EBU'L-BEREKAT ABDULLAH İBN AHMED
EN-NESEFİ
Yetişmesi, Hocaları, İlmî Şahsiyeti
Ve Talebeleri.
MEDARIKU'T-TENZIL VE HAKÂİKU'T-TE'VÎL
I - Medârikut-Tenzîl Ve
Hakâikut-Te'vil Hakkında Genel Bilgiler
Iı - Medarıku't-Tenzıl Ve
Hakaıkut-Te'vıl İn Özellikleri Ve Kaynakları
A. Özelliklerine Genel Bir Bakış
B. Medâriku't-Tenzîl'in Tefsir
Kaynaklan
1 - Mahmûd İbn Ömer Ez-Zemahşerî'nin
El-Keşşâfı
C. Medâriku't-Tenzîl'de Kurân'i
Kur'an İle Tefsir
D. Medâriku't-Tenzîrde Kur'an'ı
Hadisle Tefsir
E. Medâriku't-Tenzîl'de
Esbâbu'n-Nuzûl
F. Medâriku't-Tenzîl'de Dil Ve
Belagat
2. Dil ve Belagat Yönünden
Özellikleri
G. Medâriku't-Tenzîl'de Kıraat
I. Kıraatler Bakımından Özellikleri
2. Kıraatlerine Yer Verdiği Kâriler
H. Medâriku't-Tenzîl'de Tasavvuf
I. Medâriku't-Tenzîl'de Kıssalar Ve
İsrâiliyyât
J. Medâriku't-Tenzîpde
Muhkem-Muteşâbih Meselesi
K. Medâriku't-Tenzîl'de Nâsih Mensûh
Meselesi
L. Medâriku't-Tenzîl'de
Muşkilu'l-Kur'an Meselesi
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
İstanbul Bakırköy İmam Hatip Lisesinden öğrencim olan Ravza Yayınlan sahibi Mustafa Kasadar kardeşim Nesefi Tefsirini tercüme etmem için bana teklif getirdiklerinde du tekliflerini Kur'an'a ve onun a-çıklanmasma bir hizmet olarak değerlendirdiğimden ötürü bu tekliflerini Rabbimin bir lütfü olarak kabul ettim. Bunun için de Rabbime hamd ettim.
Gerçi daha önce yayımlanan merhum Said Havva'nın, "el-Esas Fi't-Tefsir" adlı tefsirinin "Maide ve En'am" surelerinin çevirisi ile İsmail Hakkı Bursevî'nin tasavvufî manadaki tefsiri olan ve M. Ali Sabuni tarafından ihtisar edilen, "Ruhu'l-Beyan" tefsirinin de "Fatiha ve Bakara" surelerinin tercümesi bana aittir. Fakat bir bütün halinde böyle bir tefsir hazırlamam nasip olmamıştı.
Tek bir dileğim vardı Rabbimden. Yüce Kitabım baştan sona tefsir etmek veya bir tefsirin çevirisini yapmak.. Elinizdeki tefsirde surelerin büyük bir kısmının çevirisini yapmakla Rabbim bu dileğimi kabul buyurdu. O'na ne kadar hamd etsem azdır. Rabbimden dileğim, emanetini O'-nun Kitabı ve Rasulü'nün Sünneti üzerinde çalışmakla sona erdirsin.
Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefı'nin (v. 710/1310), "Nesefi Tefsiri" diye şöhret kazanan eseri "Medariku't-Tenzil ve Hakaiku'l-Te'vil" adlı tefsiridir. Bu tefsiri diğerlerinden ayıran en belirgin birkaç özelliğini şöylece özetlemek mümkündür:
1- Müellif, Zemahşeri'nin "Keşşaf" adlı tefsiri ile, Beyzavi'nin, "Envaru'l-Tenzil ve Esraru'l-Te'vil" adlı tefsirindeki güzellikleri tefsirine yansıtmıştır. Fakat oradaki güzellikleri tefsirine aktarırken, Keşşafın Mutezile'yi yansıtan yorumlarını ayıkladığı gibi, Beyzavi'de ve diğerinde var olan İsrailiyat'a da yer vermemiş, bunları da ayıklamiştır. Fakat buna rağmen çok az da olsa tefsirinde İsrailiyata kimi zaman o da yer vermekten kurtulamamıştır.
2- Tefsirinde orta bir yol izlemiştir. Bıkkınlık verici aşırı açıklamalara yer vermediği gibi, anlaşılamayacak derecede de kısa tutmamıştır.
3- Kıraat farklılıklarına ve irap kurallarına yer verirken, hiçbir zaman asıl konunun dışına çıkmamıştır.
4- Ameli-îçtihadî mezheplerin fıkhı görüş ayrılıklarına zaman zaman yer vermiş, ancak kendisi Hanefi mezhebine bağlı olduğundan açıklamalarında bu mezhebin görüş ve yorumlan doğrultusunda hareket etmiştir. Kendi mezhebine aykırı gördüğü mezheplere cevap verirken mezhep taassubuna kapılarak hiçbir zaman aşırıya gitmemiştir. [1]
1- İmamların işaret ettikleri kıraat farklılıklarına tümüyle her geçtiği yerde yer verilmiştir. Şayet gözden kaçmadıysa bunların hiç biri at-lanmamıştır. Kitapta kıraat imamlarının bölgelerine, Örneğin; "Şâmî, Basrî, Kûfî, Mekkî, Medenî veya Hicazı" gibi işaret edildiği halde biz çeviride bunlann kimler olduğunu açarak bizzat İmamların adlarını verdik. Az da olsa bölge ya da okul adlarına izafeten de zikrettik.
2- î'rab ile alakalı ifadelere açıklık getirdik. Zaman zaman dilbilgisi yani Nahivle alakalı hususların Türkçe karşılıklarına da yer verdik.
3- Elinizdeki tefsir her ne kadar bir kelime tefsiri değil ise de, son zamanlarda bu isimle yayımlanan ve Kur'an'ın manasını öğrenmeye olan rağbet çerçevesinde, kısmen de olsa onların da yerini alacak olan bir tefsirdir. Çünkü kelimeler ve cümleler nahiv açısından tahlil edilirken çoğu zaman kelimelere bu manada yer verilmiştir.
Bu duygular içerisinde tefsirimizi takdim ederken, beşer olarak farkına varmadan eğer bir yanılgıya düşmüş isek, bu hususları bize bildirenlere şimdiden teşekkürü bir borç biliriz.
Bu değerli Tefsiri Türkçe'ye kazandırmakla gayret gösteren samimi, dürüst ve ihlas sahibi kardeşim-öğrencimi de bu hizmetinden ötürü tebrik ediyor, duanıza muhtaç bu kardeşinizi de hayatını Kitap ve Sünnete hizmet üzere sürdürmesi ve bu uğurda Rabbine emanetini teslim etmesi için dua etmenizi bekliyorum.
Manın İstanbul Ocak/2003[2]
(öl. 710/1310)
(Bu bölüm Prof. Dr. Bedrettin ÇETİNER Bey'in müsaadesiyle "EBU'L-BEREKÂT EN-NESEFÎ VE TEFSİRİ"
isimli eserinden, iktibas edilmiştir.)
Ebu'I-Berekât en-Nesefî H. VII. asırda Mâverâu'n-Nehr bölgesinin yetiştirdiği büyük âlimlerden biridir. Zamanın büyük fakîh ve âlimlerinden ders okumuş, yetiştikten sonra kıymetli eserler vücûda getirmiştir. Buna ilâveten Ebu 1-Berekât, medreselerde müderrislik yapmak suretiyle birçok talebe de yetiştirmiştir.
Devrinin bir özelliği olmalı ki Ebu'I-Berekât çok yönlü bir âlimdir. Yalnız en güçlü olduğu saha fıkıh olup fıkhın hem usûl, hem de furûunda son derece faydalı eserler te'lif etmiştir. Eserleri üzerine yapılan şerh, haşiye, ta'lîka ve muhtasarlar, onun tesirinin asırlar boyunca devam ettiğine delâlet eder. Fıkıh sahasında yazmış olduğu eserler, bu sahada Hanefî fıkhının temel metinlerinden olarak zamanımıza kadar okutula-gelmiştir.
Onun fıkıh ve kelâm sahasındaki muvaffakıyyet ve bilgisinin tefsirine aksettiğinde şüphe yoktur. Tefsiri, gerek fıkıh ve gerekse kelâm yönüyle son derece kıymetlidir. Hemen hemen i'tikâdî bütün konularda tefsirinde Ehlu's-Sunne ve'1-Cemâ'a dışında kalan mezheblere cevaplar vermiş; onların görüşlerini çürütebilmek için bütün maharetini kullanmıştır. Kabul etmek gerekir ki bu konuların birçoğunda bazı dil ustalıkları ile meseleleri halletmeye çalışmış, zaman zaman muhalifi olduğu mezhebin ifadelerini aynen kullanmak zorunda kalmış ve buna rağmen yine karşı çıktığı mezheblerin görüşlerinin tersi neticeler çıkarmaya muvaffak olmuştur. Tefsirinde kelâmı konularda başlıca muarızı Mu'tezile, fıkhı konularda ise Şafiî mezhebidir. Bunların görüşlerini çürütebilmek için büyük çaba sarfetmiş olduğu görülüyor.
Eseri Medâriku't-Tenzîl'in, Zemahşerî tarafından te'lif edilen Keşşaftan ihtisar edilmiş olması, onun derecesini düşürmez. Zira bir eserin, hem de i'tikâdî konularda muarızı olan bir müellif tarafından manâsı, oriinalitesi ve nüktelerine halel getirmeden ihtisarı da başlı başına maharet, kabiliyet ve bilgiye dayanmaktadır. Bütün bunları ise Ebu'1-Bere-kât'da bulmak mümkündür.
Ayrıca Zemahşerî'nin tefsirinde tasavvufa bir kelimeyle olsun yer verilmediği ve safîlerle tasavvufa karşı tavır alındığı, onlara karşı hakare-tâmiz ifadeler kullanıldığı halde Ebu'1-Berekât'm tefsirinde böyle bir şe-
-ye raslanmaz. Aksine Ebu'I-Berekât yer yer mutasavvıfenin sözlerine e-serinde yer vermiş, onların nükteleriyle eserini süslemiştir.
Ayrıca tefsir kaynaklarının başında el-Hasen el-Basrî gelmektedir ki birçok tarikatın silsilelerini bu zâta dayandırdığı bilinmektedir. Gerçi Ebu'I-Berekât, el-Hasen'den nakillerinde onun tasavvufî söz ve açıklamalarına yer vermemiştir. Ama bunun yanında diğer meşhur mutasavvıflardan Cuneyd, Zu'n-Nûn, Rebî' ibn Haysem, Mâlik ibn Dînâr, Sehl et-Tusterî ve Şiblî gibi birçoğunun sözlerine âyetlerin münasebeti ölçüsünde yer vermiştir.
Ebu'l-Berekât'm tefsiri dil (sarf, nahv, belagat) ve kıraat ağırlıklıdır. Bu iki konuya -bu günkü şartlar muvacehesinde- gereğinden fazla yer verildiğini söylemek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Zira sadece anlaşılması müşkil âyetlerde değil, hemen bütün âyetlerdeki kıraat farklılıklarına çoğu kere bir yorum da getirmeksizin işaret etmiş, i'râbı son derece kolay ve anlaşılmasında herhangi bir işkâl olmayan âyetlerde dahi i'râba işaret etmiştir.
Bu tür fazlalıktan olmasaydı müfessir, tefsirinin başında belirttiği gayeye ulaşmış ve "okuyanları uzunluğu ile usandırmayacak" bir tefsir vücûda getirmiş olabilecekti.
Bununla birlikte fıkıh, kelâm, kıraat, dil ve belagat yönleriyle son derece câmî ve faydalı bir tefsir meydana getirmiş olduğu da eser incelendiğinde ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak Ebu'I-Berekât, Fahruddin er-Râzî, Zemahşerî ve Kâdî Beydâvî den sonra dar çerçevede Mâverâu'n-Nehr bölgesinde ve genelde İslâm âleminde İslâmî ilimler sahasında yetişen âlimler içinde mümtaz bir mevkiye sahip çok yönlü bir âlimdir.
Kanaatimizce fıkıh ve kelâm sahalarındaki muvaffakiyetine ilâveten asırlar boyu medreselerde okutulan, Mâturidî ve Hanefi Mezheble-rinin görüşlerinin Kur'an'dan dayanaklarını muhtasar ve faydalı bir şekilde takdim eden, Kur'an'daki belagat ve nüktelere vecîz bir şekilde temas eden son derece câmî bir tefsir meydana getirmiştir.
Bir de herhangi bir müfessir ve eseri incelenip hüküm vermeye çalışırken zamanımız mantığı ve kültürü ışığında hüküm vermek yerine o zamanın şartlan, kültürü, bilgi birikimi, ihtiyaçları ve bu eserlerin muha-tablarının bilgi, kültür seviyelerinin göz önünde bulundurulması ve buna göre çok kesin hükümlerden kaçınılması kanaatimizce bir ilmî tarafsızlığın gereğidir. [3]
Hafvzuddin[4] Ebu'I-Berekât Abdullah ibn Ahmed ibn Mahmûd en-Nesefî, bugün Özbekistan'da bulunan Soğd[5] ülkesindeki Nesef te[6] dünyaya gelmiştir. Şehir Kaşka-Derya vadisinde bulunmaktadır. Vadide akan Keşk-Rûz[7] suyu güneyde, Semerkand suyu ile Zarefşan'a paralel olarak akar ve sonra Amu-Derya'ya döner. Fakat buna kavuşmadan çölde kumlar arasında kaybolur. Bölgenin tek akarsuyu budur.
Nesef şehri, Karşı nehrini teşkil eden iki çayın birleştikleri yerin yakınında kurulmuştur. Nehir şehrin içinden akmakta olup bazı senelerde tamamen kurumakta imiş.[8] Mu'cemu'l-Buldân'da bu sudan başka bölgede akarsu bulunmadığı, nehrin kuruduğu senelerde bahçeleri sulamak ü-zere birçok kuyu bulunduğu kaydedilmektedir .[9]
Nesef, Buhârâ-Belh yolu üzerinde, Buhârâ'ya dört, Belh'e de sekiz günlük mesafededir.[10]
Şehir düz bir arazide kurulmuş olup Keş şehri tarafında şehre yaklaşık iki merhale mesafede dağlık arazi başlar. Ceyhun (Amu-Derya) nehri tarafına doğru ise arazi düz ve çöl halindedir. Nesef ve bölgesi çok mahsul yetiştirirdi.[11]
Nesef, nehrin iki tarafında bahçeleri ve gezinti yerleri ile çok güzel bir şehir olup Cengiz Han'dan itibaren Moğollar tarafından yazlık karargâh olarak seçilmişti. Çağatay hanlarından Kebek[12] (1318-1326) ve Kazan Han (öl. 347 M.) tarafından burada saraylar yaptırılmış ve hem şehre, hem de o bölgeye "Saray" anlamında olmak üzere "Karşı" denilmiştir. Halen de bu adla bilinmektedir.
Son derece müstahkem bir kalesi, etrafında dört büyük kapısı olan surları[13] bulunuyordu. Kale, Şıbanı Han ile Buhârâ hakimi Abdullah Han-a şiddetle mukavemet etmişti (965/1558).
Önceleri yakınında bulunan Keş,[14] Nesef ten daha büyük iken sonraları Nesef onu gölgede bırakmıştır. 1920 yıllarında Buhârâ Hanlığı'nın ikinci büyük şehri olup yaklaşık 60-70.000 nüfuslu bir şehir idi.
Ebu'l-Berekât'm doğum tarihini kesin olarak bilememekteyiz. Ancak 642/1244-45 yıllarında vefat etmiş olan Şernsu'l-Eimrne Muhammed ibn Abdussettar el-Kerderî'den ders okuduğuna göre doğumunun bundan önce ve nisbet edildiği yer olan Nesef te H. VII. asrın ilk çeyreğinde olmalıdır. [15]
Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Şemsu'l-Eimme Muhammed ibn Abdussettar el-Kerderî,[16] Hamiduddin ed-Darîr Ali ibn Muhammed er-Râmî-tîni[17] el-Buhârî[18] (öl. 666/1267-68) ve Bedruddin Hâher-Zâde diye meşhur olan Bedruddin Muhammed ibn Mahmûd ibn Abdülkerim el-Kerderî (öl. 651/1253) [19]den ders almıştır. İmam Muhammed'in ez-Ziyâdât'mı Ahmed ibn Muhammed el-Attâbî'den okuyarak ondan rivayet etmiştir .[20]
Ebu'l-Berekât daha ziyade Fıkıh sahası ile meşgul olmuştur. Fıkıhta hocaları Bedruddin Hâher-Zâde[21] ve Hamiduddin ed-Dârîr'dir.[22]
Tahsilini bitirdikten sonra Ebu'l-Berekât müderrisliğe başlamış ve Kirman'daki el-Kutbiyye es-Sultâniyye medresesinde müderrislik yapmıştır. Kenzu'd-Dekâik sarihlerinden el-Kirmânî'nin zikrettiğine göre Mecmeu'l-Bahreyn müellifi Muzafferuddin Ahmed ibn Ali es-Sâ'âtî, E-bu'1-Berekât'm Kenzu'd-Dekâik'ini bizzat müellifinden Kirman'daki adı geçen medresede okumuştur.[23]
Buradan hareketle Ebu'l-Berekât'm, müderrisliği sırasında kendi eserlerini okuttuğunu ve belki de medreselere ders kitabı olmak üzere bazı eserler te'lif ettiğini söyleyebiliriz ki eserlerinden Kenzu'd-Dekâik'in 683/1284,[24] Kitâbu'l-Kâfî'nin de 689/1290 yıllarında[25] Kirman'daki medreselerde okutulmuş olduğunu biliyoruz.
Meşhur talebeleri Mecmeu'l-Bahreyn müellifi Muzafferuddin ibn es-Sâ'âtî (öl. 694/1294-95) ve el-Hidâye sarihlerinden biri olan Hüsa-muddin el-Huseyn ibn Ali ibn Haccâc es-Siğnâkî (öl. 714/1314-15)'dir.[26]
Bazı seyahatler yapmışsa da bunlar hakkında maalesef bilgimiz yoktur. Sadece Bağdad'a olan seyahatini biliyoruz. Ancak buraya gidiş tarihi de ihtilaflı olup eî-Fevâidu'I-Behiyye'de onun, 700/1300-1301 yılında Bağdad'a geldiği ve burada el-Hidâye'yi şerh ettiği kaydedilmektedir .[27] Vefatının Bağdad dönüşü olmasına bakılarak buraya olan seyahatinin 710/1310 yılında olduğunu [28]söyleyenlerin görüşü daha isabetli görünmektedir.
Ebu'l-Berekât, Nesef te yetişen birçok âlim arasında mümtaz bir mevkiye sahip olup fıkıh, usûlü'1-fıkh, kelâm, hadis[29] ve tefsir sahalarında temayüz etmiştir. Yazdığı eserler yanında müderrislik yapmak suretiyle birçok talebe yetiştirmiş her yönüyle velûd bir âlimdir. Bazılarının onu "Mezhebde Muctehid"lerin sonuncusu olarak itibar ettiği de kaydedilmektedir.[30] Bu da onun, Fıkıh sahasında ihraz etmiş olduğu mevkii en güzel şekilde belirtmektedir.
Te'lif ettiği eserler genel bir kabule mazhar olmuş, medreselerde asırlar boyu okutulmuş , [31]kendi şerhlerine ilâve olarak sonra gelen âlimlerce de şerhleri, haşiyeleri ve muhtasarları yapılmıştır. [32]
Nesefî'nin 710/1310'da Bağdat'a gittiğini kaydetmiştik. İşte bu seyahatinden dönerken yolda Izec'[33] de 710 yılının rebîu'î-evvel ayında (Ağustos 1310) vefat etmiş ve orada defhedilmiştir.[34]
Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Türk-İslâm dünyasında velûd (üretken) âlim olarak tanınır. Eserlerinden birçoğu günümüze kadar gelmiş ve
üzerlerinde birçok çalışmalar yapılmıştır. Yazdığı eserlerin bir kısmı kendisi tarafından şerhedildiği gibi bir kısmı da daha sonra gelenler tarafından şerhedilmiştir. Keza, bunların bir kısmına da haşiyeler yapılmıştır. Sonra bu şerh ve haşiyeler de ayrıca şerhedilmiş, muhtasarları çıkarılmış, çıkarılan bu muhtasarlar da yine şerhedilmiştir.
Ebu'l-Berekât en-Nesefî daha ziyade bir hanefî fakîhi olarak bilinir. En büyük eserleri de fıkıh ile ilgilidir. Bu bölgenin yetiştirdiği ve Muftî's-Sekaleyn adıyla şöhret bulan Ebû Hafs Ömer en-Nesefî (öl. 537/ 1142) [35]kadar olmasa bile kelâm sahasında da kıymetli eserler meydana getirmiştir.
Şimdi Ebu'l-Berekât en-Nesefî'nin eserlerini ve bu eserlerle ilgili yapılan çalışmaları bir liste halinde vermek istiyoruz:
1. Fâide Muhimme li-Def i
Külli Nazile Mulimme[36]
2. FedâihTl-A'mâl[37]
3. el-Kâfî
el-Vâfî fTl-Furû' adlı eserinin şerhi olan bu eserini 684/1285-86 yılında tamamlamıştır[38]
4. Kenzu'd-Dekâik
el-Vâfî isimli eserinin hülâsasıdır. Yaygın olarak vuku bulan hâdiselere verilen fetvaları içerir.[39] Eser fakîhler tarafından çokça tutulmuş ve birçok şerhleri te'lif edilmiştir.[40]
5.el-Kunyefı'l-Fıkh[41]
6. el-Le'âlî'l-Fâhıra fî'Ulûmi'l-Âhıra[42]
7. el-Menâfi'
Ebu'l-Berekât'ın, Naşiruddin Muhammed ibn Yûsuf (öl. 656/1258) jn-Nâfi* fi'1-Furû' adlı eseri üzerine yazmış olduğu bir şerhtir.[43]
8. Menâru'l-Envâr
Menâru'1-Usûl, el-Menâr fi'1-Usûl olarak da bilinen bu eserini müellif, Fahru'l-İslâm el-Bezdevî (öl. 482/1089) ve Şemsu'l-Eimme es-Se-rahsî (Öl. 483/1090-91)'nin eserlerinden ihtisar ederek meydana getirmiştir. Eserin pek çok yazması bulunmaktadır.[44] Ayrıca eser Dehli'de 1287, İstanbul'da 1315 ve 1326, Agra'da 1319-1320'de basılmıştır.[45]
Müellifin bu eseri çok meşhur olmuş ve sonra gelen âlimler tarafından birçok haşiye ve şerhleri yapılmıştır.[46]
9. Mi'yâru'n-Nazar[47]
10. el-Munevvir
Kendi eseri olan el-Menâr üzerine te'lif çtmiş olduğu bir şerhtir.[48]
11. el-Musaffâ
Ebû Hafs Ömer ibn Muhamrned ibn Ahmed en-Nesefî (Öl. 537/ 1142)'nin Manzûmetu'n-Nesefî fı'1-Hılâf ı üzerine te'lif etmiş olduğu el-Mustasfâ adlı eserinin muhtasarıdır. Müellif bu eserini 20 Şaban 670/22 Mart 1271 tarihinde tamamlamıştır. Bu eserinin sonunda şöyle demektedir:
"En-Nâfı'in şerhi olan el-Mustasfâ mine'l-Mustevfa'ı bitirince bazı kardeşlerim benden, Manzume (Manzûmetu'n-Nesefî) üzerine bir şerh yazmamı istediler. Ben de onu şerh ettim ve el-Musaffâ âdını verdim."[49]
12. el-Mustasfâ
Ebû Hafs Ömer en-Nesefî'nin yukarda zikri geçen Manzume'si üzerine te'lif ettiği kolay bir şerhtir .[50]
13. el-Mustasfâ[51]
Eş-Şeyhu'1-İmâm Nâşıru'd-Dîn Ebu'l-Kâsım Muhammed ibn Yûsuf el-Huseynî es-Semerkandî (öl. 656/1258)'nin en-Nâfi' fi'1-Furû' adlı eserine yazmış olduğu şerhtir. Ebu'l-Berekât bu eserini 665/1266-67 yılında ikmal etmiş ve gerekli gördüğü açıklama ve ilâvelerde bulunmuştur. Eserinin sonunda şöyle demektedir:
"Kitabda geçen el-Allâme, eş-Şeyhu'l-îmâm Şemsu'l-Eimme el-Kerderî'dir. el-Ustâz, Mevlânâ Hamiduddin'dir. el-Mebsût, es-Serahsî'-nin el-Mebsût'udur. Hepsi de el-Mebsût'dan nakledilmiştir"[52]
14. el-Mustevfâ
Furû'u'l-Fıkh'a dair bir eseridir
[53]
15. Şerhu'l-Hidâye[54]
Şeyhu'l-İslâm Burhanuddin Ali ibn Ebî Bekr el-Merginânî (öl. 593/1196)'nin Furû'u'l-Fıkh'a dair olan el-Hidâye ale'l-Bidâye isimli e-seri üzerine te'lif etmiş olduğu bir şerhtir.[55]
16. Şerhu'l-Kasîdeti'l-Lâmiyye fı't-Tevhîd
İmâmu'l-Harameyn Siracuddin Ebû Muhammed Ali ibn Osman el-Ûşî el-Ferğânî (öl.569/1173)'nin eseri el-Kasîdetu'1-Lâmiyye fı't-Tevhîd adlı eseri üzerine te'lif etmiş olduğu bir şerhtir.[56]
17. Şerhu'l-Muntahab fî Usûli'l-Mezheb
Muhammed ibn Muhammed ibn Ömer el-Ahsîketî (Öl. 644/1247)' nn el-Muntehab fî Usûli'l-Mezheb[57] adlı eseri üzerine te'lif ettiği bir şirhtir.[58]
18. Umdetu'l-Akâid[59]
Ebu'l-Berekât bu eserini kendisi şerh etmiş ve el-İ'timâd[60] adını vermiştir.
Umdetu'l-Akâid çok tutulan bir eser olup üzerine birçok şerh ya-'zılmıştır.[61]
19. el-Vâfîfi'1-Furû'[62]
Furû'u'l-Fıkh'a dair bir eseridir. Eserin yazılış gayesi ve şekli hakkında el-İtkânî, Gâyetu'l-Beyân'mda şu bilgiyi verir:
"en-Nesefî, el-Hidâye'yi şerh etmeye niyet ettiğinde zamanın büyük âlimlerinden Tâcu'ş-Şerî'a bunu duyar ve: "Bu onun sânına yakışmaz. " der. Bunun üzerine en-Nesefî bu niyetinden vazgeçerek el-Hidâye gibi bir kitab yazmaya başlar ve el-Hidâye üslûbunda el-Vâfîyi meydana getirir. Sonra bunu şerh ederek el-Kâfî adını verir. Bu, el-Hidâye'nin şerhi gibidir."[63]
20. el-Vâfî Şerhu Muhtasari'l-Muntehâ[64]
21. Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl [65]
Ebu'l-Berekât'dan önce, Giriş bölümünde de görüldüğü gibi birçok tefsir te'lif edildiği halde Ebu'l-Berekât bu tefsiri niçin yazmıştır? Bu konuda şu ihtimaller akla gelmektedir:
1- Giriş bölümünde de kaydettiğimiz gibi o bölgede ve İslâm âleminde en meşhur tefsir o zamanda Zemahşerî'nin tefsiridir. Ama bu tefsir Mu'tezile mezhebini teyid eden te'villeri ihtiva etmektedir ve Ehlu's-Sunne akaidini aksettirecek tefsirlere ihtiyaç vardır.
2- Bu ihtiyaca cevap vermek üzere el-Kâdî el-Beydâvî tarafından Envâru't-Tenzîl adlı bir tefsir te'lif edilmişse de bu âlim Eş'arî mezhebini iltizâm etmiş olduğundan te'villerinde ve Mu'tezile'ye cevaplarında kendi mezhebini teyid eden bir tavır takınmış görünmektedir. Dolayısıyla Mâturîdi mezhebinin görüşlerini aksettirecek tefsirlere ihtiyaç vardı. Daha önce de temas edildiği üzere İmâm Mâturîdî'nin tefsire dair "Te'vîlâ-tu'l-Kur'an'ı" varsa da Moğol istilâsı sırasında bölgedeki nüshalarının imha edilmiş olması ihtimal dahilindedir. Nitekim Ebu'l-Berekât'm İ-mâm Mâturîdî'den nakillerinde lâfız aynılığının bulunmamasını da buna bağlamak doğru olacaktır.
3- Zemahşerî'nin tefsiri dışındaki tefsirler ya usandıracak kadar u-zun, ya da çok muhtasardır. Dolayısıyla okuyanları uzunluğu ile usandırmayacak, kısa olması dolayısıyla anlaşılması güç olmayacak vasat hacimde bir tefsire ihtiyaç vardı.
4- Son olarak, bölge halkının bu yoldaki istekleri de Ebu'I-Bere-kât'ı böyle bir tefsir yazmaya sevk etmiş olabilir. Nitekim, müfessir, tefsirinin başında tefsiri niçin yazdığına işaretle:
"İsteğine icabet etmem taayyün eden bir zât benden te'vîlâta dair vasat bir kitab yazmamı istedi. Bu kitab Ehlu's-Sunne ve'l-Cemâ'a'mn sözlerini içine alacak, bid'at ve dalâlet ehlinin bâtıl görüşlerinden hâli olacak, usan-
dıracak kadar uzun, anlamı bozacak ve ihlâl edecek derecede kısa olmayacaktı."[66] demektedir.
Eserin özelliklerine ve bu girişe bakarak eserin yazılış gayesini şöylece özetleyebiliriz:
1. Çevresinde bulunanlar kendisinden bir tefsir yazmasını istemişler, o da bu arzuya uymuştur. Ancak müfessir, kendisinden bir tefsir yazmasını isteyen ve "isteğine icabete müfessirin kendini mecbur hissettiği" bu zâtın ismini vermemektedir.
2. Kendisinden önceki tefsirleri ya çok uzun, ya da anlaşılamaya-cak veya faydalı olmayacak derecede kısa bulmuş ve orta hacimde bir tefsir yazmak istemiş, böylece bu eserini meydana getirmiştir.
3. Bölgede -Ebu'l-Berekât'a göre- bid'at ve dalâlet ehlinin görüş ve te'villeri yaygındır. Bunların Kur'an'dan delillendirilerek cevaplandırılması gerekmektedir. Bu da onu bu eseri yazmaya sevk etmiş ve eserinde Mu'tezile, Kerrâmiyye, Cehmiyye, Havâric gibi fırkaların görüşlerini, i-lerde de görüleceği üzere Kur'an'dan deliller getirerek çürütmeye çalışmıştır. [67]
1- Abdulahad ibn İshâk el-Kandehârî, et-Tefsîru'1-Muzîl li Muğ-lakâti Medâriki't-Tenzîl. Eser Lahore'da 1904'te basılmıştır.[68]
2- İlâhdâd Ğaunpûrî (öl. 923/1517) [69]
3- Muhammed Abdulhak el-Hindî, el-îklîl 'alâ Medâriki't-Tenzîl. Hindistan'da 1336'da basılmıştır.[70]
4- Şeyh Abdulhakim el-Efğânî.[71]
5- Mustafa Muhammed el-Hadîdî et-Tayr, Tavdîhu'n-Nesefî.[72]
1- eş-Şeyh Zeynuddin Ebû Muhammed Abdurrahman ibn Ebî Bekr el-Aynî(öl. 893/1487-88).[73]
2- Burhanuddin Muhammed ibn Muhammed en-Neseft (öl. 687/ 1288). Herhalde Medâriku'1-Ukûl adlı eseri olsa gerektir.[74]
3- Ahmed ibn Aybek el-Imâdî (öl. 893/1488).[75]
4- Ebû Abdullah Sıddîk ibn Ömer el-Heravî el-Mâturîdî.[76]
Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-Te'vîl bazı özellikleriyle temayüz etmiş, İslâm âleminde çokça tutulmuş ve benimsenmiş bir tefsirdir. Müfessir, eserinin özelliklerini bizzat kendisi şöyle dile getirir:
"Bu kitab i'râb ve kıraat vecihlerini toplayacak, bedî' ve işârât ilimlerini ihtiva edecek, Ehlu's-Sunne ve'l-Cemâ'a'nın sözlerini alacak, bid'at ve dalâlet ehlinin bâtıl görüşlerinden hâlî olacak, ne usandıracak kadar uzun, ne de anlamı ihlâl edecek ve bozacak derecede kısa olacak".[77]
Gerçekten Ebu'l-Berekât'ın bu tefsiri, ilerde işaret edileceği üzere bütün bu özelliklere sahip bulunmaktadır.
Eser oldukça kolay ve akıcı bir üslûbla yazılmıştır. Herhalde bu sebepten olsa gerektir ki üzerinde fazlaca haşiye ve ta'lîka yapılmamıştır.
Tefsirde ağırlık kıraat ve i'râba (sarf ve nahv) verilmiş görünüyor. İlerde misalleriyle görüleceği üzere kelâmı konulan ihtiva eden âyetlerin tefsirinde Ehlu's-Sunne ve'1-Cemâ'a mezhebinin görüşlerinin açıklanmasına ve delillendirilmesine özen gösterilmiştir.
Fıkhı hükümlerin dayanağı ve delili olan âyetlerde müfessirin, Hanefî mezhebinin görüşleri paralelinde hareket ettiği görülür.
Eser, zaman zaman kıssalar, darb-ı meseller ve güzel sözlerle süslenerek aynı zamanda akıcılığı da sağlanmıştır.
