Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konu :
İhlâs Sûresi Kur'ân'ın Üçte Birinin Özetidir
Cenâb-ı Hakka Has Bir Sıfat: Ahad
Cenâb-ı Hak Doğurmamıştır, Doğurulmamıştır
Allah'ın Dengi, Benzeri Yoktur
Allah'ın Ezelî Ve Ebedî Olduğunu Belirleyen Dört Sıfat
İhlâs Sûresi'yle Falâk Sûresi Arasındaki Münasebet:
İbn Mes'ûd, et-Hasan, Atâ\ İkrime ve Câbir'e göre, Mekke'de;
Kata-de, Dahhak, Süddî ve
bir rivayette İbn Abbas'a
(R.A.) göre, Medine'de inmiştir.[1]
Allâme Zemahşerî'nin tesbitine göre : Nâs Sûresi'nden sonra inmiştir.[2]
Sûrenin birçok
isimleri vardır; ama daha çok «Tevhîd Akidesi»nde İhlasın söz konusu
olduğundan, ona İhlâs Sûresi denilmiştir,
Âyet sayısı
: 4
Kelime »
: 15
Harf » : 47
[3]
Cenâb-ı Hakk'ın varlığı, birliği
konu edilmekte ve bunun gereği olan dört sıfatına yer verilerek aydınlatıcı
bilgi verilmektedir.[4]
1- De ki: O
Allah Bir'dir.
2- Allah
dâimdir, mutlak anlamda ihtiyaçsızdır, her şey O'na muhtaçtır.
3-
Doğurmamıştır, doğurul mam
ıştır.
4- Hiçbir
şey O'na denk ve benzer değildir (ve olamaz da)
.
Buharı kendi
tarihinde, İmam Ahmed kendi Müsned'inde,
Tirmizî, İbn Cerîr, İbn Huzayme,
İbn Ebî Âsim kendi
eserlerinde, Beğavî kendi Mu'cem'inde,
İbn Münzir, Ebû'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî'nin Ubeyd b. Kâb (R.A.) dan yaptıkları
rivayete göre :
«Müşrikler, yani
putları da ilâh kabul edip Allah'a ortak koşanlar, Hz.
Peygambere (A.S.) dediler ki: «Ya Muhammedi Rabbını bize vasfedip nesebinin
ne olduğunu anlat.» Bunun üzerine Cenâb-ı Hak kul huval-lahu ahad
sûresini indirdi.» [5]
Şüphesiz doğan her şey
ölüme mahkûmdur ve ölen her şeye de başkası vâris olur. Cenâb-ı
Hak ise, ezelî ve ebedîdir. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır
ki ölüm olayıyla yüzyüze gelsin. Ölmeyecek ki başkası
O'na vâris olsun.
İhlâs Sûresi'yle bu incelik yansıtılmakta ve Tevhîd İnancı'nın ihlâs düzeyinde
korunması emredilmektedir.
Ebû Ya'lâ, İbn
Cerîr, İbn Münzir, Taberânî, Ebû Nuaym ve Beyhakî'nin
Câbir (R.A.)dan yaptıkları rivayete göre:
«Bedevilerden biri Peygamber (A.S.) Efendimiz'e geldi
ve şöyle dedi: «Bize Rabbınızın nesebini anlatır
mısın?» Bunun üzerine İhlâs Sûresi indi.» [6]
İmam Süyûtî bu hadîsin isnadını hasenlemiştir.
İbn Cerîr'in İbn Humayd tarikiyle Saîd'den yaptığı rivayete göre, adı geçen şöyle haber
vermiştir: «Yahudilerden bir grup adam, Hz. Peygam-ber'e (A.S.) gelerek
dediler ki: «Ya Muhammedi Allah halkı yaratmış, ya O'nu kim yaratmıştır?» Onların bu şuursuzca sorusuna çok
öfkelenen Resûlüllah (A.S.)ın
rengi değişti. Sonra da Rabbından yana gayret-i diniyesi kabardı ve yerinden kalkıp onların üzerine yürüdü.
Derken Melek Cebrail geldi. Onu sakinleştirdi ve: «Ya
Muhammedi Kanadını alçalt (öfkeni yen). Onların sorduğuna karşılık Allah'tan
cevap geldi ve Allah'ın şöyle buyurduğunu bildirdi: kul huvallahu
ahad.. (sûresini okudu).»
