B -
KIYAMETİN GENEL OLARAK BELİRTİLERİ
C -
DÜNYA SON BULURKEN ONDA MEYDANA GELECEK OLAYLAR VE DEĞİŞİMLER
1 -
Yerkürede Sarsıntılar, Zelzeleler Ve İç Kısımların Dışarıya Savrulması
2 -
Dağların Alacağı Şekiller Ve Ortadan Kalkışı
3 -
Denizlerin Kaynaması Ve Fışkırip Boşalmaları
4 -
Yerkürenin Alacağı Son Şekil Ve Yeni Bir Dünyanın Kuruluşu
1 -
Yıldızlarla Güneş Ve Ayın Sonları
a -
Yıldızların Kararıp Dökülmesi Ve Gezegenlerin Dağılması
b -
Güneşin Dürülüp Sönüşü Ve Ayın Kararması
2 -
Göklerin Düzen Ve Dengesini Kaybedip Parçalanmaları
E -
YER VE GÖKLERİN, YENİ ÂLEMLER OLUŞTURMAK İÇİN BİTİŞİK OLDUKLARI İLK NOKTA
DURUMUNA GETİRİLMELERİ
İSLÂM
AÇISINDAN KAİNATIN İMKANLARI
Yaratıcı yüce Allah
hâriç her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi her başlangıcı olanın da bir sonu
vardır. Fakat bu son, anladığıma göre mutlak bir yokluk şeklinde olmayıp bu,
bazı varlıklar için yeni maddeler, nesneler ve âlemler oluşturacak ve yeni
yapılanmalara yol açacak bir mâhiyet ve şekil değişikliklerine uğrama
biçimlerinde ve bazıları için de gene yeni bir yaratılış ve yapı ile ortam
değiştirme biçiminde tezahür edecektir. Yıldızlar parçalanıp yeni âlemlerin
kurulmasına yol açarlarken, insanlar yeni bir yaratılışla ve fakat yaptıklarına
göre iki ayrı âlemde yerlerim alacaklardır. Her şeyin bir sonu olacağı
Kur'an'da şu genel ifâdeyle duyurulmaktadır:
" Allah'ın
kendisi hâriç her şey helak olup gidecektir. (Alemlerin) idare ve hükümranlığı
ancak O'na aittir ve sizler O'na döndürülüp götürüleceksiniz"[1]
Helak olmak mutlak yok
olmak değildir Kur'an-ı Kerim'de, yıkılan âlemlerin yeni âlemlere dönüşeceği
şöyle anlatılır:
- O gün yer, başka bir
yere, gökler de başka göklere çevrilecek ve insanlar da Bir ve gücüne karşı
konulmaz Allah'ın karşısına (hesap vermek için) çıkacaklardır.[2]
Kur'an'dan anlaşılan
şudurki; sâdece madde ve karşıt maddelerin kendileri değil insanların fiil ve
davranışları bile yeni âlemde görüntüye gelecek ve bunlar hesap için bir delil
olarak kullanılacaktır.[3]
Daha ilk başta insan
oğluna; bu gezegende belli bir süre kalacağı ve bu gezegenle beraber
kendilerinin de sonlarının geleceği anlatılmış ve şöyle denilmiştir:
" Sizin için,
yeryüzünde bir süreye kadar yerleşip kalmak ve (oradan) faydalanıp geçinmek
vardır".[4]
Bu âyet, üzerindeki
canlıları besliyecek ve barındıracak imkân ve nimetlere sahip olduğu sürece yerkürenin
yıkılmıyacağına bir işaret sayılabilir.
Kıyametin ne zaman
kopacağına gelince bu, Kur'an'da bildirilmemiş ve hatta Peygamber (S)'in
kendisi bile bu bilgiye sahip kılınmamıştır. Buna karşılık Kur'an-ı Kerîm'de ve
Hz. Peygamber'in sözlerinde kıyametin bazı belirtilerinden söz edilmiştir.
Kıyametin kopacağı zamanın bildirilmemesi, insanlığı son âna kadar görevde
tutmak ve her hangi bir kargaşaya meydan vermemek için olabilir. Dünyalar ve
âlemler bir sona aniden gelmi-yecekler ve bundan önce bazı belirtiler ortaya
çıkacak ve nihâi yıkım öncesi onlarda bazı fizikî ve kimyevî değişiklikler
olacaktır.
Kitabımızın başından
buraya kadar anlattığımız mükemmel gezegenimiz bu yer ve bu gök, yeni ve daha
mükemmel oluşumlara imkân vermek için korkunç bir yıkıma uğriyacaklardir. Belki
de cehennemler bile kendi türlerinin mükemmelleri olacaklardır. Şimdi biz bütün
bunları teker teker ele alarak o korkunç yıkılışları gözler önünde
canlandırmaya çalışacağız. Daha şimdiden insanlığa kurtuluşlar ve onun en
mükemmel bir âlemde yerini almasını dileriz. [5]
Her büyük olay önce
bazı belirtiler gösterir. Bunların bir kısmı uyan kabilindendir. Kıyamet
öncesinde de İnsanlık, kulluk yoluna girmesi için, önceden olduğu gibi bazı
olaylarla bir defa daha uyarılacaktır. Bu uyarılar kıyametin engellenmesi için
değildir ve bu olay evrende şaşmaz bir hesabı hareket sonucu, kararlaştırılan
bir zamanda, vuku bulacaktır. Bunu engelli-yebilecek hiç bir güç
bulunmamaktadır. Çünkü tüm güçler onu kararlaştıranın elindedir ki müslümanlar
bu durumu her gün; "lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" zikriyle dile
getirirler. Bu tesadüfi bir olay değildir. Tüm güçlerin elinde bulunduğu yüce
Allah'ın kâinatında hiç bir an tesadüflere yer yoktur. Bu, evrenin kuruluş
öncesinde kararlaştırılan bir olaydır ve göklerin ilk kuruluşu bu karara göre
yapılmış ve evren buna göre belli oluşum ve hareketler içine sokulmuştur.
Sonlara doğru gelindiğinde ve son iyice yaklaştığında özelliklede yeryüzünde ve
çevresinde bu oluşum ve hareketlerde bozulmalar gözlenecektir. Bunlar kıyametin
en önde gelen belirtileri olarak karşımıza çıkarlar. Her halde bunların daha
büyükleri bizim dünyamızın dışında göklerde kendilerini göstereceklerdir.
Hz. Muhammed (S)
kıyamet öncesi meydana gelecek 10 adet belirtiden bahsetmiştirki ondan gelen
bazı sözlerden bunlara ilâve daha başka belirtilerin de olduğu anlaşılmaktadır.
Bunlar onun şu sözünde şöyle sıralanmışlardır:
" Sizler daha
önce on belirti görmeden asla kıyamet kopmıya-caktır. Bunlar; î- Duman çıkışı,
2- Deccal, 3- Dâbbetü'l-ard'ın çıkışı, 4- Güneşin batıdan doğması, 5- Hz.
îsanın inişi, 6- Ye'cûc ve Me''cûcun çıkışı, 7- Doğuda, 8- Batıda, 9- Arap
yarımadasında olmak üzere üç yer çöküntüsü ve 10. su da Yemeri in iç
kesimlerinde çıkıp da insanları toplantı yerlerine doğru önüne katıp sürecek
olan bir ateştir'.
Peygamber'den gelen
bazı rivayetlerde, insanları denize atacak olan bir kasırgadan bahsedilirken
bu rivayetlerin bazılarında da, sözkonusu ateşin Hicaz arazisinden çıkacağı ve
bunun ışığının Suriye'de Busra kasabasındaki develerin boyunlarını bile
Hicaz'dan aydınlatacağı, anlatılır. Gene bazı hadislerde, adı geçen ateşin,
insanları doğudan batıya doğru önüne katıp götüreceğinden sözedilir.[6]
Peygamber (S) bir başka konuşmasında da gene çeşitli kıyamet belirtilerinden
söz eder. Onun burada sözünü ettiği belirtiler şunlardır; "Kızıl rüzgâr,
Yer sarsıntısı, Yer çöküntüleri, Canlıların vücutlarında şekil bozuklukları,
Havadan yapılan atış (;kazf^-ils ) lar ve bunları iz-liyen diğer belirtiler"[7]
Görüldüğü gibi burada öncekilerden farklı bazı belirtilere de yer verilmiştir.
Sahih kaynaklarda yer
alan Peygamber'in sözkonusu anlatımlarında yer alan bu olay ve belirtilerden
sâdece; gökyüzünü bürüyecek olan duman ile ye'cuc ve me'cuc kavminin çıkışı[8] -ki
bunlar önlerindeki engelleri aşıp istilâlara girişeceklerdir- ve bir de yer
hayvanı anlamına gelen konuşan "dâbbetü'1-ard" in zuhuru[9] ve
ayrıca da yer sarsıntıları Kur'an-ı Ke-rîm'de açıkça yer almışlar, diğerleri
ise ya hiç yer almamışlar veya bizim şimdilik anlıyamıyacağımız bir kapalılıkta
bulunmaktadırlar. Kur'an'da yer alanların mâhiyetleri ve zamanları hakkında da
müfessirler değişik görüşler ileriye sürmüşlerdir. Peygamber'in anlatımlanndaki
sıralamada ilk sırayı işgal eden ve Kur'an'daki bir sûreye de ismini veren
"duhan: duman" ile ilgili âyette şöyle denilir:
" Şimdi sen
göğün, insanları bürüyecek apaçık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu çok
acıklı bir azaptır".[10]
Bunu takıbeden âyette
ise dumanla verilen bu azabın bir süre kaldırılacağı anlatılır. Bu duman
hakkında müfessirler arasında iki ayn görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birine
göre duman, Peygamber devrinde, fetihten önce Mekke bölgesinin mâruz kaldığı
kıtlık ve kuraklık demektir. Müşrikler açlıktan ve yerden kalkan tozlardan
Ötürü gök yüzünü dumanlı görmeğe başlamışlardır. İkinci anlayışa göre bu duman
Peygamber'in sözünü ettiği kıyamet belirtilerinden olan dumandır.[11] Bu
ikinci görüş hem kıyametin alâmetlerinden söz eden hadislerce ve hem de bir
başka-âyetle desteklenmektedir ki bu âyetin ifâdesi şöyledir:
" O gün gök
bulutlarla yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecektir"[12]
Bu âyetler, göklerin,
yaratılmadan önceki ilk bulutsu hallerine[13]
doğru bir değişim içine gireceklerini bize anlatıyor olmalıdırlar.
Hz.
Dâbbetu'1-ard'a
gelince onun üzerinde biraz duracağız. Onunla ilgili âyetin ifadesi şöyledir:
"Onlar için bu söz (.-kıyamet) ün gerçeği ortaya çıktığı zaman onlara
yerden bir hayvan çıkarırız da bu canlı, insanlara; Bizim âyetlerimize kesin
bir îmanda bulunmadıklarını söyler".[14] Bu
hayvanın nasıl konuşacağını elbet onu görüp dinlemeden bilemeyiz. Ancak ondan
bahseden âyet Hz. Süleyman'ın kuş ve karıncaların dillerinden anladığını ve
Hudhud ile de konuştuğunu anlatan bir sûrede yeralmıştır. Bu hayvan Salih
Peygamberim devesi gibi bir tek midir yoksa o bir türden mi ibarettir? Bunu da
şimdilik bilemiyoruz. Ancak Kur'an'dan anlaşılan bu hayvanın konuşacağıdır ve
onun gökten değil yerden ortaya çıkacağıdır. Çünki burada "inzal"
yerine "ihraç" fiili kullanılmıştır. İnsan türü de dâbbe mefhumu
içine girdiğinden bunun bîr veya birden fazla İnsan olacağı da düşünülebilir. O
veya onlar yerin altından çıkıp geleceklerse Ashabı Kehf m
Adı geçmişken biraz da
Salih Peygamberin devesinden söz edelim. Onun hakkında Kur'an'da 6 sûrede 7
yrı âyet bulunmaktadır kî bu da olayın üzerinde önemle durulması gerekc oir
konu olduğunu gösterir. Ayetlerden öğrendiğimize göre Semûd kavminin bir
mucize istemesi üzerine aniden bir dişi deve ortaya çıkarılır. Bu deve çok
fazla suya ihtiyaç gösterdiği için şehir halkı sularını onunla eşit olarak
paylaşmak zorunda bırakılırlar. Halkla devenin belli günlerde nöbetleşe su
haklan vardır ki bu düzenleme Allah emridir. Sonuçta saldırıp onu öldürürler
ve böylece kendi sonlarını da getirmiş olurlar.[15]
Mucize isteklerinin karşılanması dâima ağır sorumlulukları da beraberinde
getirmiştir. Semûd kavmi Şam ilâ Hicaz arasında Hıcr denilen dağlık ve kayalık
bir arazide yaşarlar. Rivayetlere göre deve bir kayanın içinden çıkar. Allah
bir şeyi ânında yaratabilir. Ancak O bize bazı sırlar hakkında ipuçları da
vermek isteyebilir. Buna göre kayalar ve yerin derinlikleri bazı hayvanların
veya onlara âit yumurta yahut element ve hücrelerin donup kaldığı ve bu
şekilde de canlılıklarını korudukları mekânlar olabilirler. Bu devenin çok
farklı olduğu açıktır. Onun içebildiği su miktanna uygun olarak da süt verme
kabiliyeti olmalıdır. Dâbbetu'1-ard'a gelince onun günümüze kadar bilinen
hayvanlarla fıtrat benzerliği olmayan bir yaratık olduğu açıktır. Yüce Allah
bunları herhalde bizi yerküresinin imkânları hakkında daha fazla bilgilendirme
ve hem de uyarma vesilesi yapıyor. Tabiî olaylar sebebiyle topluca yok olup
gitme dışında dünyamızın yüzlerce ve belki de binlerce canlı türü İçin kıyameti
biz kopardık. Bu bizi de kendi kıyametimize doğru yaklaştırabilir.
Hz. Peygamber'in,
kıyamete doğru insanlarda ve toplumlarda görülecek bazı değişimlere daha temas
etmesini göz önüne alırsak kıyamet belirtilerinin bunlardan çok daha fazla
olacağı sonucuna açıkça varabiliriz. Elbet bütün belirti ve değişimler bize
söylenecek değildir. Muhtemelen bazı olayların da kötülüğünü belirtmek için
onlar kıyamet belirtisi olarak nitelendirildiler. Çünki son iyice
yaklaştığında hayra alâmet şeyler ortaya çıkmaz. Bu sebeple bazı şeyleri
kıyamet belirtisi saymak bunların iyi şeyler olmadıklarını vurgulamak için olabilir.
Bundan sonra biz yer ve gök yıkıma giderken onlarda meydana gelecek olaylar ve
onların alacakları şekiller üzerinde duracağız. Burada şunu da söylemeliyim ki
Kur'an'da anlatılan gelecekteki denge bozulmaları, yıkım süreçleri ve nihayet
yıkılışlar bize onların hem yaratılış ve kuruluşları ve hem de hâlihazır
durumları hakkında önemli bilgiler vermiş olurlar. Bu, olumsuzluktan müsbeti
(olumluyu) ve çözülüşten de terkibi yakalama imkânını verecektir. [16]
Yüce Allah tüm yer ve
göklerde bir düzen ve denge kurmuştur. Bu düzen ve dengelerin mükemmelliği
insan oğlunu şaşırtmaya devam ediyor. Uzayın derinlikleri ve kâinatın
boyutlarından bazı kesimler keşfedildikçe insanın şaşkınlığı da artmaya devam
ediyor. Fakat sonsuz mükemmellikte olan Allah bizim mükemmel gördüğümüz bu
âlemi çok daha ileri mükemmelliklerde yaratabilir. Bir âlemi yıkmak ve onun
yerine başkasını, yenisini ve daha mükemmelini yaratıp getirmek ve âlemleri
çoğaltmak Allah için zor ve uğraştırıcı bir iş değildir. Eskiyenlerin
yenilenmesine ve daha mükemmel ve daha korkunç âlemlerin ortaya çıkmasına imkân
vermek ve bu arada kendi yolunu izliyen insanları mükâfatlandırmak ve kendi
dünyasmda yoldan çıkıp taşkınlıklar yapanlara hesap sormak için Allah bu âlemi
yıkacaktır. Bu âlem ve bu dünya mutlak bir yokluğa gitmek için değil Kur'an-ı
Kerîm'de anlatıldığına göre "son inşâ" için yıkılacaklardır:
(Ey Muhammed) deki;
Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın ilk yaratmaya nasıl başladığım gözleyip
araştırın, işte bundan sonra Allah (öteki hayat) son yaratılışı da (onun gibi)
inşâ edecektir"[17]
Bu dünya kendi göğü
ile beraber çökerken elbetteki bütün düzen ve dengelerini de beraber
çökertecek, daha doğrusu bu düzen ve denge bozukluğu dünyanın gökle beraber
çöküşüne yol açacaktır. Düzen ve dengeler bozulurken dünyamızda ve göklerde
olağanüstü korkunç olaylar serisinin yaşanılması kaçınılmazdır. Buradaki
boyutlar, hacimler, güçler ve dengeler ne kadar büyük iseler yıkılış da o kadar
büyük ve onlar ölçüsünde ürkütücü olacaktır. Kur'andan öğrendiğimize göre bu
durum meleklerde bile müthiş bir korkuya yol açacaktır".[18] Oysa
onlar göklerin nice korkunç yıldız ve âlemleriyle beraber yaşıyorlar.
Göklerde denge
kanunları altüst olunca dünyamız, diğer gezegenler, güneş ve öteki yıldızlar
kendi yörüngelerindeki ve düz hareketlerindeki âhenklerini kaybedecekler. Bu da
onlardaki olağan, zararsız ve hatta hissedilmez sallantıları çok ileri
boyutlara vardıracaktır. Bu ileri derecede şİddetli, küresel sallantılar bir
kürenin kendi iç yapısının ve iç düzenlemesinin yıkılışına yol açacaktır.
Bunlar benim Kur'an-ı Kerîm'in anlatımlarından anla-dığımdır. Kâinat kitabı
olma özelliğine sahip Kur'an, dünyanın ve göklerin bu sallantı ve
çalkantılarından çok açık biçimde bahseder. Meselâ orada şöyle denilir:
" - O gün sarsan
sarsacak,
- Onu, ardından gelip
bindirecek olan izleyecek".[19]
Burada, dünyanın onu
yıkıma götürecek büyük bir sallantı ve sarsıntıya uğrayacağı anlatılır. Dünya
o güne kadar üzerindekiler i çalkalayıp sarsmadığı halde artık o sarsan ve
çalkahyan bir durum kazanacaktır. Bu iki âyette geçen "râcife" ve
"râdife" kelimelerine birbirlerine yakın değişik anlamlar verilmiştir.
Râcife; şiddetli ve korkunç biçimde sarsılan ve sarsan veyahutta müthiş bir ses
anlamlarına gelirken[20]
Râdife; ikinci yaratılışa geçişin hareketidir.[21]
Mücâhid (100 h/718 m) gibi müfessirler bunu, ilk şiddetli sarsıntıyı takip eden
bir gürültü olarak[22] veya
göklerin yarılıp dağılarak birbirlerine toslamaları olarak?[23]
anlarlarken bazıları bunu, ilk yerküre sallantısı (:râcife) den sonra dünyada
meydana gelecek yer sarsıntıları (zelzele) olarak yorumlarla.[24] Aynı
zamanda sallantı ve sarsıntıların belirsiz ve korkunç seslere yol açmaları da
elbet tabiidir.
Yerkürenin sallantı ve
çalkalanmasını ve bunun yeryüzüne ve özellikle de dağlara yapacağı etkileri
anlatan başka âyetler de vardır. Onlardan birinde şöyle denilir:
" O gün yeryüzü
ve dağlar sallanıp sarsılır. Dağlar akıp saçılan bir kum yığınına döner"[25]
Toprak ve katı taş
olan dağlar ufalanıp kum yığınlarına dönüşecek ve yerlerinden savrulup
atılacaklardır.[26] Bu, dağların taş
tabakalarını ufalanmış kum yığınlarına döndürecek ve onları da savurup atacak
olan bir sarsıntıdır. Bu da yerküre sallantısının büyüklüğü hakkında bir fikir
verir kanaatındayım.
