KUR' AN’I KULLAR ANLAYAMAZ MI?
Bismillahirrahmanirrahim
Değerli okuyucumuz,
Kur'an yolunun yolcusu. Bu eseri okumaya başlamanızdan anlaşılıyor ki, siz
İslâm'ı öğrenmeye talip bir fertsiniz. Yolunuz, niyetiniz mübarek olsun, sizi
kutluyoruz.
Biliyorsunuz, Allah-u
Teâlâ bir ayeti kerimesinde; "Kur'an'ı ve hikmeti indirdik" diye
buyurmaktadır. Onun vahy ile gelen ayet ve hikmetlerini nasıl öğrenir ve
anlarız? Elbette düzenli bir şekilde tahsil yapmakla anlarız.
Ne hikmettir bilinmez,
günümüzde Allah'tan gelen vahye fazla önem verilmiyor. Verilse de, Kur'an
tefsirleri biraz ağır yazıldığı için, herkes faydalanamıyor.
Bir yahudi oyunu söz
konusu. îslâm aleminde şöyle yanlış bir inanış hakimdir; "Kur'an'ı
Allah'tan başkası anlayamaz." Halbuki bizim anlayamayacağımız Kur'an'dan
Allah bizi sorumlu tutar mı? Elbette tutmaz. Zira, Allah-u Teâlâ Kur'an'ı
Kerim'de "Kur'an'ı anlayasımz diye kolaylaştırdık, düşünen yok mu?"
(Kamer/17) diye buyurmaktadır. Demek ki, bizim anlayacağımız bir eserdir
Kur'an. En azından, anlayamadığımız yerleri olsa da, anladığımız yerler anlayamadığımızdan
fazla olur. Yani Kur'an'ı anlayamazmışız diye, Kur'an tahsilinden yıllarca
geride kaldık. Bundan sonra bu anlayışa son vererek bütün ayetleri tek tek elden
geçireceğiz inşallah. Bunu hep beraber yapacağız.
"Okuyorum...
Okuyorum Kur'an'ı anlayamıyorum." Ya da şu sözü söyleyeni de çok
duymuşumdur, "Kur'an-ı Kerim aynı değil mi, neden çeşit çeşit Kur'an
tefsiri yazılıyor?
Kur'an ilmini bilmeyen
insanın şaşırması, şok olması hatta bunalıma girmesi de normaldir. Kur'an
ilmini bilen için farklı yorumlar, Kur'an'ın derinliğidir. Hikmetli ve yüksek
değerdeki şeyler hemen bir çırpıda anlaşılamaz. Bunu anlamak için biraz zaman,
biraz yorulmak, biraz da öğrenme aşkı ister. Sonra da islâm'ı Öğrendiğimiz
kadarıyla onu yaşamak ister ki, Kur'an bize kapılarını açsın. Çok ilginçtir,
İslâm'ı yaşamayanlara, Allah Kur'an'ın kapısını açmıyor. Manevi bir anahtarla
kitlediği Kur'an kapısını iyi niyetli kullarına açıyor. Çonkü; "Kur'an'da
Öyle ayetler vardır ki, okudukları zaman müsiümanın imanını, kâfirin de küfrünü
artırır." Neden peki? Apaçık ortada olan birşey var, o da şudur; demek ki
aynı ayetleri kâfirle müslüman, farklı manalarda anlıyorlar. Bu da normaldir
tabi. Çünkü; birisi manası kendisine kilitlenmiş haliyle okuyor, öteki de
Allah'ın lütfuyla açık olarak okuyor. Tabiki anlamlarını farklı anlayacaklar.
Sanıyorum mesele anlaşılmıştır.Sonuçta Kur'an'ı kul anlayamaz diye birşey yok.
Anlayamadığı yerler vardır.
Elinizdeki tefsir, şu
anda (20.9.'94) yaşamakta olan Ebubekir Câbir el-Cezâirî'nindir. Bu zat
Medine'de Peygamber Efendimizin camisinde vaaz etmektedir. Kendisi yıllarca
üniversite hocalığından ve vaazlıktan elde ettiği ilmî tecrübeler sonucu bu
tefsiri hazırlamıştır.
Tefsir demek; genel
manasıyla yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini çeşitli açılardan izah
etmek demektir Bunu hepimiz biliyoruz. Öyle ise kıyamete kadar tefsire ihtiyaç
olacağı açıktır. Çünkü Kur'an her zamana, her şarta ve her duruma göre ölçüler
koymuştur. Bu hükümlerin ve haberlerin insanlığa ulaştırılması ise, tefsirler
vasıtasıyla olmaktadır.
Bu durumda tefsir
kitaplarından yararlanırken iki noktayı her zaman gözö-nünde bulundurmalıyız.
1-
Okuduğumuz tefsir ne zaman ve hangi şartlarda yazıldığı
2-
Yararlanmak istediğimiz tefsiri diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir?
Sizlerin istifadesine
sunduğumuz bu tefsir birinci noktada günceldir ve bizlerin içinde bulunduğu
şartlarda hazırlanmıştır, ikinci noktada ise halen yaşamakta olan ve îslâm
toplumunun problemleriyle iç içe olan bir âlim tarafından yazılmıştır.
