TEBBET SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Konu: 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadîs. 3

Ebû Leheb, Hakkı Şiddetle Red Ve İnkâr Konusunda İbretli Bir Misaldir  3

Mal Ve Kazanç Kurtarıcı Olamaz. 4

Ebû Leheb'in Eşi Ümmu Cemil 4

Odun Taşıyıcı 4

Tebbet Süresiyle İhlâs Sûresi Arasındaki Münasebet : 5

 


TEBBET SÛRESİ

 

Müfessirlerin icmaıyla sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir.[1]

Nitekim İbn Merduye'nin yaptığı rivayete göre, İbn Abbas (R.A.), İbn Zübeyr ve Hz. Aişe (R.A.) şöyle demişlerdir: «Tebbet Sûı^si Mekke'de inmiştir.» [2]

Birinci âyetinde Ebû Leheb'in iki elinin kuruyup helak olduğu, yani Hakk'ı reci ve inkâr etmesiyle kendini sonu gelmeyen bir hüsrana ittiği ko­nu edilmekte ve bu isim aynı zamanda sûreye de isim olmaktadır.

Allame Zemahşerî'nin tesbitine göre: Bu sûre, Fatiha Sûresi'nden sonra inmiştir. [3]

Âyet sayısı : 5

Kelime » : 20

Harf         » : 77  [4]

 

Sûrenin Kapsadığı Konu:

 

Resûlüllah (A.S.), aldığı emir gereğince, önce kendi yakınlarını İs­lâm'a davete başlamış ve bu emri uygulama alanına korken ilk tepki am­cası Ebû Leheb'den gelmiştir. Cenâb-ı Hak bu olayı özetliyerek ibretli bir tablo halinde gözler önüne sermekte ve yaşamakta olan inkarcı inatçıla­rın bundan öğüt ve ibret almalarını istemektedir.

Sûre'de Ebû Leheb'in isminin anılması, o tiynette olanları sembolize etmesine yönelik bulunuyor. Bu azgın müşrikin eşinden bahsedilip adının anılmaması, kendi irâde ve aklını kullanmayıp küfür ve sapıklıkta kocası­na uyan bir kadının, inkâr ve azgınlık ateşini daha da alevlendirmek ve büyültmek üzere odun taşıyan bir zavallıdan başka bir şey olmadığına ve olamıyacağına işarettir.[5]

 

Meali:

 

1- Kurusun iki eli Ebû Leheb'in, (nasıl ki) helak olup kurudu.

2- Ne malı ona fayda verdi, ne de kazandığı..

3- Alev alev yükselen ateşe girecek.

4- Karısı da (aynı ateşe) odun taşıyıcı olacak;

5- Boynunda bükük bir urgan olduğu halde!.

 

İniş Sebebi

 

Buharî'nin İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre:

«Resûkillah (A.S.) Efendimiz Betha cihetine yöneldi ve oradaki tepeye çıkıp şöyle seslendi: «Ya sabahah! (vah sabahın musîbet ve afeti!)» Bu­nun üzerine Kureyş Kabile'si toplandı. Peygamber (A.S.) Efendrmiz sözüne şöyle başladı: «Ben size düşmanın sabah veya akşam üzeri baskın yap­mak üzere olduğunu haber versem beni tasdik eder misiniz?» Onlar da: «Evet..» diye cevap verince, Resûlüllah (A.S.) devamla buyurdu ki: «Şüp­hesiz ben sizi, önünüzdeki elim ve şedîd bir azaba karşı uyarıyorum.» Bunun üzerine Ebû Leheb [6] şöyle dedi: «Bizi bunun için mi topladın?! A elleri kuruyasıcı..»

O sebeple Tebbet Sûresi indi. [7]