Yer sarsıntısı ve
ardından dağların parçalanıp ufalanması olayı bir başka sûrede biraz daha
değişik bir dille şöyle anlatılır:
" - O gün yer bir
sarsıntı ile sarsılacak.
- Dağlar didik didik ufalanıp parçalanacak,
- Ve böylece (hepsi de) dağılacak, toz duman
hâline gelecektir''.[27]
İlk devir müfessirleri
sarsıntı anlamına gelen burada ilk âyetteki "racc:" fiiline deprem
anlamını verdiler. Bundan anlaşilıyorki onlar bunu, dünyanın yörüngesindeki
şiddetli küresel sallantı olarak düşünmediler. Çünki onlar böyle bir düşünce
seviyesine daha henüz gelmiş değillerdi. Oysa burada böyle bir sallantı ve
çalkalanma kastedilmiş olabilir. Bu tür sallantı da şüphesiz arzın içinde de
sarsıntı ve depremlere yol açacaktır. Ayrıca bu mü-fessirlerin çoğu, ilgili
âyetlere; sarsıntıyı müteakip dağların un gibi ufalanacağı, anlamını verdiler
ve gene onlardan bir kısmı, âyette geçen "heba':" kelimesine
dayanarak bu toz duman bulutlarının, ışık huzmeleriyle aydınlanan
görüntülerinden bahsettiler.[28]
Muhtemelen sözkonusu âyetlerde, yer sallantı ve sarsıntısı için kullanılan
değişik fiillerden her biri, yörünge içi sallantı da dâhil olmak üzere, ayrı
tür sallantı ve sarsıntı biçimlerini anlatı-yorlarki bunlardan biri de herkesin
bildiği deprem sarsıntı sidir. Bu sarsıntıya ismini veren sûrede; yerin
derinliklerindeki ağırlıkların böyle bir sarsıntı ile yüzeye savrulacakları
anlatılır.[29] Bu âyet, ağır nesnelerin
zamanla dibe doğru çökmüş olduklarına da bir işaret sayılabilir. Böylece
dünyanın içi dışına boşalacak ki bu olay Kur'an'da bir başka yerde şöyle
anlatılır:
" - Yer dümdüz
edildiği,
- içinde bulunanları
dışarı atıp boşaldığı
- (Ve bu halde de) o,
Rabbini dinleyip görevini yapmaya mecbur edildiği zaman (insan yaptıklarıyla
karşılaşacaktır)"[30]
İlgili âyetlerde
anlatılan biçimde yer yüzeyinden dağlar kaldırılıp yüzeyler düzlenince[31]
yerin içerisi dışarıya boşalacaktır. Bu da, Kur'an'daki anlatış sırasına
bakılacak olursa dağların baskısı ortadan kalktıktan sonra olacaktır ve bu
sırada denizler de ortadan kalkmış olacağına göre yerin derinliklerindeki
ağırlıklar iyice baskıdan kurtulmuş bulunacaklar ve böylece de bu ağırlıkların,
şiddetli sarsıntılarla yüzeye savrulmaları kolay hâle gelecektir. Dağların ve
diğer baskıların aniden ortadan kalkmasıyla yerküre içe-
risinde sıkışmış
güçler ve ağırlıklar yüzeye ve oradan havaya doğru fırlayacak ve bu esnada
havaya savrulmuş olan dağlarla bunlar çarpışıp hepsi toz duman olacaklardır. Bu
sırada gök toz bulutu ve yerküre toz yığını halindedir. Kur'an-i Kerîm'de bu
olayın anlatımı ve bu dehşet manzaranın tasviri şöyle yapılmıştır:
" - Artık sûra
birinci üfürülüşle üflendiği zaman,
- Yerle dağlar yerlerinden alınıp kaldırılarak
birbirlerine tek çarpışla darmadığınık edildiği zaman,
- işte o zaman olan olmuştur.
- Gök de yarılmış ve artık o gün o zaafa
uğramış (çökmeğe yüz tutmuştur)"[32]
Aslında biz burada,
daha sonra ayrı bir başlık altında ele alacağımız dağların durumunu değil
yerkürenin sallantılarını ele alıyoruz. Konuyla ilgili buraya kadar gördüğümüz
âyetlerden öyle anlaşılıyorki bu sallantı ve sarsıntılar, yerin kendi yörünge
ve hareketleri içerisinde uğrayacağı küresel ve kütlesel sallantılar ve bir de
kendi iç sallantıları olmak üzere iki şekilde gerçekleşecektir. Bizim gene
Kur'an-ı Kerîm'den öğrendiğimize göre, yerküre bu birinci çeşitten sarsıntılara
mâruz kaldığı zaman gök de aynı sallantılara mâruz kalmış olacak ve daha
doğrusu, dünya göğün bir cüzü olarak bu sallantılar İçerisinde yer alacaktır.
Çünki bozulan denge kanunları yerkürenin de böyle bir sallantıya uğramasını
kaçınılmaz hâle getirecektir. Daha sonra bir daha ele almak zorunda kalacağımız
şu âyet yer ve göğün sallantıları arasındaki ilişkiyi şöyle anlatır:
" - O gün gök
sallanıp çalkalanır,
- Dağlar (yerlerinden kopup) yürür"[33]
Burada dağlar aslmda
yeryüzünü temsil ederler ve onunla gök arasındaki etkileşime bir misâl
olurlar. [34]
Dünya yıkılırken
dağların alacağı şekilleri yukarda kısmen görmüş bulunuyoruz. Biz gene
Kur'an'daki bazı anlatım ve tasvirler içerisinde bunlara bazı ilâveler daha
yapmak durumundayız. Yeryüzeyinin en heybetli yapıları dağlar hep insanların
merakını çekmişler ve hayrete nıûcib olmuşlardır. Her yerde insanın karşısına
dikilen bu dev yapıların nasıl yaratıldıkları sorusu gibi nasıl ortadan
kalkacağı sorusu da insanları hep meraki andırmış-tır. Bu yüzden olmalıdırki
Kur'an-ı Kerim'de, dağların yaratılışı olduğu gibi kıyamet sırasındaki yıkılışları
da çokça ele alınmış bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dağları yerinden
koparıp yürüten güç, tabiatiyle onları bir bütün olarak yerde sürüklemiyecek
aksine onları Endülüslü müfessir Kurtubî (Ö. 671 h/1272 m)nin de işaret ettiği
gibi havada sürükleyip götürecektir.[35] Daha
doğrusu onlar, Önceki konuda geçen âyetlerde görüldüğü üzere ufalanmış kum ve
toz bulutlan hâline gelecekler ve yerde de onlara âit kum ve toz tepecikleri
(ıküsâb) oluşacaktır. Dağların yerlerinden sökülüp yürütülmesiyle İlgili ve
benzeri âyetler genellikle o sıralardaki gök olaylarını anlatan âyetlerle
beraber bulunmaktadırlar [36]ki bu
da göklerde de benzer olayların yaşandığını gösterir.
Savrulan bir kum veya
toz yığını yahut bir toz bulutu hâline gelen dağların Kur'an'da bu tasvirleri
yapılırken; onların atılmış renkli yün yığınları gibi olacağı, söylenir.[37] Bu
da zayıfta olsa hâla onlara vuran bir ışığın olduğunu gösterir. Nitekim
dağların bu durumunu anlatan âyetten önce;
" O gün gök
erimiş (kurşun ve tunç) mâden gibi olacak"[38]
denilerek gökyüzünün
zayıf ışıklarına dikkat çekilmiştir. Türk H arz em ilinden Zemahşerî (467-538
h/1074-1143 m) ise ufalanan ve havaya savrulan dağların, çeşitli toprak
renkleri sebebiyle savrulmuş renkli yün yığınlarına benziyeceklerini yazar[39] Eğer
dağ demek uygun olursa, dağların bu rengi, yerküre ateşinin onlarla beraber
savrulan kıvılcımlarından da kaynaklanabilir. Nitekim Taberî (224-310
h/838-922 m)'den öğrendiğimize göre ilk devir müfessirlerinden bazıları bizim
"toz-duman" olarak tercüme ettiğimiz, ilgili âyetteki
"hebâ:" kelimesine[40]
uçuşan ateş kıvılcımları anlamını verdiler.[41]
Yüzeyi ve hava
tabakası toz yığın ve bulutlarıyla dolan dünya bundan böyle yüzeyindeki çukur
ve engebelerini kaybedecek ve bu olaylar sırasında tabiatiyle canlı hayat da
bütün çeşitleriyle son bulmuş olacaktır. Kur'an-ı Kerîm'de bu son şöyle
anlatılmaktadır:
" - (Ey
Peygamber) sana (kıyamet sırasında) dağların durumunu sorarlar. Deki; Rabbim
onları temellerinden sökerek ufalayıp savuracaktır.
- O, böylece dağların yerini dümdüz (ve
hayattan arınmış olarak) bomboş bırakacaktır.
- Öyleki sen orada ne bir iniş, ne de bir yokuş
görebileceksin".[42]
Bu âyetlerden bir
kısım müfessirler; dağların yerlerini su birikintilerinin alacağı ve arz
üzerinde hiç nebat ve yapının kalmıyacağı, anlamını çıkardilar.[43] Az
önce sözünü ettiğimiz dilci müfessir Zemahşerî, âyetteki "nesf: kelimesine
dayanarak, dağların elekten geçmiş hububat gibi olacakları, yorumunda bulunur.[44] Bu
âyetlerden anlaşıldığına göre dağlar, yeryüzeyinde bir toz ve kum yığıntısı
olarak bırakılmayıp yüzey tamamen düzlenecektir. Gene Kur'an'ın anlatımına
göre, dağların yerleri bir seraba dönecek[45] ve
yeryüzü düz bir çöl gibi çırılçıplak ortaya çıkacaktır.[46]
Dağların Kur' an 'da
anlatılan şekilde mâruz kalacağı bu olaylar bazı müfessirlerce bir sıraya
konulmuşlardır. Bu sıraya göre olaylar zinciri şöyle olacaktır: 1- Yer
sarsıntısından önce dağlarla yer birbirlerine toshyacaklar. 2- Bundan sonra
dağlar atılmış yün yığınları gibi olacak ve bu sırada gök de erimiş kurşun veya
tunç mâdeni rengini alacaktır. 3- Atılmış yün yığınları gibi olan dağlar, bunun
ardından toz-duman bulutu (veya bir diğer anlayışa göre uçuşan kıvılcımlar)
hâline gelecekler. 4- Toz ve duman olarak yerlerini koruyan dağlar, kasırgalar
vasıtasiyle parçalanıp savrulacak ve altlan ortaya çıkacaktır. 5- Toz yığını
dağlar kasırgalar tarafından savrulup kaldırıldıktan sonra bu yığıntılar havada
bir dağ gibi ışık huzmesi görüntüsünü alacaklardır. 6- Sonuçta dağlar silinip
yerleri bomboş bir seraba dönecek ve bundan sonra da toz bulutları yüzeye
inerek arzı tamamen düzleyeceklerdir.[47]
Burada altı safha verilmektedir ki çok ilginç bu da yer ve göklerin oluşum safhaları
sayısına eşit olmaktadır.
Dağlar anlatıldığı
şekilde toz-duman olunca tüm yerküresinin de bir toz ve duman bulutu hâline
yâni ilk başlangıç durumuna gelmesi tabiidir. Çünki her şey, dinde genel bir
kaide olarak ilke dönecek ve oradan yeniden yaratılacaktır. îşte bütün
heybetleriyle karşımızda dikilip bizleri büyüleyen ve bizlere sayısız faydalar
sunan o güzelim dağların akıbetleri! [48]
Karalardaki hayat
suyunun ana kaynağı denizlerdir. Onlar da dağlar gibi bîr heybete sahiptirler
ve insanlığa sayısız nimetler sunarlar. Denizler onun karşısında veya ortasında
olanlara her zaman bir sonsuzluk duygusu vermişlerdir. Bu durumda olan bir
insan, âdeta uzaydaymış gibi, kendini sonsuz ufuklara doğru açılmış hisseder.
Denizlerin derinlik ve genişliği karşısında, her zaman insan onların ebedîliği
duygusuna kapılmış ve soğuk sularını da tüm ateşleri söndürecek bir güç
zannetmiştir. Kur ' an 'da ise, bu duygu ve düşünceler içinde olan insana, tam
tersi, denizlerin kızacağı ve boşalacakları haberi verilmiştir bu çok
şaşırtıcı olmalıdır.
Kur'an-ı Kerîm'de
denizlerin, yerkürenin son anlarını yaşadığı sıralardaki iki ayrı durumu dile
getirilmiştir. Bunlardan biri; müfessirlerin anlayış farkları bir tarafa,
başlıkta da görüldüğü gibi denizlerin ısınıp kaynaması, öteki de fışkırıp
boşalmalarıdır. Şüphesiz önce ısınıp kaynama olayı gerçekleşecektir. Günümüzde,
havaya yayılan zararlı gazların sera etkisiyle dünyanın ve denizlerin ısınacağı
endişesi başlamıştır. Kur'an'ın bir sûresinde; "Isınıp kaymyan denize
yemin" edilirken[49] bir
başka sûrede; güneşin dürülüp söndürülüşü, yıldızların kararıp dağılması ve
dağların yerlerinden koparılıp götürülmesi olayları anlatılırken bu arada
denizlerin de ateşleneceği ifâde edilir.[50]
Farklı sûrelerde yer almalarına rağmen ilgili her iki âyetin de 6. âyet
sırasında bulunuşları gerçekten ilginçtir. Bu, dağların yıkılış safhalarını
konu edinen âyet sayısıyla da eşittir. Bu da çöküş safhalarının, tersinden
yaratılış safhalarını izleyeceğine bir işaret sayılabilir. Denizlerin ısınıp
kaynaması veya ateşlenip tutuşması acaba sera etkisiyle oluşan sıcaklık
sebebiyle mi yoksa yerin altındaki kızgın tabakaların alttan denizlere çıkmasıyla
mı olacaktır? Her ikisi de mümkündür.
Hz. Ali (ö. 40h/661 m)
veîbn Abbas (ö. 68 h/687 m)'dan başlı-yarak müfessirler, denizlerin ısınıp
kaynaması veya ateşlenip yanmasıyla ilgili Kur'an âyetlerine çok farklı
anlamlar verdiler. Bunlar arasında; denizlerin su ile dolması, denizlerin
taşması ve tek deniz hâline gelmesi, deniz sularının fışkmp çekilmesi ve
kuruması, anlamlan da vardır. Bütün bu anlamlara konu olan ilgili âyetlerdeki
"tescîr:" fiiline, ısınıp kızma veya ateşlenip yanma gibi anlam
verenler, arap dilinde, fırının ateşlenmesi yahut kızdırılması ameliyesi için
bu fiilin kullanıldığını kaydederler. Ünlü tarihçi ve müfessir Taberî (838-922
m) bu fiilin; yanma ve dolma olmak üzere iki temel anlamı olduğunu ve
denizlerin durumlarına bakılınca ona dolma anlamı vermenin daha doğru
olacağını, yazar. Hz. Ali (r.) ve onu izliyen bazıları ise burada, ısınma ve
tutuşup yanma gibi anlamları tercih ederler.[51]
Denizlerin son
durumları olan fışkırıp boşalmalarıyla ilgili âyete gelince o şöyle bir
anlatım arasında yer almıştır:
" - Gök yarılıp
ayrıldığı zaman,
- Gezegenler dağılıp döküldüğü zaman,
- Denizler fışhrtıldığı zaman,
- Kabirler altüst edildiği zaman,
- Herkes (öteki dünya için) ne yapıp
gönderdiğini ve neyi yapmayıp ihmâl ettiğini anlayıp bilecektir".[52]
Kabirlerin altüst
edilmeleri, yerin alt tabakalarının yüzeye firhyacağım gösterir. Bu anlatımdaki
sıraya bakılacak olursa, iç tabakaların yüzeye fırlamalarından önce kızgın
denizlerin havaya fırlıyacakları anlaşılır. Dağların önce yerlerinde tuz-buz
edilip sonra göğe doğru savrulmalarına yol açan güç elbet aynı anda denizleri
de savurup atacaktır. Fakat bundan önceki sarsıntılarda denizler kendi
hudutlarını karalara doğru çoktan aşmış olacaklardır. Böylece denizlerin kızgın
veya lav karışımı suları ile toz, duman hâline gelen dağ bulutlan birbirlerine
karışmış rengârenk bir bulut manzarası vereceklerdir ki bu da toz bulutunun,
hiç olmazsa ilk zamanlarında nemli olacağını gösterir. Arzın içinde sıkışmış
güçler, üstlerindeki baskının hafiflemesi veya tamamen ortadan kalkmasıyla
dışa doğru fırlarlarken bunlar denizleri de havaya doğru fırlatabilirler.
Yerkürenin dönüşündeki durma ve yer çekiminin ortadan kalkması gibi etkenler
her halde deniz sularını yataklarından dışarı ve göğe doğru savuracaktir. Bu
sırada çekim güçleri zayıflamış veya kalmamış olan güneş, ay ve diğer
gezegenlerin de elbet dünya üzerinde olumsuz etkileri olacak ve dünya bu
yüzden en azından içini dışına boşaltacak ve yüzeyde-kilerini; denizleri,
dağları havaya fırlatacak olan kütlesel bir sallantıya mâruz kalacaktır.
Zıplıyarak koşan bir atın yahut aniden duran bir arabanın üzerin-dekileri
fırlatması gibi dünya da üzerindekileri silkeleyip atacaktır.
Kur'an yorumcuları,
denizlerin fışkırmasıyla ortaya çıkacak durum hakkında da farklı şeyler
sölemişlerdir. Bir kısımlarına göre, denizlerin suyu boşalıp yerleri
kuruyacaktır. Bazılarına göre de, denizler acısıyla-tatlısıyla birbirlerine
karışarak tek deniz hâlini alacaklardır. Bu arada denizlerin tamamen dolacağı
görüşünü savunanlar da vardır.[53]
Hulâsa dünya, dağlarını olduğu gibi bütün canh çeşitleriyle denizlerini de
kaybederek bugün içinde hayat olmayan bir gezegenden daha acâip bir hâle gelecektir.
Bu durumda insanlığın ve özelliklede hayatlarını Allah iradesine uygun
yaşıyanlann ruhu Yüce Yaratıcıdan yeni bir hayat temenni edecektir. [54]
Dağları ve denizleri
ortadan kalkmış ve içi dışına boşalmış ölü bir dünya şüphesizki iç dengelerini
ve yüzey düzenini kaybetmiş bir dünyadır. Artık onun küre biçimi bozulmuş ve
yapısındaki hendesî ve hasabî dengeler ortadan kalkmıştır. O şimdi kendi
çevresinde ve güneş etrafındaki (mihveri ve yörüngesel) hareketleri
hantallaşarak sendelemeğe başlamış veya tamamen durmuş cansız bir kütledir.
Küre biçimini ve dengeleri oluşturan bütün boyut ve şekillerini kaybeden
dünyanın bu durumu Kur'an-ı Kerîm'de şöyle anlatılır:
" - Yer dümdüz
edildiği,
- İçinde bulunanları dışarı atıp boşaldığı
- (Ve bu halde de) o, Rabbini dinleyip görevini
yapmaya mecbur edildiği zaman (insan yaptıklarıyla karşılaşacaktır)".[55]
Hz. Peygamber,
dağlarını ve bütün yüzey engebelerini kaybedecek olan bu dünya için: "Arz,
deri gibi düzlenecektir" diyor.[56] İlk
ünlü müelliflerden Taberî ve diğer bir kısım müfessirler bu yukardaki âyetlerin
tefsirini yaparlarken; dünyanın yayılıp fazlasıyla genişliyeceğini, söylerler.