Dolayısıyla ihtiyacımıza cevap verme özelliğine sahiptir.
Yazarın önsözünü
okuduğunuzda kendi tefsirinin özelliklerini madde madde sıraladığını
görürsünüz. Ancak okuyucunun daha fazla yararlanması bakımından tefsirdeki
tertibi anlatmak faydalı olacaktır.
Tefsir önce ayetlerin
orjinalini veriyor. Arkasından bu ayetlerin Türkçe anlamlarım okuyucuya
sunuyor. Daha sonra sözlük bölümünde, ayetlerde geçen belli başlı kelime ve
deyimlerin manalarını açıklıyor. Bunun arkasından ayetlerin genel olarak izah
edilmelerini açıklama bölümünde veriyor En sonunda da o bölümdeki ayetlerden
elde edilen ölçüleri sonuç bölümünde maddeler halinde sıralıyor.
Tefsir bu şekliyle
gerçekten de okuyucu tarafından en kolay anlaşılır bir hale getirilmiş oluyor.
Bu kolay hazırlanışına rağmen tefsirin çok daha verimli olmasını sağlamak için
tefsir ilmiyle alakalı Özlü bir bölüm ekledik. Okuyucunun tefsiri okumaya
başlarken ön sözlere ve tefsir usulü bölümüne dikkat etmesinde yarar vardır.
Kısacası, halktan her
kesimin anlayabileceği bir tefsir çıkardık. Hiç kimse; "Ben
anlayamam" diyemeyecek. Bu Allah'ın hepimize birer lütfudur. İnşallah bu
lütfü hep beraber değerlendiririz.
Ya Rabbi! Bizleri
böyle bir tefsir çıkarmağa muaffak kıldığın için sana şükürler olsun...
Bizlere amellerimize göre değil, lütfunla muamele et. Çalışmalarımızı kabul
eyle, hatalarımızı affeyle. AMİN.[1]
Tefsir ilmi: Cenabı
Hakk'ın kelamından Allah ve yaratıkları için ne gibi haber ve ölçüler
koyduğunu güç nisbetince anlamaya çalışmaktır. Buna göre kainatta hiç bir şey
yoktur ki tefsir ilminin içine girmiş olmasın. Kur'an, yaş ve kuru her şeyin
apaçık olan kitapta bulunduğunu haber vermektedir.[2] Ancak
kitapta olanların hepsi de aynı açıklık oranında değildir. Kimisi genel
zikredilmiş, kimisi tek olarak anlatılmış, kimisine işaret edilmiş, kimi mana
sonucu itibariyle yer almış, Kimine de sadece bir zamir yeterli olmuş. Bazıları
bir sûre olarak detaylı anlatılmış bazıları da bir harf ile yer almış. Kimisi
bir sayfa tutarken kimisine bir hareke kafi gelmiş. Bazısına ayet genel işaret
ederken hadisle detaylan-dınlmış. Bazısına da bizzat ayet ayeti açıklama
yoluyla izah getirilmiş. Kısaca bu kitapta herşey kendi kıymetince yerini
almış. Bize düşen onları bulup çıkarmak ve istifade etmektir. İşte ayetlerin
ruhuna, şekline, manasına, zaman ve şartlarına dalıp da aradığını bulmak için
yine Kur'an'ın ortaya koyduğu kaidelerden yararlanmak gerekiyor. Buna metod
veya usul denir. Okuduğumuz bir tefsirden en üst seviyede yararlanabilmek için
Kur'an'ın ortaya koyduğu bu metod-lan devamlı gözönünde bulundurmalıdır.
Tefsir ilmi ve usulü
diye pek çok kitaplar yazıldı. Şüphesiz hataları bir kenara koyarsak hepsinden
de istifade edilmektedir. Ancak bu tefsir metodu kitapları detaylı yazıldığı
için normal bir tefsir okuyucusuna pek fazla yarar sağlayamıyor. En azından
okuyucu onları uzun uzun okurken sıkılıyor. Sıra tefsir okumaya gelince zaten
kapasitesi dolmuş oluyor. Diğer taraftan tefsir metodlarında-ki kaide çokluğunu
da her zaman hatırında bulunduramıyor. Dolayısıyla tefsirini okuduğu herhangi
bir ayeti kerimede takıldığında çözüme ulaşamıyor. Veya yanlış sonuca varıyor.
Bütün bunları gözönünde
bulundurarak tefsir okuyucusuna yardımcı olmak istedik. Bunu yaparken okuyucuyu
aynı zorluklarla karşı karşıya bırakmamak için vahyin özünü kavrayacak
kaideleri özlü bir şekilde ortaya koymak gerekirdi. "Kur'an'ın
anlaşılmasında yüz esas" diye bizim bir çalışmamız vardı, İyi bir çalışma
olmasına rağmen henüz kitap olarak başaramamıştım. Bu çalışma bir bakıma usulü
fıkıh, bir bakıma da usulü tefsir niteliğinde bir araştırma ürünüdür. Bu
çalışmamız da vahyin yine vahiyle izah edilmesi gerektiğini delilleriyle ortaya
koymuştuk. Kitap ve sünnet ikilisinden meydana gelen vahiy Ölçülerinde herhangi
bir ihtilaf ve yanlışlık olmaması ancak vahyi vahiyle tefsir etmekle mümkündür.
