İHLÂS SÛRESİ 2

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu : 2

Meali: 2

İniş Sebebi 2

İlgili Hadisler. 3

İhlâs Sûresi Kur'ân'ın Üçte Birinin Özetidir. 4

Açıklama : 4

Cenâb-ı Hakka Has Bir Sıfat: Ahad. 5

Allah Samed'dir. 5

Cenâb-ı Hak Doğurmamıştır, Doğurulmamıştır. 6

Allah'ın Dengi, Benzeri Yoktur. 6

Allah'ın Ezelî Ve Ebedî Olduğunu Belirleyen Dört Sıfat 6

İhlâs Sûresi'yle Falâk Sûresi Arasındaki Münasebet: 7


İHLÂS SÛRESİ

 

İbn Mes'ûd, et-Hasan, Atâ\ İkrime ve Câbir'e göre, Mekke'de; Kata-de, Dahhak, Süddî ve bir rivayette İbn Abbas'a (R.A.) göre, Medine'de in­miştir.[1]

Allâme Zemahşerî'nin tesbitine göre : Nâs Sûresi'nden sonra inmiş­tir.[2]

Sûrenin birçok isimleri vardır; ama daha çok   «Tevhîd   Akidesi»nde İhlasın söz konusu olduğundan, ona İhlâs Sûresi denilmiştir,

Âyet   sayısı      :   4

Kelime     »         : 15

Harf         »         : 47  [3]

Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu :

 

CenâbHakk'ın varlığı, birliği konu edilmekte ve bunun gereği olan dört sıfatına yer verilerek aydınlatıcı bilgi verilmektedir.[4]

 

Meali:

 

1- De ki: O Allah Bir'dir.

2- Allah dâimdir, mutlak anlamda ihtiyaçsızdır, her şey O'na muh­taçtır.

3- Doğurmamıştır, doğurul mam ıştır.

4- Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir (ve olamaz da)

.

İniş Sebebi

 

Buharı kendi tarihinde, İmam Ahmed kendi Müsned'inde, Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Huzayme, İbn Ebî Âsim kendi eserlerinde, Beğavî kendi Mu'cem'inde, İbn Münzir, Ebû'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî'nin Ubeyd b. Kâb (R.A.) dan yaptıkları rivayete göre :

«Müşrikler, yani putları da ilâh kabul edip Allah'a ortak koşanlar, Hz. Peygambere (A.S.) dediler ki: «Ya Muhammedi Rabbını bize vasfedip nesebinin ne olduğunu anlat.» Bunun üzerine Cenâb-ı Hak kul huval-lahu ahad sûresini indirdi.» [5]

Şüphesiz doğan her şey ölüme mahkûmdur ve ölen her şeye de baş­kası vâris olur. Cenâb-ı Hak ise, ezelî ve ebedîdir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır ki ölüm olayıyla yüzyüze gelsin. Ölmeyecek ki başkası O'na vâris olsun.

İhlâs Sûresi'yle bu incelik yansıtılmakta ve Tevhîd İnancı'nın ihlâs düzeyinde korunması emredilmektedir.

Ebû Ya'lâ, İbn Cerîr, İbn Münzir, Taberânî, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin Câbir (R.A.)dan yaptıkları rivayete göre: «Bedevilerden biri Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi ve şöyle dedi: «Bize Rabbınızın nesebini anlatır mısın?» Bunun üzerine İhlâs Sûresi indi.» [6]

İmam Süyûtî bu hadîsin isnadını hasenlemiştir.

İbn Cerîr'in İbn Humayd tarikiyle Saîd'den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle haber vermiştir: «Yahudilerden bir grup adam, Hz. Peygam-ber'e (A.S.) gelerek dediler ki: «Ya Muhammedi Allah halkı yaratmış, ya O'nu kim yaratmıştır?» Onların bu şuursuzca sorusuna çok öfkelenen Re­sûlüllah (A.S.)ın rengi değişti. Sonra da Rabbından yana gayret-i diniyesi kabardı ve yerinden kalkıp onların üzerine yürüdü. Derken Melek Cebrail geldi. Onu sakinleştirdi ve: «Ya Muhammedi Kanadını alçalt (öfkeni yen). Onların sorduğuna karşılık Allah'tan cevap geldi ve Allah'ın şöyle buyurdu­ğunu bildirdi: kul huvallahu ahad.. (sûresini okudu).»