Harzem ilinden Zemahşerî gibi bazıları da bu âyetlere; dünya yüzeyinin pürüzsüz
düzleneceği, anlamını vermişlerdir.[57]
Birinci yorum Sahabeden İbn Ab-bas ve İbn Mesûd (r.a)'akadardayanmaktadır.[58]
Bütün bu
değişikliklerden sonra yerküresi artık bizim tanıdığımız bir dünya olmaktan
çıkacak ve muhtemelen gene onun malzemesinden yeni bir gök içerisinde başka bir
dünya kurulacaktır. Biz Kur'an'da, eskilerin yerini alacak olan bu yeni âlemler
ve bu yeni dünya için şöyle denildiğini görürüz:
" O gün yeryüzü
başka bir yere, gökler de başka göklere tebdil olunacaktır"[59]
Hz. Peygamber 'den
gelen bir hadiste bu yeni dünyanın; beyaza çalan bir renkte ve elenmiş undan
yapılan bir çörek topağı gibi üzerinde hiç bir insan eser ve yapısının
olmayacağı pürüzsüz bir yere dönüşeceği anlatılır.[60]
Dünya ve gökler
tamamen yokluğa karışıp yerlerini başka dünya ve gökleremi terkedecekler yoksa
onlarda sâdece bir nitelik değişmesi ve yeniden yapılanma mı söz konusu
olacaktır? Bu konuda Kur'an müfessirleri ikiye ayrılmış bulunmaktadırlar. İran
ve Türk illerinde yetişip gene bu bölgelerde ilmî faaliyetlerde bulunan Kureyş
asıllı ünlü bilgin Fah-ruddîn er-Râzî (544-606 h/1150-1210 m)'nin bildirdiğine
göre; "Bütün islâm bilginleri, Allah'ın, âleme âit madde ve cisimleri yok
etme gücüne sahip olduğunda birleştiler ve fakat onları yok edip etmiyeceği hususunda
ayrılığa düştüler[61]
Kendisinden önceki müfessirierin benzer görüşlerine de yer veren F. Râzî
sözkonusu âyette öngörülen bu değişim için şunları yazar:
"Değişimin iki
ihtimali vardır: 1. Ya yer ve göklerin zatları (:esas madde ve cevherleri) bakı
kalıp onların sıfat ve nitelikleri, başka sıfat ve niteliklerle değişikliğe
uğrıyacak, 2. Veya onların ilk zatları (:aslî madde ve cevherleri yok olup
yerlerini başka madde ve cevherler alacaktır. Söz konusu ayette söylenenler
hakkında iki görüş ortaya çıkmıştır;
a)
Değişimden kasıt nitelik değisinesidir. Madde ve cevher (zat ve öz) değişmesi
değildir. Bu görüşte olan sahabeden İbn
Abbas (Ö. 68 h/687 m) şunları söyler: O yer gene bu yerdir ve fakat onun
nitelikleri değişmiş olacaktır. Bu cümleden olarak onun dağları yerlerinden
alınıp götürülmüş (kaybedilmiş) ve denizleri fışkırtılıp boşaltılmış ve
böylecede yeryüzü, ne çukur ve ne de tümsek olmıyan pürüzsüz bir yer olmuştur.
Ebû Hurey-re 'nin Peygamber (S)den naklettiği
bir sözlerinde o şöyle diyorlar: Yüce Allah o gün yeri ba§ka yerle
değiştirecektir; Onu tabaklanmış deri gibi yapacak ve uzatıp düzliyecektir.
Öyleki onda ne bir yükseklik ve ne de bir çukur görülmiyec ektir.
Yıldız ve gezegenlerin
yarılıp dağılarak saçılmaları, güneşin dürülüp söndürülmesi ve ayın kararması,
göklerin kapı kapı olup bazan kırmızı sahtiyan gülü ve bazan erimiş kurşun
rengini almalarıyla tüm gökler başka göklere çevrilmiş olacaklardır.
b) İkinci
görüşe göre, değişimden kasıt madde ve cevherin değişmesi-dir. İrak hukuk mektebi
kurucusu İbn Mesûd (ö. 32 h/652 m) 'un
temsil ettiği bu görüşe göre; yeryüzü, saf beyaz bir gümüş renginde ve üzerinde
hiç kan dökülmemiş ve hiç günâh işlenmemiş bir yerle değiştirilecektir."
Râzî bunları kaydettikten sonra sıfat değişikliğinin yeryüzü üzerinde olacağım
ve bu sebeple de yerkürenin temel maddesinin yerinde kalması gerekeceğini savunur.
Râzî, kendisinden önce bu görüşü savunanların; "Kıyamet sırasında
Allah'ın, cevher ve cisimleri değil ancak onların sıfatlarını ve hallerini değiştireceği"
görüşünü ortaya koyduklarını da kaydeder. Bu arada gene Râzî, Taberî gibi
kendisinden önceki bazı müelliflerin eserlerinde de görüldüğü üzere;
cehennemin bu dünya üzerinde,
cennetin de göklerde kurulacağını,
kuvvetli bir ihtimal olarak görür.[62]
Yer ve göklerin
değişimi ile ilgili F. Râzî 'nin derli toplu olarak yazdığı her iki ana görüş
ondan daha önce ilk müfessirlerden ünlü bilgin Taberî (224-310 h/838-922 m) ve
ardından türk asıllı müfessir Zemahşerî (1074-1143 m)'nin ve daha pek çok
müfessirin eserlerinde de yer almıştır ve bu görüşlerin ilk temsilcileri de, az
önce söylendiği gibi, tefsircilerin pîri kabul edilen İbn Abbas ile Irak fıkıh
mektebi kurucusu İbn Me-sûd'dur. Taberî, bu iki görüşten; yeryüzünün tamamiyle
başka bir yerle değişeceği, görüşünü benimsemiş ve bu arada hemen bütün
müfessirler Peygamber (S)in; yerin başka yerle değiştirileceği ve tabaklanmış
bir deri gibi uzatılıp düzleneceği, sözüne yer vermişlerdir.[63] Biz
gerçekten, Kur'an-i Kerîm 'de, yıldız ve gezegenlerin tamamiyle maddeleriyle beraber
yok edileceklerine dair bir fiilin ve meselâ "idam:" gibi bir fiilin
kullanıldığını görmüyoruz. Fakat onun yerine, dağılma, toz olma (:intişâr) ve
sönüp kararma (:inkidâr ) v.s. gibi oluşumları ifâde eden fiilerin
kullanıldığım görürüz. Bu da yer ve gökleri oluşturan madde cevher ve
enerjilerinin yok edilmiyeceğine bir delil olabilir kanaatındayım.
Allah için şüphesizki
imkânlar söz konusu değildir. Eğer yeni bir yaratılış ve yapılanmayı, imkân
açısından ele alırsak ben, cennetin bu dünya üzerinde, cehennemin de göklerde;
kızgın yıldız ve ateş topu güneşlerde kurulabileceğini söylerdim. Fakat cennet
için de bu dünyanın kâfi gelmi-yeceği açıktır ve bunun için göklerden ona
ilâveler yapılmasının gene Allah açısından değil de bizim açımızdan zarureti
ortadadır. Gökler, her biri dev güneşlerden ibaret trilyonlarca cehennem gibi
yıldızlarla doludur. Oysa bizler henüz oralarda içleri hayat dolu gezegen ve
âlemlerin varlığına şahit olmadık. Eğer "imkân" ölçüsünden hareket
edilirse cehennemin varlığına inanmak, cennetin varlığına inanmaktan çok daha
kolaydır. Fakat Allah cennet ve cehennemi imkânlar ölçüsüne göre değil onları
sâdece kendi yüce güç, merhamet ve gazabıyla ve adaletinin bir gereği olarak
kuracaktır. Kendi ifadesiyle; gazabına üstün olan merhametinden[64]
hareket edecek olursak yeni kurulan kâinatta cennetlere cehennemlerden daha
geniş yer verileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunlar özel değişmez Alemler
olarak Allah'ın varlık kâinatında çok daha önceden yerlerini almış da olabilirler.
İşte insanların yeni dünyaları cennet veya cehennem bunlardan biri olacaktır.
İşte paylaşilamıyan ve
herkesin benim olacak dediği dünya! Şimdi onun ve onun gibi olan göklerin
enkazı karşısında yüce Rabb soruyor: "Bugün mülk kimindir?".[65] İşte
cennetin veya cehennemin bir parçası hâline gelecek olan dünyamızın hikâyesi!
İnsanlığın çok değer verdiği bütün medeniyet eserleriyle toz-duman uçuşan bir
dünya ve daha da ötesi altüst edilen kabirlerinden havaya savrulup toz-duman
uçuşan bir insanlık! Bu dünyayı ve bu insanlığı yeniden ancak Yüce ve Bir Allah
yaratabilir. Ve O yeniden yaratacak, her şeyi ve herkesi âit olduğu yere
koyacaktır. [66]
Kur'an-ı Kerîm'deki
ifâdelerden öyle anlaşılıyorki yıkılıp son bulma olayı sâdece dünya veya güneş
ailesi için söz konusu olmayıp çok daha geliş âlemler bir yıkılış ve bir
kıyamet olayı ile karşı karşıya geleceklerdir. Tüm kâinat mı yoksa bazı gökler
mi çökecek? Çöküş farklı zamanlardami yoksa aynı andamı olacak? Bunlar tabiiki
merak edilen hususlardır. Şimdi biz kıyamet olayına mâruz kalacak olanları tek
tek ve sonra da bir bütünlük içerisinde ele alacağız. [67]
Biz daha önce
Kur'an'daki anlatımlarda, yıldızlara genellikle "necm:", gezegenlere
de "kevkeb:" denildiğini görmüş vo ba-zan da bunların
birbirleri'yerine kullanılmış olabileceğini söylemiştik.[68] Gezegenler
anlamında kullanılan "kevâkib" in kıyamet sırasındaki durumlarını
anlatan bir sûrede,
" - Gök yarılıp
ayrıldığı zaman
- Gezegenler
(:kevâkib) dağılıp döküldüğü zaman..[69]
denilerek onların,
yıldızlarda olduğu gibi sönmelerinden değil sâdece parçalanıp dağılmalarından
söz edilmiştir.[70] Çünki gezegenlerin
bizatihi kendi ışıkları yoktur. Burada görüldüğü gibi, göğün yarılıp ayrılması
(rinfıtâr) ile birlikte gezegenlerin dağılıp parçalanmalarından söz edilmiş ve
bunun için "intişâr" fiili kullanılmıştır. Benim anlayışıma göre
"İnfitar: "; kuvvetlerin zaafa uğrayıp veya ortadan kalkıp güç boşluklarının
meydana gelmesi ve böylece de dengelerin yıkılması, demektir. Burada
gezegenlerin durumunu anlatan âyetin hemen ardından ise kendisi de bir gezegen
olan dünyanın yıkılışından; savrulup atılmalarından söz edilmiştir. Ünlü
bilgin F. Râzî bu yıkılışı; Bir binanın çatısından başlanarak temellere doğru
olan yıkılışına benzetmişti.[71]
Kur'an'da 81. sıralamada yer alan Tekvir sûresinde güneş ve diğer yıldız
(:nucûm) ların kıyamet sırasındaki sönüp kararmaları ve dağılmaları konu
edilirken onu izleyen İnfıtâr sûresinde gezegen (:kevâkib) lerin parçalanıp
dağılmalarından söz edilmiştir. Bu sıralama ile güneş ve yıldızların merkez güç
olup gezegenlerin yıkılışta dahi onları izleyecekleri anlatılmak istenmiştir.
Zaten Tekvîr'de yıldızlardan sonra 3. âyete dünyayı temsilen olacak dağların
yerleştirilmesi bunu gösterir. Ötekinde bu sıraya denizler konulmuştur.
Yıldızlar (:nucûm) a
gelince, gezegenlerin aksine Kur'an-ı Kerîm'de onların söndürülmelerinden ve
kararıp dökülmelerinden söz edilmektedir. Bunun için de "inkidâr" ve
benzeri fiiller kullanılmaktadır. Bu da onların bizatihi ateş olmaları
dolayisiyledir ve burada yıldızların sönüp kararmaları ve sonra da parçalanıp
dağılmaları söz konusu olmuştur. Kur'an'da ilgili âyetlerden birinde ise doğrudan,
yıldızların solup sönmesi (:tams) olayından bahsedilmektedir. Şöyleki:
" - Yıldızlar
solup söndürüldüğü zaman,
- Gök yarılıp açıldığı zaman,
- Dağlar ufalanıp savruldukları zaman..."[72]
şeklinde anlatılan
olaylar dizisi içerisinde ilk baştan yıldızların ateş ve ışıklarının
soldurulup söndürülüşünden bahsedilmektedir. Bu olay tüm göklerin, dengelenmiş
çekim kuvvetlerinde boşluklara yol açacağından ikinci sırada oralarda açılacak
gediklere değinilmiştir. Burada yıldızların sönüşünü ifâde eden
"tams" fiili bu anlamın dışında; izi silinme ve eskiyip gitme gibi anlamlara
da geliyor.[73] Yıldızların kütlesel
asıllarımı yoksa sâdece onların ateşleri ve bundan kaynaklanan ışıklarımı
ortadan kalkacaktır? İran ülkesinde ve Türk illerinde yetişip gene buralarda
ilmî faaliyetlerde bulunan Fahruddîn er-Râzî,bir kısım âyetlerde geçen; dağılma
ve kararıp dökülme gibi ifâdelere bakarak; yıldızların asıl kütlelerinin
ortadan kalkacağına hükmetmenin daha doğru olacağını yazar.[74]
Gerçekten Kur'an'ın bu anlatımına göre, yıldızlar sâdece ateş ve ışıklarını
kaybetmiyecekler aynı zamanda onlar ve dolayisiyle onlara bağlı gezegenler tüm
kütlesel varlıklarını da kaybedeceklerdir.
Yıldızlarla ve kendisi
de bir yıldız olan güneşle ilgili olarak Kur'an-ı Kerîm'in bir başka süresinde
onların kararıp dağılmalarından ve dökülmelerinden söz edilmiştir. Burada
insana dehşet veren bir anlatım içinde olaylar peşi sıra şöyle dile
getirilmiştir:
" - Güneş dürülüp
söndürüldüğü zaman,
- Yıldızlar (kararıp) parçalanarak dağıldığı
zaman
- Dağlar (yerlerinden koparılıp) yürütüldükleri
zaman.[75]
Genellikle müfessirler
bu âyetlerin açıklamasında, yıldızların kararmasından değil de sâdece
parçalanıp dağılmalarından ve dökülmelerinden söz ettiler.[76]
Çeşitli İslâmî ilimlerde şöhrete eren 13. Milâdî asır müelliflerinden Şirazlı
Kadî Beydavî ise buna ek olarak yıldızların kararma ihtimalini dile
getirmiştir.[77] Yıldızların sönüşü
elbetteki onların ihtiva ettikleri maddelerin, gaz ve zerre (: atom) lerin
patlayıp yanma faaliyetlerine son vermeleri demek olur. MüfessMerin hep
"dağılıp saçılma" anlamını verdikleri, âyetteki "inkidâr "
fiili arapçada, hızlanma anlamına da gelmektedir. Biz onun bu anlamını esas
alırsak sözkonusu âyeti; "Yıldızlar hızlarını artırdığı zaman"
şeklinde tercüme ederiz. Fakat yıldızlar söz konusu olunca hiç bir müfessir
böyle bir anlamdan söz etmemiştir.
Uzayın içinde savrulan
toz duman hâlindeki yıldız bulutlarında her halde ışıma gücü kalmaz veya çok
zayıf olur. Toz-duman hâline gelmiş milyarlarca yıldızın ve onlardan oluşan
yüz binlerce veya daha çok gökada (:galaksi)nın toz-duman hâline gelişi,
göklerin ilk yaratılışına esas olan bulutsu tek kütleye yeniden dönüşü ifâde
eder. Bu bulutsu kütle ilkinden daha farklı maddeler ihtiva edebilir. Kütlenin
madde yapısı tamamiyle görünmez gizli güç (enerji) hâline de dönüşebilir.
Burada şunu da
söyleyelimki bir yıldızın çöküşü, ona bağlı gezegen ve diğer uyduların da
çöküşü demektir. Bu da bir gökada (: galaksi) veya tüm göğe nisbetle küçük bir
kıyamet olayıdır. Kimbilİr göklerde böylesi nice kıyametler kopmakta ve buna
mukabil de nice güneş aileleri vücut bulmaktadır. Bizim güneş ailemizin
kıyameti de bu çapta bir kıyamet mi olacaktır? Dünyamız böylesi bir kıyametle
yıkılsa bile önceden de kaydettiğimiz gibi Kur'an'daki ifâdelere bakılacak
olursa sonuçta gene tüm gök bir kıyamete mâruz kalacaktır. Burada Nasreddin
Hoca 'nın bir fıkrasına yer vermeden geçemiyeceğim. Hocaya kıyametler hakkında
soru sorulmuş, o da; hanım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet
kopmuş olacaktır, demiş. Elbet dünyamız İçin en büyük kıyamet onun kendi
yıkılışıdır. [78]
Güneşimiz aslında bir
yıldızdır ve diğer yıldızlar İçin söz konusu âkı-bet onun için de geçerlidir.
Bunun gibi, güneş için söylenenler de yıldızlar için söz konusu olur. Güneşin,
dünya insanlığı için özel bir yeri ve buradaki hayatın sebebi olması
dolayİsiyle Kur'an'da ve Hz. Peygamberin sözlerinde ondan özel olarak
bahsedilmiştir. Hayatımızın kaynağı, gözlerimizin nuru ve dünyamız ailesinin
reisi olan güneşin ihtiyarlayıp ölümü hiç bir Ölüme benzemez. Bu öyle bir
ölümdürki gökler onunla birlikte tepemize yıkılacak ve yıkımlar yıkımları
izliyecektir. Evrenin enkazından yeni bir kâinat yaratacak olan tek güç, ilk
başlangıçta olduğu gibi gene Allah'ın Gücüdür.
Güneşin sönüş olayı
Kur'an-ı Kerim'de bir sûreye de ad olmuştur. Hz. Peygamber (S) bir
konuşmasında; "Kıyameti izlemekten hoşlananlar Tekvîr sûresini
okusunlar" [79]diyerek özet de olsa orada
bu olayların gözler önünde canlandırıldığını hatırlatıyordu. Burada hem yer ve
göklerin yıkılışı ve hem de insanların kendi hazırlıklarına göre bundan sonraki
cennet ve cehennem âlemlerine yapacakları intikaller anlatılmaktadır. Biz
kendimizi Peygamberin sözünü ettiği kimselerden sayarak bu söz konusu sûrenin
ilgili kısımlarını buraya alacağız:
" - Güneş dürülüp
söndürüldüğü zaman,
- Yıldızlar (kararıp) parçalanarak dağıldığı
zaman,
- Dağlar (yerlerinden koparılıp) yürütüldükleri
zaman,
- Bulutlar yağmursuz (yahut gebe develer bası
boş) sahverildiği[80]
- Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman,
- Denizler kızıştırıldığı zaman,
- Ruhlar (yeni bedenleriyle) birleştirildiği
zaman,
- Diri diri gömülen kızdan; onun hangi suçtan
öldürüldüğü sorulduğu zaman,
- (Hesap) defterleri açıldığı zaman,
- Gök yerinden sökülüp koparıldığı zaman,
- O alevli ateş (cehennem) kızıştıkça kızıştığı
zaman,
- Cennet (onu hak edenleri kabul için)
yaklaştırıldığı zaman,
- Herkes hazırladıklarının ne olduğunu görüp
öğrenecektir".[81]
Bu anlatım gerçekten
insanın ruhunu teslim alıcı bir ifadeye sahiptir. Bizi burada konumuz açısından
şüphesiz ilk âyet ilgilendirmektedir. Müfessirle-rin genellikle
"tekvîr" fiiline verdikleri iki ayrı anlamdan hareket ederek biz
güneşin hem katlanıp dürülmesini ve hem de sönüşünü tercümede dile getirdik.
