KUR' AN’I KULLAR ANLAYAMAZ MI?. 2

TEFSİRİ NASIL OKUMALIYIZ. 2

ÖNSÖZ. 5


KUR' AN’I KULLAR ANLAYAMAZ MI?

 

Bismillahirrahmanirrahim

Değerli okuyucumuz, Kur'an yolunun yolcusu. Bu eseri okumaya başlama­nızdan anlaşılıyor ki, siz İslâm'ı öğrenmeye talip bir fertsiniz. Yolunuz, niyeti­niz mübarek olsun, sizi kutluyoruz.

Biliyorsunuz, Allah-u Teâlâ bir ayeti kerimesinde; "Kur'an'ı ve hikmeti in­dirdik" diye buyurmaktadır. Onun vahy ile gelen ayet ve hikmetlerini nasıl öğ­renir ve anlarız? Elbette düzenli bir şekilde tahsil yapmakla anlarız.

Ne hikmettir bilinmez, günümüzde Allah'tan gelen vahye fazla önem veril­miyor. Verilse de, Kur'an tefsirleri biraz ağır yazıldığı için, herkes faydalanamı­yor.

Bir yahudi oyunu söz konusu. îslâm aleminde şöyle yanlış bir inanış ha­kimdir; "Kur'an'ı Allah'tan başkası anlayamaz." Halbuki bizim anlayamayacağı­mız Kur'an'dan Allah bizi sorumlu tutar mı? Elbette tutmaz. Zira, Allah-u Teâlâ Kur'an'ı Kerim'de "Kur'an'ı anlayasımz diye kolaylaştırdık, düşünen yok mu?" (Kamer/17) diye buyurmaktadır. Demek ki, bizim anlayacağımız bir eserdir Kur'an. En azından, anlayamadığımız yerleri olsa da, anladığımız yerler anlaya­madığımızdan fazla olur. Yani Kur'an'ı anlayamazmışız diye, Kur'an tahsilinden yıllarca geride kaldık. Bundan sonra bu anlayışa son vererek bütün ayetleri tek tek elden geçireceğiz inşallah. Bunu hep beraber yapacağız.

"Okuyorum... Okuyorum Kur'an'ı anlayamıyorum." Ya da şu sözü söyleye­ni de çok duymuşumdur, "Kur'an-ı Kerim aynı değil mi, neden çeşit çeşit Kur'an tefsiri yazılıyor?

Kur'an ilmini bilmeyen insanın şaşırması, şok olması hatta bunalıma girme­si de normaldir. Kur'an ilmini bilen için farklı yorumlar, Kur'an'ın derinliğidir. Hikmetli ve yüksek değerdeki şeyler hemen bir çırpıda anlaşılamaz. Bunu anla­mak için biraz zaman, biraz yorulmak, biraz da öğrenme aşkı ister. Sonra da islâm'ı Öğrendiğimiz kadarıyla onu yaşamak ister ki, Kur'an bize kapılarını aç­sın. Çok ilginçtir, İslâm'ı yaşamayanlara, Allah Kur'an'ın kapısını açmıyor. Ma­nevi bir anahtarla kitlediği Kur'an kapısını iyi niyetli kullarına açıyor. Çonkü; "Kur'an'da Öyle ayetler vardır ki, okudukları zaman müsiümanın imanını, kâfirin de küfrünü artırır." Neden peki? Apaçık ortada olan birşey var, o da şudur; de­mek ki aynı ayetleri kâfirle müslüman, farklı manalarda anlıyorlar. Bu da nor­maldir tabi. Çünkü; birisi manası kendisine kilitlenmiş haliyle okuyor, öteki de Allah'ın lütfuyla açık olarak okuyor. Tabiki anlamlarını farklı anlayacaklar. Sa­nıyorum mesele anlaşılmıştır.Sonuçta Kur'an'ı kul anlayamaz diye birşey yok. Anlayamadığı yerler vardır.

Elinizdeki tefsir, şu anda (20.9.'94) yaşamakta olan Ebubekir Câbir el-Cezâirî'nindir. Bu zat Medine'de Peygamber Efendimizin camisinde vaaz et­mektedir. Kendisi yıllarca üniversite hocalığından ve vaazlıktan elde ettiği ilmî tecrübeler sonucu bu tefsiri hazırlamıştır.

Tefsir demek; genel manasıyla yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini çeşitli açılardan izah etmek demektir Bunu hepimiz biliyoruz. Öyle ise kıyamete kadar tefsire ihtiyaç olacağı açıktır. Çünkü Kur'an her zamana, her şarta ve her duruma göre ölçüler koymuştur. Bu hükümlerin ve haberlerin insanlığa ulaştırıl­ması ise, tefsirler vasıtasıyla olmaktadır.

Bu durumda tefsir kitaplarından yararlanırken iki noktayı her zaman gözö-nünde bulundurmalıyız.

1- Okuduğumuz tefsir ne zaman ve hangi şartlarda yazıldığı

2- Yararlanmak istediğimiz tefsiri diğerlerinden ayıran özellikler nelerdir?

