«Ey îmân edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, sahipleri sizi bilmeden, müsâade alıp selâm vermeden girmeyiniz.. Böyle hareket etmeniz sizin için hayırlıdır. Ola ki düşünüp (hikmetini anlarsınız).» [1]
İslâm, hayatımızın her cephesiyle ilgilenir. Birbirimizle münâsebette, gidip gelmemizde, oturup kalkmamızda, karşılıklı konuşmalarımızda insanlığımıza yakışanı yapmamızı emreder. Her hususta edeb, terbiye, nezâket ve nezâhet kaidelerine riâyet etmemizi tavsiye yollu işîer.. Evimizin içindeki serbest konuşmalarımızı, açık saçık davranışlarımızı aile terbiyesine uygun bir şekilde sınırlar ve bu kadarına başkasının vâkıf olmasını men'eder. Çünkü aile sırrı ancak dört duvarın arasında kalır, dışarıya sızdırılmaz. Aksi halde aile mahremiyet ve masuniyeti diye bir mevzu kalmaz..
Bu bakımdan Müslüman aileler mutlaka kapılarını kapalı tutarlar, pencerelerine içeri görünmeyecek şekilde perde asarlar; ziyaretçi olarak veya bir iş için gelmiş bulunan kimseyi tanımadan içeri almazlar.. İslâmî âdâb ve terbiye kaidelerine riâyet etmiyen veya etmesini bilmiyen câhillere, kendi söz ve davranışlarıyla, aile ve cem'îyet Ölçüleri içindeki yaşayışla-rryla en güzel örneği vermeyi asla ihmal etmezler.
Bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, İslâm tezgâhında şekillenip mü'min vasfını alan inanmış kişilere, başkasının evine, sahibine haber vermeden, kendisinden müsâade alıp selâm vermeden girmelerini men'ediyor.
Bu emre göre hareket eden Müslüman, cem'iyet hayatına üç yönden faydalı olmuş olur:
1. Müslüman olan kimsenin medenî olduğu, terbiye Ölçüleri içinde hareket ettiği fiilen gösterilmiş oluyor..
2. Böylece cem'iyetin örnek alacağı bir kimse seviyesine yükseliyor
3. Aile ve cem'iyete huzur getiriyor, karşılıklı güvenin sağlanmasına yardımcı oluyor..
Müfessir Hafız İmâdüddîn diyor ki- «Bu âyet, dinî bir takım edeblerdir ki Alîah inanmış kullarını bununla edebli olmaya davet ediyor.»
Hazret-i Peygamber (S.A.V). bu edebe riâyet etmiyenler hakkında, işin önemini belirterek şöyle buyuruyor:
«Kîm bir kavmin (veya ailenin) evine, müsâadelerini almaksızın bakıp, (onların gizli hâlini öğrenmek isterse), o aileye, onun gözünü çıkarmaları helâl olur.» [2]
İbn-i Cerîr Taberî ve başka müfessirlerin tesbît ettikleri rivavete göre. Ensar'dan bir kadın, Hazret-i Peygamber'e (S.A.V.) gelerek:
— Ya Resûlellah! dedi, ben evimin içinde Öyle vaziyetlerde bulunuyorum ki, hiç bir kimsenin beni o vaziyette görmesini istemem; hattâ babamın ve evlâdımın da görmesini... Ama babam gelir üzerime girer... Hulâsa ailemizden her an bir adam.
ben o vaziyette iken içeri girebiliyor. Bu durum karşısında ne yapmalıyım?
Bunun üzerine konumuzu teşkil eden âyet-i kerîme indi.. Hazret-i Ebûbekir Sıddîk (R.A.), daha çok aydınlanmak için şu soruyu sordu:
— Ya Resûlellah (S.A.V.)! Şam yolu üzerindeki han ve meskenler hakkında ne buyurursunuz? Bunun üzerine de
«Meskûn olmayan, içinde
sizin için fayda, (veya ticaret) malı bulunan boş evlere girmenizde size bir sorumluluk yoktur.» mealindeki âyet nazil oldu.. [3]
« İsti'nâs» ın mânası üzerinde ihtilâf edilmişse de, Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin rivayet ettiği şu hadîs-i şe-rîf, maksadı daha iyi açıklıyor. Ebû Eyyûb (R.A.) diyor ki, Peygamber (S.A.V.)e sordum, «İsti'nas nedir?» dedim. Şu cevabı verdiler:
«İçeri girmek isteyen adam tesbîh, tekbîr, tahmîd (gibi şeyler) söyler, hafif öksürür de (kapıda beklediğini ve bu suretle) ev sahibinden müsâade ister» demektir. [4]
Bu rivayetle beraber diğer sahih kaynaklardan bize kadar gelen haberlere göre, başka bir eve girmek arzu edilirken sünnet olan isti'zan (müsâade isteme), üç defa: «Esselâmü aley-küm, içeriye girmeme müsâade var mı?» demektir. Şayet ev sahibinin duymadığına kanâat hâsıl olursa, aynı cümleyi dördüncü defa tekrar etmekte bir beis yoktur. Bu takdirde izin verilirse girilir, verilmez veya bir özür beyân edilirse geriye dönülür.. Nitekim Hazret-i Ömer (R.A.) bir gün Ebû Mûsâ el-Eş'arî'ye:
— Seni bize gelmekten alıkoyan şey nedir? diye sitemde bulundu.
