HELAL - HARAM... 1

Çıkarılan Hükümler: 3

BİR ŞEYİ HELÂL VEYA HARAM KILMA HAKKI ALLAH'A AİTTİR: 4

Çıkarılan Hükümler: 7

HELAL KILINAN VE KILINMAYAN ETLER.. 7

Çıkarılan Hükümler: 8

KİTAP EHLİNE AİT YİYECEK MADDELERİ 9

Çıkarılan Hükümler: 10

 

HELAL - HARAM

 

(Ölü, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası için boğazlanan hayvan).

«Ey îmân edenler! Sîzi rmklandırdığımızm temizlerinden yiyin; yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin. Şüp­hesiz size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan baş­kası için kesilen hayvanı haram kılmıştır. Fakat darda kalana, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret mikdanm aşma­mak üzere günah sayılmaz. Çünkü Allah bağışlayandır, merha­met edendir.» (El-Bakare sûresi, âyet: 173)

Hak ve bâtıl dinlerde yiyecek ve içecek maddeleri üzerin­de bir takım farklı görüş ve hükümler vardır.   Meselâ

Brahmanizm'de hayvanları boğazlamak, etlerini yemek ha­ramdır. Çünkü brahmanlara göre kurban, Tanrıların nafaka-sıdır. Aslında kurbanlar tanrıları yaratırlar ve sonra onları bes­lerler.

Musevîlikte ise, onların zulüm ve nankörlükleri sebebiyle Cenâb-ı Hak bir takım şeyleri onlara haram kılmıştır. En'am sûresi âyet 146'da bundan bahsedilerek buyuruluyor ki : «Biz, Yahudilere bütün tırnaklı (hayvan)Iarı haram kıldık. Sığır ve koyunun iç yağlarını da haram ettik. Bunların sırtlarına ve­ya barsaklanna yapışan yahut kemiğe kansan (yağlar bu hü­kümden) müstesnadır. Bu (tahrîmi) onlara zulümlerinden dolayı ceza olarak yaptık.   Biz elbette doğrucularız.»

Bugün mevcut Tevrat nüshalarına bir göz gezdirdiğimiz zaman bu hükümlerin çoğuna tahrif edilmiş de olsa rast­lamaktayız.  Meselâ:

«Hayvanların uyluk başı üzerindeki kalça kasının yenmesi yasaktır.»

«Abib ayında yedi gün mayalı ekmek yenmiyecektir.»

«Temiz olmıyan (buradaki temizlik gerçek temizlik değil, tabu olan şeyler anlamınadır) her türlü şeye dokunan et yenil-miyecek, ateşte yakılacaktır.»

«Hiç bir hayvanın kam yeniniyecektir.»

«Dört ayaklı hayvanlardan çatal tırnaklı ve geviş getiren­ler dışındakilerin hepsi murdardır, etleri haramdır, leşlerine dokunan da murdar olur.»

«Deve, ada tavşanı, tavşan ve domuz murdardır, etleri ha­ramdır; leşlerine dokunan da murdar olur.»

«Bütün pulsuz ve kanatsız su hayvanları haramdır.»

«Kuşlardan çengel gagalı ve pençeli, yani yırtıcı olanlar murdardır.»

«Böceklerin her çeşidi murdardır. Yalnız çekirgenin her çeşidi bundan ayrı tutulmuştur; bunları yemek helâldir, öte­kilerin leşine dokunan da murdar olur.»

«Sürüngenlerin hepsi murdardır. Leşlerine dokunan da murdar olur.»

Musevîliğin tamamlayıcısı sayılan Hıristiyanlık bu hüküm­leri kaldırıp Aziz Paul'un görüşüyle her şeyi kendilerine helâl saymışlardır. Ancak putlara kesilen kurbanlar müstesnadır. Çünkü Aziz Paul'e göre, temiz kimseler için her şey temizdir. Ağıza giren, ağzı murdar etmez. Markos, 3. bab, 13. belgede: «Ve İsâ onlara derhal izin vermekle temiz olmıyan ruhlar çıkıp domuzlara girdiler.» deniliyor. Görülüyor ki, Aziz Paul her şeyi helâl kılarken sadece Allaha değil, muharref încile de iha­net etmiştir. Çünkü yukarıdaki babda domuza temiz olmıyan ruhların girdiğinden bahsediliyor.

Islâmiyete göre : Bitkiler ve hayvanlar insanların fayda­lanması için yaratılmıştır. Kâinatta câri olan ilâhî kanun ge­reğince, aşağı nev'i yukarı nev'in maslahatına tahsis edilmiş­tir. Bitkiler hayvanlar için, hayvanlar da insanlar için kesilir; kullanılır. Ancak Allah'ın haram kıldığı bundan ayrı tutulmuş­tur, tşte yukarıdaki 173. âyet buna işaret etmekte ve haram kılman şeylerden bir kısmını belirtmektedir.

«Harreme» fiili, malûm ve meçhul şekillerde okunmuş­tur, «înnemâ» hasr içindir; hitabın şâmil bulunduğu şeyleri is-bat eder. Onun dışındakiler kalır. Âyet-i kerîme-de tahrîm zikredilen şeylerde hasredilmiş oluyor.