Tefsir biliminde pîr sayılan Abdullah b. Abbas (ö. 68 h/687 m) dan başlıyarak
müfessirlerin bir kısmı bu "tekvîr" fiiline; güneşin sönüp
kararması, anlamını verirlerken, bazıları da ona; katlanma ve dü-rülme,
anlamını verdiler. îslâmî ilimlerin hemen hepsinde söz sahibi olan ilk büyük
müelliflerden Taberî (ö. 310 h/922 m) ve daha sonra Endülüs'ün ünlü müfessiri
Kurtubî (ö. 671 h/1272 m) sözkonusu fiilin anlamına bakarak, güneş üzerinde
her iki olayın birden gerçekleşeceğini, yazarlar[82] ki
kanaatımca doğrusu da budur. Burada, güneşin, uzayın derinliklerinde kaybolup
gitmesinden ve gene onun parçalanıp dağılmasından söz edenler de olmuştur. İbn
Abbas ise bu görüşlerin çoğu içerisinde gösterilmektedir.[83]
Büyük bir araştırıcı olan Bağdatlı İbnu'l-Cevzî (ö. 597 h/1200 m); bazı
bilginlerin güneşin ilk yaratıldığı maddeye döneceği, görüşünde olduklarını
yazar ve fakat kendisi bunu zayıf bir ihtimal olarak görür.[84]
Âyetteki ifâdeden
güneşin sönmesinin yanı sıra çevre kısımlarının da içe doğru katlanıp
dürüleceği anlaşılmaktadır. Güneş bundan sonraki bir zamanda da patlayıp
parçalanarak dağılma sürecine girmelidir. Çünki diğer yıldızlar bu şekilde bir
dağılmaya mâruz kalacaklardır. Türk Harzem ilinden müfessir ve dilci Zemahşerî
(ö. 538 h/1143 m) ise sözkonusu âyete anlam verirken iki ihtimal üzerinde
durmaktadır; Ya güneşin ışığı kısılıp artık onun ışıklarının uzay içinde
yayılması duracak veyahutta güneşin kütlesi yörüngesinin dışına atılacak ve
yıldızlarda olduğu gibi o da dağılıp gidecektir [85]ki bu
son yorumu benimsiyen başkaları da olmuştur.[86]
Bazı hadis
kaynaklarında; güneşin arza çok yaklaşacağı ve o kadarki insanlardan ter
boşalacağına dâir Peygamber (S)in bir sözlerine yer verilmektedir.[87] Bu,
güneşin patlayıp ondan kopup gelen nesnelerin dünyayı kızdırmasıyla da
olabilir. Veyahutta burada ilk toplanma bölgesi mahşerdeki bir durum
anlatılmaktadır ve bu güneş de başka bir güneş olabilir.
Ayın akıbetine gelince
Hz. Peygamber bir konuşmasında; kıyamet günü güneş ve ay her ikisinin de
katlanıp dürüleceklerini, söylemişlerdir.[88] Ayın
katlanıp dürülmesi olaymda elbetteki onun ayrıca sönmesi söz konusu değildir.
Çünkü ay güneş gibi bizatihi ateş bir kütle değildir. Güneş sönünce, ay ondan
ışık alamıyacağı için tutulma olayı gibi bir durum meydana gelecektir. Bu sebeple
olmalıdırki Kur'an-ı Kerîm 'de; son günlere doğru meydana gelecek bir ay
kararmasından bahsedilmiş ve bunun için de, tam ay tutulması, anlamına gelen
"husuf: fiili kullanılmıştır.[89] Bazı
müfessirler bu olayla ilgili âyete; güneşin olduğu gibi ayın da gözden
kaybolacağı, anlamını vermişlerdir^. Böyle bir durumda tabiyatiyle hiç buseyi
görmek mümkün olmaz . Güneş ve ayın tam kararmaları öncesinin zayıf ışıkları,
onlara alışkın olmıyan gözlerde bir kamaşmaya yol açmalıdırki Kur'an bu duruma
temas etmeği de ihmâl etmez.[90] Biz
ay ve güneşin başka durumlarını bundan sonraki konular içerisinde ele
alacağımızdan şimdilik bukadarla yetineceğiz.
[91]
Kıyametin
belirtilerini konu alan pek çok konuşmasında Peygamber (S); güneşin batıdan doğacağını,
bildirmiştir. Şüphesiz bu, güneşin sönüp dağılmasından önce olmalıdır. Aksi
halde bir doğuştan bahsedilemez. Güneşin batıdan doğuşu nasıl olur? Bunu ancak
konunun uzmanları açıklıyabilirler. Ben ise bu konuda bazı şeyler
düşünmekteyim: Meselâ dünyanın kuzey kutbu güneye dönebilir ve bu durumda doğu
taraf batı tarafa geçmiş olur. ikinci olarak, güneş gökada (: galaksi) ile
beraber dönüşünü tamamladığı sırada ters yönden bir harekete başlıyabilirki biz
bu ihtimâle "toplam göğün ve gökadaların hareketi" başlığı içerisinde
değinmiştik. Orada belirtiğim gibi, Hz.
Peygamber'in konuyla ilgili sözlerinden;[92]
güneşin sürekli bir tarafa doğru gittiği ve onun bu gidişi sırasında
gece-gündüz olaylarının oluştuğu ve fakat varacağı son noktada hareketinin tersine
döneceği ve bu sebeple de dünya ile ters düşüp; onun batı tarafından doğuş
yapacağı, anlaşılmaktadır. Güneş en son dönüş noktasından, defalarca gelip
gittiği yönde geri dönme imkânına sahip olmuştur. Fakat böyle bir dönüşün
gerçekleşmiyeceği bir son gelecektir. Peygamber'İn bazı sözlerinde
anlatıldığına göre; güneş Arş 'in altında bir noktada bulunduğu bir sırada ona,
olduğu yerden doğması emri verilecek ve o da buna göre batıdan geri dönüp
doğacaktır.[93]
Güneş, dünyanın belli
boylam dâirelerinde battıktan sonra yön değiştirip batıdan geri gelse bile,
dünya yuvarlak olduğu için bazı noktalarda bu ters yöndeki hareketine onun gün
içerisinde başlaması gerekir. Burada yön değiştiren ya güneşin kendisi olacak
veya dünya yön değiştirecektir.
Güneşle dünyanın
birbirlerine göre olan önceki tabiî konumları bu olayın çok öncelerinden
bozulmaya başlamış olmalıdır. Hz. Peygamber'İn bir konuşmasından, gelip geçici
de olsa, bazı ön dengesizliklerin ortaya çıkacağı anlaşılıyor. O, bir
açıklamasında, Deccâl'in dünyada kalış (veya hâkimiyet) süresini 40 gün olarak
belirttikten sonra: "(O günlerde) İlk gün bir yıl kadar ikinci gün bir ay,
üçüncü gün bir hafta kadar uzun olacak. Geriye kalan günler ise gene sizin
günleriniz gibi olacaktır, dediler. Sahabe (r.a) Peygamber1 e: Bir sene kadar
uzun olacak günde sâdece beş vakit namaz yeterli olacak mı, diye sordular da
Peygamber: Hayır, yetmez: Sizler namazların vakit sürelerini (tabiî günlere
göre) takdir edip hesab edin de namazları ona göre kılın1' dediler.[94]
Peygamber'İn bu açıklaması aynı zamanda hem yerküresinin mesela kutuplar gibi
zaman bakımından istisnaî bölgelerinde ve hem de uzay zamanı içerisinde tüm
ibadet vakitlerinin hesap edilip ayarlanması konusunda bizlere ışık
tutmaktadır. Allah hiç bir yerde ve ne türden olursa olsun hiç bir zamanda
kendi Rablığından ve bizim kulluğumuzdan vazgeçmiyor.
Hz. Peygamber (S)'den
gelen hadislerden anlaşıldığına göre, güneşin batıdan doğduğu sırada henüz
yeryüzünde hayat devam ediyor olacaktır. Gene onun burada verdiği bilgilere
göre, böyle bir olayla karşılaşan yeryüzü insanlığı toptan İslâm gerçeğine
inanacaklar ve fakat Kur'an-ı Kerîm'de de belirtildiği üzere artık bu noktadan
sonra îman bir değer ifâde et-miyecektir.[95] Bazı
hadislerde; Güneşin batıdan doğması ile konuşan arz hayvanı (: dâbbetü'l-ard)ın
ortaya çıkışının aynı zamanlara rastlıyacağı, söylenir.[96]
Hz. Peygamber'İn
hadislerinde, güneşin batıdan doğması sırasında ayın durumundan bahsedilmezken,
onun kendilerini bilime vermiş arkadaşlarından Abdullah b. Mesûd[97] ve
gene îbn Abbas;[98] güneşin batıdan ayla
beraber doğacağını, söylerler. Biri hukukta öteki genel olarak Kur'an
bilimlerinde üne kavuşan bu iki bilgine göre; güneş ve ay beraberce batıdan
doğduklarında, katlanıp durulmuş ve kararmış olarak doğacaklardır.[99] Bu
katlanıp dürülmeyi biz, belli tabakanın veya onların kütlesel varlıklarını
etkiliyecek önemli bir maddenin ve önemli bir gazm içe doğru çöküşü olarak
anlıyabiliriz.
Daha sonra konusu
içerisinde tekrar ele alacağımız gibi Kur'an-ı Ke-rîm'de, ayın güneşle
bütünleşeceği, açıkça belirtilmiştir. Orada bu olay şöyle anlatılır:
" - insan,
kıyamet günü ne zaman, diye sorar;
- Göz kamaştığı,
- Ay tutulduğu,
- Güneş ve ay (bir araya) toplandıkları
zaman" .[100]
Irak fıkıh mektebi
kurucusu îbn Mesûd (ö. 32 h/652 m) buradaki son âyete, diğer müfessirlerden
farklı olarak, güneşle aym bizzat maddî kütlelerinin birleşeceği, anlamını
vermiştir.[101] Fakat o, bu birleşip
bütünleşmenin zamanı hakkında bir şey söylememiştir. Acaba ayla güneş batıdan
bütünleşmiş olarak mı doğacaklar? Kurtubî'nin yazdığına bakılırsa o ve İbn
Abbas, ay ve güneş her ikisinin de ayrı varlıklar olarak batıdan doğacaklarım
ifâde etmişlerdir. Bu yukardaki âyetlerin sıralanışına bakarsak şunu
söy-liyebiliriz; Önce gözleri kamaştıran bir ışık değişikliği olacak ve bu
sırada ay tutulacak veya kararacak, ardından da ayla güneş bir araya
getirileceklerdir. Bu bir araya geliş dünyanın da sonu olmalı ve yerküresi de
toz-duman olarak bu bütünleşme içerisinde yer almalıdır.
Güneşin batıdan
doğması elbetteki, sâdece alışkın olduğumuz duruma ters bir görüntü olmıyacak
aynı zamanda bu, güneş ailesi düzeninin bozulup parçalanmaya gittiğine bir
işaret olacaktır. Fakat güneşin batıdan doğuşundan sonra dünya daha ne kadar
yaşıyacak ve bu yerküresi üzerinde hayat daha ne kadar sürecektir? Bunu
bilemiyoruz. [102]
Göklerin o büyüleyici
ahenk ve düzeni sâdece ona tanınan süre İçin varlığını sürdürecektir. Kur'an-ı
Kerîm'de dikkatimiz çekilen ve araştırma konusu yapmamız istenen bu muazzam ve
sağlam yapının yıkılabilme-si için ondaki düzen ve dengeleri bozmak gerekir.
Daha mükemmel bir yapının ve yeni bir âlemin kurulması için mevcutlar yıkılıp
ortadan kaldırılacaktır. Yıkmanın da kendine göre kanunları ve kendi içinde
bir düzeni vardır. Yıkım bile bizleri hayrete düşürecek bir ahenk ve
mükemmellikte gerçekleşecek ve yeniden yaratılış ve yapılanma da bu yıkıma
bağlı olacaktır. Her şeye rağmen bir binanın yıkımı dehşet verici bir olaydır.
Hele bu bina toplam bir gök veya tüm gökler olursa! Dünyâdaki binaları herkes
yıkabilir. Kâinat binasını ise ancak onu yapan yıkabilir. Gökleri yaratıp
şekillendirmek kadar onları yıkmak da büyük bir güç gerektirir. Bu kâinat
yapısının eskidiğine ve yenilenmesi gerektiğine karar verecek olan da sâdece
onu yapandır. Şu kadar varki evrenin ömrü, kuruluşunda veya kuruluş öncesinde
kararlaştırılmıştır.[103]
Yüce Allah, ister varlığa doğru olsun ister yokluğa doğru olsun her oluşumu bir
seyre ve bir kanuna bağlamıştır. Onun iradesi böyle olmuştur. Aslında O ne
yaratırken ve ne de ortadan kaldırırken zamana, kanuna ve sebeplere gereksinim
duymaz.
Yıldız ve gezegenler
ile bunların oluşturdukları gökadalar ve nihayet gökler sallantisız hareketler
ve dönüşler içerisindedirler veya bunlar, dengeleri ve sükûneti bozmıyacak az
bir sallantıya sahiptirler. Kuvvetler arası dengeler bozulunca çalkantılar da
küresel ve kitlesel yıkımlara yol açacak boyutlara ulaşırlar. Hatırlanacağı
gibi biz, kıyamet öncesinde yerküresinin mâruz kalacağı sallantı ve
çalkalanmaları konu edinen âyetleri ayrı bîr başlık altında ele almıştık.
Şiddetli salınım ve çalkantılar yerkürenin izlediği yörünge düzenini bozacağı
gibi muhtemelen onun kütlesi içinde de şiddetli sarsıntılara ve yüzey kısmının
uzaya doğru savrulmasına ve iç kısımların da yüzeye itilmesine yol açacaktır.
Benzer şeyler şüphesiz diğer gezegenlerde ve özelliklerine göre farklılıklar
göstersede yıldızlarda da olacaktır. Böylece tüm bir gökada ve tüm bir gök
şiddetli bir salınım ve çalkantıya mâruz kalmış olacaktır ki yerkürenin
sallantısı da bunun bir parçasıdır ve onun başına gelenler diğerlerinin başına
da gelecektir. Bu bakımdan Kur'an-ı Kerîm'de olaylar, birbirlerine bağlantılı
olarak anlatılır. Toplam göğün burada anlattığımız türden sallantısına değinen
Kur'an bunu şöyle dile getirir:
" - O gün gök
sallanıp çalkalanır,
- Dağlar (yerlerinden
kopup) yürür".[104]
Kur'an bilimlerinde
pîr sayılan İbn Abbas (68 h/687 m)'dan bu tarafa pek çok müfessirin; sallanıp
çalkalanma ve dalgalanma, anlamını verdikleri burada ilk âyetteki "mevr
" fiiline, hicrî ilk asır müfessir ve hukukçularından Mücâhid (ö. 100
h/718 m) ve daha sonra tüm islâmî bilimlerde şöhrete eren Taberî (ö. 310 h/922
m) ve bir görüşünde müfessir Dah-hak (ö. 105 h/723 m) ona, dönme, anlamım vermişlerdir.
Biz bu anlayıştan hareket edersek zaten bir dönüş hareketi içerisinde olan
göğün bu hareketinde daha da hızlanacağım söyliyebiliriz. Endülüslü Kurtubî
(ö. 671 h/1272 m)'nin yazdığına bakılırsa bazıları, sözkonusu âyetteki gök
kelimesine "felek: yörünge" anlamım vermişler ve bu feleğin
düzeninde ve seyrindeki değişim ve çalkantılardan söz etmişlerdir. Ve nihayet
tabiat ve gök bilimleriyle en çok ilgilenen müfessir - filozof Fahruddîn
er-Râzî (ö. 606 h/1210 m) bu âyete; göğün yerinden çıkması, anlamım verdi. Buna
göre bir gök veya gökada kendi yeri dışına doğru yol alacaktır. Bu arada
"mevr" kelimesine, diğer âyetlerde sözü edilen, çatlama ve yarılma,
anlamını verenler de olduki kanaatımca burada sözkonusu yapılan bu değildir.[105] Gök
sallanıp çalkalanır ve her şey kendi yörüngesinden ve doğrultusundan çıkarsa
bütün bir gök veya gökada yıldız ve gezegenlerinin birbirleriyle çarpışması
kaçınılmaz hâle gelir. Böylece de gökler toz-duman olup yeniden ilk hâli gibi
tek bir bulutsu kütle hâline dönüşür. Ve belkide bu noktada tüm varlık, maddî
niteliğini kaybedip görünmez bir güç (enerji) niteliğine inkılap edecektir.
Göklerdeki sallantı ve
çalkantıların bir zaaftan ve kuvvetler arası denge bozukluklarından
kaynaklanacağı açıktır. Bir küreyi döndüren güç zayıfIarsa onun dönüşü yavaşlar
ve o yalpa yapmaya başlar. Gereğinden fazla hız da aynı şekilde bir kütlenin
parçalanmasına yol açabilir. Kıyamet dediğimiz yıkılışa doğru göklerdeki güçler
zaafa uğrıyacak ve denge boşlukları meydana gelecektir. Bir kâinat kitabı olma
özelliğine sahip Kur ' an' da bu durumun şöyle anlatıldığı görülür:
" - Ve sûra
birinci üfürülüşle üflendiği zaman,
- Yerle dağlar, yerlerinden alınıp kaldırılarak
birbirlerine tek çarpışla darmadağınık edildiği zaman,
- İşte o zaman olan olmuştur.
- Gök de çatlayıp yarılmış ve artık o gün o
zaafa uğramış (çökmeğe yüz tutmuştur"[106]
Burada son âyette
ifâde edilen, göğün çatlayıp yarılması olayı, yıldız ve gezegen kütlelerinin
dağılması anlamına gelebileceği gibi onlar arasındaki güç dengesi
boşluklarının oluşması anlamına da gelebilir. Zâten kütlelerdeki çözülüp
parçalanmalar da onları güçten düşürür ve böylece güçler dengesine dayanan bir
yapı da yıkılmaya yüz tutar. Bu son âyetteki "vahiye: " kelimesine
müfessirlerin pek çoğu; zayıflık, gevşeklik, gibi anlamlar verdiler. Kurtubî;
bir binanın ciddi bir zayıflık gösterdiğinde bu kelimenin kullanıldığını,
yazarken F. Râzî bunun; çok sağlam bir yapıda olan göğün gevşeyip güçten
düşmesi, anlamına geldiğini söyler. Daha sonra gelen iranlı kelâmci - müfessir
Neysabûr î (ö. 728 h/l 328 m) ise ona; birbirine tutkun göğün gevşemesi,
anlamını verii.[107]
Bütün bunlardan anlaşılan şudurki gök artık kendi ağırlığını taşıyamıyacak bir
gevşeklik ve zafiyete uğramış ve o, yıldız ve gezegenler arası kuvvet
bağlantılarını ve dengelerini kaybetmiştir.
Kur'an-ı Kerîm'de
göğün yıkılıp çökmesi ile ilgili birbirlerine yakın anlamlarda değişik fiiller
kullanılmıştır. Bunların her biri bize ayrı bir durumu anlatmış olabilir. Diğer
yönden yerküresi, ay, güneş ve yıldızlarla ilgili haberleri toplam gök veya
gökadadan ayırmak da mümkün değildir. Toplam gökle ilgili haberler, hem onun
içindeki ecram (:yıldiz ve her çeşit uydu cisimler)ın bizzat kütlelerindeki
değişimleri ve hem de aralarındaki güç dengesine dayanan bağlantıları ve ayrıca
da gökler ve gökadalar arası ilişkileri anlatmış olabilirler. Az Önce
kaydettiğimiz âyetlerden sonuncusunda göğün çatlayıp yarılmasından söz
edilmiştir ki bu olay Kur'an'da bir sûreye de ad olmuştur. Bu sûrede,
yeryüzünün düzlenip içindekini dışarı boşaltması olayı ile göğün çatlayıp
yarılması olayı arasında bir ilişki de kurulmuş bulunmaktadır.[108]
Yaratılış ve oluşumlardan ve gök olaylarından isim alan, Kur'an'da pek çok sûre
vardır ve burada sözü edilen de bunlardan "İnşikak" süresidir.[109]
Kur'an'nm bir başka âyetinde ise göğün bulutlarla parçalanacağı,[110]
bildirilmiştir. Gene benzer bir âyette, gökyüzünde oluşacak dumana dikkat
çekilmiştir. Bu duman (:duhan) dan isim alan sûrede anlatıldığına göre,
sözkonusu duman insanları çok rahatsız edecek ve sonra o kısa bir süre için
ortadan kaybolacaktır.[111]
Daha önce gördüğümüz gibi Hz. Peygamber (S) duman çıkışını, kıyamet alâmetleri
arasında saymıştı. Bununla beraber, âyette sözü edilen dumanı, müşrik
Kureyşli-ler'in açlık sebebiyle dünyayı dumanlı görmeleri, gibi dar ve mecazî
bir anlamda yorumlayanların sayısı az olmamıştır.[112] Bu
olayın, göğün kıyamet öncesinde bulutlarla parçalanması olayı ile bir
bağlantısının olması gerekir. Öyle anlaşılıyorki bu zamanda dünya kendisine
kadar sokulan bir gaz kütlesinin tehdidi altına girmeğe baş Uyacaktır. Dağılıp
bulutsu hâle gelen yıldızlar nedeniyle gök yapısında gedikler ve çatlaklar
ortaya çıkacağa benziyor. Göğün çatlayıp yarılması olayına en ilginç yorumu
Hz. Ali (ö. 40 h/ 661 m) getirmiştir. Ona göre; gök "mecerra: dan dolayı
çatlayıp yarılacaktır ki bunların günümüzde kendilerinden söz edilen Kara Noktalar
olabileceğini daha önce ayrı bir başlık altında ele almıştık.[113]
Çağımızda konunun uzmanlarınca iddia edildiğine göre bu noktalar dev yıldızları
içlerine çekip yok etmekte ve bunların zıddı olan Ak Noktalar da yokluğa kansan
yıldızları tersine bir işlemle yeni bir varlığa iade etmektedirler.