Peygamber (A.S.) o yahudi grubuna bu sûreyi okuyunca, bu defa onlar : «Ya Muhammedi Şimdi de bize Rabbını
vasfedip anlat: Hilkati, pa-zusu, kolu., nasıldır?» diye bir soru yönelttiler.
Peygamber (A.S.) bir öncekinden fazla öfkelendi ve yerinden kalkıp onlara
doğru süratle yürüdü. Derken Melek Cebrail geldi, ilk tavsiyeyi yaptı ve
onların sorduğuna cevabı da getirmiş oldu. O da şu âyettir: “(Yahudiler), Allah
insana hiçbir şey indirmemiştir, diyerek Allah'ın kadr-u
kıymetini, azamet ve kudretini bilip anlayamadılar”[7]
Ebû Saîd el-Hudrî
(R.A.) diyor ki:
«Bir adam başka bir
adamın İhlâs Sûresi'ni tekrar tekrar
okuduğunu duyuyor ve bu sebeple onun kıraatini ozımsıyor.
Sabah olunca Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e
gelip durumu anlattı. Resûlüllah (A.S.) ona: «Canımı
kudret elinde tutan zata yemin ederim ki, bu sûre Kur'ân'm
üçte birine denk gelir» diye buyurdu.»[8]
Diğer bir rivayette
deniliyor ki: Resûlüllah (A.S.) Efendimiz ashabına
şöyle buyurdu : «Sizden biriniz bir gecede Kur'ân'm
üçte birini okumaktan acizlik gösterir mi?» Bu söz ashaba ağır geldi ve şöyle
dediler: «Ya Re-sûlellah!
Bizden kim buna güç getirebilir?» Resûlüllah (A.S.)
Efendimiz onlara : «Kul Huvallahu Ahad..
Kur'ân'ın üçte birine muâdildir» buyurdu.»[9]
Ebû Derdâ (R.A.)den yapılan
rivayette, Resûlüllah (A.S.) Efendimizin şöyle
buyurduğu haber verilmektedir:
«Şüphesiz Cenâb-ı Hak Kur'ân'ı üc kısma ayırmış bulunuyor: Kul Huvallahu Ahad onun üc kısmından biridir.»[10]
Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz çıkageldi ve şöyle buyurdu : «Size Kur'ân'm
üçte birini okuyacağım!» Sonra da Kul Huvallahu Ahad Sûresini sonuna kadar okudu.»[11]
Kudsî Hadîs:
Aziz ve Celîl olan Allah buyurdu: «Ademoğlu beni yalanladı; bu onun
hakkı değildir. O bana sövüp saydı; bu da onun hakkı değildir. Beni yalanlaması,
«Artık öldükten sonra O beni hayata geri cevirmeyecektir»
de-mesidir. Oysa ilk yaratmak, onu öldükten sonra
tekrar hayata döndürmekten bana daha kolay değildir. Onun bana sövüp sayması
şöyle de-mesidir: «Allah oğul edindi.» Oysa Ben bir
olanım; hiçbir şeye ihtiyaç duymam. Doğurmadım ve doğurulmadım.
Hiçbir şey bana denk, (ortak ve benzer) olamaz.»[12]
Hz. Aişe (R.A.) diyor ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz bir adamı bir müfrezenin başında bir tarafa gönderdi. O da
arkadaşlarına Kul Huvalfahu Ahad
ile (bütün namazları kıldırmayı) âdet edindi. Müfreze dönünce durumu Resûlüllah'a (A.S.) arzetti. Resûlüllah (A.S.) onlara: «O adama bir sorun, niçin böyle
bir uygulamada bulunuyor?» Sordular; o. da şu cevabı verdi: «Bu sûre Rahman
olan Allah'ın sıfatıdır. O bakımdan onu okumayı seviyorum.» Bunun üzerine Resûlüllah (A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «Kendisine haber
verin ki, Allah da onu seviyor.» [13]
Enes (R.A.) diyor ki:
«Ensar'dan
bir adam, Küba Mescidi'nde cemaate imamlık ediyordu. Ancak onlara kıldırdığı
her namazda ne okuyacaksa, ondan önce İhlâs Sûresi'ni
okuyordu. Öylece (diğer sûre ve âyetlere) başlayıp okuyor ve her rekâtte bunu böyle uyguluyordu. Cemaati ona : «Sen bu (İhlâs) süresiyle başlayıp okuyorsun, sonra da onunla
yetinmeyip bir diğer (sûreyi) okuyorsun. Ya yalnız İhlâs'ı oku, ya da onu bırak
başka bir sûre oku» dediler. O da onlara: «Ben İhlâs
Sûresi'ni terkedecek değilim. İsterseniz size bu
şekilde imamlık ederim, istemezseniz, imamlığı bırakırım» dedi. Cemaat ise bu
hususta onu kendilerinden üstün gördükleri için başkasının imamlık yapmasını
hoş ve uygun görmüyorlardı. O bakımdan Peygam-ber'e (A.S.) geldiklerinde durumu Ona bildirdiler.