İlerde eserin ilgi alanına giren konulardaki özelliklerini daha ayrıntılı bir şekilde vermek üzere burada bu kısa tavsif ile yetiniyor ve daha geniş çerçevede Özellikleri ile değişik sahalardaki kaynaklarını tanıtmaya geçiyoruz.[78]
Ebu'l-Berekât'dan önce gerek rivayet ve gerekse dirayet metoduyla birçok âlimin tefsir te'lif ettiği malûmdur. Müfessirimizin, eserinde verdiği isimlere bakarak bunlardan özellikle rivayet tefsiri yönüyle çok istifade ettiğini görmekteyiz. Sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tâbiînin Kur'an'in tefsirinde serdetmiş olduğu görüşleri, bazen bir âyetin tefsirinde birden fazla olarak ve kendi tercihini de belirtmeksizin nakletmiştir.
Müfessirin, zayıf gördüğü rivayetleri genellikle lâfzı ile naklettiği dikkati çekmektedir. Zaten kaynak belirtmeden ve görüş sahibinin ismini vermeden bu görüşleri kaydetmesine bakarak, aldığı bu görüşlere fazlaca itibar etmediğini, ancak eserine dercedilmesinde mahzur görmediğini düşündürtmektedir.
Şüphesiz Ebu'l-Berekât, kendinden önce te'lif edilmiş dirayet tefsirlerinden de istifade etmiştir. Gerçi yetiştiği devrede ve bölgede müdevven tefsir kitaplarının mevcut olduğunu pek sanmıyoruz. Zira daha önce de belirttiğimiz gibi bunların hemen tamamı Moğol istilâsı ile yok edilmiş olmalıdır. Ancak, Zemahşerî'nin Keşşafından yaptığı nakillere bakarak elinin altında bu tefsirden, bir nüsha bulunduğunu, en azından Keşşafı okuduğunu farz etmek zorundayız. Biraz sonra misalleriyle de göreceğimiz üzere kelime kelime Keşşaftan nakillerde bulunmaktadır ki, bunların tamamının hafızadan tekrarı son derece güçtür.
Medâriku't-Tenzîl'in tefsir kaynaklarını iki kısımda incelemekte fayda mülâhaza ediyoruz:
1. Mahmûd ibn Ömer ez-Zemahşerî'nin el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvî! fî Vucûhi't-Te'vîl
2. Diğer Tefsir Kaynakları[79]
Medâriku't-Tenzîl'in tefsir kaynaklarının başında Ebu'l-Kâsım Mahmûd ibn Ömer ez-Zemahşerî (öl. 538/1144)'nin el-Keşşâfı gelmektedir. Sanki Medâriku't-Tenzîl onun bir muhtasarı mahiyetindedir. Müfessirin, Zemahşer'înin ismini vermemesine rağmen yaptığı nakiller buna delâlet etmektedir. Bazen sayfalarca devam eden nakillere raslamak mümkündür.
Tefsirde Zemahşerî'nin kendine has bir üslûbu vardır. Müfessir, Medâriku't-Tenzîl'de ondan yaptığı nakillerden birçoğunda onun üslûbunu elbette aynen almış değildir. Ondan aldıklarını çok yerde endi üslûbu içinde tajcdim etmiştir. Zemahşerî genellikle tefsirinde dersen, ben de derim ki, şeklinde bir soru-cevap üslûbu kullanmıştır ki, çok az istisnası bir yana bu üslûb Medârik'te görülmemektedir. Ebu'l-Berekât'ın, Keşşaftan nakillerde bulunurken ondaki i'tizâlî görüşleri ayıkladığım ve bunları eserine almadığını da unutmamak gerekir .[80]
Özellikle dil ve belagat konularında Ebu'l-Berekât, aynı zamanda bir nahv imamı olan Ebû İshak İbrâhîm ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zec-câc'a dayanır. Fakat Zeccâc'dan yaptığı nakillerin de birçoğunu aynen Keşşafta bulmak mümkündür. Bu gibi yerlerde müfessirimiz Keşşafın adını zikretmeksizin doğrudan doğruya Zeccâc'dan naklediyormuş intibaını vermektedir.
Şimdi müfessirimizin ne dereceye kadar Keşşafın tesiri altında kaldığını görelim:
Ebu'l-Berekât, çok az istisnası dışında, ısrarla isim vermemesine karşılık tefsirine Keşşaf tan çok şey almıştır. Keşşaftan aldıklarını bazı yerlerde değiştirip kısaltarak kendi üslubuyla takdim etmiştir. Yalnız iti-zâl akidesini aksettiren te'villerini ayıklamış; buralarda Mu'tezile'ye cevaplar vermiş ve Keşşaftan ayrılmıştır.[81] Bunların dışında Medâriku't-Tenzîl, bütünüyle Keşşafın bir hülâsasıdır dersek hata etmiş olmayız. Zira bazen sayfalarca Keşşafın ibaresiyle bir aynılık arz etmektedir.
Keşşaftan sonra gelen tefsirler için bu bir noktada kaçınılmaz olmuştur. Zira onun, Kur'an'daki nüktelere ve Kur'an'ın i'câzına dair ser-dettiklerinin günümüze kadar aşılamadığı söylenebilir.
Keşşaf ile Medârik arasındaki benzerliği üç bölümde toplayabiliriz:
a) Müfessirin, kaynak göstererek Keşşaftan yaptığı nakiller:
Birinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/143 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/407,
İkinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/144 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/407-408.
Üçüncü misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 11/272 — Zemahşerî, Keşşaf, 11/390.
Dördüncü misal için bakınız: Nesefî, Medârik, III/181 — Zemahşerî, Keşşaf, III/l 09.
Beşinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, III/227 — Zemahşerî, Keşşaf, III/l 66.
b) Kaynak göstermeden ve fakat üslûbunu değiştirmeden aynen yaptığı nakiller:
Birinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/204 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/492-493.
îkinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/210 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/506-507.
Üçüncü misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/213 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/510-511.
Dördüncü misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 11/64-65 — Zemahşerî, Keşşaf, 11/95-96.
Beşinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, III/239 — Zemahşerî, Keşşaf, 111/182-183.
c) Üslûbunu değiştirerek ve kısaltarak yaptığı nakiller.
Birinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/3 — Zemahşerî, Keşşaf, 1/24-26.
İkinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, 1/281.
Üçüncü misal için öakınız: Zemahşerî, Keşşaf, 1/608 — Nesefî, Medârik, 11/61., Zemahşerî, Keşşaf, 11/89.
Dördüncü misal için bakınız: Nesefî, Medârik, M/95 — Zemahşerî, Keşşaf, III/7.
Beşinci misal için bakınız: Nesefî, Medârik, IV/32 — Zemahşerî, Keşşaf, III/357-358.[82]
Ebu'l-Berekât'dan önce küçümsenemeyecek bir birikim meydana getiren tefsir çalışmaları olduğu şüphesizdir. Hz. Peygamber (Saiiaiiâhu Aleyhi ve Seiiem) ile başlayan Kur'an tefsiri sahabe, tâbiûn ve etbâu't-tâbiîn devirlerinde duraklamadan devam etmiş ve Kur'an'ın yorumu için sonrakilere kaynak olacak tefsirler te' lif edilmiştir.
İşte Ebu'l-Berekât, bu çalışmalardan sonra tefsir sahasında eser te'-lif ederken kendisini bunlardan müstağni görmemiş ve eserme sahabe, tâ-biûn ve kendisine kadarki müfessirlerin tefsire dair kavillerini de almıştır.
Ebu'l-Berekât bunlar içinde sırasıyla en fazla Abdullah ibn Abbâs (öl. 68/687-88), el-Hasen ibn Yesâr el-Basrî (öl. 110/728), Abdullah ibn Mes'ûd (öl. 32/652), Mucâhid ibn Cebr el-Mekkî (öl. 103/721) ve Katâde ibn Di'âme es-Sedûsî (öl. 117/735)'den nakillerde bulunur.
Sahabe devrinin mümtaz sımalarından olan ve kendisine "Tercu-mânu'l-Kur'an.[83] "Habru'1-umme [84]gibi unvanlar verilen; ayrıca Hz. Peygamber (Saüaiiâhu Aleyhi ve seiiem)'in duasına mazhar olan[85] İbn Abbâs'm tefsire ve özellikle "Mubhemâtu'l-Kur'an, Muşkilu'l-Kur'an ve Garîbu'1 Kur'an"a dair açıklamalarından kendisinden sonra gelen âlimler büyük ölçüde istifade etmişler, ve onun tevcihlerine, açıklamalarına eserlerinde yer vermişlerdir. Medâriku't-Tenzîl'de de özellikle mübhem, müşkil ve ğarîb lâfızların açıklanmasında çok kere İbn Abbâs'in açıklamalarına müracaat edilir.[86]
Ebu'l-Berekât, İbn Abbâs (Radıyaliahu Anh) yanında onun müessisi olduğu Mekke Tefsir Ekolü rnüfessirlerinden olan Mucâhid'den de çokça nakillerde bulunur.[87]
Abdullah ibn Abbâs'tan sonra müfessirin en çok nakilde bulunduğu şahabı Abdullah ibn Mes'ûd' (Radıyaiiahu Anh) dur.[88] Ebu'l-Berekât zaman zaman İbn Mes'ûd'un (Radıyaliahu Anh) kıraatine ve mushafına da işaret etmiş ve tevcihlerinde onun kıraati ile ihticâcda bulunmuştur. Aynca müfessirin, İbn Mes'ûd (Radıyaliahu Anh/un önderliğinde teşekkül eden Irak Tefsir Ekolüne mensup tâbiûn devri müfessirlerinden el-Hasen el-Basrî[89] ve Katâde'den de[90] birçok nakilleri vardır.
Elbette Ebu'l-Berekât'm tefsire dair nakilleri sadece bu müfessirlerin kavillerinden ibaret değildir. Sahabe ve tâbiûn devri müfessirlerinden birçoğunun kavillerine Medârik'te işaret edilmiş, müfessirin tevcihleri ve açıklamaları bunlardan yapılan nakillerle teyid edilmiştir. Ancak bu nakillerden birçoğunun ya aynen veya benzer lâfızlarla Zemahşerî'nin Keşşafında da bulunduğunu belirtmekte fayda vardır.
Biz konuyu daha fazla uzatmamak için Ebu'l-Berekât'm, kavillerine yer verdiği müfessirlerin sadece isimlerini vermekle iktifa edip bundan sonra müfessirin en kuvvetli olduğu ve en fazla temayüz ettiği sahası olan fıkıh konusuna; Medâriku't-Tenzîl'in fıkhı yönden özelliklerine ve fıkıh kaynaklarına geçeceğiz.
Müfessirin kendilerinden nakillerde bulunduğu müfessirler sahabeden Ebû Bekr Abdullah ibn Kuhâfe (öl. 13/634),[91] Ebû Hafs Ömer ibn el-Hattâb (öl. 23/Ö44),[92] Ali ibn Ebî Tâlib (öl. 40/661),[93] Abdullah ibn Ömer (öl. 73/ 692-93),[94] Ebû Zerr Cundub ibn Cunâde el-Ğıfârî (öl. 32/Ö52)[95] Ebu'd-Derdâ' Uveymir ibn Âmir el-Ansârî (öl. 32/652) [96]'dir.
Tâbiûn ve sonraki devir müfessirlerinden ise Ebû Şibl Alkame ibn Kays el-Kûfî (öl. 62/681),[97] Ebu'l-Âliyye Refi' ibn Mihrân el-Basrî (öl. 93/711-12),[98] Ebû Abdullah Urve ibn ez-Zubeyr ibn el-Avvâm (öl. 93/ 712),[99] Ebu'l-Kâsım ed-Dahhâk ibn Muzâhim el-Horâsânî (öl. 105/723-24) ,[100] Ebû Amr Âmir ibn Surahbîl ibn Abd es-Sa'bî (öl. 109/727-28),[101]
Ebû Abdullah Vehb ibn Munebbih es-San'ânî (öl. 114/732),[102] Ebû Muhammed İsmâîl ibn Abdurrahmân es-Suddî (öl. 127/744-45),[103] Ebu'n-Nasr Muhammed ibn es-Sâib el-Kelbî (öl. 146/763-64),[104] Ebu'l-Hasen Mukâtil ibn Süleyman el-Horâsânî (öl: 150/767),[105] Ebû Abdullah Sufyân ibn Sa'îd ez-Sevrî el-Ansârî (öl. 161/777-778),[106] Ebû Muhammed Sufyân ibn Uyeyne el-Hilâlî (öl. 198/ 813-14),[107] Ebû İshâk İbrahim ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zeccâc (öl. 311/923),[108] ve Burhanuddin Mahmûd ibn Hamza el-Mukrî (500/1107 yıllarında hayatta idi)[109]'den nakilleri vardır. [110]
Bir müfessirin Kur'an'ı tefsirde birinci dayanak ve kaynağı yine Kur'an'in kendisidir. Müfessir önce Kur'an'da gördüğü mutlak ifadeleri takyîd, mücmelleri (kapalı olanları) beyân (açıklama), 'âm (genel) olan ifadeleri tahsis eden âyetleri arar. Zira bir yerde mutlak olarak geçen bir hüküm başka bir yerde kayıtlanmış (mukayyed), bir yerde mücmel olarak ifade edilen bir konu başka bir yerde geniş bir şekilde beyân edilip açıklanmış, bir yerde mubhem (gizli) bırakılan bir konu başka bir âyette beyân ve tefsir edilmiş olabilir ki müfessirin önce bunları araması gerekir. [111]
Bu, Kur'an'ın tefsirinde birinci merhaledir. Şayet bizzat Kur'an'da, Kur'an'ı tefsir eden başka âyetler bulunmadı ise bu takdirde hadislere, sahabîlerin ve tâbiûnun sözlerine müracaat edilmiştir ki hemen bütün tefsirlerin Kur'an tefsirinde tuttukları yol budur.
Ebu'l-Berekât da tefsirinde selefin bu yolundan ayrılmamış ve münasebet kurabildiği ölçüde âyetlerde gördüğü kapalılıkları başka âyetleri delil getirerek gidermeye çalışmıştır.
Bunun misalleri çok olmakla birlikte biz, konuyu uzatmamak için Ebu'l-Berekât'm Kur'an'ı Kur'an ile tefsire verdiği ehemmiyeti belirtecek miktarda misalle yetinmek istiyoruz:
Misal - 1
El-Fâtiha/7 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât "kendilerine gazap olunanlar"m Yahudiler olduğunun söylenildiğini, bunun delilinin [112]âyeti olduğunu; âyetteki "dalâlete düşenler" in ise [113]âyetinin delaletiyle Hristiyanlar olduğunu ifade eder ve bu âyeti, zikri geçen âyetlerle tefsir eder.[114]
Misal - 2
Ebu'l-Berekât, Kur'an âyetlerinden mutlak olanlarının diğer bir âyet tarafından takyîd edilebileceğini, 'âmm olanların tahsis edilebileceğini göz önünde tutmuş ve böyle yerlerde işaret etmeden geçmemiştir. Bu cümleden olarak:
a) el-Bakara/173 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir:
"Size ancak ölü (boğazlanan şeylerden tezkiye olunmamış halde ruh kendisinden ayrılan her bir şey) haram kılındı." Ayetteki âyette zikredilenleri isbât, bunların dışındakileri de nefy içindir. Yanı size ancak ölü haram kılındı.
"Ve kan da haram tylındı." Burada akıtılmış kan kastedilmektedir. Zira başka bir yerde [115]buyrulmuştur.[116]
Yani burada mutlak olarak zikredilen "kan" diğer âyette "akıtılmış " sıfatıyla takyîd edilmiştir,
b) el-En'âm/108 âyetinde:
"Böylece her bir ümmete amellerini süsledik" buyuruluyor ki burada
"ümmet" mutlak olarak zikredilmektedir. Müfessir burada ümmetlerin
"kâfir ümmetler" olduğuna, yani bu âyetin umumî olan ifadesinin
tahsis olunduğuna işaret ettikten sonra bunu tahsis eden âyetin:[117]
âyeti olduğunu
kaydeder.[118]
Misal - 3
Müfessir, Bakara Suresi 197. âyetinde geçen "el-fusûk" kelimesine muhtelif anlamlar vermekte ve verdiği bu anlamlan delülendirmeye özen göstermektedir. Bu âyetin tefsirinde:
"(Ayetteki) «el-fusûk» günahlardır, ya da «Müslümana sövmek fısktır» [119]hadisinin delaletiyle sövmektir" dedikten sonra üçüncü bir ihtimal daha serdeder ve bu ihtimali başka bir âyetle delillendirerek:
"Ya da âyetteki "el-Fıısûk" [120]âyetinin delaletiyle lakablarla ayıplamaktır [121]der. Yani bu kelime bu âyette mücmel olarak geçmekte, diğer âyet ise bunu beyan etmektedir.
Misal - 4
Müfessir, el-En'âm/121 âyetinin tefsirinde Kur'an âyetleri içinde mücmel olanların diğer bir âyet veya âyetler tarafından beyan edildiğine işaretle şöyle der:
"Ayetteki "fısk" mücmeldir ve: [122]âyeti bunu beyan etmektedir. Böylece mananın takdiri: «Allah'tan başkasının ismi anılmış halde (kesilen hayvanlardan) yemeyiniz» şeklinde olacak ve bunun dışında kalanlar helâl kılıcı âyetlerin umûmî hükmü ile helâl olacaktır".
Misal - 5
Müfessir, Âl-i İmrân/120 âyetinde iyilik için "el-mess" (dokunmak), kötülük için ise "el-isâbe" (isabet etmek) fiilinin kullanıldığına i-; şaret ederek aslında bu iki fiilin aynı anlamda kullanılabileceğini kaydeder ve:
"Âyette geçen "el-mess" fiili, "el-isâbe" yerine kullanılmıştır ve sanki manâ, bir gibidir. Allah Teâlâ'nın:[123]
âyetini görmez misin?" diyerek bu âyette hem iyilik, hem de kötülük için "el-isâbe" fiilinin kullanıldığını belirtir.
Misal - 6
Ebu'l-Berekât, en-Nisâ/119 âyetinde şeytanın sözünde geçen "Allah'ın yarattığını (ya da yaratmasını) mutlaka değiştirecekler" kısmına değişik açıklamalar getirmektedir. Bu âyetin tefsirinde:
a) Yanlarında uzun süre kalmış develerin gözlerini oymak ve onu binmekten alıkoymak, ya da burmak suretiyle değiştireceklerdir. Bu, hayvanlarda mubah, Adem oğlunda ise haramdır.
b) Dövme yapmak suretiyle,
c) Nesebini inkâr edip (başka birisine) ilhak etmek suretiyle,
d) ihtiyarlığı (ihtiyarlıktaki beyaz saçları) siyaha boyamak suretiyle,
e) Helâli haram, haramı da helâl kılmak suretiyle,
f) Erkeklerin kadınlaşması (veya kadınların erkekleşmesi) suretiyle değiştireceklerdir, dedikten sonra bunların dışında yedinci bir ihtimalin daha bulunduğuna işaretle şöyle der: [124]âyetinin de delaletiyle bu, Allah'ın fıtratı olan İslâm dinini değiştirmeleri, tebdil etmeleri ile olacaktır". [125]
Misal - 7
Müfessir, en-Nisâ/160 âyetinin tefsirinde Yahudilere, zulümleri sebebiyle haram kılman temiz şeylerin mücmel olarak zikredil di ğine işaretle şöyle der:
"Bunlar: [126]ayetinde zikredilen şeylerdir"[127] Bunlar da Ebu'l-Berekât'm işaret ettiği ayette zikredildiği üzere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunların sırt ve bağırsaklarında ya da kemiklerine karışmış durumda olanları hariç iç yağlarıdır.[128]
Misal - 8
Ebu'l-Berekât, el-En'âm/34 âyetinde geçen "kelimâtullâh"m başka ayetlerde beyan edildiğine işaretle "kelimâtııllâh"ı O'.nun va'dleri, müjdeleri olarak, "Allah'ın kelimelerini değiştirecek de yoktur" kısmını da "Allah 'in va 'dlerini değiştirecek de yoktur" şeklinde tefsir eder ve:[129] "[130] ayetlerini bu tefsirine delil getirir.[131] Müfessir bu tefsiriyle bu âyeti mücmel gördüğünü ve bu icmalin diğer âyetlerle kaldırılarak beyan edildiğini ihsas etmektedir.
Misal - 9
El-En'âm/57 âyetinde Hz. Peygamber (Sallallaüâhu Aleyhi ve Sellem)'in dilinden hikâye ile "Sizin acele olarak gelmesini, ta'cîlini istediğiniz şey benim yanımda (katımda) yoktur" buyuruluyor ve bu âyette "muhatabların ta'cîlini istedikleri şey" zikredilmiyor. Ebu'l-Berekât, muhatabların ta'cîlini istedikleri şeyin: [132]ayetinde geçtiği üzere "gökten üzerlerine taş yağdırılması" olduğunu belirtir.[133] Böylece bu âyette mücmel bırakılan ve ismu'l-mevsûlü ile getirilen şeyin başka bir âyette "gökten üzerlerine taş yağdırılması şeklindeki bir azab" olarak beyan edildiğini kaydeder.
Misal - 10
El-Bakara/87 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât "Rûhu>l-Kuds"m)[134] neler olabileceğine dair ihtimalleri serdeder. Bunlara göre Rûhu'1-Kuds:
a) Kutsal ruh olabilir. Nasıl ki (cömertliğe izafe edilerek) "Hâti-mu'l-Cûd" deniliyorsa (burada da) ruha kutsallık izafe edilerek "Rûhu'l-Kuds " denilmiştir.
b) Cibril (Aieyhi's-Seiâmf dır. Zira o, kalblere hayat verecek şeyleri getirmektedir. Aynı zamanda Yahudiler Hz. İsa'yı (Aleyhi's-Seiâm) öldürmeye kastettiklerinde onu göğe kaldırmıştır.
c) Allah'ın en büyük ismidir. (İsmu'llâhi'l-A'zam). Zira Hz. İsa (aleyhi's-selâm) onu zikretmek suretiyle ölüleri diriltiyordu.
Bunların yanında müfessir bir ihtimale daha dikkati çekerek Rû-hu'1-Kuds'Ün "incil" olabileceğini söyler ve:[135] âyetiyle bu âyet arasında bir bağ kurarak her iki âyette de "rûh" kelimesinin "kitâb" anlamında; birinin Kur'an, diğerinin de İncil yerine kullanıldığını ifade eder.[136]
Tefsirin Kur'an'dan sonra şüphesiz ikinci ve en önemli kaynağı Hz. Peygamber (Ateyiv's-Seiâmfin hadisleridir. Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in bütün Kur'an'ı âyet âyet tefsir ettiği bilinmemekte ise de ashabına kapalı ve anlaşılmaz gelen âyetleri izah edip açıkladığı bir vakıadır. Sonra Kur'an'da gibi ibadetle igili olan ve kapalı bırakılan terimler geçmektedir. Bunların uygulamasının gösterilmesi Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bırakılmıştır. Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Kur'an'ı açıklaması kendi nefsinden olmayıp yine Allah Teâlâ'nın ta'lîmine dayanmaktadır. Nitekim Kur'an'da: "O kendi hevâsıyla konuşmaz. Onun konuştuğu kendisine gönderilen bir vahyden ibarettir" [137]denilmektedir, ki bu da Hz. Peygamber'in (Saüaiâhu Aleyhi ve Seüem) tefsirinin ilâhî kaynaklı olduğuna işaret etmektedir.
İlk tedvin edilen tefsirlerin Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) tefsire dair hadisleri toplayan eserler olduğunu daha önce ifade etmiştik. Bunlara et-tefsîr bi'1-me'sûr deniliyordu. Ancak bu, daha sonra te'lif edilen dirayet (yorum) tefsirlerinde hadislere yer verilmediği anlamına gelmez. Kur'an'ı dirayet (yorum) metodu ile tefsir edenler de zaman zaman Hz. Peygamber' in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) hadislerine müracaat etmişler ve tefsirde -rivayet tefsirlerin deki kadar olmasa bile- hadislerinden istifade etmişlerdir. Özellikle Kur'an'daki müphemlerin ve mücmellerin açıklanmasında Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) açıklamaları müfessirlere ışık tutmuştur.
Bununla birlikte Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Kur'ân-daki bütün mübhemleri açıklamadığı da bir vakıadır. Değilse sahabeden bazılarının ve özellikle İbn Abbâs'ın (Radıyaliahu Anh) mübhemâta dair açıklamalarına elbette gerek kalmazdı. Bundaki murâd-ı ilâhî ve hikmeti gözden uzak tutmamak gerekir. Zaten daha önce Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Kur'an'ın bütününü tefsir edip etmediği konusundaki münakaşalara da yer vermiştik.
Ebul-Berekât'm tefsin bir dirayet tefsiri sayılmakla birlikte hadislerden de çokça istifade ettiğini görüyoruz. Ancak rivayet tefsirlerinde görülen hadisleri senedleriyle birlike alma metodu burada yoktur. Müfessir, tefsirine aldığı hadislerin senedini bazen tamamıyle hazfederken (belirtmezken) -biraz ilerde misallerde görüleceği üzere- bazı kere ve nadiren de birinci râvisini vermektedir. O, genellikle hadisleri: gibi ifadelerle verirken bazen da hadisleri manâ olarak rivayet etmektedir.
Ebu'l-Berekât'ın hadisle fazlaca iştigal ettiğine dair bir kayda raslamamış bulunuyoruz. Ayrıca hadislerin seçiminde de fazla titiz davranmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü sahih hadislerin yanında özellikle bazı âyet ve sûrelerin faziletlerine dair rivayet edilen[138] zayıf hadisleri de eserine almıştır. Bununla beraber bir iki istisnanın dışında eserinde mevzu hadis olmadığı söylenebilir.
Fıkıh ilminin hem usûlüne, hem de furûuna hâkim bir fakîh olarak ahkâm âyetlerinin tefsirinde Ebu'l-Berekât hadislerden çokça istifade etmiş; bu âyetlerin tefsirinde mezhebinin görüşünü kuvvetlendirmek üzere konu ile ilgili hadisleri de vermiştir.
Uzun hadisleri bütünüyle ve tam olarak eserine almak yerine sadece âyetle ya da yaptığı te'vil veya tercihle ilgili kısımlarını rivayetle yetindiği ve bunda da tefsirin, sıkacak derecede uzun olmaması endişesinin açık olduğu açıktır. O, âyetlerin kendi mezhebini te'yid edecek şekilde anlaşılmasına yardım edecek, ya da âyetleri açıklayacak yerlerde âyetler-deki ibhâmı (kapalılığı) kaldıracak hadisleri almak suretiyle hadise müracaat etmiştir.
Kanaatimize göre geçmiş peygamberler ve ümmetlerin ahvâline, sûrelerin ve âyetlerin faziletlerine dair serdettiği hadislerin ihtiyatla karşılanması gerekir.
Şimdi Ebu'l-Berekât'm hadisten nasıl istifade ettiğini ve Kur'an'ı hadisle tefsirde nasıl bir yol tuttuğunu misalleriyle görelim:
El-Bakara/2 âyetinin tefsirinde müfessir:
"Şüphenin hakikati gönlün huzursuzluğu ve istikrarsızlığıdır" [139]dedikten sonra bu izahına delil olarak şu hadisi zikreder:
Burada lâfız izahında şâhid olarak zikredilen hadis sahih hadislerden olup sahih hadis kitablarında yer almaktadır.[140] Müfessir burada hadisin senedini vermemiş ve diyerek hadisin metnini vermekle yetinmiştir.[141]
El-Bakara/10 âyetinde Allah Teâlâ münafıkların "kalblerinde hastalık olduğunu" haber vermektedir. Bu âyette geçen "marad" (hastalık) kelimesini şüphe ve nifak ile tefsir eden [142]Ebu'l-Berekât:
"Yani şüphe ve nifak. Zira şüphe iki iş, durum hakkında tereddüttür. Münafık da mütereddittir" dedikten sonra bu açıklamasını teyiden: [143]hadisini serdeder ve şöyle devam eder:
"Hasta ölümle hayat arasında mütereddittir (gidip gelmektedir). Hastalık sıhhatin zıddıdır. Fesad (bozukluk) da sıhhatin mukabilidir. Böylece hastalık, her bir bozukluk ve şüpheye isim olmuştur. Nifak da kalpteki bir bozukluktur".[144]
Müfessir burada hadisin isnadını vermek bir yana hadisin merfu, mevkuf
veya munkatı olduğuna da işaret etmemiş, sadece diyerek hadisin metnini
vermekle yetinmiştir.[145]
Müfessir, el-Bakara/45 âyetinin: "Belâ ve musibetlere karşı sabretmek ve bunların vukuu sırasında namaza sığınmak suretiyle yardım dileyiniz" şeklinde anlaşılabileceğini söyledikten sonra: [146]hadisini bu açıklamasına delil getirir .[147]
Burada müfessir, açıklamasına Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bir fiilini delil olarak alırken hadisin ne râvisini ne de isnadını zikretmemektedir .[148]
Misal - 4
El-Bakara/48 âyetindeki: "Ondan bir şefaat da kabul edilmeyecektir" ifadesinin zahirine dayanarak Mu'tezile'nin, şefaati inkârına karşı Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in bir hadisini delil getiren Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde:
"Bu âyetle (bu âyete dayanarak) Mu 'tezile 'nin âsilere şefaati inkârı (nefyetmesi) kabul edilemez.[149] Zira burada,[150] kâfirlere şefaat nefyedilmiştir" dedikten sonra Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in:
hadisini zikreder.[151]
Burada da müfessir hadisin râvisini ve isnadını vermez. Ancak, demek suretiyle hadisin merfü' olduğuna işaret eder.[152]
Misal - 5
El-Bakara/173 âyetinde "Ölü ve kanın haram kılındığı" ifade edilmektedir. Âyette ölü ve kan mutlak olarak zikredilmiş olup müfessir bu hususa işaretle:
"İki ölü ve iki kan hadisle helâl kılınmıştır" diyerek:[153] hadisini zikreder.[154] Burada müfessirin hadisi, âyetin umûmî olan hükmünü tahsis sadedinde zikrettiği dikkati çekmektedir. Hadiste, âyetin umûmî hükmünden çıkarılan iki ölünün balık ve çekirge, iki kanın da ciğer ve dalak olduğu ifade edilmektedir.
En-Nisâ717 âyetinde Allah Teâlâ, günahtan sonra "kısa bir zaman içinde tevbe edenlerin tövbelerinin kabul edileceğini" haber vermekte ve yakınlığı "Karîb" kelimesi ile ifade etmektedir. Buradaki "karîb" kelimesi müphem olup hudutları tayin edilmemiş olduğundan Ebu'l-Berekât, bulduğu diğer delillerle bu kısa zamanın hudutlarım tayine çalışırken Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) bir hadisini zikreder ki o da:[155] hadisidir.
Böylece müfessir, "kısa zaman "in günahın işlenmesiyle ölüm arasındaki zamana ıtlak edildiği neticesine varır.[156]
Genelde olduğu gibi burada da hadisin isnadı verilmemiş, râvi ismi de zikredilmemiştir .[157]
En-Nisâ7176 âyetinde -ki Kelâle Âyeti olarak da bilinir- Ebu'l-Berekât, kelâlenin ne şekilde vâris ve mevrûs olacağı konusunda bilgi verirken:
"Şayet, «Kardeşi sadece oğul (mirastan) düşürmez. (Kardeşi mirastan) düşürmede baba da oğul gibidir. O halde niçin sadece oğulun zikredilmesiyle iktifa olundu?» dersen derim ki: "Allah, oğulun (kardeşi mirastan) ıskatını beyan etti de babanın durumunu sünnetin beyanına bıraktı ki O da Hz. Peygamber (Sallallâlu Aleyhi ve Sellem)'İn:
hadisidir [158]ve baba kardeşten evlâdır"[159] diyerek hadisin, Kur'an hükümlerini tamamladığını belirtir.
El-En'âm/159 âyetinde "dinlerini bölüp parçalayanlar"
zikredilerek Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onlardan sorumlu
olmadığı belirtilmektedir. Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde Yahudi ve
Hristiyan-ların dinde ihtilâfları ve fırkalara ayrılmaları ile münasebet
kurarak Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir hadisini zikreder ki
o da:[160]
Hadisidir.[161]
Burada da hadisin isnadı ve râvisi verilmemiştir.
Et-Tevbe/112 âyetinde geçen "es-sâihûn" kelimesini "oruç tutanlar" ile tefsir eden Ebu'l-Berekât, bu açıklamasına Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): [162]hadisini delil olarak zikreder.[163]
Burada müfessirin, hadisi kelime açıklamasına delil olarak serdettiğini görmekteyiz. Müfessir bu kelimenin açıklamasında daha başka ve-cihler de zikreder. Fakat sadece bu vechi delillendirdiğine bakılarak bu görüşü tercih ettiği anlaşılmaktadır.
Lokmân/6 âyetinde insanlardan bazılarının Allah'ın yolundan saptırmak için levhu'l-hadîsi satın aldıkları ifade edilmektedir. Müfessir, âyette geçen "levhu'l-hadîs"in ne olduğuna dair muhtelif ihtimaller serdettikten sonra âyette murad edilen sözün "çirkin söz" olduğunu ifade ile bu açıklamasını teyid etmek üzere:
hadisini serdeder.[164]
Bu hadisin uydurma bir hadis olduğu (el-Hadîsu'l Mevdu') söylenmiştir .[165]
Ancak aynı hadisi Keşşafta da görüyoruz .[166]
Herhalde müfessir, bu hadisi aynen ve sıhhatini araştırmaksızm Keşşaftan almış
olsa gerektir.
El-Ahzâb/9 âyetinde Allah Teâlâ, Ahzâb günü müşriklerin üzerine "rıh ve onların görmedikleri ordular gönderildiğini'1 haber vermektedir.