Tariflerden anlaşıldığına göre bu akıl almaz güç noktaları bir gökadayı imha edecek
güçlerle donatılmışlardır. Bu noktalar bir tarafa, bir tek noktadan yaratılan
âlemlerin gene bir nokta içinde yok edilmeleri bizi şa-şırtmamaktadır.
Kur'an'da geçen
"inşikak " fiili muhtemelen üst seviyede kütlesel bölünüp
parçalanmaları ve "İnfitar: " fiili de daha küçük madde ve zerre
(:atom) parçalanmalarını ifade ediyor. Her ikiside çöküş için
kullanılmışlardır. Bu sebeple yekpare bulutsu kütlenin patlayıp bölünerek
göklerin oluşması olayı Kur'an'da ayrı bir fiille "fatk:" fiiliyle
dile getirilmiştir. Bu ilk büyük patlayıp bölünme bir kere olduğu için
Kur'an'da bu fiil, olay sayısına uygun yalnız bir kere kullanılmıştır.[114] Yıkım
için yarılıp parçalanma olayından isim alan"İnfitar" sûresinde:
" - Gök yarılıp
ayrıldığı zaman,
- Gezegenler (kevâkib)
darmadağınık saçtldığı zaman.."
tarzında bir anlatım
yer alır ve bu olayla bağlantılı olarak gezegenlerin toz-duman hâlinde
dağılmalarından söz edilir. Biz daha önce bütün bu fiillerden ayrıntılı olarak
bahsetmiştik. [115] Oradan hatırlanacağı
gibi "infitar" fiilinin kökü olan "fatr:" fiili, benim
anlayışıma göre Kur'an-ı Ke-rîm'de; zerre (:atom) ve hücreleri bölüp çoğaltarak
ve çeşitlendirerek, canlı olsun cansız olsun, onlardan bir başka varlık ve bir
âlem meydana getirme, anlamında kullanılmıştır. Bu fiilde yapılanma söz
konusudur. Bunun tersi, maddenin ve gök kütlesinin çözülüp dağılması olayları
için de Kur'an'da gene bu kökten gelen söz konusu "infitar" ve
"tafattur:" fiilleri kullanılmıştır. Allah'ın yapılandıran gücünden
isim alan "fâtır: " sûresine karşılık da Kur'an'da, bunun tam tersi
bir işlemi ifâde eden "infitar" adıyla bir sûre yer almıştır.
Böylece evrenin, oluşum ve yapılanma ve çözülerek yıkılma, olmak üzere iki
büyük olayı Kur'an'in iki ayrı sûresine ad olmuşlardır. Bu olaylardan biri
varlığa, öteki varlıktan yokluğa geçişi, biri evrenin kuruluşuna öteki çözülüp
yıkılışına gidişi, ifâde etmektedirler, infitar: bir nesneyi ve bir kütleyi
yâni herhangi bir yapıyı oluşturan onun yapı taşlan maddelerin tersine bir
işlemle ondan çözülüp ayrılmasıdır. Bölünüp çoğalarak ve çeşitlenerek yapılanma
burada yerini, tam tersi, yarılıp çözülerek yıkıma terketmiştir. Göklerde
kuvvet ve denge boşluğu alanlarına, Kur'an-ı Kerîm'de gene "fatr"
fiilinden türeyen ve çatlak anlamına gelen "futûr " denilmiş ve göklerin
eşsiz düzeni içerisinde bu türlü çatlakların ve düzen bozucu boşlukların
bulunmadığına dikkat çekilmiştir.[116]
înfitar; gökler yıkıma geçtiğinde böylesi çatlakların oluşması, anlamına da
gelebilir. "Futûr", tüm kâinatın idare ve hükümranlığından isim alan
Mülk sûresinde, göklerdeki uyum ve düzen anlatılırken dile getirilmiştir. İşte
"infitar" fiiliyle hem yapısal çözülme ve hemde bu tür çözülmelerin
yol açtığı denge boşlukları ve düzensizlik, anlatılıyor, olmalıdır.[117]
Evrenin değişik oluşum
ve olayları Ku r ' an 'da kendilerini tam ifâde eden bir anlatımla ele
alınmışlardır. Şu kadar varki biz bu oluşumları ve_ meydana gelecek olayları
görmediğimiz için onların farklı safha ve boyutları hakkında Kur'an'da yer alan
anlatım inceliklerini kavramakta güçlük çekmişiz veya bu incelikleri hiç fark
edemiyerek hepsine aynı anlamı vermişizdir. Bu ise sâdece Kur'an'nm kendi
içinde değil aynı zamanda tabiat ve varlığın içindeki araştırmalarla
çözümlenecek bir konudur. Kur'an'la Kâinat yan yana getirilmeden her ikisini
de anlamakta güçlük çekeriz. Bu sebeple İslâm'da gelen ilk âyet, insanın
önüne, okunup öğrenilmesi ve araştırılması için Kur'an ve Varlık olmak üzere
iki şey koymuştur.[118] Biz
bu bilgileri verdikten sonra esas konumuza dönebiliriz. Şimdi biz az önce sunup
açıkladığımız âyetlerden az farklı bir anlatıma sahip olan bir başka âyet
üzerinde duracağız. Kur'an'ın buradaki anlatımı şöyledir:
" - Yıldızlar
(sönükleştirilip) söndürüldüğü zaman,
- Gök yarılıp açıldığı zaman,
- Dağlar, ufalanıp savruldukları zaman.."[119]
Görüldüğü gibi burada,
göğün yarılıp açılması (: furûc) olayı hem yıldızların sönüp dağılmaları ve hem
de yerkürenin parçalanması olayları ile beraber ele alınmıştır. İbn Abbas (r.)
bu âyetin tefisirinde; bir kitap sayfaları gibi katlanıp dürülmesi için göğün
yarılıp açılacağından, söz ederken[120] Şam
beldesinin ünlü müfessir ve tarihçisi İbn Kesîr (ö. 774 h/1372 m) burada;
yarılıp açılmakla beraber göğün iç kısımlarının sarkması ve çevresinin güçten
düşüp çökmesinden, söz eder.[121]
Kendisinden çokça söz ettiğimiz Harzemli Zemahşerî ve gene türk Buhara
beldesinden Nesefî (ö. 710 h/1310 m) ise, gökteki yarılıp açılmayı, orada
açılacak kapılara yordular [122]ki
bunlar boşluk alanlar olmalıdır.
Kur'an-ı Kerîm'de;
göğün açılmasıyla giriş boşluklannın ve oradaki ifâdeyle kapıların
oluşacağından açıkça söz edilmiş ve şöyle denilmiştir:
" - O gün gök
açılmış, kapı kapı olmuş,
- Dağlar (yerlerinden koparılıp) yürütülmüş,
(yerleri) bir serab olmuştur".[123]
Bu ifâdelerin yer
aldığı sûrede önce göklerin, açık kapısı olmayan ve geçit vermez sağlamlığı
vurgulanmış ve daha sonra da kıyamete doğru giderken bu kapıların açılacağından
söz edilmiştir[124]
Görüldüğü gibi gökleri bu duruma uğratan güç yeryüzünün dağlarını da yerinden
koparıp atmıştır.
Güneşin katlanıp
dürülmesi olayından isim alan Tekvîr sûresinde tüm gök hakkında daha önceki
anlatımlardan farklı şöyle bir İfâde görürüz:
" Gök (yerinden)
soyulup kopanldığı zaman.."[125]
Müfessir ve dilciler;
soyup yerinden koparma, anlamını verdiğimiz bu âyetteki "keşt "
fiiline; bir nesnenin kabuk ve örtüsünün soyulup çıkarılması, anlamım verdiler.
Buna göre tüm bir gök, soyularak yerinden çekilip alınacak ve katlanıp
dürülecektir[126] Güneşin dürülüp
söndürülüşün-den başka bu Tekvîr sûresinde, yıldızların kararıp düşmesinden ve
dağların yerlerinden alınmalarından da söz edilmiştir. Bütün bunlardan sonra
da göğün soyulup sökülerek yerinden alınması olayı dile getirilmiştir. Aslında
sıyırıp alma üstten başhyan bir işlemdir. Buna göre yıldız ve gökadaları tüm
gök kendi yerinden çekilip kaldırılarak o bir yıkım ve bir yokluğa doğru
itilecektir. Böylece yıldız ve gezegenler de kendi yörüngelerinden çekilip
alınmış olacaklar. Tüm gökleri içindekilerle birlikte yerlerinden alıp kaldıran
ve imhaya götüren güç elbet onları yaratan güçtür.
Buraya kadar
sunduğumuz bazı âyetlerden de anlaşılacağı gibi güneş ve yıldız ışıklarının
zaafa uğraması ve nihayet sönüşleri onlarda parlaklık ve renk değişimine yol
açacaktır. Parlaklıkları giden yıldız ve güneşlerin önce, kızgın yağ
kızıllığında bir gül rengini alacaklarını Kur'an'in şu âyetine dayanarak
söyliyebiliriz:
" Gök yarılıp da
kızgın yağ rengine benzer kırmızı bir gül olduğu zaman..[127]
Kur1 an'ı, dili esas
alarak açıklıyan bazı müfessirlerin de belirttikleri[128]
gibi gök bundan sonraki bir aşamada, tunç, kurşun veya erimiş gümüş mâdeni
rengine bürünecektir. Bu; "O gün gök erimiş mâden gibi olacak''[129]
anla-
mındaki âyete dayanan
bir yorumdur. Acaba bu son iki âyette gerçekten muhtelif aşamalarda göğün
alacağı renkler mi konu ediliyor yoksa göklerin gireceği kalıp ve şekiller ile
madde de meydana gelecek değişimler mi konu ediliyor? Gerçi şekil ve maddede
meydana gelecek değişimler elbet renklerde de değişimlere yol açacaktır, fakat
bu âyetlerde öncelikli olan hangisidir? Müfessirler hep renk üzerinde durmuşlardır.
Göklerin bir gül gibi olacağını söyliyen âyet hem renge ve hemde açılan göğün
tomurcuk bir gül biçiminde yeniden kapanacağını bize anlatmış olabilir. Böyle
bir gül gerçekten kızgın bir yağ gibi kirli-benekli bir kırmızılığa sahiptir.
Eğer burada doğrudan bir biçim kastediliyor ve renk ikinci derecede kalıyorsa
biz bundan sonraki konuda göklerin bu kapanış biçimini ayrıntılı olarak ele
alacağız. Göklerin erimiş mâden gibi olacağını söyliyen âyetten de sâdece bir
renk değişimini anlamak doğru değildir. Burada rengin ötesinde maddenin
kazanacağı niteliklere yer vermek ve belkide öncelik vermek gerekir.
Sonuç olarak şunu
söyliyebilirizki gökler, betbenizi gitmiş, şekil ve düzenleri bozulmuş ve
böylece de ayakta duramaz bir durum alacaklar ve sonra yeni bir âlemde yer
almak üzere kâinat mezarlığında ölüm veya yokluk uykusuna yatacaklardır. Artık
burada kâinata "fatiha" okuyacak yalnız Allah vardır. Rahman, Rahîm,
eski ve yeni tüm âlemlerin Rab ve Meliki olarak O, yeniden her şeye "ol
ve kalk" emrini verecektir. Kıyamet işte bu kıyam ve bu kalkıştan isim
almıştır. [130]
Biz, yer ve göklerin
başlangıçta bitişik dumansı bir kütle olduğunu ve bu kütlenin daha sonra
bölünerek yer ve göklerin oluştuğunu anlatan Kur'an âyetlerini ve konuyla
ilgili açıklamaları kendi bahsi içerisinde ele almıştık.[131]
Sözkonusu kütle şüphesiz, gökleri oluşturacak ana parçalara ve onlar da yıldız,
gezegen ve diğer nesneleri oluşturacak olan daha küçük parçalara bölünüp
ayrılmıştır. Çağımız gök bilimcilerinin bir buluş olarak açıkladıkları bu
gerçek aslında Kur'an-1 Kerîm'de çok açık biçimde ortaya konulmuştur.
Bir kütleden bölünüp
ayrılan parçalar, patlıyan bir havaî fişek gibi açılıp birbirlerinden
uzaklaştılar. Bu açılma nereye kadar sürdü veya nereye kadar sürecek onu
bilemiyoruz. Evrenin açılma dönemini bitirip kapanış dönemine girdiğini
söylemek ancak ilgili bilim dalına düşer. Bilim henüz bu konuyu aydınlatacak
bir düzeye gelmemiş bulunmaktadır. Bizim Kur'an-ı Kerîm'den öğrendiğimize göre;
açılma bittikten sonra geriye dönüş başlıya-cak ve gökler veya gökada
(:galaksi)ler ilk ayrıldıkari bitişik kütle ve diğer bir değişle tek nokta
durumuna yeniden geleceklerdir. Yörüngelerinden çıkan ve kendi
doğrultularından ayrılan bütün bir gök ve gökada yıldız ve gezegenlerinin
birbirleriyle çarpışması sonucu ortaya çıkacak olan toz-duman dev kütlenin, ilk
başlangıçtaki gibi bulutsu bir yapıda olacağı kuvvetle muhtemeldir. Göğün
bulutlarla parçalanacağı[132] ve
göğün duman çıkaracağına dâir bir önceki konuda gördüğümüz âyetler[133] bu
ihtimali güçlendirmektedirler. Hâlen kâinatta toz-duman hâline gelmiş pek çok
yıldız ve gezegen vardır. Bir yıldız takımının veya tüm bir gökadanın böyle bir
duruma gelmiş olması da imkân dahilindedir. Göklerin fethine çıkan veya yaptıklarının
İlâhî hesabından korkup kâinatta kaçıp kurtulacakları bir yer arıyan-lar
Kur'an'da bildirildiğine göre, kendilerini kuşatan duman ve gene alev
kı-vılcımlanyla karşılaşacaklardır. Kâinatın pek çok önemli konularını bize sunan
Rahman sûresinde bu olay şöyle anlatılır:
" - Ey cin ve
insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden aşıp geçmeğe gücünüz
yetiyorsa geçin. Fakat büyük bir güç olmadıkça (o sınırları) asla aşıp geçemezsiniz.
- (Böyle bir
durumda)üzerinize yalın ateş alevi ve duman salıveri lir de, birbirinizi
yardımlaşıp kurtaramazsınız"[134]
Bazı müfessirler,
bizim burada; duman, olarak tercüme ettiğimiz "nuhas:" kelimesine
bakır veya tunç anlamı verirlerken pek çoğu ona bizim tercih ettiğimiz duman
anlamını vermişlerdir. Gene bütün müfessirlere göre, insan ve cinlerin,
yerlerinden ve göklerinden çıkıp gitme arzuları, kıyametin dehşetinden ve
İlâhî hesaptan kaçışa yöneliktir ve bu da kıyamet sırasında ortaya konulacak
bir davranıştır. İnsan, bütün yer ve göklerin yıkıldığı bir sırada, gerçekten,
ya yerin derinliklerinde bir sığınak aramaya veya bu yıkımdan etkilenmiyeceğini
düşündüğü göklere doğru bir kaçışa yönelir. Fakat yerin alt tabakaları ve
gökler bu sırada, âyette anlatıldığı gibi ateş kıvılcımları ve zehirleyici
duman ve gazlarla dolmuştur. Burada hiç bir müfes-sir, sözkonusu durumun şu
anda da yerin alt tabakaları ile göklerin bazı kesimlerinde, hiç bir şekilde
geçit vermez yahut aşılması çok güç bölgeler oluşturduğundan söz etmemiş ve
onlar bu durumu hep kıyamet zamanı için düşünmüşlerdir.[135]
Oysa daha önce üzerinde durduğumuz ve ilerde yeniden ele alacağımız bu âyetin
ifâdesi bütün zamanları içine alacak bir genelliğe sahip görünüyor.[136]
Kur'an-ı Kerîm'in pek
çok yerinde, varlığın ilk yaratılış durumuna iade edileceğinden söz edildi.
İlgili âyetlerin bir kısmında, insanın öteki âleme iadesinden söz edilirken
bazılarında genel olarak Varlığın; yer ve göklerin, ilk yaratılış noktasına
geri döndürülüşü söz konusu yapılmıştır. Bir misâl olarak burada şu âyeti
verebiliriz:
" Allah, mahluku
önce (yoktan) yaratan sonra onu iade edendir ve sonra da sizler Ona
döndürüleceksiniz"[137]
Bu âyette genel bir
geriye dönüş (: iade ) den söz edilir sonra da bundan ayrı olarak, insanlığın
yeni bir hayat ile ve tabiiki yeni bir dünyada Allah'a döndürülüşü (:ircav)
olayı dile getirilir. Bu iki olay birbirinden farklı olmalıki kullanılan
fiiller farklı olmuştur. İade; arapçada, bir şeyi geri döndürme anlamına
geldiği gibi aynı olayı tekrarlama anlamına da gelir. Bu son anlama göre ilk
yaratılışların ondan sonra da tekrarlanacağı, kâinatta ye tabiatta sürekli
yaratılış ve yenilenme yapılacağı hükmü ortaya çıkar. Müfes-sİrlerin bir kısmı
ise bu ve benzeri âyetlerin tefsirinde sâdece insanın buradan öteki hayata
götürülüp orada yeniden yaratılışından söz ettiler. Bunlar burada diğer cansız
âlemlerden söz etmediler.[138]
Buna karşın milâdî 14. asrın ünlü tarihçi ve müfessiri Şam beldesinden İ bn
Kesîr, yer ve gökleri de bu iade kapsamı içerisine aldı.[139]
Havaî bir fişek
patlaması veya açılan bir şemsiye gibi açılan yer ve gökler bu ilk açılma
noktasında yeniden bir araya getirileceklerdir. Onlar bu noktaya parçalanmış ve
toz-duman bir halde yığılacaklardır. Her göğü veya gökadayı bir kitap sayfası
gibi nitelendiren Kur'an, açılan bu sayfaların, sonunda, ilk açıldıkları
noktaya veya belli bir hatta doğru dürülüp katlanacaklarından söz eder. Bu
sırada yer ve gökler muhtemelen bölünüp açılma öncesindeki kimyevî ve fizikî
yapılarına da irca edileceklerdir. Kâinatın kapanması anlamına gelen bu olay
Kur'an-i Kerîm'de şöyle anlatılır:
" (Düşünün) o
günü ki; Biz göğü, kitapların sayfalarını katlayıp büker gibi düreceğiz. Onu
tıpkı yaratmaya başladığımız ilk durumuna döndürürüz. Bu, üzerimize aldığımız
bir va^d olmuştur.