«Meytet», boğazlanmadan ruhu ayrılan hayvan demektir. Yalnız şu var ki, «meytet» kelimesinin ifâde ettiği umumîlik şu hadîs-i şerifle hususlandınlmış oluyor:

«Bize iki ölü ve iki kan helâl kılınmıştır; iki ölü: Çekirge île balıktır. İki kan: Dalak ile ciğerdir.»

Bu hadîsi, İmam Ahmed, Ibnü Mâce, Dâre-Kutnî, Hâkim, İbnü Ömer (R.A.) dan rivayet yollu çıkarmışlardır.

«Ölü»den murad burada, yeryüzü ölüleridir, deniz ölüleri değildir. Çünkü ileride görüleceği gibi, diğer bir âyette  buyurulmak suretiyle «ölü» hususlandınlmıştır. Bu iki âyetin ışığı altında: İlim ehlinden çoğuna göre, de­niz hayvanlarının ölüsünü de, dirisini de yemek caizdir. Bâzı­sına göre, kara hayvanlarından yenmesi haram olanlarına ben­zeyen deniz hayvanlarının da yenmesi haramdır.

îbnü Habîb/İRahmetü'llahi aleyh) deniz domuzu hakkında kesin bir hükme varamamıştır.  îbnü Kaasım da demiş ki: «Ben onu yemekten sakınırım, fakat haram da görmüyorum.»

Ama âlimler kan'ın haram olduğunda ittifak etmiştir. Di-ğer bir âyette «yahut akıtılmış kan» buyurulduğuna göre, mutlaka mukayyed üzerine hamledilerek, et ve damar­larda kalan kanın haram olmadığı hükmüne varılır. Nitekim fukahânm görüşü de bu yoldadır. Kurtubî, bil-icma' bunun böyle olduğunu söylüyor. Onun bu sözünü te'yid eden diğer bir rivayette Hazret-i Âişe (R.A.) tarikiyle gelmiştir, diyor ki: «Et pişirdiğimde etteki kan yükselir, tencerenin üstünde sa­rımtırak bir köpük halini alırdı. Resûlüllah (S.A.V.) bunu ya­dırgamadan yerlerdi.»

“Domuz eti” ve «De ki : Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti   id pistir   ve yoldan çıkarak Allah'tan başkası adına kesilen hay­vandan başkasını yemenin haram olduğuna dâir bir emir bu­lamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatma­mak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da (canı­nı kurtaracak kadar) yiyebilir. Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.» (El-En'am sûresi, âyet: 145) Mealindeki âyet­ten yalnız domuz etinin haram olduğu anlaşılıyorsa da ümme-âlimlerinin domuz yağının da haranı olduğu üzerinde itti-îmam-i Kurtubî bu hususu kendi tefsirinde nakletmiştir:

İlim ehlinden bir cemaata göre: Et, denilince ete bitişik olan yağ da buna dâhildir, ayrıca tasrihe lüzum yoktur.»

Yine Kurtubî'nin naklettiğine göre : Domuzun kılından başka her şey'inin haram olduğunda icma' vardır. Zira domuz kihyla ayakkabı dikmenin cevazına fetva verilmiştir.«İhlâl» aslında sesi yükseltme,  mânâsına gelir. Âyette ise, boğazlanan veya avlanan hayvanın üzerine Allah'tan başkasının ismini anmak, mânâsına gelmektedir. Ta­bii ki bu niyetle boğazlanan hayvanın eti murdar olur, yenil­mez.

Şevkânî Fethü'l-kadîr'de diyor ki: «Ölüler için kabirlerde hayvan boğazlamak da böyledir. Yani o da Allah'tan başkası için kesildiğinden eti haram olur, yenilmez. Şahıslar için kab­ristanda kesmekle putlar İçin kesmek arasında bir fark yoktur. Evliya İçin de kesmek böyledir.»

Muztar'dan maksat, açlıktan ölüm derecesine giden kimse demektir. Bâğî'den maksat, zaruret halinde ih­tiyaçtan fazla yiyen demektir. Ayette, «ihtiyaçtan fazla yiyici olmıyacak» deniliyor. Müslümanların hakkına tecâ­vüz edici olmıyacak. Yol kesiciler, sıla-i rahmi kesenler buna dâhildir.

îbnü Abbas (R.A.) göre: Muztar olduğu halde bunlardan bir şey yemesinde bir beis yoktur. Muztar olmadığı halde yer­se, bâğî ve âdî sayılır.

Sa'd ibni Mensur, înü Ebî Şeybe, Abd bin Hümeyd, İbnü Münzir ve îbnü Ebî Hâtim'in Mücâhid'den yaptıkları rivayette:

«Müslümanlara karşı tuğyan edip onların hak­kına el uzatan, tecâvüz eden olmıyacak» şeklinde mânâ vermiş erdir. Meselâ: Merhamet bağlarım kesmek, yol kesmek yer­yüzünde fesat çıkarmak veya müslüman cemaatinden ayrılmak veya bir günah işlemek için çıkan ve bu yüzden ölü eti yemeğe muztar kalan kimse, haddi aştığı için, Mücâhide göre bu bahse­dilen şeyleri yemesi helâl olmaz. [1]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1- Ölü balık ve ölü çekirge hâriç, diğer bütün Ölü hay­vanların etini yemek haramdır.