Peygamber (A.S,) o adama : «Arkadaşlarının sana tavsiye ettiğini yerine
getirmekten seni alıkoyan şey nedir? Hem her rekâtte
bu sûreyi iltizam etmene seni iten sebep nedir?» diye sordu. Adam şu cevabı
verdi: «Ya Resûlellah! O
sûreyi çok seviyorum.» Bunun üzerine Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu: «İhlâs Sûresi'ni
sevmen, seni Cennet'e sokacaktır.» [14]
Ebû Saîd el-Hudrî
(R.A.) diyor ki:
«Ashabdan
Katade b. Numân (R.A.)
bütün bir gece Kul Huvallahu Ahad
Sûresi'ni tekrarlayıp durdu. Onun bu durumu ve tutumu Resûlüllah'a
(A.S.) bildirilince, şöyle buyurdu: «Canımı kudret elinde tutan zata yemin ederim
ki, bu sûre Kur'ân'ın yarısına veya üçte birine denk
gelir.» [15]
Ubey b. Kâb (R.A.) veya Ensar'dan bir adam diyor ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz şöyle buyurdu : «Kul Huvallahu Ahad Sûresi'ni okuyan kimse, Kur'ân'ın
üçte birini okumuş gibi olur.» [16]
İmam Mâlik'in yaptığı
rivayete göre, Ebû Hüreyre
(R.A.) şöyle demiştir: «Resûlüllah (A.S.) ile
birlikte geliyorduk. Derken bir adamın Kul Huvallahu
Ahad Sûresi'ni okuduğunu duydu ve şöyle buyurdu:
«Vacip oldu!» Ben de: «Ya Resûlellah!
Ne vacip oldu?» diye sordum. Buyurdu ki: «Cennet vacip oldu (ona).»[17]
Muâz b. Habîb'in babası şöyle
demiştir:
«Hem susadık, hem de
karanlıkta kaldık. Bu arada Peygamber'in (A.S.) gelip bize namaz kıldırmasını
bekledik. Az sonra Peygamber (A.S.) çıka-geldi ve benim elimden tuttu da şöyle
buyurdu : «Söyle!» Ben sustum, bir şey demedim. O yine : «Söyle!» diye emretti.
Ben de: «Ne söyleyeyim?» diye sordum? Buyurdu ki: «Her gün akşamlayın ve bîr de
sabahleyin üçer defa Kul Huvallahu Ahad ve Muavvezeteyn (veya Muavvizeteyn)i oku. (Evet) her gün iki defa okuman sana
yeter.» [18]
Muâz b. Enes el-Cühenî'nin babasından yapılan rivayette, Resûlüllah (A.S.) şöyle buyurmuştur: «Kim, Kul Huvallahu Ahad Sûresi'ni sonuna
kadar on defa okursa, Allah onun için Cennet'te bir saray yapar.»
