NASR SURESİ 2

Surenin İsmi: 2

Önceki Sureyle İlişkisi: 2

Nüzul Sebebi: 2

Surenin İnme Vakti: 2

Mekke'nin Fethi: 3

Belagat: 3

Kelime ve İbareler: 3

Açıklaması: 3

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler: 4


NASR SURESİ

 

Surenin İsmi:

 

Bu sure ilk ayette geçen "nasr" kelimesinden dolayı "Nasr" suresi ola­rak adlandırılmıştır. "Allah'ın nasrı ve fetih gelince." Yani, fetihlerin fethi olarak anılan Mekke'nin fethi, büyük fetih ve nasr (zafer). Tevdi' suresi ola­rak da anılmıştır. [1]

 

Önceki Sureyle İlişkisi:

 

Allah Tealâ geçen surenin sonunda Peygamberin davet ettiği İslâm di­ninin kâfirlerin dininden farklı olduğunu haber vermişti, burada da onla­rın dininin kaybolacağını ve kendi dininin yücelip zafere ereceğini haber verdi. Bunda Allah Tealâ'mn Peygamberine zafer, fetih ve İslâm'ın yayıl­ması, insanların Allah'ın dinine gruplar halinde yöneleceğinin beyanı ve bir de Peygamber (s.a.)'in ecelinin yakınlığına işaret vardır. [2]

 

Surenin Muhtevası:

 

Medine'de indiğine dair ittifak bulunan bu sure, Mekke'nin fethine ve Rasulullah (s.a.)'m müşriklere karşı zaferine, İslâm'ın Arap yarımadasının her yanma yayılacağına, şirkin ve putçuluğun zayıfladığına, Peygamber (s.a.)'in ecelinin yakınlığına işaret etmekte ve Rabbini teşbih, hamd ve O'na istiğfar etmesi emrini içermektedir. [3]

 

Surenin Fazileti:

 

Zilzal suresinin tefsirinde Tirmizi'deki Enes b. Malik hadisinde, bu su­renin Kuran'ın dörtte birine denk olduğu geçmişti.

Nesai, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe'den rivayet etti: İbni Abbas ba­na dedi ki: Ey Utbe'nin oğlu! Kur'an'da en son inen sureyi biliyor musun? Evet. Nasr suresi, dedim. Haklısın, dedi.

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar ve Beyhaki, İbni Ömer'den rivayet ettiler: Bu Nasr suresi Rasulullah (s.a.)'a teşrik günlerinin ortasında indi. Artık insanlarla vedalaşması gerektiğini anladı, bineği Kusva'nm hazırlanması­nı emretti ve kalkıp insanlara meşhur veda hutbesini irat etti. Meşhur hutbesini yani veda hutbesini zikretti. [4]

 

Nüzul Sebebi:

 

Buhari ve diğerleri İbni Abbas'tan rivayet ettiler. Diyor ki: Ömer b. Hattab (r.a.) beni Bedir'in büyüklerinin yanına götürürdü. Bazısı bundan hoşlanmazdı. Bir gün beni çağırıp onlarla oturttu. İbni Abbas diyor ki: O gün beni onlara göstermekten başka bir şey için çağırmadığını anladım. Şöyle dedi: Allah Tealâ'nm "Allah'ın nusreti ve fetih geldiği zaman." ayeti hakkında ne diyorsunuz? Bazıları: Bize zafer geldiği ve fetih nasip oldu­ğunda teşbih ve istiğfarla emrolunduk, dediler. Bazıları da susup bir şey demedi. Bana: Sen böyle mi diyorsun, İbni Abbas? dedi. Hayır, dedim. Ne diyorsun? dedi. Dedim ki: O Rasulullah (s.a.)'ın ecelidir. Allah ona ecelini bildirmiş, "Allah'ın nusreti ve fetih geldiği zaman." buyurmuştur. Bu eceli­nin alâmetidir. "Hemen Rabbini hamd ile, teşbih et. O'nun yarlığamasını iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." [5]

 

Surenin İnme Vakti:

 

Bu konuda iki görüş vardır:

1- Mekke'nin fethi sekizinci yılın ramazanında idi. Bu sure, onuncu yılda indi. Peygamberimiz'in surenin inmesinden sonra yetmiş gün yaşadı­ğı rivayet edilmiştir. Onuncu yılın rabiulevvel ayında vefat etti. Bunun için de Tevdi' (uğurlama) suresi diye anıldı.

