Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular:
Mekke'nin Fethi Ve Huneyn Gazası
Nasr Süresiyle Tebbet Sûresi Arasındaki Münasebet:
Müfessirlerin tesbit ve icma'ıyla tamamı
Medine'de inmiştir.
Birinci âyetinde Cenâb-ı Hakk'ın nusratının yakın olduğu müjdelen-mekte
ve bu mânaya delâlet eden «nasr» kelimesi sûreye isim
olmaktadır. Ayrıca bu sûre Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'in görevinin sona ermek üzere olduğunu ve o
sebeple vefatının yaklaştığını dolaylı şekilde haber verdiğinden, ona «Tevdi'»
sûresi de denilmiştir.» [1]
Allâme Zemahşerî'ye göre: Bu sûre. Veda Haccı'nda Minâ'da inmiş ve o bakımdan Medine'de indiğine
hükmedilmiştir. Yapılan tesbite göre, Tevbe Sûresi'nden sonra inmiş ve bundan sonra başka bir
sûre inmemiştir.[2]
Âyet sayısı
: 3
Kelime »
: 17
Harf » : 97 [3]
1- Yakında
İslâm'ın başarıya erişip başta Mekke olmak üzere birtakım fetihler yapacağı
müjdeleniyor.
2- Yine
yakın gelecekte insanların gruplar halinde gelip İslâm'a gireceği, yani din
olarak onu seçecekleri haber veriliyor.
3- Cenâb-ı Hakk'ın bu nimetleri tecelli edince O'nu daha çok hamd ile tesbîh ve tenzih etmek,
istiğfarda bulunmak suretiyle teslimiyet ve mahviyet göstermek emrediliyor.[4]
1-Allah'ın
yardımı ve fetih günü geldiği,
2-İnsanların
Allah'ın (son) dinine bölük bölük akın ederek girdiğini
gördüğün zaman,
3-Rabbını hamd ile tesbîh et, bağışlanmanı dile. Çünkü O, gerçekten tevbeleri çokça kabul edendir.
Abdürrezzak'ın kendi Musannaf'ında Ma'mer'den, onun da Zührî'den
yaptığı rivayete göre : Resûlüllah (A.S.) Efendimiz,
fetih yılında ünlü kumandan Hâlid b. Velîd'i (R.A.) bir bölük mücahidle
(öncü kuvvet olarak) Mekke'ye gönderdi. Halid b. Velid (R.A.) Mekke'nin alt kısmında, İslâm kuvvetlerine
karşı koymak üzere saf bağlayıp bekleyen Kureyşlilerle
savaştı ve kısa zamanda onları -Allah'ın yardım ve izniyle- hezimete uğrattı.
Böylece artık silâh kullanmaya gerek kalmadı ve Resûlüllah'm
(A.S.) fethi gercekleştirmesiyle birlikte Mekkeli'ler de Allah'ın son dinine girmeye başladılar.
Derken Nasr Sûresi indi. [5]
Ebû'l-Hasan Nisabûrî'nin tesbitine göre :
Resûlüllah (A.S.) Efendimiz, Huneyn Savaşı'ndan
dönerken bu sûre inmiş ve Resûlüllah (A.S.) bundan
sonra sadece iki yıl yaşamıştır. [6]
İkrime'nin Ibn Abbas
(R.A.)dan yaptığı rivayete göre: Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz Huneyn Savaşı'ndan dönüp gelirken Ce-nâb-ı Hak izâ
câe nasrullah sûresini indirdi.
Bunun üzerine Efendimiz (A.S.) şöyle buyurdu: «Ya Fâtıma! Allah'ın yardım ve fethini, insanların gruplar
halinde gelip Allah'ın dinine girdiğini söyleyin. Rabbımı
tes-bîh ve tenzih ederim;
O'nun hamdiyle hamd eder ve
istiğfarda bulunurum. Şüphesiz Rabbım tevbeleri çokça kabul eder.» [7]
İbn Abbas (R.A.) diyor ki:
«Hz.