Ancak âyette geçen "rıh" kelimesi vasıfsız ve nekra olarak getirilmiş o-lup "her türlü rüzgâra" ihtimali bulunmaktadır. Müfessir, bu âyetin tefsirinde bu rüzgârın "Sabâ Rüzgârı" olduğunu belirttikten sonra bu tevcihini hadisle teyid eder ve: "Sabâ rüzgârı ile yardım olundum. «Ad kavmi de batı rüzgârı ile helak olmuştu» " hadisini [167]serdeder:[168]
Burada da hadisin ne râvisi, ne de isnadı zikredilmemektedir .[169]
El-Ahzâb/35 âyetinde zikredilen "tasadduk edici erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar" isimlerinin kimlere ıtlak olunacağı sadedinde olmak üzere müfessir:
hadisini serdeder .[170] Ancak burada müfessirin hadisi, başka yerlerde serdettiği usul ve metodla değil de lâfzı ile zikretmesi câlibi dikkattir .[171] Bu tavrıyla müfessirin, hadisin zayıflığına işaret ettiğini sanıyoruz. Zaten hadise, müfessirin sevk ettiği lâfızlarla sahih hadis mecmualarında da raslayamadık.[172]
Fâtır/32 âyetinde Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem)in ümmeti içinde nefsine zulmedenlerin, salih amellerle kötü amelleri karıştıranların, hayırlarda yarışanların bulunacağı haber verilmektedir. Müfessir bu âyetin tefsirinde:[173]
Hadisini serdeder. Daha önce geçen misallerde müfessirin ne râvisini ne de isnadını vermediğini görmüştük. Burada ise hadisin isnadı yine verilmemekle birlikte ilk râvisi -ki Hz. Ömer'dir- ve hadisi hutbede Fâtır Sûresinin 32. âyetini okuduktan sonra rivayet ettiği kaydedilmektedir. [174]Hadis, âyette geçen zümrelerin akıbetlerine bir açıklık getirmekte ve onu ta-marnlamaktadır.
Et-Tahrîm/8 âyetinde iman edenler tevbe etmeye çağrılırken bu tevbenin "nâsûh bir tevbe" olması istenmektedir. Ancak nasûh tevbenin nasıl bir tevbe olduğu ve vasıfları belirtilmemektedir. Müfessir bu âyetin tefsirinde nasûh tevbenin ne olduğuna dair muhtelif kaviller zikrettiren sonra:
Hadisini[175] serdederek nasûh tevbenin tarifini hadis ile vermektedir.
Müfessir burada diğer yerlerdeki hadisleri zikrettiği usulünden ayrılarak hadisin merfû' olduğuna ifadesiyle işaret etmektedir.[176]
El-Kalem/51 âyetinin tefsirinde Ebu'l-Berekât, isâbetu'l-'aynın hak olduğuna delil olarak:
Hadisini [177]serdederek müşriklerin Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e nazar yapmaya uğraştıklarını ve Allah Teâlâ'nın peygamberini bundan koruduğunu belirtir. Keza burada da hadisin râvisi ve senedi verilmediği gibi merfû' ya da mevkuf olduğuna da işaret edilmez ve ifadesiyle hadisin metni verilir. [178] .
1. Misallerde de açıkça görüldüğü üzere Ebu'l-Berekât, eserinde hadise küçümsenmeyecek derecede yer ve önem vermiştir.
2. Bir âyetin tefsirinde muhtelif tevcihler rivayet edilmişse bunları aynen eserine derceden müfessir bunlar arasında zaman zaman tercihler yapmış ve hadise istinad ettirdiklerini tercihe özen göstermiştir.
3. Müfessirin hadislerin rivayetinde muttarid bir usul takip etmediği görülüyor. Ancak genelde hadislerin isnadlanm almamıştır. Yer yer ilk râvilerini zikremiş, çok kere bunu da ihmal etmiştir.
4. Müfessirin, hadisleri bir muhaddis titizlik ve Özeni ile rivayete dikkat etmediği, bazen muhtelif rivayetlerin lâfızlarını karışık olarak verdiği, veya hadisleri manâ olarak rivayet ettiği bile görülmektedir.
5. Gerek gördüğü yerlerde hadisin merfu' olduğuna işaret etmiştir. Bu son derece azdır. Ancak şeklinde verdiği hadislerin merfû1 hadisler olduğu görülmektedir.
6. Müfessir, çok yerde hadislerin bütününü değil de tefsir ettiği âyetle veya tercih ettiği te'vil ile ilgili olan kısımlarım eserine dercetmiş-tir.
7. Hadis kritiğine girmemiş, hadislerin sıhhat dereceleri hakkında değerlendirmeler yapmamıştır.
8. Kavlî sünnetin yanında fiilî sünnete de eserinde yer vermiş, Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) in fiilini de delil olarak yeri geldikçe kullanmıştır.
9. Hadisleri bazen kendi tevcih ve açıklamalarına delil olarak ser-dederken bazen da kendisi hiçbir tevcihte bulunmaksızın sadece hadisi, âyetin tefsiri olarak sevk etmiştir.
10. -Çok az istisnasıyla- uydurma ve zayıf hadislere yer vermemiştir. Eserde geçen hadislerin çoğunluğu ya aynen, veya benzer lâfızlarla sahih hadis mecmualarında yer alan hadislerdir. Zayıf hadislerin çoğu ise bazı sûre ve âyetlerin faziletleriyle ilgili olanlarıdır. [179]
Hz. Peygamber (SaiMiâhu Aleyhi ve Setiemfe yöneltilen bir soru veya bir olay dolayısıyla bir veya birkaç âyetin, ya da bütünüyle bir sûrenin nüzulüne âmil olan şeye "Sebebu'n-Nuzûl",[180] çoğuluna da "Esbâbu'n-Nuzûl" denilir.
Kur'an'daki her âyetin muayyen bir sebebe müsteniden nazil olduğu vâki değilse de birçoğunun nüzulünden evvelki bir hâdiseye müstenid olduğu söylenebilir. Nüzul sebepleri herhangi bir hâdise olduğu gibi Hz. Peygamber'e yöneltilen sorular karşısında onun tarafından halledilmesi veya cevaplandırılması gereken bazı müşkiller ve meseleler de olabilir.[181]
Tefsirde, bazı âyetlerin hakîkî manâlarını daha iyi anlayabilmek için bunların nüzul sebeplerini de bilmek icap eder. Böylece manâ daha kolay anlaşılmış olur. Müfessirlerin birçoğu bazı müşkil âyetlerle karşılaştıklarında bunların nüzul sebeplerini öğrendikten sonra müşkilleri ve tereddütleri zail olmuştur.[182]
Muhtelif âyetlerin nüzul sebeplerini ancak o âyetlerin nüzulünü bizzat müşahede eden veya sebeplerini yakından bilip bundan bahseden sahabeden rivayet veya semâ' (işitme) yoluyla nakl ve izah olunabilir.[183]
Ashabın bu konudaki haberleri -diğer haberlerinin mevkuf sayıl-ması yanında- el-Hadîsu'1-Musned olarak kabul edilmiştir.[184]
Esbâbu'n-nuzûle dair yazılan müstakil eserler[185] yanında tefsirlerde de nüzul sebebi bilinen âyetlerden Önce ya da sonra o âyetin nüzulüne sebep olan hâdise anlatılır veya âyet kimler hakkında nazil olmuşsa belirtilir. Özellikle rivayet metoduyla telif edilmiş tefsirlerde bunun Örnekleri pek çoktur. Âyetlerden çıkarılacak hükümlerin istihraç ve istinbâtında Önemli bir yeri olduğu için dirayet metoduyla yazılmış tefsirlerde de esbâbu'n-nuzûle gerekli ehemmiyetin verildiğini görüyoruz.
Ebu'l-Berekât da tefsirinde esbâbu'n-nuzûle gerek önemi vermiş ve kendisine bu konuda ulaşan hemen bütün haberleri değerlendirerek âyetlerin nüzul sebeplerini eserinde belirtmeye çalışmıştır. Bazen bir âyetin nüzul sebebi olarak birden fazla olay naklettiği de görülür ki burada şu ihtimaller akla gelmektedir:
O âyetin nüzul sebebi ile ilgili olarak gelen rivayetlerden biri sahih, diğeri zayıf olabilir. Ama müfessir her ikisini de zikretmektedir. Bu durumda zayıf olan rivayet atılıp, diğeri tercih olunabilirdi. Fakat müfessir, rivayetler arasında herhangi bir değerlendirmeye girmemektedir.
Nüzul sebebine dair gelen rivayetlerin ikisi de sahihtir ve aralarında tercih yapılamamaktadır. Bunun için her ikisini birden serdetmiştir. Bu durumda o âyetin iki kere nazil olduğu akla gelebilir.[186]
O âyetin nüzulüne tekaddüm eden olay birden fazla olabilir ve âyet bu olayların hepsi için nazil olmuş olabilir ki bu durumda herhangi bir tercih söz konusu olmayacaktır.[187]
Ancak Ebu'l-Berekât, nüzul sebeblerini verirken böyle bir değerlendirmeye gitmemekte, rivayetleri tenkide tâbi tutmamakta, sadece esbâ-bu'n-nuzûle dair kendisine ulaşan ve bulabildiği rivayetleri nakletmekle yetinmektedir. Ancak nüzul sebebini verirken kullandığı ifadeler onun, bu rivayetler arasında tercihte bulunduğu intibaını vermektedir. Şöyle ki:
1. Bir âyetin nüzul sebebini kaynak belirtsin veya belirtmesin ma'-lûm mâzî sîğasıyla şeklinde veya râvisini belirterek veriyorsa bu, onca makbul ve sahih bir rivayettir.
2. şeklinde meçhul mâzî veya şeklinde meçhul muzârî sîğasıyla nüzul sebebini naklediyorsa bu, diğerleri kadar sahih bir rivayet değildir.
3. diye başlayarak nüzul sebebi naklediyorsa bu da sahih olmamakla birlikte tefsirine almakta mahzur görmediği rivayetler olmalıdır. Müfessir bu türden nakilleri ikinci veya üçüncü nüzul sebebi olarak vermektedir.
4. şeklinde veriyorsa genelde bu, anlatılan olayın o âyet veya âyetlerin hükmüne dâhil olduğuna delâlet etmektedir. Daha açık bir ifade ile o olayın âyetin nüzul sebebi olması ihtimali yanında âyetin hükmünün o olay hakkında da geçerli olduğu anlatılmak istenmektedir.
Her halükârda Ebu'l-Berekât, nüzul sebebleri üzerinde önemle durmuş, sahih veya zayıf olduğuna bakmaksızın bulabildiği kadarıyla nüzul sebeblerini muhtasar da olsa tefsirine dercetmiştir.
Medâriku't-Tenzîl'deki esbâbu'n-nuzûle dair ibarelerden bazılarını bir fikir vermek gayesiyle buraya almakta fayda mülâhaza ediyoruz:
"Daha önce Musa'dan istenildiği gibi siz de peygamberinizden istekte bulunmak mı istiyorsunuz?" mealindeki el-Bakara/108 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessir şunları anlatır:
"Rivayet olunduğuna göre Kureyş: «Ey Muhamrned, bize Safa tepesini altın yap ve bize Mekke toprağım genişlet» dediler. Bunun üzerine Hz. Musa (Aleyhi's-selâm)'ya kavminin: «Bize ilâh yap» demek suretiyle teklifte bulunması gibi Hz. Peygamber'den (Sallaitâhu Aleyhi ve Sellem) mu'cize göstermesi teklifinde bulunmaktan men'edildiler".[188]
Ebu'l-Berekât burada nüzul sebebini şeklinde meçhul mâzî sîğasıyla ve râvisini zikretmeden anlatmıştır. Ayrıca bu olayın nüzul sebebi olduğunu da tasrîh etmemiştir.
"Nereye yönelirseniz Allah 'in yönü (ciheti) oradadır" buyrulan el-Bakara/115 âyetinin nüzul sebebini anlatırken müfessir şöyle der:
"İbn Ömer (Radıyaifahu Anh)'den (rivayet edildiğine göre bu âyet) yolcunun binit üzerindeki namazı hakkında nazil olmuştur. Biniti nereye yönelirse yönetsin (namazı sahih olur).
Denildi ki: Bir grup kıbleyi bilemedi de muhtelif yönlere doğru namaz kıldılar. Sabah olunca hatalarını anladılar ve bunda mazur görüldüler. Bu, «kıbleye arkasını dönerse namazı sahih olmaz» diyen Şafiî'ye karşı biz (im lehimize) hüccettir.[189]
Müfessir, burada nüzul sebebini verirken kimden rivayet edildiğini de belirtmiştir. Bunun yanında lâfzı ile ikinci bir nüzul sebebi daha vermiş ve bunu İmam Şafiî'ye karşı delil olarak kullanmıştır. Böylece âyetten hüküm istinbâtmda nüzul sebebine dayanmıştır.
Nüzul sebebinin sonunda âyetten müstefâd hükmü de verdiğine göre burada verilen nüzul sebebinin, aynı zamanda âyetin hükmüne dâhil bir olay olarak telâkkisi de mümkündür.
El-Bakara/187 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessir şunlan anlatır:
"Kişi akşamladığında yatsı namazını kılıncaya veya uyuyuncaya kadar yemek, içmek ve cima' etmek kendisine helâl idi, İftar etmeden yatsı namazını kıldığında veya uyuduğunda ertesi günün akşamına kadar yemek, içmek ve kadınlar (la cima' etmek) kendisine haram olurdu (haram kılınmıştı). Sonra Ömer (Radıyaliahu Anh) yatsı namazından sonra ailesiyle temasta bulundu. Guslettiğinde ağlamaya ve kendini ayıplamaya (zemmetmeye) başladı. Hz. Peygamber'e gelerek yaptığını haber verdi. Hz. Peygamber (Saüaiiâhu Aleyhi ve Sellem) de: «Sen buna lâyık değildin» buyurdular. Bunun üzerine "Oruç gecesi kadınlarla cima" size helâl kılındı" âyeti nazil oldu".[190]
Burada bu âyetin nüzul sebebi olan olay anlatılırken hâdisenin kimden nakledildiği, başka bir ifade ile râvisi belirtilmemiş; ancak şeklinde mâzî ma'lûm sîğası ile vak'a verilerek böylece bunun nüzul sebebi olduğu belirtilmiştir.
En-Nisâ743 âyetinin nüzul sebebi hakkında müfessirimiz şunları anlatır;
"İçki mubah iken Abdurrahman ibn Avf yemek ve içki hazırlamış ve sahabeden bir grubu davet etmişti. Yediler, içtiler ve aralarından birini akşam namazını kıldırmak üzere (imam olarak) öne geçirdiler. O da (el-Kâfırûn Sûresini) «De ki ey kâfirler, ben sizin yaptığınıza tapıyorum. Siz de benim taptığıma tapanlarsınız.» şeklinde (yanlış olarak) okudu. Bunun üzerine «Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın...» âyeti nazil oldu.[191]
EI-En'âm/25 âyetinin nüzul sebebi, müfessirin zikrettiğine göre şöyledir:
"Rivayet edildiğine göre Ebû Sufyân, el-Velîd, en-Nadr, ve benzeri kimseler Hz. Peygamber'in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) (Kur'an) okumasını dinlemek üzere toplandılar, en Nadr'a:
— «Muhammed ne diyor?» dediler. O da:
— «Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in ne dediğini bilmiyorum. Ancak o dilini hareket ettiriyor ve benim size geçmiş asırlardan haber verdiğim gibi evvelkilerin masallarım söylüyor» dedi. Ebû Sufyân:
— «Muhakkak ki ben onu hak (gerçek) olarak görüyorum» deyince Ebû Cehl:
— «(Asta/» dedi ve:
— "Onlardan seni dinleyenler vardır ki bi: onların kalblerine örtüler koyduk..." âyeti nazil oldu.[192]
Müfessirimiz burada da zikretmiş olduğu nüzul sebebinin kimden rivayet edildiğini belirtmemekte, sadece lâfzı ile nakletmekle yetinmektedir, Olayın sonunda tabiri ile anlatılanın nüzul sebebi olduğunu da ayrıca belirtmiştir.
Cibril (Aleyhî's-Selâmf in dilinden hikâye ile: "Biz ancak Rabbının emri ile ineriz" buyrulan Meryem/64 âyetinin nüzul sebebini Ebu'l-Berekât şöyle anlatır:
"ibn Abbâs 'tan (rivayet ediliyor): Hz. Peygamber:
— «Ey Cibril, bizi ziyaretinden daha fazla ziyaret etmene manî olan nedir?» demişti. Bunun üzerine:
— «Biz ancak Rabbının emri ile ineriz...» âyeti nazil oldu.[193]
Görüldüğü gibi Ebu'l-Berekât burada nüzul sebebine dair haberin Abdullah ibn Abbâs'tan rivayet edildiğini belirterek râvinin ismini açıkça zikretmiştir.
En-Nûr/33 âyetinin "İffetli olmak istediklerinde cariyelerinizi zinaya zorlamayın' kısmının nüzul sebebi, müfessirimizin zikrettiğine göre şu olaydır:
"İbn Ubeyy'in altı cariyesi vardı: "Mu'âze, Mesîke, Umeyme, 'Am-re, Urvâ ve Katile. Onları zinaya zorlardı ve üzerlerine vergiler koymuştu. Onlardan ikisi Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)'e (gelerek durumdan) şikâyette bulundular,. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu". [194]
El-Ahzâb/1 âyetinin nüzul sebebine dair müfessir şu bilgiyi verir:
"Rivayet edildiğine göre Ebû Sufyân, 'İkrime ibn Ebî Cehl ve E-bu'l-A'ver es-Sulemî Uhud harbinden sonra Medine'ye gelmişler ve Abdullah ibn Ubeyy'e inmişlerdi. Hz. Peygamber (Sallaliâhu Aleyhi ve Sellem)de (sadece) onunla konuşmaları şartıyla kendilerine emân vermişti. Onlar dediler ki:
— «Bizim ilâhlarımızı (kötülükle, kötü olarak) zikretmeyi bırak ve onların fayda vereceklerini, şefaatte bulunacaklarım söyle». Bu konuda münafıklar da onlara iştirak edince Müslümanlar onları öldürmeye kalkıştı. Bunun üzerine: «Eypeygamber, Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme..,» âyeti nazil oldu".[195]
"İman ettikten sonra kâfir olan ve küfürleri artanlar..." mealindeki Al-i İmrân/90 âyetinin tefsirinde müfessir: "Yahudiler hakkında nazil olmuştur. " dedikten sonra:
"Veya dinden dönüp de Mekke'ye iltihak edenler hakkında nazil olmuştur"[196] diyerek iki nüzul sebebini birden serdeder ve aralarında herhangi bir tercih de yapmaz. Her iki nüzul sebebini veriş üslûbu aynıdır. Her ikisinde de rivayetin kimden geldiği tasrih edilmemiştir.[197]
"A 'mânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü..." mealindeki Abese Sûresinin ilk âyetlerinin nüzul sebebi hakkında müfessirimiz şu bilgiyi verir:
"(Ayetteki) a'mâ, Abdullah ibn Umm Mektûm'dur. Umm Mektûm, onun babasının annesidir. Babası da Şureyh ibn Mâlik'tir. Hz, Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) 'in yanına gelmişti. O sırada o, Kurey.ş 'in eşrafını islâm'a davet ediyordu. Onun kavim ile meşgul olduğunu bilmeyerek: «Ey Allah'ın Rasulü, Allah'ın sana öğrettiklerinden bana öğret» dedi ve bunu tekrarladı. Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), İbn Umm Mektûm 'un sözünü kesmesinden hoşlanmayarak yüzünü ekşitti ve ondan yüzünü çevirdi. Bunun üzerine (bu âyetler) nazil oldu"[198]
Bilindiği gibi Arab dili grameri sahasında Ebu'l-Berekât'dan önce söylenmesi gerekenler söylenmiş, nahvciler arasında uzun süren tartışmalardan sonra bir takım nahv ekolleri teşekkül etmişti. Bunlardan müfes-sirimizi:
a) Basra,
b) Küfe,
c) Bağdad nahv ekolleri ilgilendirmektedir.
Basra nahv ekolü bunların en eskisi olup hemen bütün İslâm dünyasında kabul görmüştür. Küfe ekolü ise daha sonra teşekkül etmiş ve Basralılarla aralarında birçok münazara ve münakaşalar cereyan etmiştir. Bu iki ekolden sonra ortaya çıkan Bağdad ekolü ise daha ziyade bunların birleştirici bir sistem kurmaya, geliştirmeye çalışmıştır.
Basra ekolünü nahv ilminin kurucusu dilci, muhaddis ve aynı zamanda şâir olan Ebu'l-Esved ed-Duelî (öl. 69/689)'nin kurduğu rivayet edilir. Ebu'l-Esved ed-Duelî bu ekolün kurucusu olduğu gibi aynı zamanda ilk hocası olup birçok talebe yetiştirmiştir.[199]
Basra ekolünü geliştirip prensiplerini belirleyenlerin başında el-Halîl ibn Ahmed el-Ezdî el-Ferâhîdî (öl. 170/786) ve onun İranlı talebesi Sîbeveyh (öl. 180/796?) gelmektedir. Nahv sahasında ilk eser olan el-Ki-tâb bu âlimindir. Bunları Sîbeveyh'in talebesi olan Sa'îd ibn Mes'ade Ebu'1-Hasen el-Ahfeş (öl. 221/835) ve Kutrub Ebû Ali Muhammed ibn Ahmed el-Mustenîr (öl. 206/821) takip eder . [200]Basra navhcileri arasında mümtaz bir mevkii olan ve Sîbeveyh'in el-Kitâb'mdan daha tertipli olan el-Muktadab'ın müellifi Muhammed ibn Yezîd el-Ezdî el-Muberred'i (öl. 286/899) de unutmamak gerekir."[201]
Kûfe'de Ebû Ca'fer Muhammed ibn Ebî Sara er-Ru'âsî (öl. 187/ 803) tarafından temelleri atılan Küfe nahv ekolü ise Ru'âsfnin talebesi ve aynı zamanda yedi kıraat imamından biri olan Ebu'l-Hasen Ali ibn Hamza el-Kisâî (öl 189/805) tarafından geliştirilmiş ve ekolün prensipleri tes-bit edilmiştir.[202] Kisâî'den sonra bunun talebesi Ebû Zekeriyyâ Yahya ibn Ziyâd el-Ferrâ' (öl. 207/823) gelir. Bu zât aynı zamanda bir müfessir olup daha Önce de zikrettiğimiz gibi Me'âni'l-Kur'an adlı tefsiri nahv yönüyle son derece önemli ve kıymetlidir.[203] Bu ekolün son mümessili olarak Ahmed ibn Yahya ibn Seyyar Sa'leb (öl. 291/904) gösterilir.[204]
İlk dönemlerde Basra veya Küfe nahvcilerinin yolunu takip eden Bağdadlılar H. IV. asrın başlarından itibaren bu iki ekolün görüşlerini birleştirerek yeni bir usul geliştirmişlerdir. Böylece bir de Bağdad nahv ekolü teşekkül etmiş oldu.
Ebu'l-Kâsım ez-Zeccacî (öl. 337/949), Ebû Ali el-Fârisî (öl. 377/ 987) ve Ebu'1-Feth Osman ibn Cinnî (öl. 392/1001-1002) gibi âlimlerin temsil ettiği bu ekol, Basra ve Küfe ekollerinin görüşlerini birleştirerek onların çalışmalarına uzlaştırıcı bir yön vermişlerdir.[205]
Bunlardan İbn Cinnî'nin elliden fazla eseri olup özellikle- sarf il-mindeki çalışmaları ile şöhret kazanmıştır ve sarf ilminin mimarı olarak tanınmaktadır.[206]
Bağdad nahv ekolünü, nahvde müteahhirûndan sayılan Ebu'l-Kâsım Mahmûd ibn Ömer ez-Zemahşerî, Ebu'l-Berekât Abdurrahman ibn Muhammed ibn el-Enbârî (öl. 577/U8İ) ve Ebu's-Se'âdât Hibetullâh ibn Ali ibn eş-Şecerî (öl. 542/1148) gibi dilciler devam ettirmişlerdir.[207]
Ebu'l-Berekât'dan önce teşekkül eden nahv ekollerine böylece ve kısaca bir göz attıktan sonra şimdi de müfes s irimizin tefsirinde kaynak olarak yararlandığı dilciler ve Medâriku't-Tenzü'in dil kaynaklan hakkında bilgi verelim.
Ebu'l-Berekât, nahv ve i'râbla ilgili tevcîh ve te'villerinin birçoğunu Basra nahv ekolü mensuplarından el-Halîl ve Sîbeveyh'e dayandırırken nâdir de olsa Küfe ekolünden el-Ferrâ'a dayandığı da vâkidir. Bunu normal karşılamak gerekir. Zira daha önce de ifade ettiğimiz gibi dil konularında esas kaynak olarak Ebû İshâk îbrahim ibn es-Seriyy ibn Sehl ez-Zeccâca dayanmış ve nakillerini ondan yapmıştır.[208] Zeccâc ise nahvi hem Basra, hem de Küfe ekolünün üstadlarrndan almıştır. Basra ekolünün mümessillerinden el-Muberred ve Küfe ekolünün mümessillerinden Sa'leb onun hocaları arasındadır.
Ebu'l-Berekât nahv âlimlerinden el-Halîl ibn Ahmed ibn Amr eî-«erâhîdî el-Basrî,[209] Ebû Bişr 'Amr ibn Osman ibn Kanber -Sîbeveyh olarak bilinir-,[210] Ali ibn Hamza ibn Abdullah el-Kisâî,[211] Kutrub Ebû Ali Muhammed ibn (Ahmed) el-Mustenîr el-Başrî,[212] el-Ferrâ' Ebû Zekeriy-yâ Yahya ibn Ziyâd ed-Deylemî,[213] Ebû 'Ubeyde Ma'mer ibn el-Musen-nâ el-Basrî (öl. 210/ 825),[214] Sa'îd ibn Mes'ade Ebu'l-Hasen el-Ahfeş el-Evsat (öl. 221/845),[215] Muhammed ibn Yezîd ibn Abdu'l-Ekber el-Ez-dî Ebu'l-Abbâs el-Muberred,[216] el-Mufaddal ibn Seleme ibn Asım el-Kûfî (öl. 164/780?)'den[217] nakillerde bulunmuştur. Bunların yanı sıra Türk asıllı İsmâîl ibn Hammâd el-Cevherî (öl. 393/1003)'den nakillerine de raslan maktadır.[218]
Ebu'l-Berekât, tefsirinde dil, i'râb ve belagat konularına oldukça geniş yer ayırmıştır. Ayetlerde geçen edebî san'atlara, bazen bu san'atları tarif ve izah ederek, bazen da uygulama şekillerini açıklayarak işaret etmiştir. Bunda Zemahşerî'nin büyük tesiri olsa gerektir.
Ebu'l-Berekât, tefsirinin büyük bir kısmını bu konulara ayırmıştır. Belki de Arab olmadığı için -ve bir de zamanın âdetine ve modasına uyarak- dildeki edebî san'atlar ve bunların Kur'an'daki uygulanış şekillerini detaylı bir şekilde anlatma ihtiyacı duymuştur. Böylece eseri okuyacaklara dilin bütün inceliklerini vermek istemiş; Kur'an'm i'râb ve belâga-, tine işaret ederken Arab dilinin sentaksını da vermeye çalışmıştır.
Tefsirinde vermiş olduğu gramerle ilgili malûmata bakarak Ebu'l-Berekât'ın, Arab dilinin gramerini çok iyi bildiğini ve hattâ zamanına kadar teşekkül etmiş nahv ekolleri arasındaki ihtilâflara varıncaya kadar ihatalı bir şekilde vâkıf olduğunu söyleyebiliriz.
Ebu'l-Berekât, Basra ve Küfe nahv ekolleri arasındaki ihtilâflara tefsirinde sık sık temas etmektedir. Bazen aralarındaki ihtilâfı nakletmekle yetinirken bazen aralarında"' tercih yapmakta ve Basra ekolünün görüşlerini kabul eder görünmektedir. Ama genelde iki ekolden birini tama-miyle reddetme yerine te'lifçi (uzlaştırıcı) bir tavır takındığı da dikkati çekmektedir. Daha önce de zikrettiğimiz gibi dil konularında Zeccâc ve Zemahşerî'ye dayanmasının bunda rolü büyüktür.
Ebu'l-Berekât, tefsirinde dil konularına -günümüz şartlarına göre-haşviyyât sayılabilecek derecede fazla yer vermiş; i'râbı son derece açık ve kolay âyetlerde dahi i'râba işaret etmiştir. İ'râb ve kıraate dair ibareleri çıkarıldığında tefsirinde pek fazla bir şey kalmadığı görülmektedir.
Bu genel tavsiften sonra müfessirirnizin dil ve belâgate dair verdiği bilgileri:
Belagat,
Dil ve sentaks şeklinde ikiye ayırarak misallendirmek istiyoruz: [219]
Müfessir el-Bakara/16 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir: "Ed-Dalâlef orta yoldan (itidalden) sapmak ve hidayeti kaybetmek-
tir. (Dilde) «evini kaybetti» denilir. Burada da dalâlet, dinde doğrudan ayrılıp gitmek yerine mecazen (isti'âre tankıyla) kullanılmıştır...
Kazancın ticarete isnadı, isnâd-ı mecazîdendir. Manâsı: "Ticaretlerinde kâr etmediler" olacaktır. Zira ticaretin kendisi kâr etmez (ticareti yapan kâr eder). Yukarda dalâletin, hidayet yerine satın alınması mecazen zikredilince hemen peşinden bunların terşîhi olarak (yani isti'âra muraşşaha) kâr ve ticaret zikredilmiştir".[220]
Ebu'l-Berekât el-Bakara/18-19 âyetlerinin tefsirinde şunları söyler:
"Ayette istiare değil teşbîh-i belîğ vardır. Zira musteârun leh (benzetilen) zikredilmiştir ki onlar da münafıklardır, istiarede ise musteârun leh (benzetilen) zikredilmez ve kelâm ondan hâlî kılınır [221]... Daha bir açıklık getirmek üzere Allah Teâlâ burada onların durumu hakkında ikinci bir temsil daha getiriyor. Birinci tem şilde münafık, ateş yakana, iman izhar etmesi aydınlanmaya, ondan fayda lanmasının kesintiye uğraması da ateşin sönmesine benzetildi. Burada ise İslâm dini bol, bereketli yağmura benzetildi. Zira yeryüzünün yağmurla dirilmesi gibi kalbler de onunla dirilir. Kâfirlerin (münafıkların) İslâm dini ile ilgili şüpheleri karanlıklara, ondaki va 'd ve va 'îdler (müjde ve tehditler) gök gürültüsü ve şimşeğe, Müslümanlar tarafından uğratıldıkları korku ve musibetler de yıldırımlara benzetildi... Bu, eşyanın eşyaya (birden çok şeyi yine birden çok şeye) benzetilmesidir. Ancak müşebbehler zikredilmemiş sanki istiareye benzer bir şekilde getirilmiştir. Ancak sahih olan, her iki temsilin de mürekkeb temsillerden (Temsilî Teşbih) olduğudur[222]... Allah Teâlâ önce münafıkların dalâlete düşmelerini, sonra düştükleri hayret ve şaşkınlığı vasfetmiş; sonra onların bu hayret, dehşet ve zor durumlarını gecenin karanlığında yakmış olduğu ateş sönen kimsenin katlanmak zorunda kaldığı duruma; ikincisinde de onların halini gecenin karanlığında göğün, gök gürültüsü, şimşek ve yıldırım korkusuyla yakaladığı kimsenin haline benzetmıştır .[223]
Müfessir, İbrâhîm/3 âyetinin tefsirinde:
"Onlar uzak bir sapıklık içindedirler" yani haktan uzak bir sapıklık. Sapıklığın uzaklıkla nitelenmesi isnâd-ı mecazîdendir. Gerçekte uzaklık, sapıklıkta olan içindir. Zira hak yoldan uzaklaşan odur. (Ancak onun yerine) fiili bu sıfatla nitelenmiştir" [224]diyerek burada bir mecâz-ı aklî bulunduğunu belirtmiş ve tevcihini de yapmıştır.
Müfessir, en-Nûr/39 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"Kâfirlerin amelleri Önce, menfaatinin olmaması ve zararının bulunması yönüyle seraba benzetildi. Onu uzaktan görüp de aldanan kişi (yanma vardığında) hiçbir şey bulamaz. Ancak seraba (aldanıp da) bir şey bulamayan kimsede olduğu gibi bunların hiçbir şey bulamamaları üzüntü ve kaybı ile yetinilmez de onları ateşe atmaya hazırlanan zebanileri de yanıbaşlarında buluverirler. Allah Teâlâ onların amellerini, ikinci olarak, bâtıl olmaları ve hak nurundan hâlî olmaları sebebiyle karanlık ve siyahlıklarından denizin derinliği, dalgaları ve bulutlardan oluşan kat kat karanlıklara benzetti"[225]
Müfessir burada teşbihin uygulanışını ve teşbihin türünü belirtmeksizin, âyette bulunan teşbihi tarif etmeden sadece benzeyen, kendisine benzetilen ve benzetme yönünü göstermekle yetinmiştir. [226]
Ebu'l-Berekât, el-Bakara/24 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"Halil'den rivayet edildiğine göre 'in aslı idi. Ferrâ'a göre 'dır, ancak elifi nûna çevrilmiştir. Sîbeveyh'e göre ise te'-kidli nefy-i istikbâl için konulmuş bir harftir".[227]
Yine el-Bakara Sûresinin 72. âyetinde de şöyle diyor:
kelimesinin aslı 'dur. Tahfif için ve idgam mümkün olsun diye harfini, kelimenin ilk harfi olan 'e çevirdiler. Sonra idğamın mümkün olması için kelimesinin ilk harfi olan sakin kılındı. Zira idğamın şartı, birinci harfin sakin olmasıdır. Sakin ile başlanamayacağı için başına vasi hemzesi ziyade edildi (ve böylece oldu).[228]
Müfessir, el-Bakara/130 âyetinin tefsirinde de şöyle der:
inkâr anlamında istifhamdır. Yani İbrahim milleti (dini) olan apaçık Hak'tan akıllılar içinde yüz çevirecek kimse olamaz, kelimesi Zeccâc 'dan da nakledildiği üzere sünnet ve yol anlamına gelir. 'deki 'daki zamirden bedel olarak mahallen merfû'dur. Çünkü 'da kelâm mûceb (müsbet) değildir. Nitekim sözünde olduğu gibi. Bu durumda anlam: «İbrahim'in dininden ancak nefsini bilmeyenler yüz çevirir.» şeklinde olacaktır.
burada anlamındadır. Yani bunlar «kendisi üzerinde düşünmeyenler» dır. fiili yerine konuldu da aynen -onun gibi müteaddî oldu. Ya da anlam: «Nefsinde sefih oldu» şeklindedir de «Musa kavminden seçti»[229] kavlinden harfu'l-cerrinin; (Farz olan bekleme müddeti dolmadan) m' kıymaya azmetmeyin» [230]kavlinden harfu'l-cerrinin hazfedüdiği gibi buradan da « l5 » harfu'l-cerri hazf edilmiştir. Her iki açıklama da Zeccâc 'dan nakledilmiştir.