Peygamber (A.S.) o yahudi grubuna bu sûreyi okuyunca, bu defa on­lar : «Ya Muhammedi Şimdi de bize Rabbını vasfedip anlat: Hilkati, pa-zusu, kolu., nasıldır?» diye bir soru yönelttiler. Peygamber (A.S.) bir ön­cekinden fazla öfkelendi ve yerinden kalkıp onlara doğru süratle yürü­dü. Derken Melek Cebrail geldi, ilk tavsiyeyi yaptı ve onların sorduğuna cevabı da getirmiş oldu. O da şu âyettir: “(Yahudiler), Allah insana hiçbir şey indirmemiştir, diyerek Allah'ın kadr-u kıymetini, azamet ve kudretini bilip anlayamadılar”[7]

 

İlgili Hadisler

 

Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) diyor ki:

«Bir adam başka bir adamın İhlâs Sûresi'ni tekrar tekrar okuduğunu duyuyor ve bu sebeple onun kıraatini ozımsıyor. Sabah olunca Resûlül­lah (A.S.) Efendimiz'e gelip durumu anlattı. Resûlüllah (A.S.) ona: «Ca­nımı kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, bu sûre Kur'ân'm üçte bi­rine denk gelir» diye buyurdu.»[8]

Diğer bir rivayette deniliyor ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ashabına şöyle buyurdu : «Sizden biriniz bir gecede Kur'ân'm üçte birini okumaktan acizlik gösterir mi?» Bu söz ashaba ağır geldi ve şöyle dediler: «Ya Re-sûlellah! Bizden kim buna güç getirebilir?» Resûlüllah (A.S.) Efendimiz onlara : «Kul Huvallahu Ahad.. Kur'ân'ın üçte birine muâdildir» buyur­du.»[9]

Ebû Derdâ (R.A.)den yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle buyurduğu haber verilmektedir:

«Şüphesiz Cenâb-ı Hak Kur'ân'ı üc kısma ayırmış bulunuyor: Kul Hu­vallahu Ahad onun üc kısmından biridir.»[10]

Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz çıkageldi ve şöyle buyurdu : «Size Kur'­ân'm üçte birini okuyacağım!» Sonra da Kul Huvallahu Ahad Sûresini so­nuna kadar okudu.»[11]

Kudsî Hadîs:

Aziz ve Celîl olan Allah buyurdu: «Ademoğlu beni yalanladı; bu onun hakkı değildir. O bana sövüp saydı; bu da onun hakkı değildir. Beni ya­lanlaması, «Artık öldükten sonra O beni hayata geri cevirmeyecektir» de-mesidir. Oysa ilk yaratmak, onu öldükten sonra tekrar hayata döndür­mekten bana daha kolay değildir. Onun bana sövüp sayması şöyle de-mesidir: «Allah oğul edindi.» Oysa Ben bir olanım; hiçbir şeye ihtiyaç duymam. Doğurmadım ve doğurulmadım. Hiçbir şey bana denk, (ortak ve benzer) olamaz.»[12]

Hz. Aişe (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz bir adamı bir müfrezenin başında bir ta­rafa gönderdi. O da arkadaşlarına Kul Huvalfahu Ahad ile (bütün namaz­ları kıldırmayı) âdet edindi. Müfreze dönünce durumu Resûlüllah'a (A.S.) arzetti. Resûlüllah (A.S.) onlara: «O adama bir sorun, niçin böyle bir uy­gulamada bulunuyor?» Sordular; o. da şu cevabı verdi: «Bu sûre Rahman olan Allah'ın sıfatıdır. O bakımdan onu okumayı seviyorum.» Bunun üze­rine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Kendisine haber verin ki, Allah da onu seviyor.» [13]

Enes (R.A.) diyor ki:

«Ensar'dan bir adam, Küba Mescidi'nde cemaate imamlık ediyordu. Ancak onlara kıldırdığı her namazda ne okuyacaksa, ondan önce İhlâs Sûresi'ni okuyordu. Öylece (diğer sûre ve âyetlere) başlayıp okuyor ve her rekâtte bunu böyle uyguluyordu. Cemaati ona : «Sen bu (İhlâs) sü­resiyle başlayıp okuyorsun, sonra da onunla yetinmeyip bir diğer (sûreyi) okuyorsun. Ya yalnız İhlâs'ı oku, ya da onu bırak başka bir sûre oku» dediler. O da onlara: «Ben İhlâs Sûresi'ni terkedecek değilim. İsterseniz size bu şekilde imamlık ederim, istemezseniz, imamlığı bırakırım» dedi. Cemaat ise bu hususta onu kendilerinden üstün gördükleri için başkasının imamlık yapmasını hoş ve uygun görmüyorlardı. O bakımdan Peygam-ber'e (A.S.) geldiklerinde durumu Ona bildirdiler. Peygamber (A.S,) o ada­ma : «Arkadaşlarının sana tavsiye ettiğini yerine getirmekten seni alıkoyan şey nedir? Hem her rekâtte bu sûreyi iltizam etmene seni iten sebep ne­dir?» diye sordu. Adam şu cevabı verdi: «Ya Resûlellah! O sûreyi çok se­viyorum.» Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «İh­lâs Sûresi'ni sevmen, seni Cennet'e sokacaktır.» [14]

Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.) diyor ki:

«Ashabdan Katade b. Numân (R.A.) bütün bir gece Kul Huvallahu Ahad Sûresi'ni tekrarlayıp durdu. Onun bu durumu ve tutumu Resûlüllah'a (A.S.) bildirilince, şöyle buyurdu: «Canımı kudret elinde tutan zata yemin ede­rim ki, bu sûre Kur'ân'ın yarısına veya üçte birine denk gelir.» [15]

Ubey b. Kâb (R.A.) veya Ensar'dan bir adam diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Kul Huvallahu Ahad Sûresi'ni okuyan kimse, Kur'ân'ın üçte birini okumuş gibi olur.» [16]

İmam Mâlik'in yaptığı rivayete göre, Ebû Hüreyre (R.A.) şöyle demiş­tir: «Resûlüllah (A.S.) ile birlikte geliyorduk. Derken bir adamın Kul Hu­vallahu Ahad Sûresi'ni okuduğunu duydu ve şöyle buyurdu: «Vacip oldu!» Ben de: «Ya Resûlellah! Ne vacip oldu?» diye sordum. Buyurdu ki: «Cennet vacip oldu (ona).»[17]

Muâz b. Habîb'in babası şöyle demiştir:

«Hem susadık, hem de karanlıkta kaldık. Bu arada Peygamber'in (A.S.) gelip bize namaz kıldırmasını bekledik. Az sonra Peygamber (A.S.) çıka-geldi ve benim elimden tuttu da şöyle buyurdu : «Söyle!» Ben sustum, bir şey demedim. O yine : «Söyle!» diye emretti. Ben de: «Ne söyleyeyim?» diye sordum? Buyurdu ki: «Her gün akşamlayın ve bîr de sabahleyin üçer defa Kul Huvallahu Ahad ve Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i oku. (Evet) her gün iki defa okuman sana yeter.» [18]

Muâz b. Enes el-Cühenî'nin babasından yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur: «Kim, Kul Huvallahu Ahad Sûresi'ni sonuna ka­dar on defa okursa, Allah onun için Cennet'te bir saray yapar.»

Bunun üzerine Ömer (R.A.):

O takdirde biz bunu çokça okur, sarayların çoğalmasını arzularız» dedi. Resûlüllah (A.S.) ona : «Allah daha fazla çoğaltandır ve daha güzeli­ni verendir.» [19]

Hz. Aîşe (R.A.) diyor ki:

«Resûlüllah (A.S.) Efendimiz her gece döşeğine uzanacağı zaman iki avucunu birleştirip üflerdi: Kul Huvallahu Ahad'ı ve Kul Euzü Bi-Rabbi'l-Falâk ile Kul Euzü Bi-Rabbi'n-Nâsi sûrelerini okur, avucuna üfler ve önce başına ve yüzüne sürmek suretiyle bedeninin her tarafına dokundurur ve bunu üç defa tekrarlardı.» [20]

 

İhlâs Sûresi Kur'ân'ın Üçte Birinin Özetidir

 

İhlâs Sûresi, «Tevhîd İnancı»nın özünü ve mayasını oluşturmaktadır. O bakımdan bu sûreyle her çeşit küfür, inkâr, şirk ve CenâbHakk'a ya­kışmayan sıfatlar reddedilmekte, ezelî ve ebedî kudret sahibi olan Allah'ın varlığı ve birliği en anlamlı ve kâmil mânada kalp ve kafalara işlenmek­tedir.