Ebû Mûsâ (R.A.):
— Ben size geldim, kapınızın önüde durup üç defa selâm verdim; selâmıma cevap verilmeyince ayrıldım.. Çünkü Haz-ret-i Peygamber (S.A.V.)in şöyle buyurduğunu işittim:
«Sizden biriniz (başkasının evine girmek isterken) üç defa izin ister, müsâade edilmeyince geriye dönsün!» [5]
Bu mevzuda etraflıca bilgiye sâhib olmak için şu kıssayı nakletmekte fayda umuyorum: Bir gün Hazret-i Peygamber (S.A.V,) Sa'd bin Ubâde'nin evine uğradı, onları ziyaret etmek istiyordu. «Esselâmü aleyküm» dedi, cevap veren olmadı; bir daha «Esselâmü aleyküm» dedi, yine cevap veren olmadı, bir daha «Esselâmü aleyküm» dedi, yine cevap veren olmayınca geri döndü.. Hazret-i Sa'd, Resûlüllah (S.A.V.)in sesinin kesildiğini farkedince, ayrıldığını anladı ve peşine düştü, hızlı adımlarla Resûlüllah'a yetişti ve: «Ve aleykümü's-selâm ya Resülel-lah!» diyerek redd-i selâmda bulundu. Sonra da şöyle itizar etti: «Ya Resûlellah! Size cevap vermeyîşimizin sebebi, bize daha çok selâm vermenizi sağlamaktı.. Buyurun hanemizi şereflendirin..» Resûlüllah (S.A.V.) bu durumu 3'adırgamadı ve Sa'd'ın evine gittiler. [6]
Diğer bir husus da, Hazret-i Peygamber (S.A.V.) bir evin kapısına gelince tam karşıda durmaz, ya sağ köşeye., veya sol köşeye çekilir, öylece müsâade isterdi. Çünkü o devirde ekseriya dış kapılar doğrudan doğruya odaya açılır, ara yerde antre bulunmazdı. Kapı açılınca odanın içindeki duruma göz ilişmesin diye böyle hareket edilirdi. Bununla beraber, ara yerde antre bile olsa, böyle yapmak daha uygun olur..
Selâm vermekle ev sahibine müsafir veya ziyaretçi olarak geldiğini veyahut bir iş için görüşmek istediğini duyurmak mümkün değilse, kapıyı tıkırdamak sünnettir. Nitekim Kaz-ret-i Peygamber (S.A.V.) Medine'de bir kuyunun kenarına oturup ayaklarım suya sarkıtarak serinlemeye çalışırken Hazret-i Ebûbekir Sıddîk geldi ve içeri girmek için kapıyı tıkırdadı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.V.) kapıcıya: «Ona müsâade ver ve kendisini Cennetle müjdele!» buyurdu.. Bundan da kapıyı tıkırdamanın sünnet olduğunu anlıyoruz..
Başkasının evine varıp kapısının Önünde bir tarafa durup selâm verdikten veya kapıyı lıkırdadıktan sonra ev sahibi, «kim o?» diye soracak olursa, «ben» veya «benim» denilmez de ismi ve künyesi yâni adı soyadı ne ise onu söyler. Rivayete göre Câbir bin Abdullah (R.A.) diyor ki: Hazret-i Peygamber'e (S.A.V.) gittim, içeri girmek için müsâade istedim. «Kim o?» diye sordu. «Ben!.» dedim. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (S.A.V.): benim böyle dememi yadırgadı ve «ben, ben» dedi.. [7]
Hazret-i Ömer (R.A.) bilhassa bu âdaba fazlasiyle riâyet eder, Hazret-i Peygamberin veya başka birinin kapısına gelince, «Esselâmü aleyküm, Ömer içeri girsin mi?» derdi.. Haliyle diğer Eshâb-ı Kiram da birbirleriyle olan münasebetlerinde bu terbiye ve âdaba riâyet eder, etmiyenleri kınarlardı..