Ferrâ', 'nun temyiz olarak mansüb olduğunu söylemişse de
ma 'rife olduğu için bu
görüş zayıftır.
[231]
Müfessir, el-Bakara/217 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir:
"Yani büyük günahtır. (Ayetteki) kıtal kelimesi mübtedâdır. Kebîr kelimesi de haberidir. Nekre ile başlamak (nekrenin mubtedâ olması) burada caizdir. Zira ile tavsif edilmiştir (nekre mevsûfe)... kelimesi mübtedâdır,kelimesi de kelimesi üzerine atfedilmistir. kısmı da üzerine atfedilmiştir. Yani manâ: «Allah yolundan ve Mescid-i Haram'dan bir menetmedir» şeklindedir. "
"Ferrâ', 'deki zamire ma'tüf olduğunu sanmıştır ki bu durumda anlamı: «Allah 'ı ve Mescid~i Haram 'ı inkârdır» şeklindedir."
"Basralılara göre ise mecrûr zamire atf, ancak harfu 'l-cerrin iadesiyle (tekranyla) mümkündür. Meselâ: denilemez- Ancak denilebilir. Şayet deki zamir olan) 'ya ma'tûf olsaydı denilmesi gerekirdi." [232]
Ebu'l-Berekât, ez-Zumer/49 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"Sûrenin başındaki benzeri bir âyetin[233] ile atfedilmesi yanında bu âyetin ile atfedilmesinin sebebi, Önce geçen «Yalnız Allah zikredüdiğinde âhirete inanmayanların kalbleri (bundan) tiksinir. Ondan başkası zihedildiğinde de (bir bakmışsın) yüzleri gülüyor.»[234] âyetinin müsebbebi durumunda olmasıdır. Şu anlama ki: «Onlar, Allah'ın zikrinden tiksinir (hoşlanmazlar) ve (diğer) ilâhların zikrinden hoşlanırlar. Onlardan birine bir kötülük dokunduğunda zikrinden hoşlandığına değil de hoşlanmadığına dua eder.» Arada bulunan âyetler i'tirâziyyedir...
"(Sûrenin başında geçen) birinci âyette ise durum böyle değildir ve o, müsebbeb olarak vâki olmamıştır. Kendisinden önceki cümle ile münasebeti vardır ve dolayısıyla ile atf edilmiştir. Aynen «Zeyd kalktı ve Amr oturdu» cümlesinde olduğu gibi. "
"Bu âyetin müsebbeb durumunda olmasının açıklamasına gelince: Sen: «Zeyd Allah 'a inanır ve kendisine bir kötülük dokununca ona iltica eder.» dersin. Buradaki sebeplendirme (sebep-müsebbeb bağı) açıktır. Sonra sen şöyle dersin: «ZeydAllah'ı inkar edendir ve kendisine bir zarar dokunduğunda ona iltica eder.»"
"Burada da ikinci cümleyi, daha önceki misalde olduğu gibi getirirsin (yani ile atfedersin). Sanki kâfir, Allah'a, mü'minin ilticası gibi iltica ettiğinde, ilticaya sebep kılması yönüyle küfrünü imanın yerine koymuş oluyor .[235]
Ebu'l-Berekât tefsirinde kıraate çok önem vermiş ve hemen hemen bütün kıraatlere işaret etmeye çalışmıştır. Tefsirin mukaddimesinde de işaret ettiği üzere bu tefsir, kıraat vecihlerini hâvi bir tefsirdir. Tefsire e-sas aldığı kıraatler el-Kırââtu'l-'Aşr (on kıraat) olmakla birlikte zaman zaman Hz. Osman'ın mushafından ayrı olarak Hz. Ali, Abdullah ibn Mes'ûd ve Ubeyy ibn Ka'b'm (Radıyaüahu Anhum) mushaflarmdaki vecihlere de işaret etmektedir.[236]
Bilindiği üzere İslâm âleminde meşhur olmuş on kurrâ' vardır. Bunların kıraatlerini rivayet eden ikişer râvisi, bu râvilerin de sayıları muhtelif olan tankları vardır. İslâm âleminde kıraat vecihlerini toplamaya Endülüs âlimlerinden sonra en çok itina gösterenler Türkler olmuştur. Bu sebeple Ebu'l-Berekât'm tefsirinde kıraate ağırlık vermesi tabiî karşılanmalıdır kanaatindeyiz. Ayrıca tefsirde kıraat vecihlerini bilmenin tesiri ve faydası da unutulmamalıdır. [237]
Ebu'l-Berekât tefsirinde kıraat vecihlerine üç şekilde işaret etmektedir:
a) İbare ile açıklamak
suretiyle:
Müfessir, tefsirine esas aldığı kıraatin dışındaki vecihlerin, esas aldığı kıraatten ne ile ayrıldıklarını kendine ait ibarelerle, fiil ise babını da belirtmek suretiyle verir.
Meselâ el-Bakara/97 âyetindeki kelimesinin kırâatindeki vecihleri şöyle belirtmektedir:
"Mekki[238] 'in fethası, 'nın kesrası ve 'siz olarak; Hafs dışında Kufi [239]'nın ve 'in fethası ve 'nin meddi (işba'ı) ile; diğerleri ise 'siz, 'nın ve 'in kesrasıyla okumuşlardır .
Yine misal kabilinden olmak üzere el-Ahzâb/4 âyetindeki kelimelerindeki kıraat vecihlerine nasıl işaret ettiğini görelim:
"Kufi ve Şâmî [240]hemzeden sonra[241] yâ ile şeklinde; Nâfi \ Ya'kûh ve Sehl 'nin çoğulu olarak şeklinde okumuşlardır. Âsim babından olarak şeklinde - «Sen bana annemin sırtı gibisin» dediği zamanda kullanılan bâbdır-. Ali, Hamza ve Halef şeklinde;[242] Şâmî anlamında ve babından olarak şeklinde; başkaları da anlamında olmak üzere babından şeklinde -ki bu takdirde fiil uzaklaşma, anlamı taşır- okumuşlardır".
b) Hafta göstermek
suretiyle:
Esas aldığı kıraatten ayrılan kıraatlerde kelimenin veya kelimelerin yazılışı gösterip ayrıca izaha girişmez.
Meselâ el-A'râf/165 âyetindeki kelimesindeki vecihleri: "Şâmî Medenî [243]vezninde olmak üzere Hammâd'ın dışında Ebû Bekr şeklinde okumuşlardır"[244] şeklinde;[245] el-Kehf/109 âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını: "Hamza ve Ali şeklinde okumuşlardır" şeklinde; Yûsuf/49[246] âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını: "Hamza şeklinde okur" [247]olarak gösterir ve izah etmez.
c) Hareke ile:
Esas kıraatin dışındaki kıraatlerde kelimenin harekeleri değişiyorsa kelime veya kelimeleri ayrıca yazıp üzerlerine hareke koymak suretiyle gösterir.
Meselâ Al-i İmrân/52 âyetindeki kelimesindeki kıraat farkını gösterirken sonundaki yânın üzerine fetha koyarak bunu Medeninin kıraati olarak;[248] yine-aynı sûrenin 124. âyetindeki en" meşindeki vecihleri Şâmî kıraati için üzerine fetha, üzerine şedde ve fetha koyarak, Ebu Hayve'nin kıraati için üzerine sükûn ve 'ya kesra koyarak,[249] et-Tevbe Sûresinin 53. âyetindeki kelime-sindeki Hamza ve Ali kıraatlerini 'in üzerine damme koyarak;[250] eş-Şûrâ/23 âyetindeki kelimesinde Mekkî, Ebu Amr, Hamza ve Ali kıraatlerini üzerine fetha, üzerine sükûn ve üzerine damme koyarak (ve şeddesiz halde) göstermiştir.[251]
Şunu da belirtelim ki bunlardan ikinci ve üçüncü neviden kıraate işaretleri az olup daha sağlam olan ibare ile açıklamaya önem vermiştir.
Ebu'l-Berekât, genelde kıraat farklılıklarını yorumsuz bırakmakla beraber bazen (sarf ve nahv de dâhil olmak üzere) i'râbda;[252] bazen tefsir ve açıklamalarında;[253] bazen da fıkhı tevcihlerinin del il lendir ilmesinde[254] kırâatlardan istifade etmiştir. [255]
Ebu'l-Berekât tefsirinde el-Kurrâ' el-Aşera ismi verilen imamlardan Nâfi' ibn Abdurrahman ibn Ebî Nu'aym (Öl. 169/785) ile iki râvisi Kâlûn Ebu Musa İsa ibn Mînâ (öl. 220/835) ve Verş Osman ibn Sa'îd el-Mışrî (öl. 197/812)'nin;[256] İbn Kesir Abdullah ibn Kesir (öl. 120/737) ile1 iki râvisinden el-Kunbul Ebu Amr Muhammed ibn Abdurrahman el-Mahzûmî (öl. 291/ 903)'nin;[257] Ebu Amr Zeban ibn el-Alâ' et-Temîmî (öl. 154/770)'nin;[258] Ebu İmrân Abdullah ibn Âmir el-Yahsûbî (öl. 118/ 736) ile iki râvisinden Ebû Amr Abdullah ibn Ahmed ibn Zekvân el-Kuraşî (öl. 242/856)'nin;[259] Asım ibn Ebi'n-Necûd (öl. 127/745) ile iki râvisi Ebû Bekr Şu'be ibn Ayyaş el-Kûfî (öl. 193/805) ve Ebû Ömer Hafs ibn Süleyman el-Kûfî (öl. 180/ 796)'nin;[260] Ebû Ammâre Hamza ibn Habîb el-Kûfî (öl. 156/772) ile iki râvisinden Ebû Muhammed Halef ibn Hişâm el-Bağdâdî (öl. 229/843)'nin;[261] Ebu'l-Hasen Ali ibn Hamza el-Kisâî (öl. 189/805)'nin;[262] Ebû Ca'fer Yezîd ibn Ka'kâ' el-Mahzûmî (öl. 130/747)'nin;[263] Ebû Muhammed Ya'kûb ibn îsâk el-Hadramî (öl. 205/ 820) ile iki râvisinden Ravh ibn Abdu'l-Mu'min el-Huzelî (öl. 234/ 848)'nin;[264] Ebû Muhammed Halef ibn Hişâm el-Bezzâr el-Bağdâdî (öl. 229/843)'nin[265] kıraat vecihlerine yer vermekte ve bu imamlar ile râvileri arasındaki kıraat farklılıklarına işaret etmektedir.
Müfesir, bu on kurrâ ile bunların râvilerinen başka, râvilerden kıraati alarak nakleden tanklardan bazılarının da ihtilâflarına işaret etmektedir. Bunlar arasında en fazla ismi geçenler Abdülhamid ibn Salih ibn Âdân el-Burcumî (öl. 230/844-45), Ebû Sa'îd Abdû'l-Melik ibn Karîb el-Bâhilî (Öİ.215/830), Ebû Zeyd Abdurrahman ibn Abdullah el-Has'amî (Öİ.581/1185), Ebû Ömer Hubeyre ibn Muhammed el-Bağdâdî, Ebu'l-Munzîr Nuşayr ibn Yûsuf er-Râzî (öl. 240/854-55), Ebû Yûsuf Ya'kûb ibn Muhammed el-A'şâ el-Kûfî (öl. 200/815-16?) ve Ebû Ali Zeyd ibn Ahmed ibn îshâk el-Hadramî olarak sayılabilir.[266]
Ebu'î-Berekât, kıraat imamlarından bir belde veya bölgeye mensup olanlar bir kıraatte birleştiklerinde, onların isimlerini ayrı ayrı saymak yerine bazı remizler kullanmıştır. Bu kabilden olmak üzere kullandığı remizlerden:
a) Medenî: îmam Nâfî' ve Ebû Ca'fer'e,
b) Kûfî: İmam Asım, Hamza ve Kisâî'ye,
c) Mekkî: İmam İbn Kesîr'e,
d) Şâmî: İmam İbn 'Âmir'e,
e) Basrî; İmam Ebû 'Arar ve Ya'kûb'a, j) Bağdadî: İmam Halefe,
g) Hicazı: Mekke ve Medine kurrâsı olan İmam Nâfî', Ebû Ca'fer. ve İbn Kesîr'e delâlet etmektedir.[267]
h) Irâkî: Küfe, Basra ve Bağdad kurrâsı olan İmâm 'Asim, Hamza, Kisâî, Ebû Amr, Ya'kûb ve Halef (bu zât aynı zamanda İmâm Hamza'-mn râvîsidir)' e delâlet etmektedir. [268]
İslâm'da tasavvuf cereyanı çok erken dönemlerde başlamıştır. Hz. Peygamber ve ashabının yaşayışlarındaki zühd ve takva yönü, özellikle fitne devirlerinde daha bir özenle alınarak yaşanmış; Emevîler devrinde bu zühd ve takva hareketi, sür'atle inkişaf ederek tasavvuf adıyla bir ilim olarak ortaya çıkmıştır. Hasen el-Basrî ve Râbi'a el-Adeviyye (öl. 135/ 752) bu hareketin ilk temsilcileri olarak kabul edilmektedir.[269] Böylece başlangıçta ferdî ve dînî bir hareket halinde gelişen tasavvuf, H. II-III. asırlarda bir ekol haline gelmiştir.[270]
Hz. Peygamber'in (SaiiaMhu Aleyhi ve Seiiem) ve ashabının, tefsire dair kavillerinin rivayetinden ibaret olan rivayet tefsiri yanında, dirayet yoluyla Kur'an âyetleri tefsir edilmeye başlanınca, çeşitli mezheblere mensup kimselerin, âyetleri kendi mezheb ve görüşlerine destek olacak şekilde te'vile yöneldikleri görülür. Bu yüzden mutasavvıflar da kendi görüşlerini Kur'an âyetleri ile açıklamaya başlamışlar; ma'rifet, zühd, takva, muhabbet, şükür, sabır gibi mefhumlardan bahseden âyetlerin kendi nokta-i nazarlarını te'yid eder şekilde tefsir ve te'villerini rivayete özen göstermişlerdir.
Bilâhere bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek Kur'an âyetlerinin zahir manâlarını tamamen bir tarafa bırakıp, ilham ve keşf yoluyla muttali olduklarını iddia ettikleri bâtını manâlarla Kur'an'ı tefsir etmek istemişlerdir.[271] Burada şunu da belirtelim ki, bunlar sünnete bağlı mutasavvıfe arasında itibar görmüş değildir. Medârik'te açıkça tesiri görülen Keşşaf müellifi Zemahşerî'nin, tasavvuf ve mutasavvıfeye karşı olan tutumunda bu hususu gözden uzak tutmamak gerekir.
Mâverâu'n-Nehr bölgesine İslâm'ın girmesiyle beraber tasavvuf! cereyanlar da girmiş ve gelişmiştir. [272]Tasavvufa müsait bir zeminde Türkistan'da H. VI ve VII. asırlarda ortaya çıkan Yeseviyye tarikatı kısa bir zamanda gelişerek önce Şeyhim çevresiyle Taşkent civarında tutulmuş, sonra da Harezm ve Mâverâu'n-Nehr'de yayılarak kuvvetlenmiştir.[273] E-bu'1-Berekât'm yetiştiği devrede de Mâverâu'n-Nehr bölgesinde bu tarikat yaygın bulunuyordu.
Medâriku't-Tenzîl'de, yukarda işaret ettiğimiz bâtmî ve işârî te'vil-lere raslanmaz. Bunun yanında müfessir, hemen bütün Ehlu's-Sunne'ye bağlı tarikatların sözlerine itibar gösterdiği ilk devir mutasavvıflarının sözlerine eserinde yer vermiş, biraz sonra misalleriyle de görüleceği üzere onlardan nakillerde bulunmuştur,
Müfessir, bu ilk devir mutasavvıfları arasında el-Hasen ibn Yesâr el-Başrî, Sabit ibn Eşlem el-Bunânî (öl. 127/744-45),[274] Mâlik ibn Dînâr (öl. 131/748),[275] İbrahim ibn Edhem (öl. 161/778),[276] Ebû Ali Şakîk ibn İbrahim el-Ezdî el-Belhî (öl. 174/790)'[277], Fudayl ibn Iyad (öl. 187/ 803) [278]Ebu'1-Feyd Sevbân ibn İbrâhîm Zu'n-Nûn el-Mışrî (öl. 245/ 858),[279] Yahya ibn Mu'âz (öl. 258/872),[280] Ebu'l-Kâsım Cuneyd ibn Muhammed el-Bağdâdî (öl. 2797 908),[281] Sehl ibn Abdullah et-Tusterî (öl. 283/912), [282] el-Huseyn ibn Manşûr el-Hallâc (öl. 309/922),[283] Ebû Bekr Muhammed ibn Musa el-Vâsıtî (öl. 3207 932)[284] ve Ebu Bekr Dulef eş-Şiblî (öl. 334/946)'nin sözlerini eserine almıştır.
Bu, Ebu'l-Berekât'm bir tarikata intisab etmiş olduğuna delâlet etmese dahi bizi, en azından onun, tasavvufa karşı olmadığı neticesine götürür. Zira en önemli kaynağı olan Keşşafta bu mutasavvıfenin sözlerine bir kelime ile dahi olsa yer verilmiş değildir. O halde müfessir, tesiri altında kaldığı Zemahşerî gibi tasavvufa düşman olma yolunu tutmamış; aksine mutasavvıfenin sözlerini eserine -hangi niyetle olursa olsun- almış ve eserini bunlarla süslemiştir. Bu da onun tasavvufa ve mutasav-vıfeye sempatisini göstermektedir.
Şimdi Medâriku't-Tenzîl'de bulunan tasavvufî ibareleri misallendirelim:
Müfessir, el-Mâide/85 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"«İşte bu ihsan sahiplerinin karşılığıdır» "... Ma 'rifet ehli şöyle demiştir: «Onlarda (ihsan sahiplerinde) var olan şu üç şeydir: Ayrılığa (Allah'tan ayrı kalmaya) ağlamak, hediyyeye ('ata') dua, kazaya rızâ. Kim ma'rifet iddiasında bulunur da bu üç şey kendisinde olmazsa iddiasında doğru (sâdık) değildir".[285]
Müfessir, "Sonra gerçek mevlâlanna döndürülürler. Haberiniz olsun, hüküm, O'nundur. O, hesap görenlerin en sür'atlisidir" mealindeki el-En'âm/62 âyetinin tefsirinde rivayeti ile şöyle der:
"«Seni terbiye edene döndürülmek, sana eziyyet verenle beraber kalmaktan daha hayırlıdır» denilmiştir ".[286]
Müfessir, el-A'râf/99 âyetinin tefsirinde şunları anlatır:
"Allah'ın hilesinden; kulu, onun hissetmediği bir yerden yakalayı-vermesinden emin mi oldular?" Şiblî -Allah aziz ruhunu mukaddes kıl-sın-'den: "Onlara hilesi, onları oldukları hâl üzere bırakmasıdır. " er-Re-bî' ibn Hayşem'in kızı babasına: "Bana ne oluyor ki insanların uyuduğunu görüyorum da senin uyuduğunu görmüyorum? " demişti. O da: "Azabımızın onlara geceleyin gelivermesinden emin mi oldular?"[287] âyetini kastederek: "Ey kızcağızım, baban geceleyin (azabın veya ölümün) geli-vermesinden korkuyor." diye cevap verdi".[288]
Müfessir, en-Nûr/33 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"Bil ki köle dörttür. Hizmet için tahsis edilen (edinilen) köle (kınn), ticaret yapmasına izin verilen, kitabete bağlanmış ve kaçan köle.
Birincinin misali; halveti tercih ve muaşereti terk ile uzleti elde eden "veliyyu'l-uzlet"tir. İkincisi "veliyyu'l-'ışret'tir. O, toplulukla (cemâatle) hemhal olan kimsedir. Tecrübe yoluyla bilgi edinmek için insanlar arasına karışır. Onlara ibret (gözüyle) bakar. Onlara ibret almalarını emreder. O, Allah Resulü (Saliallâhu Aleyhi ve Sellem) 'nün halifesidir. Allah 'in hükmüyle hükmeder, Allah için alır, Allah için verir. Onun idrâki Allah'-dandır. Allah ile konuşur. Dünya onun ticaret pazarıdır. Akıl onun ana malı (sermayesi)dzr. Öfke halinde adalet ve rızâ onun terazisidir. Fakirlik ve zenginlik i 'tidâl onun sıfatı (rütbesi) 'dir. Allah ile izzet onun melcei ve başvuracak yeridir. Kur'an, efendisinin izin mektubudur. Dış görünüşleriyle insanların arasındadır. İçiyle (serâir) onlardan uzaktır. Kendisi onlara zarar verecek hususlarda Allah için bâîınen onlardan hicret etmiş; onların faydasına, kendi zararına olan şeylerde zahiren onlara karışmış, onlarla birlikte yaşamayı seçmiştir. " [289](Şiir:)
Onların içinde yaşamasına rağmen onlardan değildir. Fakat altının menşe'i (ma'deni) topraktır.
"O, onların yediğini yer, onların içtiklerini içer. Onlar ise onun, göklerin ve yerin Allah'ın emriyle kâim olduğunu gören, Allah'ın bir misafiri olduğunu nasıl bilsinler ki! Sanki onun hakkında şöyle denilmiştir" (Şiir):
"İnsanlardan (herhangi biri) olduğun halde eğer onlardan üstün ol-muşsan (bilki) misk, ceylân kanının bir parçasıdır.
Veluyyu'l-uzlet'in hâli, hallerin en temizi ve en tatlısı; veliyyu'I-'işret'in hâli ise en kâmili ve en yücesidir, ikinciye göre birincisi Rahman 'in huzurunda, sultanın yanındaki vezirin nedimi mesabesindedir. Peygamber (Saliallâhu Aleyhi ve Sellem) 'e gelince; onun iki tarafı da şereflidir. İki altın külçenin menşei (ma'deni) dir. İki "hâV'i (uzlet ve işret halleri) kendinde toplamıştır. İki tatlı suyun menbâıdır. Veliyyu'l-uzlet onun hâllerinin bâtını ile hidayete ermiştir. Veliyyu 'l-Işret ise onun amellerinin zahirine uymuştur."
"(Kölelerin) üçüncüsü mükellef olan (bir kimse olarak) amel eden (nefsini) hesaba çeken ve cehd eden (mucâhid) kimsedir. Mükâteb kölenin taksitleri gibi gündüz ve gecede (bir günde) beş vakit (namazla), 200 dirhemde beş (hisseyi zekât olarak) vermekle, senede bir ay (oruçla) ve ömründe bir ziyaret (yani haccla) mükelleftir. Sanki o, bu muntazam (mü-retteb) taksitlerle nefsini Allah 'dan satın almış gibidir. Kölelik zinciri (ile bağlı kalmaktan) korkarak ve hürriyet kapısını açmayı umarak cennet bahçelerinde serbestçe dolaşmak, onun nimetlerinden istifade etmek, istediğini ve arzuladığını yapmak için kölelik bağını çözmeye gayret eder.
Dördüncüsü kaçan köledir. Bunlar ne kadar da çoktur! Hırsız, zina eden ve ğâsıb bir tarafa adaletsiz kadı, amel etmeyen âlim, riyakâr amel sahibi, sözlerinin çoğu fuzûlî olan, kendine fayda vermeyen her şeye hücum eden ve söylediğini yapmayan vaiz bunlardandır. Peygamber (Saliallâhu Aleyhi ve Sellem) onlardan haber vererek (şöyle) buyurmuştur: «Muhakkak Allah bu dîne, kendileri için âhirette hiçbir nasîb olmayan bir kavimle yardım eder»".[290]
Misal -5
Müfessir, el-Fâtır/15 âyetinin tefsirinde şu bilgileri verir:
"Selh[291] der ki: «Allah yaratıkları yarattığında kendisi için zenginliğe, onlar için de fakirliğe hükmetti. Kim zenginlik iddiasında bulunursa Allah 'tan men 'edilir. Kim de fakirliğini ikrar ederse fakirliği kendisini Allah'a ulaştırır. Kula yaraşan içiyle (kalbiyle) ona (Allah'a) muhtaç olmak, başkasından kopup Allah 'a bağlanmaktır ki kulluğu hâlis olsun. Kulluk; zillet ve boyun eğmektir. Alâmeti ise kimseden (oir şey) istememektir.»"
"El-Vâsıtî [292]der ki: «Kim Allah ile (mahlûkattan) müstağni olursa fakir düşmez, kim de Allah ile izzet bulursa zillete düşmez.» "
"El-Huseyn[293] der ki: «Kul, Allah'a muhtaçlığı (fakrı) ölçüsünde Allah ile zengin olur. Fakirliği (Allah'a muhtaçlığı) arttığı ölçüde zenginligi artar".[294]
"Yahya[295] der ki: «Fakr kul için zenginlikten daha hayırlıdır. Zira zillet (mezellet) fakirlikte; kibir de zenginliktedir. Zillet ve tevazu ile Allah 'a dönmek, amelleri çoğaltarak O 'na dönmekten daha hayırlıdır.» "
"«Evliyanın sıfatı üçtür: Her şeyde Allah'a güvenmek, her şeyde ona muhtaç olmak ve her şeyden O 'na dönmek» denilmiştir."[296]
"Siblî [297]der ki: «Fakr, belâ getirir. Onun bütün belâları ise izzettır» .[298]
1. Kıssalar
Ebu'l-Berekât, tefsirinde münâsebetler ölçüsünde çeşitli devirlere ait kıssalara da yer vermiştir. Bunlardan İslâm öncesi devirlere ve peygamberlere ait olanları yanında Asr-ı Saadet ve daha sonraki devirlere ait olanları da vardır. İslâm öncesi devirlere ait kıssaları biraz sonra "İsrâ-iliyyât" başlığı altında inceleyip misallendireceğiz.
Asr-ı Saadette vukubulmuş hâdiselere ait kıssalar da genellikle nüzul sebepleri içinde verilmiş olduğundan daha önce bunlara "Medâriku't-Tenzîl'de Esbâbu'n-Nuzûl" bahsinde yer verip misallendirmiştik.
Burada ise Medâriku't-Tenzîl'de yer verilen asr-ı saadet sonrası devirlere ait kıssalara yer vereceğiz.
Bu kıssalar genellikle ahlâkî kıssalar olup tarihî yönden fazla dikkati çekmeyen kıssalar olarak görünmektedir. Müfessir her halde bunları tezyîn-i kelâm (sözü söyleme) nev'inden tefsirine serpiştirmiş olsa gerektir. Bu arada âyetlerin tefsiriyle ilgili bazı âlimlerin aralarında geçen münakaşa ve muhaverelere de yer verilmiş ve müfessirin tercih ettiği te'vîl ve tercihler bunlarla kuvvetlendirilmek istenmiştir.
Şimdi müfessirin Asr-ı Saadet sonrası devre ait tefsirinde zikrettiği kıssalara birkaç misalle temas edelim:
Müfessir, Al-i îmrân Sûresinin "Allah'ın katında İsa'nın durumu, kendisini topraktan yaratıp sonra «ol» demesiyle olmuş olan Adem 'in durumu gibidir," mealindeki 59. âyetinin tefsirinde şu olayı nakleder:
"Âlimlerden birinden rivayete göre o, rumlara esir düşmüştü. Onlara:
— Niçin isa'ya ibadet ediyorsunuz? diye sordu. Onlar:
— Çünkü onun babası yok, dediler.
— O halde Âdem (kendisine ibadet etmenize) daha lâyıktır. Zira o-nun ana-babası (hem anası, hem de babası) yoktur, dedi.
— Ölüleri diriltirdi dediler.
— O halde Hazkiyal (ibadet etmenize) daha lâyıktır. Zira İsa dört kişiyi, Hazkiyal ise sekiz bin kişiyi diriltmiştir, dedi.
— Dilsizi ve ala tenliyi iyileştirirdi, dediler,
— Cercîs (ibadet etmenize) daha lâyıktır. Zira o pişirir, yakar; sonra (da pişirip yaktığı) salimen kalkardı, dedi".[299]
Müfessir, Âl-i İrnrân Sûresinin "Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe (infâkta bulunmadıkça) iyiliğe eremezsiniz" mealindeki 92. âyetinin tefsirinde şöyle bir kıssa anlatır:
"Ömer ibn Abdülaziz'den[300] (rivayet edilir ki) o, denklerle şeker satın alır ve bunları tasadduk edermiş. Kendisine:
— Niçin bedelini tasadduk etmiyorsun? diye sorulmuş da şöyle demiş:
— Zira şeker bana (çok) sevimlidir. Sevdiğimden infâkta bulunmak istedim.[301]
Müfessir, el-A'râf Sûresinin "... Yeyin, için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah müsrifleri sevmez." mealindeki 31. âyetinin tefsirinde şu olayı anlatır:
"Reşîd'î[302] Hristiyan ve hazık bir doktoru vardı. (Bir gün) Ali ibn el-Huseyn ibn Vâkıd'a:
— İlimler beden ve din ilimleri (olarak) iki olduğu halde sizin kitabınızda tıb ilminden hiçbir şey yok, demişti. Ali ona:
— Allah tıbbı kitabından yarım âyette toplamıştır. O da: «Yiyin, için, fakat israf etmeyin.» sözüdür, dedi. Hristiyan:
— Rasûlünüzden tıbba dair hiçbir şey rivayet edilmemiştir, dedi. Ali:
— Peygamberimiz tıbbı az bir sözde toplamışır ki o da: «Mide hastalığın evidir. Perhiz her ilâcın başıdır. Her bedene, onu alıştırdığını ver» sözüdür, deyince Hristiyan:
— Kitabınız ve peygamberiniz Câlinos'a tıbdan bir şey bırakmamış, dedi.[303]
Müfessir, el-Hac Sûresinin "İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler" mealindeki 27. âyetinin tefsirinde şu kıssayı anlatır:
"Muhammed ibn Yâsîn der ki: Tavâfda bir ihtiyar bana:
— Sen nerelisin? dedi. Ben:
— Horasan'dan, dedim.
— Beyt ile aranızdaki mesafe ne kadardır? dedi. Ben:
— İki veya üç ay, dedim.
— Siz, Beyt'in komşularısınız, dedi. Ben:
— Sen nereden geldin? diye sordum,
— Beş senelik yoldan. Çıktığımda bir gençtim (şimdi ise) orta yaşlıyım, dedi. Ben:
— Allah'a yemin olsun ki bu, güzel bir itaat ve sâdık bir muhabbettir, dedim. Şu şiiri inşâd eyledi:
Evin seni uzaklaştırsa, önüne Örtüler ve engeller çıksa da sevdiğini ziyaret et.
Uzaklık senin onu ziyaretini engellemesin. Zira seven sevdiğini çokça ziyaret edendir".[304]
Müfessir, eZ-Zâriyât Sûresinin 22 ve 23. âyetinin tefsirinde şu kıssayı anlatır:
"Asma T den (naklediliyor ki) o şöyle anlatmıştır:
— Basra camiinden çıkmıştım. Oturmakta olan bir bedevi beni gördü ve:
— Kimsin? dedi. Ben:
— Aşma' oğullarından, dedim.
— Nereden geldin? dedi.
— Allah'ın kelâmının okunduğu bir yerden, dedim.
— Bana oku, dedi. Ve 'z-Zâriyât (Sûresi) 'ı okudum. «Göktedir rızkınız ve size va'dolunan...» âyetine ulaştığımda:
— Bu yeter, dedi, devesine yöneldi, boğazlayıp (etini) gelenlere paylaştırdı. Gerisin geriye dönüp kılıç ve yayma yöneldi, onları kırdı ve dönüp gitti.
Reşîd ile beraber haccettiğimde tavaf etmek üzere iken baktım, birisi ince bir sesle bana sesleniyor. Döndüm ve o bedevi ile karşılaştım. Zayıflamış ve sararmıştı. Bana selâm verdi ve (Ve'z.-Zariyât) Sûresini okuttu. O âyete gelince bir çığlık attı ve:
— Rabbimiz! Gerçekten bize va'dettiğini bulduk, dedi, sonra:
— Bundan başka (okuyacağın bir şey) var mı? dedi.
— «Gök ve yerin Rabbine andolsun ki o muhakkak bir hâktir" (â-yetini) okudum. (Yine) bir çığlık attı ve üç kere:
— Sübhânallâh, kimdir Celîli öfkelendiren ki yemin etti? O'nun sözünü doğrulamadılar dayemin etti? deyip bu sözlerle can verdi".[305]
2. İsrâiliyyât
İsrâiliyyât, kelime olarak "İsrâiliyye" kelimesinin çoğuludur. İsrâîlî bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hâdise anlammadır. İsrâîl, rivayetlere göre Hz. Ya'kûb (Aleyhi's-Selâm)ın ismi veya lâkabıdır.[306]
Gerek Kur'an-ı Kerim'de ve gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde geçmiş ümmetlere dair birçok kıssa, müslümanlann ibret almaları için anlatılmıştır. Bu âyet ve hadislerin büyük bir kısmı İsrailoğuHarı ile alâkalıdır. Bu da Müslümanlann ve İslâm'ın geldiği çevrede bulunanların kitâb ehlinden daha ziyade Yahudiler ve Hristiyanlarla yakın alâkalarının bulunması, bir de onların haberlerinden bir kısmına vâkıf olmaları hikmetine mebnî olsa gerektir.