Bunun üzerine Ömer
(R.A.):
O takdirde biz bunu
çokça okur, sarayların çoğalmasını arzularız» dedi. Resûlüllah
(A.S.) ona : «Allah daha fazla çoğaltandır ve daha güzelini verendir.» [19]
Hz. Aîşe (R.A.) diyor ki:
«Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz her gece döşeğine uzanacağı zaman iki avucunu birleştirip
üflerdi: Kul Huvallahu Ahad'ı
ve Kul Euzü Bi-Rabbi'l-Falâk ile Kul Euzü Bi-Rabbi'n-Nâsi sûrelerini okur, avucuna üfler ve önce başına ve
yüzüne sürmek suretiyle bedeninin her tarafına dokundurur ve bunu üç defa
tekrarlardı.» [20]
İhlâs Sûresi, «Tevhîd İnancı»nın özünü ve mayasını oluşturmaktadır. O bakımdan bu
sûreyle her çeşit küfür, inkâr, şirk ve Cenâb-ı Hakk'a yakışmayan sıfatlar reddedilmekte, ezelî ve ebedî
kudret sahibi olan Allah'ın varlığı ve birliği en anlamlı ve kâmil mânada kalp
ve kafalara işlenmektedir.
Bunun için İslâm'da ve
Kur'ân'da İhlâs Sûresi'nin
ayrı bir yeri ve büyük önemi söz konusudur. Kur'ân-ı
Kerîm iyice incelendiğinde, üçte birinin «Tevhîd
İnancı»yla, ilâhî isim ve sıfatlarla, buna ters düşen
çarpık akide ve görüşleri redle içice olduğu
görülür.. Hadîste ifadesini bulduğu gibi, «İhlâs
Sûresi, Kur'ân'ın üçte birine denktir» sözü, üzerinde
dikkatle durulacak bir gerçeği yansıtmakta ve bu sûrenin taşıdığı mâna ve
hükümlere daha ciddi yönelmemizi ilham etmektedir. Böylece İhlâs
Sûresi'ni sözü edilen açıdan tefsîr edebilmek için birkaç cilt olacak bir
emeğin ortaya çıkacağını unutmamak gerekir.
Hiç şüphe yok ki, İhlâs Sûresi, kâinatın denge ve düzeninin formülü; onun bir
bütünlük içinde hareketinin plânı, ilâhî vahdaniyetin beyanı ve Cenâb-ı Hakk'ın tek tasarruf
sahibi bulunduğunun programıdır. O bakımdan ashab ve
tabiînden birçok ilim adamı, göklerle yerin İhlâs
Sûresi üzerine kurulduğunu belirtmiştir. O nedenle bu sûre kâinatta mutlak surette
hâkim olan ilâhî tasarrufu yansıtmakta ve Allah'ı, kemâl sıfatlarıyla bilmenin
anahtarını vermektedir.
İhlâs Sûresinin bu kadar geniş konuları içerip Kur'ân'ın üçte birini özetlediğini dikkate alanlar onun
yirmi kadar ismini tesbit etmişlerdir. Nitekim Fahruddin Râzi onları şöyle
sıralamıştır:
1- Tefrîd Sûresi
2- Tecrîd »
3- Tevhîd »
4- İhlâs »
5- Necat »
6- Velayet »
7- Nisbet »
8- Marifet »
9- Cemal »
10- Mukaşkışa »
11- Muavvize »
12- Samed »
13- Esas »
14- Mania »
15- Muhzar »
16- Müneffere »
17- Beraet »
18- Müzekkire »
19- Nûr »
20- Emân »
Tefrîd: Allah'ı birleyip eşi, ortağı olmadığını vurgular.
Tecrîd: Cenâb-ı Hakk'ı, kendisine
yakışmayan, zat-i ulûhiyetine ters düşen bütün sıfat
ve benzerlerden ayırıp O'nu kudretinin sınırsızlığına
yakışan sıfatlarla belirler.
Tevhîd: Cenâb-ı Hakk'ın varlığını,
birliğini, eşsizliğini, ortaktan ve yardımcıdan beri olduğunu isbatlar.
İhlâs: Sadece Cenâb-ı Hakk'ın selbî sıfatlarıyla
anılmasını emreder. Zira bu sıfatlar O'nun Celâline yakışan sıfatlardın
yakışmayan bütün sıfatları selb edip atar.
Aynı zamanda bu
sûredeki beyâna inanıp benimseyen kimse, Allah'ın dininde ihlâs
{samimiyet, ciddiyet) üzere olur. Bu inançla ölen kimse Ce-hennem'den kurtulur.
Necat: Okuyup dosdoğru imân edeni, dünyada küfür ve şirkten;
âhi-rette de ateşten kurtarır.