Bunun için İslâm'da ve Kur'ân'da İhlâs Sûresi'nin ayrı bir yeri ve bü­yük önemi söz konusudur. Kur'ân-ı Kerîm iyice incelendiğinde, üçte birinin «Tevhîd İnancı»yla, ilâhî isim ve sıfatlarla, buna ters düşen çarpık akide ve görüşleri redle içice olduğu görülür.. Hadîste ifadesini bulduğu gibi, «İhlâs Sûresi, Kur'ân'ın üçte birine denktir» sözü, üzerinde dikkatle duru­lacak bir gerçeği yansıtmakta ve bu sûrenin taşıdığı mâna ve hükümlere daha ciddi yönelmemizi ilham etmektedir. Böylece İhlâs Sûresi'ni sözü edilen açıdan tefsîr edebilmek için birkaç cilt olacak bir emeğin ortaya çıkacağını unutmamak gerekir.

Hiç şüphe yok ki, İhlâs Sûresi, kâinatın denge ve düzeninin formülü; onun bir bütünlük içinde hareketinin plânı, ilâhî vahdaniyetin beyanı ve CenâbHakk'ın tek tasarruf sahibi bulunduğunun programıdır. O bakım­dan ashab ve tabiînden birçok ilim adamı, göklerle yerin İhlâs Sûresi üze­rine kurulduğunu belirtmiştir. O nedenle bu sûre kâinatta mutlak su­rette hâkim olan ilâhî tasarrufu yansıtmakta ve Allah'ı, kemâl sıfatlarıyla bilmenin anahtarını vermektedir.

İhlâs Sûresinin bu kadar geniş konuları içerip Kur'ân'ın üçte birini özetlediğini dikkate alanlar onun yirmi kadar ismini tesbit etmişlerdir. Nitekim Fahruddin Râzi onları şöyle sıralamıştır:

1- Tefrîd           Sûresi

2- Tecrîd               »

3- Tevhîd              »

4- İhlâs                 »

5- Necat               »

6- Velayet             »

7- Nisbet              »

8- Marifet             »

9- Cemal               »

10- Mukaşkışa        »

11- Muavvize          »

12- Samed              »

13- Esas                 »

14- Mania               »

15- Muhzar             »

16- Müneffere         »

17- Beraet              »

18- Müzekkire        »

19- Nûr                   »

20- Emân                »

Açıklama :

 

Tefrîd: Allah'ı birleyip eşi, ortağı olmadığını vurgular.

Tecrîd: CenâbHakk'ı, kendisine yakışmayan, zat-i ulûhiyetine ters düşen bütün sıfat ve benzerlerden ayırıp O'nu kudretinin sınırsızlığına ya­kışan sıfatlarla belirler.

Tevhîd: CenâbHakk'ın varlığını, birliğini, eşsizliğini, ortaktan ve yar­dımcıdan beri olduğunu isbatlar.

İhlâs: Sadece CenâbHakk'ın selbî sıfatlarıyla anılmasını emreder. Zira bu sıfatlar O'nun Celâline yakışan sıfatlardın yakışmayan bütün sı­fatları selb edip atar.

Aynı zamanda bu sûredeki beyâna inanıp benimseyen kimse, Allah'ın dininde ihlâs {samimiyet, ciddiyet) üzere olur. Bu inançla ölen kimse Ce-hennem'den kurtulur.

Necat: Okuyup dosdoğru imân edeni, dünyada küfür ve şirkten; âhi-rette de ateşten kurtarır.

Velayet: Bu sûreyi edeple okuyan kimse Allah'ın dostlarından olup velayet makamına yükseltilir.