2- Dalak, ciğer ve bir de hayvan boğazlandıktan sonra et ve damarlarında kalan kan kalıntıları müstesna diğer bütün kanlar haramdır, yenilmez.  Ancak Şâfiîlere göre: Kan rengin­de çıkan süt, kan rengine giren yumurta —bozulmamışsa  helâldir.

3- Kılı hâriç domuzun bütün eczası haramdır.Mâlikî-lere göre domuz necis değildir. Ancak et ve yağının yenilmesi haramdır.

4- Allah'tan başkası adına  isterse yaiırlar için ol­sun   kesilen hayvanın eti haramdır, yenilmez. 

5- Âyette sayılan haram nesnelerden ancak muztar ka­lan (ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan) kimse haddi aşma-tatıak, başkasının hakkına el uzatmamak şartiyle yiyebilir. Domuz etinin ve akıtılmış kanın haram kılmmasındaki tıbbî hikmete gelince:

Evet, âyetin sarih beyâniyle ölmüş murdar hayvan (İaşe) gibi, kan ve domuz eti de kesin olarak haram kılınmıştır. Ne­denlerine gelince, şunu hemen ilâve edelim ki, ilmin bu konu­da kat'ettiği mesafe ancak tahrîmin bâzı sebeplerini meydana çıkarabihniştir. Ümid ederiz ki her gün biraz daha tekâmül eden ilim, yarın bunun esrarını çözerek bize daha yorucu ve ikna edici sebepler tesbit eder. Çünkü ilim tekâmül ettikçe dî­ni tasdike yüztutar.

Domuz etinin ve birde akıtılmış kanın  haram kılınışına kısmen medar olacak sebepleri şöyle siralıyabiliriz :

a) Tab'î selîm domuz etinden tiksinmekte ve ona karşı bir iştiha duymamaktadır. İştiha duyanlar varsa, bunun sebebini ahlâkan dejenere olmuş bir muhitin bıraktığı te'sirlerde ara­mak gerekir.   Hem müstesna umumî kaaideyi değiştirmez.

b) Domuzun en çok hoşlandığı şey, kazurat ve necasettir. O bunlardan ne kadar men'edilse de hilkati icâbı yine de istek­lidir, bu istek hiç te körelmez. Başka pislik bulamadığında kendi dışkısını yiyecek kadar habaset gösterir.

c) Yapılan laboratuvar araştırmaları neticesinde domuz etinin her cüz'ünde trişin (trchine) denilen öldürücü kurtçuk­ların mevcut olduğu görülmüştür. Trişinleri tamamen imha etmek çok zor olmakla beraber esasen ete bıraktığı salgı insan vücuduna tamamen zararlı bir nitelik taşır, tnsan barsakları-na intikal eden bir tek dişi trişin 1500'e yakın kurtçuk bırakır ve bu kurtçukların dişilerinden de saadır olan kurtçuklar bir hayli çoğalma kaydederek kan dolaşımı vasıtasiyle vücudun her tarafına yayılma isti'dadı gösterir. Ve böylece kısa zaman­da bunun neticesi olarak vücut dokusunda bir takım iltihap­lanmalar meydana gelir, sertleşmeler olur ve insanı ölüme ka­dar götürür.   Bu nev'i hastalığın tedavisi çok zordur.

d) Ayrıca domuz etindeki mevcut trişinler imha edilse bi­le etin bizatihi kendisi insan bünyesinde bir takım parazitler doğuran mikroplar taşır ve diğer taraftan hazım cihazında şid­detli ve tehlikeli iltihaplar husule getirerek ölüme sebebiyet verir.

Nitekim son yıllarda Kanada'da yapılan istatistiklere gö­re, bütün itinalara rağmen domuz etinin hayranları arasında yüzde 16-17 oranında Ölüme sebebiyet verdiği anlaşılmıştır.

e) Yaratılışı itibariyle insan vücuduna zararlı bunca mad­deleri ihtiva eden domuz etinin hemen hemen her iklimde, bil­hassa sıcak bölgelerde daha çok zararlı olduğu müşahede olun­muştur.  Bugünkü laboratuvar çalışmalariyle bu zarar kısmen veya tamamen giderilse bile bütün dünyaya bu ameliyeyi yay­mak mümkün değildir.  Kaldı ki domuz eti tamamen zararsız hale getirilemiyor.  Çünkü etin kendisi insan bünyesine faydalı değildir.

İslâm dîni cihanşümul bir dindir. Her insanın ve cemiye­tin maddî ve manevî hayatiyle ilgilenir ve onları zararlı şey­lerden korur. Ve hükümlerini umumu nazara alarak verir. Bu balomdan müstesna hâdiseler onun umumî kaaidelerini boz­maz.

f) Diğer taraftan yapılan araştırma, tecrübe ve bunlardan elde edilen neticelere nazaran, domuz eti yemeye müdavemet eden insanlarda bir nev'i gayretsizlik husule geliyor ve kıskanç­lık hisleri dumura uğruyormuş. Bu da domuz etinin ruh üze­rindeki menfî te'sirini göstermektedir. İbni Haldun bilhassa bundan bahsetmiştir.