Çünkü yüce mevlamız buyuruyor ki "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Elğer
Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok
ihtilaf bulurlardı."[3] Evet
vahiy Allah katından olduğu gibi, onun tefsiri de yine onun katından gelen ayet
ve hadisler ışığında olmalıdır. İnsanın heva ve hevesi o kitabın tefsirine
girmemelidir. Aksi taktirde o tefsirde pek çok tutarsızlıklar olacaktır.
Tefsir yazarlarını ve
fıkıh kitabı yazarlarını hatasızdır diye düşünmek en büyük hatamızdır. Çünkü
sadece Allah'dan gelende hata ve tutarsızlık olmaz. Bunun dışındaki her sözde
hata söz konusudur. Tabii peygamberler de Allah'tan alıp söyledikleri ve
yaptıkları için sünnet de vahiy sonucu olduğundan, onda da hata ve tutarsızlık
bulunmaz. Özetle söylemek gerekirse Kur'an ve sünnette hata olmaz ama bizim
onları anlamamızda hata ve tutarsızlık olabilir. Hataları en aza indirmek ancak
Kur'an ve sünnete uygunluk arzettiğimiz oranda olur. Onlardan uzaklaştıkça da
hatalarımız çoğalır. Öyle İse okuyucu tefsir yazarının hatalarım normal
karşılamalıdır. İnsanın özelliğidir diye kabul etmelidir. Fakat o hataları
kabul etmemelidir. Gerçi biz hataları not düşmeden düzeltmeye çalıştık. Bunun
sebebi okuyucunun iki şey arasında şaşırıp kalmasını engellemektir.
Biz "Kur'an'ın
anlaşılmasında yüz esas1' adlı araştırmamızı özetle buraya koyduk. Bu
çalışmadaki yüz esası beş esasa indirerek okuyucunun zihninde devarnlı
kalmasını hedefledik. Denilebilir ki yüz madde nasıl oldu da beş maddede
toplandı? Şunu söyleyeyim ki beş değil bir tek kaide ile de o yüz esası izah etmek
mümkündür. Nitekim biz o çalışmada zihinsel bir egzersiz olsun diye o yüz esası
Önce yirmi ile, sonra beş ile, en sonunda da tek kaide ile dahi diğer kaideleri
içine aldığını gösterdik. Bu uslub Kur'an'ın bir özelliğidir. Yani Kur'an'ın
tamamını yine bir sûre içerdiği gibi, bir ayet ve hatta bir kelime dahi
Kur'an'ı kapsamaktadır. Onun için vahiy ancak vahiyle tefsir edilebilir
diyoruz. Madem tek ayet veya tek sûre ve hatta tek bir kelime Kur'an'ı içeriyor
da, Allah haşa boşuna mı Kur'an'ı indirdi? diye bir soru da sorulabilir. Hayır
boşuna değildir. Allah boş işlerle meşgul olmaktan beridir. Kur'an hem alime
hem cahile, hem cinlere hem insanlara hitap etmektedir. Onun için her guruba
ve her şahsa adeta kendi anlayacağı kapasitede hitab etmektedir. Ta ki hiç
kimse "Benim aradığım Kur'an'da yoktur. Kur'an bana hitab etmiyor"
demesin, İşte Kur'an'ın bir mucizesi de budur. Biz aslında bu mucizeye işaret
etmek için o çalışmayı yapmıştık. Biraz sonra kaideleri, hangi ayetlerden
çıktığım ve diğer ayetleri nasıl tefsir ettiğini gördükçe konuyu daha iyi
kavrarız inşallah. Uygulama örneklerini en çok dikkat çeken ve anlaşılması
zormuş gibi olan ayetlerden vereceğim. Geri kalan ayetleri anlamak çok daha
kolay olacaktır.
Önce kaideleri topluca
görelim daha sonra bunları tek tek uygulayalım.
1- Tevhid
2- Nübüvvet
3- Fıtrat
4- İllet
5- Adalet.
1- Tevhid:
Bu kelime İslâm'ın kainata vurduğu bir mühür ve slogandır. Her eşyada Tevhid-i
görebilirsiniz. Cenabı Hakk'ın zatı ve onun dışındaki varlık hep tevhid esasını
ortaya koyar. İnsan bu esası tam kavrayabilse, her şeyin izahım buna
dayandırarak yapabilir. Tevhid esası sırların anahtarını insana, cine ve meleklere
bahsetmiştir. Ancak kaç kişi anahtarının farkındadır? Veya farkında olanların
kaçı Tevhid esasını her alanda tatbik edebiliyor? Burası ayrı bir konudur.
Tevhid denilince genel
olarak aklımıza gelen; Allah'ın bir olduğudur. Sayısal olarak iki veya daha
fazla yaratıcının olmadığını anlıyoruz. Bu anlayış doğrudur ama noksandır.
Çünkü Tevhid'in manasında daha anlaşılması gereken pek çok anlam vardır.
Bunları genel olarak sıralamak istiyorum.
Tevhid:
1- Allah'ın
zatı bir demektir.