Müslim'in İbn Abbas (R.A.)dan yaptığı rivayete göre, adı gecen şöy­le haber vermiştir: «En yakın hısımlarını (bulundukları yolun eğri olduğu hakkında) uyar!» [8]mealindeki âyet inince, Resûlüllah (A.S.) gelip Safa Tepesİ'ne çıktı ve şöyle seslendi: «Ya sabahah! (vah sabahın musîbet ve afeti!)» Bu çağrı üzerine Kureyş Kabilesi mensupları: «Bize seslenen kimdir?» diye sordular. «Muhammed'dir..» denilince. Ona yaklaşıp toplan­dılar. Hz. Peygamber (A.S.) söze şöyle başladı: «Ey falan oğulları, ey fa­lan ve filân oğulları! Ey Abdimenaf oğulları. Ey Abdülmuttalib oğullan! Hepsi de yerlerini alıp toplandılar. Resûlüllah (A.S.) onlara hitapla şöyle buyurdu : «Ben size şu tepenin arkasından üzerinize bir süvari birliğinin (saldırmak üzere) çıkmakta olduğunu haber versem, beni tasdik eder mi­siniz?» Onlar da hep bir ağızdan: «Biz senin yalan söylediğine hiç şa­hit olmadık» diye cevap verdiler. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz asıl tebliğ et­mek istediğini şöyle ifade etti: «Şüphesiz ben sizi, önünüzdeki şiddetli azaba karşı uyaran bir elçiyim.» Ebû Leheb: «A elleri helak olup kuruya­sıcı! Bizi bunun için mi buraya topladın?» dedi ve kalkıp gitti.

Bu olay üzerine Tebbet Sûresi indi. [9]

 

İlgili Hadîs

 

İbn Ebî Hâtim'in ve Ebû Zerâ'nın yaptığı rivayete göre, Esma bint Ebû Bekir Sıddîk (R.A.) şöyle demiştir: «tebbet yeda ebi lehebîısl sûresi inince Ümmu Cemil bint Harb, [10] elinde dibek taşı olduğu halde yaygara kopararak geldi. Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ise o sırada Mes-cid-i Haram'da Ebû Bekir (R.A.) ile beraber oturuyordu. Ebû Bekir (R.A.) o kadının geldiğini görünce: «Ya Resûlellah! Ümmu Cemîl geliyor; seni görmesinden endişe duyuyorum» dedi. Resûlüllah (A.S.) ona: «Şüphen ol­masın ki, o beni göremez» buyurdu ve Kur'ân'dan âyetler okuyarak Allah Kelâmına sığınıp sarıldı. Nitekim Cenâb-ı Hak: «Kur'ân'ı okuduğun za-

man seninle âhirete inanmayanlar arasına görünmez bir perde yerleşti­ririz..» [11] buyurmuştur. Derken Ümmu Cemil gelip Ebû Bekir'in (R.A.) üze­rinde dikilip durdu; fakat Resûlüllah'ı (A.S.) göremedi. Bunun üzerine EbÛ Bekir'e şöyle dedi: «Ya Ebâ Bekir! Haber aldığıma göre, senin arkadaşın beni hicvetmiştir.» Ebû Bekir (R.A.) ona : «Hayır, şu Bey t1 in Rabbısı hakkı için O seni hicvetmem iştir.» Bunun üzerine Ümmu Cemîl arkasını dönüp giderken şunları fısıldıyordu : «Kureyş çok iyi bilir ki ben onların efendi­sinin kızıyım.» [12]

Hafız Ebû Bekir Bezzar da bu manâda bir rivayet tahrîc etmiştir.[13]

 

Ebû Leheb, Hakkı Şiddetle Red Ve İnkâr Konusunda İbretli Bir Misaldir

 

İnsanın içini dolduran, kalbini feyizlendirip Hakk'a çeviren, kafasını aydınlatan vicdanını serinleten ne maldır, ne de makam ve servettir. Zira bunların hepsi dünya hayatıyla ilgili birer geçimliktir. Ölüm olayıyla sona ermekte ve atılan sert bir cisimden dolayı su üzerinde belirip birbirini izleyerek büyüyen halkalar misali, bir süre sonra kaybolmakta ve belirsiz hale gelmektedir. İnsanın içini ve dışını gerçek anlamda aydınlatıp dol­duran ve kalıcı mutluluğu vaadeden tek şey, Allah'a dosdoğru imân ve sâlih amellerdir. Zira sonsuza dek insan ruhuyla beraber yaşayacak olan cevher, sözü edilen imân ve onun ürünü olan iyi-yararlı amellerdir.

Resûlüllah (A.S.) Efendimiz aldığı emir ve yüklendiği görevi gereği hakkı temsîl ediyordu. Teblîğ ve irşad düzeyinde bu rahmeti yansıtıyor ve ebediyet nefhasını kalplere duyurmaya çalışıyordu.. Şüphesiz O, bu yüce ve kutsal görevini yerine getirmeğe adım atarken, ilâhî direktif üzerine önce kendi yakınlarını Hakk'a ve O'nun son dinine davetle işe başlamış­tır. Zira bir peygamberin küfür ve ahlâksızlığın kökünü kazıyabilmesi, az­gınlık ve haksız tecavüzleri durdurabilmesi için kendisini destekleyecek, hiç değilse himaye edecek, vaki saldırılara engel olacak tarafdarlarına ih­tiyaç vardır. Kavim ve aşîreti, hısım ve yakınları bu taraf darlarının en ön­de geleni ve en tesirlisidir.