Sizlerin istifadesine sunduğumuz bu tefsir birinci noktada günceldir ve biz­lerin içinde bulunduğu şartlarda hazırlanmıştır, ikinci noktada ise halen yaşa­makta olan ve îslâm toplumunun problemleriyle iç içe olan bir âlim tarafından yazılmıştır. Dolayısıyla ihtiyacımıza cevap verme özelliğine sahiptir.

Yazarın önsözünü okuduğunuzda kendi tefsirinin özelliklerini madde mad­de sıraladığını görürsünüz. Ancak okuyucunun daha fazla yararlanması bakı­mından tefsirdeki tertibi anlatmak faydalı olacaktır.

Tefsir önce ayetlerin orjinalini veriyor. Arkasından bu ayetlerin Türkçe an­lamlarım okuyucuya sunuyor. Daha sonra sözlük bölümünde, ayetlerde geçen belli başlı kelime ve deyimlerin manalarını açıklıyor. Bunun arkasından ayetle­rin genel olarak izah edilmelerini açıklama bölümünde veriyor En sonunda da o bölümdeki ayetlerden elde edilen ölçüleri sonuç bölümünde maddeler halinde sıralıyor.

Tefsir bu şekliyle gerçekten de okuyucu tarafından en kolay anlaşılır bir ha­le getirilmiş oluyor. Bu kolay hazırlanışına rağmen tefsirin çok daha verimli ol­masını sağlamak için tefsir ilmiyle alakalı Özlü bir bölüm ekledik. Okuyucunun tefsiri okumaya başlarken ön sözlere ve tefsir usulü bölümüne dikkat etmesinde yarar vardır.

Kısacası, halktan her kesimin anlayabileceği bir tefsir çıkardık. Hiç kimse; "Ben anlayamam" diyemeyecek. Bu Allah'ın hepimize birer lütfudur. İnşallah bu lütfü hep beraber değerlendiririz.

Ya Rabbi! Bizleri böyle bir tefsir çıkarmağa muaffak kıldığın için sana şü­kürler olsun... Bizlere amellerimize göre değil, lütfunla muamele et. Çalışmala­rımızı kabul eyle, hatalarımızı affeyle. AMİN.[1]

 

TEFSİRİ NASIL OKUMALIYIZ

 

Tefsir ilmi: Cenabı Hakk'ın kelamından Allah ve yaratıkları için ne gibi ha­ber ve ölçüler koyduğunu güç nisbetince anlamaya çalışmaktır. Buna göre kai­natta hiç bir şey yoktur ki tefsir ilminin içine girmiş olmasın. Kur'an, yaş ve ku­ru her şeyin apaçık olan kitapta bulunduğunu haber vermektedir.[2] Ancak ki­tapta olanların hepsi de aynı açıklık oranında değildir. Kimisi genel zikredilmiş, kimisi tek olarak anlatılmış, kimisine işaret edilmiş, kimi mana sonucu itibariyle yer almış, Kimine de sadece bir zamir yeterli olmuş. Bazıları bir sûre olarak de­taylı anlatılmış bazıları da bir harf ile yer almış. Kimisi bir sayfa tutarken kimi­sine bir hareke kafi gelmiş. Bazısına ayet genel işaret ederken hadisle detaylan-dınlmış. Bazısına da bizzat ayet ayeti açıklama yoluyla izah getirilmiş. Kısaca bu kitapta herşey kendi kıymetince yerini almış. Bize düşen onları bulup çıkar­mak ve istifade etmektir. İşte ayetlerin ruhuna, şekline, manasına, zaman ve şartlarına dalıp da aradığını bulmak için yine Kur'an'ın ortaya koyduğu kaideler­den yararlanmak gerekiyor. Buna metod veya usul denir. Okuduğumuz bir tef­sirden en üst seviyede yararlanabilmek için Kur'an'ın ortaya koyduğu bu metod-lan devamlı gözönünde bulundurmalıdır.

Tefsir ilmi ve usulü diye pek çok kitaplar yazıldı. Şüphesiz hataları bir kenara koyarsak hepsinden de istifade edilmektedir. Ancak bu tefsir metodu kitap­ları detaylı yazıldığı için normal bir tefsir okuyucusuna pek fazla yarar sağlaya­mıyor. En azından okuyucu onları uzun uzun okurken sıkılıyor. Sıra tefsir oku­maya gelince zaten kapasitesi dolmuş oluyor. Diğer taraftan tefsir metodlarında-ki kaide çokluğunu da her zaman hatırında bulunduramıyor. Dolayısıyla tefsiri­ni okuduğu herhangi bir ayeti kerimede takıldığında çözüme ulaşamıyor. Veya yanlış sonuca varıyor.

