Bu sure ilk ayette geçen "nasr"
kelimesinden dolayı "Nasr" suresi olarak adlandırılmıştır.
"Allah'ın nasrı ve fetih gelince." Yani, fetihlerin fethi olarak
anılan Mekke'nin fethi, büyük fetih ve nasr (zafer). Tevdi' suresi olarak da
anılmıştır.
[1]
Allah Tealâ geçen surenin sonunda Peygamberin davet
ettiği İslâm dininin kâfirlerin dininden farklı olduğunu haber vermişti, burada
da onların dininin kaybolacağını ve kendi dininin yücelip zafere ereceğini
haber verdi. Bunda Allah Tealâ'mn Peygamberine zafer, fetih ve İslâm'ın yayılması,
insanların Allah'ın dinine gruplar halinde yöneleceğinin beyanı ve bir de
Peygamber (s.a.)'in ecelinin yakınlığına işaret vardır.
[2]
Surenin
Muhtevası:
Medine'de indiğine dair ittifak bulunan bu sure,
Mekke'nin fethine ve Rasulullah (s.a.)'m müşriklere karşı zaferine, İslâm'ın
Arap yarımadasının her yanma yayılacağına, şirkin ve putçuluğun zayıfladığına,
Peygamber (s.a.)'in ecelinin yakınlığına işaret etmekte ve Rabbini teşbih, hamd
ve O'na istiğfar etmesi emrini içermektedir.
[3]
Surenin
Fazileti:
Zilzal suresinin tefsirinde Tirmizi'deki Enes b.
Malik hadisinde, bu surenin Kuran'ın dörtte birine denk olduğu geçmişti.
Nesai, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den rivayet
etti: İbni Abbas bana dedi ki: Ey Utbe'nin oğlu! Kur'an'da en son inen sureyi
biliyor musun? Evet. Nasr suresi, dedim. Haklısın, dedi.
Hafız Ebu Bekir el-Bezzar ve Beyhaki, İbni Ömer'den
rivayet ettiler: Bu Nasr suresi Rasulullah (s.a.)'a teşrik günlerinin ortasında
indi. Artık insanlarla vedalaşması gerektiğini anladı, bineği Kusva'nm
hazırlanmasını emretti ve kalkıp insanlara meşhur veda hutbesini irat etti.
Meşhur hutbesini yani veda hutbesini zikretti.
[4]
Buhari ve diğerleri İbni Abbas'tan rivayet ettiler.
Diyor ki: Ömer b. Hattab (r.a.) beni Bedir'in büyüklerinin yanına götürürdü.
Bazısı bundan hoşlanmazdı. Bir gün beni çağırıp onlarla oturttu. İbni Abbas
diyor ki: O gün beni onlara göstermekten başka bir şey için çağırmadığını
anladım. Şöyle dedi: Allah Tealâ'nm "Allah'ın nusreti ve fetih geldiği
zaman." ayeti hakkında ne diyorsunuz? Bazıları: Bize zafer geldiği ve
fetih nasip olduğunda teşbih ve istiğfarla emrolunduk, dediler. Bazıları da
susup bir şey demedi. Bana: Sen böyle mi diyorsun, İbni Abbas? dedi. Hayır,
dedim. Ne diyorsun? dedi. Dedim ki: O Rasulullah (s.a.)'ın ecelidir. Allah ona
ecelini bildirmiş, "Allah'ın nusreti ve fetih geldiği zaman."
buyurmuştur. Bu ecelinin alâmetidir. "Hemen Rabbini hamd ile, teşbih et.
O'nun yarlığamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir."
[5]
Bu konuda iki görüş vardır:
1-
Mekke'nin fethi sekizinci
yılın ramazanında idi. Bu sure, onuncu yılda indi. Peygamberimiz'in surenin
inmesinden sonra yetmiş gün yaşadığı rivayet edilmiştir. Onuncu yılın
rabiulevvel ayında vefat etti. Bunun için de Tevdi' (uğurlama) suresi diye
anıldı.