Nitekim Nûh Peygamber'in (A.S.) kendi aşîreti olmasaydı, çok inatçı, alaycı ve azgın kavmi tarafından ya öldürülür, ya da ülkesinden, Öz yur­dundan kovulurdu.

Şuayb Peygamber'in (A.S.) durumu ondan farksız. Nitekim Hûd Sûre-si'nde Hz. Şuayb'ın bu durumu konu edilirken şöyle bilgi verilmektedir: «Dediler ki: Ey Şuayb! Biz senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve biz seni aramızda zayıf olarak görüyoruz. Kabilen olmasaydı elbette seni taşlardık. Hem sen bizim yanımızda pek aziz, itibarlı, üstün bir kimse de değilsin.»

Şuayb Peygamber'in onlara verdiği cevap:

«Ey kavmim, dedi, size göre kabilem Allah'tan daha mı azizdir ki, O'nun (buyruklarını) arkanıza attınız? Rabbım elbette sizin yapageldiğinizi (ilmiyle) kuşatmıştır.» [14]

İbrahim Peygamber, (A.S.) babası ve yakınları Onu himaye etme­dikleri ve desteklemedikleri için, azgın müşrikler tarafından ateşe atılmış ve sonra ilâhî mu'cizenin tecellisiyle ateşten kurtulmuşsa da artık kendi ülkesinde barınma ve tebliğ ile irşad hizmetini sürdürme imkânı kalma­dığından yurdunu terketmek zorunda kalmıştır. Musa Peygamberin (A.S.) İsrail oğulları arasında büyük nüfuzu ve göz dağı olacak kadar çevresi vardı. O bakımdan her zaman ağırlığı hissedilir durumda idi. Bu sebeple o, milleti uzun yıllar sevk ve idare edebilmiş; aynı zamanda çoğunun Tev­rat'taki ahkâma uymasını, ona göre amel etmesini sağlamıştır.

İsa Peygamber, (A.S.) Havarilerden başka candan yardımcı ve des­tekçisi olmadığından idama mahkûm edilmişse de Allah'ın yüksek inayet ve yardımıyla o badireden kurtarılarak göğe yükseltilmiştir.

Son Peygamber Hz. Muhammed'in (A.S.) durumu çok daha farklı ve değişik idi. O yalnız Kureyş Kabilesi'ne veya Arap Yarımadası'ndaki halka gönderilen bir peygamber değil, bütün kavim ve milletlere kıyamete ka­dar gönderilen tek peygamberdir. Bu bakımdan O yalnız Arapları değil, bü­tün dünya milletlerini ve her çeşit bâtıl inancı karşısına alarak sahneye adım atmıştır. Mekke'nin hatırı sayılır iki güçlü aile ve aşireti olan Hâşim Oğulları ile Muttalib Oğulları bulunuyordu ki, Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bunlara mensup idi. Sözü edilen iki aileden parmakla gösterilecek kadar az kişi İslâm'ı din olarak seçerken gerisi putperestlikte ısrar etmekteydi. Ne var ki diğer kabile ve aşiretler Resûlüllah'a (A.S.) karşı çıkıp Onu yü­ce dâvasından vazgeçirmeye çalışırken fiilî bir tecavüzde bulunmaya ce­saret edemiyorlardı. Zira özellikle o çağda Arap Yarımadası'nda kabile ve aşiretler bünyesinde yer alan ailelerin birbirlerini koruyup destek sağlama­sı, vaki tecavüzleri durdurması bir vecibe idi. O sebeple Hâşim ve Mutalib Oğulları Hz. Muhammed'i (A.S.) koruyor; neşrine memur kılındığı İslâm'ı din olarak reddetmelerine rağmen diğer kabile ve aşiretlerin Ona saldır­masına asla izin vermiyorlardı. Aksi halde Resûlüllah'ın (A.S.) Mekke'de 13 yıl tebliğ ve irşadda bulunması, zahirî yönüyle pek mümkün olamazdı.