Bütün bunları gözönünde bulundurarak tefsir okuyucusuna yardımcı olmak istedik. Bunu yaparken okuyucuyu aynı zorluklarla karşı karşıya bırakmamak için vahyin özünü kavrayacak kaideleri özlü bir şekilde ortaya koymak gerekir­di. "Kur'an'ın anlaşılmasında yüz esas" diye bizim bir çalışmamız vardı, İyi bir çalışma olmasına rağmen henüz kitap olarak başaramamıştım. Bu çalışma bir bakıma usulü fıkıh, bir bakıma da usulü tefsir niteliğinde bir araştırma ürünü­dür. Bu çalışmamız da vahyin yine vahiyle izah edilmesi gerektiğini delilleriyle ortaya koymuştuk. Kitap ve sünnet ikilisinden meydana gelen vahiy Ölçülerinde herhangi bir ihtilaf ve yanlışlık olmaması ancak vahyi vahiyle tefsir etmekle mümkündür. Çünkü yüce mevlamız buyuruyor ki "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Elğer Allah'tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı, onda birbirini tutmaz çok ihtilaf bulurlardı."[3] Evet vahiy Allah katından olduğu gibi, onun tefsiri de yine onun katından gelen ayet ve hadisler ışığında olmalıdır. İnsanın heva ve hevesi o kitabın tefsirine girmemelidir. Aksi taktirde o tefsirde pek çok tutarsızlıklar olacaktır.

Tefsir yazarlarını ve fıkıh kitabı yazarlarını hatasızdır diye düşünmek en büyük hatamızdır. Çünkü sadece Allah'dan gelende hata ve tutarsızlık olmaz. Bunun dışındaki her sözde hata söz konusudur. Tabii peygamberler de Allah'tan alıp söyledikleri ve yaptıkları için sünnet de vahiy sonucu olduğundan, onda da hata ve tutarsızlık bulunmaz. Özetle söylemek gerekirse Kur'an ve sünnette hata olmaz ama bizim onları anlamamızda hata ve tutarsızlık olabilir. Hataları en aza indirmek ancak Kur'an ve sünnete uygunluk arzettiğimiz oranda olur. Onlardan uzaklaştıkça da hatalarımız çoğalır. Öyle İse okuyucu tefsir yazarının hatalarım normal karşılamalıdır. İnsanın özelliğidir diye kabul etmelidir. Fakat o hataları kabul etmemelidir. Gerçi biz hataları not düşmeden düzeltmeye çalıştık. Bunun sebebi okuyucunun iki şey arasında şaşırıp kalmasını engellemektir.

Biz "Kur'an'ın anlaşılmasında yüz esas1' adlı araştırmamızı özetle buraya koyduk. Bu çalışmadaki yüz esası beş esasa indirerek okuyucunun zihninde devarnlı kalmasını hedefledik. Denilebilir ki yüz madde nasıl oldu da beş maddede toplandı? Şunu söyleyeyim ki beş değil bir tek kaide ile de o yüz esası izah et­mek mümkündür. Nitekim biz o çalışmada zihinsel bir egzersiz olsun diye o yüz esası Önce yirmi ile, sonra beş ile, en sonunda da tek kaide ile dahi diğer ka­ideleri içine aldığını gösterdik. Bu uslub Kur'an'ın bir özelliğidir. Yani Kur'an'ın tamamını yine bir sûre içerdiği gibi, bir ayet ve hatta bir kelime dahi Kur'an'ı kapsamaktadır. Onun için vahiy ancak vahiyle tefsir edilebilir diyoruz. Madem tek ayet veya tek sûre ve hatta tek bir kelime Kur'an'ı içeriyor da, Allah haşa bo­şuna mı Kur'an'ı indirdi? diye bir soru da sorulabilir. Hayır boşuna değildir. Al­lah boş işlerle meşgul olmaktan beridir. Kur'an hem alime hem cahile, hem cin­lere hem insanlara hitap etmektedir. Onun için her guruba ve her şahsa adeta kendi anlayacağı kapasitede hitab etmektedir. Ta ki hiç kimse "Benim aradığım Kur'an'da yoktur. Kur'an bana hitab etmiyor" demesin, İşte Kur'an'ın bir muci­zesi de budur. Biz aslında bu mucizeye işaret etmek için o çalışmayı yapmıştık. Biraz sonra kaideleri, hangi ayetlerden çıktığım ve diğer ayetleri nasıl tefsir etti­ğini gördükçe konuyu daha iyi kavrarız inşallah. Uygulama örneklerini en çok dikkat çeken ve anlaşılması zormuş gibi olan ayetlerden vereceğim. Geri kalan ayetleri anlamak çok daha kolay olacaktır.

Önce kaideleri topluca görelim daha sonra bunları tek tek uygulayalım.

1- Tevhid

2- Nübüvvet

3- Fıtrat   

4- İllet

5- Adalet.

1- Tevhid: Bu kelime İslâm'ın kainata vurduğu bir mühür ve slogandır. Her eşyada Tevhid-i görebilirsiniz. Cenabı Hakk'ın zatı ve onun dışındaki varlık hep tevhid esasını ortaya koyar. İnsan bu esası tam kavrayabilse, her şeyin izahım buna dayandırarak yapabilir. Tevhid esası sırların anahtarını insana, cine ve me­leklere bahsetmiştir. Ancak kaç kişi anahtarının farkındadır? Veya farkında olanların kaçı Tevhid esasını her alanda tatbik edebiliyor? Burası ayrı bir konu­dur.