Aslında İsrâiliyyât denince sadece İsrailoğuHarı ile ilgili haberler anlaşılmamalıdır. Kur'an ve hadislerde İsrailoğullarından olduğu gibi Hz. Âdem (Aleyhi's-Selâmf den başlayarak birçok peygamber ve onların kavimleri ile putperest kavimlerden bahseden kıssalar bulunmaktadır. Bütün bunlarla ilgili olarak aslında Kur'an ve hadislerde olmadığı halde İslâm'a katılan haberlerin tümüne birden İsrâiliyyât denmesi, bunların çoğunluğunun İsrailoğulları ile ilgili olması veya daha ziyade Yahudiler kanalıyla İslâm'a sokulmuş olmasından olsa gerektir.
Geçmiş ümmetler hakkında tefsir kitaplarında yer alan açıklama ve kıssaların elbette tamamı uydurma değildir. Bir kısmı Hz. Peygamber (Saiiatiâhu Aleyhi ve Seiiem) tarafından ashabına anlatılmış ve sahabeden sahih senedlerle rivayet edilerek muteber hadis mecmualarında yer almıştır.
Ancak problem bu sahih haberleri zayıf ve merdûd olanlarından a-yırabilmektir. Bu da çoğu zaman zor olduğu gibi bazen da imkânsızdır. Bundan başka İsrâiliyyâtın tamamı İslâm akîde ve prensiplerine de aykırı olmayabilir. Bu yönüyle âlimler İsrâiliyyâtı:
a) İslâm'a uygun olanlar,
b) İslâm akîde ve prensiplerine aykırı olanlar,
c) Tasdik veya tekzib edilmeyenler diye üçe ayırır. [307]İşte bu üçüncü neviden olanlar İslâmî eserlerde ve özellikle tefsirlerde bolca bulunur.
İsrâiliyyâtın naklinin caiz olup olmadığı konusu ihtilaflıdır. Bazıları Hz. Peygamber'in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ehl-i Kitap'tan herhangi bir şey nakledilmesini kesinlikle yasakladığım ve: "Ehl-i Kitaba hiçbir şey sormayın. Kendileri sapmış olan bu kimseler sizi asla doğru yola iletemezler. Sizler de (Ehl-i Kitaba sorduğunuz ve cevap aldığınız takdirde onları tasdik veya tekzibden dolayı) ya hak olan bir şeyi yalanlamış veya bâtıl olan bir şeyi doğrulamış olursunuz. Allah 'a yemin ederim ki Musa sağ olsaydı bana iman etmek ve yoluma uymaktan başka bir çare bulamazdı. " buyurduklarım[308] ve bu sebeple Ehl-i Kitap'tan herhangi bir şey nakletmenin câîz olmadığını söylerken diğer bazıları da Ebû Nemle el-An-sârî'den rivayet edilen bir hadisi delil göstererek Ehl-i Kitabın söylediklerini nakletmekte mahzur görmezler.[309]
Bu ihtilâftan sarf-ı nazarla netice olarak:
a) Kur'an ve hadisin ruhuna uyan isrâîliyyât alınabilir.
b) Kur'an ve hadisin ruhuna uymayanlar atılır,
c) Bu ikisi dışındakilerin hükmüne gelince; bunlar alınmaz, benimsenmez, nakledilmez ve kitaplara da yazılmaz[310] görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Ancak, İslâm âleminde yaygın, halkın okuması veya avama okunmak üzere hazırlanmış ahlâk ve mev'ıza (öğüt) kitaplarının yanında tefsirlere de İsrâiliyyâttan çok şeyin girdiği bir gerçektir.
Ebu'l-Berekât'm da bundan kurtulduğunu söylemek pek mümkün değildir. Özellikle İslâm'ın ruhuna aykırı olmayan ve mücerred geçmiş peygamberler ile ümmetlerine dair haberlerde pek dikkatli davranmadığını ve onlara dair nakledilen kıssaları -birkaç istisna dışında- değerlendirmeye tabî tutmadan veya lâfızlarıyla verdiğini görüyoruz. Keşşaftan bu konuda yaptığı nakillerde bazı ayıklamalar yapmış olmakla beraber -o da herhalde fazla uzatma endişesiyle olsa gerektir- onda nakledilen kıssaları tefsirine aynen almıştır.
Ancak, diğer tefsirlere ve bilhassa rivayet tefsirlerine göre Medâri-ku't-Tenzîl'de İsrâiliyyât azdır ve bunların da zaten İslâm prensiplerine ters düşmeyen mücerred kıssalardan ibaret olduğu görülmektedir.
Ebu'l-Berekât'ın tefsirinde bulunan İsrâiliyyâtla ilgili birkaç örneği buraya almayı faydalı görüyoruz:
Müfessirimiz, "Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası (menn) ve bıldırcın (es-Selvâ) indirdik..." mealindeki el-Bakara/57 âyetinin tefsirinde şunları anlatır:
"Yani bulutu onları gölgelendirir kıldık. Bu Tîh'de olmuştur. Allah, bulutu onlara müsahhar kılmıştı. Bulut onlarla birlikte yürür ve onları güneşten korurdu. Geceleri de ateşten bir direk inerdi de onun ışığında yürürlerdi. Elbiseleri kirlenmez ve eskimezdi.
"Size menn'i indirdik".
Yani kudret helvasını. Güneşin doğuşundan batışına kadar onların üzerine kar gibi yağar, her insan için bir sâ' miktarında olurdu.
"Size selvayı da indirdik. "
Allah onlara güney rüzgârı göndermişti. Bu rüzgâr onlara selvayı -ki bıldırcın kuşudur- toplar getirir ve herkes kendine yetecek kadarım alıp keserdi".[311]
Tevrat'ın konu ile ilgili cümleleri de şöyledir:
"Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi: İsrailoğullarının söylenmelerini işittim. Onlara söyleyip de: "Akşam üstü et yiyeceksiniz ve sabahleyin ekmekle doyacaksınız. Ve bileceksiniz ki Allah 'iniz Rab Ben 'im.
Ve vâki oldu ki, akşamleyin bıldırcınlar çıkıp ordugâhı kapladılar ve sabahleyin ordugâhın etrafına çiğ düşmüştü. Ve düşmüş olan çiğ kalkınca işte çölün yüzünde, toprağın üzerinde kırağı gibi küçük, yuvarlak bir şey vardı. Ve İsrailoğulları görüp birbirlerine dediler: Bu nedir? Çünkü o nedir bilmediler. Ve Musa onlara dedi: Bu Rabb 'in yemek için size verdiği ekmektir. Rabbın emrettiği şey budur. Her biriniz yiyeceğine göre ondan devşirin; adam başına bir Ömer [312]olmak üzere canlarınızın sayısına göre; her biriniz çadırında olanlar için alacaksınız ".[313]
"Ve İsrail evi onun adını man koydular; ve o kişniş tohumu gibi beyaz lezzetli, ballı yufka gibiydi"[314]
"Ve onların arasında olan karışık halkın iştahları çok arttı ve İsrailoğulları da yine ağlayıp dediler: Bize kim et yedirecek? Mısır 'da parasız yediğimiz balığı, hıyarları ve karpuzları ve pırasaları ve soğanları ve sarımsakları hatırlıyoruz. Fakat şimdi canımız kurudu. Hiçbir şey yok. Ancak bu manı görüyoruz... ".[315]
"Ve Rab tarafından bir yel çıktı ve denizden bıldırcınlar getirdi ve ordugâhın etrafında bir tarafta bir günlük yol ve öbür tarafta bir günlük yol kadar... Ordugâhın üzerine düşürdü... "[316]
"Ve et daha dişlerinin arasında iken çiğnemeden evvel kavme karşı Rabbin Öfkesi alevlendi ve Rab kavmi gayet büyük bir vuruşla vurdu ".[317]
"Bu kırk yıl, üzerinden esvabın eskimedi".
[318]
Ebu'l-Berekât, "Tâlût ordusuyla birlikte ayrıldıktan sonra, «doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir...» Onlardan pek azı hariç sudan içtiler" mealindeki el-Bakara/249 âyetinin tefsirinde şöyle demektedir:
"Onlar seksen bin kişiydiler. Çok sıcak, hararetli bir havada çık-mıstardı ve Allah'ın kendileri için bir nehir akıtmasını istediler...". [319]"Onlar 313 kişiydiler."[320]
Şimdi de Tevrat'ın konu ile ilgili cümlelerine bir göz atalım: "... Ve Harotpınarı başında ordugâh kurdular",[321]
"Ve şimdi kavme işittirip de: «Kim korkuyor ve titriyorsa dönsün ve Gilead dağından geri gitsin». Ve kavımdan yirmi iki bin kişi döndüler ve on bin kişi kaldı. Ve Rab Gideon 'a dedi: «Kavmin sayısı yine fazladır. Onları suya indir ve senin için onları orada deneyeyim. Ve vaki olacak ki sana: Bu seninle beraber gidecek dediğim adam seninle beraber gidecek ve seninle gitmeyecek dediğim adam gitmeyecektir.» Ve kavmi suya indirdi. Ve Rab Gideon 'a dedi: «Köpeğin diliyle içtiği gibi diliyle su içen her adamı ayrı, ve içmek için dizleri üzerine çöken her adamı da ayrı koyacaksın.» Ve ellerini ağızlarına götürerek dilleri ile içenlerin sayısı 300 kişi oldu. Fakat kavmin arta kalanlarının hepsi su içmek için dizleri üzerine çöktüler. Ve Rab Gideon 'a dedi: «Diliyle içen 300 kişi ile sizi kurtaracağım ve Medyeanîleri senin eline vereceğim» ".[322]
Müfessir, "Onları Allah 'in izniyle bozguna uğrattılar. Dâvüd, Câ-lût'u Öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi... " mealindeki el-Bakara/251 âyetinin tefsirinde şunları anlatır:
"Davud'un babası Yîşî altı oğlu ile birlikte Tâlût'un ordusundaydı. Dâvûd da yedincileri idi. Dâvûd küçük olup koyun güderdi. Allah, peygamberine Câlût'u Davud'un öldüreceğini vahyle bildirmişti. O da Davud'u babasından istedi. Dâvûd yolda gelirken üç tane taş (ona) seslenerek her biri:
«Câlût'u benimle öldüreceksin. Beni yanına al» demişti. O da bunları torbasına aldı ve Câlût'a atarak onu öldürdü. Tâlût, Davud'u kızı ile evlendirdi ise de sonradan kıskandı (hased etti) ve onu Öldürmek istedi. Ama sonra tevbe etmiş olarak öldü ".[323]
Şimdi de Tevrat'ın bu konu ile ilgili cümlelerini alalım:
"Ve Davud, B ey t-Lehem-Yahuda'dan, adı Yesse olan' [324] Efratlı'-nın oğlu idi. Ve bu adamın sekiz oğlu vardı".[325]
"Ve Davud en küçüğü idi ve üç büyük oğlu Saul'un ardınca gitmişlerdi. Ve Davud Beyt-Lehem 'de babasının koyunlarını gütmek için Saul'un yanından gider ve dönerdi".[326]
"Ve eline deyneğini aldı ve vadiden kendine beş çakıl taşı seçti ve onları üzerinde olan çoban torbasına, dağarcığına koydu ve sapanı elinde idi ve Filistî 'ye yaklaştı"[327]
"Ve Davud Filistî'yi sapanla ve taşla yendi ve Filistî'yi vurup Öldürdü"[328]
"Ve Saul Davud'a dedi: İşte büyük kızım Merab. Onu karı olarak sana vereceğim. Ancak benim uğrumda cesur ol ve Rabbin cenklerini et.[329]
"Bir kasaba halkı inanmalı değil miydi ki, imanları kendilerine fayda versin. İşte Yûnus'un milleti inandığı zaman dünya hayatında rezilliği gerektiren azabı onlardan kaldırdık..." mealindeki Yûnus/98, âyetinin tefsirinde Müfessir şöyle diyor:
"Rivayete göre Yûnus (Aleyhi's-Selâm) Musul topraklarında olan Nîne-vâ 'ya peygamber olarak gönderilmişti. Onu yalanladılar. O da onlara kızarak oradan ayrıldı. Onu kaybedince üzerlerine azâb ineceğinden korktular, hepsi kıldan elbiseler (palaz) giyerek kırk gece feryad ettiler. Kadınları, çocukları ve hayvanları ile birlikte kıra çıktılar. Kadınlarla çocukları, hayvanlarla yavruları birbirinden ayırdılar da bunlar birbirlerini Özlediler. İman ve tevbe izhar ettiler. Allah da onlara acıdı, merhamet etti ve onların üzerinden azabı açtı, kaldırdı. Bu bir âşûrâ günü olup günlerden cuma idi".[330]
Şimdi de Tevrat'ın bu konudaki ibarelerine bir göz atalım:
"Ve Amittay'ın oğlu Yunus'a Rabbın şu sözü geldi: «Kalk, Nine-ve 'ye, o büyük şehre git, ve ona karşı çağır» ".[331]
"Ve ikinci defa olarak Yunus'a Rabbın sözü geldi: «Kalk Nine-ve 'ye, o büyük şehre git ve sana söyleyeceğim sözleri ona çağır...» Ve Yunus şehre girmeye başladı, bir günlük yol yaptı ve çağırıp dedi: Daha kırk gün var ve Nineve yıkılacak.
Ve Nineve halkı Allah 'a inandılar ve oruç ilân ettiler. Ve büyüğünden küçüğüne kadar çullar sarındılar.
Ve kiralın büyük adamlarının fermanları ile Nineve 'de bağırıp ilân etti: insan ve hayvan, sığır ve davar bir şey tatmasınlar, otlamasınlar, su da içmesinler. Ve insan da hayvan da çul sarınıp Allah 'ı kuvvetle çağırsınlar. Ve herkes kötü yolundan ve ellerindeki zorbalıktan dönsün ".[332]
"Ve Allah onların işlerini, kötü yollarından dönmüş olduklarım gördü ve onlara yapacağını söylemiş olduğu kötülüklerden ötürü Allah nadim oldu ve onu yapmadı".[333]
Müfessir, "Biz Musa 'ya: «Kullarımı geceleyin yola çıkar. Şüphesiz takip edileceksiniz.» diye vahyettik" mealindeki eş-Şu'arâV52 âyetinin tefsirinde şunlan anlatır:
"O gece (Mısırlıların, Kıbtîlerin) evlerinden her birinde bir çocuğun öldüğü, onlar ölüleri ile meşgul iken Musa'nın kavmini (Mısır'dan) çıkardığı rivayet edilmiştir. Yine bir rivayete göre Allah Teâlâ Musa 'ya:
«İsrailoğullarının her dört evini bir evde toplamasını, sonra oğlaklar keserek bunların kanlarını kapılarına bulaştırmalarını, kendisinin meleklere, kapısında kan olan eve girmemelerini ve (evinin kapısında kan olmayan) Kıbtîlerin küçüklerini (bakirelerini) öldürmelerini emredeceğini, kendileri için en çabuk ve kolayı olduğu için (yolda yemek üzere) taze ekmek yapmalarını, sonra da kulları (olan İsrailoğullan)m alarak denize ulaşıncaya kadar yürütmesini, orada kendisine emrinin geleceğini» vahyetti".[334]
"Musa'nın kavmi altı yüz yetmiş bin kişiydi. Dahhâk'tan rivayete göre ise yedi yüz bin kişiydiler".[335]
Şimdi de Tevrat'ın konu ile ilgili cümlelerini buraya alalım: "Ve Musa dedi: «Rab şöyle söylüyor: Gece yarısı sularında ben Mısır'ın ortasına çıkacağım. Ve taht üzerinde oturan Firavun'un ilkinden, değirmen ardında olan cariyenin ilkine kadar Mısır diyarında bütün ilk doğanlar ve hayvanların bütün ilkleri ölecekler. Ve bütün Mısır diyarında misli olmamış ve bir daha olmayacak büyük bir feryad olacak.» "[336]
"israil'in bütün cemaatine söyleyip deyin: Bu ayın onunda her biri kendilerine bir kuzu, atalarının evlerine göre bir eve bir kuzu alacaklar. Ve eğer bir kuzu için ev küçükse, kendisi ve evine en yakın komşusu canların sayısına göre, bir tane alsınlar; bir kuzu için her birinin yemesine göre hesab edeceksiniz. Kuzunuz kusursuz, erkek, bir yıllık olacak; kendinize koyunlardan yahut keçilerden alacaksınız. Ve onu bu ayın on dördüncü gününe kadar saklayacaksınız; ve İsrail cemaatının bütün cumhuru onu aksam üstü boğazlayacaklar ve kandan alacaklar, ve onu içlerinde yiyecekleri evlerin iki kapı süvesi üzerine, ve üst eşiğin üzerine sürecekler".[337]
"Ve Musa İsrail 'in bütün ihtiyarlarını çağırıp onlara dedi: Ailelerinize göre kendiniz için kuzular çekip alın, vefıshı boğazlayın. Ve bir demet zufa otu alıp leğende olan kana batıracaksınız ve leğende olan kandan kapının üst eşiğine ve iki süvesine serpeceksiniz; sabaha kadar hiçbiriniz evinin kapısından çıkmayacak. Ve Rab Mısırlıları vurmak için geçecek; ve üst eşik üzerinde ve iki süve üzerinde kanı görünce, Rab kapı üzerinden geçecek ve helak ediciyi sizi vurmak için evlerinize girmeye bırakmayacaktır.[338]
"Ve gece yansında vaki oldu ki, Rab, tahtı üzerinde oturan Firavun'un ilkinden, zindanda olan esirin ikisine kadar Mısır diyarında bütün ilk olanları ve hayvanların bütün ilk doğanlarını vurdu. Ve geceleyin Firavun, kendisi ve bütün kulları, ve bütün Mısırlılar kalktılar; ve Mısır'da büyük feryad vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu. Ve geceleyin Musa 'yi ve Harun 'u çağırıp dedi: Kalkın, hem siz hem de İsrailoğullan kavmimin içinden çıkın; ve gidin. Söylediğiniz gibi Rabba ibadet edin; söylediğiniz gibi koyunlarınızı sığırlarınızı da alın ve gidin; ve beni de mübarek kılın".[339]
"Ve İsrailoğullan, çocuklardan başka, altı yüz bin kadar yaya erkekler olarak Ramses'ten Sukkot'a göç ettiler. Ve koyunlar, sığırlar, pek çok hayvanlarla karışık çok halk ta onlarla beraber çıktı. Ve Mısır 'dan çıkardıkları hamurdan mayasız pideler çıkardılar. Çünkü mayası gelmemişti, çünkü Mısır'dan kovuldular ve kendileri için de azık yapmamışlardı".[340] .
Kur'an'da tnüteşâbih konusu tefsir usûlünün önemli konularından biridir. Bu bakımdan Kur'an'ı tefsir etmek isteyenlerin bu sahada bilgi sahibi olması gerekir. Aynı mülâhaza ile bir müfessirin müteşâbih konusundaki tavrı da önem taşımaktadır.
Istılahta muhkem ve muteşâbihin çeşitli tarifleri yapılmışsa da [341]meşhur olan tarife göre muhkem; manâsı açık, kolay anlaşılan ve anlaşılmasında bir müşkil olmayandır.[342] Müteşâbih ise birçok manâya ihtimali olup, bu manâlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyacı olan âyetlerdir.[343]
Kur'an'da müteşâbih âyetlerin mevcudiyeti, bunların beşer aklınca anlaşılıp anlaşılamayacağı ve te'vilinin mümkün olup olamayacağı âlimler arasında görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Bu tartışma daha ziyade Âl-i İmrân Sûresinin yedinci âyetinin i'râbı ile tefsirinden kaynaklanmaktadır.[344] Usûl kitaplarında konu ile ilgili çokça bilgi bulunduğundan biz, konuyu daha fazla uzatmamak için bu ihtilâflara temas etmek istemiyoruz. Burada biraz da Ebu'l-Berekât'm konuya bakış açısı üzerinde duralım:
Ebu'l-Berekât, bu âyetin tefsirinde şöyle demektedir:
"Kalblerinde eğrilik olanlar (haktan meyledenler ki bunlar bid'at ehlidirler) müteşâbih olanına uyarlar. Bunlar muhkeme mutabık olan ve hak ehlinin sözüne uygun gelmesi muhtemel olanlarına değil de bid'at ehlinin mezhebine ihtimali olan muteşâbihlere yapışırlar. Bunda maksatları insanları dinlerinde fitneye düşürmek ve onları saptırmak, bir de kendi arzuları doğrultusunda bunları te 'vil etmeyi istemektir. Hamledilmesi gereken gerçek te'viline ise Allah'tan başka hiç kimse erişemez. «İlimde derinleşenler» kısmı cumhura göre başlangıç cümlesidir. Onlara göre duruş (vakf) üzerindedir. Cumhur, muteşâbihi: «Allah 'in, bilinmesini kendisine seçtiğidir.» şeklinde tefsir etmiştir. Onlara göre mubtedâdır. Haber ise kısmıdır. Burada Allah Teâlâ onları (ilimde derinleşenleri) teslimiyyet üzere iman etmeleri ve keyfıyyetini araştırmadan gerçek olduğuna inanmaları dolayısıyla Övmektedir. Muteşâbihi inzalin faydası ona ve Allah'ın ondaki maksadının gerçekliğine inanmak, ulaşılmasına bir yol kılınmamış şeylere vâkıf olmaktan beşer aklının âciz olduğunu bilmedir. Ubeyy (ibn Ka'b)'m şeklindeki kıraati ile Abdullah (ibn Mes'-ûd) [345]in şeklindeki kıraati de bunu desteklemektedir.
üzerinde vakf yapmayıp ilimde derinleşenlerin muteşâbihi bilebileceğini söyleyenler de vardır. Bunlara göre ilimde derinleşenlerin durumunu açıklayan başlangıç kelâmıdır (el-Cumle el-mus-te'nefe). Yani te'vili bilen bu kişiler «müteşâbihe (veya kitaba) inandık. Hepsi; muteşâbihi ve muhkemi Hakîm olan, kelâmında tenakuz bulunma-yan Allah kalındandır» derler ". [346]
Ebu'l-Berekât bu âyetin tefsirinde kendi görüşünü beyan etmez. O daha ziyade bu konudaki görüşleri nakletmekle yetinir. Yalnız müfessir burada görüşlerden birisinin cumhura ait olduğunu belirtip, bu görüşü U-beyy ibn Ka'b ve Abdullah ibn Mes'ûd'un kıraatinin desteklediğini kaydederken ikinci görüşün kimlere ait olduğuna temas etmez. Bu davranışıyla cumhurun görüşüne ağırlık verdiğini ve o görüşü kabullendiğini söyleyebiliriz.
Biraz önce, muteşâbihin beşer aklı ile anlaşılıp anlaşılamayacağı âlimler arasında tartışma konusu olmuştur, demiştik. Müfessirimiz yukarıdaki âyetin tefsirinde: "Kur'an'ın tamamı muhkem değildir. Muteşâbihin varlığında bir ibtilâ (imtihan) keyfiyeti ve hak üzere sabit olanla onda tereddüt edenin ayrılıp ayıklanması gibi faydalar vardır. Öte yandan muteşâbihin anlamını bulup çıkarmaya çalışmada, bunların muhkemlere döndürülmesinde âlimler ye etbâının münazaraları ve zekâların yarışması gibi birçok fayda ve ilimler getirecek; Allah katında derecelere nail olmaya sebep olacaktır. [347]demek suretiyle muteşâbih âyetlerden bazılarının beşer aklı ile anlaşılabileceği görüşüne meylettiği görülmektedir. Yukarıda naklettiğimiz ifadeleri arasında: "Ulaşılmasına bir yol kılınmamış şeylere vâkıf olmaktan beşer aklının âciz olduğunu bilmektir. " demektedir. Demek ki Allah'ın, gerçeğine ulaşılmasına imkân tanımadığı muteşâbihler dışında kalanlara "ilimde derinleşenler" ulaşabilecektir. Nitekim Ebu'l-Berekât, muteşâbih olduğu söylenen âyetlerin tefsirinde bu tavrını açık bir şekilde ortaya koyar, Bu âyetlerin tefsirinde kendisinden önceki müfessirlerden bu konudaki te'villeri nakletmesi yanında bazen da kaynağını belirtmeden kendisi te'vile gider. Burada şunu da belirtelim ki müfessir bu te'villerinde tamamen Ehlu's-Sunne mezhebini te'yid etmektedir. Zaman zaman Mu'tezile, Cehmiyye, Mucessime, Muşebbihe ve Ha-vâric gibi Ehlu's-Sunne dışındaki mezheblere cevaplar vermekte, onların te'villerinin yanlışlığına işaret etmektedir.
Ebu'l-Berekât'in muteşâbihler karşısındaki tutumunu daha iyi anlayabilmek için birkaç misal vermeyi faydalı gördüğümüzü belirtmek isteriz:
Kur'an'da 29 sûre hurûf-ı mukatta'a ile başlar.[348] Müfessir bu harfler hakkında el-Bakara Sûresinin başında oldukça geniş bilgi vermiş; diğer sûrelerin başında ise ya daha kısa bilgi vermiş, veya hiçbir açıklamada bulunmamıştır.[349]
Meselâ Meryem Sûresinin başında bulunan Sud-dî (öl. 127/745) tarafından Allah'ın ism-i a'zam'ı olarak tefsir edildiğine,[350] aynı açıklamanın el-Mu'min Sûresinin başındaki için İbn Abbâs'tan nakledildiğine[351] işaret eder. Bu arada bazen rivayetleri değerlendirmeye tâbi tuttuğu da olur. Meselâ el-A'râf Sûresinin başındaki hakkında Zeccâc'dan naklen bunun tefsirinde muhtar olan görüşün İbn Abbâs'ın açıklaması olduğunu, onun bu harfleri: "Ben Allah'ım, en iyi bilen ve en iyi açıklayanım " şeklinde tefsir ettiğini[352] belirtirken el-Kalem Sûresinin başındaki harfi hakkında İbn Abbâs ve el-Hasen'in açıklamalarını müşkil görür.[353]
EbıTl-Berekât el-Bakara Sûresinin başında da şu bilgiyi verir:
ve benzerleri isimler olup müsemmâlan kelimelerin kendilerinden teşekkül ettiği yayılmış (tek tek) harflerdir. (Meselâ) harflerinin ilkine, elif in harflerinin ortasına, lam ondan son harfe delâlet eder. Buna benzeyenler de böyledir. Bunların isim olduğuna delil; bunlardan her birinin bizzat kendilerinde bir manâya delâlet etmesi, muarrab olmakla beraber imâle, tefhim, ma'rife, nekra, cem1 ve ismu 't-tasğîrlerinin yapılmasıyla munsarıf olmalarıdır. Bu harflerin isimlerden ve başkalarının orta harflerindeki sükûn ile sakin olmaları, muktezâlarmın bulunmaması sebebiyle i'râb almamış olmalarındandır. Karga sesinin hikâyesinde söylenen kelimesinde olduğu gibi bunların mebnî olduğu da söylenmiştir. Cumhur bunların sûrelerin isimleri olduğu görüşündedir. İbn Abbâs -Allah ondan razı olsun-: «Allah bu harflerle yemin etmiştir[354] der. İbn Mes'ûd -Allah ondan razı olsun- da şöyle der: «Bunlar Allah'ın en yüce ismidir (İsmu'llâhi'l-A'zam)». [355]Bunların, te'vilini ancak Allah'ın bildiği muteşâbihlerden olduğu da söylenmiştir. Bunlara Mu'cem (el-hurûfu'1-mu'ceme) ismi verilmesi ancak bunların muhhem oluşlarındandır. Bu isimlerin sayma şeklinde gelmeleri Kur'an'a meydan okuyana bir ikaz ve sonuncularına varıncaya kadar kendisinden âciz oldukları halde kendilerine bu okunanın bizzat onların sözlerinin meydana getirildiği şeylerden müteşekkil olduğuna bakmaya teşvik gibidir. Bu bakma ile söz üstadları oldukları halde eğer önünde güç ve kuvvetleri tükenmiş ve uzun uğraşmalardan sonra bir benzerini getirmekten âciz kalmışlarsa bunun beşer sözü olmayıp güç ve kudretleri yaratanın sözü olmasından ileri geldiğini iyice anlarlar" denilmiştir. Bu söz bir dereceye kadar kabule lâyıktır, "garîb bir şekilde ve müstakil olarak kulaklara ilk çarpanlar ve i 'cazın delillerine bir başlangıç olsun için sûreler bunlarla başlanılmış olarak gelmiştir" de denilmiş-tir. Bizzat harfleri söylemede Arapların ümmîleri ve Ehl-i Kitâb'tan olanları aynı seviyede (durumda) idiler. Ancak, haıflerin isimlerini söylemek bunun hılâfınadır. Zira bu, yazan, okuyan, Ehl-i Kitaba karışan ve onlardan Öğrenenlere mahustur. Bunları söylemek (bunlarla konuşmak) bir ümmî için okuma ve yazma kadar uzaktır. Hz. Peygamber (Sallaiiâhu Aleyhi ve Sellem) 'in, Kur 'an 'da zikredilen, Kureyş ve benzerlerinin bilmedikleri kıssaların hükümlerini Ehl-i Kitap 'tan iktibas etmemiş olduğu meşhur olduğuna göre bu harfleri söylemesi bunların ona ancak vahy yolu ile geldiğine ve onun peygamberliğinin sıhhatine şâhiddir.
Sûrelerin başlarında zikredilen harfler hurûf-ı mu'cemenin isimlerinin yansıdır... Sanki Allah Teâlâ, Araplara hüccetin onları ilzam ettiğini ve onları susturmaya işaret olmak üzere sözlerinin terkibleri olan lâfızları saymıştır...". [356]
Müfessir, "Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa Rab-bi'nin gelmesini mi, yahut Rablerinden birtakım mu'cizelerin gelmesini mi bekliyorlar?" mealindeki el-En'âm Sûresinin 158. âyetinin tefsirinde şöyle der:
"Yani Rabbinin emrini, ki bu da azâb veya kıyamettir. Zira (Rabbin) gelmesi müteşâbihtir. Emrinin gelmesi hakkında ise nass olup (bu nass) muhkemdir. O halde müteşâbih ona döndürülür". [357]
Müfessir, "Rahman arş üzerinde (arşa) istiva etmiştir. " mealindeki Tâhâ/5 âyetinin tefsirinde şöyle der:
"(İstiva hakkında doğru) mezheb Hz. Ali'nin (Radıyaitahu Anh) sözüdür:[358] «İstiva meçhul değildir, keyfiyeti akılla bilinmez, ona iman vaciptir, onu sormak bid'attir» Zira Allah Teâlâ mekân yokken vardı. O, mekânı yaratmazdan önceki olduğu durumdadır, olandan değişmemiştir".[359]
Ebu'l-Berekât bu âyetteki "istiva" kelimesini Zeccâc'dan naklen "isti'lâ" ile tefsir etmekle beraber sonunda Hz. Ali (Radıyallahu Anhf rim istiva hakkındaki sözünü nakletmekle yetinmemiş "Burada gidilecek yol, uyulacak mezheb Ali (Radıyaiiahu Anfy'nin sözüdür." diyerek buradaki istivanın muteşâbih olduğuna ve te'vile gitmemek gerektiğine işaret etmiştir.[360]
Nesh kelimesi lügatte: "hâle, bertaraf ve ibtâl etmek,[361] nakletmek, tebdil etmek, değiştirmek ve tahvil etmek"[362] anlamlarına gelmektedir. Muhtelif ıstılahı tariflerin[363] ortak noktalarını alarak ıstılahta neshi: "Şer'î delil ile sabit bir şer'î ve fer'î hükmün daha sonra gelen yine şer'î bir delille kaldırılması, ilgâsı, tebdil ve tağyir edilmesidir" şeklinde tarif etmek mümkündür.
Asr-ı Saadetten günümüze kadar nesh hakkında pek çok şey söylenmiş ve söylenmeye devam edecektir. Gerçekte, hüküm koymak veya kaldırmakla doğrudan bağlantılı olmasından dolayı nesh meselesi son derece önem kazanmaktadır. Bu bakımdan nesh konusunda uzun süren tartışmalar olmuş; bazı âlimler neshin aklen ve naklen caiz olup bilfiil vuku bulduğunu ileri sürerken bazıları da bunu İslâm'da bir nakısa gibi görerek ya tamamen reddetmiş, veya geçmiş şerî'atlere tahsisini uygun görmüştür.
Sahabe ve tâbiûn içinde neshin aleyhinde konuşan ve onun aklen ve sem'an caiz olup olmadığı, meydana geldiği ya da gelmediği konularında -gerek müsbet ve gerekse menfî- fikir ileri sürenlere rastlamıyoruz. Sonraki devirlerde de neshin aklen ve naklen caiz olup olmadığı konusunda değil de sadece neshin mahallinde yani nerelerde vâki olup olamayacağına, Kur'an ile hadiste nerelerde nesh vâki olduğuna, Kur'an ve sünnetin mütekabilen birbirini neshedip edemeyeceğine dair bazı ihtilâflar ortaya çıkmıştır. Bu konudaki ihtilâfları aşağıdaki şekilde maddelendirmek mümkündür:
1. Nesh aklen ve naklen caiz midir?
2. Şayet caiz ise bilfiil vuku bulmuş mudur?
3. İslâm'da (Kur'an ve sünnette) nesh caiz midir?