Tevrat domuz etinin murdar olduğunu kaydeder, mevcut İncillerde domuza dair işaretler vardır. Hazret-i îsâ (A.S.) m ondan istikrah ettiği anlaşılıyor. Fakat Aziz Paul (Yahudi dönmesi) her şeyi mubah saymıştır. [2]

 

BİR ŞEYİ HELÂL VEYA HARAM KILMA HAKKI ALLAH'A AİTTİR:

 

«Ey îmân edenler! Allahm size helâl kıldığı temiz ve güzel şey­leri kendinize haram kılmayın. Haddi aşmaym.. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez.» (El-Mâıde sûresi, âyet: 97)

Bakare sûresi 29. âyetin tefsir ve tahlilinde de belirttiği­miz gibi yeryüzünde mevcud ne varsa hepsi insanların fayda­lanması için yaratılmış ve öylece imkân sahasına sevkedilmiş-tir. Helâl ve haram mefhumları nisbîdir; izafîdir. Yani biz in­sanlara nisbetle böyledir.   Çünkü hilâfına başka bir delil sabit olmadıkça eşyada aslolan taharet ve ibâhadir. Bedâyi'de buna temasla deniliyor ki: «Şer'î hükümler inmeden önce hiç bir fii­le hüküm konulmaz. Bize göre hüküm ezelîse de buradaki ifâ­demizden maksad, fiile taallûk etmeme hususudur.» [3] Me-nâr Şerhinde de: «Eşyada asıl olan ibâhadir. Bu, Hanefîlerden bir kısmına göredir. îmam-ı Kerhî de ayni görüşe sahiptir.» şeklinde ifâde ediliyor. [4] Hidâyede ise bu husus bir cüm­leyle belirtilerek: «İbâha asıldır» deniliyor.[5]

Âyet-i kerîmede geçen (tayyibât)dan murâd, hoş, iezîz, iyi ve güzel olan nimetlerdir. Bunlardan haram kılındığına dair bir delil sabit olmadıkça yemek, içmek mubahtır. Bu hususta zan ve şüpheyle amel olunmıyacağı gibi aşırı zühd-u tckvâdan dolayı da Allanın güzel nîmetlerini kendine haram kılmak as­la doğru değildir'. Bu sebeple helâl şeyi yememek için yemin etmek men'edilmiştir. Meselâ: «Bunu kendime haram kılıyo­rum», «Bu bana haram olsun, yemem» gibi cümleler sarfet-mek, haddi tecavüz sayılır. Çünkü bir şeyi helâl veya haram kılma yetkisi ve hakkı Alîaha aittir.

Büyük müfessir İbnü Cerîr Taberî diyor ki: «Hiç bir kim­seye, Allanın kendi kullarına helâl kıldığı şeyleri haram kılmak caiz değildir. Bunun için Hazret-i Peygamber (S.A.V.) Osman bin Maz'un ve arkadaşlarının bu kabil aşırılıklarını men'etmiş-lerdir. Şöyle ki: Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bir gün kıyamet­ten bahsetmişlerdi. Eshab-ı kiram bunun te'siri altında kala­rak gönülleri incelmiş ve bu hava içinde Osman bin Maz'un'un evinde toplanıp hergün oruç tutmağa, döşek üzerinde uyuma-mağa, et yağlı şey yememeğe, kadınlara yaklaşmamağa güzel koku sürmemeğe, dünyayı terketmeğe, eski çul ve paçavra gi­yip yeryüzünde dolaşmağa ve erkekliklerini kesmeğe (idiş ol­mağa) karar vermişlerdi. Onların bu kararı Peygamber Efen­dimize ulaştığında hepsini huzuruna çağırtıp onlara şöyle bu­yurmuşlardır :  «Ben böyle emrolunmadun.   Şüphe yok kî nefsinizin sizin üzerinizde bir takım hakları vardır, (bu hakları ketmetmeyiniz). Hem oruç tutun/hem iftar edin, hem namaz kılın, hem de uyuyun. Ben namaz da kılarım, uyurum da, oruç da tutarını, 'iftar da ederim, et de yerim, yağ da yerim, kadın­lara da yaklaşırım (onlarla evlenirim). Bilmiş olun ki, bunlar benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.» [6]

Bunun gibi, bir zat, İbn Mes'ud Hazretlerine gelerek :

  Ben döşeği kendime haram kıldım, diyor.    Hz. İbn Mes'ud yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okuyarak ona:

  Döşeğine yat, yeminine de keffaret ver, diyerek tenbih-te bulunuyor.

Tabiîn-i kiramdan Hasan el-Basrî Hazretlerine:  Falan zat paluze yemiyor, «bunun şükrünü yerine geti­remem» diyor, diye haber veriyorlar.  Hasan el-Basrî soruyor :

  O zat soğuk su içer mi?

  Evet içer..

  O halde çok câhildir. Allah'ın ona soğuk sudaki olan nimeti paluzeden çok üstün olduğunu bilmiyor.» diyor.