Nisbet: Allah'ın nesebini soranlara en susturucu ve doyurucu cevap olur.

Marifet: Allah'ı bilmek ancak bu sûreyi bilmekle tamamlanır ve O'nun varlığı, birliği bu sûreyle özetlenip kalplere işlenir.

Cemâl: Allah hep Cemil'dir, zatına has güzelliktedir ve güzelliği se­ver. Bu sûreyle O'nun güzelliği hem yansıtılır, hem de o güzelliğin tecel­lisine mazhar olmamız istenir.

Mukaşkışa: Bu sûreyi bilip anlayan kim’e, şirk ve nifak hastalığın­dan beri olur. Bu hususta manevî şifaya kavuşur.

Samed: Bu sûre ile Allah'ın mutlak ganî olduğu, hiçbir şeye ve şah­sa muhtaç olmadığı ve her şeyin aralıksız O'na muhtaç durumda olduğu vurgulanır.

Esas: Göklerle yer bu sûrenin esası üzerine kurulmuştur. Öyleki «Tev­hîd» kâinatın temeli ve hikmeti kılınmıştır. Nitekim Cenâb-ı Hak bu inceli­ğe değinerek, «Tevhîd»e ters düşen akidenin ne kadar şuursuzca, bilgisiz­ce bir yakıştırma olduğunu .şöyle açıklamaktadır: «Rahman (olan Allah) çocuk edindi» dediler. And olsun ki çok çirkin ve de büyük bir söz ortaya attınız. Neredeyse Rahmân'a çocuk İsnad etmelerinden dolayı gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp çökecek!» [21]

Mâniâ: Bu sûreyi okuyup gereğince amel edene kabir azabı dokun­maz ve Cehennem kokusu ona uzanmaz. Çünkü bu sûre onlara engel olur.

Muhzar: Bu sûre okununca melekler hazır olup onu kemâl-i edeple dinlerler.

Müneffere: Bu sûre okunmaya başlanınca şeytan oradan uzaklaşır.

Beraet: Bu sûreyi okuyan bir adam için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz : «Gerçekten bu adam şirkten (Allah'a ortak koşmaktan, O'nu inkâr etmek­ten) beri oldu» buyurmuştur. Aynı zamanda bu sûreyi okuyup gereğince amel edene ateşten kurtulma beratı verilir.

Müzekkire: Bu sûre, okuyucusuna ve dinleyicisine hâlis, katıksız «Tevhîd»i hatırlatır.

Nûr: Bir olan, eşi, dengi, ortağı, benzeri olmayan Cenâb-ı Hak gök­lerin ve yerin Nûr'udur. Böylece «Tevhîd», kâinatın temeli olduğu gibi, nuru da bulunuyor.

Emân: Kudsî Hadîs'te Şanı Yüce Allah buyurdu : «Kulum lâ ilahe illallah deyince benim kafeine girmiş olur. Artık kim benim kal'eme gi­rerse azabımdan emin olur.»[22]

 

Cenâb-ı Hakka Has Bir Sıfat: Ahad

 

«De ki:O Allah Bir'dir.»

«Bir»dir diye çevirisini yaptığjmız «ahad» ancak sıfat olarak Cenâb-ı Hak hakkında kullanılır. Öyle ki, «Allahu Ahad» denilir, «Resulün Ahad», «dîrhemün ahad» denilmez. Sadece «Resulün vâhid», «dirhemün vâhid» de­nilir. Nitekim Ebûlbaka'ya göre, «ahad» kelimesinin hemzesi aslîdir, yani kelimenin kendisindendir. «Vâhid»de tahsîs yoktur, ama «ahadsda tahsis vardır. Şöyle ki: «Lâyukavimuhu vâhidün» denilince, «Bir kişi ona muka­vemet edemez» demek olur. Böylece iki veya daha fazla kişinin ona mu­kavemet edeceği hemen zihnimizde belirir. Ama «Lâ yukavimuhu ahadün» denilince, «Hic kimse ona mukavemet edemez» manâsı ortaya çıkar. Hem «vâhid»  sayılara girmekte,  «ahad»  girmemekte, birler basamağında yer almamaktadır. Aynı zamanda âyette «ahad» kelimesinin nekre (belirsiz) kullanılması üzerinde durularak «es-Samed» sıfatının mârife (belirli) kul­lanılmasına nisbetle ayrı bir mâna ve hüküm taşıdığı söz konusudur. Şöy­le ki: «Ahad», zât-i ilâhîye has olup başkası hakkında pek kullanılmadığı için belirsiz getirilmiştir. Samed sıfatı az değişik mânayla insanlar hak­kında da kullanıldığı için belirli olarak kullanılmıştır.[23]