Velayet: Bu sûreyi edeple okuyan kimse Allah'ın dostlarından
olup velayet makamına yükseltilir.
Nisbet: Allah'ın nesebini soranlara en susturucu ve doyurucu
cevap olur.
Marifet: Allah'ı bilmek ancak bu sûreyi bilmekle tamamlanır ve
O'nun varlığı, birliği bu sûreyle özetlenip kalplere işlenir.
Cemâl: Allah hep Cemil'dir, zatına has güzelliktedir ve
güzelliği sever. Bu sûreyle O'nun güzelliği hem yansıtılır, hem de o güzelliğin
tecellisine mazhar olmamız istenir.
Mukaşkışa: Bu sûreyi bilip anlayan kim’e, şirk ve nifak
hastalığından beri olur. Bu hususta manevî şifaya kavuşur.
Samed: Bu sûre ile Allah'ın mutlak ganî olduğu, hiçbir şeye
ve şahsa muhtaç olmadığı ve her şeyin aralıksız O'na muhtaç durumda olduğu
vurgulanır.
Esas: Göklerle yer bu sûrenin esası üzerine kurulmuştur. Öyleki
«Tevhîd» kâinatın temeli ve hikmeti kılınmıştır.
Nitekim Cenâb-ı Hak bu inceliğe değinerek, «Tevhîd»e ters düşen akidenin ne kadar şuursuzca, bilgisizce
bir yakıştırma olduğunu .şöyle açıklamaktadır: «Rahman (olan Allah) çocuk
edindi» dediler. And olsun ki çok çirkin ve de büyük
bir söz ortaya attınız. Neredeyse Rahmân'a çocuk İsnad
etmelerinden dolayı gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp
çökecek!» [21]
Mâniâ: Bu sûreyi okuyup gereğince amel edene kabir azabı
dokunmaz ve Cehennem kokusu ona uzanmaz. Çünkü bu sûre onlara engel olur.
Muhzar: Bu sûre okununca melekler hazır olup onu kemâl-i
edeple dinlerler.
Müneffere: Bu sûre okunmaya başlanınca şeytan oradan uzaklaşır.
Beraet: Bu sûreyi okuyan bir adam için Resûlüllah
(A.S.) Efendimiz : «Gerçekten bu adam şirkten (Allah'a ortak koşmaktan, O'nu
inkâr etmekten) beri oldu» buyurmuştur. Aynı zamanda bu sûreyi okuyup
gereğince amel edene ateşten kurtulma beratı verilir.
Müzekkire: Bu sûre, okuyucusuna ve dinleyicisine hâlis, katıksız
«Tevhîd»i hatırlatır.
Nûr: Bir olan, eşi, dengi, ortağı, benzeri olmayan Cenâb-ı
Hak göklerin ve yerin Nûr'udur. Böylece «Tevhîd»,
kâinatın temeli olduğu gibi, nuru da bulunuyor.
Emân: Kudsî Hadîs'te Şanı Yüce Allah buyurdu : «Kulum lâ ilahe
illallah deyince benim kafeine girmiş olur. Artık kim benim kal'eme
girerse azabımdan emin olur.»[22]
«De ki:O Allah
Bir'dir.»
«Bir»dir diye çevirisini yaptığjmız «ahad» ancak sıfat olarak Cenâb-ı
Hak hakkında kullanılır. Öyle ki, «Allahu Ahad» denilir, «Resulün Ahad», «dîrhemün ahad» denilmez. Sadece
«Resulün vâhid», «dirhemün vâhid» denilir. Nitekim Ebûlbaka'ya
göre, «ahad» kelimesinin hemzesi aslîdir, yani
kelimenin kendisindendir. «Vâhid»de tahsîs yoktur,
ama «ahadsda tahsis vardır. Şöyle ki: «Lâyukavimuhu vâhidün» denilince,
«Bir kişi ona mukavemet edemez» demek olur. Böylece iki veya daha fazla
kişinin ona mukavemet edeceği hemen zihnimizde belirir. Ama «Lâ yukavimuhu ahadün» denilince, «Hic kimse ona mukavemet edemez» manâsı ortaya çıkar. Hem «vâhid» sayılara
girmekte, «ahad» girmemekte, birler basamağında yer almamaktadır.
