Medine'de nazil olmuş,
üç ayettir. Ve en son nazil olan sûredir. Her ne kadar Efendimizin veda'
haccında, Mina'da nazil olduysada,
Hicretten sonra nazil olanlara Medine'de nazil olmuştur denir.
Mekke'nin en zor
günlerinde Peygamberimizin daraldığı, sıkıntıya düştüğü, kendisini helak eder
derecede gayretler gösterdiği, kendisine iman edenlerin işkenceye uğradığını
gördüğünde yüreğinden kan geldiği günler olmuştur. Geceleri uykularını
kaybetmiş, kendisine yapılanlardan ziyade kendisine iman edenlere yapılan
işkenceler, O'nun ruhunda büyük etkiler meydana getirmiş.
Bunun üzerine
Peygamberimizi teselli eden bir çok ayetler nazil olmuştur. İlk nazil olan
surelerde teselliler vardır. Rabbimimiz birçok
ayetinde; "Neticeyi sen de göreceksin onlar da görecek."[1]
"Onlar sana yağcılık yapmak isterler ki, sende onlara yağcılık
yapasın."[2] "Onlar seni kendi
dinlerine bağlamak, kendilerini de senin dinine bağlamak şeklinde dönüşümlü bir
tapınma isterler" "Onlara sen sizin dininiz size, benim dinim bana
de."[3] "Rabbin sana istediklerini verecek
ve seni de
hoşnut edecek." şeklinde
buyuruyordu.[4] "Zorluklara göğüs
ger. Her zorluğun yanında iki tane kolaylık vardır." "Bir işi
tamamladığında diğer işe devam et" diyordu Rabbim.[5]
Rabbimin müjdelediği
şeyler gerçekleşir. 10.000 adet insan yürekle-rindeki
imanın aydınlığı ile Mekke'nin üzerine yürürler. Mekke çevresinde 10.000 tane
ateş yakarlar. Bu ateş gönüllerdeki nurun dışarıdaki tezahürü olmuştur. Bu nar
ve bu nur, Mekke'li kâfir insanların yüreklerini
hoplatır. Dizlerinde derman bırakmaz ve bütün şehirlerin anası olan Mekke-i Mükerreme kansız olarak fethedilir. Efendimiz (s.a.v) ondan
sonra insanların gönüllerinin imarına girer.
Ülkeler fethetmek
kolaydır. Ülkelerin insanlarının gönüllerini fethetmek ve imanı kayalara,
taşlara, minarelere, kuşlara ve bütün insanlığın meşgul olacağı, ilgili
alanlarına nakşetmek zor bir iştir. Yani zaferden sonra fetih hareketine
girişilir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bunda da başarılı olur.
Kendisine hac emri
geldikten sonra Efendimiz veda haccmda Mekke-i Mükerremeye tekrar gelir. Arafatta
kıyamete kadar gelecek olan insanların hak ve hukuklarını belirler. Kadınların,
çocukların haklarını ve nelerin yenilip nelerin yenilmeyeceğini, nelerin
giyilip nelerin giyilmeyeceğim, neleri hürmet edilip nerelere edilmeyeceğini
beyan ederek, bu günkü ifadeyle, "insan Haklan Evrensel
Beyannamesini" Arafat dağında bildirir.
Daha sonra Mina'ya gelir, şeytanı taşlar. Etrafında 110.000 insan
vardı. Gönülden Allah'a bağlanmış, Rasulünün yanında
saf tutmuş 110.000 insan. Bu 110.000 insan şeytanı taşlıyorlar.
Yani topluca atılması
gereken yerin bir olduğunu, bütün müslüman-lann aynı yere atması gerektiği Mina'da,
tutulması gere.ken yerin de bir olduğu, Kabe-i Muazzamada Haceru'l-Esved'de sembolik olarak yerine getiriliyor.
Peygamberimiz Mina'da şeytanı taşladıktan sonra, Allah (c.c) hepimizin
ezberinde olan bu sureyi celileyi indirir. Ve Kur'anı Kerim'in 114 suresinden en son nazil olan suredir.[6]
1- Allah'ın
yardımı ve fethi geldiğinde
2-
İnsanların Allah'ın dinine, akın akın girdiğini
gördüğünde
Müjde, ümit-, cesaret
veren ayetler ve sureler arka arkaya geliyor. Müslümanlar onları ümit, cesaret
ve feragat şerbeti gibi içmeye devam ediyor.