Demek ki, zühd-u takva, fazilet ve kemâl, Allah'ın helâl kıl-düşeyleri terketmekte değil, onların kadr-ü kıymetini bilip gereği gibi istifâde etmekte ve bu hususta da haddi aşmamak­tadır. Zira en hayırlı yol ve sünnet, Hazret-i Muhammed (S. A.V.) m yolu ve sünnetidir.

imam Müslim'in tahrîc ettiği bir hadîste buyuruluyor ki: «Sahabeden bir zat Hazret-i Peygamberin zevcelerinden Pey­gamberin gizli amellerinden soruyor ve devamla diyor ki: «Ben kadınlarla evlenmem!» Yanında bulunanlardan biri de «biz et yemeyiz» diyor. Diğer biri de «biz döşek üzerine yatmayız» diyor ve bu amellerinden dolayı Allaha hamd-u senada bulu­nuyorlar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.V.) «Bunlar

ne istiyorlar?» diye soruyor. A'diğı cevaptan fazlasiyle mütees­sir olarak buyuruyor ki: «Ben namaz da kılarım, döşek üze­rine uzanıp uyurum da, oruç da tutarım, iftar da ederim. Ka­dınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.»

Müfessir Kurtubî (Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Ensarî) bu hadîse dayanarak diyor ki: «Bu âyet-i kerîmede ve bu mânâyla vârid olan hadîs-i şerifte zâhid geçinen şaşkın­larla mutasavvıf geçmen sapıklara karşı açık bir red ve inkâr vardır. Çünkü bu iki zümre de gerçek yoldan ayrılmış, haki­kati incelemekten uzaklaşmıştır.»

îbn Cerîr el-Taberî diyor ki: «Hiç bir müslümana, Allah'ın mü'min kullarına helâl kıldığı şeyleri kendi nefsine haram yap­ması caiz değildir. Nitekim Hazret-i Peygamber (S.A.V.)' îbn Maz'un'un hanesinde toplanıp bu yola sapan müslümanlan ikaz buyurmuşlardı. Allah'ın helâl kıldığı nesneleri terketmek-te hiç bir fazilet yoktur; fazilet ancak Allah'ın mubah kıldığı şeylerden, Resûlüllah'ın işlediği fiillerden yeteri kadar fayda lanmaktadır. Çünkü en hayırlı yol Hazret-i Muhammed'in yo­ludur. Bu böyle olunca, kıldan ma'mul elbise giyinen, malî kudreti olduğu halde pamuk ve keten elbiseleri terkeden, et, yağ ve sair besleyici gıda maddelerine bir hurma, bir lokma arpa ekmeğini tercih eden ve kadınlara yaklaşmamak için ev-lenmiyen kimsenin ne kadar fahiş bir hatâya düştüğünü ifâ­deye lüzum var mıdır?»

îbn Cerîr devamla diyor ki: «Şunu da ilâve edelim ki, hayr-u faziletin besleyici gıdaları, koruyucu elbiseleri terket-mekte olduğunu zanneden kimse, hiç şüphe yok ki bu zannın-da yanılmıştır. Nefsine meşakkat veren, kendini gıdasız bıra­kan sevaptan ziyâde günah kazanır. Çünkü insan kendi nefsi­ne de. ailesine de, içinde yaşadığı cemiyete de ancak beden sağ­lığı ve gücüyle faydalı olabilir. İbâdet de sağlam ve sıhhatli bir kafa ve bedenle yerine getirilir. Hem faydalı şeyleri ter-kedip az faydalı veya faydasız şeylerden ölmiyecek kadar ye­mek akıl ve düşünce düzenini de bozar.»

Bunun için Cenâb-ı Allah âyetin sonunda «Sakın haddi aş­mayın!» buyuruyor. Yani kendinizi fazla sıkıp zühd-u tekvâ-da bulunmayın, her şeyde itidali muhafaza edin. İlâhî hudut­ları aşmayın.

îmanı Mâlik'e göre: Yemin edip kendisine mubah bir şe­yi, haram eden kimseye yemininden dolayı keffaret bile lâzım gelmez. Yalnız karısına «sen bana haramsın» derse bu üç ta­lâkla boşama olur. Çünkü buna ilâhî ruhsat vardır. İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye göre bu gibi hususlarda da yemin bozu­lursa keffaret lâzım gelir. (Bak yemin bahsine).

88. âyette helâl, hoş ve temiz sayılan bilûmum nesnelerin kapısı açık tutularak bütün mü'minlere bunlardan yararlan­maları için tenbîh edilerek buyuruluyor ki: «Allah'ın sîze rızık olarak verdiği nimetlerden helâl, hoş ve temiz yollu yiyiniz (lü­zumu kadar faydalanınız) ve İmân etmiş olduğunuz Allahdan korkunuz.» Korkunuz da ifrat ve tefritten sakınınız. Ne O'nun nimetlerini beğenmemek, onlardan kaçınmak gibi nankörlük, ne de bu dünya nimetlerini gaye edinip Allahdan ve âhıretten gaflet ederek hırs ve şehvete esir olunuz. [7]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1. Eşyada asıl olan taharet ve ibâhadir. Helâl ve haram mefhumları izafîdir.

2. Bu hususta zan ve şüpheyle amel olunmaz.   Kat'î bir delil bulunmadıkça bir şeye haram nazariyle bakılmaz.   Yani böyle bir hüküm verilmez.