2- Bu sure Mekke'nin fethinden önce inmiştir; Rasulullah (s.a.)'a Mekkelilere karşı kendisine yardım edileceğine, orayı fethedeceğine dair müjdedir. Bunun benzeri de şu ayettir: "Herhalde o Kur'an'ı senin üzerine farz kılan seni dönülecek yere döndürecektir." (Kasas, 28/85). "Allah'ın nus­reti ve fetih gelince." sözü, gelecek zamanı ifade etmektedir.

Buna göre de vukuundan önce Mekke'nin fethinden haber verilmesi, mu­cize olarak gaibten haber verilmesi olup nübüvvet alâmetlerindendir.[6]

Zahir olan, İbni Ömer'in sözünden hareketle birinci görüştür: Bu sure Veda haccında Mina'da indi. Sonra da: "Bugün sizin dininizi kemâle erdir-dim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım." (Maide, 5/3) ayeti indi. Bu iki ayetten sonra Peygamber (s.a.) seksen gün yaşadı. Bundan sonra: "Andol-sun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki..." (Tevbe, 9/128) ayeti indi. Bundan sonra otuzbeş gün yaşadı. Ardından: "Öyle bir günden sakı­nın ki o gün Allah'a döndürüleceksiniz." (Bakara , 2/281) ayeti indi. Ondan sonra yirmi bir gün yaşadı. Mukatil, yedi gün yaşadığını söyledi.[7]

Razi ise doğru kabul edilen görüşün surenin Mekke'nin fethinden önce indiği şeklinde olduğunu söylemiştir.[8]

 

Mekke'nin Fethi:

 

1- Allah'ın nusreti ve fetih gelince,

2-  Sen de insanların fevc fevc Al­lah'ın dinine gireceklerini görünce,

3- Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et. O'nun yarlığamasını iste. Şüphe­siz ki O, tevbeleri çok kabul edendir.

 

Belagat:

 

"Allah'ın nusreti ve fetih gelince." Genel ifadeden (nusret, zafer) sonra ona dahil olan özel olanın (fetih) zikridir. Çünkü Allah'ın nusreti bütün fe­tihlere şamildir. Razi diyor ki: Bu Kureyş'e veya bütün Araplara galebe ça­lınacağının müjdesidir.

"Allah'ın dini" İslâm'dır. Allah, teşrif va tazim için onu kendisine izafe etmiştir. "Beytullah" (Allah'ın evi) ve "nâkatullah" (Allah'ın devesi) da ol­duğu gibi.[9]

 

Kelime ve İbareler:

 

"Nusret" Yardım veya istenilen şeyin elde edilmesine destektir. "Fetih" elde edilmesi için beklenilen şeyin tahsilidir. Ya da savaşan iki taraf arasın­da birinin diğeri üzerine galibiyetini neticelendirmedir. Buradaki maksat Mekke'nin fethidir. Nusret ile fetih arasındaki fark, nusret fethin sebebi gi­bidir. Bunun için de önce nusret ziredilip, sonra fetih ona atfedilmiştir.

"Allah'ın dini" İslâm'dır. "Fevc fevc" Gruplar halinde Mekke, Taif, Ye­men, Hevazin halkı ve diğer Arap kabileleri gibi. Mekke fethinden sonra, daha önce fert fert İslâm'a girerken kitleler halinde İslâm'a girdiler. Deği­şik yerlerden Araplar kendi istekleri ile geldiler. "Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et." Allah'ı tenzih et ve nimetlerine şükreder ol. Rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.) Mekke'ye geldiğinde Ka'be'ye girip sekiz rekat na­maz kıldı. "O'nun yarlığamasını iste" O'ndan kendin ve sana tabi olanlar için mağfiret iste. Peygamberden istiğfarın istenmesi, efdali terk etmiş ola­bileceğinden dolayı ve başkalarını bu konuda irşat etmesi içindir; yoksa bir masiyeti veya günahı işlemesi sebebiyle değildir. Rasulullah (s.a.) bu sure­nin inmesinden sonra "Sübhanellahi ve bihamdihi ve estağfirullahe ve etü-bü ileyhi" sözünü çok tekrar ediyordu. Bundan da ecelinin yaklaştığı anla­şıldı. Mekke'nin fethinden iki sene sonra onuncu yılda da vefat etti. [10]

 