Tevhid denilince genel olarak aklımıza gelen; Allah'ın bir olduğudur. Sayı­sal olarak iki veya daha fazla yaratıcının olmadığını anlıyoruz. Bu anlayış doğ­rudur ama noksandır. Çünkü Tevhid'in manasında daha anlaşılması gereken pek çok anlam vardır. Bunları genel olarak sıralamak istiyorum.

Tevhid:                                                                                                

1- Allah'ın zatı bir demektir.                                                                   

2- Onun eşi ve benzeri yoktur. O tekdendir.

3- Allah zatında hiç bir yaratığa benzemediği gibi fiillerinde ve sıfatlarında da benzemez. O her durumda eşsiz ve tektendir.

4-  Kainattaki tüm varlık ona bağlılıkta birlik ve bütünlük açısından Tev-hid'e bağlıdır.

5-  Varlık alemindeki her şeyin birbirleriyle olan ilişkilerindeki denge ve uyumluluktada Tevhid esastır.

İşte Kur'an'da tekrar tekrar vurgulanan LaİIahe İllallah kelimesinin açılımı budur. Ayetlerin tefsirinde Tevhid esasından yararlanırken yukarıdaki anlayışı her zaman pratiğe uygulamalıyız, örneğin şu ayeti kerimeye bir göz atalım.

"Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma at­lardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevkler insanlara süslü gösterildi. Bun­lar sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın indindedir.[4]

Ayeti kerimeyi, Cenabı Hakk'ın kelam, ilim, yaratıcı ve kudret sıfatlarında-ki Tevhid, birlik ve bütünlük esasından yararlanarak tefsir etmeye çalışalım.

Yazımızın başında demiştik kî; Kur'an öyle bir mucize ki, bir suresi tama­mını izah edebildiği gibi, bir ayeti ve hatta bir kelimesi dahi Kur'an'ın tamamını kapsamaktadır. Bu tevhidin bir olgusu ve gücüdür. İşte bu ayette de ayetin baş tarafı hem ayetin tamamını, hem Cenab-ı Hakk'ı ve hem de tüm yaratıkları an­latmaktadır. Dolayısıyla bir cümle olan Kelamullah, bir kitab olan Kur'an'ı ve Kur'an'ın bir açılımı olan tüm varlığı tefsir etmektedir.

Bakınız ayeti kerimenin arapçası şöyledir.

"Züyyine linnasİ hubbuş şehevati......" (İnsanlara zevkler süslü gösterildi.)

İnsanlar sözcüğüyle kadın ve erkeği zikreden Allah, bu iki çifte, sırasıyla daha nelerin sevdirildiğini sayarak detaya inmektedir. Aslında ayet bu kadarla kal­saydı biz, sevdiğimiz her konuyu ve varlığı bu ayeti kerimeyle izah edebilirdik. Ancak Cenabı Hak iyice kolaylaştırarak sevdirilenlerin başında gelenlerden bir kaçını da sayarak bizlere detaylı bir bilgi sunmaktadır.

Cenabı Hakk'ın hikmetine bakın ki, o detaydan neler neler anlatmış oluyor. Örneğin sevilenlerin başında kıymet açısından kadının geldiğini anlıyabiliyoruz. çünkü kadın bir kere insan kelimesiyle, bir defa da kıymetinden dolayı ayrı olarak zikredilmektedir.

İşte bu ayeti Tevhid esasına göre tefsir etmeyip de rasgele hüküm versek, o zaman hem Allah'ın kelamından yanlış mana çıkarmış oluruz, hem de Allah'a ve onun kullarına karşı zulmetmiş oluruz.

Peki nasıl bir yanlış anlama olabilir ki? diye akla gelebilir. Bakınız ayeti kerimeyi bir kere daha tamamını okuyunuz. İlk olarak Allah'ın kadınları insan olarak saymadığını, aksine hayvan ve eşya gibiymiş şeklinde değerlendirdiğini anlıyabilirsiniz. Bu anlayış tabii ki doğru değildir. Çünkü o sayılanların arasında oğullar da vardır. Oğullar erkek olduğuna göre erkek hem insan hem hayvan sa-yılamıyacaktır. Öyle ise orada hayvan ve eşyaların arasında sayılan oğullar hay­van olmadığına göre en başında kıymetine işaret edilen kadınların hayvan veya eşya gibi değerlendirilemiyeceği daha net olarak anlaşılmış olur.

Fakat bazıları böyle yanlış bir anlam da çıkarabilirler diye özellikle örnek­lerimin ilkine bu ayeti kerimeyi aidim.

Yanlış anlayanlar çıkar mı ? diye düşünmeyin. Çıkar çıkar. Nitekim bir gün bana hanım yazarlarımızdan birisi telefon ederek bir hanımın şikayetlerini sıra­ladı. Şikayetten daha çok sitem doluydu. O hanım kardeşimiz Allah'ın, kadınları insan saymadığım hayvan ve eşya gibi değerlendirdiğini söylemiş ve işte tefsiri­nin bir kısmını vermeye çalıştığımız bu ayeti kerimeyi göstermiş. O da ne söy-lemişse pek tatmin olmamış. Konuyu yazıhanede kendisine izah ettikçe bu defa sitemlerin yerini sitayişler, Allah'a karşı şükürler ve kendi noksan anlayışına da hayıflanmalar aldı.