2- Onun eşi
ve benzeri yoktur. O tekdendir.
3- Allah
zatında hiç bir yaratığa benzemediği gibi fiillerinde ve sıfatlarında da
benzemez. O her durumda eşsiz ve tektendir.
4- Kainattaki tüm varlık ona bağlılıkta birlik
ve bütünlük açısından Tev-hid'e bağlıdır.
5- Varlık alemindeki her şeyin birbirleriyle olan
ilişkilerindeki denge ve uyumluluktada Tevhid esastır.
İşte Kur'an'da tekrar
tekrar vurgulanan LaİIahe İllallah kelimesinin açılımı budur. Ayetlerin
tefsirinde Tevhid esasından yararlanırken yukarıdaki anlayışı her zaman pratiğe
uygulamalıyız, örneğin şu ayeti kerimeye bir göz atalım.
"Kadınlardan,
oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan,
davarlardan ve ekinlerden gelen zevkler insanlara süslü gösterildi. Bunlar
sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın indindedir.[4]
Ayeti kerimeyi, Cenabı
Hakk'ın kelam, ilim, yaratıcı ve kudret sıfatlarında-ki Tevhid, birlik ve
bütünlük esasından yararlanarak tefsir etmeye çalışalım.
Yazımızın başında
demiştik kî; Kur'an öyle bir mucize ki, bir suresi tamamını izah edebildiği
gibi, bir ayeti ve hatta bir kelimesi dahi Kur'an'ın tamamını kapsamaktadır. Bu
tevhidin bir olgusu ve gücüdür. İşte bu ayette de ayetin baş tarafı hem ayetin
tamamını, hem Cenab-ı Hakk'ı ve hem de tüm yaratıkları anlatmaktadır.
Dolayısıyla bir cümle olan Kelamullah, bir kitab olan Kur'an'ı ve Kur'an'ın bir
açılımı olan tüm varlığı tefsir etmektedir.
Bakınız ayeti
kerimenin arapçası şöyledir.
"Züyyine linnasİ
hubbuş şehevati......" (İnsanlara zevkler süslü gösterildi.)
İnsanlar sözcüğüyle
kadın ve erkeği zikreden Allah, bu iki çifte, sırasıyla daha nelerin
sevdirildiğini sayarak detaya inmektedir. Aslında ayet bu kadarla kalsaydı
biz, sevdiğimiz her konuyu ve varlığı bu ayeti kerimeyle izah edebilirdik.
Ancak Cenabı Hak iyice kolaylaştırarak sevdirilenlerin başında gelenlerden bir
kaçını da sayarak bizlere detaylı bir bilgi sunmaktadır.
Cenabı Hakk'ın
hikmetine bakın ki, o detaydan neler neler anlatmış oluyor. Örneğin
sevilenlerin başında kıymet açısından kadının geldiğini anlıyabiliyoruz. çünkü
kadın bir kere insan kelimesiyle, bir defa da kıymetinden dolayı ayrı olarak
zikredilmektedir.
İşte bu ayeti Tevhid
esasına göre tefsir etmeyip de rasgele hüküm versek, o zaman hem Allah'ın
kelamından yanlış mana çıkarmış oluruz, hem de Allah'a ve onun kullarına karşı
zulmetmiş oluruz.
Peki nasıl bir yanlış
anlama olabilir ki? diye akla gelebilir. Bakınız ayeti kerimeyi bir kere daha
tamamını okuyunuz. İlk olarak Allah'ın kadınları insan olarak saymadığını,
aksine hayvan ve eşya gibiymiş şeklinde değerlendirdiğini anlıyabilirsiniz. Bu
anlayış tabii ki doğru değildir. Çünkü o sayılanların arasında oğullar da
vardır. Oğullar erkek olduğuna göre erkek hem insan hem hayvan
sa-yılamıyacaktır. Öyle ise orada hayvan ve eşyaların arasında sayılan oğullar
hayvan olmadığına göre en başında kıymetine işaret edilen kadınların hayvan
veya eşya gibi değerlendirilemiyeceği daha net olarak anlaşılmış olur.
Fakat bazıları böyle
yanlış bir anlam da çıkarabilirler diye özellikle örneklerimin ilkine bu ayeti
kerimeyi aidim.
Yanlış anlayanlar
çıkar mı ? diye düşünmeyin. Çıkar çıkar. Nitekim bir gün bana hanım
yazarlarımızdan birisi telefon ederek bir hanımın şikayetlerini sıraladı.
Şikayetten daha çok sitem doluydu. O hanım kardeşimiz Allah'ın, kadınları insan
saymadığım hayvan ve eşya gibi değerlendirdiğini söylemiş ve işte tefsirinin
bir kısmını vermeye çalıştığımız bu ayeti kerimeyi göstermiş. O da ne
söy-lemişse pek tatmin olmamış. Konuyu yazıhanede kendisine izah ettikçe bu
defa sitemlerin yerini sitayişler, Allah'a karşı şükürler ve kendi noksan
anlayışına da hayıflanmalar aldı.
Bir de şu ayeti
kerimelere bakalım.