Ömer (R.A.) beni Bedir Savaşı'na katılan yaşlı ileri gelenlerin arasına alır,
(onların meclisinde bulundururdu). Bu sebeple o zatlardan bir kısmı: «Bizim bu
genç gibi genç oğullarımız vardır. Nasıl oluyor da onu bizim toplantımızda
bulunduruyorsunuz?» dediler. Hz. Ömer (R.A.) onlara:
«Bu sizin de bildiğiniz gibi gençtir» dedi ve bir gün benî onlarla birlikte
meclisine davet etti. Sonra beni onlara göstermek istedi de şöyle dedi: «Sizler
Allah'ın indirdiği izâ câe nasrullah sûresi hakkında ne dersiniz?» Bir kısmı: «Allah
bize, yardım edip fetih kapısını açınca hamd etmemizi,
istiğfarda bulunmamızı emrediyor» defken, bir kısmı susup cevap vermemeyi
tercih etti. Sonra bana dönerek: «Ya İbn Abbas! Sen de öyle mi
dersin?» diye sordu. Ben ona: «Hayır» diye cevap verdim. O, «Peki ne
diyeceksin?» dedi. Ben de ona; «Bu Sûre, Resûlüllah'ın
(A.S.) ecelidir ki, Allah onu bildirmiş oldu.» dedim. Bunun üzerine Hz. Ömer (R.A.) şöyle konuştu : «Ben de bu sûre hakkında
ancak senin bildiğini biliyorum.» [8]
Beyhakî'nin yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (R.A.) diyor ki: «Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, kızı Hz. Fatıma'yı
çağırdı ve ona şöyle dedi: «Bana ölüm haberim geldi.» Bunun üzerine Hz. Fatıma ağladı. Az sonra güldü
ve şöyle haber verdi: «Resûlüllah (A.S.) önce ölüm
haberinin kendisine geldiğini söyleyince ağladım. Az sonra bana şöyle fısıldadı
: «Sabret! Çünkü gerçekten ehlimden ilk bana gelip ulaşan sen olacaksın»
buyurdu. Bunun üzerine sevinip güldüm.» [9]
İbn Ömer (R.A.)dan yapılan rivayete göre, adı geçen şöyle
demiştir: «Bu sûre Minâ'da Veda Haccında indi. Bundan
sonra:
«Bugün size dininizi
kemale erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım. Sizin için din olarak İslâm'ı
beğendim..»[10] mealindeki âyet indi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bu âyetten sonra sadece 80 gün
yaşadı ve bu âyeti müteakip Nisa Sûresinin sonundaki «Kelâle»
âyeti indi. Resûlüllah (A.S.) bu âyetten sonra 50 gün
yaşadı. Sonra da
Tevbe Sûresi'nin 128. âyeti olan âyeti indi. Resûlüllah (A.S.) bu âyetten sonra 35 gün yaşadı. Son
olarak da Bakara Sûresi âyeti indi ve Resûlüllah (A.S.) bu âyetten sonra 20 gün yaşadı.» [11]
Nasr Sûresi'nin Mekke'nin fethinden az önce mi, fetih
yılında mı, yoksa fetihten iki yıl önce Huneyn
Savaşı'ndan hemen sonra mı indiği ihtilâf konusudur.