Bir de şu ayeti kerimelere bakalım.

"Eğer dileseydik her nefse hidayetini verirdik. Fakat mutlaka cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla cehennemi dolduracağım sözü benden çıkmıştır.''[5]

"Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O halde sen mi insanları inanmaları için zorlayacaksın?"[6]

Bu iki ayeti kerimeyi ve bunlara benzer olan hidayetle ilgili diğer ayetleri ilk okuduğumuzda sanki Allah haşa bazı insan ve cinleri zorla imana getirmiş, bazılarını da zorla imansız bırakıp ebedi cehennemlik kılmış gibi anlaşılıyor. Bu anlayışın tamamen zanna dayandığım ve gerçekle hiç bir alakasının olmadığını Cenabı Hak şöyle haber veriyor.

"Müşrikler diyecekler ki: "Eğer Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ortak koşmazdık. Hiç bir şeyi haram yapmazdık. Onlardan önce yalanlayanlar da Öyle demişlerdide nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki: Yanınızda biz çıkarıp gösterebileceğiniz bir bilgi var mı? siz sadece zanna uyuyorsunuz. Ve siz sade­ce saçmalıyorsunuz.”[7]

Dikkat ediniz ilk iki ayetteki yanlış anlamaları Cenabı Hak bir saçmalama ve körü körüne zan peşinde koşma olarak haber veriyor. Çünkü o ayetler yanlış anlaşılınca suç insan ve cinlerden kalkıp Allah'a yükleniyor. Bununla da kalma­yıp Allah zalim oluyor. Öyle ya hem adamın hidayetini zorla engelle hemde ar­kasından niye kafir oldun diye cehenneme at. Önceki müşrikler de daha sonra gelecekler de hep böyle yanlış anlamış ve suçu Allah'a yamamı şiardır. Daha da ileri giderek Allah'a zalimdir diye isyan etmişlerdir.

Oysa Cenabı Allah hem bu ayetlerde hem de hidayetle ilgili tüm ayetlerde hiç kimseyi zorlamadığını, dinde zorlamanın sözkonusu olmadığını haber veri­yor. Demek istiyor ki: Ben eğer zorlasam herkes zorla iman edebilir. Hiç kimse benim gücümün karşısına çıkamaz. Yine zorla hidayeti engellesem bu defa da hiç kimse imana gelemez. Ancak adalet prensibi bütün bu zorlamaları kabul et­mez. Her kul kendi yaptıklarını hiç bir zorlama olmadan kendi iradesiyle yapar. Tabii ki sonucuna da katlanacaktır. Allah ne mü'mini zorla mü'min eder, ne de kafiri zorla küfürde tutar. Sadece adaleti gereği herkesi iradesinde serbest bıra­kır.

Dikkat ederseniz hidayetle ilgili ayetler çok defa tıpkı yukarıdaki müşrikle­rin anladığı gibi saçma ve zanna dayanarak anlaşılmaktadır. Ancak tefsir usulü­nün adalet prensibi en doğru ve kolay bir şekilde izah etmektedir. Bu prensip, Kur'anda adaleti emreden tüm ayetlerden ve Allah'ın adil sıfatının sonucu olarak elde edilmiştir.

Bir örnekte genel olarak ibadetleri emreden ayetlerden vermek istiyorum.

Kur'an-ı Kerim namaz, oruç, hac, zekat, cihat v.s. pek çok emirler vermekte ve bir çok haramlar koyup onlardan saknıdrrmaktadır.

İnsanoğlu bu emir ve yasakları doğru anlayabildiği oranda o ölçülere uy­makta ve önem vermektedir. Bunların da ne kıymeti var ki diye düşündükçe de kendi nefsine göre ölçüler koymaktadır. Bu ibadetlerin sırrını o beş esasın her biriyle izah edebileceğimiz gibi en kolay olarak "Fıtrat" esasıyla açıklayabiliriz.

Cenabı Hak şöyle buyuruyor:

".....Allah'ın fıtratı ki, insanların o fıtrat üzere yaratmıştır..."[8] Fıtrat kanunu demek özetle yaratıkları birlik ve bütünlük kanunu demektir. İnsanoğlundaki sırlar, Allah bilgisi ve kainattaki birlik ve uyuma ulaşma kalitesi bu ibadetlerle mümkün olmaktadır. Çünkü bu şekilde yaratılmıştır. Fıtratın Ölçüleri budur. Siz bu ibadetleri yaptıkça Tevhidi uyuma gidiyorsunuz ve Allah'ın sıfatlarının mana itibariyle tecelli noktası olduğunuzu anlıyorsunuz. Kainatın bir özeti olduğunu­zu ve Kur'an'ın sizin kalbinizde programlı olduğunu farkediyorsunuz. Artık bu duruma gelen insanın hayat tadına doyulmaz. O her an ayrı bir lezzet ve zevk içerisinde saniye içerisinde asırları yaşar. Bütün bunlara topluca marifetullah denilmesi meşhur olmuştur.