3. Aşırı zühd-u tekvâdan Ötürü helâl nesneleri terketmek-te hayır ve fazilet yoktur. Bu bakımdan helâl şeyleri terketmek caiz görülmemiştir,

4. Her şeyde itidali muhafaza etmek, ifrat ve tefritten ka-çmmak gerektir.

5. İmâm Mâlik'e göre mubah şeyi yeminle kendisine ha­ram kılan kimseye, bu yemini bozmaktan dolayı keffaret ge­rekmez.   İmâm Ebû Hanîfe'ye göre gerekir. [8]

 

HELAL KILINAN VE KILINMAYAN ETLER

 

«Ey îmân edenler! Akidleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helâl saymaksızın, size okunacak olanlar hâriç (di­ğer) hayvanların (eti) helâl kılındı. Şüphesiz ki Allah diledi­ğini hükmeder.» (El-Mâide sûresi, âyet: 1)

Allaha karşı akidlerimiz sayılmıyacak kadar çoktur; bu âyetler onlardan birkaçını beyân ediyor. Bunun için «Ey îmân edenler!» nidâsiyle önce dikkatler çekiliyor. Çünkü dikkatsiz­lik gafleti, gaflet de akdi yerine getirmemeyi doğurabilir. Bu bakımdan müfessir îbnü Kesîr buradaki ünlemin mânâsını şöyle ifâde ediyor: «Ey inananlar! Bütün dikkatinizle kulağı­nızı ilâhî buyruğa çevirin. Çünkü bu buyruk ya işlenmesi em-rolunan bir hayır veya sakınılması gereken bir fenalıktır. îki-si de sizin kulluğunuzun sadakatini, ahde olan vefanızı tâyin eden mehenglerdir.»

Behîme: Umumiyetle dört ayaklı hayvanlara verilen bir isimdir. Konuşma, düşünme ve akletme gibi vasıflardan mahrum bulundukları ve bu sebeple kapalı ve mutfhem kal­dıkları için hayvanlar hakkında bu isim kullanılmıştır.

En'am: Ehlî hayvanlardan deve, sığır, koyun ve keçi'-ye, yabanî hayvanlardan geyik, ceylân, yabanî sığır ve yabanî eşeğe  yumuşak ve uysal oldukları için verilen bir isimdir. Umumiyetle tek tırnaklı hayvanlar buna dahil değildir. Yaba­nî eşek hakkında görüş farkı vardır.

Nitekim En'âm sûresinde buna işaretle buyuruluyor ki:

— «Davarlardan yük taşıyacak, (tüyünden) döşek, hah, kilim ve benzeri şeyler yapılacak hayvanları yaratan da O'dur.» Bundan sonra davarların sekiz çift  olarak yaratıldığı beyânz ediliyor : «Allah sekiz çift yarattı: Koyundan iki çift, keçiden iki çift.. De ki: Allah iki erkeği mi, yahut iki dişiyi mi, yoksa bu İki dişinin rahimlerine sarınıp bürünen erkek ve dişi yav­ruları mı, hangisini haram etti? Dâvanızda doğru iseniz bana İbne dayanarak haber verin.»

«Deveden de iki, sığırdan da iki çift yarattı. De ki: Allah iki erkeği mi, yahud iki dişiyi mi, yoksa iki dişinin rahimlerine sarınıp bürünen erkek ve dişi yavruları mı, hangisini haram ett? Yoksa Allah size bunu haram kılmayı tavsiye ettiği zaman siz hazır mıydınız?» [9]

Ve Nahl sûresinde de tek tırnaklı hayvanların en'âm'-dan olmadığı beyân edilerek buyuruluyor ki: «Hem onlara bin­meniz için, hem zlnet için atları, katırları, merkebleri yarattı. Sizin bilemiyeceğiniz daha neler yaratıyor O.»  [10]

Demek ki, en'âm, deve sığır, koyun ve keçiye verilen müşterek bir isimdir. Katâde ve İbn Cerîr'e göre de böyle­dir.

Eshâb-ı kiramdan îbnü Ömer ile Ibnü Abbas (Allah iki­sinden de razı olsuni) bu âyetle, ana rahminden ölü olarak çı­karılan ceninin mubah olduğuna istidlal etmişlerdir. Şöyle ki, gebe hayvan boğazlandıktan sonra cenîn Ölü olarak çıkarılırsa onu yemek helâldir.

Ebû Saîd (R.A.) den yapılan rivayette: «Hazret-i Peygam-ber'e (S.A.V.) sordum :

  Ey Allanın Resulü! Biz dişi deveyi, sığır ve koyunu bo­ğazlıyoruz, karınlarından cenîn çıkıyor.   Onu atalım mı, yiye­lim mi? dedim.

Hazret-i Peygamber (S.A.V.) :

  Arzu  ederseniz  yeyin.   Çünkİ  ceninin  boğazlanması, anasının boğazlanmasiyledir» diye cevap verdiler.»[11] denili­yor.