Allâme Zemahşerî, Mekke'nin fethinden sonra Veda Haccı'nda Minâ'da indiğini belirtmiştir. Nitekim İbn
Ebî Şeybe, Abd b. Humayd, Bezzar, Ebû Ya'lâ,
İbn Merduye ve Delâil'de Beyhakî'nin yaptığı
rivayete göre, İbn Ömer (R.A.) şöyle demiştir: «Bu
sûre Teşrîk Günleri'nin ortasında Minâ'da inmiştir
ki, Veda Haccı'nda gerçekleşmiş ve Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz bunun veda anlamında olduğunu, yani ümmetine veda etmesine işaret
anlamı taşıdığını anlamıştır.» [12]
Ebû'l-Hasan Nisabûrî ise, bu
sûrenin Huneyn Savaşı'ndan dönülürken indiğini
kaydetmiştir. Aynı zamanda Kur'ân'ın son inen sûresi
olup olmadığı da ihtilâf konusudur:
Nesâî'nin Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den yaptığı
rivayette, adı geçen râvi diyor ki: «İbn Abbas (R.A.) benden şöyle
sordu : «Ey Utbe'nin oğlu! Kur'ân'ın
en son inen sûresini biliyor musun?» Ben ona : «Evet, biliyorum : izâ câe nasrullah
süresidir» dedim. O beni doğruladı, «öyledir» dedi.» [13]
Hafız Ebû Bekir Bezzar ile Beyhakî'nin İbn Ömer (R.A.)dan
yaptıkları rivayete göre, adı geçen sahabi şöyle
demiştir: «Bu sûre Resûlüllah'a (A.S.) Teşrik
Günleri'nin ortasında indirildi ve Resûlüllah (A.S.)
bunun veda anlamında olduğunu anladı. Böylece Kasvâ
adındaki devesine binip meşhur Veda Hutbesi'ni irâd
etti.» [14]
İslâm hep yücelmeye,
yükselmeye namzettir. Hedefi,
bütün bir insanlığı kurtarmak ve
yeryüzünde yalnız Allah'a ibâdet edilmesini ve yalnız Allah sözünün en yüce ve
en üstün olmasını sağlamaktır. Bu bakımdan İslâm kendi üzerinde başka bir
sistemin yükselmesine izin vermez. İçine sızan yabancı görüş ve düşünceleri;
bidat ve hurafeleri ayıklayıp dışarı atar. Müntesiplerinin imân, ilim, ahlâk,
fazilet, hayır ve iyilik doğrultusunda bütünleşmesini emreder; bölünmeye,
çeşitli isimler altında hizipleşmeye asla cevaz vermez. Yeryüzünde küfür ve
tuğyanın tesirini gidermek; sulh ve selâmeti, düzen ve dengeyi gerçekleştirmek
için cihadı emreder.
Ancak elde edilen her
zafer, sağlanan her fetih ve başarıyı münhasıran Cenâb-ı
Hakk'ın yüksek inayet, nusrat
ve kudretine döndürmeyi; Allah'ı tek başarı, kuvvet ve kudret kaynağı tanımayı
tavsiye eder. Çünkü mîlletleri yükselten ve alçaltan Cenâb-ı
Hak'tır. Savaşlarda zafer kapısını açan, orduları hezimete uğratan da O'dur.
Ezelî plân ve program gereği olayların gerçekleşmesi için sebepleri oluşturup
harekete geçiren de yine O'dur.
Kur'ân'da Allah'ın bu yüksek tasarruf ve irâdesi konu edilirken
şöyle buyurulmaktadır: «De ki: Ey mülkün sahibi Allahım! Dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü
çekip alırsın; dilediğini aziz kılarsın; dilediğini alçaltır, zillete
düşürürsün. Hayır yalnız Senin elindedir. Şüphesiz senin gücün her şeye
yeter.» [15]
Gerçek şu ki, yeryüzünde
milletler arasında bozulan dengeyi düzeltmek ve azgın milletlerin şerrini bir
çizgide durdurmak ilâhî denge kanunu olarak ezelden ebede uzanmaktadır. Cenâb-ı Hak bu konuyu şöyle açıklamaktadır «Eğer Allah insanların (azgınlık ve
taşkınlığını) birbirleriyle savmasaydı,
yeryüzünün düzeni elbette bozulur, kargaşalık ortalığı kaplardı. Ama Allah
milletlere karşı fazl-ü kerem sahibidir.» [16]
Bunun için İslâm mücahidleri hak uğrunda, denge ve düzenden yana cihad edip zafer elde edince böbürlenmemen, gurura kapılmamalı, çılgınlık göstermemelidirler. Cenâb-ı Hakk'ın kendilerinden yana yardım ve inayetinin tecelli ettiğini düşünerek O'na daha çok yakınlık sağlamanın yollarını araştırmalı, daha çok O'nu tesbîh edip hamd etmelidirler.