İşte ibadetlerle ilgili tüm ayetlerin tefsiri de özetle budur.

İsterseniz bunları illet prensibiyle de tefsir edebilirsiniz. Yani kolayınıza böyle gelebilir. Yoksa her ayet o beş prensip ile ayrı ayn tefsir edilebilir. Yine o beş prensipten yanlız biriyle de Kur'an'ın tamamını tefsir edebilirsiniz. Dolayı­sıyla daha fazla örnek vermek istemiyorum.

Onun için okuduğumuz bir ayeti kerimeyi hemen ilk ve dar anlamıyla sınır­lamayalım. Açabildiğimiz kadar anlayışımızı açalım. Göreceğiz ki Kur'an ayet­leri birbirini tefsir ediyor ve bir ayet dahi tek başına Kur'an'ı izaha kafi gelir. Anlamıyorsak kabahat bizde. Anlıyanlar nasıl anlıyor şeklinde düşünerek sürek­li okumalı ve kendimizi yetiştirmeliyiz. Ya rabbi beni ilim ve amel açısından fazlalaştır.

Bütün okuyucu kardeşlerime hayırlı ilim ve hayırlı ameller niyaz ederim.

Ziya ERYILMAZ[9]

 

ÖNSÖZ

 

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd Allah-u Teâlâya mahsustur.

Allah'a hamd ederiz ve ondan yardım isteriz. O'ndan af diler ve nefislerimi­zin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız.

Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir. O'nun ortağı yok­tur. Ve yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Onu kıya­metin önü sıra hak ile müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah'a ve elçisine tâbi olursa doğru yolu bulur. Kim de Allah'a ve RasûlÜne isyan eder­se, ancak kendi nefsine zarar verir. Allah'a asla zarar veremez.

Muhakkak ki, sözün en doğrusu Allah'ın kitabıdır; yol gösterenlerin en ha­yırlısı da, Muhammed (s.a.v.)'dir. İşlerin en şerlisi sonradan dine sokulandır. Di­ne sonradan sokulan her şey bidattir ve her bidat da sapıklıktır.

Bu, Allah-u Teâlâ'mn kitabı olan Kur'an-ı Kerim için özlü bir tefsirdir. Bu­günkü müslümanların Allah'ın kelâmını anlamaya olan ihtiyaçlarını gözönünde tutarak bu tefsiri hazırladım.

O Allah'ın kitabı ki, müslümanların anayasalarının kaynağı ve hidayetleri­nin yoludur. O kitap onları heva ve heveslerinden koruyucu ve hastalıklara karşı onlara şifa vericidir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Biz, Kur'an ile, mü'minlere şifa ve rah­met olan şeyi indirdik..." (İsra sûresi, ayet: 82)

"Hepiniz Allah'ın ipine sarılın; ve aranızda tefrika çıkarmayın..." (Ali Imran sûresi, ayet: 103 )

Diğer bir ayette ise buyuruyor ki: "... Size Allah tarafından bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Allah, o Kitap ile rızasına uyanları selâmet yol larına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Onları doğru yola götürür." (Maide sûresi, ayet: 15-16)

Bu tefsiri yine bugünkü müslümanların Allah'ın kitabını okuma, anlama ve onunla amel'e rağbet etmelerine yönelik hazırladım. O rağbet ki, birkaç asırdan beri müslümanlarda olmadı. Çünkü Kur'an dirilere değil ölülere okunur oldu. Kur'an'ı tefsir etmek hatalardan bir hata ve günahlardan bir günah, diye itibar edilir oldu. Çünkü: "Kur'an'i doğru tefsir etmek hata, yanlış tefsir etmek İse kü­fürdür!" sözü müslümanların arasında ayyuka çıkmıştı.

İşte bunun için hafız: "Şüphesiz ki, mescidler Allah'ındır. Allah ile bir­likte hiç kimseye ibadet etmeyin!" (Cin sûresi, ayet: 18) ayetini devamlı oku­duğu halde, insanlar mecsidin bir kenarında defnolunmuş velinin türbesinin et­rafında en yüksek sesleriyle: Ey efendim, ey efendim, şöyle böyle, diye ona yal­varırlar.

Hiç kimse de: Ey kardeşlerim, bu zata yalvarmayın! Çünkü Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: "Şüphesiz ki, mescitler Allah'ındır. Allah ile birlikte hiç kimseye ibadet etmeyin!" demeye cesaret edemez.

Yine hafız; "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileri­dir" ayetini okur, onu dinleyenler duyarlar, buna rağmen, ayet-i kerimenin Al­lah'ın indirdikleriyle hükmetmeyi terkedenlerin küfrünü apaçık beyan ettiği hiç hatırlarına gelmez. Müslümanların çoğunun, İslâm şeriatiyla hükmetmeyi terke-dip, Doğu'dan ve Batı'dan getirilmiş kanunlarla hüküm verdiklerinden dolayı bu küfrün batağına düştüklerini de aklına getirmezler.. İşte böyle, Kur'an ölülerin üzerine okunur, hayatta hiç bir fonksiyonu olmayan diriler de onu dinlerler. Fa­kat günlük hayatta eseri görülmez.