Peygamber Efendimizin
hayatında geçirdiği ekonomik baskılar, öldürmeler, zehirlemeler için yapılan
teşebbüsler, yerini yurdunu bırakıp başka yere göç etmenin ardından Allah (c.c)
Mina günlerinde bu sureyi bir müjde olarak indiriyor.
Bunlar bize şunu
gösteriyor: Gönüllere ekilen iman tohumlan boşa gitmemiş. Tarlaya atılan
tohumların hep birden çimlenip çiçeklendiği gibi Efendimizin gayreti, serin
sıcak nefesi onların gönüllerini yeşertmiş ve 110.000 insan Mina'da Efendimiz ile beraber tekbir getiriyor ve kıyamete
kadar gelecek (topyekün) düşmanları temsil etmek
üzere şeytan taşlanıyor.
Peygamberimiz Mekke'de
13 sene, iman tohumlarını insanların gönüllerine gece demeden, gündüz'
demeden, yaz-kış demeden her durumda saçmaya devam etmiş.
Tohumun tarlaya
serpilmesi için mevsim gözetilir. Ama insanların gönülleri için bütün an'lar,
serpme ve saçma anıdır. Onların anları, her an değişkendir. Biz O an'ları takip
edecek ve her an Allah'ın kelimeleri olan Kur'ân
ayetlerini insanların gönüllerine, gökyüzünden yağan rahmet damlaları gibi
saçmaya çalışacağız.
Günümüzde insanların
yüreklerine kir yağıyor. Kelimeler halinde gözlerinden ve kulaklarından kir
yağıyor gönüllerine. Çünkü insanoğlunun ürettiği nasıl havayı, denizi, toprağı
kirletiyorsa aynı şekilde ürettiği fikirler, sistemler ve nizamlarda
insanların yüreklerini kirletiyor.
Biz ve sizler
gönüllere iman tohumu atmaya devam edeceğiz. Yeşermesi için sıcak nefesimizi
rahmetimizi onlara üfleyeceğiz. Ve de çifçinin
tohumunun yeşermesini beklediği gibi insanların yüreklerinde,
Allah'ın,kelimelerinin iman çiçekleri halinde, amel çiçekleri halinde yeşermesini
bekleyeceğiz. Yeşerenlere de kuvvet ve kudret vermek için yine Allah'ın
ayetlerinden yardım taleb edeceğiz.
Her gün okuduğumuz bu
sure bize moral veriyor. 13 senede kazanılan insan sayısı ortalama 1.000
civarında. Bunu nereden anlıyoruz? Efendimiz Mekke'den Medineye
hicret ediyor, bir sene sonra Bedir Harbine eli silah tutan 313 kişi katılıyor.
Bunların kadın ve çocuklarını da hesap ederseniz ancak 1.000 eder. Efendimiz
Medine'de 8 sene daha gayret gösteriyor. Haydi Mekke'nin fethine denildiğinde
10.000 insan katılıyor. Bunların eşleri ve çocuklarıyla beraber 25-30 bin insan
eder.
Ama Mekke fethedildikten
iki sene sonra, müslüman olanların sayısı, yalınız
veda hacema gelenlerin sayısı tam 110.000 kişidir. Nasr suresinin Kur'ân'daki sıra
sayısı da 110 dur. 110. sure Mina'da 110.000 insana
okunmuştur.
Rabbim; "Allah'ın
yardımı geldiğinde" diyor,. Allah'ın yardımı nasıl gelir? Onu bir başka
ayetinde şöyle bildiriyor. "Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz,
Allah size yardım eder "[7]
Allah'ın bize verdiği malî, bedenî, aklî, ilmî, makam ve mevkî gücümüzü,
Allah'ın dininin insanlara tanıtılması ve insanların müslüman
olması için harcayacak olursak, Allah (c.c) da yardımını göndereceğini ifade
ediyor.
Göndereceğinin
müjdesini verirken; "sayınız şu rakama çıkarsa, o zaman gönderirim"
gibi bir ifade yok. "Gücünüz kâfirin gücüne denk olursa o zaman gönderirim"
gibi bir ifade kullanmıyor Rabbim.
Günümüzdeki
düşmanların askeri, siyasi, ve ekonomik gücü ne olursa olsun, biz kendimize ait
gücümüzü Allah'ın dini doğrultusunda kullandığımızda Allah(cc)
zaferi mü'minlere vereceğini ifade ediyor. Muhakkak
Allah va'dinden dönmez.