Aynı zamanda âyette «ahad» kelimesinin nekre
(belirsiz) kullanılması üzerinde durularak «es-Samed»
sıfatının mârife (belirli) kullanılmasına nisbetle ayrı bir mâna ve hüküm taşıdığı söz konusudur. Şöyle
ki: «Ahad», zât-i ilâhîye has olup başkası hakkında
pek kullanılmadığı için belirsiz getirilmiştir. Samed
sıfatı az değişik mânayla insanlar hakkında da kullanıldığı için belirli
olarak kullanılmıştır.[23]
Cenâb-ı Hak mutlak anlamda «samed»dir. Haeetler hissedildikçe O'na
baş vurulur; ihtiyaç doğdukça O'nun kapısına yönelinir
ve O, bütün hacetleri noksansız karşılama kudretine sahiptir. Nitekim İbn Abbas (R.A.) ile Dahhak de bu sıfatı belirttiğimiz şekilde yorumlamıştır.
Bununla beraber bu
sıfatı az farklı şekilde manalandınp yorumlayanlar
da olmuştur:
1- Sıkıntılı
ve darlıklı günlerde, ihtiyaçların arttığı dönemlerde kendisine baş vurulan seyyid (efendi, ileri gelen)...
Zira bu mânâ ile «samed» insana sıfat olmaktadır.. Aynı zamanda o seyyidin de öyle günlerde baş vurmak isteyeceği bir merci
söz konusudur.
2- Dâim ve
baki olan.
3- Ubey b. Kâb'e (R.A.) göre : Doğurmayan, doğurulmayan
demektir ki, «Lem yelid ve
lem yûled» cümlesi bu
sıfatın bir bakıma tefsîri oluyor.
4- Hz. Ali
(R.A.), Ebû Vâil Şakık b. Seleme ve Süfyan'a göre:
Samed, şu seyyiddir ki
onun efendiliği ve baş olmaklığı çeşitli şeref ve
kerem doğrultusunda doruğuna yükselmiştir.
5- Ebû Hüreyre'ye (R.A.) göre : Her
şeyden ve herkesten müstağni olan ve her şeyin kendisine muhtaç olduğu zat
demektir.
6- Süddî'ye
göre: Rağbet edilecek konularda maksûd; musibet ve
sıkıntılarda yardımı matlûb olan zat demektir.
7- Hüseyin
b. Fazl'a göre : Dilediğini yapan, yapabilen; irâde
ettiğini hükmeden, hükmedebilen zat demektir.
8- Kendisinde
hiç kusur bulunnayan kâmil ve ekmel
zat hakkında da kullanıldığı vâkidir.
9- el-Hasan,
İkrime ve İbn Cübeyr'e göre : Cevfi (karın
boşluğu, iç boşluğu) olmayan demektir.
Birinci ve ikinci
yorum ağırlık kazanmıştır. Biz de âyetin mealini ve tefsirini ona göre
düzenledik.[24]
Arap müşrikleri,
«Melekler Allah'ın kızlarıdır»; Yahudiler, «Üzeyr, Allah'ın
oğludur»; Nasârâ (Hıristiyanlar), «İsa, Allah'ın
biricik oğludur» diyerek «Ahadiyet Akidesi»ni bozdular. «Tevhîd İnancı»na ters bir yol tuttular. Cenâb-ı
Hak, zât-i ulûhiyetinin bu gibi beşeri sıfatlardan
pak ve münezzeh bulunduğunu belirterek «ahad», «samed» sıfatlarıyla mevsûf bulunduğunu;
doğurmanın ve doğurulmanın sonradan yaratılan
canlılara ait bir sıfat bulunduğunu, bu gibi sıfatların da kendisine nisbet edilemiyeceğini,cümlesiyle
açıklamakta ve yukarıda belirtilen çarpık inançları reddetmekte ve dolayısıyla
hem Tevrat'ta, hem de İncil'de böyle bir akideye yer verilmediğini; ancak bu
kitaplara insan sözünün karışmasıyla «Tevhîd İnancı»nm zede aldığını dolaylı şekilde
bildirmektedir.