İşte ilk adımda yakınlarını İslâm'a davetinin de bir anlamı bu sebep ve hikmete dayanmakta idi.

Ebû Leheb ve eşi Ümmu Cemîl'in bir numaralı İslâm düşmanları Qra-smda yer almaları bile Hâşim ve MuttaMb Oğullan'nın kavim ve aşiretlik ilgisini koparamıyordu. Ancak bu iki müşrik, Resûlüllah'a hısım olmakla beraber çok aşırı gittiklerinden ve kendilerinden beklenmiyen bir tuğ/an havasında Resûlüllah'ı (A.S.) dilleriyle rahatsız ettiklerinden dolayı hakla­rında «Tebbet» fiiliyle başlayan özel bir sûre inmiştir. Şüphesiz Cenâıb-ı Hak bu âyetlerle Ebû Leheb'in helak olduğunu ve ikinci defa «tebbe» fiilini getirmekle, onun geleceğinin karanlık bulunduğunu, hidâyete ermiye-ceğini, eşiyle birlikte ebedî bir azap içinde kalacaklarını beyân buyurdu. Kendi hışmına inanmamakla kalmayıp edep ve terbiye sınırlarını aşaciak şekilde dil uzatmaları ilâhî gazabın inmesine sebep olmuş ve böylece ken­dilerinden sonrakilere ibretli birer misai teşkil etmişlerdir. [15]

 

Mal Ve Kazanç Kurtarıcı Olamaz

 

Ne mal ona fayda verdi, ne de kazandığu

Mal ve servet ister mîras yoluyla, ister çalışıp kazanmakla sağlanrruş olsun, ilâhî murada, yani O'nun hazırladığı hayat sistemine göre değer­lendirilmediği ve ona göre harcanmadığı takdirde âhiret gününde vebal ve azap olmaktan başka hiçbir şeye yaramaz. Zira bir edibin de ded jğj gibi: «Mal ve evlât birer emanettir. Birgün mutlaka bu emanetler geri verilecektir.» Onları, gerçek sahibi olan CenâbHakk'ın rızası doğrultu­sunda korumak ve yine tertemiz olarak O'na teslim etmekle yükümlüyüz.

Böylece malına ve kazancına güvenip asıl kalıcı saadet vaaden çağrıya kulaklarını ve kalbini tıkayan Ebû Leheb'in çok aklandığı verilmekte ve o tiynette olanlar uyarılmaktadır.

Ebû Leheb'in inanmayacağını ve küfür üzere öleceğini ezelî ilmiyle tesbit,eden Cenâb-ı Hak, onun âhiretteki ve Berzah Âlemi'ndeki durum u-nu açıklayarak : «Alev alev yükselen ateşe varıp girecek..» buyurmaktad m

CenâbHakk'ın bu acık ve kesin beyânı aynen gerçekleşmiş; Leheb azgın ve şaşkın bir kâfir olarak ölmüş; ne güvendiği malı, ne de evlâdı onu bu elîm akıbetten kurtaramamış; yüzünün rengine, kalbinin kin ve inkârına uygun bir azaba sevkedilmiştir. [16]

 

Ebû Leheb'in Eşi Ümmu Cemil

 

Mekke'de Hz. Muhammed'in (A.S.) risaletine tahammül edemiyen ve bir an önce Onun vücudunu ortadan kaldırmanın gereğini düşünenlerir başında gelenlerden biri de Ebû Süfyan ailesi idi. Gerek kendisi, gerekse eşi ve kız kardeşi düşmanlıkta çok ileri gitmiş bulunuyordu.

İşte âyette «Karısı da (aynı ateşe) odun taşıyıcı olacak» diye vasfedi­len kadın, aynı zamanda Ebû Süfyan'ın kız kardeşidir. [17]

 

Odun Taşıyıcı

 

Bu kadına «odun taşıyıcı» denilmesi, çok anlamlıdır. Boynunda bü­kük bir urgan olduğu halde bu hammallığı yaptığı ve yapmakta olduğu, ileride de bunu yapacağı söz konusudur. Ancak cümle burada hakiki ma­nasına mıdır, yoksa bir benzetme mi söz konusudur? Şüphesiz benzetme çok belîğ ve vecizdir. O kadının karakteri, ahlâkı, inancı ve sosyal hayatı hakkında birtakım ana fikirler ve ip uçları verilmektedir. Şöyle ki:

a) İnsanlar arasında dedikodu yaparak söz götürüp getirdiğinden ve üstelik bu dedikoduyu Hz. Peygamber {A.S.) ve İslâmiyet aleyhine yürüt­tüğünden hakkında bu sıfat kullanılmıştır. Zira Araplar «Falan filâna karşı odun topluyor» dedikleri zaman, onun söz götürüp getirdiğini kasdetmiş olurlar.