En'amın da hepsi yenilmez, Kitab ve sünnetin istisna yolIu ayırdığı hayvanların bir kısmı en'âmdan sayılmakla beraber bâzı sebeplerden dolayı haram kılınmıştır. Meselâ: Leş, kan, domuz eti, Allahdan başkası adma boğazlanan, taş, sopa ve benzeri yassı bir âletle vurulup öldürülen, bir yerden yuvar­lanarak Ölen, başka bir hayvan tarafından süsülerek öldürü­len, canavar tarafından parçalanan, dikili taşlar üzerinde onlar için boğazlanan hayvanlar ile yırtıcı dişleri olan bütün cana­varların eti haram kılınmıştır. Nitekim Nahl sûresinde de bu­na işaret edilerek buyuruluyor ki:

«O size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini, bir de Al-lah'dan başkası için kesilmiş olan hayvanları haram kıldı. Bu­nunla beraber kim bunlardan yenliye muztar kalırsa kimseye saldırmamak ve haddi (ölmiyecek miktarı) aşmamak şartiyle yiyebilir. Çünki Allah Gafur ve Rahîm'dir.» (En-Nahl sûresi, âyet: 115)

İleride bu konuya geniş yer verilecek ve gereken açıkla­ma yapılacaktır.

Bunlar gibi, ihramlı bir halde olana da karada avlanma ha­ram kılınmıştır. îhramlı iken avdan ve av eti yemekten men'o-lunmuştur. Deniz avı müstesna..Diğer bir âyette özel olarak bu hususa temas edilerek buyuruluyor ki:

«Deniz avı yapmak ve onu yemek de, yolculara da  geçim­lik olarak  helâl kılınmıştır. îhrâmlı bulunduğunuz müddet­çe kara avı size haram kılınmıştır. Huzuruna vanp toplanaca­ğınız Allah'dan sakının.» (El-Mâide sûresi, âyet: 96). [12]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1. Helâl ve haramı ancak Allah ve Resûlüllah tâyin eder. Başkası buna asla yetkili değildir.   O halde Kitab ve Sünnette neler helâl kılmışsa onlar helâldir, neler haram kıhnmışsa on­lar da haramdır

2. Deve, sığır, koyun, keçi, geyik, ceylân, yabanî sığır ve yabanî merkeb helâl kılınmıştır.

3. îhramlı olan kimse ister hac için, ister umre için ol­sun  bu ve benzeri yabanî hayvanları avlıyamaz ve av etin-den yiyemez.

4. Eti yenen dört ayaklı hayvanlardan da şunlann eti be­lirtilen sebeplerden dolayı haram kılınmıştır: Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkası adına kesilenler  boğulmuş, bir yerine taş veya sopa gibi kesici olmayan bir âletle vurularak öldürül­müş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından süsül-müş, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları canları çıkma­dan Önce boğazlamamışlarsa dikili taşlar üzerine boğazla-nanlar.

5. Bunlar gibi, yırtıcı ve parçalayıcı azı diş, tırnak ve pen­çe sahibi bütün hayvanların yenmesi haramdır. Azı diş ve kuv­vetli pençe sahibi: Aslan, kaplan, kurt, pars, köpek, tilki, sırt­lan, kedi ve benzeri hayvanlardır. Tırnak ve pençe sahibi ise: Şahin, doğan, kartal, karga ve benzeri hayvanlardır. Birinciler diş ve pençeleriyle, ikinciler keskin tırnaklariyle avlarını ya­kalayıp parçalarlar.

Bunlar gibi ehlî eşek, katır, fil, araptavşanı (yaban fare­si), gelincik, arı, kara ve deniz kaplumbağaları ve fare,, akrep, kurbağa, kirpi, yılan, pire, bit, sinek, sivrisinek, kene ve ben­zeri bütün hayvan ve haşaratın yenmesi haramdır.

İleride bu konuya geniş yer verilecek ve habaisten olduk­ları mezheplerin görüş farklariyle beraber anlatılacaktır.

6. Boğazlanan hayvanın kanundan çıkan ölü cenîn eti he­lâldir. Ancak:

îmam-ı A'zam'a göre, anasının boğazlanmasiyle karnından ölü olarak çıkan cenin  ister tüylenmiş olsun ister olmasın  boğazlanmış sayılmaz. Bu bakımdan eti yenmez, haramdır. Be­den teşekkülü tamamlanmış diri olarak çıkarsa usûlü dairesin­de boğazlanır ve o zaman yenmesi helâl olur.

tmam Ebû Yûsuf, îmam Muhammed ve üç büyük îmam'a göre: Ölü olarak çıkarılan ceninin vücud yapısı tamamlanmışsa, anasının boğazlanmasiyle o da şer'an boğazlanmış sayılır ve eti yenilir. Çünki Hz. Peygamber (S.A.V.) buyurdular ki: «Yavrunun boğazlanması, anasının boğazlanmasiyle tahakkuk eder.» [13]

 

KİTAP EHLİNE AİT YİYECEK MADDELERİ

 

«Bugün size temiz olan (nimetler) helâl kılındı. Kendile­rine kitab verilenlerin yiyeceği size helâl, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir.» (Mâide sûresi, âyet: 5).