4. İslâm'da nesh vâki olmuş mudur?
5. İslâm'da nesh vuku bulmuşsa nerelerdedir?[364]
Ebu'l-Berekât, eserinde bu ihtilaflı konulara yer yer temas etmiş olmakla beraber kendi görüşünü de belirtmekten çekinmemiştir. Usûl âlimleri ve müfessirler tarafından üzerinde çokça durulan ve bazen neshin cevazına ve vukuuna, bazen de adem-i cevazına delil getirilen el-Bakara /106 ile en-Nahl/101 âyetlerinin tefsiri sırasında Ebu'l-Berekât nesh konusundaki görüşlerini özetlemiştir. Özellikle el-Bakara/106 âyetinin tefsirinde nesh hakkında genişçe bilgi veren müfessir şöyle der:
"Nesh, lügatte tebdildir. Şeriatte: Devamı bizim vehimlerimizde (zihinlerimizde) yerleşmiş şer mutlak bir hükmün terâhî yoluyla (daha sonra gönderilen bir delille) sona erdiğini beyan etmektir. Bizim hakkımızda tebdil olup şeriat sahibi için mutlak beyandan ibarettir. Burada (neshin) bedâ(yı gerektireceğini) iddia ile (neshi) inkâr eden Yahudilere bir cevap vardır. Neshin mahalli: Muvakkat kılma, ebedî kılma gibi gerek nassla ve gerekse delâletle neshe münâfî bir şey bitişmemiş, varlığı ve yokluğu haddizatında mümkün olan hükümdür. Neshin şartı bize göre ve Mu 'tezile 'nin hilâfına olarak fiilde temekkün olmaksızın (fiilde temekkün şartı aranmaksızın) sadece kalbin bağlanmasındaki temekkündür. Kitab ve sünnetin müttefikan ve mütekabilen (kitabın kitab ile, sünnetin sünnet ile, kitabın sünnetle ve sünnetin kitabla) neshedilmesi caizdir. Tilâvet ve hükmün birlikte, tilâveti baki kalarak hükmün, hüküm baki kalarak tilâvetin, nass üzerine ziyadelikte olduğu gibi hükümdeki bir vasfın neshi caizdir. Bu (hükmün bir vasfının neshedilmesi), Şafiî -Allah ona rahmet eyle-sin'nin hilâfına olarak bize göre neshtir. İnşâ' ise (âyetin) ezberlenmesinin kalblerden giderilmesidir".[365]
Gerek burada ve gerekse tefsirin muhtelif yerlerinde verdiği bilgilere göre;
"Nesh aklen ve naklen caizdir, fiilen vuku bulmuştur. İslâm'da (Kur'an ve sünnette) nesh caizdir. Neshin mahalli hükümdür. Dolayısıyla haberlerde nesh vâki olmaz[366] Neşredilenle amel edilmeden önce nesh vuku bulabilir.[367] Daha zor bir bedelle veya daha kolay bir bedelle nesh caizdir[368] Sünnetin Kur'an'la,[369] Kur'an'ın sünnetle neshi caizdir[370] Kur'an'da nâsih îilâveten mukaddem, nüzul bakımından muahhar olabilir".[371]
Ebu'l-Berekât, Kur'an'da nesh kapısını ardına kadar açanlardan değildir. Bazı âlimlerce mensûh sayılan birçok âyetin -mensûh olduğuna dair haberleri ve rivayetleri verdikten sonra- mensûh olmadığını [372]ifade eder. Birçok yerde de neshe dair rivayetleri fazla itimada şayan bulmadığı zehabını veren lâfzı ile vermekte [373]ve bu âyetlerin nâsihleri ile te'lifmin mümkün olduğunu ifade etmektedir ki bu da onun, Kur'an'da mensûh âyetlerin sayısını çoğaltanlardan olmadığını gösterir. [374]
El-Muşkil, âyetler arasında görülen ihtilâf veya tenakuz durumu olup gerçekte Kur'an'da böyle bir durum söz konusu değildir. Zira Allah Teâlâ: "Onlar Kur'an'ı iyice düşünüp taşınmıyorlar mı? Kur'an Allah'tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı onda birçok ihtilâflar bulurlardı" [375]diyerek Kur'an âyetleri arasında ihtilâf ve tenakuz olmadığını haber vermiştir.
Ancak, Allah'ın ilmine göre sınırlı bir ilim ve akla sahip insanlara bazı Kur'an âyetleri arasında tenakuz Var gibi görünebilir. Bu durum âyetler arasında görülebileceği gibi âyetlerle sahih hadisler arasında veya hadisler arasında[376] da olabilir.
Bu tür âyetlerin mütenâkız olmadığı ve zahirde görülen ihtilâfın gerçekte olmadığı insan zihnine yaklaştırılarak anlatılmalıdır ki buna "Te'vîlu Müşkili'l-Kur'an" denilir.
Âyetler arasında görülen bu ihtilâflar Kur'an tefsirinin önemini ve gerekliliğini daha da açık olarak göstermektedir. Nitekim, daha önce de belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den başlayarak sahabe, tâbiûn, etbâu't-tâbiîn ve onlardan sonra gelenlerin âlimleri Kur'-ân tefsiri ile ilgilenerek açıklamalarında Kur'an âyetleri arasında var gibi görünen tenakuzlara da işaretle gerçekte tenakuz olmadığını belirtmeye çalışmışlardır.
Müşkilu'l-Kur'an hakkında ilk konuşanın Abdullah ibn Abbâs olduğu ve onun, bu türden bazı âyetler karşısında duraksadığı, cevap vermi-yerek Allah'a havale ettiği rivayet edilir.[377]
Hemen bütün tefsirlerde müşkilu'l-Kur'an'ın halline özen gösterilmiş, birbirine zıt görünen âyetlerin arası cem edilerek şüpheler giderilmiştir.[378]
Ebu'l-Berekât da tefsirinde mütenâkız görünen âyetlerin tefsirinde, bu âyetler arasında herhangi bir tenakuz (çelişki) olmadığını göstermeye, isbata özen göstermiş ve bunların tevcihlerini yapmaya çalışmıştır. O, bu durumdaki âyetleri tefsir ederken aradaki ihtilâfa her zaman sarih olarak işaret etme yerine yaptığı tevcihlerle işkâli gidermeye çalışmıştır. Bazen da arada tenakuz var gibi görüldüğünü ifadeden sonra cem'i yoluna gitmektedir.
Şimdi müfessirimizin müşkilu'l-Kur'ana yaklaşımını ve bunları cem' ile te'vilini birkaç misalle belirtmekte fayda mülâhaza ediyoruz:
Hz. Âdem (Aleyhis-Selâm) ile Havva'nın cennetten çıkarılmaları ile ilgili âyetlerden el-Bakara/36, 38, el-A'râf/24 âyetlerinde "İnin" emri çoğul; Tâhâ/123 âyetinde ise tesniyedir: Burada bir tenakuz (çelişki) var gibi görünmektedir. Müfessir bu konuda şu bilgileri verir:
"Hitap Âdem; Havva ve İblis 'edir. Yılanın (da bunlara dâhil olduğu) söylenmiştir. Doğru olan görüş ise hitabın Adem ve Havva 'ya olduğudur. Maksat ise o ikisi ve zürriyetleridir. O ikisi insanların aslı ve çoğalma yeri olduğu içindir ki o ikisi bütün insanlar gibi telâkki olunmuştur. «ikiniz toptan oradan inin» [379]âyeti de buna (hitabın Adem ve Havva'ya olduğuna) delâlet etmektedir".[380]
"Çoğul sîğasıyla olmakla birlikte hitap Âdem ve Havva 'yadır. Zira İblîs daha önce inmiştir. İblîs'in (önce) semâya inmiş olması, sonra da hepsinin birden yeryüzüne inmiş olmaları da muhtemeldir".[381]
Bu âyetlerden birincisinde hitabın cemî sîğasıyla olmasının tevcihini yapmak suretiyle âyetler arası tenakuz olmadığım belirtmeye özen gösterilmiş; ikincisinde ise ikinci bir ihtimal ile değişik bir yorum getirilmiş ve işkâl (anlatma zorluğu) giderilmeye çalışılmıştır.
Hz. İbrahim'in (Aleyhi's-Selâm) duasını ihtiva eden el-Bakara/126 âyeti ile İbrâhîm/35 âyetleri arasında lâfız itibariyle bir tenakuz var gibi görünmektedir. Bunlardan birincisinde "beled" kelimesi nekra olarak getirilirken ikincisinde ma'rife olarak zikredilmektedir. İki âyetin telifini müfessir şöyle yapar:
"Bu âyetle Bakara Süresindeki [382]âyet arasındaki fark şudur:
"(Hz. İbrahim (Aleyhis-Selâm) Bakara Sûresinde geçen duasında Allah'dan) orayı, halkı emniyet içinde olan ülkelerden kılmasını istemiş; ikincide ise orayı korkulu olma sıfatından emniyetli olma haline çıkarmasını istemiştir. Sanki o şöyle demiştir: «O, korkulu (korkulacak) bir ül-kedir. Onu emniyetli kıl» ".[383]
Müfessir burada lâfzı bir ayrılıktan meydana gelmiş işkâli gidermeye çalışmış ve âyetlerin arasım cem'e muvaffak olmuştur.
Hz. Adem (Aleyhi's-Seiâmf'in yaratılışı ile ilgili Âl-i İmrân/59, el-Hıcr/ 26, 28 ve 33, es-Sâffât/11 ve er-Rahmân/14 âyetleri arasında bir tenakuz var gibi görünmektedir. Bunlardan Al-i İmrân Süresindeki âyette onun, "toprak"tany eî-Hıcr Sûresindekinde "pişirilmemiş siyah, kuru çamur" es-Sâffât'dakinde cıvık, yapışkan çamur"dan, er-Rahmân Sûresindekinde ise "kupkuru balçık"tan yaratıldığı ifade edilmektedir. Bu lâfızların delâlet ettiği anlamlar muhtelif olup Hz. Âdem (Aleyhis-Selâm) bunlardan hangisinden yaratılmıştır?
Müfessir, bu işkâli (belirsizliği) şöyle giderir:
"Biz insanı (Adem'i) pişirilmemiş, kuru bir çamurdan yarattık.
kelimesi 'in sıfatıdır. Yani onu değişken, siyah çamurdan oluşmuş pişirilmemiş kuru bir çamurdan yarattık (demektir). Önce toprak idi, su ile karıştırıldı da çamur oldu. (O halde bekledi) kaldı, pişirilmemiş kuru çamur oldu. Saflaştı "sülâle " oldu. Şekil verildi, kurudu ve "Salsâl" oldu. (O halde âyetler arasında) tenakuz yoktur".[384]
El-Muminûn/101 âyetinde, kıyamet günü insanlar arasındaki yakınlıkların (akrabalıkların) kesileceği ve birbirlerine bir şey soramayacakları haber verilirken; es-Sâffât/50 âyetinde birbirlerine doğru yönelip durumlarım soracakları zikredilmektedir.
Müfessir, bu iki âyet arasında zahirde görülen tenakuzu (çelişkiyi) ve işkâli (anlaşım güçlüğünü) şöyle giderir:
"Dünyada iken birbirlerine sordukları gibi dostça soramazlar. Zira herkes arkadaşına soru sorma yerine kendi durumu ile meşguldür (kendi durumu ile meşgul olması arkadaşına soru sormasına mânidir). Bu (âyetle) "Birbirlerine dönüp sorarlar" [385]âyeti arasında tenakuz yoktur. Zira kıyametin (değişik) yerleri (ve zamanlan) vardır. Bir yerde korkuları şiddetlenir de birbirlerine birşey soramazlar. (Başka) bir yerde ayrılır ve birbirlerine sorarlar"[386]
Müfessir, âyetlerde anlatılan durumları ayrı zamanlara hamletmek suretiyle aralarında tenakuz olmadığını belirtip işkâli gidermiştir.
Kıyamet günü, dünyada iken insanları saptıranların kendi günahları ile birlikte dalâlete düşürdüklerinin de günahlarını yükleneceklerini haber veren en-Nahl/25 ve el-Ankebût/13 âyetleri ile kimsenin bir başkasının günâhını taşımayacağını ifade eden el-En'âm/164, el-İsrâ'/15, Fâtır/18, ez-Zumer/7 ve en-Necm/38 âyetleri arasında zahirde görülen tenakuzu müfessir şöyle te'lif eder (uzlaştırır):
"Hiçbir günahkâr (nefis) bir başkasının günahını taşımayacaktır... Kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber (başka) yükleri de taşıyacaklardır" [387]sözü kendileri dalâlette olup (başkalarım da) dalâlete düşürenler hakkında vârid olmuştur. Kendileri dalâlette olduklarından (kazanmış oldukları) yükleriyle (günahlarıyla) beraber insanları dalâlete düşürme yüklerini (günahlarını) de taşıyacaklardır. Bunların hepsi kendi günahları olup içinde kendileri dışında olan bir başkasının günahından hiçbir şey yoktur. Görmez misin Allah Teâlâ onların: «Bizim yolumuza uyun ki sizin hatalarınızı da yüklenelim» sözlerinde onları «Elbette onlar, onların hatalarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir»"[388] sözüyle nasıl yalanlamaktadır? ".[389]
Böylece müfessirimiz el-Ankebût/13 âyetinde zikredilen "onların, günahları yanında yüklenecekleri günahların " yine kendi günahları cümlesinden olduğu açıklaması ile işkâlı gidermiş ve âyetler arasında tenakuz (çelişki) olmadığını belirtmiştir. [390]
O bana yeter. Ondan başka ilâh yoktur. Efendimiz Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e Salât ve Selâm olsun.
Hamd, zatı itibariyle herhangi bir vehim işaretinden uzak olan Allah'a mahsustur. Akıllar ve anlayışlar onu sıfatlarıyla idrak edemezler. Çünkü o bundan yücedir, mukaddestir.
Hiçbir varlık henüz ortada yok iken O yine İlâhlık vasfına sahipti. Her fani varlığa rağmen O, ezelî ve ebedîdir.
O öyle bir meliktir ki, celâl ve azametinin nurları tüm gözlerin aydınlığını siler götürür. O öyle bir mütekebbir/üstün (büyük) zattır ki, üstünlüğünün veya büyüklüğünün gücü tüm fikirleri yok eder. O öyle bir kadimdir ki, sonradan yaratılanlara benzemekten beridir. O öyle bir uludur ki, mekandan münezzehtir. Herhangi bir cisme benzerlik göstermekten beridir, yücedir.
Öylesi bir kadirdir ki, keyfiyetine (nasıl olduğuna) asla işaret olunamaz. O öylesine kahredici bir üstün güce sahiptir ki, yarattıklarına görev yüklemesi ve onları mükellef tutması yüzünden asla sorumlu tutulmaz, tutulamaz. O öylesine alim -her şeyi en ince detaylarına kadar bilendir- ki, insanları yaratmış ve onlara konuşmayı öğretmiştir. O öyle bir hakim-hikmet sahibidir -ki, ruh ve bedenlerin şifası için Kur'an'ı indirmiştir-.
Salât ve selâm belâgatçılann ve edebiyatçıların kabiliyetlilerinin içinden sıyrılıp çıkan, güzel konuşanların ve en iyi öğüt verenlerin arasından en üstün yere gelen, Allah'ın kullarına peygamber olarak gönderilen, Allah'a ve hak yoluna çağıran Muhammed (Sallallhüahu Aleyhi ve Sellem), olsun.
Ehli Beytine, taraftarlarına, salât ve selâm olsun.
Efendimiz, büyük îmam, önde gelen değerli bilgin, dünya insanlarının hocası, sünneti ve farzı yeniden canlandırıp asıl konumuna getiren, Allah tarafından indirilen kitabın sırlarına ait gerçekleri meydana çıkaran,
te'vil ve tefsire ilişkin derin manaları açan, Rahman olan Yüce Allah'ın kelâmının anlaşılmasına tercümanlıkta bulunan, Meâni ve Beyan ilimlerine vakıf olup Kur'an'ı tefsir ve te'vilde hatalardan sakınan, usul ve fürua ait bilgileri bünyesinde bulunduran, dinin ve şeriatın koruyucusu ve kollayıcısı olan, İslâm'ın ve Müslümanların önderi bulunan, nebi ve rasullerin ilimlerinin varisi, yetişmiş müçtehidlerin en iyisi ve üstünü, araştırmacıların ve muhakkiklerin öne atılanlarının en cesaretlisi, mutluluk getiren keramet sahibi Ebu'l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî -Allah uzun Ömürlü kılarak İslâm'ı ve Müslümanları da onunla karşılaştırarak faydalı kılıp bereketlendirsin- [391] der ki:
Benden, kendilerine cevap vermem bir bakıma zorunlu hale gelen kimileri tarafından tefsir alanında orta hacimli olan, değişik irap ve kıraat hususlarına yer veren, Bedi ve Mantık ilimlerini içeren, Ehli Sünnet ve'l-Ce-rnaat'ın görüşleriyle süslenip güçlenen, bid'at ehlinin, sapık kimselerin batıl ve yanlış düşünce ve görüşlerinden arınmış, aynı zamanda usanç verici ve bıkkınlık getirecek kadar uzun, maksadı anlatamayacak kadar kısa olmayan bir eser (tefsir) hazırlamam istendi.
Ben, bunun insan gücünün üzerinde bir gayret istemesi, bu ağır işin gereğince idrakten eksik olunması gibi gerekçeler nedeniyle böyle bir işten uzak durma yolunu tutarak bu türden oldukça ağır bir yükün altına girmek için ileriye doğru bir adım atarken, aynı anda geriye doğru da bir adım atarak bu konuya hep temkinli yaklaşmışımdır. Oldukça fazla meşguliyet ve sıkıntılara rağmen sonunda Yüce Allah'ın beni buna muvaffak kümasıyla bu tefsir işine giriştim ve gerçekten de kısa bir zaman zarfında bu tefsiri tamamlamış oldum. Bu tefsirin adını da: "Medariku'l-Tenzil ve Hakaikul Te'vil"
Yani: "Allah tarafından indirilen Kur'an'ın tefsirine ait gerçekleri anlayıp kavrama" olarak koydum.
O Allah her zoru kolaylaştıran, dilediğini de dilediği şekilde yapmaya kadir ve davetine de icabet olunmaya lâyık olan yegâne zattır. [392]
[1] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/7-8.
[2] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/8.
[3] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/9-12.
[4] Hafızuddin lakabı ile
bilinen iki kişi vardır ki, ber ikisi de aynı hocadan ders okumuşlardır.
Bunlardan biri Ebu'I-Berekât Abdullah ibn Ahmed en-Nesefî, diğeri de Muhammed
ibn Muhammed ibn Nasr el-Buhârî'dir. Bunların ikisi de Şemsu'1-Eim-me Muhammed
ibn Abdussettar el-Kerderî'den fıkıh okumuşlardır (Muhammed Abdulhay
el-Luknevî, el-Fevâidu'1-Behiyye fî Terâcimi'l-Hanefıyye, Mısır 1324, s. 102).
[5] Eski Yunancada Sogdiana
(Philip K. Hitti, İslâm Tarihi, U/509)
[6] Sîn'in kesresiyle Nesif
şeklinde olduğu da söylenmiştir (Mahmûd ibn Süleyman el-Kefcvi, Ketâibu
A'lâmi'l-Ahyâr min Fukahâi Mezhebi'n-Nu'mâni'l-Muhtâr, İstanbul Süleymaniye
ktb. Halet Efendi, 630, vr. 318b; Luknevî, el-Fevâidu'1-Behiyye, s.102). Bu
şehir bazı kaynaklarda Nahşeb olarak da geçmektedir (Yâkût el-Hamevî,
Mu'ce-mu'1-Buldân, Mısır 1906, VIII/286-287).
[7] Bu nehre, Karşı nehri de
denilmektedir (Şemseddin Sami, Kâmûsu'l-A'lâm, İstanbul 1314/V73510) ve Keş
civarının sularını toplamaktadır (Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'I-Buldân,
VIII/286-287).
[8] Yakut el-Hamevî, age., ay.
[9] Yakut el-Hamevt,
age.,VIII/287.
[10] Buhârâ'nın güney doğusunda
ve Buhârâ'ya 150 km. mesafededir. (Şemseddin Sami. Kâmûsu'l-A'lâm, 287).
münbit (verimli) araziye sahip olup bölgede
tütün ve sair mahsuller yetiştirilir.
[11] Şemseddin Sami, age.,V/3510.
[12] Bu Han'ın ismi bazen Kepek,
ya da Köpek olarak da geçmektedir (Bertold Spuler, İran Moğollan,s. 128).
[13] Yakut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân,
VIÎI/286.
[14] Kiş ya da Şehr-i Sabz olup
Nesef e üç günlük mesafede idi, Timur burada doğmuştur (V. Minorsky,
"Nahşeb", İA. IX/41).
[15] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/13-14.
[16] Bu hocasının ismini İbn
Hacer, Şemsu'l-Eimme Ahmed ibn Muhammed el-Attâbî el-Kerderî olarak verirken
(ed-Dureru'1-Kâmine fi A'yâni'l-MietiVSâmine, Haydara-bad 1349, 11/247),
Muhammed ibn Abdulhay el-Luknevî de Şemsu'l-Eimme Muhammed ibn Abdussettar
el-Kerderî olarak zikretmektedir. (el-Fevâidu'1-Behiyye, s. 102).
[17] Kıvâmu'î-Fârâbî el-ttkânî,
Oâyet'l-Beyân Nâdiratu'z-Zemân fi Âhiri'1-Evân İstanbul Süleymaniye ktb. Yeni
Cami, 410, vr. Ib.
[18] İtkânî, age.,vr. lb; Kefevî,
Ketâibu A'lâmi'l-Ahyâr, vr. 308a.
[19] Kefevî, age., vr. 310a.
[20] Ancak Kefevî, Ketâibu
AMâmi'l-Ahyâr'ındaki el-Attâbî maddesinde onun 586/1190 yılında vefat ettiğini
kaydeder ki, tarihte müstensihlerin bir hatası yoksa buna göre Ebu'l-Berekât'm
ondan ez-Ziyâdât'ı rivayet etmesi mümkün değildir (Luknevî,
el-Fevâidu'l-Behİyye, s. 102. Krş. İbn Hacer Ahmed ibn Ali el-Askalânî,
ed-Dureru'l-Kâmine, 11/247; Zehebî, et-Tefsîr ve'1-Mufessirûn, 1/304).
[21] Kefevî, age., vr. 310b.
[22] Kefevî, age., vr. 308a.
Hamiduddin ed-Darîr de Fıkhı Şemsu'l-Eimme Muhammed ibn Abdussettar
el-Kerderî'den okumuştur ki, bunun da hocası el-Hidâye isimli eserin müellifi
Burhanuddin Ali ibn Ebî Bekr el-Merğınânî (öl. 593/1196)'dir. (İtkânî, age.,
vr. Ib).
[23] Kefevî, Ketâibu
A'lâmi'l-Ahyâr, vr. 319b.
[24] Kefevî, age., ay.
[25] W. Heffening,
"Nesefî", İA. Dt/199.
[26] Luknevî, el-Fevâidu'î-Behiyye,
s. 102; W. Heffening, "Nesefî", ÎA. Ay.
[27] Luknevî,
el-Fevâidü'1-Behiyye, s. 102.
[28] Luknevî, age., ay.; W.
Heffening, "Nesefi", İA. ay.
[29] Zehebî, et-Tefsîr
ve'1-Mufessirûn, 1/304.
[30] Luknevî,
el-Fevâidu'I-Behiyye, s. 102.
[31] Misal olarak Kenzu'd-Dekâîk
adlı eseri XIX. asırda Şam'da ve Kahire'deki el-Ezher'de okutulmakta idi (W.
Heffening, "Nesefî", İA. DC/200).
[32] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/14-16.
[33] İzec, Hûzistân ile Isbahân
arasında bir bölge ve beldenin ismi olup o bölgenin en büyük şehridir. (Yakut
el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân, 1/385; Takiyyuddin ibn Ab-dulKadir et-Temîmî,
et-Tabakâtu's-Seniyye fi Terâcimi'I-Hanefıyye, Süleymaniye ktb. Şehid Ali Paşa,
1906, vr. 311b). Ebû Sa'd, biri Ahvâz ve Hûzistân havalisinde, diğeri de
Semerkand köylerinden olmak üzere iki İzec olduğunu söyler (Yakut el-Hamevî,
age., 1/386). Ebu'l-Berekât'm bunlardan hangisinde vefat ettiğine dair
kaynaklarda herhangi bir bilgiye raslamadık. W. Heffening'in, Hûzistân'daki
İzec olduğuna dair tercihinin (W. Heffening, "Nesefî", İA. IX/199)
ise neye dayandığını kestirebilmek güçtür.
[34] Luknevî,
el-Fevâidu'1-Behiyye, s. 102; Temîmî, et-Tabakâtu's-Seniyye, vr. 311b; W.
Heffening, "Nesefi", İA. DC/199. Temîmî eserinde Ebu'l-Berekât'ın
701/1301'de vefat ettiği rivayetine de yer vermektedir. Luknevî de aynı
ihtilâfı nakletmekte ve Kasım ibn Kutlubuğa'nın "el-Asl fî Beyâni'1-Vasl
ve'1-Fasl" adlı risalesinde en-Nese-fînin 710 yılından sonra vefat
ettiğini kaydettiğini de belirtmektedir.
İbn Hacer el-Askalânî ise en-Nesefînin 701
senesi Rebîu'l-Evvelinde (Kasım 1301) bir cuma gecesi vefat ettiğini kaydeder
(ed-Dureru'1-Kâmine, 11/247).
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/16.
[35] Ziya Kazıcı,
"Osmanlılar'da Şeyhülislâmlık Müessesesi", İslâm Medeniyeti Mecmuası,
(1981) V/2, s. 42.
[36] C. Brockelmann, Geschichte
Der Arabİschen Litteratur, Supplement Band, Leiden 1938,11/268.
[37] C. Brockelmann, Geschichte
Der Arabİschen Litteratur, Leiden 1938,11/253; Bağdatlı İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-Ârifîn, 1/464.
[38] Eserin yazmaları İstanbul
Süleymaniye ktb. Amcazade Hüseyin Paşa, 203, 204, 205 ve Ayasofya. O. 1306,
O.1307, O. 1308 numaralarda bulunmaktadır.
[39] Müellif bu eserinde bazı
işaretler kutlanmış olup bunlardan (hâ) Ebû Hanîfc (Öl. l50/767)'ye, (sîn) Ebû
Yûsuf (öl. 182/798)'e, (mîm) Muhammed (öl. 189/804)'e, (zâ) Zufer (öl.
158/774)'e, (fa) Şâfı'î (öl. 204/819)'ye, (kâf) da Mâlik (öl. 179/795)e işaret
etmektedir. Eser Dehli'de 1878, Lucknow'da 1874 ve 1892, Bombay'da 1877'de,
Lahor'da 1870'de (Brockeîmann, G.A.L. Suppl. U/265) ve Kahire'de 13U'de
basılmıştır (W. Heffening, "Nesefî", ÎA. IX/199-200). Eserin ayrıca
kenarı şerhli 2 cild bir arada olmak üzere el-Matbaatü'1-Ahmediyye, Dehli 1282
baskısı da vardır.
[40] Müfessirimizin bu eseri
üzerine yapılan şerliler şunlardır:
1. el-İmâm Fahruddin Ebû Muhammed Osman ibn Ali
ez-Zeyla'î (öl. 743/1342-43); Tebyînu'l-Hakâik limâ fîhi mâ'kteneze
mine'd-Dekâik. Eser Bulak Matbaasında 1313-1315'de altı cild olarak basılmıştır
(W. Heffening, "Nesefî", İA. IX/200). Zeylaî'nİn bu eserini el-Mevlâ
Ahmed ibn Mahmûd ihtisar etmiş; eş-Şeyhu'1-İmâm Cemaluddin Yûsuf ibn Mahmûd ibn
Muhammed er-Râzî de ihtisar ederek bu muhtasarına Keşfu'd-Dekâik adını
vermiştir.
Ayrıca
Zeylaî'nİn bu eseri üzerine İzzeddin Yûsuf ibn Mahmûd er-Râzî et-Tahrânî iki
cildlik bir şerh yazmış, bu şerhini Kahire'de 773/1372 yılında tamamla-mıştır.
Bunlardan
başka Ahmed eş-Şiblî de ez-Zeylaî'nin bu eseri üzerine er-Rakâik isimli bir
haşiye te'lif etmiştir.
2.
Kadı Bedruddin Mahmûd ibn Ahmed el-'Aynî (öl. 855/1451), Remzu'1-Ha-kâik. Bu,
kısa bir şerhtir. İki cild halinde Bulak 1285 ve 1299 baskılan vardır (W.
Heffening, Nesefî", İA. IX/200).
3. el-'Allâme Zeynelabidin ibn Nuceym el-Mısrî
(Öl. 970/1562-63), eUBahru'r-Râik fi Şerhi Kenzİ'd-Dekâik. Kaynakların
belirttiğine göre Kitâbu'd-Da'vâ'mn sonuna kadardır. Fakat eldeki nüshaları
el7İcâratu'l-Fâside'ye kadar olup Kahire'de 1334'te sekiz cild olarak
basılmıştır. Sekizinci cild İmâm Tûsî'nin tekmilesidir (W. Heffening,
"Nesefi", İA. DC/200).
el-Bahru'r-Râik
üzerine Muhammed Emîn ibn Ömer 'Âbidîn (Öl. 1252/1836-37)' in Minhatu'l-Hâlik
'ale'1-Bahri'r-Râik Şerhi Kenzi'd-Dekâik adlı bir haşiyesi vardır.
4. Muînuddin el-Heravî (öl. 954/1547) (Molla
Miskîn olarak da bilinir). Eseri Tebyînu'l-Hakâik'in Kahire 1294, 1303 ve 1312
baskıları vardır.
5. El-Kâdî Abdulber ibn Muhammed (öl. 921/1515)
(Bu zât İbn eş-Şıhne olarak bilinir).
6.
El-Hattâb ibn Ebi'l-Kâsım el-Karahısârî (öl. 730/1329-1330?).
7.
Şemsuddin Muhammed ibn Ali el-Kocahisârî.
8.
El-Kâdî Zeynuddin Abdurrahim ibn Mahmûd el-Aynî (öl. 864/1459-60).
9. Ali ibn Muhammed (öl. 1004/1595-96). İbn
Ganim el-Makdisî diye meşhur olan bu âlimin şerhi natamamdır.
10.
El-Mevlâ Mustafa ibn Bâlî -Bâlî-Zâde diye bilinir-. Bu âlim Sahn-ı Semân
medreselerinde müderris olup Murad-Hâniyye diye meşhur olan el-Ferâid fî
Halli'l-Mesâîl ve'1-Kavâ'id ismiyle bir şerh te'lif etmiş ve bu şerhini
1036/1627 yılında tamamlamıştır.
11.
İbn en-Nasîh Ahmed ibn Ali el-Hemedânî (öl. 755/1354) Kenzu'd-Dekâik'i manzum
hale getirmiş ve bu eserine Mustahsenu't-Tarâik adını vermiştir.
Mustahse-nu't-Tarâik'in de şerhleri vardır:,
a)
eş-Şeyh Ali ibn Ganim el-Makdisî, Evdahu Remz 'âlâ Nazmi'1-Kenz.
b) eş-Şeyh Kıvamuddin Ebu'I-Futûh Mes'ûd ibn
İbrâhîm el-Kirmânî (Öl. 784/ 1347-48).
c)
Abdurrahman ibn İsâ el-Ömerî eserin sadece Kitâbu'1-Hacc kısmını Fethu
Mesâliki'r-Remz fî Şerhi Menâsiki'I-Kenz ismiyle şerh etmiştir.
12. İbn es-Sultân (Kutbu'd-Dîn Ebû Abdullah
Muhammed ibn Ömer es-Sâlihî) el-Hanefî (öt. 950/1543-44). Şam müftîsi olan bu
âlimin şerhi üzerine talebesinden eş-Şeyh Muhammed el-Behnesî (öl.
987/1579-80)'nin ta'lîkâtı vardır.
13. el-AUâme Bedruddin Muhammed ibn Abdurrahman
el-Aysî ed-Deyrî el-Hanefî'nin şerhi el-Matlabu'1-Fâik isminde olup yedi
cilddir.
14.
Er-Radıyy Ebû Hâmid Muhammed ibn Ahmed ibn ed-Dıyâ' el-Mekkî (öl.858/1454). Bu
zât el-Bahru'l-Amîk adlı eserin sahibinin kardeşidir.
15.
İbrahim ibn Muhammed el-Kârî ei-Hanefî (öl. 907/1502'den sonra). el-Mustah-las
adındaki şerhini 907/1502 yılında tamamlamıştır.
16.
Siracuddin Ömer ibn Nuceym (öl. 1005/1596-97). Yukarıda geçen İbn Nuceym
el-Mısrî'nin kardeşi ve talebesidİr. Eseri en-Nehru'1-Fâik bi-Şerhi
Kenzi'd-Dekâik, Kitâbu'l-Kadâ'nm Faslu'I-Habs'ine kadardır.
17.
et-Tâî (öl. 970/1562-63). Eseri Tevfîku'r-Rahmân Kahire'de 1307'de basılmıştır
(W. Heffening, "Nesefi", ÎA. DC/200).
18. Abdulhakim el-Afğânî'nin Keşfu'l-Hakâik Şerhu
Kenzi'd-Dekâik adlı şerhi talebesinden eş-Şeyh Selîm ibn Mahmûd el-Attâr'ın
tahkiki ile iki cild olarak basılmıştır.
Kenzu'd-Dekâik'in son yazılan şerhinin bu
olduğu kaydedilmektedir (Kenzu'd-Dekâik şerhleri hakkında geniş bilgi için bk.
Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, 11/1515-1517; C. Brockelmann.G.A.L. Suppl.
11/265-267).