Nitekim Resûlüllah'a
(A.S.) Nasr Sûresi'yle bu hikmet bildirilmekte; tesbîh ve tahmîde, şükür ve
istiğfara devam etmesi emredilmektedir. Bu gerçeği bilen dört halîfe yaptıkları
fetihlerde, sağladıkları boşarılarda kendi
nefislerinden yana bir pay ayırmaktan şiddetle
kaçınmış, kuvvet ve kudretin tamamını Allah'a irca' etmek suretiyle mahviyet
izhar etmişlerdir.
Kanuni Sultan
Süleyman, deniz zaferinden dönmekte olan donanmay-ı
hümayunu devlet ricaliyle karşılarken herkes sevinip sesini yükseltirken o
başını önüne eğip göz yaşı akıtıyordu. Sebebi sorulunca da şu cevabı verdiği
pek meşhurdur: «Zaferi müyesser kılan Cenâb-ı
Hak'tır. Böyle olaylarda nefsimize pay çıkarmamız doğru olmaz. Bize düşen O'nun
yüksek kudretine yönelip hamd ve şükürde, tesbîh ve istiğfarda bulunmaktır.»
Cenâb-ı Hak erişilmez kudretinin tezahürlerinden bir
kısmını açıklarken bize, az yukarıda mealini naklettiğimiz Âl-i İmrân Sûresi 26. âyetle en doyurucu bilgiyi vermektedir.
O halde Cenâb-ı Hakk'ın üzerimizde olan
hakları o kadar çok ve büyüktür ki onların şükrünü yerine getirmekten âciziz.
Ama bu gerçeği bilip itiraf etmek, inanıp mahviyet ve teslimiyet göstermek
şükrün en güzelidir.
İlâhî kanunları ve
tecellileri hikmetleriyle en iyi bilen Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz, Mekke'yi fethe giderken çevresinde, kendini Hakk'ın son dinine vakfetmiş on, onikibin
mücahidden oluşan bir ordusu bulunuyordu. Ama O Büyük
Peygamber, kuvvet ve kudretin bütünüyle Allah'a ait olduğunu düşünerek gerek
giyim ve kuşamında, gerek binek ve nevalesinde tam anlamıyla tevazu ve mahviyetin
en asil görüntüsünü vermiş ve başı önüne eğik olduğu halde nemli gözleriyle
Mekke'ye girmiştir.
İşte gerçek devlet
adamı, hakiki kumandan ve eşsiz insan bu haliyle de kıyamete kadar bütün lider
ve önderler, asker ve kumandanlar için benzersiz misaldir.
Sonuç olarak sûrenin
muhteviyatını şöyle özetliyebiliriz:
Nasr Süresiyle, üç gönül ferahlatıcı haber verilerek
İslâm'ın parlak geleceği müjclelenmekte; üç de hakka
teslimiyet doğrultusunda Cenâb-ı Hakk'a
daha çok yöneünmesi emredilmekte ve bu muhteşem ilâhî
takdîr ve tesbitin gönül açıcı havasında bir de
kalplere hüzün veren acı bir habere işaret buyurulmaktadır.
Gönül ferahlatıcı üç haber:
1- Allah'ın mü'minlere
yardımının yakında gerçekleşeceği,
2- Önce
Mekke'nin, sonra da Arap Yarımadası'nın fetih günlerinin yaklaşmakta olduğu,
3- Yine
yakın gelecekte, düne kadar İslâm'a karşı olan
kavim ve kabilelerin; siyasî gruplar ve aşiretlerin yüzseksen
derecelik dönüş yaparak cemaatler halinde gelip İslâmiyeti
kendilerine din olarak seçecekleri ve Hz. Muhammed'i
(A.S.) hak peygamber olarak kabul edecekleri..