Biz (irâde ettiğini)
yapanlarız".[140]
Burada
"iade" fiiline dil bakımından, "yeniden yaratma ve yeni bir
varlık kazandırma" anlamını vermek de mümkündür. Bu durumda, âyetin ilgili
bölümünü; "Onu ilk yarattığımız gibi yeniden yaratacağız" şeklinde
tercüme edebiliriz. Buna göre âyette; göklerin kapanması olayı (:tayy ile yeniden
açılması olayı gibi iki ayrı oluşum söz konusu edilmiş olacaktır. Aslmda bu iki
ayrı olaya az ilerde sunacağımız Kur'an'ın başka âyetlerinde çok açık biçimde
değinilmiştir. Dürülüp bir noktaya kapanma sonucunda ilkten olduğu gibi elbet
yeniden bir kâinat çekirdeği oluşacak ve bu çekirdek de patlayıp yeniden
açılacağı bir günün beklentisi içine sokulacaktır. İşte "İade" fiili,
açılan göklerin bir noktaya kapanması anlamına gelebildiği gibi oluşan bu
noktanın ve bu evren çekirdeğinin yeniden patlayıp açılması, anlamına da
gelebilmektedir. Bizim şu anda esas üzerinde durduğumuz şey ise kapanma
olayıdır. Tüm bir göğün veya göklerin yahut gökadaların bir noktaya kapanması
herhalde korkunç bir olay olmalıdır ve bu belkide ilk patlamadan çok daha
dehşet verici bir olaydır. Tüm evrenle ilgili olan iade olayı ölen bir insanın
yeniden bu dünyaya gelişi gibi gerçek dışı bir anlama yorumlanamaz. Bazılarının
zannettiği gibi Allah bir şans daha tanımak için insanlara ikinci kere dünyaya
gelme hakkı verse onlar birinci hayatlarını çok kötü ve gayrı ahlakî yaşarlar.
Bu, dinin hikmetine ve hukukun da ruhuna ters düşer. İnsanlığa, dönüşü olmayan
böyle bir hata yaptırılırsa bu, şeytanın kutluyaca-ğı en büyük zaferi olur.
Kâinatın sözkonusu en
büyük dürülüp toplanma olayı, (:tayy buna yer küresi de dahil edilerek bir
başka âyette şöyle dile getirilir:
" Onlar
(inkarcılar) Allah'ı gereği gibi tanıyıp bilemediler. Oysa kıyamet günü, yeryüzü
tümüyle onun avucundadır. Gökler de O'nun üstün gücüyle dürülüp toplanmış
olacaklardır. Allah onların ortak koştuklarından beri ve O yüce bir
varlıktır"[141]
Burada İlâhî Güç ve bu
gücün kullanımı anlatılırken yer ve göklerin top-lanık durumlarına dikkat çekilmiştir.
Aslında İlâhî Güç eksiksiz bir hükümranlıkla her zaman onlara mâlik olmuştur.[142]
Burada ise hâkimiyet onlara âit birleşik tek kütle üzerinde kurulmuş görünüyor.
Kaynaklardan anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (S) bu son âyeti çeşitli
vesilelerle okumuş bulunmaktadır. Kaynaklardan öğrendiğimize göre o, yer ve
göklerin bu toplanma olayını ayrıca kendi ifadesiyle de insanlara anlatmıştır.
Onun anlattığına göre, tüm yer ve gökler böyle bir işlemle yerlerinden alınıp
ortadan kaldırıldıkları bir noktada yüce Allah; "Melik benim, (bugün)
nerde yeryüzünün melikleri" diye seslenecektir.[143]
Kendilerini ilâh gibi görüp yeryüzü insan topluluklarına, onların her türlü
meşru hak ve hukuklarını çiğniyerek hükmeden o kırallar bugün nerede!
İnkarcılar nerde!
Acaba kapanma ve diğer
bir adıyla kıyamet bütün gökler için sözkonusu olacakmıdır? Bu son âyette,
dürülüp katlanan tek bir gökten değil de çoğul olarak göklerden söz edilmiştir.
Bu da tüm göklerin kıyamet olayına mâruz kalacaklarının açık bir delilidir.
Diğer yandan, İnsanlığın kıyamette yeni bir hayata döndürülüşlerini konu edinen
âyetleri[144] bir yana bırakırsak,
genel olarak Varlığın iadesinden söz eden, Kur' an' da altı sûrede yedi âyet
bulunmaktadır. Kanaatımca bu sayılar tesadüfi" olmayıp bazı oluşumlarla bağlantılı
bulunmaktadırlar ki biz bunlara daha önce de muhtelif vesilelerle işaret
etmiştik. Kur'an'da yedi yer ve gökten söz edildiğini hemen herkes bilir.
Göklerin sayısı ile bu "iade: sa11" kelimesinin yer aldığı âyetler
sayısı eşittirler. Bu da, durulup kapanma (:tayy ile yeniden açılma (:iâde) olayına tüm
göklerin dâhil olacağına bir işaret sayılmalıdır. Söz konusu "iade"
işlemine altı sûrede yer verilişinin de elbet gene bir anlamı vardır. Bana
göre bu, yer ve göklerin altı günde yaratılmaları yânî altı oluşum safhasıyla
ilgili olmalıdır. [145]Muhtemelen
altı oluşum safhası, tersine bir işlemle geriye doğru ilk başa katlanacaktır.
Yer ve göklerin, tümüyle bir değişime uğrıyarak başka bir yaratılışa konu
olacakları, Kur'an'ın bir başka âyetinde şöyle dile getirilir:
" O gün, yeryüzü
başka bir yere, gökler de ba§ka göklere çevrilecektir".[146]
Arş âleminin ise
kıyamet olayı içinde yer alıp almryacağından Kur'an'da çok açık söz edilmez ise
de gene de oradaki ifadelerden onun bundan uzak tutulacağı söylenebilir. Yer ve
gökler öncesinde mevcut olan ve kendisini müstakil bir başlık altında
incelediğimiz "su âlemi" hakkında da biz kıyamete mâruz kalıp
kalmayacağı açısından bir şey bilmiyoruz. Ancak; "Allah'ın zat ve varlığı
hâriç her şey helake gidecektir"[147] anlamındaki
âyetin genelliğine bakarsak bu âlemlerin ebedîliğine hükmedemeyiz. Şu kadar
varki onların kıyametleri ve değişim süreçleri farklı olabilir. Hatta onlar,
Özelliklerinden dolayı yer ve göklerinkinden ayrı bir değişime de uğrayabilirler.
Helak olma ise mutlak yok olma anlamına gelmez. Arş bütün âlem ve göklere göre
en mükemmel olandır fakat Allah'a göre, değişti-rilemiyecek bir mükemmel
yoktur. Eğer Arş 'a, değiştirilemez ve aşılamaz bir mükemmellik verirsek, bu,
yüce Allah'ın gücünü sınırlandırmak anlamına gelir. İslâm imanında ise böyle
bir şey kabul edilmez. Ancak gene de kıyamet sırasında Arş'm, meleklere
yorumlanan "Sekiz" güç tarafından ayakta tutulacağına ilişkin Hakka
sûresi 17. âyetteki ifade onun bundan uzak tutulacağına kesin bir delil
sayılabilir.
Biz göklerin kapanması
olayı üzerinde biraz daha duracağız. Kur'an yorumcuları bu geriye doğru dürülüp
toplanma (:tayy ) olayı hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Endülüslü ünlü
müfessir Kurtubî (ö. 671 h/1272 m) bunun; a- Yaymanın zıddı olarak bir yerde
toplama, b- Gözden kaybetme ve imha edip yok etme, olmak üzere iki ayrı anlama
gelebileceğini yazar. Bu müfessirin yazdığına bakılırsa Mekke Medresesinin
ünlü bilgini İbn Abbas (r.) bunu; her şeyin helak edilip varlık öncesindeki
gibi yokluğa döndürülmesi, tarzında anlamıştır. Gene Kurtubî'nin yazdığına
göre, bazı İslâm bilginleri; âlemin dürülüp toplanarak yok edilmesinden sonra
yeniden yaratılacağı, yorumunu getirdiler ki onlar; Yer ve göklerin başka yer
ve göklere dönüştürüleceğini bildiren âyeti bu konuda delil olarak ileriye
sürdüler.[148] Bu âyet ise varlığın
tamamiyle yok edileceği hükmünü getirmemekte, sâdece kütlesel değişimlerden ve
evren çapında yeni bir yapılanma ve düzenlemeden söz etmektedir ki bîz daha
önce de bu konu üzerinde durmuştuk.[149]
İran ve Türk illerinde büyüyüp yetişen Kureyş asıllı Fahrud-din er-Râzî (ö. 606
h/1210 m) göklerin dürülüp toplanmasıyla ilgili âyet hakkında kendisinden
öncekilerin görüşlerini şöyle tesbit eder:
"Bilginler,
geriye dönüş hakkında görüş ayrılığına düştüler. Bazıları; Allah, cisimlerin
cüz (:atom) lerini dağıtacak ve fakat onları yok etmiye-cektir. Allah sonra
onları yeniden birleştirip terkib edecektir, işte "iade" budur,
dediler. Diğer bir zümre ise; Allah'ın, cisimleri tamamiyle yok edeceğini ve
sonra onları aynı cevher olarak yeniden yaratacağını savundular. Onlara göre,
göklerin dürülmesi (:tayy) ile ilgili âyet bunun böyle olacağını, gösterir.
Çünki yüce Allah, bu âyette, geriye döndürmeyi, ilk başlangıca benzetmiştir.
İlk başlangıç ise dağınık cüz (:atom)leri terkib etme şeklinde değil tam tersi,
yoktan varlığa dönüştürme şeklindedir.
Birinci görüşü
savunanlar; "Gökler Onun üstün gücüyle dürülüp toplanmış olacaklar-Zümer,
67" anlamındaki âyete tutundular. Burada ise göklerin katlanıp toplanmış
olmasından söz ediliyor ki bu da onların varlıkta devam ettiklerini gösterir.
Bu görüşte olanlar aynca; "O gün yeryüzü başka bir yere, gökler de başka
göklere çevrilecektir-İbrahîm, [150]"
anlamındaki âyeti de delil olarak ileriye sürmüşlerdir. Bu âyet, yeryüzü
zerrelerinin bakı kalacağını ve fakat onlardan, başka bir yer yaratılacağını,
gösterir". Bu görüşleri ileriye sürenlerin delillerini de bu şekilde
kaydeden Râzî, eserinin bir başka yerinde; "Bütün İslâm bilginlerinin;
Allah'ın, âleme âit madde ve cisimleri yok etme gücüne sahip olduğunda
birleştiklerini ve fakat onları yok edip etmiyeceği, konusunda görüş birliğine
varamadıklarını, yazar.[151]
Allah ilk varlığı hiç
bir esasa dayanmadan yarattığı gibi şüphesiz onu yeniden yokluğa
dönüştürebilir. Fakat Kur'an âyetlerinde geçen ilk başlangica iade ve toplayıp
dürme anlamındaki "tayy; " mutlak yok etme anlamına gelmezler. Tabii
burada, "iade" nin yeniden varlığa döndürme anlamını da unutmamak
gerekir. Söz konusu bu iki fiil, ilk basit madde ve zerreciklerden çoğalıp
çeşitlenme suretiyle oluşan âlemlerin ilk ibtidâî durumlarına dönüşleri,
anlamına da gelebilir. Tüm insanlık, içine gömülü olduğu bu yerküresinden
öteki hayata geçeceğine göre meselâ bu gezegenin tam bir yokluk içine düşmemesi
gerekir. Aksi halde;
" Orada
yacıyacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan diriltilip çıkarılacaksınız'[152]
anlamındaki âyete bir
anlam vermemiz zorlaşacaktır. Yerküresi, ait olduğu göğün diğer gezegen ve
yıldızlarıyla birleşse bile o, kendi cevherinde barındırdığı tüm insan ve
diğer canlılara ait özleri, yeni bir hayata döndürecek bir değişime uğrama
hususunda bir engelle karşılaşmıyacaktır. O, dürülen sayfalar arasmda çok özel
bir sayfayı teşkil edecektir.
Şimdi biz katlanıp bir
noktada bütünleşme olayını daha değişik bir açıdan ele alacağız. Genel olarak
göklerin dürülüp toplanmasından söz eden âyetlerin yanı sıra biz gene
Kur'an'dan güneş ile ayın bir araya getirileceklerini öğreniyoruz. Bu olay
bize orada şöyle takdim edilir:
" - Jnsan,
kıyamet günü ne zaman, diye sorar: - Göz kamaştığı, Ay tutulduğu, ''- Güneş ve
ay (bir araya) toplandıkları zaman"[153]
Güneş ve ayın bir
araya gelmeleri, dünya enkazının da sonuç itibariyle onlara bitişmesi anlamına
gelecektir. Bu da tüm güneş ailesi fertlerinin birleşerek tek kütle olmaları
demektir ki tabiatiyle bu kütle de konuyla ilgili sunduğumuz âyetlerin
doğrultusunda diğer gök kütleleriyle bütünleşecektir. Ay ve güneşin toplanması,
müfessirlerce değişik şekillerde yorumlanmıştır. İbn Abbas (ö. 68 h / 687 m) ve
Irak fıkıh mektebi kurucusu İbn Mesûd (ö. 32 h / 652 m)'a göre; bu ikisi batı
taraftan az farkla birlikte doğacaklar.[154]
Müfessir İbnu '1-Cevzî'nin yazdığına bakılırsa İbn Mesûd (r.) bu âyetten; ay
ve güneşin kütlesel olarak maddî varlıklarının birleşecekleri, anlamını çıkarmıştır.
Öte yandan Harzemli Zemahşerî (ö. 1143 m) ve diğer pek çok müfessir sözkonusu
âyete; ay ve güneşin, batı yönden aynı zamanda doğacakları, anlamını
vermişlerken bir kısımları da ona; her ikisinin birlikte ışıklarını
kaybedecekleri ve güneşin de ay gibi ışıksız kalacağı, anlamını vermişlerdir.
İslâmî ilk asır âlimlerinden Mücâhid (ö. 100 h/718 m) ve gene onun çağdaşı İbn
Zeyd'e göre burada, ay ve güneş her ikisinjn de dürülecekleri anlatılmaktadır.
Özellikle İbn Zeyd,ayve güneşin beraberce dürülüp katlanacaklarından söz eder.[155] Bu
âyete, göklerin dürülüp toplanması hakkındaki âyetler doğrultusunda anlam
verenler kana-atımca daha
Bir önceki konuda
değindiğim gibi; göğün, yarıldıktan sonra kızgın yağ benzeri kızıl bir gül
olacağını, bildiren Kur'an âyetinde eğer onun renginin yanı sıra biçimi de
esas alınıyorsa bu olayı, açılan göklerin ilk açılma noktasına kapanmaları
olayı ile bağlantılı açıklamamız gerekecektir. Bir gül içerisinde hepsi bir
noktaya bağlı üst üste yığılmış yapraklar vardır. Açılan bir gök katları veya
tüm gökler ilk açılma noktasına doğru kapanarak gül tomurcuğu benzen bir kütle
oluşturabilirler. Müfessirlerin burada hep göklerin rengi üzerinde durup şekil
ve biçim üzerinde durmadıklarım daha önce söylemiştim. İbn Abbas (r.) dan
başlıyarak pek çok müfessir, söz konusu âyetten; göklerin o sırada kızıl at
rengini alacağı ve hatta bu rengin de ya-nar-döner olacağı, anlamım
çıkarmışlardır.[156]
Bizim bu âyetten; göklerin kızıl renkte ve ayrıca da gül biçimi bir kütle veya
bir nokta oluşturacakları, anlamını çıkarmamız mümkündür. Gökler bütün
güçleriyle beraber bu kütle içine sıkıştırılmış durumdadırlar. Bu noktada
gökler maddeden uzak tama-miyle görünmez bir güce (enerji) de dönüştürülmüş
olabilirler. Fakat bir güç görünmese de o gene vardır ve onu yoklukla
nitelendirmemiz doğru değildir. Bu akıl almaz güç noktası ve bu kızıl kâinat
tomurcuğu açılıp saçılarak yeni gök ve âlemleri oluşturmak için Yüce A11 a h
'in emrini bekli-yecektir.
İlk insandan son
insana herkes yeni bir dünyada yerini alacaktır. Bu yeni dünya, c e n n e t ve
cehennemi olan bir âlemdir ve ona göre yapılanmış olacaktır. Veya burası
cennet ve cehennem âlemleri için bir toplanma yeridir. Tüm insanlığın bir araya
getirileceği güne Kur'an'da ''toplanma günü: adı verilmiştir[157] ve
muhtemelen üzerinde hayat olan daha başka nice yerküreler vardır ve onlar da
birleşik bir kütle üzerinde bizim dünyamızın insanlarıyla bir araya
geleceklerdir. Bu durumda, toplanma günü, sâdece bizim gezegenimiz canlılarına
özel bir gün olmıyacak, tüm kâinat canlılarının bir araya geldikleri bir gün
olacaktır. İlerde genişçe açıkhyacağımız[158] şu
âyet bu konuda gerçekten ilgi çekici işaretler vermektedir:
" Göklerin ve
yerin ve bunlar içinde üretip yaydığı bütün canlıların yaratılışı Onun
(varlığım belgeliyen) delillerindendir. O, dilediğinde, gerçekten bütün onları
bir araya toplamaya da güç yetirendir"[159]
Biz burada kısa olarak
gezegenimizin ve göklerin yıkılışında üflenen Sû-r'un yerini anlatmaya
çalışacağız. Kur'an-ı Kerîm'de bu konuda on âyet bulunmaktadır.[160]
Bunlardan beşi göklerin çöküşü ve beşi de onun karşıtı olarak yeni yaratılış ve
yapılanma ile ilgili görünüyor. Biri yıkan, öteki yeniden varlığa dönüştürüp
yapılandıran ters yönlü iki güç. Göklerin Sûr ile yıkımından sözeden âyet
sayısı, göklerin altı oluşum safhasından 1 sayı eksik bulunmaktadır. Bu da
çöküp ortadan kalkışın, ilk iptidaî maddeye ve ilk oluşum merhalesine kadar
olacağına bir işaret sayılabilir. Buna göre ilk iptidaî varlık ve varlığa ilk
geçen nesne sabit kalmalıdır. Diğer yandan Zümer sûresinde her iki Sûr çeşidi
birlikte tekrarlanmıştır. Böylece 10 âyet içerisinde yeniden yaratılışla ilgili
Sûr sayısı 6'ya yükselirken evrenin çöküşü ile ilgili Sûr sayısı 5'de
kalmıştır. Bu, yeniden yaratılışın, çöküşün aksine 1 fazla sûra ihtiyaç
göstermesi sebebiyle olabilir. Ancak benim ilk sûr ile ilgili olarak düşündüğüm
En'âm süresindeki Sûr'un hangi tarafla ilgili olduğunun çok belirgin
olmadığını da burada belirtmeliyim. Sûr boynuz anlamını taşımakla beraber ne onun
ve ne de üfleme (:nefha) nin mâhiyetlerini bilemiyoruz. Üfleme olayında dâima
biz bir hava hareketi düşünürüz. Yer ve gökleri parçalayıp yıkacak şiddette
olan bu hava akım ve faaliyetinin boynuz biçiminde bir kaynaktan ortaya
çıkacağı düşünülebilir. Veyahutta bu, hava hareketli bir kaynak ve boynuz
biçiminde bir hortumdur ki o, tüm gökleri yutup imha edecek bir güce sahiptir.
Kur'an'dan anlaşıldığına göre sâdece yerküre değil gökler de aynı Sûr
üflemesine mâruz kalıp çökeceklerdir.[161]
Göklerde yıldız ve gezegen kütlelerini parçalayıp dağıtan kasırga benzeri bir
güç oluşacak ve bu güç muhtemelen başlangıçta ecramı (kütleleri) kendi yörüngelerinden
çekip çıkaracaktır. Bundan sonra da o, ya yutarak veya kendilerini şiddetli
rüzgarına tutarak onları İmha edecektir. Eğer dünya böyle bir gücün etkisine
mâruz bırakılırsa herhalde o hem yörüngesinden çıkar ve hem de bu sırada
kütlesi paramparça olur. Zaten böyle bir zamanda göklerin genel güç dengesi de
bozulmuş olacaktır.
İlgili âyetlerin bir
kısmında açıkça görüleceği gibi Kur'an iki Sûr üflemesinden bahsetmiştir.
Bunlardan biri, imha ve yoketme gücüyle donatılmışken öteki aksine yok
edilenleri yahut değişikliğe uğratılmış olanları yeniden varlığa dönüştürme ve
onları yeni bir yaratılışla var etme gücüyle donatılmıştır. Bu iki güç
birbirinden farklı mâhiyette olmalıdırlar ki böyle farklı işlevleri yerine
getirebilsinler. Az önce belirttiğim gibi biz ne üfleme olayının ve ne de
kendisine üflenilen "Sûr: mâhiyetlerini biliyoruz. Ancak bildiğimiz bir
şey varsa o da ilk insan Adem'in ve olağan dışı bir yaratılışa konu olan Hz.