[41] Süleymaniye ktb. Süleymaniye
1355 numarada bir nüshası vardır.
[42] Bağdatlı İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-Ârifîn, 1/464.
[43] W. Heffening,
"Nesefî", ÎA. IX/199-200.
[44] Topkapı Sarayı III. Ahmed
ktb. 1263, 1264, 1265, 1266, 160, 521, 699; Süleymaniye ktb. Fâtih, 1458,
1459/1; Lâleli, 757, 792, 795; Yusuf Ağa (Mahmut Paşa), 193; Aya-sofya, O.
1010; Cârullâh, 538 (Abduİ-Vehhâb Hallâf, İslâm Hukuk Felsefesi, trc. Hüseyin
Atay, Ankara 1973, s. 121-122); Antalya Tekelioğlu, 856/2, 901/3; Âşir Efendi,
145/2; Ayasofya, K. 4790; Bağdatlı Vehbi Efendi, 343/1; Çelebi Abdullah Efendi,
88; Halet Efendi, 142; Hasib Efendi, 99; Süleymaniye, 374; Serez, 621;
Hamidiye, 776/3; Kadızâde Mehmed Efendi, 115; Yazma Bağışlar, 1653; İzmir, 174
(Mcnâru'1-Hudâ adıyla); İzmirli İsmail Hakkı, 478/1 (Dört şerh ve haşiyesi ile
birlikte).
[45] C. Brockelmann.G.A.L. Suppl.
11/263.
[46] Menâr üzerine ilk şerhi Ebu'l-Bcrekât
kendisi yapmış ve buna Keşfu'l-Esrar adını vermiştir. Bu şerhin Süleymaniye
ktb. Bağdatlı Vehbi Efendi, 368; Fâtih, 1336; Süleymaniye, 369 numaralarda
yazma nüshaları bulunmaktadır. Ayrıca eser iki cild olarak 1316'daBulak'ta
basılmıştır.
[47] İstanbul Köprülü ktb. 530
numarada yazma bir nüshası vardır (C. Brockelmann, G.A.L. 11/252).
[48] C. Brockelmann, age.,
11/250.
[49] Kâtib Çelebi, Kcşfu'z-Zunûn,
11/1867.
[50] W. Heffening, "NesefT,
İA., DC/200.
[51] el-Mustasfâ fî Şerhi'n-NâfT
fi'I-Furû' (C. Brockelmann, G.A.L. 1/381 (s. 475).
[52] Kâtib Çelebi, Koşfu'z-Zunûn,
ü/1867.
[53] Bağdatlı İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-'Ârifm, 1/464.
[54] Bağdatlı İsmail Paşa, age.,
ay.; Kâtib Çelebi, age., H/2034; C. Brockelmann, G.A.L. Suppl. Il/268'de
zikredilen el-Me'ârik 'ale'l-Hidâye adlı eseri bu olsa gerektir.
[55] Bağdatlı İsmail Paşa, age.,
1/464.
[56] C. Brockelmann, G.A.L.
Suppl. 1/764.
[57] el-Muntahab fî Usûli'd-Dîn
(krş. W. Heffening, "Nesefî", İA. IX/200).
[58] Bu eserin İstanbul Lâleli
ktb. 750; Süleymaniye ktb. Şehid Ali Paşa, 660; Fâ-tih, 1318 numaralarda yazma
nüshaları mevcuttur (Abdu'l-Vehhâb Hallâf, İslâm Hukuk Felsefesi, s. 104).
[59] C. Brockelmann, age.,
II/268'de bu eserin ismi el-'Umde fi'1-Akâid veya Umdetu'l-Kelâm veya
el-Akîdetu'1-Hâfızıyye şeklinde verilmiştir.
[60] Bu eserin Süleymaniye ktb.
Ayasofya, K. 2312; Fâtih, 3085; Cârullâh, 1164/1 ve Yozgat, 377 numaralarda
yazma nüshaları mevcuttur.
[61] Bu şerhlerden tesbit
edebildiklerimiz şunlardır:
l.
Cemaluddin Mahmûd ibn Ahmed e!-Konevî (öl. 770/1368-1369), ez-Zubde.
2.
Şemsuddin Muhammed ibn Yûsuf (ibn İlyâs er-Rûmî) el-Konevî (öl. 788/1386).
3.
Ahmcd ibn Oğuz Dânişmend el-Akşehrî el-Hanefî (H. VIII. asır âlimlerindendir),
el-întikâd fî Şerhi 'Umdeti'l-İ'tikâd.
4.
Ismâîl ibn Sûdekîn (?) Ebû Tâhir el-Mâlikî en-Nûrî (öl. 846/1442-43).
5.
Ebu'l-Fedâil Ahmed ibn Ebî Bekr el-Mar'aşî cl-Hanefî (öl. 870/1465-66).
6.
Şemsuddin Muhammed ibn İbrahim en-Niksârî (öl. 901/1495-96).
7. el-Halîl ibn Abdullah el-Buhârî el-Hanefî.
('Umdetu'l Akâid şerhleri için bk. Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, Iî/l 168-1169).
[62] C. Brockelmann, G.A.L.
Suppl. 11/265; Kâtib Çelebi, age., 11/1997; Bağdatlı İsmail Paşa,
Hediyyetu'l-Ârifîn, 11/464.
[63] 58 Kâtib Çelebi, age., 11/1997. Ebu'l-Berckât'm
bu eserine Bahaeddin Ebu'1-Bakâ' Muhammed ibn Ahmed ibn ed-Dıyâ' el-Mekkî (Öl.
854/1450-51) biri geniş, diğeri kısa olmak üzere iki şerh yazmıştır. Yine bu
eseri üzerine Hızânetu'l-Muftîn adlı eserin müellifi eş-Şeyhu'1-İmâm Huseyn ibn
Muhammed es-Semîkânî el-Hanefî de eş-Şâfî ismiyle bir şerh yazmıştır (Kâtib
Çelebi, agc, ay.).
[64] Eserin Nuruosmaniye ktb.
1337; Süleymaniye ktb. Fâtih, 1363: Câmllâh, 527 numaralarda yazma nüshaları
bulunmaktadır (Abdu'lA'chhâb Hallâf, İslâm Hukuk Felsefesi, s. 107-108).
[65] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/17-22.
[66] Nesefî, Medâriku't-Tenzîl ve
Hakâiku't-Te'vîl, Mısır ty, 1/2.
[67] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/25-26.
[68] C. Brockeimann, G.A.L.
Suppl. 11/267.
[69] C. Brockeimann, age., ay
[70] Bu zâtın ayrıca
Ebu'l-Berekât'm eserlerinden Kenzu'd-Dekâik üzerine de bir şerhi
vardır (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir
Tarihi, 11/362).
[71] C. Brockeimann, age., ay
[72] Hac Sûresinden Nûr Sûresinin
sonuna kadar olup Mısır'da 1379/1960'da basılmıştır.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/26.
[73] Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn,
11/ 1641.
[74] Kâtib Çelebi, age., ay.
[75] Kairo 140 numarada bir
nüshası vardır (C. Brockeimann, G.A.L. Suppl. H/268).
[76] Autograph Indiana Office,
1158 numarada bir nüshası vardır (C. Broc-kelmann, age., 11/268.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/27.
[77] Nesefî, Medârik, 1/2.
[78] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/27-28.
[79] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/28.
[80] Ebu’l-Berekât'ın, tefsirinde
birinci kaynak olarak aldığı Keşşafın müellifi Ebu'l-Kâsım Mahmûd ibn Ömer
ez-Zemahşerî, Harezm ülkesinin Zemahşer köyünde 467/1074-75) tarihinde doğmuş,
bilâhere seyahatlerde bulunup defalarca Bağdad'a gitmiştir. Bir süre Mekke'de
kalmış ve burada ikâmetinden dolayı "Cârullâh" lakabı verilmiştir.
Sonra tekrar Harezm'e dönmüş ve 538/1144 yıllarında Gürcan'da vefat ederek
orada defnedilmiştir.
Kendisine Fahru'l-Harezm unvanı da verilen
Zemahşerî Bağdad'da Ali ibn Muzaffer en-Neysâbûri, Ebu'n-Naşr el-Isbahânî ve
Ebû Mansûr el-Cevâlikî'den okumuş, zamanının bir kısmını Arabistan'da ve
Özellikle Mekke'de geçirerek Arap dilini iyi bir şekilde öğrenmiştir. Tefsir,
Hadis, Dil ve Belagat ilimlerinde erişilmesi güç bir mertebeye yükselmiştir.
Tefsirini üç sene gibi kısa bir sürede telif etmiş, dirayete önem vererek
Kur'an'ın i'câz ve belâğatini belirtmeye özen göstermiştir. Şu kadar var ki;
Zemahşerî i'tikadda Mu'teziiî olduğundan bazı âyetleri tefsir ederken i'tizâlî
görüşler paralelinde te'villerde bulunmuştur. Kendisinden sonra gelen âlimlerce
Keşşaf didik didik aranmış ve i'tizâlî te'villeri, ibareleri ayıklanmıştır.
(Keşşaf üzerinde yapılan çalışmalar hakkmda geniş bilgi için bk. Kâtib Çelebi,
Kcşfu'z-Zunûn, IT/1475 -1484; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi,
11/291-293). Zemahşerî bu tefsirinin dışında daha birçok eser te'lif etmiştir.
el-Fâik fî Ğarîbİ'l-Hadîs, Atvâku'z.-Ze-heb fi'1-Mevâ'ız ve'1-Hutab,
Esâsu'l-Belâğa, el-Enmûzec, el-Mufassal ve Mukaddi-metu'1-Edeb (A.Z. Velidî
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, 1/86) eserlerinden bir kısmıdır (Zemahşerî
hakkında geniş bilgi için bk. Ömer Rıdâ Kehhâle, Mu'cemu'l-Muellifîn, Dimaşk,
1380/1960, XII/186; Hayruddin ez-Ziriklî, A'lâm (III. Baskı), VIII/55; Ahmed
ibn Ali ibn Hacer el-'Askalânî, Lisânu'l-Mîzân, Haydarabad 1331, VI/4;
Ebu'l-Felâh Abdulhay ibn el-'Imâd el-Hanbelî, Şezerâtu'z-Zeheb fî Ahbâri men
Zeheb, Kahire 1350, IV/118-119).
[81] Meselâ bk. Nesefî, Medârik,
11/161; krş.: Zemahşerî, Keşşaf, 11/234. 30.
[82] Ayrıca bk. Nesefî, Medârik,
î/3-4. (krş. Zemahşerî, age., 1/26-30); Nesefî, age., 1/4 (krş. Zemahşerî,
age., 1/33-35); Nesefî, age., 1/268 (krş. Zemahşerî, age., 1/590-591); Nesefî,
age., 11/207-208 (krş. Zemahşerî, age., 11/296); Nesefî, age., 111/224-225
(krş. Zemahşerî, age., III/I63); Nesefî, age., 11/239-240 (krş. Zemahşerî,
age., 11/346); Nesefî, age., 11/311-312 (krş. Zemahşerî, age., 11/445-446);
Nesefî, age. ÎII/278-279 (krş. Zemahşerî, age., III/228-229); Nesefî, age.,
IV/134 (krş. Zemahşerî, age., 111/ 509-510); Nesefî, age., IV/163
(krş.Zemahşerî, age., III/549-550).
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/29-31.
[83] İbn Sa'd,
Kitâbu't-Tabakâti'l-Kubrâ, Leyden 1321,11/120.
[84] Ebu'l-Hasen Ali ibn Muhammed
ibn el-Esîr el-Cezerî, Usdu'1-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe, Mısır ty. ITT/291;
Ahmed ibn Ali ibn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyizi's-Sahâbe, Mısır 1907,
IV/94.
[85] Hz. Peygamber onun için:
"Allah'ım, ona hikmeti öğret." (Askalânî, İsâbe, IV/90) ve
"Allah'ım, onu dinde fakîh kıl ve te'vîli öğret." diye dua etmişti
(İbn Sa'd, Tabakât, II/l 19-120).
[86] Müfessirin Abdullah ibn
Abbâs'tan nakillerine misal olarak bk. Medârik, 1/28 (krş. Fîrûzâbâdî,
Tenvîru'l-Mikbâs min Tefsiri İbn Abbâs, Mısır 1951, s. 5); 1/41 (krş. Muhammed
ibn Cerîr et-Taberî, Câmiu'l-Beyân fî Te'vîli'l-Kur'an, Beyrut 1978, 1/ 170);
1/42 (krş. Taberî, age. 1/178); 1/43-44 (Değişik lâfızlarla rivayeti için bk.
Taberî, age., I/I93); 1/135 (Daha geniş olarak rivayeti için bk. Taberî, age.,
111/57); 1/142 (Daha geniş rivayeti için bk. Taberî, age., 111/94); 1/214
(Değişik lâfızlarla rivayeti için bk. Taberî, age,, IV/198. Ancak Medârik'te
görülen ve İbn Abbâs'tan rivayet edildiği intibaını veren hadîs burada Ubâde
ibn es-Sâmit'den rivayetle zikredilmekte dir); 1/215 (krş. Taberî, age.,
IV/204); 1/227 (Biri uzun, diğeri kısa olmak üzere iki rivayeti için bk.
Taberî, age., V/65-66): 1/223, 226, 258 (krş. Taberî, age., V/214); 1/285
(Değişik lâfızlarla rivayeti için bk. Taberî, age., VI/166); 1/291 (Benzer bir
rivayet için bk. Taberî, age., VI/Î93); H/41, 50 (krş. Fîrûzâbâdî, age., s.
100); 11/51; III/6, 9 (krş. Fîrûzâbâdî, age., s. 184); 111/10 (Değişik bir
değerlendirmesi için bk. Fîrûzâbâdî, age., s. 184); IH/21, 39 (krş. Fîrûzâbâdî,
age., s. 192); 111/71 (krş. Fîrûzâbâdî, age., s. 200); 111/81 (krş. Fîrûzâbâdî,
age., s. 202); 111/84 (krş. Fîrûzâbâdî, age., s. 203); 111/ 102 (Aynı görüş
Taberîde Amr ibn Evs'den naklen zikredilmektedir, bk. Taberî, age., XVII/117);
IH/127 (krş,. Fîrûzâbâdî, Tenvîru'l-Mikbâs, s. 215); III/137 (Geniş olarak bk.
Taberî, Câmi'u'l-Beyân, XVlII/83. Halbuki Tenvîru'l-Mikbâs'ta sadece Hz
Âişe'nin ismi verilmektedir. Bk. Fîrûzâbâdî, age., s. 218); III/160 (krş.
Fîrûzâbâdî, age., s. 225); III/170 (krş. Taberî, age., XIX/15); III/174 (krş.
Fîrûzâbâdî, age., s. 228); IV/26 (krş. Fîrûzâbâdî, age., s. 279. Değişik
lâfızlarla ve daha geniş bir rivayeti için ayrıca bk. Taberî, age.,
XXII/55-56); IV/29 (krş. Taberî, age., XXIII/64; Fîrûzâbâdî, age., s. 279);
IV/36 (Benzer bir tefsir için bk. Fîrûzâbâdî, age., s. 279); IV/36 (Benzer bir
tefsir için bk. Fîrûzâbâdî, age., s. 281); IV/52, 69 (krş. Taberî, age.,
XXIV/26); IV/380 (krş. Taberî, age., XXX/208; Abdullah ibn Müslim ibn Kuteybe,
Tefsîru Ğarîbi'l-Kur'an, tah. es-Seyyid Ahmed Sakar, Beyrut ty. s. 540).
[87] Mucâhid hakkında bilgi için
bk. İbn Sa'd, Tabakât, V/343; Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Mufessirûn, 1/104; Ömer
Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, 11/95. Müfessirin Mucâhid'den nakillerine
misal olarak bk. Medârik, 1/17, 58 (krş. Taberî, age., 1/303); 1/59 (krş.
Taberî, age., 1/305); 1/84, 215 (Değişik lâfızlarla iki rivayeti için aynca bk.
Taberî, age., IV/202-203); II/7, 19; İÜ/24, 42, 85, 172, 294; IV/16 (krş. Taberî,
age., XXIII/23).
[88] İbn Mes'ûd hakkında bilgi
için bk. İbn Sa'd, age., 11/104; Askalânî, İsâbe, IV/129-130; Zehebî, age.,
1/118. Müfessirin İbn Mes'ûd'dan nakillerine misal olarak bk. Medârik, 1/42
(krş. Taberî, age., 1/178); 1/222 (krş. Taberî, age., V/24); 1/225, 227, 230;
11/53; II1/8, 23, 39, 42, 48, 90; IV/16 (krş. Taberî, age., XXIII/22); IV/26
(krş. Taberî, age., XXIII/52); IV/42, 379 (Değişik lâfızlarla rivayeti için bk.
Taberî, age., XXX/204-205).
[89] Hasen el-Basrî hakkında
bilgi için bk. Askalânî, Tehzîbu't-Tehzib, Haydarabad 1326, 11/263-264;
Hayruddin ez-Ziriklî, el-A'lâm (Baskı yeri ve tarihi yok, III. baskı), 11/ 242.
Müfessirin Hasen'den nakillerine misal olarak bk. Medârik, 1/216 (krş. Taberî,
Câmi'u'l-Beyân, IV/211); 11/12; 111/10, 32, 34, 39, 67,70, 92,104, 168; IV/6,
22 (krş. Taberî, age., XXIII/43); IV/30 (Benzer bir rivayet için aynca bk.
Taberî, age., XXIII/70); IV/279 (krş. Taberî, age., XXIX/10).
[90] Katâde hakkında bilgi için
bk. Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, 1/456; Zehebî, et-Tefsîr ve'î-Mufessirûn,
1/125-126. Müfessirin Katâde'den nakillerine misal olarak bk. Medârik, 1/42
(krş. Taberî, age., 1/178); 1/44, 180 (krş. Taberî, age., IV/51); IH/35,39, 53,
127; IV/63 (krş. Taberî, age., XXIV/13-14); IV/73.
[91] Ebû Bekr hakkında geniş bilgi
için bk. İbn Sa'd, Tabakât, IH/119; Askalânî, Tehzîbu't-Tehzîb, V/316; tbn
el-Esîr, Usdu'I-Ğâbe, 111/309; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi,
11/27-30.
[92] Hz, Ömer hakkında bilgi için
bk. İbn SaJd, age., 11/99; İbn el-Esîr, age., İV/145-81; Ömer Nasuhi Bilmen,
age., 11/33-35.
[93] Hz. Ali hakkında bilgi için
bk. îbn Sa'd, age., 11/101; İbn el-Esîr, age, IV/91-125; Askalânî, İsâbe,
İV/269.
[94] İbn Ömer hakkında bilgi için
bk. İbn el-Esîr, age., III/340-345; Askalânî, age., İV/ 108; Ömer Nasuhi
Bilmen, age., 11/74.
[95] Ebû Zerr hakkında bilgi için
bk. İbn el-Esîr, age., 1/357-358; Ziriklî, A'iâm, 1I/I 36.
[96] Ebu'd-Derdâ' hakkında bilgi
için bk. İbn el-Esîr, age., IV/318-320; Ebû Ömer Yûsuf ibn Abdullah en-Nemerî,
el-İstî'âb fî Esmâi'l-Ashâb, Mısır 1328, IV/59-60,111/15-18.
[97] Alkame hakkında bilgi için
bk. Askalânî, Tchzîbu't-Tehzîb, V/276; Ziriklî, age., V/48.
[98] Ebu'l-Âliyye hakkında bilgi
için bk. Askalânî, age., 111/284-285; Zehebî, et-Tefsîr ve'1-Mufessirûn, I/1I5.
[99] Urve ibn ez-Zubeyr hakkında
bilgi için bk. Zirikiî, age., V/17.
[100] Dahhâk hakkında bilgi için
bk. Askalânî, Tehzîbu't-Tehzîb, IV/453; İbn Sa'd Tabakât, V/210.
[101] Şa'bî hakkında bilgi için
bk. İbn Sa'd, age, V/178; Zehebî, et-Tefsîr ve'1-Mufes-sirûn, 1/121-124.
[102] Vehb ibn Munebbih hakkında
bilgi için bk. Ziriklî, A'lâm, IX/150.
[103] Suddî hakkında bilgi için
bk. Askalânî, age., 1/313-314.
[104] Kelbî hakkında bilgi için
bk. Askalânî, age, IX/179-180.
[105] Mukâtil hakkında bilgi için
bk. 'Askalânî, age., X/279; İbn Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân ve Enbfıu Ebnâi'z-Zemân,
Kahire 1948, IV/341-343; Ziriklî, aae., VIII/206.
[106] Sufyân es-Sevrî hakkında
bilgi için Ziriklî, age., III/l 58'c bakılabilir.
[107] Sufyân ibn Uyeyne hakkında
bilgi için bk. Ziriklî, age., III/l 59.
[108] Zeccâc hakkında geniş bilgi
için şuralara bakılabilir: Ömer Rıdâ Kchhâlc, Mu'ce-mu'1-Muellifîn, Dimaşk,
1957, 1/33; Celaluddin Abdurrahmân ibn Ebî Bekr es-Suyûtî, Buğyetu'l-Vu'ât
fîTabakâti'l-Luğaviyyîn ve'n-Nuhât, Mısır 1326, s. 179-180. Zeccâc'ı ayrıca
Medâriku't-Tenzirin Kelâm ve Dil kaynaklan bölümünde de ele alacağız. Zira
müfessir, dil konularında da ondan nakillerde bulunmakta ve dil konusundaki
tevillerinin birçoğunu ona dayandırmaktadır.
[109] El-Kirmânî olarak da bilinen
Burhanuddin hakkında bilgi için bk. Şcmsuddin Muhammed ibn Muhammed ibn
cl-Cezcrî, Gâyctu'n-Nihâye fî Tabakâti'l-Kurrâ'. nşr. G. Bcrgstracsser, Mısır
1352/1933, 11/291.
[110] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/31-35.
[111] Zehebî, et-Tcfsîr
ve'1-Mufessirûn, 1/37-38.
[112] Kur'an, el-Mâide/60.
[113] Kur'an, el-Mâıde/77.
[114] Nesefî, Medârik, 1/8.
ibaresinin aynılığı bakımından bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/71. Ayrıca bk. İsmail
ibn Ömer ibn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'ani'l-Azîm, tah. Muhammed İbrâ-hîm el-Bennâ,
Muhammed Ahmed Âşûr, Abdülaziz Ğuneym, Kahire 1971,1/45-46; Ahmed ibn Hanbel,
Musned, İstanbul 1981, IV/378.
[115] Kur'an, el-En'âm/145.
[116] Nesefî, Medârik, 1/89.
[117] Kur'an, Fâtır/8.
[118] Nesefî, Medârik, H/28.
[119] Buhârî, İmân, 36; Ahmed ibn
Hanbel, Musned, 1/446.
[120] Kur'an, el-Hucurât/11.
[121] Nesefî. Medârik, 1/101.
[122] Kur'an, el-En'âm/145.
[123] Kur'an, et-Tevbe/50. 38.
[124] Kur'an, er-Rûm/30.
[125] Nesefî, Medârik, 1/252.
[126] Kur'an, el-En'âm/146.
[127] Nesefî, Medârik, 1/263.
[128] Bk. Kur'an, el-En'âm/146.
[129] Kur'an, es-Sâffât/171-172.
[130] Kur'an, eI-Mü'min/51.
[131] Nesefî, Medârik, 11/10.
[132] Kur'an, eî-Enfâl/32.
[133] Nesefî, Medârik, 11/15.
[134] Ayrıca bk. Kur1 an,
el-Bakara/253.
[135] Kur'an, eş-Şûrâ/52.
[136] Nesefî, Medârik, 1/60-61.
Aym te'vil için bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/294.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/35-41.
[137] Kur'an, en-Necm/3-4.
[138] Misal olarak bk. Nesefî,
Medârik, 1/204 (krş. Müslim, K. el-Musâfırîn, 252; Tirmizî, K.
Fedâili'l-Kur'an, 5; Ahmed ibn Hanbel, Musned, V/361); 111/27 (değişik
lâfızlarla rivayeti için bk. İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l-'Azim, 111/71);
III/291 (krş. Dârimî, K. Fedâili'l-Kur'an, 19; Tirmizî, K. Fedâili'l-Kur'an, 9;
K. ed-De'avât, 22); TV/Î5 (krş. Dârimî, K. Fedâili'l-Kur'an, 21; Tirmizî, K.
Fedâili'l-Kur'an, 7); IV/68 (krş. Tirmizî, K. ed-De'avât, 68). Ebu'l-Berckât'm
sûrelerin faziletlerine dair serdettiği hadislerden sadece bir tanesi (el-Abkâf
Sûresinin faziletine dair oiam)'nin uydurma olduğu söylenmiştir (Bk. Ahmed ibn
Muhammed ibn Ömer el-Hafâcî, Inâyetu'1-Kâdî, Lübnan ty, VIII/39; Hatîb
eş-Şirbînî, es-Sirâcu'I-Munîr, Beyrut 1285, IV/21; Muhammed İbn Hasen
ed-Dımaşkî, Tuhfetu'r-Râvî fî Tahrîci Ehâdîsi'l-Beydâvî, Süleymaniye ktb.
Ayasofya no: 462, vr. 2İ6b). Ancak mevzu olduğu söylenen ve el-Ahkâf Sûresinin
faziletine dair zikretmiş olduğu (Nesefî, Medârik, 11/148) hadis hakkında İbn
Hacer el-Askalânî: "Sa'lebî, ibn Merdûye ve el-Vahidî tarafından Ubeyy ibn
Ka'b'a varan isnadlarıyla tahrîc etmişlerdir." der. (Bk. ibn Hacer,
el-Kâfî'ş-Şâf fî tahrîci EhâdîsiM-Keşşâf (Zemahşerî'nin el-Keşşâfı içinde),
Beyrut ty. IV/314).)
[139] Nesefî, Medârik, Ull.
[140] Buhârî, K. el-Buyû', 3;
Tirmizî, K. el-Kıyâme, 60; Ahmed ibn.Hanbel, Musned, 111/153.)
[141] Aynı hadisin Keşşafta râvi
ismi zikredilerek -ki el-Hasen ibn Ali'dir- verildiğini görüyoruz. Bk.
Zemahşerî, Keşşaf, 1/113. Hadisin isnadı İçin misal olarak bk. Tirmizî, K.
Sıfati'l-Kıyame, 60 (hadis no: 2518). Hadisin tahrici için bk. İbn Hacer
el-Askalânî, el-Kâfi'ş-Şâf, 1/34.
[142] Aynı te'vil için ayrıca bk.
Taberî, CâmiVl-Beyân, 1/94-95; tbn Kesîr, Tefsîru'İ-Kur'ani'1-Azîm, 1/74.
[143] Müslim, K. el-Munâfıkîn, 16;
Neseî, K. el-îmân, 31; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11/47, 82, 88, 102, 143.)
[144] Nesefî, Medârik, 1/19.
[145] Hadisin isnadı için misal
olarak bk. Neseî, K. el-İmân, 31. İbn Hacer ise hadisin Müslim'ce tahrîc
edildiğini söyler (bk. ibn Hacer, el-Kâfiş-Şâf, 1/61.
[146] Ebû Dâvûd, K, es-Salât, 312;
Ahmed ibn Hanbel, Musned, V/388. Ayrıca bk. Taberî, Câmi'uİ-Beyân, 1/205
(Burada hadisin Huzeyfe'den rivayet edildiği belirtilmektedir); İbn Kesîr,
TefsîruM-Kur'ani'l-'Azîm, 1/124. Aynca bk. ibn Hacer el-Askalânî, age., 1/134.
[147] Nesefî, Medârik, 1/46.
ibaresinin aynılığı bakımından ayrıca bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/277.
[148] Hadisin isnadı için misal
olarak bk. Ebû Dâvûd, K. es-Salât, 312 (hadis no: 1319).
[149] Zemahşerî'nin bu konuda
Mu'tezile'nin görüşünü teyid eder şekildeki te'vili için bk. Zemahşerî, Keşşaf,
1/279.
[150] Ebû Dâvûd, K. es-Sunne, 21;
Tirmizî, K. el-Kıyâme, 11; îbn Mâce, K. ez-Zühd, 37; Ahmed ibn Hanbel, Musned,
I/213.
[151] Nesefî, Medârik, 1/47. Aynca
bk. Taberî, Câmi'u'l-Beyân, 1/211 (Ancak Taberî de hadisin senedini ve râvisini
zikretmemektedir).
[152] Hadisin isnadı için misal olarak
bk. Tirmizî, K. el-Kıyâme, 11.
[153] İbn Mâce, K. el-At'ıme, 31;
İsmail ibn Muhammed el-'Aclûnî, Kcşfu'1-Hafâ' ve Muzîlu'İ-ilbâs 'ammâ'ştehera
mine'l-Ehâdîs 'âlâ Eîsineti'n-Nâs, Beyrut 1979, 1/59 (hadis no: 148). îbn Hacer
hadisi İmam Ahmed ibn Hanbel, Şâfı'î, îbn Mâce ve Dâra Kutnî'nİn İbn Ömer'den
rivayetle tahric ettiklerini kaydeder (bk. İbn Hacer, cl-Kâfîş-Şâf, 1/215).
[154] Nesefî, Medârik, î/89.
Hadisin « jio_. Ob^ U c-L-ı » kısmı için bk. Zemahşcrî, Keşşaf, 1/329.
[155] Tirmizî. K. ed-Dc'avât, 99;
İbn Mâce, K. ez-Zühd, 30; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 11/132, 153; III/425;
V/174; Mâlik ibn Enes, Muvatta', K. el-Hudûd, 2. Hadisin tahrici için ayrıca
bk. İbn Hacer, age., 1/489.
[156] Nesefî, Medârik, T/215.
[157] Hadisi Ebû Eyyûb Beşîr ibn
Ka'b'dan rivayetle, Taberî de zikretmektedir (Bk. Ta-berî, CâmiVl-Beyân,
IV/205). Ayrıca bk. Zcmahşerî, Keşşaf, 1/512: Zcmahşerî, burada hadisin
râvisini Ebû Eyyûb olarak vermektedir. Ebû Eyyûb denilince akla Ebû Eyyûb
ei-Ansân geliyorsa da bu râvi tâbiûndan olan Ebû Eyyûb Beşîr ibn Ka'b'dır (İbn
Hacer, el-Kâfî'ş-Şâf, 1/489) ve Taberî'nin rivayetinde bu açıkça görülmektedir.
[158] Buhârî, K. el-Ferâid, 5, 7,
9, 15; Müslim, K. el-Ferâid, 2, 3; Tirmizî, K. el-Ferâid, 8. İbn Hacer hadisin
muttefekun aleyh olduğunu ve İbn Abbâs'tan rivayet edildiğini kaydeder (bk. İbn
Hacer, age., 1/599)
[159] Nesefî, Medârik, 1/267.
(Krş. Zcmahşerî, Keşşaf, 1/589.
[160] İbn Mâce, K. cl-Fiten, 17;
Tirmizî, K. el-İmân, 18; Dârimî, K. cs-Siyer, 75. Hadisin tahrîci ve
varyantları için ayrıca bk. İbn Hacer, cl-Kâfî'ş-Şâf, 11/73.
[161] Nesefî, Medârik, 11/42. Aynı
hadisi Zemahşcrî de râvisini belirtmeksizin zikreder (bk. Zemahşeri, Keşşaf,
11/64).
[162] Hadis bu şekliyle sahih
hadis mecmualarında bulunmamaktadır. Ancak Suyûtî'nin el-Fethu'l-Kebîr'inde:
şeklinde bir hadise yer verilmektedir (bk. Suyûtî, age., Mısır 1350,11/169).
Aynı lâfızlarla hadisi Taberî de zikretmektedir (bk. Taberî, Câmi'u'l-Beyân,
XI/28). Ebu'l-Berckât'm verdiği şekliyle hadis Hz. Âişe'nin sözü olarak burada
ayrıca verilmektedir (bk. Taberî, age., XI/29).
[163] Nesefî, Medârik, 11/147.
Aynı tefsiri Zemahşerî, de zikretmiş, ancak delil olarak bu hadisi vermemiştir
(bk. Zemahşerî, Keşşaf, 11/216).
[164] Nesefî, Medârik, III/279.
[165] Ali el-Kârî Ali ibn Sultân
Muhammed el-Heravî, el-Mevdû'âtu's-Suğrâ (el-Masnû' fi Ma'rifeti'l-MevdÛ'),
tah. Abdülfettah Ebû Gudde, Haleb 1975, s. 92-93; Ali el-Kâ-rî,
el-Esrâru'1-Merfû'a fi'1-Ahbâri'l-mevdû'a, Beyrut 1971, s. 186.
[166] Zemahşerî, Keşşaf, III/229.
[167] Buhârî, K. el-İstiskâ', 26;
K. el-Enbiyâ', 6; K. Bed'i'1-Haik, 5; K. el-Meğâzî, 29; Müslim, K. el-İstiskâ',
17; Ahmed ibn Hanbel, Musned, 1/223, 228, 324, 341, 355, 373. İbn Hacer, İbn
Abbâs'tan rivayetle muttefekun aleyh bir hadis olduğunu belirtir (bk. İbn
Hacer, el-Kâfî'ş-Şâf, 111/526).
[168] Nesefî, Medârik, IH/295.
Ayrıca bk. Zemahşerî, Keşşaf, III/253). Rüzgârı "Sabâ Rüzgârı" ile
tefsir eden Taberî hadisi zikretmez (bk. Taberî, Câmi'u'l-Beyân, XXI/ 80).
[169] Hadisin isnadı için misal
olarak bk. Buhârî, K. el-İstiskâ', 26.
[170] Nesefî, Medârik, IIÎ/303.
[171] Hadisi Zemahşerî de aynı
usul ve lâfızlarla zikretmiştir (bk. Zemahşerî, Keşşaf, III/303.
[172] Hadisin bir benzeri için bk.