Açıklaması:

 

"Allah'ın nusreti ve fetih gelince." Ey Muhammedi Sana düşmanlık eden Kureyş'e karşı Allah'ın nusreti, yardımı ve teyidi tahakkuk edip sen Mekke'yi fethederek galibiyeti elde edince Allah'ı teşbih et. Yani, ibadetin­de ziyade için hamd ile tenzih et. Hamdetmesi nimetinin ziyadesi içindir. Nusret ancak Allah'tan olduğu halde "Allah'ın nusreti" sözünün anlamı şu­dur: Nusret Allah'tan başkasına lâyık değildir, onu Allah'tan başkasının vermesi düşünülemez veya ancak O'nun hikmetine uygun olur. Maksat bu nusretin yüceltilmesidir. "Allah'ın nusreti gelince" sözü mecazdır. Allah'ın nusreti meydana geldi, demektir.

İmam Ahmed, Beyhaki ve Nesai İbni Abbas'tan rivayet ettiler: "Al­lah'ın nusreti ve fetih gelince." ayeti indiğinde Rasulullah (s.a.): "Ölüm ha­berim geldi." buyurdu. O sene ruhu kabzedildi.

İbni Mace'nin dışındaki grup İbni Abbas'tan şöyle rivayet ettiler: "Fe­tihten sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve bu konuda niyet vardır." Buhari ve Müslim sahihlerinde İbni Abbas'tan rivayet ettiler: Rasulullah (s.a.) fe­tih günü: "Fetihten sonra hicret yoktur, ancak cihad ve bu konuda niyet var­dır. Cihada çağırıldığınız zaman koşun." buyurdular.

"Sen de insanların fevc fevc Allah'ın dinine gireceklerini görünce." Araplar ve diğer insanların, Allah'ın seninle göndermiş olduğu dinine grup grup cemaatler halinde girdiğini gördün. İlk başlarda fert fert müslüman olurlarken artık topluluklar halinde İslâm'a girer oldular.

"Hemen Rabbini, hamd ile teşbih et. O'nun yarlığamasını iste. Şüphe­siz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." Mekke fethedilip İslâm yayılınca, O'nun için namazla ve O'na lâyık olmayan her şeyden, sana vaadetmiş ol­duğu nusreti yerine getirmemesinden O'nu tenzih et. Hamd ile teşbihi bir arada yap. Zira bu nusret ve fetih, büyük lütfü ve fazlı, sana bağışladığı hayrına karşı Allah'a hamdi gerektirir.

Yine Allah'tan kendine mağfiret iste. Allah'a karşı tevazu, ilminin ye­tersizliğini kabul ve ümmetini eğitmek için. Müminlerden sana tabi olan­lar için de, nusretin gecikmesindeki endişe ve korkularından dolayı mağfi­ret iste. Çünkü mağfiret dileyenlerin tevbesini kabul etmek Allah'ın şanın-dandır. Onların tevbesini kabul eder, tevbelerini kabul ile de onlara merha­met eder. O, kullarının tevbesini kabul edendir. Ta ki, hatadan sonra umut kesmesinler, dönsünler.

İmamlar Aişe (r.a.)'den rivayet ettiler (lafız Buhari'nindir): "Allah'ın nusreti ve fetih gelince." ayetinden sonra Rasulullah (s.a.) kıldığı her na­mazda muhakkak: "Sübhaneke Rabbena ve bihamdike. Allahümmağfirli." diyordu. Yine ondan rivayet edildi: "Rasulullah (s.a.) rüku ve secdesinde çokça: "Sübhanekellahu Rabbena ve bihamdike Allahümmağfirli." diyerek Kur"an ayetini uyguluyordu. [11]

 

Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler:

 

Sure şu hususlara işaret etmektedir:

1- Allah'ın her nimeti şükrü ve hamdi gerektirir. Allah'ın, Peygambe­rine ve onun ümmetine en büyük nimetlerin biri de düşmanlara karşı ver­miş olduğu nusret, galebe ve müslümanların kıblesi şerefli Ka'be'nin bu­lunduğu yer olan Mekke'nin fethidir.

Allah Tealâ bu büyük nimeti büyük bir nimetle taçlandırdı: Arapların ve diğerlerinin İslâm dinine cemaatler; gruplar halinde girmeleri. Bu da şöyle oldu: Mekke fethedilince Araplar dediler ki: Muhammed Harem ehli­ne karşı zafer elde etti. Allah onları fil sahiplerinden bile kurtarmıştı. Si­zin ona karşı bir gücünüz yoktur. Grup grup müslüman oluyorlardı.