"Eğer dileseydik
her nefse hidayetini verirdik. Fakat mutlaka cinlerden ve insanlardan bir
kısmıyla cehennemi dolduracağım sözü benden çıkmıştır.''[5]
"Eğer Rabbin
dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları
inanmaları için zorlayacaksın?"[6]
Bu iki ayeti kerimeyi
ve bunlara benzer olan hidayetle ilgili diğer ayetleri ilk okuduğumuzda sanki
Allah haşa bazı insan ve cinleri zorla imana getirmiş, bazılarını da zorla
imansız bırakıp ebedi cehennemlik kılmış gibi anlaşılıyor. Bu anlayışın tamamen
zanna dayandığım ve gerçekle hiç bir alakasının olmadığını Cenabı Hak şöyle
haber veriyor.
"Müşrikler
diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ortak
koşmazdık. Hiç bir şeyi haram yapmazdık. Onlardan önce yalanlayanlar da Öyle
demişlerdide nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda biz çıkarıp
gösterebileceğiniz bir bilgi var mı? siz sadece zanna uyuyorsunuz. Ve siz sadece
saçmalıyorsunuz.”[7]
Dikkat ediniz ilk iki
ayetteki yanlış anlamaları Cenabı Hak bir saçmalama ve körü körüne zan peşinde
koşma olarak haber veriyor. Çünkü o ayetler yanlış anlaşılınca suç insan ve
cinlerden kalkıp Allah'a yükleniyor. Bununla da kalmayıp Allah zalim oluyor.
Öyle ya hem adamın hidayetini zorla engelle hemde arkasından niye kafir oldun
diye cehenneme at. Önceki müşrikler de daha sonra gelecekler de hep böyle
yanlış anlamış ve suçu Allah'a yamamı şiardır. Daha da ileri giderek Allah'a
zalimdir diye isyan etmişlerdir.
Oysa Cenabı Allah hem
bu ayetlerde hem de hidayetle ilgili tüm ayetlerde hiç kimseyi zorlamadığını,
dinde zorlamanın sözkonusu olmadığını haber veriyor. Demek istiyor ki: Ben
eğer zorlasam herkes zorla iman edebilir. Hiç kimse benim gücümün karşısına
çıkamaz. Yine zorla hidayeti engellesem bu defa da hiç kimse imana gelemez.
Ancak adalet prensibi bütün bu zorlamaları kabul etmez. Her kul kendi
yaptıklarını hiç bir zorlama olmadan kendi iradesiyle yapar. Tabii ki sonucuna
da katlanacaktır. Allah ne mü'mini zorla mü'min eder, ne de kafiri zorla
küfürde tutar. Sadece adaleti gereği herkesi iradesinde serbest bırakır.
Dikkat ederseniz
hidayetle ilgili ayetler çok defa tıpkı yukarıdaki müşriklerin anladığı gibi
saçma ve zanna dayanarak anlaşılmaktadır. Ancak tefsir usulünün adalet
prensibi en doğru ve kolay bir şekilde izah etmektedir. Bu prensip, Kur'anda
adaleti emreden tüm ayetlerden ve Allah'ın adil sıfatının sonucu olarak elde
edilmiştir.
Bir örnekte genel
olarak ibadetleri emreden ayetlerden vermek istiyorum.
Kur'an-ı Kerim namaz,
oruç, hac, zekat, cihat v.s. pek çok emirler vermekte ve bir çok haramlar koyup
onlardan saknıdrrmaktadır.
İnsanoğlu bu emir ve
yasakları doğru anlayabildiği oranda o ölçülere uymakta ve önem vermektedir.
Bunların da ne kıymeti var ki diye düşündükçe de kendi nefsine göre ölçüler
koymaktadır. Bu ibadetlerin sırrını o beş esasın her biriyle izah
edebileceğimiz gibi en kolay olarak "Fıtrat" esasıyla
açıklayabiliriz.
Cenabı Hak şöyle
buyuruyor:
".....Allah'ın
fıtratı ki, insanların o fıtrat üzere yaratmıştır..."[8]
Fıtrat kanunu demek özetle yaratıkları birlik ve bütünlük kanunu demektir.
İnsanoğlundaki sırlar, Allah bilgisi ve kainattaki birlik ve uyuma ulaşma
kalitesi bu ibadetlerle mümkün olmaktadır. Çünkü bu şekilde yaratılmıştır.
Fıtratın Ölçüleri budur. Siz bu ibadetleri yaptıkça Tevhidi uyuma gidiyorsunuz
ve Allah'ın sıfatlarının mana itibariyle tecelli noktası olduğunuzu
anlıyorsunuz. Kainatın bir özeti olduğunuzu ve Kur'an'ın sizin kalbinizde
programlı olduğunu farkediyorsunuz. Artık bu duruma gelen insanın hayat tadına
doyulmaz. O her an ayrı bir lezzet ve zevk içerisinde saniye içerisinde
asırları yaşar. Bütün bunlara topluca marifetullah denilmesi meşhur olmuştur.
İşte ibadetlerle ilgili
tüm ayetlerin tefsiri de özetle budur.
İsterseniz bunları
illet prensibiyle de tefsir edebilirsiniz. Yani kolayınıza böyle gelebilir.