2-
Bu sure Mekke'nin fethinden
önce inmiştir; Rasulullah (s.a.)'a Mekkelilere karşı kendisine yardım
edileceğine, orayı fethedeceğine dair müjdedir. Bunun benzeri de şu ayettir:
"Herhalde o Kur'an'ı senin üzerine farz kılan seni dönülecek yere
döndürecektir." (Kasas, 28/85). "Allah'ın nusreti ve fetih
gelince." sözü, gelecek zamanı ifade etmektedir.
Buna göre de vukuundan önce Mekke'nin fethinden
haber verilmesi, mucize olarak gaibten haber verilmesi olup nübüvvet
alâmetlerindendir.[6]
Zahir olan, İbni Ömer'in sözünden hareketle birinci
görüştür: Bu sure Veda haccında Mina'da indi. Sonra da: "Bugün sizin
dininizi kemâle erdir-dim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım." (Maide, 5/3)
ayeti indi. Bu iki ayetten sonra Peygamber (s.a.) seksen gün yaşadı. Bundan
sonra: "Andol-sun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir
ki..." (Tevbe, 9/128) ayeti indi. Bundan sonra otuzbeş gün yaşadı.
Ardından: "Öyle bir günden sakının ki o gün Allah'a
döndürüleceksiniz." (Bakara , 2/281) ayeti indi. Ondan sonra yirmi bir gün
yaşadı. Mukatil, yedi gün yaşadığını söyledi.[7]
Razi ise doğru kabul edilen görüşün surenin
Mekke'nin fethinden önce indiği şeklinde olduğunu söylemiştir.[8]
1- Allah'ın nusreti ve fetih gelince,
2- Sen de
insanların fevc fevc Allah'ın dinine gireceklerini görünce,
3- Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et. O'nun
yarlığamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir.
"Allah'ın nusreti ve fetih gelince." Genel
ifadeden (nusret, zafer) sonra ona dahil olan özel olanın (fetih) zikridir.
Çünkü Allah'ın nusreti bütün fetihlere şamildir. Razi diyor ki: Bu Kureyş'e
veya bütün Araplara galebe çalınacağının müjdesidir.
"Allah'ın dini" İslâm'dır. Allah, teşrif
va tazim için onu kendisine izafe etmiştir. "Beytullah" (Allah'ın
evi) ve "nâkatullah" (Allah'ın devesi) da olduğu gibi.[9]
"Nusret" Yardım veya istenilen şeyin elde
edilmesine destektir. "Fetih" elde edilmesi için beklenilen şeyin
tahsilidir. Ya da savaşan iki taraf arasında birinin diğeri üzerine
galibiyetini neticelendirmedir. Buradaki maksat Mekke'nin fethidir. Nusret ile
fetih arasındaki fark, nusret fethin sebebi gibidir. Bunun için de önce nusret
ziredilip, sonra fetih ona atfedilmiştir.
"Allah'ın dini" İslâm'dır. "Fevc
fevc" Gruplar halinde Mekke, Taif, Yemen, Hevazin halkı ve diğer Arap
kabileleri gibi. Mekke fethinden sonra, daha önce fert fert İslâm'a girerken
kitleler halinde İslâm'a girdiler. Değişik yerlerden Araplar kendi istekleri
ile geldiler. "Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et." Allah'ı tenzih et
ve nimetlerine şükreder ol. Rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) Mekke'ye
geldiğinde Ka'be'ye girip sekiz rekat namaz kıldı. "O'nun yarlığamasını
iste" O'ndan kendin ve sana tabi olanlar için mağfiret iste. Peygamberden
istiğfarın istenmesi, efdali terk etmiş olabileceğinden dolayı ve başkalarını
bu konuda irşat etmesi içindir; yoksa bir masiyeti veya günahı işlemesi
sebebiyle değildir. Rasulullah (s.a.) bu surenin inmesinden sonra
"Sübhanellahi ve bihamdihi ve estağfirullahe ve etü-bü ileyhi" sözünü
çok tekrar ediyordu. Bundan da ecelinin yaklaştığı anlaşıldı. Mekke'nin
fethinden iki sene sonra onuncu yılda da vefat etti.