2- İşte bunun için Allah Tealâ bu surede Peygamberine namaz kıl­masını ve Allah'ı çokça tesbit etmesini emretti. Yani Allah'ı O'na lâyık ol­mayan ve caiz görülmeyecek olan her şeyden tenzih etme ve Allah'a lütfet­tiği zafer ve fetih için hamde ve zikre devamın yanında, Allah'tan mağfiret dilemeyi emretti. Zira Allah, teşbih ve istiğfar edenlerin tevbelerini çokça kabul edendir. Onların tevbesini kabul eder, rahmet eder.

Durum Peygamberimiz için böyleyse onun ümmeti buna daha fazla muhtaçtır. Masum olduğu halde Peygamber (s.a.) istiğfarla emrolunuyorsa başkası artık ne yapmalıdır!

Müslim, Aişe'den rivayet etti: Rasulullah (s.a.) "Sübhanellahi ve bi-hamdihi, estağfirullahe ve etûbü ileyhi" sözüne çok devam ederdi. "Ey Al­lah'ın Resulü! "Sübhanellahi ve bihamdihi estağfurullahe ve etûbü ileyhi" sözüne çok devam ettiğinizi görüyorum." dedim. Buyurdu ki: "Rabbim ba­na haber verdi. Ben ümmetimde bir alâmet göreceğim ve onu gördüğümde "Sübhaanellahi ve bihamdihi estağfurullahe ve etûbü ileyhi" sözünü çokça söyleyeceğim. Onu da gördüm: "Allah'ın nusreti ve fetih gelince." (Mek­ke'nin fethi) "Sen de insanların fevc fevc Allah'ın dinine gireceklerini gö­rünce hemen Rabbini hamd ile teşbih et. O'nun yarlığamasını iste. Şüphe­siz ki O, tevbeleri çok kabul edendir." ayetlerini okudu.

3- "Allah katında din İslâm'dır." (Ali İmran, 3/19) ayetinin de gösterdi­ği gibi Allah'ın dini İslâm'dır. Şu ayet de aynı doğrultudadır: "Kim İs­lâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır." (Ali İmran,3/85).

4- Fukahanm cumhuru ve kelâmcılarm çoğu dediler ki, mukallidin imanı sahihtir. Çünkü Allah Tealâ o grupların imanının sıhhatine hükme­dip bunu Peygamber (s.a.)'e en büyük ihsanlarından saymıştır. Eğer iman­ları sahih olmasa idi, burada zikredilmezlerdi.

5- Allah Tealâ önce teşbihi, sonra hamdi, ardından da istiğfarı emretti. Çünkü Hâlık için gerekli olan teşbih ve hamdi, insanın kendisi için olana  takdim etti. Teşbihi emretti ki zihne, zaferin senelerce gecikmesiyle ilgili olumsuz bir düşünce gelmesin, Allah hakkın ihmalinden münezzehtir, mu­kaddestir. İstiğfarı da emretti ki, Peygamber (s.a.) kendisine eziyet eden­lerden intikamı düşünmesin.

6- Ayet teşbih ve hamdin faziletine delâlet ediyor.

7- Ashab-ı Kiram surenin Peygamber (s.a.)'in vefatına işaret olduğun­da müttefiktirler. Rivayet edildiğine göre bu sure indiğinde Rasulullah (s.a.) hutbe irad edip buyurdular ki: "Bir kulu Allah, dünya ile O'nunla bu­luşma ve ahiret arasında muhayyer bıraktı da o, Allah ile buluşmayı tercih etti."[12] Bunu anlamışlardı. Çünkü teşbih, hamd ve istiğfarın mutlak ola­rak emredilmesi, davetin tebliği emrinin bitip kemâle erdiğine delildir. [13]

 



[1] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.

[2] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.

[3] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.

[4] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/659.

[5] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/660.

[6] Razi, XXXII/155.

[7] Kurtubi, XX/233.

[8] Razi, XXXII/164.

Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/660.

[9] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/661.

[10] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/661.

[11] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/662.

[12] Zemahşeri, III/365.

[13] Vehbe Zuhayli, Tefsiru’l-Münir, Risale Yayınları: 15/663-664.