Neseî, K. es-Sıyâm, 84.
[173] Suyûtî, el-Fethu'l-Kebîr,
II/147'de hadisin İbn Merdûye ve Beyhakî tarafından ibn Ömer'den rivayet
edildiği kaydedilmektedir. Hadisin tahrici için ayrıca bk. îbn Ha-cer,
el-Kâfîş-Şâf, IH/613. Hadis Hz. Ömer'den merfû' olarak da rivayet edilmekle
beraber muhtelif kanallardan rivayetlerinde isnadlarında zayıf râviler
bulunmaktadır (bk. îbn Hacer, age., 111/613).
[174] Nesefî, Medârik, III/341.
Zemahşeri ise hadisi daha değişik biı açıdan değerlendirmiştir (bk. Zemahşerî,
Keşşaf, III/309.
[175] Ahmed ibn Hanbel, Müsned,
1/446. Ancak burada hadisin kısmı yoktur.
[176] Nesefî, Medârik, IV/271.
[177] Suyûtî, el-Fethu'1-Kebîr,
II/253'de hadisin İbn Adiyy'in el-Kâ-miî'inde Câbir ve Ebû Zerr'den; Ebû
Nu'aym'm el-Hılye'sinde de Câbir'den rivayetle mevcut olduğunu kaydeder.
[178] Nesefî, Medârik, IV/285.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/41-51.
[179] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/51-52.
[180] M. Tayyib Okiç, Tefsir
Usûlü, s. 25; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 115.
[181] Zerkânî, Menâhiİu'l-'Irfân,
1/106.
[182] Geniş ilgi için bk. Zerkim,
age., 1/109-111.
[183] Suyûtî, İtkan, 1/31.
[184] M. Tayyib Okiç, Tefsir
Usûlü, s. 25.
[185] Bu konuda ilk eser yazan Ali
ibn el-Medînî (öl, 234/848)'dir. EbuM-Hasen Ali ibn Ahmed el-Vâhıdî (öl.
468/1075)'in de bir Esbâbu'n-Nuzûlü vardır (Zerkeşî, Burhan, 1/22; Suyûtî,
İtkân, 1/28; Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, 1/76; Zerkânî, Menâhiu'1-Ir-fân,
1/106; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 121) ve bu sahada yazılan eserlerin
en meşhuru budur. Bunlardan başka Ebu'l-Ferec Abdurrahman ibn eî-Cevzî (öl.
597/ 1201) (Bağdatlı İsmail Paşa Hediyyetu'l-Ârifm, 1/521), Ahmed ibn Ali ibn
Hacer el-'Askalânî (öl. 852/1148) ('Askalânînin bu eserinin nâ tamam olduğu ve
müsvedde halinde kaldığı rivayet edilir. Bk. Suyûtî, İtkân, 1/28) (Bağdatlı
İsmail Paşa, age., 1/ 128), Ebû Ca'fer Muhammed ibn Ali ibn Şu'ayb
el-Mâzenderânî (öl. 588/ 1192) Esbâbu'l-Nuzûl adıyla birer eser yazmışlardır
(Kâtib Çelebi, age., 1/76-77). Ayrıca Muhammed ibn Es'ad el-'Irâkî (öl.
567/1171) ve İbn Mutarrif el-Ende-lûsî diye bilinen Abdurrahman ibn Muhammed
(öl. 402/101 l)'in de esbâbu'n-nuzûle dair eserleri vardır (Kâtib Çelebi,
age., 1/76; İsmai! Cerrahoğlu, age,, s. 121).
[186] Bedruddin Muhammed ibn
Abdullah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî 'Ulûmi'l-Kur'an adlı eserinde bazı âyetlerin
veya sûrelerin iki kere nazil olduğunu kabul etmekte ve bunları kendisine
ulaşan rivayetlere göre de-ğerlendirmeye tâbi tutmaktadır. (Zerkeşî, age.,
Lübnan ty. 1/29-32).
[187] Esbâbu'n-Nuzûl hakkında
geniş bilgi için bk. Zerkeşî, age., 1/22-34; Suyûtî, İtkân, 1/28-34; İsmail
Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 115-121.
[188] Nesefî, Medârik, 1/68. Olayı
aynen hikâye eden Zemahşerî de nüzul sebebi olduğunu tasrih etmez (bk.
Zemahşerî, Keşşaf, 1/303). İbn Kesîr ise sadece Kureyş'in Hz. Peygamber'den
(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Safa tepesini altına çevirmesi isteğinde
bulunduğunu ve âyetin bunun üzerine nazil olduğunu kaydeder (bk. İbn Kesîr,
(Tefsîru'l-Kur'ani'l-'Azîm, 1/219).
[189] Nesefî, Medârik, 1/70-71.
İfadelerinin aynılığı bakımından bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/307. Ayrıca bk. İbn
Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ani'l-'Azîm, 1/227.
[190] Nesefî, Medârik, 1/59.
İfadelerinin aynılığı yönüyle bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/337. Hadisin değişik
lâfızlarla rivayetleri için de bk. İbn Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l-'Azîm,
1/317-318.
[191] Nesefî, Medârik, 1/226.
İbaresinin aynılığı bakımından bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/528. Ayrıca bk. Râzî,
et-Tefsîru'1-Kebîr, X/107; İbn Kesîr, Tefsîru'I-Kur'ani'l-'Azîm 11/272.
[192] Nesefî, Medârik, H/7.
İbaresinin benzerliği bakımından bk. Zemahşerî, age., II/l 1 İbn Abbâs'tan
naklen olayı zikreden Fahruddin er-Râzî, yukarıdakilerden baş yedi kişinin daha
ismini vermektedir (bk. Râzî, age., XII/185-186.
[193] Nesefî, Medârik, ÎII/40.
Aynı nüzul sebebini Abdullah ibn Abbâs'tan rivayetle Ta-berî de zikretmektedir
(Hadisin değişik kanallardan ve muhtelif lâfızlarla rivayetleri için krş.
Taberî, Câmi'u'l-Beyân, XVI/78).
[194] Ncsefî, Medârik, 111/144.
İbaresinin aynılığı bakımından bk. Zemahşerî, Keşşaf, IÎI/66. Ancak burada
cariyelerden Katîle'nin ismi Netîle olarak verilmektedir. Ayn-ca bk. İbn Kesîr,
Tefsîru'1-Kur'ani'I-Azîm, VI/58-59. Ancak burada İbn Ubeyy'in cariyelerinden
sadece Mu'âze, Mesîke, Umeyme ve Urvâ'nm isimleri verilmekte, cariyelerinin sayısının
altı olduğu söylenmekle birlikte diğer ikisinin ismi verilmemektedir, Aynı
nüzul sebebi ile birlikte Fahruddin er-Râzî iki ayrı olayın daha nüzul sebebi
olarak rivayet edildiğini kaydeder (bk. Râzî, et-Tefsîru'1-Kebîr, XÎII/ 220).
[195] Nesefî, Medârik III/292.
Ayrıca bk. Zemahşerî, Keşşaf, III/248. Ancak Keşşafta olaym ayrıntılarında bir
takım farklılıklar vardır ve bundan başka iki ayrı nüzul sebebi daha
zikredilir.
[196] Nesefî, Medârik, 1/168. Aynı
nüzul sebeblerinİ zikretmesi bakımından ayrıca bk. Zemahşerî, Keşşaf, 1/443.
Ancak Keşşafta üçüncü bir nüzul sebebi daha zikredilmiştir.
[197] Ayetin, önce Müslüman olup
sonra dinden dönen, sonra tekrar Müslüman olup tekrar dinden dönen bir grup
hakkında nazil olduğunu İbn Kesîr de kaydetmektedir (İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur!ani'!-'Azîm,
11/59).
[198] Nesefî, Medârik, IV/332.
İbaresinin aynılığı bakımından bk. Zemahşerî, Keşşaf, IV/ 218. Keşşafta olayda
geçen Kureyş büyüklerinin isimleri de sayılmıştır. Aynca bk. İbn Kesîr, age.,
VHI/342-343.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/52-59.
[199] İlse Lichtenstâdter,
"Nahv", ÎA. IX/36.
[200] Taşköprîzâde Ahmed Efendi,
Mevzû'âtu'l-'Ulûm, trc. Taşkoprîzâde Mehmed Efendi, İtbl 13131/196197
İstanbul 1313,1/196-197.
[201] Nihad M. Çetin,
"e!-Muberred", ÎA. VI11/779.
[202] Şevki Dayf,
el-Medârisu'n-Nahviyye, Mısır ty. s. 154-157.
[203] Ahmed Emîn, Duha'l-İsiârn,
Beyrut ty. 11/307.
[204] Ebu'l-Berekât Kemâluddin
Abdurrahman ibn Muhammed ibn el-Enbârî, Nuz-hetu'l- Elibbâ'
fîTabakâti'l-Udebâ', tan. M. Ebu'I-Fadl İbrahim, Kahire ty. s. 228.
[205] Şevki Dayf,
el-Medârisu'n-Nahviyye, s. 226.
[206] J. Pedersen, îbn
Cinnî", ÎA. V/II, 720.
[207] İbn el-Enbârî,
Nuzhem'l-Elibbâ', s. 404; Şevki Dayf, age., s. 277.
[208] 197 Ebu'l-Berekât'ın,
Zeccâc'dan yaptığı nakillere misal olarak bk. Nesefî, Medârik,IV/57 (krş.
Zeccâc, Me'âni'l-Kur'an, Süleymaniye ktb. Süleymaniye 189, vr. 33b); IV/68
(krş. Zeccâc, age., vr. 38n); İV/122 (krş. Zeccâc, agc, vr. 62;1); IV/336 (krş.
Zeccâc, age. vr. 189h); IV/340 (krş. Zeccâc, age., vr. 191h).
[209] el-Halîtden nakillerine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/305; 111/42, 57, 66, 74, 194; IV/56.
[210] Sîbeveyh/ten nakillerine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/16, 21, 29, 78,241,293, 305,111/42.
[211] Kisâî'den nakillerine misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, î/52; 111/82.
[212] Kutrub'dan nakillerine misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/29, III/l 15.
[213] Ferrâ'dan nakillerine misal
olarak bk, Nesefî, Medârik, 1/75 (krş. Ferrâ', Me'âni'I-Kur'an, Süleymaniye
ktb. Vehbi Efendi, 66, vr. 18a); III/134 (krş. Ferrâ', age., v U0a); III/187
(krş. Ferrâ', age., vr. 123a); III/339 (krş. Ferrâ', age., vr. 146b); IV/313
(krş. Ferrâ', age., vr, 209b).
[214] Ebû Ubeyde'den nakillerine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 11/63.
[215] Ahfeş'tcn nakillerine misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, 11/10; 111/50,59; TV/7, 271.
[216] Muberred'dcn yaptığı
nakillere misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/90; III/31, 60.
[217] Mufaddal'dan nakillerine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/128.
[218] Cevheri'den nakillerine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/288.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/59-62.
[219] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/62-63.
[220] Nesefî, Medârik, 1/22. Aynı
açıklamalar için krş. Zcmahşerî, Keşşaf, 1/191 –193.
[221] Nesefi, Medârik, 1/24.
İfadelerinin aynılığı bakımından krş. Zemahşerî, Keşşaf 204.
[222] Krş. Zemahşerî, Keşşaf, 1/209-211.
[223] Nesefî, Medârik, 1/25.
[224] Nesefi, Medârik, 11/254.
[225] Neşen, Medârik, IH/148.
[226] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/63-65.
[227] Nesefi, Medârik, 1/32.
[228] Nesefî, Medârik, 1/55.
[229] Kur'an,el-A'râf/155.
[230] Kur'an, el-Bakara/235.
[231] Nesefi, Medârik, 1/75. Aynı
açıklama ve i'râb İçin krş. Mekkî ibn Ebî Tâlib el-Kaysî, Muşkilu
İ'râbi'l-Kur'an, tah. Yâsîn Muhammed es-Sevvâs, Dimaşk ty. 1/71-72.
[232] Nescfî, Medârik, î/108.
Ferrâ'ın görüşünü tenkidi bakımından krş.. Mekkî rbn Ebî Tâlib, Muşkilu
İ'râbi'l-Kur'an, 1/95.
[233] Kur'an, ez-Zumer/8.
[234] Kur'an, ez-Zumer/45.
[235] Nesefî, Medârik, IV/6-62.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/65-68.
[236] Abdullah ibn Mes'ûd'un
mushafı için misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/51, 77; 111/ 144, 146; Ubeyy
ibn Ka'b için bk. Nesefî, age., 1/63, 59, 77, 147; 1/41, 113, 138, 146.
[237] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/68.
[238] Mekkî İfadesiyle İmam İbn
Kesîr kastedilmektedir (Muhammed Muhammed Muhammed Salim Muhsin, el-Muhezzeb
fi'1-Kırââti'l-Aşr, Mısır 1389/1969, 1/7).
[239] Kûfî ile İmâm 'Âsim, Hamza
ve Kisâî'nin kıraatleri veriliyor (Muhammed Salim, Muhezzeb, 1/7-8).
[240] Şâmî ile İmam İbn Amir
kastedilmektedir (Muhammed Salim, age., 1/7-8).
[241] Burada ibare
harekelenmiştir.
[242] Nesefî, Medârik, III/293.
[243] Medenî remzi ile Nâfi' ve
Ebû Ca'fer'e işaret ediliyor.
[244] Nesefî, Medârik, 111/27.
[245] Nesefî, Medârik, 111/27.
[246] Nesefî, Medârik, III/293.
[247] Nesefî, Medârik, 111/225.
[248] Nesefî, Medârik, 1/159.
[249] Nesefî, Medârik, 1/180.
[250] Nesefî,Medârik, 11/130.
[251] Nesefî, Medârik, İV/105.
[252] Misal olarak bk. ÂI-i
Imrân/49 âyetinin tefsirinde Nesefî, Medârik, 1/158-159; Meryem/67 âyetinin
tefsirinde Nesefî, age., 111/41; el-Bakara/137 âyetinin tefsirinde Nesefî,
age., 1/77; el-En'âm/137 âyetinde Nesefî, age., 11/35.
[253] Misal olarak bk. el-Bakara/144
âyetinin tefsirinde Nesefî, Medârik, 1/81; yine aynı sûrenin 61. âyetinin
tefsirinde Nesefî, age., 1/51; aynı sûrenin 46. âyetinin tefsirinde Nesefî,
age., 1/46; Âl-i Imrân/14 âyetinin tefsirinde Nesefî, age., 11/148.
[254] Misal olarak bk. eI-Bakara/222
âyetinde Nesefî, Medârik, 1/111. (krş. Zemahşeri, Keşşaf, 1/361); el-Mâide/6
âyetinde Nesefî, age., 1/273 (krş. Zemahşeri, age., 1/598); Aynı sûrenin 89.
âyetinde Nesefî, age., 1/300 (krş. Zemahşeri, age., f/641).
[255] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/68-71.
[256] Nâfi'in kıraatine misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/11, 19, 81, 95, 273; 11/68; III/133, 293; IV/5.
Kâlûn'un kıraati için bk. 1/95. Verş kıraati için bk. 1/40.
[257] İbn Kesîr'in kıraati için
bk. Nesefî, Medârik, 1/8, 43, 47,48, 81, 94; 111/57; İV/5.
[258] Ebu Amr'ın kıraati İçin
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/19, 29, 51, 81, 95; 111/10, 301; IV/5, 7.
[259] İbn Âmir'in kıraati için
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/273, 308; 11/35; 111/10, 293. Râvisi İbn
Zekvân kıraati için bk. 1/93; IT/20; 111/58.
[260] Âsım'm kıraati için misal
olarak bk. 1/6, 11,81; III/5, 15, 141, 293, 302; IV/7. Râvisi Ebû Bekr'in
kıraati için bk. 1/60, 87; 11/308, 111/21, 100, 302; IV/5, 280. Râvisi Hafs'ın
kıraati için bk. 1/8, 48, 97, 273; 111/13, 17, 133; IV/3.
[261] Hamza'nın kıraati için misal
olarak bk. 1/8, 51, 87; 11/308; III/5, 10, 293; IV/3, 7, 280.
[262] Kisâî'nin kıraati için misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, IH/14, 119.
[263] Ebû Ca'fer'in kıraatine
misal olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/40, 50, 64, 93, 136; 11/20; III/141, 302;
IV/9.
[264] Ya'kûb'un kıraati için misal
olarak bk. Nesefî, Medârik, 1/44, 64, 11/13, 52, 91, 309;250 251 111/92, 133,
293, 301; IV/280. Râvisi Ravh için misal olarak bk. IH/95.
[265] Halefin kıraati için misa!
olarak bk. Nesefî, Medârik, 111/46, 89, 91, 130, 220, 293.
[266] Adı geçen kıraat imamları,
râvileri ve kâriler hakkında bilgi İçin bk. Şemsuddin Muhammed ibn Muhammed
el-Cezerî, Gâyetu'n-Nihâye fi Tabakâti'l-Kurrâ', nşr. G. Bergstraesser, Mısır
1351/1932.
[267] Krş. Muhammed Salim,
el-Muhezzeb, 1/7-8.
[268] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/71-73.
[269] Süleyman Ateş, İşârî Tefsir
Okulu, Ankara 1974, s. 16.
[270] Süleyman Ateş, age., s. 17.
[271] Misal ve geniş bilgi İçin
bk. Süleyman Ateş, age., s. 22-25.
[272] Fuad Köprülü, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1976, s. 19.
[273] Geniş bilgi için bk. Fuad
Köprülü, age., s. 56-57, 114; Hayrani Altmaş, Ma'rifetna-me'de Tasavvuf,
İstanbul 1981, s. 11-12.
[274] Sabit el-Bunânî hakkında
bilgi için bk. Cemaluddin Ebu'l-Ferec ibn el-Cevzî, Sıfatu's-Safve, Beyrut
1979,111/260.
[275] Mâlik ibn Dînâr hakkında
bilgi için bk. Ziriklî, A'lâm, VI/134; İbn Hallikân, Ve-feyâtu'l-A'yân, 1/440.
[276] İbrâhîm ibn Edhem hakkında
bilgi için bk. Abdülkerim ibn Havazin el-Kuşeyrî, Risale (trc. Tahsin Yazıcı),
İstanbul 1966, s. 26-28.
[277] Şakîk el-Belhî hakkında
bilgi için bk. Kuşeyrî, Risale, s. 46-48.
[278] Fudayl ibn Iyâd hakkında
bilgi için bk. Ziriklî, A'lâm, V/360; Kuşeyrî, age., s. 30-32.
[279] Zu'n-Nûn el-Mısrî hakkında
bilgi için bk. Hafız Ebû Nu'aym Ahmed ibn Abdullah el-Isbahânî,
Hılyetu'l-EvIİyâ' ve Tabakâtu'l-Asfıyâ1, Mısr 1357/1938, DC/331-395.
[280] Yahya ibn Mu'âz hakkında
bilgi için bk. Isbahânî, Hılye, X/51-70; Kuşeyrî, Risale, s.58-59; Ziriklî,
age., IX/218.
[281] Cuneyd hakkında bilgi için
Isbahânî, age., X/255-287 ve Kuşeyrî, age., s. 67-70'e bakılabilir.
[282] Sehl et-Tusterî hakkında
bilgi için Isbahânî, age., X/l 89-212; Kuşeyrî, age., s. 51 54'e bakılabilir.
[283] Hallaç hakkında bilgi için
bk. Kehhâle, Mu'cemu'l-Muellifîn, IV/63; Ziriklî, age., 11/285.
[284] El-Vâsıtî hakkında bilgi
için bk. Ebu'l-Kasım Abdülkerim ibn Hevâzin, er-Risâle-tu'1-Kuşeyriyye, Mısır
1318, s. 29.
[285] Nesefî, Medârik, 1/298.
[286] Nesefî, Medârik, II/l 6.
Müfessirin burada kîl kavli ile vermiş olduğu bu ifadeler ben -zer şekilde
er-Risâletu'1-Kuşeyriyye'de de geçmektedir. Şöyle ki: "Birisine: «Ölümü
seviyor musun?» diye sorulmuştu. «Hayrı umulana varmak, kötülüğünden emîn
o-lunmayanla beraber kalmaktan daha hayırlıdır.» diye cevap verdi" (Bk.
Abdu'l-Kerîm el-Kuşeyrî, er-Risâletu'l-Kuşeyriyye, tah. AbdÜlhalim Mahmûd-
Mahmûd ibn eş-Şerîf, Mısır 1966,1/271.
[287] Kur’an, el-A'raf/97.
[288] Nesefî, Medârik, 11/66-67.
er-Rebî' ibn Haysem ile kızı arasında geçen konuşma Ab-du'1-Kerîm el-Kuşeyrîde
Mâlik ibn Dinar'la kızı arasında geçmiş olarak verilmiştir. (bk. Abdülkerim
el-Kuşeyrî, Risale, H/718).
[289] Krş. Abdülkerim el-Kuşeyrî,
Risale, 1/271.
[290] Nesefî. Medârik, 111/143.
[291] Sehl ibn Abdullah et-Tusterf
dir.
[292] Ebû Bekr Muhammed ibn Musa
el-Vâsıtî'dir.
[293] El-Huseyn ibn Mansûr
e!-Hal!âc.
[294] Krş. Abdülkerim cl-Kuşeyrî,
Risale, 11/539.
[295] Yahya ibn Mu1 âz.
[296] Bu söz Ebû Abdurrahman
es-Suiemî'nin Tabakâtu's-Sofiyye'sinde Yahya ibn Mu'-âz'tn sözü olarak
verilmektedir (bk. Ebû Abdurrahman es-Sulemî, Tabakâtu's-So-fıyye, tah.
Nûreddin Şeribe, Kahire 1389/1969, s. 110).
[297] Ebû Bekr Dulef eş-Şiblî.
[298] Nesefî, Medârik, 111/337-338.
Müfessirin mutasavvıfeden nakilleri için ayrıca bk. Nesefî, age., 1/43, 44,
152, 154, 159, 169, 191, 203-204, 255; 11/29, 47, 49 (krş. ei-Ke-lâbâzî, Doğuş
Devrinde Tasavvuf, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul 1979, s. 54); 50, 57, 76,
257, 262; 111/19, 27, 70, 90, 268, 278, 341; IV/39, 60, 110, 155.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/73-78.
[299] Nesefî, Medârik, 1/160.
[300] Emevî halifesi Ömer ibn
Abdülaziz (öl. 101/720).
[301] Nesefî, Medârik, 1/169.
[302] Abbasî halifesi Harun
er-Reşîd (öl. 193/809).
[303] Nesefî, Medârik, 11/51.
[304] Nesefî, Medârik, 111/99.
[305] Nesefî,Medârik,IV/185.
[306] Âsim Efendi, Kamus Tercümesi
Okyanus, İstanbul 1304-1305, IV/I006'dan naklen bk. Abdullah Aydemir, Tefsirde
İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 6.
[307] Abdullah Aydemir, Tefsirde
İsrâiliyyât, s. 18.
[308] Ahmed ibn Hanbel, Musned,
IH/378'den naklen bk. Abdullah Aydemir, age., s. 19.
[309] Ebû Nemle hadisi için bk.
Ahmed ibn Hanbel, Musned, IV/136.
[310] Abdullah Aydemir, Tefsirde
İsrâiliyyât, s. 33.
[311] Nesefî, Medârik, 1/49.
[312] 3,70 litre mukabili bir
ölçektir (bk. Kitab-ı Mukaddes, Ölçüler ve tartılar cetveli).
[313] Tevrat, Çıkış, XVI/U-16.
[314] Tevrat, Çıkış, XVI/31.
[315] Tevrat, Sayılar, XI/4-6.
[316] Tevrat, Sayılar, XI/31.
[317] Tevrat, Sayılar, XI/33.
[318] Tevrat, Tesniye, VIII/4.
[319] Nesefî, Medârik, 1/125.
[320] Nesefî, Medârik, 1/125-126.
Ebu'l-Berekât'm burada 313 sayısını tercihine sebep her halde Buharı, K.
el-Meğâzî'de kaydedilen şu hadis olmalıdır: el-Berâ'dan rivayete göre o şöyle
demiştir: "Biz Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Seliemynm ashabı Bedr'-de
bulunan (Bedr ashabı)larm sayısının, Tâlût ile nehri geçenler kadar olduğunu konuşurduk.
Onunla nehri ancak 310 küsur iman eden geçmişti" (Bk. Buhârî, K,
el-Meğâzî, 6).
[321] Tevrat, Hâkimler, VII/1.
[322] Tevrat, Hâkimler, VII/3-7.
[323] Nesefî, Medârik, 1/126.
[324] Arapların Yîşâ dedikleri
kişi, bu olmalıdır.
[325] Tevrat, I.Samuel, XVII/12.
[326] Tevrat, I.Samuel,
XVII/14-15.
[327] Tevrat, I.Samuel, XVII/40.
[328] Tevrat, I.Samuel, XVII/50.
[329] Tevrat, I.Samuel, XVIII/17.
[330] Nesefî, Medârik, II/117.
[331] Tevrat, Yunus, 1/1-2.
[332] Tevrat, Yunus, III/l-8.
[333] Tevrat, Yunus, 111/10.
[334] Nesefî, Medârik, III/184.
[335] Nesefî, Medârik, III/185.
[336] Tevrat, Çıkış, XI/4-6.
[337] Tevrat, Çıkış, XII/3-7.
[338] Tevrat, Çıkış, XII/21-23.
[339] Tevrat, Çıkış, XII/29-32.
[340] Tevrat, Çıkış, Xü737-39.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
1/78-90.
[341] Bu tarifler için bk.
Bedruddin Muhammed ibn Abullâh ez-Zcrkeşî, el-Burhân fî' Ulûmi'l-Kur'an, Beyrut
ty. 11/68; Muhammed Abdulazim ez-Zerkânî, MenâhiluM-Irfan fî Ulûmi'l-Kur'an,
Mısır ty. 11/272-277; Celaluddin Abdurrahmân es-Suyû-tî, el-İtkân fî
Ulûmi'l-Kur'an, Beyrut 1973, ÎI/2-3; İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Ankara
1976, s. 128.
[342] Zerkânî, Menâhil, 11/273.
[343] İsmail Cerrahoğlu, age., s.
128.
[344] Bu âyetin tefsiri ve i'râbı
hakkındaki ihtilâflar ve görüşler hakkında bk. Zerkeşî, age., ü/72-74; Suyûtî,
age., H/3.
[345] Ebu'l-Berekât, Abdullah'ın
hangi Abdullah olduğunu belirtmemiştir. Ancak bu kıraat Abdullah ibn
Mes'ûd'undur (bk. İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'ani'l-Azîm, II/8).
[346] Nesefî, Medârik, 1/146-147.
[347] Nesefî, Medârik, 1/146.
[348] Zerkeşî, Burhan, 1/165.
[349] Meselâ bk. Nesefî, Medârik,
1/145; 111/249, 265, 278, 286.
[350] Nesefî, Medârik, 111/28.
[351] Nesefî, Medârik, IV/69.
[352] Nesefî, Medârik, 11/44.
[353] Nesefî, Medârik, IV/279.
[354] Ayrıca bk. el-Fîrûzâbâdî,
Tenvîru'l-Mikbâs, s. 30; Taberî, Câmi'u'l-Beyân, 1/67.
[355] Ayrıca bk. Taberî, age.,
1/67. Burada aynı açıklama İbn Abbâs ve İbn Mes'ûd'dan naklen verilmiştir.
[356] Nesefî, Medârik, 1/9-10.
[357] Nesefî, Medârik, 11/42. Aynı
açıklamayı el-Fecr/22 âyetinde İbn Abbâs'tan naklen vermiştir (bk. Nesefî,
age., TV/356).
[358] Bu sözü Zerkânî,
Menâhilu'l-Irfân, II/288'de İmam Mâlik'ten naklen vermiştir.
[359] Nesefî, Medârik, IH/48.
[360] Müfessirin Ehlu's-Sunne
akidesine uygun gelecek şeklinde tevcih ve açıklamaları için ayrıca bk. Nesefî,
age., ITT/225; IV/47-48, 63, 158, 209, 356.
İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları:
190-96.
[361] 345 İbn Manzûr,
Lisânu'1-Arab, Beyrut 1955, 111/61; Seyyid Şerif Curcânî, Ta'rîfât, İstanbul
1327, s. 163; Zerkeşî, Burhan, 11/29.
[362] İbn Manzûr, age., 111/61;
Zerkeşî, age., 11/29.
[363] Neshin ıstılahı tarifleri
için bk. Seyyid Şerif Curcânî, age., s. 163; Ebû Ca'fer en-Nehâs, en-Nâsih
ve'1-Mensûh, Mısır 1323, s.7; Zerkânî, Mcnâhil, 11/183; Ali Hasen el-Arîd,
Fethu'l-Mennân fi Neshi'l-Kur'an, Mısır 1973, s. 26-27.
[364] Nesh konusunda geniş bilgi
İçin bk. Ali Hasen el-Arîd, Fethu'l-Mennân fî Neshi'l-Kur'an; Zerkeşî, Burhan,
11/28-44.
[365] Nesefî, Medârik, 1/67-68.
[366] Nesefî, Medârik, 1/143.
[367] Nesefî, Medârik, 1/55.
Burada "Mu'tezile'nin hilâfına" kaydı vardır.
[368] Nesefî, Medârik, H/299-300.
[369] Nesefî, Medârik, 1/68,
IH/131.
[370] Nesefî, Medârik, 1/68.
[371] Nesefî, Medârik, 1/122.
[372] Hattâ bir yerde âyetin
mensûh olduğuna dair rivayeti verdikten sonra: "Yemin olsun ki bu âyet
mensûh değildir." diyerek âyetteki nesh. haberini şiddetle reddetmektedir
(bk. Nesefî, age., III/l 54).
[373] Misal olarak bk. Nesefî,
Medârik, 1/143, 209, 284, 307; II/l 10-111; 111/131; IV/235.
[374] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/97-98.
[375] Kur'an, en-Nisâ/82.
[376] Hadisler arasında görülen
tenakuza "Muhtelifu'l-Hadîs, bunun giderilmesine de 'Te'vîlu
Muhtelifi'1-Hadîs" denilir.
[377] Zerkeşî, Burhan, 11/45;
Suyûtî, İtkân, 11/28.
[378] Aralarında tenakuz var gibi
görünen âyetlerin arasını cem1 yolları hakkında geniş bilgi için bk. İsmail
Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 179-181; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'an Tefsiri
(trc. H. Bekir Karlığa-Bedreddin Çetincr), İstanbul 1983, 1/402-404). Genelde
tefsirlerde müşkilu'l-Kur'an'ın halline çalışılması yanında konu ile ilgili
müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bu sahada ilk eserin Ebû Ali Muhammed
ibn Mustenîr ibn Ahmed el-Kutrub (öl. 206/82 l)'a ait olduğu söylenir (Zerkeşî,
Burhan, 11/45; Suyûtî, İtkân, 11/ 27; İsmail Cerrahoğlu, age., s. 181). Daha
sonra Ebû Muhammed Abdullah ibn Müslim ibn Kuteybe ed-Dîncveri (öl. 276/889)
(eseri Te'vîlu Muşkilu'l-Kur'an, es-Seyyid, Ahmed cs-Sakar'ın açıklamaları ve
tahkîkıyla Kahire'de 1973'de bir cild halinde neşredilmiştir), Ebü Muhammed
Mekkî ibn Ebî Tâlib (öl. 437/1045) (Kâtib Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, U/1695) ve
Muhammed ibn Ebî Bekr ibn AbdulKadir er-Râzî (öl. 768/1366-67'de hayatta idi)
"Enmûzec Celîl fî Beyâni Es'ile ve Ecvibe min Garibi Âyi't-Tenzîl adlı
eseri Ebu'1-Bakâ Abdullah ibn el-Hu-seyn ibn Abdullah el-Ukberî'nin İmlâu mâ
Mennc bihî'r-Rahman min Vucûhi'l-İ'râb ve'l-Kırâât fî Cemî'i'l-Kur'an'ınm
hamişinde Mısır'da 13Û3'de basılmıştır) bu sahada eser te' lif etmişlerdir.
[379] Kur'an, Tâhâ/123.
[380] Nesefl, Medârik, 1/43 (krş.
Zemahşerî, Keşşaf, 1/274).
[381] Nesefî, Medârik, 11/48-49.
[382] Kur'an, el-Bakara/126.
[383] Nesefî, Medârik, 11/263.
Krş. Muhammed ibn Ebî Bekr er-Râ-zî, Enmûzec Celîl fî . Beyânı Es'ile ve Ecvibe min Garaibi
ÂyiVTenzîl, Mısır 1303,1/9-10. Aynı açıklama için ayrıca bk. Zemahşerî, Keşşaf,
11/379.
[384] Nesefî, Medârik, 11/271-272.
Benzer bir açıklama için bk. Zemahşerî, Keşşaf, IV/45. Ayrıca bk. Muhammed ibn
Ebî Bekr er-Râzî, Es'ile ve Ecvibe, I/109.
[385] Kur'an, es-Sâffât/50.
[386] Nesefî, Medârik, III/128.
Aynı tevcih ve açıklama için ayrıca bk. Zemahşeri, Keşşaf, 111/43 (Keşşaf
burada ikinci bir tevcîh daha serdeder). Krş. Muhammed ibn Ebî Bekr er-Râzî,
Es'ile ve Ecvibe, 11/85.
[387] Kur'an, el-Ankebût/13.
[388] Kur'an, eI-Ankebût/12.
[389] Nesefî, Medârik, HI/338.
(Krş. Muhammed ibn Ebî Bekr er-Râzî, Es'ile ve Ecvibe, 1/106).
[390] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/98-103.
[391] Bu ifadeler ya bu kitabı
istinsah eden biri tarafından veya yazarın öğrencilerinden biri tarafından
yazılmış olabilir. Yazara ait değildir. (Müt.)
[392] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri,
Ravza Yayınları: 1/105-106.