İsâ (S)' nın ve gene öldürülen bir kısım kuşların İlâhî ruh üflenmesiyle hayat
kazanmalarında aynı yaratıcı "nefha: üfleme" fiilinin kullanılmış
olmasıdır.[162]
Konumuzun başında da
belirttiğim gibi kâinatta açılmanın kapanmaya geçip geçmediğini henüz
bilemiyoruz. Kapanma sürecinin açılma süreci kadar olup olmıyacağım da
bilemiyoruz. 15 ilâ 20 milyar yıl kadar önce başladığı tahmin edilen bu açılma
hareketi[163] acaba kapanmasını da
aynı eşit süreç içindemi tamamhyacaktır. Yoksa kapanmaya geçişle kıyamet olayı
arasında böylesi uzun bir süreç işlemiyecekmidir? kapanma çok kısa süredemi
tamamlanacak? Bunları bilmiyoruz. Kur'an'dan'öğrendiğimiz bir şey varsa o da
nihâî yıkımın bir an gibi kısa bir sürede tamamlanmış olacağıdır. Şüphesiz
bundan önce pek çok arızalar ve belirtiler ortaya çıkmış olacaktır. Kur'an
'daki ilgili âyetin ifâdesi aynen şöyledir:
" Göklerin ve
yerin sırlarını bilmek ancak Allah'a aittir. Kıyamet kopması, ancak göz
kırpması kadar yahut ondan da kısa bir sürede olacaktır. Gerçek şuki Allah her
şeye kadirdir'.[164]
Bundan anlaşılan
şudurki henüz insanlığın beklemediği bir anda nihâî son gelecek ve bir an
içinde herşey olup bitecektir. Çok âni bir patlama ile dünyanın içi dışına çrkacak,
dağlar, denizler uzaya doğru savrulacak ve yerküre bir toz yığını hâline
dönüşecektir. Böylece, birinci Sûr üflemesi, görevini yapmış olacak ve bundan
ne kadar zaman sonra olacağı bilinmez bu sefer hayat ve can veren bir üfleme
devreye girecektir.
Eğer göklerin ilk
noktaya kapanışı ışık hızıyla olursa bu demektir kî; kıyamet, evrenin en uzak
noktasından kapanış noktasına gelen ışık zamanı kadar sonra olacaktır. Bu da
şimdiki buluntulara göre, dünyamız merkez alındığında 20 milyar ışık yılından
daha fazla bir zaman demektir. Geriye kapanış ancak nûr hızıyla olmalıdır ki
hiç kimsenin bilemeyeceği o âni kapanış ve kopuş gerçekleşebilsin. Bundan
önceki kısmî olayları o zamanların insanlığı elbet izleyecektir. En sona doğru
gelindiğinde kıyamet tahmini yapılabilir. Hava bulutlanıp bütün şartlar
oluşunca artık yağmurun yağacağını söylemek gaybı bilmek değildir.
Sonlara doğru gelirken
biz burada birazda insanlık ve kulluk ile Varlık ve Levh-ı Mahfuz ilişkileri
hakkında bazı bilgiler vermek ve bazı tahminler yürütmek istiyoruz. Kâinat
sayfaları olan yer ve gökler yeni bir yaratılışla tekrar açılışa geçtiklerinde
insanlık için de elbet inançlarına, dünyadaki hal ve gidişlerine uygun olarak
yeni bir sayfa açılacaktır. Ancak İlâhî değer Ölçülerinin geçerli olduğu bu
zamanda insanlar dünyadaki hayatlarını sesli ve görüntülü olarak izleme
imkânına sahib kılınacaklardır. Sorgulama İlâhî Kayıt Merkezindeki görüntü ve
ses kayıtlarına göre yapılacak ve Kur'an'daki İfâdeye göre insan sorgulama
sırasında dünyadaki hayatını görüntülü olarak izleyip hakkındaki kararı bizzat
kendisi onaylamak zorunda bırakılacaktır. İşte âyet şöyledir:
" - insan
bilâkis, kendi aleyhine gören bir (§âhid) olacak, - O bütün özürlerini ortaya
koysa bile"[165]
Gene Kur'an'dan
Öğrendiğimize göre insanların uzuvları yaptıklarını söyliyecek[166] ve
sorgulama ayrıca mâhiyetini bilemediğimiz konuşan defterlere göre
yapılacaktır.[167] Sevap ve günah iki ayrı
kazanç çeşidine denk olarak böylesi defterlerle ilgili iki adet âyet gelmiştir.
Kur'an'daki bu anlatımlardan anlaşılan şudur ki insanın tüm hayatı sesli ve
görüntülü kayıtlara geçmekte ve bu kayıtlar öteki hayatta insanın karşısına
çıkarılmaktadır. Bu da madde ve karşıt madde cevherlerinin, çeşitli türden
dalgaların ve enerjilerin mutlak yok edilmiyeceğine öncekilere ilâve bir başka
delil olabilir. Evrende kaybolmadan milyarlarca ışık yılından ışıkları bize
gelen yıldız ve gökadalar varken insanların hal ve gidişlerine ait ses ve
görüntülerin bir başka âleme aktarılmasına şaşmamak gerek. Öyle anlaşılıyorki
herşey ve hatta hareket ve davranış biçimleri bile kâinatın ve belki de bundan
sonra kurulacak öteki âlemin ve Arşın beyni veya Bilgi İşlem Merkezi
niteligindeki "levh-ı mahfuz" da kaydedilip korunmaktadır. Kur'an'ın
tanımıyla "korunmuş levha" adını taşıyan bu İlâhî kayıt merkezinin
hiç bir şekilde bir tahribe ve yokluğa uğramıyacağı onun hem niteliğinden ve
hem de işlevinden anlaşılmaktadır. O içindekileri de mutlak koruyan bir kitap
durumundadır ki bu anlamda onun için Kur'an'da ayrıca "kitab ha-fîz" denilmiştir
[168]Levh-ı
mahfuz sâdece insanlık ile cin ve melekler âleminin idare kanunlarının yazılı
olduğu bir yer olarak görünmüyor. Muhtemelen orası tüm kâinatın ve tüm
varlıkların geçmiş ve geleceklerinin kayıtta bulunduğu bir merkezdir. Bu
merkezi, elbet bizim bildiğimiz madde, karşıt madde, ışık ve dalgalarla
açıklamamız ve bu merkezin işlevini bunlarla anlatmamız mümkün değildir-. Onu
kendi manevî kimliği ile kabul etmemiz gerekecektir. O, tâbir caizse bir kara
kutu gibi hiç bir yıkımdan ve kıyamet olayından etkilenmiyecektir. Kur'an'da
levh-ı mahfuz adının açıkça geçtiği bir tek âyet vardır ki bu da onun tekliğini
gösterir. Elbet ona ve işlevine işaret eden başka âyetler vardır. Biz her
insanın oraya Allah katında makbul bir sicil göndermesini temenni ederiz.
Şu bir gerçektir ki
tüm hayat ve tüm ibâdet ve ahlâkî davranışlar ve hatta zerre faaliyetler kayda
alınıp tescil edilmektedir. Bu, yüce Yaratıcının kayıt ve tescil düzeni
tarafından yapılır. İyi olsun kötü olsun zerre iş ve davranışların hassas
ölçümlere sahip İlâhi terazilerde değerlendirileceği Kur'an'da açıkça
bildirilir.[169] Zerre (: atom)'dan küçük
ve onun altında ve ötesindeki nesne ve işlevlerin Allah'dan kaçamıyacağı ve
bunları da kayda alıp açıklayacak bir kitabın varlığını gene Kur'an haber
vermektedir [170]insan en küçük bir
ibadet, iyilik ve güzelliklerin ziyan edilmeyeceğini bilirse o kendi hesabına
daha fazlasını yapma gayreti içine girer. Kötülük alanında da bunun tersi olur
ve o sonuçta tevbeye yani merhamet sahibi Rabb'a sığınır. Allah kulun ef'ali
ile ilgili ayrıntı hesap cedvelleri (çetere) tutmaz gibi sözlerin şirin
görünmekten öteye hiç bir gerçekliği yoktur. İlâhî affa gelince O elbet kayıt,
tescil ve hesaptan sonra gelir.
Buraya kadar ben ilk
yaratılış ve ondan sonraki oluşum ve gelişmeleri ve son olarak da yeniden ilke
dönüşü ve oradan da yeni bir âleme geçişi ele alıp anlatmaya çalıştım. Bunu
Levh-ı Mahfuz'un bir parçası olan ve bir kâinat kitabı olma özelliğine sahib
Kur'an-ı Kerîm'de bir emir olduğu düşüncesiyle yaptım. Bu gibi konuları
araştıran merkezlerin kapılarına yazılması gereken şu ve benzeri âyetler beni
ister istemez böyle bir konu içine çekmişlerdir:
- Allah yarattıklarını
ilk baştan yaratmaya nasıl başlıyor ve sonra onları nasıl geri döndürüyor, bunu
görmüyorlar mı? Gerçek şuki bu, Allah'a göre kolay bir iştir,
(Ey Muhammed) deki; yeryüzünde gezip dolaşın
da Allah'ın yaratmaya nasıl başladığını gözleyip araştırın, işte bundan sonra
Allah (âhiret hayatı) son yaratılışı da (onun gibi) inşâ edecektir. Şu bir
gerçektirki Allah'ın bütün her şeye gücü yeter.[171]
Ben ilk yaratılışları
ve ondan sonraki oluşum ve gelişmeleri ve göklerin gidişatım yerküremiz
üzerinde dolaşarak ve göklere çıkarak araştırma imkanlarına sahip olamadım. Bu
tür çalışmalar içiresinde olanlar, inansalar da İnanmasalar da onlar bu konuda
Kur'an'a uymuş olmaktadırlar. Onlarm bu çalışmalarını biz takdirle
karşılıyoruz. Ben ise bir ilâhiyatçı olarak bu incelemeği, Kur ' an-ı Kerîm
'in âyetleri ve Hz. Muhammed (S)'in sözleri ile Kur'an yorumcularının açıklamaları
arasında dolaşarak yaptım. Kendim de tamamiyle bir yorumcu gibi davrandım.
Öncekilerden benimsediklerim ve benimsemeyip onlardan ayrıldıklarım olmuştur.
Son olarak şunu da belirteyim ki; ne türlü olursa olsun Varlık ve tabiat
bilimlerini din biliminden ayirmıyan İslâm dini gibi bir dinin esasları
içerisinde ben bu konuları ele alırken inanç açısından hiç bir zorlukla
karşılaşmadım.
Biz yeni dünyamızın ve
yeni kâinatımızın çok daha güzel olması dileği ile bir başka konuya geçiyoruz. [172]
Daha önceki konular
içerisinde gördüğümüz gibi kıyamet öncesi pek çok belirti ortaya çıkacak ve
insanlık sırasıyla bunlarla karşılaşacaktır. Hz. Peygamber (S)'in anlattığı
kıyamet belirtilerinden pek çoğunun mal ve can kaybına yol açmaması mümkün
değildir. Biz bir kısım Kur'an âyetlerinden kıyametin bazı bölümlerinin o
günki insanlık tarafından izleneceğini öğreniyoruz. Meselâ Kıyâme sûresinde
ayın kararması ve bu arada gözlerin kamaşmasından söz edilirken[173]
Zilzâl sûresinde; sarsılan ve içi dışarı boşalan yeryüzünün insanı şaşırtacağı,
anlatılır.[174] Gene Duhân sûresinde;
göğün çıkaracağı dumanın gözlenmesinden, söz edilmiştir.[175]
Tekvîr sûresinde; kıyamet öncesi gebe develerin veya diğer bir anlayışa göre
yağmursuz bulutların başıboş salıverileceği ve bu arada vahşî hayvanların bir
araya toplanmaları anlatılır. Gebe develerin başıboş bırakılması, insanların
gözde mallarına bile aldırış etmiyeceklerinin mecazî bir anlatımıdır. Artık
insanlar bu gibi şeylerle ilgilenmiyecek bir hâle gelmişlerdir. O günki ortam
yabanî ve vahşi hayvanlardaki yabanilik ve vahşeti bile ortadan kaldırmıştır.
Bu sırada yağmurun oluşma şartları da kaybolup gitmiştir
Genel dengesi bozulan ve
asarsıntılara mâruz kalan yerkürede meydana gelen olayların insanlar
üzerindeki ruhî ve cismânî etkileri Kur'an-ı Ke-rîm'de şöyle anlatılır:
" - Ey insanlar!
Rabbinizden sakının. Çünki kıyamet gününün depremi müthiş bir şeydir.
- Onu göreceğiniz gün,
her emzikli emzirdiği yavrusunu unutup gider. Her gebe (karnında) taşıdığı
yükünü düşürür, insanları sarhoş olmuş gibi görürsün, oysa onlar sarhoş
değillerdir. Fakat Allah'ın azabı pek çetindir".[176]
Bu âyetin ifâdesinden
korku veya olumsuz çevre ortamının istisnasız çocuk düşüklerine yol açacağı ve
gene bu arada insanları sarhoş eden bir durumun ortaya çıkacağı anlaşılıyor.
Bir başka âyetten ise biz, olumsuz ortam ve şartların veya onlarm yol açtığı
korkuların genç insanlarda erken yaşlanmaya yol açacağını öğreniyoruz. Burada
da şöyle denilir:
" - Siz eğer
inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek olan bir günden
kendinizi nasıl koruyabileceksiniz!
- Gök bile o yüzden (o
dehşetle) yarılacaktır. Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelmiş olacaktır.[177]
Biz bundan ayrı olarak
Hz. Pey gamber'in de bir konuşmasında, kıyamet öncesi insanlarda ve diğer
canlılarda meydana gelecek ciddî şekil bozuklukları (:mesh) na dikkat
çektiğini görmekteyiz.[178]
Bugünün bazı olumsuz ortamlarında bile bunlar kendini göstermektedirler.
Kıyamete âit bütün
belirtilerin ortaya çıkmasından sonra onun insanlığı aniden yakalıyacağına
dâir Kur'an'da pek çok âyet bulunmaktadır. Meselâ onlardan birinde
anlatılanlar şöyledir:
" (Ey Muhammed)
sana, kıyameti; onun ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. Deki onun bilgisi
ancak Rabbimdedir. Onu ancak Allah açıklayıp tam vaktinde onu O
gerçekleştirir. Kıyamet göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ancak ansızın
gelecektir.[179]
İlgili âyetlerden,
kıyametin, insanlığı dünyevî işlerindeyken yakalıyacağı[180] ve
nihâî sondan önce de insanlığın onun bir bölümünü izliyeceği anlaşılıyor.
Bundan sonra yerkürenin kendisi bile artık insanlığa mezar ola-mıyacak bir
durumdadır ve insanlık, başından beri kendisini taşıyan bu gezegen ile beraber
yeniden yaratılacakları günü beklemek üzere kâinat mezarlığı içinde yokluğa
gömüleceklerdir. Sonra yeni bir âlemde yeni bir yaratılışla herkes kendini
Rabbin huzuruna sevkedilmiş bulacaktır. Cennet veya cehennem iki ayrı âleme
ayrılacak insanlığa bu noktada dünyadaki inanç ve kulluklarından başka fayda
sağlıyacak yoktur.
Kur'an, şu anda var
olan evren hakkında geniş bilgi verdiği ve bu evrenin ortadan kaldırılmasından
sonra onun yeni bir yaratılışla iade edilip düzenleneceğinden söz ettiği halde,
cennet ve cehennem hâriç bu yeni evren hakkında hiç bir bilgi vermemektedir. Bu
kitapta sâdece çeşitli misâllerle A11ah 'm bu mevcut kâinatı hiç yoktan
yaratıp kurduğu gibi O'nun aynı güçle yeni bir kâinatı da kuracağı anlatılır
ve Allah'ın, sonsuz güce sâhib olarak yaparmyacağı hiç bir şey olmadığı
vurgulanır. Bu gerçekler insanın önüne çeşitli mantıkî delillerle konulur. Evet
Kur'an'da insana yalnız bu evren anlatılır ve yeni evrenin de sâdece cennet ve
cehennemleri anlatılır. Çün-ki insanı şimdilik ve sâdece bunlar ilgilendirmektedir.
Gerek Kur'an'da ve gerek Hz. Muhammed (S)'in öğretileri arasında, yeni evrende
kurulacak cennetler ve cehennemler hakkında genişçe bilgi verilmektedir. Bu da
insanlığı, bu dinde anlatılan yaratılış hedeflerine yöneltmek, kulluğa özendirmek
ve yoldan çıkışları da engellemek içindir. Bu arada yüce Rabb, tüm kâinat ve
varlıkla olduğu gibi cennet ve cehennem âlemleriyle de kendi yüce gücünü ve
sahip olduğu üstün sıfatlarını ortaya koymaktadır. Her bir yıldızın ve hatta
bildiğimiz gezegenlerin bile cehennem gibi olduğu bir evren içinde güzel bir
dünya üzerinde bulunuyoruz. Bunun için Yüce Allah'a hangi şükrümüz yeter! Yeni
kurulacak evrenin de elbet cennet denilen ve Kur'an'daki anlatımlardan hârika
oldukları anlaşılan dünyaları vardır. Orada cehennemler de tam tersi bunların
karşıtlarıdırlar. Kur'an'm çeşitli yerlerinde; Allah'ın, yer ve gökleriyle
evreni ve tüm varlıkları yaratmakla bir oyun oynamadığı anlatılır.[181]
İşte cennet olduğu gibi cehennem de onu hak edenlerin karşısına böyle bir gerçekle
çıkarılacaktır. Burada Allah katmda iyi ve kötü kullar birlikte
yaşamaktadırlar. Hatta birbirlerine eş ve arkadaş olmaktadırlar. Çünki
dünyaları tektir. Orada ise insanlara, çeşitleriyle beraber cennet ve cehennem
iki ayrı dünya hazırlanmış bulunmaktadır. Kur'andaki ifâdeyle orada;
"Bugün artık ayrılın ey günahkâr ve suçlular" denilecek[182] ve
herkes kendi hak ettiği dünyasında yerini alacaktır.
Tabii ömrü içerisinde
yapılanmanın en üst noktasına erişen kâinat me-sâbesindeki insan vücut
binasının en üstten ve içten geriye doğru çöküş olayından söz eden Yasin
sûresi 68. âyetteki "tenkîs" fiili ile gök kütlelerinin içten çöküş
olayını ifade eden "tafattur" fiili gerçekten benzerlik
göstermektedirler. Her ikisi de kendi mezarlığından yeni bir âleme geçiş yapacaklardır.
İşte cennetin veya
cehennemin bir parçası hâline gelecek olan dünyamızın ve onun içindeki
insanlığın hikâyesi. Ve işte aslı "Levh-ı mahfuz" da olan insanlığın
kâinat kitabı olma özelliğine sahip Kur'an-ı Kerîm'in ve onun beşeriyete sunmakla
görevli Hz. Muhammed (S)'in; yer, gökler ve varlık hakkında söyledikleri! Eğer
ispatlanmış ilmî gerçeklere aykırı şeyler söylediysek ona, müfessirlerle benim
yorumumdan kaynaklanan bir hata olarak bakılması dileği ile burada kitabımın
bu ilk cildini bitiriyorum. Kur'an ve Hz. Muhammed (571-632 m)'in, yer ve
gökler hakkında söyleyip anlattıkları daha henüz bitmemiştir. Ben bundan
sonraki kısımda, göklerin biz insanlığa sunabileceği ikt
Yalnız siz değerli
okuyuculara değil, meleklerin yaptığı gibi insanlığa ve insaniyyete saygılar
sunar, tüm âlemlerin, yeni kurulacak Kâinatların, varlığın ve yokluğun Rabbi
yüce Allah huzurunda islâmî secde saygısıy-la eğilirim: Ey en yüce olan Rabbim!
En yüce nitelikler Senindir.
Bu kitabın satırları
arasında hep benimle birlikte olan siz muhterem okuyucular, 2. kitapta buluşmak
üzere hoşçakalın. Sizlere güzellikler diliyor ve selâmlar sunuyorum.
1 Eylül 1993
Doç. Dr. Celâl
Yeniçeri
M.Ü. İlahiyat
Fakültesi
İstanbul-Üsküdar[183]
Biz kitabımızın bu
kısmında, kâinatın biz insanlığa sunabileceği iktisadî imkânların boyutlarım
İslâmî düşünce ve kanaat açısından ele almaya çalışacağız. Ayrıca göklerde
hayat ve içinde hayat olan başka dünyalar olup olmadığım inceliyeceğiz.