Bundan önceki âyette neyin helâl kılındığından soranlara cevap teşkil eder mahiyette Size iyi, temiz ve hoş şeyler helâl kılındı» buyurulmuştu. Bu âyetin ise ilk cümlesi onu te'kîd sa­dedinde gelmiştir.

ikinci cümle ile, Müslümanlarla kitab ehli arasında birta­kım münâsebetlerin bulunduğuna işaretle, haram kılman yiyecekler müstesna diğer bütün yiyecek maddelerinin alım-satımı, ithalât ve ihracatı, yenilme ve içilmesi iki taraf için de helâl olduğu beyân ediliyor.

Ancak yiyecek maddeleri hususunda kitab ehli olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Öyle ki ticarî münâsebetleri, kitab ehli olanla olmayanlar şeklinde bir ayrım yapmadan ge­liştirmek ve onların iyi, temiz ve hoş olan yiyeceklerini yemek helâldir. O halde özel olarak kitab ehlinin zikredilmesinden siyak ve sibak da dikkate alınarak zebâyih (boğazlanan Ve avlanan hayvanlar) mânâsını almak daha açıktır. Bu mânâyla, kitap ehlinin boğazladığı veya avladığı hayvanlar Müslüman­lara, Müslümanların da onlara helâldir. Kitab ehli olmayanla­rın ise boğazladığı ve avladığı hayvanlar Müslümanlara helâl değildir. O halde âyetteki taam'dan maksad bu olduğuna gö­re, kitab ehH'olmayanlann zebâyihten başka temiz ve iyi yiye­cekleri Müslümanlara helâldir, hükmünü istidlal etmek ilâhî murada muhalif değildir.

Ayrıca âyet-i kerîmenin delâletinden şu mânâları ve taşı­dığı hükümleri çıkarmışlardır:

a) Kitab ehlinin  Allah ve Resulünün haram kıldığı şey'-ler müstesna  bütün yiyecekleri Müslümanlara helâldir.

b) Kitab ehli, boğazladığı veya avladığı  hayvan üzerine Allah'ın adını anmasa bile boğazladıkları ve avladıkları Müslü­manlara helâldir. Çünki bu âyet-i kerîme umum ifâde eden [14] “Üzerine Allah’ın ismi zikredilmeyen leri yemeyin bu fısktır.” ayetini hususiandırmıştır.

Nitekim Ebû Derdâ, Ubâde b. Sabit, îbnü Abbas, Zührî, Rabîa, Şal)î ve Mekhûl aynı görüştedirler.

Ali bin Ebû Talib, îbnü Ömer ve Âişe Vâlidemiz'e göre ise, kitab ehlinin boğazladığı hayvan üzerine Allah'dan başkasının anıldığını duyduğunuz zaman ondan yemeyin! Bu,Tavus ile el-Hasan'm kavlidir. Delilleri ise Allah'ın: âyeti ile âyetidir. [15]

 îmam Mâlik'e göre bu, mekruhtur, haram değildir.

Bununla beraber kitab ehlinin herhangi bir ismi anıp an­madıkları bilinmediğinde  Allah'ın ismini andıkları kabul edilerek  boğazladıkları helâl sayılır. Bu hususta icma' vâki olmuştur. Zira bize kadar gelen sahîh rivayetlerden, Resûlüllah (S.A.V.)ın bir yahudînin ateşte kızartıp hediye ettiği koyunu kabul ettiği bilinmektedir.[16]

 

Çıkarılan Hükümler:

 

1.  Kitab ehli (Yahudi ve Hıristiyanlar)in boğazladığı ve avladığı hayvanları yemek, Müslümanlara helâldir.

2. Kitab ehlinin, hayvanı boğazlarken veya avlarken Al­lah'ın adını anıp anmadıkları bilinmezse, andıklarına hükmedi­lerek boğazladıkları ile avladıklarını yemek helâl olur.

3 . îster kitab ehli olsun ister olmasın, bptün gayr-i müs-limlerin Allah ve Resulünün haram kıldığı şeyler müstes­na yiyecek ve içecek maddeleri Müslümanlara helâldir, yi­yebilirler.

4. Müslümanların yararına olmak üzere gayr-i müslimler-le ticarî muamelelerde bulunmak caizdir.[17]

 



[1] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/269-274.

[2] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/274-276.

[3] el-Eşbah  ve'n-Nezair:   İbn  Nüceym   S:   26.  Mısır matbaa-İ  Hüseyniyye

[4] Ayni kitabın belirtilen sanifesî

[5] Ayni  kitabın  27.  sahifesi

[6] Osman bin Mez'un'un evinde toplanan zatların Ebûbefcir, Ali, tbn Mes'ud, Abdullah bin Ömer, Ebû Zer, Salim Mevlâ Ebû guzeyfe, Mikdad bin Esved, Selmân-i Fârisî ve Da'kıl bin Mukarrin olduğu Kurtubî Tefsirinde kay­dedilir.

[7] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/276-280.

[8] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/280.

[9] En'âm  sûresi,  âyet:   143 -144.

[10] Nahl sûresi, âyet:   8

[11] Ebû Dâvud - Tİrmİzî - tbnü Mâce

[12] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/281-283.

[13] Mecmeû'l-Enhiir c:  2, s: 512.

Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/284-285.

[14] En'âm sûresi, âyet:  12İ.

[15] Bakare  sûresi,  âyet:   173.

[16] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/285-287.

[17] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 1/287.