 190: Müsned,
VI,
190.
[11] Buharı, I, 274, 281,
IV,
1562, 1901; Ebâ Davud, I, 232; Nesâî,
II,
219, 220; Miisned,
VI,
43, 49, 100.
[12]Taberi, Câmiu'l-Beyân, XXX, 335; tbn Kesir, Tefsir, IV,
=>64 -Taberi tarafından rivayet edildiği ve garîb olclu&u kaydıyla.-
[13] Bukârî, [V, 1563; Müsned, I, 337; ayrıca nisbeten
muhtasar olarak: Buharı, îîl, 1327, IV, 1901, 1611.
[14]
liuhârî hir
önceki notta gösterilen yerler
[15] Tirmizi, V, 450.
[16] Bıthâri, V, 2350; Müslim, IV, 2087; Müsned, IV, 417.
[17] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç
Yayınları: 19/430-434.