[10]
"Allah'ın nusreti ve fetih gelince." Ey
Muhammedi Sana düşmanlık eden Kureyş'e karşı Allah'ın nusreti, yardımı ve
teyidi tahakkuk edip sen Mekke'yi fethederek galibiyeti elde edince Allah'ı
teşbih et. Yani, ibadetinde ziyade için hamd ile tenzih et. Hamdetmesi
nimetinin ziyadesi içindir. Nusret ancak Allah'tan olduğu halde "Allah'ın
nusreti" sözünün anlamı şudur: Nusret Allah'tan başkasına lâyık değildir,
onu Allah'tan başkasının vermesi düşünülemez veya ancak O'nun hikmetine uygun
olur. Maksat bu nusretin yüceltilmesidir. "Allah'ın nusreti gelince"
sözü mecazdır. Allah'ın nusreti meydana geldi, demektir.
İmam Ahmed, Beyhaki ve Nesai İbni Abbas'tan rivayet
ettiler: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince." ayeti indiğinde
Rasulullah (s.a.): "Ölüm haberim geldi." buyurdu. O sene ruhu
kabzedildi.
İbni Mace'nin dışındaki grup İbni Abbas'tan şöyle
rivayet ettiler: "Fetihten sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve bu konuda
niyet vardır." Buhari ve Müslim sahihlerinde İbni Abbas'tan rivayet
ettiler: Rasulullah (s.a.) fetih günü: "Fetihten sonra hicret yoktur,
ancak cihad ve bu konuda niyet vardır. Cihada çağırıldığınız zaman
koşun." buyurdular.
"Sen de insanların fevc fevc Allah'ın dinine
gireceklerini görünce." Araplar ve diğer insanların, Allah'ın seninle
göndermiş olduğu dinine grup grup cemaatler halinde girdiğini gördün. İlk
başlarda fert fert müslüman olurlarken artık topluluklar halinde İslâm'a girer
oldular.
"Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et. O'nun
yarlığamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." Mekke
fethedilip İslâm yayılınca, O'nun için namazla ve O'na lâyık olmayan her
şeyden, sana vaadetmiş olduğu nusreti yerine getirmemesinden O'nu tenzih et.
Hamd ile teşbihi bir arada yap. Zira bu nusret ve fetih, büyük lütfü ve fazlı,
sana bağışladığı hayrına karşı Allah'a hamdi gerektirir.
Yine Allah'tan kendine mağfiret iste. Allah'a karşı
tevazu, ilminin yetersizliğini kabul ve ümmetini eğitmek için. Müminlerden
sana tabi olanlar için de, nusretin gecikmesindeki endişe ve korkularından
dolayı mağfiret iste. Çünkü mağfiret dileyenlerin tevbesini kabul etmek
Allah'ın şanın-dandır. Onların tevbesini kabul eder, tevbelerini kabul ile de
onlara merhamet eder. O, kullarının tevbesini kabul edendir. Ta ki, hatadan
sonra umut kesmesinler, dönsünler.
İmamlar Aişe (r.a.)'den rivayet ettiler (lafız
Buhari'nindir): "Allah'ın nusreti ve fetih gelince." ayetinden sonra
Rasulullah (s.a.) kıldığı her namazda muhakkak: "Sübhaneke Rabbena ve
bihamdike. Allahümmağfirli." diyordu. Yine ondan rivayet edildi:
"Rasulullah (s.a.) rüku ve secdesinde çokça: "Sübhanekellahu Rabbena
ve bihamdike Allahümmağfirli." diyerek Kur"an ayetini uyguluyordu.
[11]
Sure şu hususlara işaret etmektedir:
1- Allah'ın her nimeti şükrü
ve hamdi gerektirir. Allah'ın, Peygamberine ve onun ümmetine en büyük
nimetlerin biri de düşmanlara karşı vermiş olduğu nusret, galebe ve
müslümanların kıblesi şerefli Ka'be'nin bulunduğu yer olan Mekke'nin fethidir.
Allah Tealâ bu büyük nimeti büyük bir nimetle
taçlandırdı: Arapların ve diğerlerinin İslâm dinine cemaatler; gruplar halinde
girmeleri. Bu da şöyle oldu: Mekke fethedilince Araplar dediler ki: Muhammed
Harem ehline karşı zafer elde etti. Allah onları fil sahiplerinden bile
kurtarmıştı. Sizin ona karşı bir gücünüz yoktur. Grup grup müslüman
oluyorlardı.