Bütün bu hüküm ve âdablar başkasının evine girmek iste-nilirken câri olur.. Kendi evine giren, müsâade istemez, ancak seîâm verir.
Netice olarak, başkasının evine girmeye müsâade edilmediği veya evde sahibi bulunmadığı takdirde içeri girilmeden dönülür. Nûr sûresi 28 ve 29. âyetlerle bu husus şöyle beyân ediliyor:
«Şâyed evlerde kimse bulamazsanız size izin verilinceye kadar oraya girmeyin.. Size «dönün!» derlerse dönün.. Bu yolda hareket hakkınızda daha nezîh ve makbuldür. Allah işlediklerinizi hakkıyle bilir.»
«Meskûn olmayan, içinde sizin için fayda, (veya ticaret) malı bulunan boş evlere girmenizde size bir sorumluluk yoktur. Allah açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de hakkıyla bilir.» [8]
Böylece İslâm beşerî münâsebetleri en hurda teferruatına kadar bir bir ele alıp hepsini de ayrı ayrı nizamlara bağlamıştır. Herkesin meskenini taaarruzdan, hayâsızca saldırılardan, edep ve töre dışı girişlerden korumuş, medenice yasamanın yollarını, şüpheye mahal bırakmıyacak şekilde göstermiştir. [9]
1. Evin kapısını kapalı bulundurmak, pencerelere, içeriyi göstermiyecek şekilde perde asmak sünnettir. Tek katlı evlerde ise vâcibdir.
2. Başkasının evine müsâade almadan girmek caiz değildir.
3. Kapıyı tıkırdamak ve selâm vermek sünnettir.
4. İçerden «kim o?» diye sorulunca, ismen ve hattâ künye ile yâni ad ve soyad ile cevap vermek sünnettir.
5. Birinci selâm veya tıkırdamayı duynıamışlarsa bunu üç ilâ dört defa tekrarlamak âdâbdandır. Dördüncü defa da ses çıkmazsa artık ısrar edilmiyerek ged dönülür.
6. Kapıyı tıkardamaktaıı veya selâm verdikten sonra tam kapının önünde değil bir tarafında durmak keza âdabdandır.
7. Kendisine ait eve girilirken müsâade istenilmez, ancak selâm verilir.
8. Meskûn olmayan evlere (han, otel gibi) girilirken belirtilen şekilde müsâade istemeye lüzum yoktur. Ancak meskûn olmayan evin bir idarecisi varsa (otellerde olduğu gibi) önce ondan müsâade alınır. İdarecisi yoksa (bâzı kervansaraylarda olduğu gibi) doğrudan doğruya girmekte bir vebal yoktur. [10]
[1] Nûr sûresi, âyet: 27.
[2] Sahîh-i Müslim: Ebû Hureyre (R.A.)den. Bu hadîsin mensûh olduğunu ve âyeti inmeden önce söylendiğini iddia edenler de var.. Bâzısına göre mensûh değildir; vaîd yollu ifâde edilmişti.
[3] İbn-i Cerîr Taberî: Adiy bin Sabit (R.A.)den.
[4] İbn-i Mâce: Ebû Sevre (R.A.)den.
[5] Bu haber hem sahih, hem de meşhurdur..
[6] Tefsîr-i Kurtubî: C. VI, S. 216.. Ebû üâvud ve Neseî'nin Kays bin Sa'd'-ûen yaptıkları sahih rivayete göre: Resûlüllah selâmını üç defa tekrarlamış, her defasında Sa'd hafif bir sesle redd-i selâmda bulunmuş; Sa'd'm oğlu Kays, «Babacığım, Resûltillah'a müsaade etsen ya!» demiş, o da: «Bırak, Resûlüllah
çokça selâm versin!» demiştir.
[7] Sahîh-i Buhârî ve Müslim..
[8] Nûr sûresi, âyet: 28 - 29
[9] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/88-93.
[10] Celal Yıldırım, Kur’an Ahkamı Ve Mezhep İmamlarının Görüş Farkları, Bahar Yayınları: 2/93.