Çünkü bilfarz,
Allah'ın doğurulduğunu veya doğurduğunu söyleyecek
olursak, illet-malûl zincirini kesintisiz sonsuza dek uzatarak fasit bir daire
içinde sıkışıp kalırız ve olumlu hiçbir sonuç elde edemeyiz. Bilimsel olarak
da illet-malûl zincirinin bir noktada kesilmesi gereklidir. İşte o nokta Cenâb-ı Hakk'ın zatıdır! yani O,
illet-i ulâ (ilk illettir), O'nun üstünde bir illet yoktur ki O malûl olsun. [25]
«Hiçbir şey O'na denk
ve benzer değildir (ve olamaz da).»
Allah ezelî ve
ebedîdir. O, Kemal sıfatlarıyla ve o sıfatların tecelli ve tezahürleriyle
tanınır ve bilinir. Zatı bilinmez. O, hep birdir. Dengi, benzeri, nazîri, arkadaşı, eşi ve evlâdı yoktur. Çünkü O, ne
doğurmuş, ne de doğurulmuştur. Başlangıcı yok ki,
baba ve anası düşünülebilsin. Rakibi yok ki, dengi ve benzeri bulunsun. O
nasılsa öyledir ve hep olduğu gibi kalacaktır. Zira O'nun varlığı, O'nun
hakikatinin gereğidir. O'nun hakikati ise, yokluğu asla kabul etmez, yani
yokluk O'na arız olamaz. Diğer hakikatler ise, yokluğu kabule müsaittir. Öyle
ki, Allah'ın zatı nasıl öncesiz, sonrasız, bölünmez ve değişmezse, O'nun
sıfatları da öncesiz ve sonrasızdır. Bunun için Cenâb-ı
Hakk'ın zatının dengi, benzeri, ortağı yoksa,
sıfatının da öyle. Meselâ O'nun ilmi eşsiz ve benzersizdir. Çünkü O'nun ilmi ne
zarurî, ne de istidlalidir; ne duygudan istifade edilmiş, ne de rivayetten sağlanmıştır.
Onda yanılma, sapma, hatâ ve kayma söz konusu olamaz. Sonradan yaratılıp vücudu
mümkün olanların ise, ilimleri belirtilen yollardan elde edilir ve her zaman
yanılma payı söz konusudur. [26]
Şüphesiz ki gerek
kâinatın her parça ve ünitesinde, gerekse bütünlüğünde hâkim olan plân,
program, denge ve düzen, mutlak bir yaratıcının varlığını ve birliğini isbatlamakta ve en ince hesapların, en mükemmel fiziksel
ve kimyasal kanunların birbirini izlemesi ve tamamlaması, kâinatın oluşmasında
tesadüfün yeri bulunmadığını kesin biçimde ortaya koymaktadır. Ancak bu
yaratıcının zatını ve mahiyetini bilmemiz mümkün değildir. Çünkü o üç boyutun,
{diğer bir görüşe göre dört boyutun) [27]dışındadır;
zaman ve mekân kavramlarıyla kayıtlı değildir. O bakımdan da her türlü ölçünün
ve takdirin üstünde ve ötesindedir. İnsanlar ve diğer canlılar ise, böyle
değildir. Her bakımdan sınırlıdır ve insanın aklı, düşüncesi ve duygusu da
sınırlıdır. Böyle olunca da, sınırsız olan Cenâb-ı Hakk'ın zatını idrak etmesi; O'nun hüviyet ve mahiyetini
bilip kavraması mümkün değildir.
Gerçek bu olunca, biz
O öncesiz ve sonrasız yüksek kudreti ancak sıfatlarının tecelli ve
tezahürleriyle bilmekte ve imân etmekteyiz.
İşte konumuzu
oluşturan İhlâs Sûresi bizi bu hakikate götürmekte ve
Cenâb-ı Hakk'ın varlığını
ve birliğini tanıtan dört cami' (toplayıcı) sıfatını vermektedir:
1- Samed
2- Lem yelid
3- Velem yûled
4- Velem yekûn lehü küfuven ahad..