2-
İşte bunun için Allah Tealâ
bu surede Peygamberine namaz kılmasını ve Allah'ı çokça tesbit etmesini
emretti. Yani Allah'ı O'na lâyık olmayan ve caiz görülmeyecek olan her şeyden
tenzih etme ve Allah'a lütfettiği zafer ve fetih için hamde ve zikre devamın
yanında, Allah'tan mağfiret dilemeyi emretti. Zira Allah, teşbih ve istiğfar
edenlerin tevbelerini çokça kabul edendir. Onların tevbesini kabul eder, rahmet
eder.
Durum Peygamberimiz için böyleyse onun ümmeti buna
daha fazla muhtaçtır. Masum olduğu halde Peygamber (s.a.) istiğfarla
emrolunuyorsa başkası artık ne yapmalıdır!
Müslim, Aişe'den rivayet etti: Rasulullah (s.a.)
"Sübhanellahi ve bi-hamdihi, estağfirullahe ve etûbü ileyhi" sözüne
çok devam ederdi. "Ey Allah'ın Resulü! "Sübhanellahi ve bihamdihi
estağfurullahe ve etûbü ileyhi" sözüne çok devam ettiğinizi
görüyorum." dedim. Buyurdu ki: "Rabbim bana haber verdi. Ben
ümmetimde bir alâmet göreceğim ve onu gördüğümde "Sübhaanellahi ve
bihamdihi estağfurullahe ve etûbü ileyhi" sözünü çokça söyleyeceğim. Onu
da gördüm: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince." (Mekke'nin fethi)
"Sen de insanların fevc fevc Allah'ın dinine gireceklerini görünce hemen
Rabbini hamd ile teşbih et. O'nun yarlığamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri
çok kabul edendir." ayetlerini okudu.
3- "Allah katında din
İslâm'dır." (Ali İmran, 3/19) ayetinin de gösterdiği gibi Allah'ın dini
İslâm'dır. Şu ayet de aynı doğrultudadır: "Kim İslâm'dan başka bir din
ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara
uğrayanlardandır." (Ali İmran,3/85).
4- Fukahanm cumhuru ve
kelâmcılarm çoğu dediler ki, mukallidin imanı sahihtir. Çünkü Allah Tealâ o
grupların imanının sıhhatine hükmedip bunu Peygamber (s.a.)'e en büyük
ihsanlarından saymıştır. Eğer imanları sahih olmasa idi, burada
zikredilmezlerdi.
5- Allah Tealâ önce teşbihi,
sonra hamdi, ardından da istiğfarı emretti. Çünkü Hâlık için gerekli olan
teşbih ve hamdi, insanın kendisi için olana
takdim etti. Teşbihi emretti ki zihne, zaferin senelerce gecikmesiyle
ilgili olumsuz bir düşünce gelmesin, Allah hakkın ihmalinden münezzehtir, mukaddestir.
İstiğfarı da emretti ki, Peygamber (s.a.) kendisine eziyet edenlerden intikamı
düşünmesin.
6- Ayet teşbih ve hamdin
faziletine delâlet ediyor.
7- Ashab-ı Kiram surenin
Peygamber (s.a.)'in vefatına işaret olduğunda müttefiktirler. Rivayet
edildiğine göre bu sure indiğinde Rasulullah (s.a.) hutbe irad edip buyurdular
ki: "Bir kulu Allah, dünya ile O'nunla buluşma ve ahiret arasında
muhayyer bıraktı da o, Allah ile buluşmayı tercih etti."[12]
Bunu anlamışlardı. Çünkü teşbih, hamd ve istiğfarın mutlak olarak emredilmesi,
davetin tebliği emrinin bitip kemâle erdiğine delildir.
[13]
[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir,
Risale Yayınları: 15/659.
[2] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.
[3] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.
[4] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.
[5] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/660.
[6] Razi, XXXII/155.
[7] Kurtubi, XX/233.
[8] Razi, XXXII/164.
Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale
Yayınları: 15/660.
[9] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/661.
[10] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/661.
[11] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/662.
[12] Zemahşeri, III/365.
[13] Vehbe Zuhayli,
Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/663-664.