Yardımın ve zaferin
hemen ardından fetih kelimesini kullanıyor Rabbim. Bunu tefsircilerimiz şöyle
açıklıyorlar; Nasf yani zafer bir ülkeye girip orayı
silahla mağlub etmektir. Allah'ın yardımı bu.
Zafer elde edilebilir.
Bunu kâfir de başarabilir. Kâfir devlet de, fiziki olarak bir başka ülkeyi mağlub edebilir. Ama gönüllerini fethe demezler. Allah
(c.c) bunu bir ayet-i kerimesinde şöyle ifade eder; "Allah, kâfirler
lehine müslümanların aleyhine olarak hiçbir şekilde
yol vermez, geçit vermez."[8]
Bu ayeti tefsir
ederken İmam A'zam Ebu Hanife Hazretleri diyorki; "müslüman fiziki olarak mağlub
edilebilir ama gönlündeki imana kafirin gücü yetmez. Bütün dünya kafirleri bir
olsalar mü'minin yüreğindeki imanı söküp almaları
mümkün değildir." Ülkeler zorla alınabilir ama gönüller alınamaz.
Onun için "Nasr" ve "fetih" kelimesi ard arda geliyor. Biz toprakları almak için yürümüyoruz.
Biz ülkelerin hazinelerini altınlarını, dolarlarını, marklarını almak için
yürümüyoruz.
Bunu en iyi şekliyle
İran'ın fethini sağlayan Sa'd İbn
Ebi Vakkas'ın elçisi
söylemiştir. "Buraya topraklarınız için gelmedik. İpekleriniz için
gelmedik, altınlarınız için gelme dik.. Hanimi arınız için de gelmedik. Biz
buraya Allah'ın dinini size duyurmak için geldik. Biz ki, cahiliyet
içeresindeydik, pisliğin her çeşidini yapmaktaydık.
Allah (c.c) rahmetinden bize Peygamberini göndermiş. Bizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmış. Sizinde karanlıklardan aydınlığa çıkmanız ve cehennemde
yanmanızı engellemek için buralara kadar geldik." demiştir. İşte fetih bu
yolla olur.[9]
Kâfirlerin işgal
ettikleri topraklarda tutundukları, hiçbir zaman görülmemiştir. İşte
İngiltere. Güneş batmayan bir imparatorluğa sahip iken, şimdi küçücük bir
adanın içerisinde sıkışıp kaldılar. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Amerika bir
taraftan, Rusya bir taraftan baskılarını devam ettiriyorlar.
Ama biz hiçbir zaman
sömürmedik, işgal etmedik; Gönüllerini kazandık. Bundan dolayıdır ki, Viyana'ya
kadar, Bosna'daki, Üsküp'deki, Bulgaristan'daki,
Yunanistan'daki müslümanlarımızla bağlarımız devam
edip gidiyor. Siyasilerimiz her ne kadar aramıza sınır çekmişse de,
gönüllerimiz beraberdir bizim.
Burada bir araya
gelemiyorsak, dünyanın her tarafındaki müslüman-larla Hacc'da biraraya
geliyoruz. Bu ne ile sağlandı? Bu fetihle sağlanmıştır. Yani gönüller
fethedilmiştir. O'nun anahtarı da Allah'ın kelamıdır. Çünkü gönülleri yaratan
Allah'tır.
İnsanlar Peygamberimiz
döneminde guruplar halinde İslâm dinine girdiği gibi kıyamete kadar da,
guruplar halinde. İslâm dinine girmeye devam edeceklerdir. Biz bunu bugün
görmekteyiz. Cuma günleri camiler doluptaşıyor ve
avlularda namazlar kılınıyor.[10]
3- Rabbini
hemen hamd ile teşbih et ve ona istiğfar et Şüphesiz
O tevbeleri kabul edendir. .
Fetih başanlınca ne yapacağız? Bayram mı yapacağız, davullar mı
çaldıracağız? Değil, Efendimizin şahsında bize emir; "Rabbini hamd ile teşbih et." Yani "Ya
Rabbi! Bunu ben başardım gibi ama, aslında ben başarmadım. Bunu sen lütfettin.
Ancak sana hamdu sena ederim."
Yani bu başarının
sağlanmasında beni görevlendirdiğinden dolayı, bu şerefli hizmeti bana
verdiğinden dolayı sana hamd-u senalar ederim. Yoksa
yardım sana ait, güç sana ait, kuvvet sana ait.