Bugünkü îslâmi uyanış gözönünde bulundurularak tefsir kolay ve anlaşılır bir şekilde hazırlanmıştır. Allah'ın, kelamından murat ettiği mana bugünkü müs-lümanın anlayışına yaklaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bu tefsirde, nefisierdeki takva melekesi ortaya çıkarılmakla, inanç esasları beyan edilmekte ve zaruri olan fıkhi hükümler açıklanmaktadır. Faziletler sev-dirilmekte, rezilliklere karşı ise buğzetme istenmektedir. Farzları yerine getirme teşvik edilirken, haramlardan kaçındırılmaktadır. Bütün bunlar Kur'an ahlâkının bir araya toplanıp Rabbani âdaplarla süslenmesiyle yapıl maktadır.

Bu şekildeki bir tefsiri yazmak için seneler içerisinde defalarca teşebbüste bulundum. Peygamber Efendimizin Mescidinde (Mescid-i Nebevi'de) benim tefsir derslerimi dinleyenler de, benden çok defa müslümanlar için kolay anlaşılir ve Cenab-ı Allah'ın kelâmını anlamayı kolaylaştırıcı bir tefsir yazmamı ister­lerdi.

Ben, bazı kere bunu vaad ediyor, bazen de kaçınıyordum. Bu durum, tefsir derslerini üç defa tamamlayıp dördüncüyü de bitirmeye yaklaştığım zamana ka­dar devam etti. Bu sırada ben, korku ile ümit arasmdaydım...

Ve Cenab-ı Hakk'ın dilemesiyle bir gün, Hicri 1406 senesi, Muharrem ayı­nın sonlarına doğru, muhterem arkadaşım Dr. Abdullah bin Salih el Abiyd ile oturuyordum. Bu zat İslâm Üniversitesi'nin reisidir. Bana şöyle söylemesi adeta ilham olundu: "Keşke Celaleyn gibi bir tefsir yazsan da lisede ve hadis bölü­münde Celaleyn yerine o tefsir okutulsa... Hazırlayacağın bu tefsirde de sahabe ve tabiin'in akidesine riayet etsen. Bu akide konusunu Celaleyn işlemediğinden, faydadan çok zarar vermektedir..." Böyle bir tefsir yazmak için içimde istek uyandı ve netice olarak, Allah'ın izniyle bunu yapacağımı kendisine söyledim.

İşte bu söz üzerine Cenab-ı Allah'tan yardım diledim, hazırlandım ve aynı yılın Recep ayının başlarında tefsiri yazmaya başladım.

Yüce Allah'tan bu tefsiri benden rızasına uygun olarak kabul etmesini, O'nu tanımayı arzu ederek okuyan bütün müslümanlara da, bu tefsirden istifade etme­lerini nasib etmesini diliyorum. Ta ki Rablerini tanısınlar ve O'nun rızasına uy­gun hareket edip, muhabbetine ersinler... O'nun razı olmadığı, gazaplandığı bi­lip kendisinden korkarak, gazabını çekecek şeylerden sakınsınlar...

Müslüman evlerinden hiç birisi hariç olmamak üzere, kadm-erkek her müs-lümanda olmasını arzu ettiğim bu tefsirin özellikleri şunlardır:

1- Ne tatsızlık verici bir şekilde çok kısa yazılmış, ne de sıkıntı verecek ka­dar uzatılmıştır. İkisi arasında orta bir yol takip edilmiştir.

2-  Akide konusunda, Cenab-ı Hakk'ın isimleri ve sıfatları meselesinde sa­habe ve tabiin'in yoluna uyulmuştur.

3- Fıkhi hükümlerde dört mezhebin haricine çıkmamaya riayet edilmiştir.

4- Olay ister doğru olsun ister olmasın, tefsirde israiliyata yer verilmemiş­tir. Ancak ayet-i kerimenin anlaşılması için nakledilmesi gerekli olan ve "israil oğullarından anlatın, herhangi bir sakınca yoktur" hadis-i şerifinin cevaziyla nakledilmiştir.

5- Tefsiri ihtilaflar zikredilmemiştir.

6- Ayetin manasında müfessirlerin ihtilaf ettiği yerlerde İbn-i Cerir et-Ta-beri'nin tefsirindekı görüş tercih edilmiştir. Fakat bazı ayetlere getirdiği, bir kı­sım açıklamaları almamışımdır.

7- Tefsirde gramer, belagat ve arap şiir ve yazılarından birtakım delillerin zikrine yer verilmemiştir.

8- Kıraat çeşitleri arzedilmemiş, ancak ayetin manasının açıklanması o kı­raat çeşidinin zikrini zaruri kılıyor ise, bu takdirde nadiren bazı kıraatlar belirtil­miştir. Hadis-i şeriflere gelince; sadece sahih ve hasen olanlarla sınırlı kalıp, di­ğerlerini almadım. Onun için de hadislerin kaynaklarını ayrıca belirtmedim. Yalnız bazı hadislerin kaynaklarını yazdım.