 

Allah Samed'dir

 

Cenâb-ı Hak mutlak anlamda «samed»dir. Haeetler hissedildikçe O'na baş vurulur; ihtiyaç doğdukça O'nun kapısına yönelinir ve O, bütün hacet­leri noksansız karşılama kudretine sahiptir. Nitekim İbn Abbas (R.A.) ile Dahhak de bu sıfatı belirttiğimiz şekilde yorumlamıştır.

Bununla beraber bu sıfatı az farklı şekilde manalandınp yorumlayan­lar da olmuştur:

1- Sıkıntılı ve darlıklı günlerde, ihtiyaçların arttığı dönemlerde ken­disine baş vurulan seyyid (efendi, ileri gelen)...

Zira bu mânâ ile «samed» insana sıfat olmaktadır.. Aynı zamanda o seyyidin de öyle günlerde baş vurmak isteyeceği bir merci söz konusudur.

2- Dâim ve baki olan.

3- Ubey b. Kâb'e (R.A.) göre : Doğurmayan, doğurulmayan demek­tir ki, «Lem yelid ve lem yûled» cümlesi bu sıfatın bir bakıma tefsîri oluyor.

4- Hz. Ali (R.A.), Ebû Vâil Şakık b. Seleme ve Süfyan'a göre: Sa­med, şu seyyiddir ki onun efendiliği ve baş olmaklığı çeşitli şeref ve kerem doğrultusunda doruğuna yükselmiştir.

5- Ebû Hüreyre'ye (R.A.) göre : Her şeyden ve herkesten müstağni olan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat demektir.

6- Süddî'ye göre: Rağbet edilecek konularda maksûd; musibet ve sıkıntılarda yardımı matlûb olan zat demektir.

7- Hüseyin b. Fazl'a göre : Dilediğini yapan, yapabilen; irâde etti­ğini hükmeden, hükmedebilen zat demektir.

8- Kendisinde hiç kusur bulunnayan kâmil ve ekmel zat hakkında da kullanıldığı vâkidir.

9- el-Hasan, İkrime ve İbn Cübeyr'e göre : Cevfi (karın boşluğu, iç boşluğu) olmayan demektir.

Birinci ve ikinci yorum ağırlık kazanmıştır. Biz de âyetin mealini ve tefsirini ona göre düzenledik.[24]

 

Cenâb-ı Hak Doğurmamıştır, Doğurulmamıştır

 

Arap müşrikleri, «Melekler Allah'ın kızlarıdır»; Yahudiler, «Üzeyr, Al­lah'ın oğludur»; Nasârâ (Hıristiyanlar), «İsa, Allah'ın biricik oğludur» di­yerek «Ahadiyet Akidesi»ni bozdular. «Tevhîd İnancı»na ters bir yol tut­tular. Cenâb-ı Hak, zât-i ulûhiyetinin bu gibi beşeri sıfatlardan pak ve mü­nezzeh bulunduğunu belirterek «ahad», «samed» sıfatlarıyla mevsûf bu­lunduğunu; doğurmanın ve doğurulmanın sonradan yaratılan canlılara ait bir sıfat bulunduğunu, bu gibi sıfatların da kendisine nisbet edilemiyeceğini,cümlesiyle açıklamakta ve yukarıda belirtilen çarpık inanç­ları reddetmekte ve dolayısıyla hem Tevrat'ta, hem de İncil'de böyle bir akideye yer verilmediğini; ancak bu kitaplara insan sözünün karışmasıyla «Tevhîd İnancı»nm zede aldığını dolaylı şekilde bildirmektedir.