Göklerden faydalanmak mümkünmüdür ve eğer mümkünse bunun mâhiyeti ve boyutları
ne olabilir? Göklerin yeryüzü insanlığı tarafından fethi gerçekleşebilirmi?
Eserimizin bu cildinde bunlara cevap aramaya çalışacağız. Bundan önceki ciltte
biz İslâm açısından, kâinatı tanıtmaya çalıştık. İçinde yaşadığımız yerkürenin
dışında bu kâinatta başka yerküreler daha bulmamız ve gidip oralardan
faydalanmamız veya içinde hayat olmıyan bir kısım gezegenlerin toprak ve
mâdenlerinden yararlanmamız mümkün olacakmıdır? İnsanlık uzayda üretim yapmaya
ve uzaya yönelik bir sanayi kurmaya muvaffak olabilirini? Eğer bunlar
başarılabilirse ilerde, genel ikt
Bilindiği gibi üretim
ve istihsal için dört temel unsura ihtiyaç vardır. Bunlar: 1- Tabiat 2- Emek 3-
Sermaye 4- Zihnî yapı ve bilgiden ibarettir.[184]
Üretimin birinci ve ana unsuru tabiatın kendisidir. İnsan tabiatın içinde ve
dünyanın sırtında yaşar ve tabiat varlıklarını işleyerek onları kendisine
faydalı hâle getirir. Tamamiyle külfetsiz elde edilen tek şey vardırki o da
havadır. Çünki ona her an ihtiyaç vardır. Ondan sonra biraz daha az külfetle
elde edilen sudur. Canlı varlıkların en çok ihtiyaç duydukları şeyler dünyada
en çok bulunan ve ve diğerlerine göre daha kolay elde edilen nesnelerdir. Bunlar
bir nevi derece derece bir sıra takip ederler. Yiyeceklerde bile ihtiyaca göre
bol ve kolay elde edilme bakımından bir sıra vardır. Kendilerine en çok ihtiyaç
duyulan yiyecekler aynı zamanda en çok dayanıklı olan yiyeceklerdir. Meselâ
sebzelere göre hububat cinsi gıda maddeleri böyledir ve bunlardan en önde
gelen buğday dünyanın hemen her yerinde yetişir. Bulunması ve elde edilmesi en
zor olana insanlığın ihtiyacı daha azdır. Mücevherata olan ihtiyaç daha az
olduğu için onlar daha az ve aynı zamanda zor bulunurlar. Demire ihtiyaç ise
bütün mâdenlerden fazladır ve sanayinin kurulup insanlığın ilerlemesinde ondan
daha fazla iş gören bir mâden olmamıştır. Bu bakımdan biz demirin dünyada her
mâdenden daha fazla ve onlara göre daha kolay bulunur halde olduğunu görürüz.
Sanayi ve ısınma için kömürün önemini hiç kimse inkâr edemez. Kömürün de bütün
çeşitleriyle dünyada ne kadar bol bulunduğunu herkes bilir.
Toprak işimize en çok
yarayan bir nesnedir ve o olmadan hayat düşünülemez. Ancak hava, su ve güneş
üçlüsü olmadan da toprağm bir işe yara-mıyacağı bir gerçektir. İnsanı diğer
canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri de onun toprağı işleyebilmiş
olmasıdır. İçindeki bütün mâdenleri, havası, suyu, bitki ve hayvanlarıyla tüm
yerküresi, üretimin unsurlarından olan tabiatı oluştururlar. Acaba İslâm faydalanılır
tabiatı sâdece bu yerkü-resiylemi sınırlı tutmuştur yoksa diğer inanç ve
düşüncelerden farklı olarak dünyanın ötesindeki âlemleri de faydalanılır ve
işlenebilir tabiat olarak mı görmüştür? İslâmî düşüncede, göklerin bir kısmı
veya oralardaki bazı tabiat varlıkları, ikt
[1] Kasas, 28/88.
[2] İbrahîm, 14/48.
[3] Bak. Kıyâme, 75/14.
[4] A' raf, 7/24.
[5] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 340-341.
[6] Bütün bu hadisler için bak.
Müslim, Filen, 39-42; Ebû Dâvııd, Melâhım, 12; İbn Mâce, Filen, 28; Tirmizî,
Fiten21; Buhârî, Filen, 24, 26; Ahmed, Müsned. IV/6-7.
[7] Tirmizî,Fiîen, 38.
[8] Enbiya, 21/96.
[9] Nemi, 27/82.
[10] Duhan, 44/10-11.
[11] İbn Kuteybe, 402; Zemahşerî,
V/237; İbn Kesîr, 111/300; F. Râzî, XVII/247.
[12] Furkan, 25/25.
[13] Fussilet, 41/11; Geniş bilgi
için Yer ve Göklerin Oluşumu konusuna bak.
[14] Nemi, 27/82.
[15] A'raf, 7/73,77; Hûd, 11/64;
İsra, 17/59 Şuarâ, 26/155; Kamer, 54/27; Şems, 91/13.
[16] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 342-345.
[17] Ankebûl, 29/20.
[18] Nemi, 27/87.
[19] Nâziat, 79/6-7.
[20] el-Isbahânî, 276;
"Râcife"nin çok şiddetli gürültü anlamı için bak. F. Râzî, XXXI/34.
[21] Neysabûrî,XXX/17.
[22] Kumibî.XIX/I95.
[23] Tabcrî, XXX/21: F. Razî,
XXXI/34.
[24] F. Razî, XXXI/34; Kurtubî,
XIX/195; Neysabûri, XXX/17.
[25] Müzzemmil, 73/14; Âyclin
tefsiri için bak. Tabcrî, XXIX/14; M. Fuad Abdülbaki, 177.
[26] Bak. İbn Kesîr, 111/565;
Kurtubî, XIX/228.
[27] Vakia, 56/4-7.
[28] Taberî, XXVII/97.
[29] Zilzal. 99/1-2.
[30] İnşikak, 84/3-6
[31] Bak. F. Râzî, XXXI/İ03-104.
[32] Hakka, 69/13-16.
[33] Tür, 52/9-10.
[34] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 346-349.
[35] Kurlııbî, XIX/228.
[36] Bak. Tür, 52/10; Nebe",
78/19-20; Tekvîr, 81/1-3; Kehf, 18/47. Bu son âyet tek basma bulunmakladır.
[37] Kâria, 101/5; Meâric, 70/9;
Tefsir için bak. İbn Kuleybc, 485; F. Râzî, XXX/125; İbnu'l-Cevzî, dağların
zayıf ve yumuşaklığı sebebiyle yüne benzeti İdiklerin i, söyler, C. VIII/360.
[38] Meâric, 70/8.
[39] Zemahşerî, VI/155.
[40] Vâkia, 56/6.
[41] Taberî, XXVII/97.
[42] Tâhâ, 20/105-107.
[43] Taberî, XVI/155-156 X1/246;
F. Râzî, XX1I/117
[44] Zemahşerî, VT/196.
[45] Nebe', 78/20.
[46] Kehf, 18/47.
[47] Râzî, XXXI/I1-12; Kurtubî,
XII1/242-243.
[48] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 349-352.
[49] Tûr, 52/6.
[50] Tekvîr, 81/6.
[51] Bu görüşler için bak. İbn
Kuteybe, 516; Taberî, XXVII/12, XXX/43-44; Zemahşerî, VI/40, 212; İbn Kesîr,
IH/389; Kurlubı, XIX/230; İbnu'l-Cevzî IX/39.
[52] İnfilar, 82/1-5.
[53] Bak. Taberî, XXX/54;
Zemahşerî, VI/214; E Râzî, XXXI/77; îbn Kesîr, III/610; Kıırtubî, XIX/244;
Ebu's-Suûd, IX/120.
[54] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 352-354.
[55] İnşıkak, 84/3-5.
[56] İbn Mâce, Fiten, 33.
[57] Taberî, XXX/72; F. Râzi,
XXXI/103-104; Zemahşerî, VI/220; Ebu's - Suûd, Tefsir, IX/131.
[58] Kurtııbî, XIX/270.
[59] İbrahim, 14/48.
[60] Bagâvî, IH/525, No. 4284.
[61] F. Râzî, XVII/30.
[62] F. Râzi, XIX/146-147;
Taberî, XIII/165.
[63] Taberî, XIII/163-166;
Zemahşerî, tII/126; İbnu'l-Cevzî, IV/376; Kurtubî, IX/383
Hz. Ali kendisine isnad edilen bir sözlerinde
o; yerin gümüş mâdenine göklerin de altlına döneceğini, söyler. Bak. Taberî ve İbnu'i-Cevzî.
Yerin, üzerinde hiç günâh İşlenmemiş ve hiç kan akmamış tamamiyie başka bir
yerle değiştirileceğine ilişkin Hz. Ali (r.)'ye atfedilen haberin râvilerinden
biri de yalancılıkla itham edilmiştir. Bak. el-Hindî, 11/4460. Yer olsa olsa
gümüş rengine, gökler de altun rengine dönebiiirler. Bu da elbet belli bir süre
için olabilir.
[64] Buhârî, Tevhid, 55, 15, 22,
28, Bed'ül-Halk, I; Müslim, Tevbe, 14.
[65] Gâfir, 40/16.
[66] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 354-357.
[67] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 358.
[68] Geniş bilgi için
"Yıldız ve gezegenlere genel bakış" başlığına bak..
[69] İnfitar, 82/1-2.
[70] Dağılma anlamı için bak.
Râgıb cl-lsbahânî, 734.
[71] F. Râzî, XXXI/77.
[72] Murselât, 77/8-10.
[73] Taberî, XXIX/143; Tefsir
için bak. Kurtubî, XIX/157; Zemahşerî, VI/196; îbn Kesir, III/578; Neysabûrî,
XXIX/134.
[74] F Râzî, XXX/269.
[75] Tckvîr, 81/1-3.
[76] Taberî, XXX/42; İbn Kuteybe,
516; Zemahşerî, VI/211-212; F. Râzî, XXXI/67; Neysabû-rî, XXIX/32 Kurtubî,
XIX/228.
[77] Kadî Beydavî, 11/587.
[78] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 358-360.
[79] Hâkim, Müstedrek, 11/515.
[80] Ben burada meşhur olmıyan
görüşü öne aldım. Bak. Kurtubî, XIX/229; Neysabûrî, XXX/33.
[81] Tekvîr, 81/1-14.
[82] Taberî, XXX/41-42; Kurtubî,
XIX/227.
[83] Bu görüşler için bak. İbn
Kuleybe, 516; Taberî, XXX/41-42; İbnu'l-Cevzî, IX/38; Kurtubî XIX/227; İbn
Kcsîr, IH/604; F. Râzî, XXXI/66.
[84] İbnu'l-Cevzî, IX/38.
[85] Zemahşerî, VI/211-212;
Ncysabûrî ve Ebu's-Suûd da eserlerinde aynı görüşleri tekrarladılar. Bak.
Ncysabûrî, XXIX/32; Ebu's-Suûd Ef, IX/114.
[86] Güneşin yörünge dışına çıkıp
dağılacağı görüşü Asma'i'de de vardır. Bak. F. Râzî, XXXI/66.
[87] Hâkim, IV/571; Zehebî,
IV/571.
[88] Buhârî, Bed'ül-halk, 4.
[89] Kıyâme, 75/8.
[90] Kıyâme, 7.
[91] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 361-363.
[92] Müslim, İman, 250; Buhârî,
Tevhîd, 22-23, Bed'ü'f-halk, 4, Tefsir, 36; Ahmed, Müsned, V/152; Bu hadisin
tam metin tercümesi için "Güneşin Düz Hareketi" başlığına bak.
[93] Ahmed, Müsned, 11/201,
V/145, 152.
[94] Müslim, Fiten, 110; Ebû
Dâvud, Melâhım, 14; Timıİzî, Fıten, 59. İbn Mâce Fiten, 33.
[95] Buhârî, Fiten, 25; Müslim,
İman, 248; îbn Mâce, Fiten, 32; Ebû Dâvud, Melâhım, 12; Hadisle geçen âyet için
bak. En'âm, 6/158; Güneşin batıdan doğusuyla ilgili çeşitli hadisler için bak.
Taberî, VII1/71.
[96] Ebû Dâvud, Melâhım, 11; İbn
Mâce, Fiten, 32.
[97] Taberânî, IV/237, No.
9019-20; Taberî, Tefsir, V1I1/75.
[98] Kurtubî, XIX/96-97.
[99] Kurtubî, XIX/96 vd.
[100] Kıyâme, 75/6-9.
[101] İbnu'l-Cevzî, VIII/419; Bu
âyetin yorumu hakkında daha geniş bilgi için "Yer ve göklerin, yeni
âlemler oluşturmak için bitişik oldukları ilk nokta durumuna
getirilmeleri" başlığına bak..
[102] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 363-366.
[103] Bir misâl olarak bak. Ncbe',
78/17.
[104] Tûr, 52/9-10
[105] Bu görüşlerin hepsi için
bak. Taberî, XXVII/I3, Neysabûrî, XXVII/21; F. Râzî, XXVI-11/243; Kurtubî,
XVII/63; Kadı Beydavî, U/468; Suyûtî, 11/449; îbn Kesir, IH/389.
[106] Hakka, 69/13-16.
[107] Kurlubî, XVIİI/265; F. Râzî,
XXX/108; Neysabûrî, XX1X/31; Kadı Bcydavî, H/544; Ne-sefî, fV/287.
[108] İnşikak, 84/1-5.
[109] Bu sûreler için kitabımızın
ilk başlığına bak.
[110] Furkan, 25/25; Tefsir için
bak. Kurtubî, XIX/269.
[111] Duhan, 44/10-15.
[112] Bak. Zemahşerî, V/237; İbn
Kuteybe, 402; F Râzî, XXVII/247; İbn Kesîr, IH/300.
[113] Hz. Ali'nin görüşü için bak.
Kadî Beydavî, 11/592.
[114] Enbiya, 21/30; "Yer ve
göklerin tek kütle hali" başlığına bak..
[115] Maddelerin yaratılması,
maddelerde bölünme, başlığı.
[116] Geniş bilgi için
"Kâinatın düzen ve dengelerine genel bakış" başlığına bak.
[117] Ayrıca bak.
"Yıldızların kararıp dökülmesi" başlığı.
[118] Alak, 96/1-2.
[119] Mıırselât, 77/8-10.
[120] Kurtubî, XIX/157
[121] ibn kesîr, III/578.
[122] Zemahşerî, VI/I96; Nesefi,
İV/322; Göğün yarılıp çatlaması, anlamı için bak. Taberî, XXIX/143
[123] Nebe', 78/19-20.
[124] Bak. Taberî, XXX/6-7;
Kapılardan yolların kastedildiği, yorumu için ayrıca bak. Kurtubî, XIX/176.
[125] Tekvîr, 81/11
[126] îbn Kuleybe, 516; Râgıb
ei-Isbahâni, 651; Taberî, XXX/47 Zemahşerî, VI/213; F. Râzî, XXX1/70.
[127] Rahman, 55/37.
[128] Bak. İbn Kuieybe, 485;
Zemahşerî, VI/155.
[129] Meâric, 70/8.
[130] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 366-373.
[131] Enbiyâ, 21/30; Fussılet,
41/11; Geniş bilgi için "yer ve göklerin ortaya çıkışı" başlığına
bak..
[132] Furkan, 25/25.
[133] Duhân, 44/10-15.
[134] Rahman, 55/33, 55.
[135] Bak. îbn Kulcybe, 43S;
Taberî, XXVII/81-82; Taberânî, X/3O5, No. 10597; Râgib el-Is-bahânî, 397;
İbnu'l-Ccvzî, VHI/I16; Kurtubî, XVI1/171; F. Râzî, XXIX/114; İbn Kesîr,
III/419; M. Fuad Abdiilbâkı, 201.
[136] Yerkürenin tabakaları ve yapısı
ile Göklerin Fethi, konularına bak.
[137] Rûm, 30/11; Diğer ayetler
için bak. Rûm, 30/27; Yûnus, 10/4, 34; Nemi, 27/64; Ankebût. 29/19; Burûc,
85//I3; Enbiyâ, 21/104.
[138] Bak. Taberî, XI/60, XX/S9,
XXI/18T Kurtubî, VIII/309; İbnu'l-Cevzî, VI/265.
[139] İbnKcsîr, 11/193.
[140] Enbiya, 21/104.
[141] Zümcr, 39/67.
[142] Mülk, 67/1.
[143] Buharı, Tcvhîd, 6, 19,
Rikak, 44, Tefsir, 39; Müslim, Münafıkun, 19-23; İbn Mâce, Mukaddime, 13.
[144] İsrâ, 17/51, 69; Tâtıâ,
20/53; Nûh, 71/18.
[145] Geniş bilgi için "yer
ve göklerin oluşum devreleri" başlığına bak.
[146] İbrahim, 14/48.
[147] Kasas, 28/88.
[148] Kurtubî, XI/347-348.
[149] Yerkürenin alacağı son
şekil" başlığına hak..
[150] F. Râzî, XXH/229.
[151] F. Râzî, XVH/30.
[152] Araf, 7/25.
[153] Kıyâme, 75/6-9; Açıklama
için aynca "Güneşin baüdan doğuşu" başlığına bak..
[154] Kurtubî, XIX/96-97.
[155] Bu görüşler için bak.
Tabcri, XXIX/1I3; Zemahşerî, VI/186; İbnu'l-Cevzî. VIII/4I9; Kurtubî, XIX/96; E
Râzî, XXX/220.
[156] bak. Taberî, XXVlII/82-83;
Neysabûrî, XXVIII/90; Kurtubî, XVII/173.
[157] Şûra, 42/7; Tegâbün, 64/9;
Hûd, 11/103.
[158] Bak. 2. kitap "Göklerin
fethi ve göklerde hayat" konulan.
[159] Şûra, 42/29.
[160] En-âm, 6/73; Kehf, 18/99;
Tâha, 20/102; Mu'minûn, 23/101 ; Nemi, 27/87; Yâsîn, 36/51; Zümer, 39/68; Kaf,
50/20; Hakka, 69/13; Nebe' 78/18 (Bunlardan 1. surla İlgili olan sûreler için
bak. Zümer, Kaf, Hakka, En'âm, Nemi).
[161] Bak. Nemi, 27/87; Zümer,
39/68.
[162] Secde, 32/9; Hıcr, 15/29;
Sad, 38/72; Enbiyâ, 21/91; Tahrîm, 66/12; Mâidc, 5/110.
[163] Bak. Taşkın Tuna, 122.
[164] Nahl, 16/77.
[165] Kıyâme, 75/14-15.
[166] Fussılel, 41/20-22; Nûr,
24/24, Yasin, 36/65.
[167] Mu'minûn, 23/62; Câsiye,
45/29.
[168] Burûc, 85/22; "Kitab
hafız" tâbiri için bak. Kaf, 50/4
[169] Zilzal, 99/7-8.
[170] Yûnus, 10/61; Sebc', 34/3.
[171] Ankebüt, 29/19-20.
[172] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 374-386.
[173] Kıyâme, 75/6-8.
[174] Zilzâl, 99/1-3.
[175] Duhân, 44/10.
[176] Hâcc, 22/1-2.
[177] Müzzcmmil, 73/17-18.
[178] Tirmizî Filen 21, 38, Kader,
16; Ibn Mâce, Fiten, 29; Ebû Dâvud, Melâhım, 10.
[179] "raf, 7/187; Diğer
âyetler için bak. En"anı, 6/31; Yûsuf, 12/107; Enbiyâ, 21/40; Hâcc,
22/55'; Ankebût, 29/53; Zuhruf, 43/fifi; Muhammed, 47/18.
[180] Bu konuda bir hadisin
açıklaması için bak. İbn Kesir, 11/71.
[181] Misâl olarak bak. Âl-i tmmn,
3/191; Sad, 38/27; En'am, 6^73 Hicr, 15/85.
[182] Yasın, 36/59.
[183] Prof. Dr. Celal Yeniçeri,
Uzay Ayetleri Tefsiri, Erkam Yayınları: 387-390.
[184] Geniş bilgi için Celâl
Yeniçeri, İslâm İkt