Allah'a yönelmeyle
ilgili üç emir:
1- Cenâb-ı Hakk'ı her türlü noksanlıktan tenzih edip namaz kılmaya
devam etmek suretiyle O'na hamd etmek, [17]
2- Başarı,
zafer ve fetihleri gerçekleştirenin insan gücü değil, insan gücüne yön verip
sebepleri o istikamette kolaylaştıran ilâhî kudrettir. O halde zafer ve fetih
müyesser kılınınca, kendi nefsimize bir pay ayırma
duygusunun az veya çok kıpırdaması halinde hemen Cenâb-ı
Hakk'a yönelip bağışlanma dilemek,
3- Bu arada
beşerî zaaf ve temayül neticesi az bir kusur, hatâ ve kayma söz konusu olduğunu
varsayarak tevbe etmek
Kalplere hüzün veren haber:
İslâm'ın başarıya
erişip fetihlerde bulunması, devlet kurup kitleleri idaresi altına alması ve
kabile ile milletlerin gruplar halinde gelip son dini din olarak seçmesi, dinin
mübelliğ ve naşiri Hz.
Muhammed'in (A.S.) görevinin sona erdiğine, son sözlerini söylediğine ve
yakında vefat edeceğine dair işarettir.
Nitekim Nasr Süresiyle belirlenen bütün bu haber, müjde ve işaretler
aynen gerçekleşmiştir.[18]
Nasr Süresiyle, İslâm'ın yakın gelecekte başarı grafiğinin
yükseleceği, zafer ve fetih kapısının açılacağı müjdelendi ve inkarcı zorbalar
istemese bile Allah'ın insanlara son mesajı olan İslâmiyetİn
gelişmesini kimselerin durduramıyacağına işarette
bulunuldu.
Tebbet Sûresi'yle, İslâm'ın ilk yıllarında bu ilâhî sesi
duymak istemi-yen Ebû Leheb
ve benzeri müşriklerin ebedi saadetleriyle ilgili bulunan en büyük fırsat ve
nimeti kaçırmak suretiyle kendilerine çok yazık ettikleri açıklanıyor. Sonra da
küfür, tuğyan ve zulümde kocasına uyan Ümmu Cemil'in
durumu tasvir edilerek kendi yakıtını kendi sırtında taşıdığı belirtilerek
ibretli bir tablo oluşturuluyor.
Bu sûrenin de
tefsirine bizi muvaffak kılan Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-u senalar;
ilâhî takdîr doğrultusunda hareket edip Hakk'ın buyruğunu
kusursuz şekilde yerine getiren ve bu sebeple insanlığa nurlu yolu açıp ilâhî
rahmet havasını estiren Resûlültah (A.S.) Efendimiz'e ve Onun âl ve eshabına
salât-ü selâmlar olsun.[19]
[1] el-Câmi'u Li-Ahkâmi'1-Kur'ân : 20/229
[2] Tefsîrü'l-Keşşaf: 4/810
[3] Lübabu't-te'vîl: 4/418
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7052.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7052.
[5] Süyûtî/Esbabu
Nüzûli'l-Kur'ân: 123
[6] Ebû'l-Hasan Nisabûrl/Esbabu'n-Nüzûl: 308
[7] Ebû'l-Hasan Nisabûrl/Esbabu'n-Nüzûl: 308
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7053-7054.
[8] Beyhakî- İbn
Kesîr : 4/561
[9] Şevkanî/Fethülkadlr:
5/508, 509
[10] Mâide Sûresi: 3
[11] Tefsir-i kurtubi: 20/223;
Bakara: 2/281.
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7054-7055.
[12] Şevkanî/Fethülkadir
: 5/508
[13] Tefsîr-i İbn Kesîr: 4/561
[14] Tefsîr-i İbn Kesîr: 4/561
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7055-7056.
[15] Al-i İmran: 3/26.
[16] Bakara: 2/251
[17] Âyette geçen «Fesebbih»
teşbihten türetilen emirdir ve ilim adamlarının çoğuna göre : «Namaz kılmaya devam et» manâsına delâlet
etmektedir.
[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7056-7058.
[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7059.