Açıklama:
Bir olup öncesiz ve
sonrasız olan Zât-i Hakk'ın hiçbir şeye muhtaç
olmaması; ama varlıkta mevcut olan her şeyin istisnasız ve aralıksız O'na
muhtaç bulunması ve O'nun mutlak anlamda müstağni olması gerekir. O bakımdan «samed» sıfatı bu ve benzeri mâna ve özellikleri taşımakta;
Allah hakkında vaki bütün şüpheleri reddetmektedir.
Cenâb-ı Hakk'ın bir ve samed olması ise, O'nun doğurmayacağını ve aynı hikmetle doğurulmadığıni; sonra da O'nun dengi ve benzerinin söz
konusu olamıyacağını zarurî kılmaktadır. İşte ikinci,
üçüncü ve dördüncü sıfatlar O'nun bu özelliklerini yansıtmakta ve her türlü
şirki reddetmektedir.
Bunun için Resûlüllah (A.S.) Efendimiz: «Kul Huvallahu
Ahad (sûresi), Kur'ân'ın
üçte birine denktir» buyurmuştur. [28]
İhlâs Sûresi'yle, Cenâb-ı Hakk'ın öncesiz ve sonrasız olduğu belirtilirken, O'nun
her türlü sınır, ölçü, takdir ve tesbitin ötesinde ve
üstünde olan varlığı ve birliği açıklandı. Arkasından dört ayrı sıfatı
sıralanarak .O'nun benzersiz özellikleri konu edildi.
Felâk Sûresi'yle, yukarıda belirtilen sıfat ve
özellikleriyle tanınan, bilinen Cenâb-ı Hakk'ın her çeşit şer ve kötülükten sığınılacak tek merci'
olduğu açıklanıyor.
Bize bu sûrenin de
tefsirini müyesser kılan Zât-i Ahad'a sonsuz hamd-u senalar; O'nu bize sıfatlarıyla ve o sıfatların
tecelli ve tezahürleriyle tanıtan, doyurucu, inandırıcı ve kalıcı bilgi veren Resûlüllah (A.S.) Efendimiz'e salât-ü selâmlar olsun. [29]
[1] Bilgi için bak: Şevkanl/Fethülkadîr: 5/513
[2] Tefsir-i Keşşaf: 4/817.
[3] Lubabu’t-te’vil:
4/425.
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7068.
[4] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7068.
[5] Şevkani/Fethülkadîr:
5/513
[6] Şevkanî/Fethülkadîr
: 5/512
[7] En'âm Sûresi: 91- İbn Cerîr/Câmi'u'l-beyân
Fi-Tefsîri'1-Kur'ân • 30/221 222
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7069-7070.
[8] Tirmizi/sevâbü'l-Kur'ân: 10; Buharî/fezâil-i Kur'ân: 13; Müsllm/mü-safirîn : 259, 261; Nesâl/iftitah : 69; Ahmed : 2/429-
3/15, 23- 4/122- 6/404
[9] Müslim/müsafirîn : 260- Dâremî/Fezâil-i Kur'ân : 24; Ahmed : 6/443, 447
[10] Sahîh-i Buharî- Sahîh-i
Müslim
[11] Sahîh-i Müslim
[12] Buhari/tefsîr : 2, 112, 201- Nesâî/cenâiz :, 117- Ahmed : 2/317, 350
[13] Buharî- Nesâi/iftitah : 69
[14] Buharî/ezan: 106- Tirmizî/sevâbü'l-Kur'ân: 11
[15] Müsned-i Ahmed; 3/15, 35
[16] Nesâî- Müsned-i
Ahmed
[17] Tirmizî/sevâbü'l-Kur'ân: 11- Nesâî/iftitah: 69- Taberânî/Kur'ân 18-Ahmed : 2/302,
536, 5/376
[18] Abdullah b. İmam Ahmed- îbn Kesîr : 4/568- Ebû Dâvud/vitlr : 19- Ne-sâî/istiâze: 1- Müsned-i Ahmed : 5/312
[19] Dâremî- Müsned-i
Ahmed
[20] Buharî/tıb
: 39
Celal Yıldırım, İlmin
Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları:
13/7070-7073.
[21] Meryem Sûresi: 88-91
[22] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7070-7076.
[23] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7076-7077.
[24] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7077.
[25] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7078.
[26] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7078-7079.
[27] Zaman'ı da bir boyut sayanlara göre..
[28] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7079-7080.
[29] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/7080.