9-  Bu tefsirde, ayetler hakkında ileri sürülen görüşlerin hepsi zikredilme-miştir. Bu görüşler çok olmuş olsa bile. Bilakis, sahabe ve tabiin'den olan mü-fessirlerin çoğunluğunun görüşünün mana bakımından tercihine riayet edilmiş­tir. İşte bu özellikler üstün vasıflardır. Bütün müslümanların sağlam ve dosdoğ­ru bir İslâmi fikir üzere biraraya toplanmaları ihtiyacından dolayı bu şekilde ha­zırlanmıştır.

10- Allah'ın kitabını okumak, öğrenmek, öğretmek ve onunla amel etmenin müslümanlara kolay olmasını arzu ederek, bu tefsirin sıraladığım özelliklerde olmasına riayet ettim. Müslümanların Allah'ın rızasını kazanmaları, hayatlarını inanç, ibadet, ahlâk ve hükümler açısından onun kelâmına göre yönlendirmeleri için bu tefsiri böyle kolay hazırladım. İşte bunun için, zihinleri karıştırabilecek her şeyden ari ve saf olarak yazdım. Yine amelden yüz çevirtip mücadele ve münakaşalara sevkedebilecek şeylere de bu tefsirde yer vermedim.

İşte bunun için, tefsiri muntazam dersler şeklinde düzenledim. Bazen bir ayeti ders olarak tayin ettim ve kelimelerini açıkladıktan sonra manasını açıkla­dım. Daha sonra da inanç ve amel bakımından ayetten elde edilen sonuçları zik­rettim.

Ve bazen de iki ayeti, üç ayeti, dört ve beş ayeti bir ders olarak aldım. Beş ayetten fazla ders yapmadım; ancak çok nadir olarak oldu. Bu da konu ve mana bağlantı ve devamlılığını sağlamak için olmuştur.

Ayetleri Hafs'ın kıraati üzere ve mushaf hattına göre yazmış ve harekelemi-şimdir. Şüphesiz ki böylece, önce müslümanların ayetleri okumasını arzu et­mekteyim. Ayetleri ezberleyinceye kadar okuduktan sonra kelimelerin manala­rını anlayıncaya kadar onlara çalışsınlar. Arkasından ayetlerin manalarını iyice anlayıncaya kadar tekrar-tekrar okusunlar. Daha sonra da amel etmek için ayet­lerin sonuçlarını okumalarım arzu etmekteyim.

Neticede Allah'ın Kitabı'nı ezberlemek, onu anlamak ve onunla amel etmek bir araya gelmiş olacaktır. Böylece müslümanlar yükselir, mükemmelleşir ve mutlu olur, inşaallah.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

"Cenab-ı Allah, bu Kur'an ile bazı kavimleri yükseltir ve bazılarını da alçaltır. Kim onu güzel bir niyetle okur, ezberler, manasını anlar, onunla amel eder ve başkalarına öğretirse, gökyüzünde yüceltilerek anılır."[10]

Başka bir sahih hadis-i şerifte de Efendimiz şöyle buyuruyor:

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğreteninizdir."

Ya ilahi, beni ve diğer mü'minleri bu hayrı başaranlardan kıl ki senin kita­bını öğrensin ve öğretsinler! Ya Hayyu ve Ya Kayyum! Ve son olarak: Yüce Allah'ın kelâmı için En Kolay Tefsiri[11] diye isimlendirdiğim bu tefsirimi oku­yan kadın erkek-her müslümanın bana dua etmesini ve bana karşı merhametli olmasını rica ediyorum. Bu benim onlar üzerindeki bir hakkımdır. Ey Allah'ım, bu görevi yerine getirebilmesi için okuyucuyu başarılı kıl! Beni ve onu bağışla! Bana, okuyucuya ve kadın erkek diğer mü'minlere merhamet et!

Son duamız ise: Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Salât ve selâm da Pey­gamberimiz olan Muhammed (s.a.v.)'in üzerine, onun aile mensuplarına, onun

arkadaşlarına ve bütün mü'minlerin üzerine olsun...

Rabbinin rıza ve affını uman,

Ebubekir Câbir el-Cezâiri

17 Ramazan 1406 (hicri), Medine-i Münevvere[12]



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/7-8.

[2] En'am Suresi 59.

[3] Nİsa Suresi ayet: 82.

[4] Âli İmran Suresi ayet: 14.

[5] Secde Suresi ayet: 13

[6] yunus Suresi ayet: 99.

[7] En'am sûresi ayet 148.

[8] Rum sûresi ayet: 30.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/9-15.

[10] Müslim rivayet etmiştir.

[11] Bir uyan: Bu tefsirin hazırlanmasında kaynak eserler dört tanedir.

1- İbn-i Cerir et-Taberi'nin "Camiu'l-Beyan fi Tefsiri'1-Kur'an" adlı eseri.

2- Celaleyn Tefsiri. Suyuti ve Mahalli'nindir.

3- Meraği Tefsiri.

4- Abdurrahman bin-Nasr es-Sudi'nin "Teysiru'l-Kerîmi'r-Rahman" adlı eseri­dir. Cenab-ı Hak hepsine rahmet ve bizlere de onlarla birlikte Naim Cennetle­rinde olmayı nasib etsin.

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/17-21.