İşte bu gücü bize
yeren sensin, kâfirin yüreğine korkuyu salan sensin. Onun yüreğini İslâm'a
kazandıran sensin. Öyleyse bu zafer bana ait değil. Ecdadımız Yemen'den
Viyana'ya kadar fetihler yapmış ama, hiçbirinin bayramını ilan etmemiş.
Yine bu ayette, avf talebinde bulunmamız isteniyor. Geçmiş ümmetlerden ve
Peygamberlerinden de bir duayı naklediyor Allah (c.c). "Ya Rabbi! bizim yapmış olduğumuz israf dan .dolayı bizi
affet,"[11] Yani şu demek oluyor. "Ya Rabbi! Fethi, zaferi elde ettik. Ama biz yine senin
emirlerini, yasaklarını insanlara duyururken ve bunu yaparken, putlardan
insanları uzaklaştırırken yaptığımız hatalar var. Senin Murad-ı
İlahiyyene tamamen %,100 uygun hareket edemedik. Bu
kusurlarımızdan dolayı da bizi affet" diye Rabbimize dua etmemiz bildiriliyor.
Günümüzde bazen şöyle
bir şey duyarız. "Hocam 20-25 yaşındayız. Eh namazımızı kılıyor, orucumuzu
tutuyoruz. Bu pislik içerisinde biz bunları yaparken, Allah bizi cennete
koymayacak da kimi koyacak? Bunun cevabı ilk surelerde bize bildirilmiştir. "Yaptığın
ibadetleri çok görüp de, Allah'a minnet etmeye kalkışma Şeyh Sadi Şirazi çok güzel ifade etmiş. "Bütün bir ömür hiç iş
yapmadan Allah'a şükretseniz, bu yalınız alıp verdiğimiz nefesinizin bile karşılığı
olmaz."
Allah'ın
emrettiklerini yapmakla şükretmemiz isteniyor bizden. Yoksa her nimete oturup
da şükretmemiz gücümüzün dışındadır bizim. O teklifi de Allah bize yapmamıştır.
Bu ayet nazil
olduğunda Peygamber Efendimiz; "Subhanellahi ve bi hamdihi, estağfirullahe
ve etubûileyh" dermiş. Namazını kıldıktan sonra
"estağfirullah" dermiş. Ne demek bu? "Ya Rabbi! Kalbimle kalıbımla namazı kıldım, ama bu namaz
sana layık bir namaz değil. Hataları var. Ben Avf
talebinde bulunuyorum" demek.
İbadetlerimizden
dolayı avf talebinde bulunacağız. Cihadımızdan dolayı
af talebinde bulunacağız: Orucumuzun arkasından af talebinde, bulunacağız.
Haccımızın arkasından af talebinde bulunacağız.
Rabbimiz tevbeleri kabul edendir. Tabiki tevbenin de şartlan var.
Allah (c.c) bizim
hayat kumaşımızı hatasız olarak dokudu ve tertemiz olarak dünyaya getirdi. Bu
hayat kumaşımızı biz günahlarla yutmamaya dikkat edeceğiz. Ama insan olmamız
hasebiyle yırtılmalar olabilir. O zaman onu dikme işine ve tamir işine de tevbe deniliyor. Bu tevbe
çeşidine de nasuh tevbesi
deniliyor. Bu tevbeyi yapanların Allah (c.c)
günahlarını affedeceğini bu ayet-i kerimeyle, müjdelemiş oluyor.
Tevbe; günahın pişmanlık ateşiyle yakilmasıdır
demişlerdir. Onun için yapılan kötülüğe gönülden yanabiliyorsanız o yanma hali
günahın affına sebeb olacaktır. Yanma hali yoksa, dil
alışkanlığı ile söyleniyorsa, günahın affı için istenilen ve Nasuh tevbesi denilen şey gerçekleşmemiş
oluyor.
Biz de tevbelerimizi yanan bir yürekle yapacağız. [12]
[1] Kalem 5.
[2] Kalem 9.
[3] Kâfirun
6.
[4] Duha
5.
[5] İnşirah 5-7.
[6] Müslim Tefsir, Buhari Tefsir.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/399-401.
[7] Muhammed 7.
[8] Nisa 141.
[9] Hakim, müstedrek
31451.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/401-404.
[11] Ali imran
147.
[12] Tevbe
için bak. Şifa tefsiri 2/354, 1/126, 4/90, 7/540.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/404-406.