b) Saîd b. Cübeyr'e göre: Bu sıfattan maksat, düşündürücü bir ben­zetmedir. Hatâ ve günahlar, sırtta taşınan oduna benzetilmiştir. Öyle ki, adı geçen kadın, İslâm'a ve Peygamber'e (A.S.) kin, nefret, hakaret kus­tuğu için devamlı vebal ve günah taşımak suretiyle yükünü ağırlaştırı-yordu.

c) Onun bu tutum ve tavrına ceza olarak âhiret gününde sırtında kü­für ve vebal yükü bulunduğu halde boynuna Cehennem halatı takılacak.

d) Tabiîn'den Saîd b. Müseyyeb diyor ki: «Ümmu Cemil'in boynun­da çok kıymetli taşlarla süslü bir gerdanlık bulunuyordu. Hz. Peygamber'e (A.S.) karşı iyice kin ve nefret duyguları kabarınca şöyle yemin etmiştir: «Lât ve Uzza'ya and olsun ki, bu gerdanlığı satıp Muhammed'e olan düşmanlığım uğrunda harcayacağım.» O yüzden âhiret gününde onun bu ger­danlığı ateşten bir urgan olup boynuna sarılacak.

Gerçekten ceza amelin cinsindendir ve İslâm Peygamberi'ne düşman­lıkta çok ileri giden Ümmu Cemil bir misaldir. Cenâb-ı Hak, inkarcı kin­cileri bununla uyarmakta ve ölmeden önce sırtlarındaki odun yükü misali küfür, günah ve vebal yükünü atmalarını istemektedir.[18]

.

Tebbet Süresiyle İhlâs Sûresi Arasındaki Münasebet :

 

Tebbet Süresiyle, Tevhîd İnancı'ndan kopup Allah'a ortak koşan, o yüzden kendi elleriyle yontup şekillendirdikleri putları da ilâh kabul eden ve bu duygu ve çarpık inançla hakka karşı çıkan bir ailenin hazîn sonu tas-vîr edilerek inkarcı sapıklar uyarıldı.

İhlâs Sûresi'yle, Tevhîd İnancı'nın özü ve mayası işleniyor ve bu doğ­rultuda CenâbHakk'ın birliğine delâlet eden dört sıfata yer verilerek her türlü küfür, şirk ve yanltş akide reddediliyor.

Bu sûrenin de tefsirini bize müyesser kılan CenâbHakk'a sonsuz hamd-u senalar; İslâm düşmanlarına karşı dayanma gücünü ortaya koyup uzun yıllar seviyeli mücadelede bulunan ve sırası gelince düşmanlarını affetmesini bilen Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun.[19]

 



[1] Tefsîr-i  Kurtubî : 20/234

[2] Şevkanî/Fethülkadîr : 5/511

[3] Tefsîrü'l-Keşşaf:  4/813

[4] Lübabu't-te'vîl: 4/424

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7060.

[5] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7060.

[6] Ebû Leheb: Resûlüllah'm (A.S.) amcalarından biridir. Asıl adı, Abdüluz-za; künyesi, Ebû Leheb'dir. Yüzü fazla parlak ve kırmızıya yakın bir renk ta­şıdığından kendisine bu künye verilmiştir.

[7] Buharî/tefsîr-i sûre: 34- Tirmizî/tefsîr-i sûre:  111- Ahmed:  1/281, 307

[8] Şuârâ Sûresi: 214

[9] Sahîh-i Müslim/imân : 353, 355- Tirmizî/tefsîr-i sûre : 26- Ahmed : 3/476-5/60

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7061-7062.

[10] Ümmu Cemil, Ebû Süfyan'ın kız kardeşi olup Resûlüllah'm amcası Bbtt Leheb ile evli bulunuyordu.

[11] îsrâ Sûresi:  45

[12] Şevkani, Fethu’l-kadir: 5/513.

[13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7062-7063.

[14] Hûd Sûresi:   91,  92

[15] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7063-7065.

[16] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7065-7066.

[17] Bilgi için bak : Pethülkadîr : 5/512

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7066.

[18] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7066-7067.

[19] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7067.