Yoksa her ayet o beş prensip ile ayrı ayn tefsir edilebilir. Yine o beş
prensipten yanlız biriyle de Kur'an'ın tamamını tefsir edebilirsiniz. Dolayısıyla
daha fazla örnek vermek istemiyorum.
Onun için okuduğumuz
bir ayeti kerimeyi hemen ilk ve dar anlamıyla sınırlamayalım. Açabildiğimiz
kadar anlayışımızı açalım. Göreceğiz ki Kur'an ayetleri birbirini tefsir
ediyor ve bir ayet dahi tek başına Kur'an'ı izaha kafi gelir. Anlamıyorsak
kabahat bizde. Anlıyanlar nasıl anlıyor şeklinde düşünerek sürekli okumalı ve
kendimizi yetiştirmeliyiz. Ya rabbi beni ilim ve amel açısından fazlalaştır.
Bütün okuyucu
kardeşlerime hayırlı ilim ve hayırlı ameller niyaz ederim.
Ziya ERYILMAZ[9]
Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Allah-u Teâlâya
mahsustur.
Allah'a hamd ederiz ve
ondan yardım isteriz. O'ndan af diler ve nefislerimizin şerlerinden ve
amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız.
Şehadet ederim ki,
Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir. O'nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet
ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Onu kıyametin önü sıra hak ile
müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah'a ve elçisine tâbi olursa
doğru yolu bulur. Kim de Allah'a ve RasûlÜne isyan ederse, ancak kendi nefsine
zarar verir. Allah'a asla zarar veremez.
Muhakkak ki, sözün en
doğrusu Allah'ın kitabıdır; yol gösterenlerin en hayırlısı da, Muhammed
(s.a.v.)'dir. İşlerin en şerlisi sonradan dine sokulandır. Dine sonradan
sokulan her şey bidattir ve her bidat da sapıklıktır.
Bu, Allah-u Teâlâ'mn
kitabı olan Kur'an-ı Kerim için özlü bir tefsirdir. Bugünkü müslümanların
Allah'ın kelâmını anlamaya olan ihtiyaçlarını gözönünde tutarak bu tefsiri hazırladım.
O Allah'ın kitabı ki,
müslümanların anayasalarının kaynağı ve hidayetlerinin yoludur. O kitap onları
heva ve heveslerinden koruyucu ve hastalıklara karşı onlara şifa vericidir.
Allah-u Teâlâ şöyle
buyuruyor: "Biz, Kur'an ile, mü'minlere şifa ve rahmet olan şeyi
indirdik..." (İsra sûresi, ayet: 82)
"Hepiniz Allah'ın
ipine sarılın; ve aranızda tefrika çıkarmayın..." (Ali Imran sûresi, ayet:
103 )
Diğer bir ayette ise
buyuruyor ki: "... Size Allah tarafından bir nur ve apaçık bir kitap
gelmiştir. Allah, o Kitap ile rızasına uyanları selâmet yol larına ulaştırır ve
onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola
götürür." (Maide sûresi, ayet: 15-16)
Bu tefsiri yine
bugünkü müslümanların Allah'ın kitabını okuma, anlama ve onunla amel'e rağbet
etmelerine yönelik hazırladım. O rağbet ki, birkaç asırdan beri müslümanlarda
olmadı. Çünkü Kur'an dirilere değil ölülere okunur oldu. Kur'an'ı tefsir etmek
hatalardan bir hata ve günahlardan bir günah, diye itibar edilir oldu. Çünkü: "Kur'an'i
doğru tefsir etmek hata, yanlış tefsir etmek İse küfürdür!" sözü
müslümanların arasında ayyuka çıkmıştı.
İşte bunun için hafız:
"Şüphesiz ki, mescidler Allah'ındır. Allah ile birlikte hiç kimseye
ibadet etmeyin!" (Cin sûresi, ayet: 18) ayetini devamlı okuduğu halde,
insanlar mecsidin bir kenarında defnolunmuş velinin türbesinin etrafında en
yüksek sesleriyle: Ey efendim, ey efendim, şöyle böyle, diye ona yalvarırlar.
Hiç kimse de: Ey
kardeşlerim, bu zata yalvarmayın! Çünkü Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
"Şüphesiz ki, mescitler Allah'ındır. Allah ile birlikte hiç kimseye ibadet
etmeyin!" demeye cesaret edemez.
Yine hafız;
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir"
ayetini okur, onu dinleyenler duyarlar, buna rağmen, ayet-i kerimenin Allah'ın
indirdikleriyle hükmetmeyi terkedenlerin küfrünü apaçık beyan ettiği hiç
hatırlarına gelmez. Müslümanların çoğunun, İslâm şeriatiyla hükmetmeyi
terke-dip, Doğu'dan ve Batı'dan getirilmiş kanunlarla hüküm verdiklerinden
dolayı bu küfrün batağına düştüklerini de aklına getirmezler.. İşte böyle,
Kur'an ölülerin üzerine okunur, hayatta hiç bir fonksiyonu olmayan diriler de
onu dinlerler. Fakat günlük hayatta eseri görülmez.
Bugünkü îslâmi uyanış
gözönünde bulundurularak tefsir kolay ve anlaşılır bir şekilde hazırlanmıştır.