Çünkü bilfarz, Allah'ın doğurulduğunu veya doğurduğunu söyleyecek olursak, illet-malûl zincirini kesintisiz sonsuza dek uzatarak fasit bir daire içinde sıkışıp kalırız ve olumlu hiçbir sonuç elde edemeyiz. Bilimsel ola­rak da illet-malûl zincirinin bir noktada kesilmesi gereklidir. İşte o nokta CenâbHakk'ın zatıdır! yani O, illet-i ulâ (ilk illettir), O'nun üstünde bir il­let yoktur ki O malûl olsun. [25]

 

Allah'ın Dengi, Benzeri Yoktur

 

«Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir (ve ola­maz da).»

Allah ezelî ve ebedîdir. O, Kemal sıfatlarıyla ve o sıfatların tecelli ve tezahürleriyle tanınır ve bilinir. Zatı bilinmez. O, hep birdir. Dengi, benze­ri, nazîri, arkadaşı, eşi ve evlâdı yoktur. Çünkü O, ne doğurmuş, ne de doğurulmuştur. Başlangıcı yok ki, baba ve anası düşünülebilsin. Rakibi yok ki, dengi ve benzeri bulunsun. O nasılsa öyledir ve hep olduğu gibi kalacaktır. Zira O'nun varlığı, O'nun hakikatinin gereğidir. O'nun hakikati ise, yokluğu asla kabul etmez, yani yokluk O'na arız olamaz. Diğer hakikat­ler ise, yokluğu kabule müsaittir. Öyle ki, Allah'ın zatı nasıl öncesiz, son­rasız, bölünmez ve değişmezse, O'nun sıfatları da öncesiz ve sonrasızdır. Bunun için CenâbHakk'ın zatının dengi, benzeri, ortağı yoksa, sıfatının da öyle. Meselâ O'nun ilmi eşsiz ve benzersizdir. Çünkü O'nun ilmi ne za­rurî, ne de istidlalidir; ne duygudan istifade edilmiş, ne de rivayetten sağ­lanmıştır. Onda yanılma, sapma, hatâ ve kayma söz konusu olamaz. Sonradan yaratılıp vücudu mümkün olanların ise, ilimleri belirtilen yollardan elde edilir ve her zaman yanılma payı söz konusudur. [26]

 

Allah'ın Ezelî Ve Ebedî Olduğunu Belirleyen Dört Sıfat

 

Şüphesiz ki gerek kâinatın her parça ve ünitesinde, gerekse bütünlü­ğünde hâkim olan plân, program, denge ve düzen, mutlak bir yaratıcının varlığını ve birliğini isbatlamakta ve en ince hesapların, en mükemmel fi­ziksel ve kimyasal kanunların birbirini izlemesi ve tamamlaması, kâinatın oluşmasında tesadüfün yeri bulunmadığını kesin biçimde ortaya koymak­tadır. Ancak bu yaratıcının zatını ve mahiyetini bilmemiz mümkün değil­dir. Çünkü o üç boyutun, {diğer bir görüşe göre dört boyutun) [27]dışında­dır; zaman ve mekân kavramlarıyla kayıtlı değildir. O bakımdan da her tür­lü ölçünün ve takdirin üstünde ve ötesindedir. İnsanlar ve diğer canlılar ise, böyle değildir. Her bakımdan sınırlıdır ve insanın aklı, düşüncesi ve duygusu da sınırlıdır. Böyle olunca da, sınırsız olan CenâbHakk'ın zatını idrak etmesi; O'nun hüviyet ve mahiyetini bilip kavraması mümkün de­ğildir.

Gerçek bu olunca, biz O öncesiz ve sonrasız yüksek kudreti ancak sıfatlarının tecelli ve tezahürleriyle bilmekte ve imân etmekteyiz.

İşte konumuzu oluşturan İhlâs Sûresi bizi bu hakikate götürmekte ve CenâbHakk'ın varlığını ve birliğini tanıtan dört cami' (toplayıcı) sıfatını vermektedir:

1- Samed

2- Lem yelid

3- Velem yûled

4- Velem yekûn lehü küfuven ahad..