Allah'ın, kelamından murat ettiği mana bugünkü müs-lümanın anlayışına
yaklaştırılmaya çalışılmaktadır.
Bu tefsirde,
nefisierdeki takva melekesi ortaya çıkarılmakla, inanç esasları beyan edilmekte
ve zaruri olan fıkhi hükümler açıklanmaktadır. Faziletler sev-dirilmekte,
rezilliklere karşı ise buğzetme istenmektedir. Farzları yerine getirme teşvik
edilirken, haramlardan kaçındırılmaktadır. Bütün bunlar Kur'an ahlâkının bir
araya toplanıp Rabbani âdaplarla süslenmesiyle yapıl maktadır.
Bu şekildeki bir
tefsiri yazmak için seneler içerisinde defalarca teşebbüste bulundum. Peygamber
Efendimizin Mescidinde (Mescid-i Nebevi'de) benim tefsir derslerimi dinleyenler
de, benden çok defa müslümanlar için kolay anlaşılir ve Cenab-ı Allah'ın
kelâmını anlamayı kolaylaştırıcı bir tefsir yazmamı isterlerdi.
Ben, bazı kere bunu
vaad ediyor, bazen de kaçınıyordum. Bu durum, tefsir derslerini üç defa
tamamlayıp dördüncüyü de bitirmeye yaklaştığım zamana kadar devam etti. Bu
sırada ben, korku ile ümit arasmdaydım...
Ve Cenab-ı Hakk'ın
dilemesiyle bir gün, Hicri 1406 senesi, Muharrem ayının sonlarına doğru,
muhterem arkadaşım Dr. Abdullah bin Salih el Abiyd ile oturuyordum. Bu zat
İslâm Üniversitesi'nin reisidir. Bana şöyle söylemesi adeta ilham olundu:
"Keşke Celaleyn gibi bir tefsir yazsan da lisede ve hadis bölümünde
Celaleyn yerine o tefsir okutulsa... Hazırlayacağın bu tefsirde de sahabe ve
tabiin'in akidesine riayet etsen. Bu akide konusunu Celaleyn işlemediğinden,
faydadan çok zarar vermektedir..." Böyle bir tefsir yazmak için içimde
istek uyandı ve netice olarak, Allah'ın izniyle bunu yapacağımı kendisine
söyledim.
İşte bu söz üzerine
Cenab-ı Allah'tan yardım diledim, hazırlandım ve aynı yılın Recep ayının
başlarında tefsiri yazmaya başladım.
Yüce Allah'tan bu
tefsiri benden rızasına uygun olarak kabul etmesini, O'nu tanımayı arzu ederek
okuyan bütün müslümanlara da, bu tefsirden istifade etmelerini nasib etmesini
diliyorum. Ta ki Rablerini tanısınlar ve O'nun rızasına uygun hareket edip,
muhabbetine ersinler... O'nun razı olmadığı, gazaplandığı bilip kendisinden
korkarak, gazabını çekecek şeylerden sakınsınlar...
Müslüman evlerinden
hiç birisi hariç olmamak üzere, kadm-erkek her müs-lümanda olmasını arzu
ettiğim bu tefsirin özellikleri şunlardır:
1- Ne
tatsızlık verici bir şekilde çok kısa yazılmış, ne de sıkıntı verecek kadar
uzatılmıştır. İkisi arasında orta bir yol takip edilmiştir.
2- Akide konusunda, Cenab-ı Hakk'ın isimleri ve
sıfatları meselesinde sahabe ve tabiin'in yoluna uyulmuştur.
3- Fıkhi
hükümlerde dört mezhebin haricine çıkmamaya riayet edilmiştir.
4- Olay
ister doğru olsun ister olmasın, tefsirde israiliyata yer verilmemiştir. Ancak
ayet-i kerimenin anlaşılması için nakledilmesi gerekli olan ve "israil
oğullarından anlatın, herhangi bir sakınca yoktur" hadis-i şerifinin
cevaziyla nakledilmiştir.
5- Tefsiri
ihtilaflar zikredilmemiştir.
6- Ayetin
manasında müfessirlerin ihtilaf ettiği yerlerde İbn-i Cerir et-Ta-beri'nin
tefsirindekı görüş tercih edilmiştir. Fakat bazı ayetlere getirdiği, bir kısım
açıklamaları almamışımdır.
7- Tefsirde
gramer, belagat ve arap şiir ve yazılarından birtakım delillerin zikrine yer
verilmemiştir.
8- Kıraat
çeşitleri arzedilmemiş, ancak ayetin manasının açıklanması o kıraat çeşidinin
zikrini zaruri kılıyor ise, bu takdirde nadiren bazı kıraatlar belirtilmiştir.
Hadis-i şeriflere gelince; sadece sahih ve hasen olanlarla sınırlı kalıp, diğerlerini
almadım. Onun için de hadislerin kaynaklarını ayrıca belirtmedim. Yalnız bazı
hadislerin kaynaklarını yazdım.
9- Bu tefsirde, ayetler hakkında ileri sürülen
görüşlerin hepsi zikredilme-miştir. Bu görüşler çok olmuş olsa bile. Bilakis,
sahabe ve tabiin'den olan mü-fessirlerin çoğunluğunun görüşünün mana bakımından
tercihine riayet edilmiştir. İşte bu özellikler üstün vasıflardır. Bütün
müslümanların sağlam ve dosdoğru bir İslâmi fikir üzere biraraya toplanmaları
ihtiyacından dolayı bu şekilde hazırlanmıştır.
10- Allah'ın
kitabını okumak, öğrenmek, öğretmek ve onunla amel etmenin müslümanlara kolay olmasını
arzu ederek, bu tefsirin sıraladığım özelliklerde olmasına riayet ettim.
Müslümanların Allah'ın rızasını kazanmaları, hayatlarını inanç, ibadet, ahlâk
ve hükümler açısından onun kelâmına göre yönlendirmeleri için bu tefsiri böyle
kolay hazırladım. İşte bunun için, zihinleri karıştırabilecek her şeyden ari ve
saf olarak yazdım. Yine amelden yüz çevirtip mücadele ve münakaşalara
sevkedebilecek şeylere de bu tefsirde yer vermedim.
İşte bunun için,
tefsiri muntazam dersler şeklinde düzenledim. Bazen bir ayeti ders olarak tayin
ettim ve kelimelerini açıkladıktan sonra manasını açıkladım. Daha sonra da
inanç ve amel bakımından ayetten elde edilen sonuçları zikrettim.
Ve bazen de iki ayeti,
üç ayeti, dört ve beş ayeti bir ders olarak aldım. Beş ayetten fazla ders
yapmadım; ancak çok nadir olarak oldu. Bu da konu ve mana bağlantı ve
devamlılığını sağlamak için olmuştur.
Ayetleri Hafs'ın
kıraati üzere ve mushaf hattına göre yazmış ve harekelemi-şimdir. Şüphesiz ki
böylece, önce müslümanların ayetleri okumasını arzu etmekteyim. Ayetleri
ezberleyinceye kadar okuduktan sonra kelimelerin manalarını anlayıncaya kadar
onlara çalışsınlar. Arkasından ayetlerin manalarını iyice anlayıncaya kadar
tekrar-tekrar okusunlar. Daha sonra da amel etmek için ayetlerin sonuçlarını
okumalarım arzu etmekteyim.
Neticede Allah'ın
Kitabı'nı ezberlemek, onu anlamak ve onunla amel etmek bir araya gelmiş
olacaktır. Böylece müslümanlar yükselir, mükemmelleşir ve mutlu olur,
inşaallah.
Peygamber Efendimiz
bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Cenab-ı Allah,
bu Kur'an ile bazı kavimleri yükseltir ve bazılarını da alçaltır. Kim onu güzel
bir niyetle okur, ezberler, manasını anlar, onunla amel eder ve başkalarına
öğretirse, gökyüzünde yüceltilerek anılır."[10]
Başka bir sahih
hadis-i şerifte de Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Sizin en
hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğreteninizdir."
Ya ilahi, beni ve
diğer mü'minleri bu hayrı başaranlardan kıl ki senin kitabını öğrensin ve
öğretsinler! Ya Hayyu ve Ya Kayyum! Ve son olarak: Yüce Allah'ın kelâmı için En
Kolay Tefsiri[11] diye isimlendirdiğim bu
tefsirimi okuyan kadın erkek-her müslümanın bana dua etmesini ve bana karşı
merhametli olmasını rica ediyorum. Bu benim onlar üzerindeki bir hakkımdır. Ey
Allah'ım, bu görevi yerine getirebilmesi için okuyucuyu başarılı kıl! Beni ve
onu bağışla! Bana, okuyucuya ve kadın erkek diğer mü'minlere merhamet et!
Son duamız ise:
Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Salât ve selâm da Peygamberimiz olan Muhammed
(s.a.v.)'in üzerine, onun aile mensuplarına, onun
arkadaşlarına ve bütün
mü'minlerin üzerine olsun...
Rabbinin rıza ve
affını uman,
Ebubekir Câbir
el-Cezâiri
17 Ramazan 1406
(hicri), Medine-i Münevvere[12]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/7-8.
[2] En'am Suresi 59.
[3] Nİsa Suresi ayet: 82.
[4] Âli İmran Suresi ayet: 14.
[5] Secde Suresi ayet: 13
[6] yunus Suresi ayet: 99.
[7] En'am sûresi ayet 148.
[8] Rum sûresi ayet: 30.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/9-15.
[10] Müslim rivayet etmiştir.
[11] Bir uyan: Bu tefsirin hazırlanmasında kaynak eserler
dört tanedir.
1- İbn-i Cerir
et-Taberi'nin "Camiu'l-Beyan fi Tefsiri'1-Kur'an" adlı eseri.
2- Celaleyn Tefsiri.
Suyuti ve Mahalli'nindir.
3- Meraği Tefsiri.
4- Abdurrahman bin-Nasr es-Sudi'nin
"Teysiru'l-Kerîmi'r-Rahman" adlı eseridir. Cenab-ı Hak hepsine
rahmet ve bizlere de onlarla birlikte Naim Cennetlerinde olmayı nasib etsin.
[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/17-21.