Açıklama:

Bir olup öncesiz ve sonrasız olan Zât-i Hakk'ın hiçbir şeye muhtaç olmaması; ama varlıkta mevcut olan her şeyin istisnasız ve aralıksız O'na muhtaç bulunması ve O'nun mutlak anlamda müstağni olması gerekir. O bakımdan «samed» sıfatı bu ve benzeri mâna ve özellikleri taşımakta; Allah hakkında vaki bütün şüpheleri reddetmektedir.

CenâbHakk'ın bir ve samed olması ise, O'nun doğurmayacağını ve aynı hikmetle doğurulmadığıni; sonra da O'nun dengi ve benzerinin söz konusu olamıyacağını zarurî kılmaktadır. İşte ikinci, üçüncü ve dördüncü sıfatlar O'nun bu özelliklerini yansıtmakta ve her türlü şirki reddetmektedir.

Bunun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: «Kul Huvallahu Ahad (sûresi), Kur'ân'ın üçte birine denktir» buyurmuştur. [28]

 

İhlâs Sûresi'yle Falâk Sûresi Arasındaki Münasebet:

 

İhlâs Sûresi'yle, CenâbHakk'ın öncesiz ve sonrasız olduğu belirti­lirken, O'nun her türlü sınır, ölçü, takdir ve tesbitin ötesinde ve üstünde olan varlığı ve birliği açıklandı. Arkasından dört ayrı sıfatı sıralanarak .O'nun benzersiz özellikleri konu edildi.

Felâk Sûresi'yle, yukarıda belirtilen sıfat ve özellikleriyle tanınan, bi­linen CenâbHakk'ın her çeşit şer ve kötülükten sığınılacak tek merci' olduğu açıklanıyor.

Bize bu sûrenin de tefsirini müyesser kılan Zât-i Ahad'a sonsuz hamd-u senalar; O'nu bize sıfatlarıyla ve o sıfatların tecelli ve tezahürleriyle ta­nıtan, doyurucu, inandırıcı ve kalıcı bilgi veren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun. [29]

 



[1] Bilgi için bak: Şevkanl/Fethülkadîr: 5/513

[2] Tefsir-i Keşşaf: 4/817.

[3] Lubabu’t-te’vil: 4/425.

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7068.

[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7068.

[5] Şevkani/Fethülkadîr: 5/513

[6] Şevkanî/Fethülkadîr :  5/512

[7] En'âm Sûresi: 91- İbn Cerîr/Câmi'u'l-beyân Fi-Tefsîri'1-Kur'ân • 30/221 222

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7069-7070.

[8] Tirmizi/sevâbü'l-Kur'ân: 10; Buharî/fezâil-i Kur'ân: 13; Müsllm/mü-safirîn : 259, 261; Nesâl/iftitah : 69; Ahmed : 2/429- 3/15, 23- 4/122- 6/404

[9] Müslim/müsafirîn : 260- Dâremî/Fezâil-i Kur'ân : 24; Ahmed : 6/443, 447

[10] Sahîh-i Buharî- Sahîh-i Müslim

[11] Sahîh-i Müslim

[12] Buhari/tefsîr :  2, 112, 201- Nesâî/cenâiz :, 117- Ahmed :  2/317, 350

[13] Buharî- Nesâi/iftitah :  69

[14] Buharî/ezan:   106- Tirmizî/sevâbü'l-Kur'ân: 11

[15] Müsned-i Ahmed;  3/15, 35

[16] Nesâî- Müsned-i Ahmed

[17] Tirmizî/sevâbü'l-Kur'ân: 11- Nesâî/iftitah:  69- Taberânî/Kur'ân  18-Ahmed : 2/302, 536, 5/376

[18] Abdullah b. İmam Ahmed- îbn Kesîr : 4/568- Ebû Dâvud/vitlr : 19- Ne-sâî/istiâze:  1- Müsned-i Ahmed :  5/312

[19] Dâremî- Müsned-i Ahmed

[20] Buharî/tıb : 39

Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7070-7073.

[21] Meryem Sûresi: 88-91

[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7070-7076.

[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7076-7077.

[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7077.

[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7078.

[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7078-7079.

[27] Zaman'ı da bir boyut sayanlara göre..

[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7079-7080.

[29] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7080.